Bölüm 6
Fısıh Kuzusu
Mısır’dan Çıkış 12
On birinci bölümde bulunan iki şey tekrar hatırlanabilir. Öncelikle, ilk doğan çocukların üzerine gelecek olan yargının duyurulması; ve ikinci olarak “Mısırlılar ve İsrailliler arasında” görülen farklılık. (11:4-7) Bu iki şeyin bir araya gelmesi fısıh kuzusu ile mümkün olur. Çünkü Tanrı şimdi günah sorununu ortaya koyar ve böylelikle Kendisinde var olan Yargıç karakterini gereken şekilde sunar. Ama bunu yaptığı an, hem Mısırlılar hem de İsrailliler O’nun yargısı söz konusu olduğunda çirkin görünürler, çünkü her ikisi de O’nun gözünde günahkardırlar. Tanrı’nın, İsrail’i Mısır’dan kurtarma amacı gerçektir ve aynı zamanda Tanrı’nın Kendisine özgü egemen haklarının uygulanmasında Tanrı’nın biri ve diğeri arasında farklılık göz ettiği de aynı zamanda oldukça gerçektir. ama Tanrı, asla Tanrı olmaktan vazgeçemez. Ve O’nun tüm eylemleri Karakterinin nasıl olduğunu ifade etmelidir. Ve bu yüzden İsrail’i esirgediği takdirde – İsrailliler de Mısırlılar ile eşit derecede suçlu idiler, günahkarlıkları konusunda aynı idiler – Mısır’ı yok ederken, bunu ancak Kendi doğası ile uyumlu olarak yapabilirdi. Başka bir deyişle, O’nun doğruluğu diğerinin yok edilmesinde olduğu gibi, birinin kurtarılışında da gösterilmelidir. Ve işte tam bu noktada lütfun yalnızca doğruluk aracılığı ile egemenlik sürebileceği algılanır. (Romalılar 5:21) Şimdi bu bölümde çözülen sorun şudur – Tanrı Mısır’ın ilk doğanlarını öldürdüğü zaman, İsrail’i adil bir şekilde nasıl esirgeyebildi? Hem Mısırlılara hem de İsraillilere Yargıç olarak görünür; ve İsrail’in ahlak açısından Mısır’dan daha üstün olmadığı bilindiğine göre, farklılığın tek temeli bu değildi. Farklılığın TEK NEDENİ, FISIH KUZUSUNUN KANI İDİ. İbrahim, İshak ve Yakup ile antlaşma yapan lütuf idi; kuzuyu tedarik eden de lütuf idi. Ama kuzunun kanı – Tanrı Kuzusu, Fısıh Kuzumuz Mesih – günahları nedeni ile Tanrı’nın İsrail’den beklediği her isteği karşıladı ve bu yüzden Tanrı, ölüm meleği Mısırlıların her birinin ev halkına ölüm taşırken İsraillileri adil bir şekilde koruyabildi. Kuzu’nun kanında merhamet ve gerçek bir araya geldiler ve doğruluk ve esenlik birbirleri ile öpüştüler. Bölümdeki ayrıntıları incelerken bu gerçeği tam olarak inceleyeceğiz.
“Rab, Mısır’da Musa ile Harun’a, ‘Bu ay sizin için ilk ay, yılın ilk ayı olacak’ dedi. (1,2. ayetler)
Günahkar, günahlarının içinde olduğu sürece Tanrı’nın gözünde zamanın hiç bir değeri yoktur. Biz, Mesih’in kanı altında korunmaya başlayıncaya kadar O’nun gözünde yaşıyor sayılmayız. Otuz, kırk ya da elli yıl yaşamış olabiliriz, ama yeniden doğmadıysak bu yıllar zaman kaybıdır. Zaman kaybı? Tanrı ile ilgili olarak kayıp; ama ah, sonsuzluğun sonuçlarına gebe olarak bu koşulda devam etmek! Bu dönemin her günü suçlarımıza, günahlarımızın sayısına eklemede bulundu; büyük beyaz tahtın önünde yargı gününde açılacak olan kitapta hepsi kayıtlı bulunmakta. Sonsuzluğa kurtarılmış olarak geçmeliyiz. Dünyanın mücadeleleri ve eylemleri, insanların umutları ve hırsları üzerine gelecek olan bir hüküm! Bize yaşamın soyluluğunu anlatırlar, yücelik ve ün getiren işlerden konuşurlar ve adları tarih sayfalarında kalan isimlerin yaptıkları eylemleri yapmamızı teşvik etmek için gençliğimizi bu arzular ile esinlemenin peşindedirler. Ama Tanrı konuştuğu zaman, bu kişilerin henüz yaşamaya başlamadıklarını ilan ederek tek bir kelime ile bu aldatmacaları dağıtır. İnsanların gözlerinde ne kadar önemli görünürlerse görünsünler Tanrı’nın yaşamını almadıkları takdirde, ölüdürler, gerçek tarihleri henüz başlamamıştır. Aynı şey İsrailliler için de geçerlidir. Firavun’un, yani Şeytan’ın köleleridirler; henüz Rabbe hizmet etmeye başlamamışlardır ve bu yüzden kurtarılışlarının ilk ayı onlar için yılın ilk ayı olmalıydı. Gerçek yaşam öyküleri bu tarihten itibaren başladı.
“Bütün İsrail topluluğuna bildirin: Bu ayın sonunda herkes ailesine göre kendi ev halkına birer kuzu alacak. Eğer bir kuzu bir aileye çok geliyor ise, aile bireylerinin sayısı ve herkesin yiyeceği miktar hesaplanacak ve aile kuzuyu en yakın komşusu ile paylaşabilecek. Koyun ya da keçilerden seçeceğiniz hayvan kusursuz, erkek ve bir yaşında olmalı. Ayın on dördüne kadar ona bakacaksınız. O akşam üstü bütün İsrail topluluğu hayvanları boğazlayacak. Hayvanın kanını alıp, etin yeneceği evin yan ve üst sövelerine sürecekler. O gece ateşte kızartılmış et, mayasız ekmek ve acı otlar ile yenmelidir. Eti çiğ ya da haşlanmış olarak değil, başı, bacakları, bağırsakları ve işkembesi ile birlikte kızartarak yiyeceksiniz. Sabaha kadar bitirmelisiniz. Arta kalan olur ise, sabah ateşte yakacaksınız. Eti şöyle yemelisiniz: Beliniz kuşanmış, çarıklarınız ayağınızda, değneğiniz elinizde olmalı. Eti çabuk yemelisiniz. Bu, Rabbin Fısıh kurbanıdır.
