Bölüm 31

Yıkanma Kazanı

Mısır’dan Çıkış 30:17-21

Yıkanma kazanı, listelenen kutsal kapların sonuncusudur. Buluşma Çadırı ve içindeki eşyalar, bu yıkanma kazanı ile birlikte tamamlanır. Yıkanma kazanı, dışarıya, Buluşma Çadırının avlusuna, cemaatin ve sunağın arasındaki yere kondu; avlunun girişinin içinde ve kutsal yerin girişinde bulunan tunç sunak arasına yerleştirildi. Böylelikle kahinler buluşma çadırına giden yollarının üzerindeki yakmalık sunu sunağının yanından geçerken, sunağa yaklaşmadan önce yıkanma kazanını kullanabileceklerdi. Yıkanma kazanının neden buraya konduğu, biz bu konuda ilerledikçe açıklanarak gösterilecektir.

“Rab, Musa’ya şöyle dedi: ‘Yıkanmak için tunç bir kazan yap. Ayaklığı da tunçtan olacak. Buluşma Çadırı ile sunağın arasına koyup içine su doldur. Harun ile oğulları ellerini, ayaklarını orada yıkayacaklar. Buluşma Çadırına girmeden ya da Rab için yakılan sunuyu sunarak hizmet etmek üzere sunağa yaklaşmadan önce, ölmemek için ellerini, ayaklarını yıkamalılar. Harun ile soyunun bütün kuşakları boyunca sürekli bir kural olacak bu.’” (17-21. ayetler)

Yıkanma kazanının biçimi hakkında hiç bir şeyin söylenmemiş olduğu gözden kaçmayacaktır. Buluşma Çadırı hakkında yapılacak olan işler ile ilgili tüm örnekler yetki dışındadır – aslında sadece hayal gücüne dayalıdırlar. Yıkanma kazanının hem biçimi hem de büyüklüğünün gizlenmiş olması hiç kuşkusuz tanrısal bir nedene sahiptir. Yıkanma kazanının kendisi yerine gördüğü hizmete zihinlerimizi yönlendirecek olan Tanrı’nın Ruhu’dur. Kutsal Yazıların sessiz kaldığı durumlar bazen konuştuğu durumlar kadar eğiticidir ve imanlının, Kutsal Yazıların konuşmasına olduğu kadar sessiz kalmasına da boyun eğmesi, kendisi için mutlu bir ayrıcalıktır. “Gizlilik Tanrımız Rabbe özgüdür. Ama bu yasanın bütün sözlerine uymamız için açığa çıkarılanlar, sonsuza dek bize ve çocuklarımıza aittir.” (Yasa’nın Tekrarı 29:29)

Yıkanma kazanının tamamı tunçtan yapıldı – hem kazan hem de kazanın ayaklığı. Tunç malzemenin önemi daha önce defalarca açıklanmıştır, ama burada tekrar hatırlatılabilir. Tunç, tanrısal doğruluğun, insanı sorumluluk açısından denemesi ve bunun sonucunda insanı, bulunduğu yerde denemesini sembolize eder. Tunç bu nedenle, daima buluşma çadırının dış bölümünde yer alır, oysa Tanrı’nın doğası ile uyum içinde olan tanrısal doğruluğu sembolize eden altın ise buluşma çadırının içinde bulunur – hem kutsal yerde hem de en kutsal yerde. Ama insan denenirken, bu denemenin gerekliliği, insanı mahkum eder çünkü insan bir günahkardır; ve bundan dolayı konu, belirli bir yargı görünümü ile bir arada değerlendirilir. Belirtilmesi gereken bir başka unsur daha vardır. Yıkanma kazanı özel bir tunç maddesinden, buluşma çadırının giriş bölümünde hizmet eden kadınların tunç aynalarından (sayfa kenarına bakınız) yapıldı (Mısır’dan Çıkış 38:8) – doğal durumlarını gösteren eşyalar kullanılarak yapıldı ve böylelikle temizlenmeye duydukları ihtiyaç kendilerine gösterilmiş olacaktı. 1 Bu nedenle, eğer tunç, denenen kişilerin durumlarını ortaya koyuyor ve yargılıyor ise, kazanın içindeki su, temizlenmeleri ve arınmaları içindi. Çünkü su, Söz’ün bir sembolüdür. Yuhanna 3:5 ayetinde bu şekilde kullanılır, Yakup 1:18 ve 1. Petrus 23-25 ile karşılaştırın. Aynı zamanda Efesliler 5:26 ayetinde de benzer kullanıma yer verilmiştir – yıkanma kazanının suyunun özel anlamı ile imalı olarak.

