Bölüm 15

Yargılar

Mısır’dan Çıkış 21-23

Bu bölümde, Halkını çeşitli ilişkiler içinde yönetmek için Tanrı’nın verdiği çeşitli “yargılar” ya da statüler yer alır. Her sınıfın önemi ve davranışı ima edilebilir olmasına rağmen, bunları inceden inceye açıklamak, güç ama gereklidir. Tanrı’nın, halkının yolu ve yürüyüşü ile ilgili olan her şey, Tanrı’nın bu konuda üstlendiği sorumluluğun çarpıcı bir görünümünü sağlar; ve eğer bu farklı yasaların ihlaline cezalar eklendiği takdirde, bunların, şimdi bina edilmiş olan ilahi takdir ile yalnızca uyum içinde oldukları görülür.

İlk yasa, İbrani köle ile ilgilidir.

“İsraillilere şu ilkeleri bildir: ‘İbrani bir köle satın alır isen, altı yıl kölelik edecek, ama yedinci yıl karşılık ödemeden özgür olacak. Bekar geldi ise, yalnız kendisi özgür olacak; evli geldi ise, karısı da özgür olacak. Efendisi kendisine bir verir ve o kadından çocukları olursa, kadın ve çocuklar efendisinde kalacak, yalnız kendisi gidecek. Ama köle açıkça, ‘Ben efendimi, karım ile çocuklarımı seviyorum, özgür olmak istemiyorum’ derse, efendisi onu yargıç huzuruna çıkaracak. Kapıya ya da kapı sövesine yaklaştırıp kulağını biz ile delecek. Böylece köle yaşam boyu efendisine hizmet edecek.” (2-6. ayetler)

Bu İbrani köle örneğinde Mesih ile ilgili yerinde ve etkili bir örnek ortaya konur. Burada üzerinde düşünülmesi gereken nokta, altı yıl kölelik ettikten sonra, “karşılık ödemeden özgür olarak gitmesi” gerektiğidir. Ama eğer efendisi ona kölelik hizmeti sırasında bir kadın verir ve o kadından çocukları olursa, o zaman karısı ve çocukları kölenin efendisinde kalacaklar ve yalnızca kölenin kendisi gidecektir; ve karısını ve ailesini elinde tutmasının tek yolu, efendisine yaşam boyu hizmet etmesidir. Bu durumun Mesih’e uygulanması ise çok ilginç bir örnektir. O, bir kul özü aldı. (Filipeliler 2); O, Tanrı’nın isteğini yapmak için geldi (İbraniler 10); Kendi isteğini değil, O’nu gönderenin isteğini yapmak için geldi. (Yuhanna 6:38)Tayin edilen dönemi süresince mükemmel bir şekilde hizmet etti ve bu nedenle özgür olarak gidebilirdi. Petrus’a söylediği şu sözleri hatırlayalım: “Yoksa Babam’dan yardım isteyemez miyim sanıyorsun? İstesem, hemen şu an bana, o” iki tümenden fazla melek gönderir. Ama böyle olması gerektiğini bildiren Kutsal Yazılar o zaman nasıl yerine gelir? “ (Mata 26: 53,54) O’nun Kendisi açısından çarmıha gitmesini gerektiren hiç bir zorunluluk yok idi; yüksek bedelli incisi olan Gelini’ni elde etmek ve yüreğinde Tanrı’nın yüceliğini tamamlamak arzusundan başka hiçbir zorunluluğu yoktu. O zaman neden Kendisini o utanç veren çarmıha çivilemelerine izin verdi? Kırkıcıların önündeki bir kuzu gibi boğazlanmaya götürülmesine müsaade etti? O, Tanrı’nın ve insanın önünde özgür idi. O’nun günahlı olduğunu hiç kimse kanıtlayamazdı. Tanrı’nın ve insanın önünde kesinlikle özgür olarak duruyordu; o yüzden tekrar soralım: Neden “özgür olarak çıkıp gitmedi”? Çünkü, tekrar edelim, O, Efendisini, Karısını ve Çocuklarını sevdi ve bu nenle ömür boyu bir köle oldu. O’nun canındaki en üstün yer Efendisine aitti ve O, Babasını yeryüzünde yüceltmek için kutsal bir arzu ile yanıp tutuşuyordu, tek isteği, Babasının O’na yerine getirmesi için verdiği işi tamamlamaktı; Karısını sevdi – Kilise – ve Kendisini onun uğruna feda etti; ve çocuklarına da aynı çözülemez sevgi bağları ile bağlı idi; ve bu nedenle özgür olarak çekip gitmedi, ama Efendisine ömür boyu hizmet edebilmek için Kendisini O’na sundu. Böylece hizmetinin ve kalıcı konumunun bir belirtisi olarak kulaklarını açtırdı (Mezmur 40:6 ile İbraniler 10:5 ayetlerini karşılaştırın). Bunun sonucu olarak O’nun Hizmetkarlığı hiç bir zaman son bulmayacak. Halkına şimdi, Tanrı’nın sağında hizmet ediyor (bakınız Yuhanna 13); ve halkına yüceliğin kendisinin içinde hizmet edecek. Şu sözleri söyleyen O’nun Kendisidir: “Efendileri geldiği zaman, uyanık bulunan kölelere ne mutlu! Size doğrusunu söyleyeyim, efendileri beline kuşağını bağlayacak, kölelerini sofraya oturtacak ve gelip onlara hizmet edecek.” (Luka 12:37) Bu yüzden bu örnek, Mesih’in yeryüzünde alçalarak yaptığı hizmet ile şimdi Babanın yanında yüceltilmiş olarak devam ettiği hizmeti ve tüm sonsuzluk boyunca Halkı için sürdüreceği Aracılığı bir araya getirir. Aynı zamanda O’nun eşsiz lütfunu ve Yüreğinin kavranamaz sevgisini de açıklar. Tüm bunlar O’nu bu konumu almaya ve elinde bulundurmaya yönlendirdi. Ve O’nun sevgisinin, Kilise’yi “Efendisi” ile birleştirmesi ne kadar harika! “Efendimi, karımı ve çocuklarımı seviyorum; özgür olup gitmeyeceğim.” Kutsanmış Rab, böylece Sana ait olanları sevginin gücü ile Senin Tanrın ve Kendin ile ömür boyu bir araya getirdin!