O gece Mısır’dan geçeceğim. Hem insanların hem de hayvanların ilk doğanlarını öldüreceğim. Mısır’ın bütün ilahlarını yargılayacağım. Ben Rabbim. Bulunduğunuz evlerin üzerindeki kan sizin için bir belirti olacak. Kanı görünce üzerinizden geçeceğim. Mısır’ı cezalandırırken ölü saçan size hiç bir zarar vermeyecek. Bu gün sizin için anma günü olacak. Bu günü Rabbin bayramı olarak kutlayacaksınız. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürekli bir kural olarak bu günü kutlayacaksınız.
Yedi gün mayasız ekmek yiyeceksiniz. İlk gün evlerinizden mayayı kaldıracaksınız. Kim bu yedi gün içinde mayalı bir şey yer ise, İsrail’den atılacaktır. Birinci ve yedinci günler kutsal toplantı yapacaksınız. O günler hiç bir iş yapılmayacak. Herkes yalnız kendi yiyeceğini hazırlayacak. Mayasız Ekmek Bayramı’nı kutlayacaksınız, çünkü sizi ordular halinde o gün Mısır’dan çıkardım. Bu günü kalıcı bir kural olarak kuşaklarınız boyunca kutlayacaksınız. Birinci ayın on dördüncü günün akşamından yirmi birinci gününün akşamına kadar mayasız ekmek yiyeceksiniz. Evlerinizde yedi gün maya bulunmayacak. Mayalı bir şey yiyen yerli yabancı herkes İsrail topluluğundan atılacaktır. Mayalı bir şey yemeyeceksiniz. Yaşadığınız her yerde mayasız ekmek yiyeceksiniz.” (3-20. ayetler)
Tanrı, yargının ortasında merhameti hatırlar. Eğer onlar üzerindeki talepleri tam ve yeterli olarak karşılanmadıkça Mısırlılara vuracak ise ve eğer İsrail’i esirgeyemeyecek ise ( karakterinin nitelikleri açısından sürekli olarak yapamaz), Kendisi, Kendi yüreği ile hareket ederek Kendi egemen haklarını kullanıp, lütfunun zenginliklerine göre halkını adil bir şekilde darbenin dışında tutabileceği temeli şekillendiren kuzunun kanını sağlayacak ve onları esaret evinden dışarı çıkartacaktır. İsrail’in kurtarılışında olduğu kadar bizim kurtarılışımızda da konunun bizim ne olduğumuz değil, Tanrı’nın ne olduğunun esas olduğunu iyice kavramalısınız. Bu nedenle, kurtarılışımız, Tanrı’nın değişmez karakteri üzerinde bina edilmiştir; bu yüzden kefaret yerine gelir gelmez (bu öykünün devamında görüleceği gibi) Tanrı’nın karakteri, bizim güvenliğimiz için taahhüt edilmiştir.
Bu yazılarda farklı ve ayrı bir dikkat talep eden çeşitli özellikler mevcuttur. Öncelikle, kuzu. Daha önceden de işaret edilmiş olduğu gibi, bu fısıh kuzusunun tüm değeri Mesih’in bir örneği olmasından kaynaklanır. Pavlus bu nedenle şöyle der: “Fısıh Kuzumuz Mesih bizim için kurban edildi. Bunun için bayram edelim.” (1 Korintliler 5:7,8) Bu yüzden bize tanrısal yetki ile garanti edilir; bu ilginç örneğin gölgesi altında Tanrı’nın Kuzusu’nu görürüz ve bu bölümün her ayrıntısının böylesine büyük ilgi çekmesinin nedeni budur. Kuzu, ayın onuncu gününde alınmalı – bir yaşında ve kusursuz bir erkek kuzu – ve aynı ayın on dördüncü gününe kadar beslenmeliydi. Kuzunun Tanrı’nın öğütlediği şekilde seçilmesi gerekliydi. Örneğin, onuncu günde alınacak ve on dördüncü gününde kurban edilecekti. Ama okuyucunun yorumuna ve hükmüne bırakılmış olan bir başka öneride daha bulunulmuştur. Buna göre, onuncu gün Mesih’in, Vaftizci Yahya tarafından çok şaşırtıcı bir şekilde, “İşte dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!” olarak ilan edilişi ile Mesih’in görevine başlaması hakkındadır. (Yuhanna 1:29) Sonra eğer Rabbin hizmeti üç yıl ifadesini kapsadığı takdirde, iki tam yıl ve iki yarım yıl daha eklendiği zaman, Yahudilerin hesaplamasına göre bu dört yıl eder ve bu yüzden O’nun ölümünün zamanı on dördüncü güne rastlayacaktır. Ama şöyle bir soru sorulabilir: O zaman neden kuzunun ayrılması konusunda on sayısı esas alındı? Çünkü bu, Tanrı’ya olan sorumluluğun sayısıdır ve bu şekilde kutsanmış Rabbimize Tanrı’nın Kuzusu olarak sahip olunduğunu öğretir. O, Tanrı’nın önünde her türlü sorumluluğu yerine getirdi ve günah için kurban edilecek olan kusursuz kuzu olduğunu kanıtladı. O, Tanrı’nın Kuzusu idi ve insan hangi kurbanın kabul edilebilir olacağını hiç bir zaman bilemeyeceği için kuzuyu Tanrı’nın tedarik etmesi kutsanmış bir teselli idi. İsrail o güne kadar esaret altında alacaktı, çünkü günahları ile ilgili Tanrı taleplerini nasıl karşılayacağını, Tanrı’yı nasıl tatmin edeceğini bilemeyecekti. Böylece Tanrı merhameti ve lütfu ile dünyanın günahını ortadan kaldırmaya yetecek olan bir kuzu tedarik etti. Bu nedenle, günahtan arınmanın başka herhangi bir yöntemi asla olamaz; Tanrı’nın adil yargısından gizlenmek için başka bir aracı yoktur; Tanrı tarafından sağlanan Mesih’in kanı, tüm diğer yöntemlerin ötesinde, geçerli olan tek yöntemdir.