Ama yıkanma kazanının kullanımını gözden geçirdiğimiz zaman, bu konu daha ayrıntılı olarak ortaya çıkacaktır. Yıkanma kazanı, Harun ve oğullarının ellerini ve ayaklarını yıkamaları içindi. “Topluluğunun buluşma çadırından içeri girdikleri zaman sunağa yaklaşmadan önce, ölmemek için ellerini ve ayaklarını yıkamaları gerekiyordu.” Kahinlerin, özel durumlarda ellerini ve ayaklarını yıkamaları, sürekli bir zorunluluk olduğu kadar, bir buyruk idi. Şimdi, bu yıkanmanın özelliğini açıklamadan önce, bir kaç ön görüş sunmak, hem açıklamayı netleştirecek hem de okuyucuya yardımcı olacaktır. O zaman önce kahinlerin atanmaları sırasında bedenlerinin yıkanması işleminin bir daha asla tekrar edilmediğine dikkat çekelim. Yıkanma kazanında sürekli olarak yıkanması gerekenler artık kahinlerin yalnızca elleri ve ayakları idi. Bunun nedeni, aşikardır. Tüm bedenin yıkanması, yeniden doğmak ile ilgili bir örnektir, ve bu eylem tekrar edilemez. Rabbimiz bu gerçeği Yuhanna kitabının 13. bölümünde öğretti. Rab, Petrus’u yanıtlarken şöyle dedi: “Yıkanmış olan (birebir anlamı ile, banyo yapmış olan; yani tüm bedeni yıkanmış olan) tamamen temizdir; ayaklarının yıkanmasından başka bir şeye ihtiyacı yoktur.” Başka bir deyişle, kurtulması için tüm bedenini yıkamaya ihtiyacı yoktur. Kahinlerin durumunda olduğu gibi, eller ve ayaklar kirlenebilir ve tekrar tekrar temizlenmeleri gerekebilir, ama bu beden için asla gerekli değildir, çünkü beden bir kez temizlendi ve yeniden doğuş sırasında su ile tamamen temiz kılındı. İkinci olarak gözlemlemenizi istediğimiz, yıkanma kazanının içinde kan değil su bulunduğudur. Kahinler ile ilgili bu düzenden sık sık şu mantıksal sonucu çıkarmak için girişimde bulunulur: imanlı, Mesih’in kanını uygulamaya sürekli olarak ihtiyaç duyar. Böyle bir düşünce, Kutsal Yazılarda bulunan tüm öğretişe yabancı olmak ile kalmadığı gibi, aynı zamanda Mesih’in bir kez kurban edilmesinin yeterliliğini de bertaraf etme eğilimini gösteren bir düşüncedir. Evet, böyle bir düşünce kefaretin bütünlüğünü tekzip eder ve bunun sonucunda (Mesih günahlar için sonsuza dek geçerli tek bir kurban sunduktan sonra)Tanrı’nın sağında oturan Mesih’in ünvanını da yalancı çıkartmış olur. Mesih’in kanı suç ile ilgilidir ve Tanrı’nın önünde Mesih’in kanının değeri altına giren her günahkar, bunu yaptığı anda sonsuza kadar temizlenir; çünkü Mesih tek bir sunu ile, kutsal kılınmakta olanları sonsuza kadar mükemmelliğe erdirmiştir. İbraniler kitabının 9. ve 10. bölümlerinde Tanrı’nın Ruhu’nun ele aldığı tek konu, bu değerli ve anında meydana gelen gerçeği güçlendirmektir. Bu konunun, tüm Hıristiyanlıkta dikkatlerden kaçtığı ne yazık ki, doğrudur; ama imanlının rehberi, insanların geçici öğretişleri değil, Tanrı’nın değişmez, sabit Sözü’dür. Bu nedenle, sözü edilen bu iki bölümü okuyacak olan – onları, öğretişlerini anlama konusunda içten bir arzu ile okuyacak olan – herkes, bu bölümleri okuduğu ilk andan itibaren, imanlının, Mesih’in değerli kanı ile bir kez temizlendiği takdirde, artık imanlıya asla bir suçlamada bulunulamayacağını, imanlının artık günahlılık duygusuna sahip olmayacağı için sevinmesi gerektiğini algılayacaktır.