Kuzunun ayın on dördüncü gününde öldürülmesi gerekiyordu. “O akşam üstü bütün İsrail topluluğu hayvanları boğazlayacak.” (ayet 6) Her şeyin boğazlanacak kuzu ile özdeşleşmesi gerekiyordu. Aslına bakılacak olur ise, her ev halkının bir kuzusu vardı. Çünkü her aile kendi evinde kalacaktı; öte yandan “topluluğun bir arada olması”na bir bütün olarak bakılır. Bu iki birlik, Yahudi ekonomisi içinde her zaman korundu – topluluğun ve ev halkının
birlik olmaları. Ailenin soyu atalara dayanıyordu ve şimdi Tanrı, Kendisine ait olan bir halkı Mısır’dan dışarı çağırıyordu; ev halkının korunmasını sağlamak için de bütünün birliğini kurdu. Fısıh’ın buyruğu içinde bir araya getirildiler – aileler ayrı ve topluluk bir bütün olarak.
Bir sonraki kısımda kanın serpilmesinden söz edilir. Boğazlanmış kuzu, tek bir ev halkının korunmasını teminat altına almayacaktı. Eğer insanlar yalnızca kuzunun öldürülmüş olması gerçeği ile rahatlayacak olsalar idi, ölüm meleği onların evlerinden içeri girmek için bir engel ile karşılaşmayacaktı. Aynı Mısırlıların evlerinde olduğu gibi, İsraillilerin evlerinde de ölüsü olmayan hiçbir oymak bulunmayacaktı. Hayır, güvenliği garanti altına alan, kuzunun ölümü değil, kuzunun kanının serpilmesi idi (7, 13, 23. ayetler). Okuyucunun bu konu üzerinde derin düşünmesini öneriyorum. Korunma için Mesih’in ölümünün gerçeğinde dinlenmenin bir tehlikesi yok mudur? Kanın kutsanmış yeterliliği ve Tanrı’nın önündeki değeri sayesinde bir an için bile herhangi bir tehlike kaygısı yoktur. Mesih’in ölümü, O’na iman edilmediği takdirde tek bir canı bile kurtarmayacaktır (burada bebeklerden söz etmiyoruz) . O’nun günah için bir kefaret sağladığı oldukça gerçektir – bu kefaret Tanrı’ya, karakterinin her niteliği açısından yücelik vermiştir. Hem adil davranarak hem de Kendisine yücelik vererek iman aracılığı ile O’na yaklaşan her günahkara tam, eksiksiz ve sonsuz bir kurtarış ihsan eder. Çünkü Tanrı, “Mesih’i, kanı ile günahları bağışlatan ve imanla benimsenen kurban olarak sundu. Böylece adaletini gösterdi. Çünkü sabredip daha önce işlenmiş günahları cezasız bıraktı. Bunu, adil kalmak ve İsa’ya iman edeni aklamak için şimdiki zamanda kendi adaletini göstermek amacı ile yaptı.” (Romalılar 3:25,26) Ama iman aracılığı ile, dökülen kan ile kişisel bir şekilde özdeşleşmek gerekir, aksi takdirde dökülen kan bir yarar sağlamaz. O zaman İsrailliler, kanın koruması ve değeri altına nasıl girdiler? Çok basit, yalnızca iman itaati aracılığı ile. “Hayvanın kanını alıp, etin yeneceği evin yan ve üst kapı sövelerine sürecekler. Bir demet mercanköşkü otu alacaklar, leğendeki kana batırıp kanı kapılarının yan ve üst sövelerine sürecekler. Sabaha kadar kimse evinden çıkmayacak.” (7, 22. ayetler) Böylelikle görüyoruz ki, iman ve itaat etmelerinin dışında yapmaları gereken hiç bir şey yoktu. Kendilerine sağlanan yöntemi tartışmak onlara düşmüyordu, yöntemin makul olup olmadığı ya da olası değeri de onların sorunu değildi. Her şey Tanrı’nın öğüdüne kulak asıp asmamalarına bağlıydı. Böylece görüyoruz ki, Tanrı günahkardan yalnızca iman talep eder; başka bir şey talep etmez. Tanrı’nın, günahkarın durumuna ve suçluluğuna olan tanıklığına iman; günahkarın bu durumunun Tanrı’nın yargısını gerektirdiğinin farkında olmak ve Mesih’in ölümü aracılığı ile günahkarın ihtiyacına getirilen sağlayışa iman. Eğer bir İsrailli, hangi nedenden dolayı olsun, tanrısal buyruğu göz ardı ederse, ölüm meleğinin darbesinden kaçamayacaktı. Aynı şekilde eğer bir günahkar, çaresiz durumu ile ilgili Tanrı Sözü’ne ve aynı zamanda Mesih ile ilgili gerçeğe boyun eğmeyi reddeder ise, onu sonsuz yargının darbesinden hiç bir şey kurtaramaz. Ama eğer bir İsrailli sade bir şekilde boyun eğerek kanı evinin üzerine serptiği takdirde, o an o dehşet ve ölüm gecesinden kesinlikle korunur. Aynı şekilde bir günahkar Mesih’e iman ettiği an, sonsuza kadar kurtulur, çünkü O’nun değerli kanının tüm söz ile anlatılamayan değeri tarafından korunur.
O zaman sevinçli bir güvenlik duygusu ile şarkı söyleyebilir –
“Acımasız düşman suçlasa da,
Günahlar bir sel gibi yeniden hesaplansalar da;
Tanrımız her suçlamayı reddeder;
Mesih her suçlamaya kanı ile yanıt vermiştir.”
Aynı zamanda, insanların güvenliğinin kendi ahlak durumlarına bağlı olmadığı, düşünceleri, duyguları ya da deneyimleri ile bir ilgisinin olmadığını belirten bu gerçeğin daha fazla vurgulanmasına da dikkat edin. Tek soru, kanın, söylendiği şekilde serpilip serpilmediğidir. Eğer kan serpildi ise, güvenlikteydiler, eğer serpilmedi ise, Mısır ülkesinde dolaşan yargıya maruz kalırlardı. İsrailliler, çekingen, korkak ve umutsuz olabilirlerdi; tüm geceyi zihinlerinde sorular, yüreklerinde kaygılar ile geçirmiş olabilirlerdi; ama yine de eğer evlerinin üzerinde kan bulunuyor ise, ölüm meleğinin darbesinden korunacakları kesindi. Onlara koruma sağlayan, yalnızca kanın sahip olduğu değerdi. İnsanların ifadesine göre, eğer dünyadaki en iyi insanlar olmuş olsalardı bile, eğer serpilmiş kan olmasaydı, Mısırlıların en kötüleri ile birlikte, hiç bir fark gözetilmeksizin, mahvolmuş olacaklardı. Yine tekrar edelim, güvenliklerinin temeli, yalnızca Fısıh Kuzusu’nun kanından kaynaklanıyordu. Şimdi, bu ülkedeki herkes için bu durum geçerlidir. Mısır’ın üzerine inen yargılardan çok daha üstün olan yargılar bu dünyanın üzerine de çok yakında inecekler ve bunlar ikinci ölümün (Vahiy 20) kesin konusu olan, büyük beyaz tahtın önündeki herkesin son yargısının öncü yargılarıdır ve ancak Mesih’in kanı altında korunan kişiler bu yargılardan kurtulacaklardır. O zaman okuyucu, sorunun kendisine ciddi, hayır, hatta ateşli bir sevgi ile sorulup sorulmadığını merak etmeyecek mi? “Mesih’in kanı aracılığı ile güvenlikte misin? Bu sorun çözümlenene kadar gece gündüz kendine rahat edeceğin hiç bir fırsat tanıma. Tanrı’nın geri alınamaz Sözü’nün temeli üzerinde o karanlık ve dehşetli gecede üzerlerine kan serpilmiş evlerinde oturan İsrailliler kadar güvenlik içinde oluncaya dek rahat etme.
Ayrıca, serpilen kanın, öncelikle Tanrı’nın gözü için önemli olduğu dikkate alınmalıdır. Bir diğer kişinin gözlemlediği gibi: “Sen gördüğün zaman değil, Tanrı gördüğü zaman! Uyandırılmış bir kişinin canı, kendi doğruluğunda değil, genellikle kanı nasıl gördüğü üzerinde dinlenir. Yüreğin bu konu ile ilgili olarak derinden etkilenmesi önemlidir, ama esenliğin ya da huzurun temeli bu değildir. Huzurun temeli, Tanrı’nın kanı nasıl gördüğüdür. Günahı ortadan kaldıran kanın tam ve yetkin değerini takdir etme konusunda başarısız olmaz. Günahtan nefret eden ve gücenen O’dur. Günahı ortadan kaldıran kanın değerini O görür. “Ama kanın değerine iman etmem gerekmez mi?” diye sorulabilir. Bu, kanın değerine iman etmektir, Tanrı, günahı ortadan kaldırılmış olarak görür; sizin kana vereceğiniz değer, duygularınızın ölçüsünün bir meselesi olarak addettiğiniz bir değerdir. İman, Tanrı’nın düşüncelerini kabul eder.” Bu gerçek hatırlandığı takdirde, kaygılı pek çok kişinin zihin karışıklığı ve acılar ile dolu yorgun günleri ve geceleri son bulacaktır. Kanın değeri hakkında Tanrı’nın kendi tanıklığını kabul etmenin ötesinde hiç bir şey yoktur. “Kanı gördüğüm zaman, üzerinizden geçeceğim ve Mısır ülkesini vurduğum zaman, bela sizi mahvetmek için üzerinize gelmeyecektir.” Günaha karşı olan Tanrı, Mesih’in kanı ile tatmin olmuştur. Ya da hala günahı cezalandırmak zorundadır. Bu nedenle, Tanrı’nın, kanı gördüğü zaman esirgeyeceği beyanı, günah için tam ve mükemmel bir kefaret sağlandığı gerçeğine ilişkin kesin bir tanıklıktır. O zaman eğer Tanrı, Mesih’in kanı ile tatmin oldu ise, günahkar da aynı şekilde tatmin olamaz mı? Ve günahkarın değersizliğinin kanın yeterliliğine bir engel teşkil etmeyeceğini hatırlayın. Eğer teşkil edebilseydi, o zaman kan tek başına yeterli olmazdı.
Tanrı’nın gözleri kanı gördüğü anda, O’nun ahlaki doğasının tümü tatmin olur; ve Mısırlıları öldürür, ama kanın koruması ve değeri altında olanları adil bir şekilde esirger ve korur.
Ama yine de, “Şimdi biz Mesih’in kanının yeterliliği altına ne şekilde getirilebiliriz?” şeklinde bir soru tercih edilebilir. İsrailliler, iman aracılığı ile fısıh kuzusunun kanının korunması altına getirildiler. Mesajı aldılar, mesajın önemli olduğuna inandılar, kendilerine verilen talimatlara uygun olarak kanı serptiler ve böylelikle yargı darbesine karşı güvenlik altına alındılar. Şimdi durum daha basittir. Mesih’in kanı aracılığı ile kurtuluş hakkındaki sevinçli haberler ilan edilir; mesaj kabul edilir; ve hemen o anda kabul edilir, Tanrı’nın gözü kanın tüm yeterliliği ve değeri altındaki canı esirger. Ve bu nedenle, Rab İsa Mesih’e iman eden herkes gelecek olan gazaptan kurtarılır. Böylelikle, Tanrı ile barışın ve huzurun temeli Mesih’in kanıdır. Çünkü, “Tanrı’nın ahlak kavramını kan belirler ve O’nun varlığında olan her şeyi tam olarak tatmin eder. Adaleti, kutsallığı ve gerçeği içindeki böyle bir Tanrı o kan aracılığı ile korunan kişilere dokunamadı. Günah mevcut muydu? Tanrı’nın insanlara olan sevgisi adaletinin taleplerini yerine getirecek ya da tatmin edecek aracıyı bulmuştu. Varlığında mükemmel olan her şeye yanıt veren o kanın görünümü sayesinde Adaletini ve hatta Gerçeğini sürekli olarak yerine getirdi.” Bu yüzden, tekrar ediyoruz, Tanrı ile barışın ya da huzurun temeli, Mesih’in kanıdır.