O zaman, yıkanma kazanındaki temizliğin doğasının ne olduğu hakkında bir soru sorulabilir. Belirtilmiş olduğu gibi bu temizlik, eller ve ayaklar ile ilgili idi. Bu konuyu Yuhanna 13. bölümde yazılanlar ile kıyasladığımız takdirde, bir fark olduğu gözlemlenecektir.

Öğrencilerin durumunda yalnızca ayakları yıkandı; Harun ile oğullarının durumunda ise yıkanması gereken hem ayaklar hem de eller idi. Farklılık, düzenin karakterinden kaynaklanır. Kahinler için ayakları ile birlikte ellerinin de yıkanması gerektiğinden söz edilir, çünkü onlar çalışıyorlardı; yasa altında idiler. Ama öğrenciler için söz konusu olan yalnızca ayaklarının yıkanması idi – çünkü, bu, Rab onların yanından ayrılmadan önce yapılması gereken bir işlem olmasına rağmen, imanlıların o andaki konumlarına özgü bir eylem idi – imanlılar için önemli olan çalışmaları değil, yürümeleridir. O zaman kahinlerin asla yeniden yıkanmadıklarını ya da üzerlerine yeniden kan serpilmediğini tekrar edelim. Kahinlere mecazi olarak, yeniden doğmuş kişiler olarak bakılırdı ve kanın değeri altında sürekli olarak kaldıkları kabul edilirdi. Ama hizmetlerindeki ve yürüyüşlerindeki kirlilikler sürerdi. Şimdi, eğer bu kirlilikler konusunda bir sağlayış olmasa idi, kutsal yerdeki kahinlik görevlerinden men edilmeleri gerekirdi; çünkü kirli eller ve ayaklar ile Tanrı’nın – “Kutsallık Senin evindir” sözleri ile huzuruna Çıkılanın – önüne nasıl çıkabilirlerdi? Bu yüzden suyun – Tanrı Sözü’nün sembolü - böyle lütufkar sağlanışı ile, kutsal yere girmeden önce, ellerini ve ayaklarını dokundukları kirlilikten temizleyebilirlerdi.