Yine de bir başka konu daha vardır. İsrail’in evlerinin üzerine kanı serpilmiş olan fısıh kuzusunun, özel tarifler ile tanımlanan bir şekilde yenmesi gerekiyordu. “Eti çiğ ya da haşlanmış olarak değil, başı, bacakları, bağırsakları ve işkembesi ile birlikte kızartarak yiyeceksiniz.” (ayet 9) Ateş, yargı ile uygulanan Tanrı kutsallığının bir sembolüdür. Ve bu yüzden kızartılan kuzu, Başka Birinin onların yerine yargı ateşinden geçtiğini ve yargıyı üzerine alarak taşıdığını simgeler. “Ateşte kızartılmış”, ağaç üzerinde, bedeninde bizim günahlarımızı taşımış olan ve bizim yerimize geçerek, günah yapılmış olan Mesih’ten söz eder. Mesih, ateşin tam, esirgemeyen ve deneyen eylemine maruz bırakıldı – Tanrı’nın günaha karşı verdiği yargı. İşte bu yüzden eğer O, halkını esirgedi ise, bu yalnızca, halkın taşıması gerekenin Bir Başkası tarafından taşınması ile mümkün oldu. Tanrı’nın, Oğlu’nu böyle bir ölüme teslim etmesi, bize olan sevgisinin ne kadar büyük bir ifadesi idi! Tanrı’nın Ruh’u şöyle diyebilir: Tanrı, O, günahkarın yargısının darbesini üstlenmeye Kendisini adadığı zaman, O, Kendi Oğlu’nu esirgemedi.
“Günahlarımız yüzünden çaresiz kaldığımız zaman,
Tanrımız, bize sevgisini buyurur;
O, düşmanlarını esirgeyebilsin diye,
Kendi Oğlu’nu esirgemedi.”
Ve ateşte kızartılmış bu kuzuyu yiyen İsrailoğullarının ne kadar minnettar olmaları gerekir. Eğer gözleri açılmış olsa idi, kesinlikle şöyle derlerdi: “Bu kurbanın kanı Mısırlıların üzerine inen bu korkunç yargıdan bizi koruyor; yediğimiz kızartılmış et ateşten geçmiştir, aksi takdirde bu ateşe bizim maruz kalmamız gerekecekti.” Ve ifade ettikleri düşünce yüreklerini şükretmeye yöneltecek ve Lütfu aracılığı ile böylesine harika bir kaçış ve güvenlik Sağlayanı öveceklerdi.
Kuzunun yenmesine eşlik eden iki şey vardı – mayasız ekmek ve acı otlar ile yenmeliydi. Maya, bir kötülük örneğidir. Ve bu yüzden mayasız ekmek bir yandan kötülüğün olmayışını, öte yandan da saflık ve kutsallığı belirtir. Elçi Pavlus mayasız ekmekten içtenliğin ve gerçeğin ekmeği olarak söz eder. Bu konuya, fısıh ile birleştirilen mayasız ekmek bayramı ile ilgili olarak daha ayrıntılı değineceğiz. (14-20. ayetler) Şimdilik mayasız ekmeğin yalnızca karakterinden söz etmek yeterli olacaktır. “Acı otlar”, bizim uğrumuza acı çeken Mesih’in acılarına katılmamızın etkilerini temsil eder; Tanrı’nın önünde tövbe, ve kendini yargılama. Bu nedenle bu iki şey, yalnızca ateşte kızartılmış kuzu ile gerçekten beslenebilen canın durumunun portresini çizerler. Ve şu gerçeğin frakına varmak gerçekten hoştur: Halkının günahlarına karşılık Tanrı’nın adil yargısını üzerine alıp taşımış Olan, şimdi halkının yiyeceği olmuştur. Ertesi sabaha kadar geriye hiç bir şey kalmamasının gerektiğine de dikkat edin. Arta kalan olduğu takdirde, ateşte yakılması gerekiyordu. (ayet 10) Aynı buyruk, daha sonra yenilmesi gereken kurbanların pek çoğu için de verildi. (Bakınız Levililer 7:15) Bu buyruğun, ateşte kızartılmış etin sıradan bir yiyecek olarak tüketilmesine engel olmak için verildiğine hiç kuşku yoktur. Et, yalnızca içinden geçtiği yargı aracılığı ile yenilebilirdi. Mesih’in “bedeni”, ancak O’nun ölümünün frakına varılarak yenilebilir. Bu nedenle, burada fısıh gecesinde, yargı geçtikten sonraki sabah ateşte kızartılmış olan kuzunun anlamını ve önemini unutabilirlerdi. Ancak, arta kalanı yakma buyruğu onlara hem kuzunun anlamını ve önemini hatırlatacak hem de sıradan bir yiyecek olarak görülüp değerinden kaybetmesine engel olacaktı. Fısıh kuzusundan uygun bir şekilde yiyebilmeleri, ancak fısıh masasının çevresinde mümkün olabilirdi.
Tutumları, getirildikleri konum ile uyum içinde olmalıydı. “Eti şöyle yemelisiniz: Beliniz kuşanmış, çarıklarınız ayağınızda, değneğiz elinizde olmalı. Eti çabuk yemelisiniz. Bu, Rabbin Fısıh kurbanıdır.” (ayet 11) Her şey, kurtarılışlarının sonucuna uygun bir özelliği içermeliydi. Çünkü çölden geçerek vaat edilen miraslarına gitmek üzere Mısır’dan, bir daha geri dönmemek üzere yürüyerek ayrılmak üzereydiler. Belleri kuşanmıştı – hizmet için hazırdılar, artık çok uzun bir süre köle olarak tutsak edildikleri yerden ayrılıyorlardı, öyle ki, yolculuğu çıkma zamanı geldiğinde, ayaklarında çarıkları olmalıydı ki onlara hiç bir şey engel olamasın – yürüyüş için hazırdılar, değnekleri ellerinde idi – yolcu olduklarına dair sembol – çünkü çölde yabancılar olmak üzere evleri olarak bildikleri yeri bırakıp gideceklerdi ve kuzuyu acele ile yemeleri gerekiyordu; çünkü yola çıkma buyruğunun hangi anda verileceğini bilmiyorlardı ve bu yüzden hazır olarak beklemek zorundaydılar – uyanık ve hazır. Bu dünyadaki imanlının tutumunun gerçek bir örneği. Keşke daha çoğumuz böyle bir tutum içinde karşılık verebilseydik. Bize tekrar