O zaman düzenlerden kaynaklanan bu farklılığı (ellerin de dahil edilmesi ile gösterilen) akılda tutulduğunda, yıkanma kazanı ile ilgili öğretiş, Yuhanna 13. bölümdeki öğretiş ile tam olarak uyum içindedir. Yani, konu, kirliliklerden temizlenmek ile ilgili bir konudur. Rabbimizi öğrencileri ile birlikte otururken görürüz ve şöyle yazılmıştır: “Dünyada kendisine ait olanları hep sevmişti ve sonuna kadar da sevdi.” (ayet 1) Bu ifade iki nokta açısından önem taşır; birincisi, O’na ait olanlar ile arasında bir antlaşma bulunduğunu gösterir; ve ikinci olarak Kendisinin gerçekleştirmekte olduğu hizmetin motifini ortaya koyar, bu hizmet motifi O’nun yüreğindeki değişmeyen sevgiden aktı. “Akşam yemeği sırasında İblis, Simon İskariot’un oğlu Yahuda’nın yüreğine İsa’ya ihanet etme isteğini koymuştu bile. İsa, Baba’nın her şeyi kendisine teslim ettiğini, kendisinin Tanrı’dan çıkıp geldiğini ve Tanrı’ya döneceğini biliyordu. Yemekten kalktı, üstlüğünü bir yana koydu, bir havlu alıp beline doladı.” (2-4. ayetler) Bu hareketinin anlamı şuydu – artık onlarla daha fazla kalamayacaktı, çükü Tanrı’ya gidiyordu. Onlara, Kendisinin gitmekte olduğu yerde nasıl O’nunla birlikte olabileceklerini gösterecekti. Yıkanmışlardı (ayet 10); ama dünyadan geçtikleri süre boyunca ayakları kirlenecekti ve kahinlerin durumunda olduğu gibi, eğer temizlenmeleri için sağlayışta bulunulmaz ise, O’nun yanında yerleri olmayacaktı (ayet 8) – ne Baba ile ne de O’nun Oğlu İsa Mesih ile paydaşlığın tadını çıkartmaları mümkün olmayacaktı. Bu yüzden İsa, onların ayaklarını yıkayarak sembolik bir uygulama gösterdi – onların adına yaptığı hizmet ile onları yakalanabilecekleri kirliliklerden nasıl uzak tutacağını açıklamış oldu. İsa’nın bu hareketinde dikkat edilmesi gereken üç nokta bulunur. Bunlardan birincisi, “üstlüğünü bir yana koydu” ifadesi, O’nun bu dünyadan ayrılışının ima edilmesidir,“bir havlu alıp beline doladı” ifadesi ile kast edilen, O’na ait olanlar için verdiği hizmettir. Sonra, ikinci olarak, bir leğene su doldurdu. Su, aynı zamanda burada Söz’ün de bir sembolüdür. Ve son olarak, öğrencilerinin ayaklarını yıkamaya başladı – temizlenmelerini sağlamak için Söz’ü uygulamak. Tüm bunları aklımızda tuttuğumuz takdirde, yıkanma kazanı ile ortaya konan gerçeğin, Mesih’in, halkı için şu anda vermekte olduğu hizmetin karşılığı olduğunu kolayca anlamak mümkündür. Elçi Yuhanna şöyle yazar: “İçimizden biri günah işlerse, adil olan İsa Mesih bizi Baba’nın önünde savunur (Avukatımızdır).”e (1. Yuhanna 2:1) Ayetin içinde yer aldığı çevre ve koşullar bu ifadenin, sonsuz yaşama sahip ve Baba ve O’nun Oğlu İsa Mesih ile paydaşlığa getirilmiş olan kişilere hitap ettiğini gösterir. Aynı zamanda bu kişilerin günah işlemelerinin gerekmediği de yeterince aşikardır. “Bunları size günah işlemeyesiniz diye yazıyorum;” ve sonra şu sözleri ekler: “Eğer içimizden biri günah işlerse.” Bu nedenle Mesih’in Baba’nın önünde avukatlığını (savunmasını) yaptığı kişiler imanlılardır – tövbe ettikten sonra işlenen günahlar için bir sağlayış – maruz kalınan kirlilikleri uzaklaştırmak için Tanrı’nın sağlayışı. O zaman, eğer bir imanlı günah işlerse (burada hiç bir şekilde bir suçlama söz konusu değildir, ama), paydaşlığı kesintiye uğrar; ve günah uzaklaştırılana kadar – bağışlanana kadar – artık paydaşlığın tadı hiç bir şekilde çıkartılamaz. İmanlı günah işler işlemez, Mesih, Avukat olarak imanlının davasını üstlenir ve imanlı için aracılık eder. Bu konu ile ilgili bir örnek Luka kitabında yer alır. “Simun, Simun, Şeytan sizleri, buğday gibi kalburdan geçirmek için izin almıştır. Ama ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim.” (Luka 22:31, 32) Mesih, günah işlenmeden önce değil, ama günah işlenir işlenmez aracılık eder; ve Kutsal Ruh sayesinde O’nun aracılığına, sözün vicdana uygulanması ile er ya da geç yanıt gelmiş olur. Aynı zamanda bu nokta ile ilgili bir örnek de aynı müjdenin içinde bulunur. Petrus, daha önce uyarılmış olduğu şekilde Rabbi inkar ettikten sonra, hatta horozun öttüğünü duyduktan sonra bile günahlılık duygusu duymadı; ancak Rab, Petrus’a baktığı zaman durum değişti. (Luka 22:61) Rabbin bu bakışı onun vicdanına ulaştı, eğer ifade yerinde ise, yüreğinde bir krılma oldu, öyle ki, dışarı çıktı ve acı acı ağladı. Aynı şekilde,imanlı da günaha düştüğü zaman, eğer Avukat’ın aracılığı olmaz ise, hiç bir zaman tövbe etmez; Petrus’a bakılması gibi, söz de Kutsal Ruh tarafından Avukat’ın duasına bir karşılık olarak kullanılmadığı sürece, vicdana ulaşamaz ve Tanrı’nın önünde günahın karakterini çıplak bir şekilde ortaya koyamaz. Söz vicdana ulaştığı zaman, imanlı hemen öz yargı yerinde boyun eğer ve işlediği günahı itiraf eder. Bu durumdan sonra bir sonraki nihai aşamaya sıra gelir. İmanlı, günahını itiraf eder etmez, Tanrı’nın “günahlarımızı bağışlama konusunda sadık ve adil olduğunu ve bizi her kötülükten arındıracağını” anlar. (1. Yuhanna 1:9); ve canı tazelenir, buluşma çadırına tekrar girmek ya da başka bir deyişle, Baba ve O’nun Oğlu İsa Mesih ile tekrar paydaşlıkta bulunmanın tadını çıkartır.