tekrar bellerimizin kuşanmış olması öğüdü verilir; ve ayaklarımız esenli müjdesinin hazırlığını giyinmiş olmalıdır (Efesliler 6), eğer Tanrı’nın tüm zırhını giyinmek istiyor isek bu gereklidir. Yolcu karakterine gerçekten sahip olmak, Hıristiyan yaşamımızın ilk derslerinden birine aittir. Bizim dinlenmemizin bu olmadığını görmeliyiz. Ve Mesih’i bekleme tutumuna sahip olmak, O’nun dönüşü ile ilgili beklentimizin bir parçasıdır. Bu gerçektir, ama bu şeylerin imanlıların sahip olmaları gereken özellikleri belirleyip belirlemediğini sormak, başka bir şeydir. İhtiyacımız olan şey, içinden geçmekte olduğumuz durumun daha derin bir anlam taşıyan özelliğidir – bu, bir yargı durumudur; Tanrı Mesih’in ölümü ile zaten yargılamıştır. O, “Bu dünyanın yargısı şimdidir” dedi. Canlarımızda bu anlama sahip olarak, bu yargının içinde zaman geçirme ayartmasına sahip olmayacağız; ama gerçek yolcular olarak, kuşaklarımız belimizde bağlı ve kandillerimiz yanar durumda, Rablerini bekleyen kişiler olarak hazır olmamız gerekir. (Luka 12:35,36)
Mayasız ekmek bayramı, fısıh ile bağlantılı olarak kutlanır. (14-20. ayetler) Mısır ülkesinde kutlanmadı, çünkü Tanrı’nın ilk doğanlara vurup öldürdüğü aynı gece İsrailoğulları yolculuklarına başladılar. Ancak bağlantı, gerçek karakteristik özelliğini göstermek için korunur. 1. Korintliler 5. bölümde aynı şeyi kuruz: “Yeni bir hamur olabilmek için eski mayadan arınıp temizlenin. Zaten mayasızsınız. Çünkü Fısıh kuzumuz Mesih kurban edildi. Bunun için eski maya ile – kin ve kötülük mayası ile – değil, içtenliğin ve dürüstlüğün mayasız ekmeği ile bayram edelim.” (7,8. ayetler) Daha önce açıklanmış olduğu gibi, maya, kötülüğün bir örneğidir – yayılan ve yayıldığı kütleyi kendi karakterine dönüştüren kötülük. “Azıcık mayanın bütün hamuru kabarttığını bilmiyor musunuz?” (1. Korintliler 5:6) Bu nedenle, mayasız ekmek yemek kötülükten ayrılmayı ima eder – uygulamaya özgü kutsallık. Aynı zamanda bayramın yedi gün sürmesi gerektiğine de dikkat edin – tam bir zaman dönemi. O zaman, buradaki dersten çıkarılacak yorum şudur: Yeryüzündeki yaşamlarının tüm dönemi boyunca Fısıh kuzusunun kanı altında korunan herkes için kutsallık zorunludur. Bayramın Fısıh ile olan bağlantısının anlamı budur. Eğer Mesih’in serpilen kanı aracılığı ile Tanrı’nın lütfu tarafından kurtarıldıysak, sefil yüreklerimiz şu mantığı yürütebilir; lütfun çoğalması için günaha müsamaha gösterebiliriz. Tanrı’nın Ruh’u şöyle der: “Hayır! Ama Mesih’in ölümünün değeri altına girer girmez, kötülükten ayrılma konusunda sorumluluk üstlenirsiniz.” Tanrı böylelikle, O’nun ne olduğuna ve bizim için ne yaptığına dair içimizde, yürüyüşümüzde ve konuşmamızda bir yanıt arayacaktır. İsraillilerin bu bayramı, “sonsuza kadar sürecek olan bir buyruk” olarak kutlamalarının istenmesinin nedeni bu gerçeği güçlendirmek içindi. Öncelikle, onlara şunun hatırlatılması gerekiyordu: Tanrı bu aynı günde onların ordularını Mısır’dan çıkartmıştı ve sonra yeni konumları ile uyumlu olarak yürüyebilmeleri için onları eğitmişti. Ve günümüzdeki imanlıların bu zorunluluğun zihinlerine hatırlatılmasına ihtiyaçları olduğunu sözlerimize ekleyebilir miyiz? Herkesin vicdanlarına şimdi öğretilmesi gereken şey, bu mayasız ekmek bayramını kutlamaları konusundaki sorumluluktur. Yürüyüşteki gevşeklik, kötü arkadaşlıklar ve dünyasallık, Tanrı halkının tanıklığını her yönden yıkıma uğratmaktadır. “Ben dünyadan olmadığım gibi onlar da dünyadan değiller. Onları gerçek ile kutsal kıl. Senin Sözün gerçektir.” (Yuhanna 17:16,17) Kutsanmış Rabbimizin bu duası, O’nun halkının çoğalan adanmışlığı ile daha çok görünerek yanıtlansın!
Yirmi birinci ayetten yirmi sekizinci ayete kadar olan bölümde Musa’nın İsrail’in tüm ileri gelenlerini çağırttığı ve onlara daha önceden bilinen buyrukları tekrar ettiği anlatılır. Ve İsrailoğulları “eğilip tapındılar. Sonra gidip Rabbin Musa ile Harun’a verdiği buyruğu eksiksiz uyguladılar.” (27,28.ayetler) Burada ilginç bir özel durumun eklendiğini görürüz. Çocukların Fısıh’ın anlamı hakkında eğitilmeleri için sağlanışta bulunulmuştur. (26,27.ayetler); ve böylece Rab Mısırlıları vurup öldürdüğü zaman O’nun kurtaran lütfu ve gücü ile ilgili öykünün kuşaktan kuşağa aktarılması gerektiği ortaya çıkar.
Böylece Rab, halkını lütfu ile işaretlemiş ya da belirlemiş olur ve ilan etmiş olduğu gibi Mısır’ı vurup öldürmeden önce halkının, serpilen kan aracılığı ile yargının dışında bırakılmasını garanti etmiştir.
“Gece yarısı RAB tahtında oturan firavunun ilk çocuğundan zindandaki tutsağın ilk çocuğuna kadar Mısır’daki bütün insanların ve hayvanların ilk doğanlarını öldürdü. O gece firavun ile görevlileri ve bütün Mısırlılar uyandılar. Büyük feryat koptu. Çünkü ölüsü olmayan ev yoktu.