Bu gerçek – yıkanma kazanının gerçeği – imanlı açısından çok büyük önem taşır. Her şeyden önce gelen en önemli nokta, suçluluktan ilk ve son kez olarak sonsuza kadar temizlenmiş olduğumuzu bilmektir. Ama bunu öğrendikten sonra anlamamız gereken eşit derecede önem taşıyan konu, eğer günahlar işlendikten sonra itiraf edilmez ve yargılanmadan kalırlar ise, Tanrı ile iletişime kapalı kalınır, kahinlik hizmeti ve tapınma için yeterli olunmaz, ama daha da kötüsü eğer bu konumda kalırsak, Tanrı er ya da geç, Mesih’in aracılığına karşılık olarak, bize günahlarımızı hatırlatmak için bizimle ilgilenecektir. Bu nedenle, Mesih’in yaptığı savunma imanlının ihtiyacına karşılık verir – bu savunma, Tanrı’nın, işlediğimiz günahlar konusunda, kirliliklerin bizden uzaklaştırılması için sağladığı tedariktir, öyle ki hiç bir engel ile karşılaşmadan buluşma çadırından içeri girebilelim ve O’nun huzurunda O’na tapınıp O’nu övebilelim. Bu konuda bir ekleme daha yapılabilir. Harun ile oğulları buluşma çadırından içeri girdikleri zaman, daima, önce yıkanma kazanında ellerini ve ayaklarını yıkamaları gerekiyordu. Bu örnek, bize vicdanımızı ger zaman yoklamamız gerektiğini öğretebilir. Bunu yapmayı ihmal ettiğimiz için dua, tapınma ve hizmet konusunda sık sık engeller ile karşılaştığımız kesindir. Bazı hatalar yapılmış olabilir ve biz bunları hatırlamamışızdır ya da onları itiraf ederek ve alçalarak Tanrı’nın huzuruna getirmemişizdir. Bu yüzden, kasti olmasa bile, buluşma çadırına kirli ayaklar ile girmiş olabiliriz. Bunun bir sonucu olarak, soğukluğumuzun ve sıkıntımızın farkına varmamız sağlanır, kahinlik konumumuzda kalma konusundaki başarısızlığımızı anlarız. Bu yüzden, yıkanma kazanını kullanmayı hiç bir zaman unutmayalım – Avukatımızın Baba’nın önündeki sevgi dolu hizmeti aracılığı ile ayaklarımızın yıkanmış olması sürekli duyduğumuz bir ihtiyaçtır!


1. Bu gerçek ile ilgili eğitici bir başka örnek için Yakup 1:24, 25. ayetlere bakınız.