Aynı gece Firavun Musa ile Harun’u çağırttı ve, ‘Kalkın!’ dedi, ‘Siz ve İsrailliler halkımı arasından çıkıp gidin, istediğiniz gibi Rabbe tapın. Dediğiniz gibi, davarlarınızı ve sığırlarınızı da alıp götürün. Beni de kutsayın!’ Mısırlılar, İsrail’in ülkeyi hemen terk etmeleri için direttiler. ‘Yoksa hepimiz öleceğiz’ diyorlardı. Böylece halk mayası henüz katılmamış hamurunu aldı giysilere sarılı hamur teknelerini omuzlarında taşıdı. İsrailliler Musa’nın dediğini yapmış, Mısırlılar’dan altın, gümüş eşya ve giysi istemişlerdi. Rab, İsraillilerin Mısırlıların gözünde lütuf bulmasını sağladı. Mısırlılar onlara istediklerini verdiler. Böylece İsrailliler onları soydular.” (29-36. ayetler)
Uzun zamandır devam eden, ama katlanış ve merhamet nedeni ile ertelenen darbe, sonunda indi ve tüm ülke üzerinde ezici bir etki yarattı. Çünkü “Rab tahtında oturan firavunun ilk çocuğundan zindandaki tutsağın ilk çocuğuna kadar Mısır’daki bütün insanların ve hayvanların ilk doğanlarını öldürdü.” Bu ağır ve acı darbenin altında kalan tüm yürekler acı ile feryat etti; ülkedeki her ev karanlığa gömüldü, “büyük feryat koptu, çünkü ölüsü olmayan ev yoktu.” Firavunun inatçı yüreğine ulaşıldı ve bu yürek bir an için Tanrı’nın yargısını görünce, O’nun önünde eğildi. O gece “firavun, görevlileri ve bütün Mısırlılar uyandı.”; ve Musa ve Harun çağrıldı, ülkeden gitmeleri rica edildi. Firavun artık hiç bir koşul getirmedi, aksine onlara, istedikleri her şeyi verdi ve hatta onların elleri aracılığı ile kutsanmayı dahi talep etti. Firavunun halkı daha da ileri gitti ve İsrail halkının bir an önce gönderilmesi için diretti; çünkü şöyle dediler: “yoksa hepimiz öleceğiz!” Aynı zamanda bu yüzden İsrailliler’e onlardan istedikleri her şeyi verdiler ve böylelikle Rabbin sözüne göre, “İsrailliler, Mısırlıları soydular.”
“İsrailliler kadın ve çocukların dışında altı yüz bin kadar erkek ile yaya olarak Ramses’ten Sukkot’a doğru yola çıktılar. Daha pek çok kişi de onlar ile birlikte gitti. Yanlarında çok sayıda davar ve sığır vardı. Mısır’dan getirdikleri hamur ile mayasız pide pişirdiler. Maya yoktu. Çünkü Mısır’dan kovulmuşlar, kendilerine azık hazırlayacak zaman bulamamışlardı.
“İsrailliler Mısır’da dört yüz otuz yıl yaşadı. Dört yüz otuz yılın sonuncu günü Rabbin halkı ordular halinde Mısır’ı terk etti. O gece Rab, İsraillileri Mısır’dan çıkarmak için sürekli bekledi. İsrailliler de kuşaklar boyunca aynı gece Rabbi yüceltmek için uyanık olmalıdır.” (37-42. ayetler)
Tanrı böylece Halkını, Mısır’daki kölelikten kurtardı; ve Ramses’ten Sukkot’a doğru olan yolculuklarının ilk aşamasına altı yüz bin kadar erkek ve bunun yanı sıra çoluk çocukları ile yaya olarak başladılar. Ama, eyvah! Ne yazık ki yalnız değillerdi. Kendilerine “karışık bir çoğunluk” eşlik ediyordu. Bu durum, her çağda Tanrı halkı için bir dert teşkil etmiştir; zayıflıklarının, başarısızlıklarının ve bazen inanç değişiklerinin kaynağı her zaman bu dert olmuştur. Pavlus, kendi döneminde imanlıları bu özel tehlike konusunda uyarır (1. Korintliler 10); aynı zamanda Petrus (2.Petrus 2) ve Yahuda da bu uyarıyı yaparlar. Şu andaki kilise de bu yanı derdin etkisi altındadır; hayır, kilisenin bu “karışık çoğunluğunun” düzeninin bir görünümü olduğunu söylemek abartılmış bir ifade olacaktır. Bu yüzden elçinin, timoteos’a söyledikleri çok önemlidir, “Ne var ki, Tanrı’nın attığı sağlam temel, ‘Rab kendine ait olanları bilir’ ve “Rabbin adını anan herkes kötülükten uzak dursun’ sözleri ile mühürlenmiş olarak duruyor. Büyük bir evde yalnız altın ve gümüş kaplar bulunmaz; tahta ve toprak kaplar da vardır. Kimi onurlu, kimi bayağı iş için kullanılır. Bunun gibi işi de kendini bayaı işlerden arıtır ise, onurlu amaçlara uygun,kutsal kılınmış, efendisine yararlı ve her iyi işe hazır bir kap olur.” (2.Timoteos 2:19-21) Mısır’dan acele ile ayrıldılar, çünkü Mısır’dan zorla, itilerek sürüldüler ve gecikemezlerdi, kendileri için hiç bir yiyecek de hazırlamamışlardı. Hayır! Tamamen Tanrı’nın gücüne dayanıyorlardı. Tanrı onları Mısırlılardan ayırmış, Kuzu’nun kanının koruması altına almıştı ve şimdi yolculuklarında onları yönlendirmek ve yolda iken onlara yiyecek tedarik etmek Tanrı’nın ilgisi sayesinde gerçekleşecekti. Mısır’dan ayrılır iken yanlarında maya götürmemeleri gerekiyordu.
“Ey canım, uyan; sana Tanrın yön veriyor,
Yabancı eller artık sana engel olmuyorlar;
Devam et, seni O’nun eleri koruyor,
Köleleri O’nun gücü özgür kıldı.
Önünde çöl mü var?
Kuraklığın bulunduğu kıraç ülkeler mi var?
Göksel kaynaklar orada seni yenileyecek
Ve Tanrı’nın tükenmez sularından tazeleyecekler.”
Tanrı’nın gözü yüz yıllar boyunca bu anın üzerinde idi (bakınız Yaratılış 15:13,14); ve o aynı günde – Tanrı’nın önceden düzenlemiş olduğu o günde – Halkı Mısır’dan çıktı. Henüz Kızıl Deniz’i geçmemişlerdi; ama “Rabbin tüm orduları Mısır’dan çıktılar” ifadesinde Tanrı’nın Ruh’u, onların eksiksiz ve mükemmel bir şekilde kurtarılmalarının beklentisi içindedir. Onları koruyan kan, eksiksiz kurtuluşlarının temeli idi. Mısır’dan çıktıkları gecenin bu yüzden Rabbin lütfu aracılığı ile gerçekleşmesi ve sürekli olarak hatırlanması şaşırtıcı değildir. Onları Mısır’dan çıkaran, kurtaran lütfun ve gücün kaynağının Rab olduğunu sürekli olarak akıllarında tutmaları için bu gecenin hatırlanması gerekiyordu. Şimdi bu nedenle aynı konuya başka bir açıdan bakalım. Rab İsa’nın ele verildiği aynı gece, O, ekmeği aldı ve şükretti, halkına ölümünün değerli ansına böyle yapmalarını öğretti; öyle ki, ekmeği ne zaman yer ve kaseden ne zaman içer isek, O tekrar gelinceye kadar Rabbin ölümünü ilan etmiş oluruz. O, yolculuğumuzun tamamı boyunca, O’nu hatırlamamızı ister – O’nu o “karanlık, ele verildiği gece” de anmamızı bekler, o gece Fısıh Kuzumuz olarak O kendini bizim uğrumuza feda etti
Bölüm, esas olarak iki noktayı kapsayan “fısıh düzeni” ile sona erer. İlk olarak, buna ortak olacak kişiler hakkında: “Rab Musa ile Harun’a şöyle dedi: ‘Fısıh bayramının kuralları şunlardır: Hiç bir yabancı fısıh etini yemeyecek. Ama satın aldığınız köleler sünnet edildikten sonra ondan yiyebilir. Konuklar ve ücretli işçiler ondan yemeyecek. Bütün İsrail topluluğu Fısıh Bayramı’nı kutlayacak. Yanınızdaki yabancı bir konuk Rabbin Fısıh Bayramı’nı kutlamak isterse, önce evindeki bütün erkekler sünnet edilmeli; sonra yerel halktan biri gibi İsrail halkına katılıp bayramı kutlayabilir. Ama sünnetsiz biri Fısıh etini yemeyecektir.” (43-45, 47, 48) Bu durumda Fısıh Bayramı’nı kutlayacak olan üç sınıf mevcuttu. (1) İsrailliler, (2)
Onların para ile satın alınan köleleri ve (3) Onlarla kalan yabancı konuklar. Ama tüm bu üç sınıf için de koşul, sünnetli olmalarıydı. Sünnetli olmayan kişinin fısıh masasında bir yeri olamazdı. Yalnızca bu şartlar altında Tanrı’nın İbrahim ile yapmış olduğu antlaşma koşullarının dahilinde masaya oturabilirlerdi (bakınız Yaratılış 17:9-14), ve esas olan, Tanrı’nın onları Mısır’dan dışarı çıkartması idi ve Kendisi için bir halk olarak ayırması idi. Sünnet, benliğe ölmenin bir sembolüdür ve ima edilen bir olaydır; Mesih’in ölümü ile tamamlanır. Pavlus bu konuda Koloselilere şöyle yazar: “Ayrıca Mesih’in gerçekleştirdiği sünnet sayesinde bedenin benliğinden soyunarak elle yapılmayan sünnet ile O’nda sünnet edildiniz. Vaftizde O’nunla birlikte gömüldünüz. O’nun ölümden dirilten Tanrı’nın gücüne iman ederek O’nunla birlikte dirildiniz.” (Koloseliler 2:11,12) Bu yüzden tüm bu sınıflar antlaşmanın temeli ile uyumlu hale getirilmedikçe bu çok kutsanmış bayramın ayrıcalığının tadını çıkartamazlardı – tüm anlamı ve önemi Fısıh Kuzusu’nun dökülen kanından kaynaklanan bir bayram. Bu iki sınıf için sağlanan özel tedarik dikkat çekecek kadar ilginçtir. Sünnetli oldukları takdirde İsrailliler Fısıh’ı kutlayabilirlerdi. Ama İsraillilerin dışında başka iki sınıf daha vardı. Kiralanan değil, ama satın alınmış bir köle sünnetli olduğu takdirde bayrama katılabilirdi. Bu bayramın özünde bir ev halkı özelliği taşıdığının hatırlanması gerekir. Bu yüzden para ile satın alınmış bir köle, aile ile birlikte olan ve ev halkına dahil biri bu şekilde bayramı kutlayabilirdi. Ancak kiralanan bir kölenin böyle bir yeri ya da konumu yoktu ve bunun sonucu olarak kutlamaya dahil edilmezdi. “Yanınızdaki yabancı bir konuk” ifadesinde Uluslara verilecek olan bir lütuf vaadi görebiliriz, kutlamaya engel olan ortadaki duvar yıkılmalı ve müjde tüm dünyaya ilan edilmelidir.
Sonra, son olarak, kuzunun kendisi hakkında bir sağlayış mevcuttur. Kuzu, tek bir evde yenecektir: “Fısıh eti evde yenmeli. Evin dışına çıkarılmamalıdır. Kemikleri kırmayacaksınız.” (ayet 46.) Hem örneğin hem de ev halkının ya da İsrail’in anlamı şudur: eğer tüm topluluk kast edilmiş olsa idi, bu emir göz ardı edildiği takdirde, tüm topluluk kaybedilmiş olurdu. Kan evin üzerinde idi ve fısıh kuzusu yalnızca kanın korunması altında olanlar için idi – başkası için değildi ve böylelikle et evin dışına çıkartılmamalıydı. Serpilen kan, kızartılmış et ile beslenmek için kaçınılmaz bir koşul idi. Aynı zamanda hiç bir kemik kırılmayacaktı; çünkü kuzu Mesih’in bir örneği idi. Yuhanna bu nedenle şöyle der: “Bunlar, ‘O’nun bir tek kemiği kırılmayacak’ diyen Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi için oldu.” (Yuhanna 19:36) Bu nedenle Ruh’un zihnindeki Fısıh Kuzusu’nun Mesih olduğu aşikardır; ve biz bu öyküyü okurken, O’nun Kendi düşünceleri ile paydaşlık ettiğimiz ve Mesih’ten başka hiç bir şeyi düşünmediğimiz zaman, çok bereket alırız. O, şimdi gözlerimizi her zaman olduğundan çok daha fazla mesh etsin; öyle ki biz O’nun sözlerini okuduğumuz zaman, canlarımızın görüşünü yalnızca Mesih doldurabilsin!