Bir sonraki paragraf, babası tarafından cariye olarak satılan bir kız hakkındaki ilkeleri bildirir.

“Eğer bir adam kızını cariye olarak satarsa, kız erkek köleler gibi özgür bırakılmayacak. Efendisi kız ile nişanlanır, sonra kızdan hoşlanmaz ise, kızın geri alınmasına izin vermelidir. Kızı aldattığı için onu yabancılara satamaz. Eğer cariyeyi oğluna nişanlar ise, ona kendi kızı gibi davranmalıdır. Eğer ikinci bir kadın ile evlenir ise, ilk karısını nafakadan, giysiden, karılık haklarından yoksun bırakmamalıdır. Eğer bu üç hakkı ona vermez ise, kadın karşılıksız özgür olacaktır.” (7-11. ayetler)

Kız, “erkek köleler gibi özgür bırakılmamasına” rağmen, Tanrı yine de şefkatli davranarak onun haklarını bulunduğu konumun içinde özenle korudu. Yalnızca değişen ruh durumlarına ve kaprislere göre, tamamen boyun eğen ve bağımlı olanlara uygulanan davranış eğilimi açıkça anlaşılır durumdadır. Böyle olmaması gerekirdi. Eğer efendisi düşüncesini değiştirir ise ve kız efendisinin gözünde kötü hale gelir ise (sayfa kenarına bakınız), efendisi kızın geri alınmasına izin vermelidir. Kız, hizmetinde küçümsenmemeli ve efendisi tarafından yabancı bir ulusa da satılmamalıydı. Normalde sahip olması gereken haklarını, efendi, bu hileli davranışı nedeni ile ceza olarak kaybederdi. Kız, ister oğlu ile ister efendisi ile nişanlansın, hakları özenle korunurdu; ve eğer bu haklar ihmal edilir ve sağlanmaz ise, örneğin, efendinin bir başka kadın daha alması durumunda kızın kesinlikle özgür bırakılması gerekirdi. Rab, böylelikle, şefkatli Sevgisi ile kendisine ait olan zayıf ve savunmasız kişileri, eşit ve uygun davranış görebilmeleri için yasaların güvencesi ile çevreler.

Bundan sonra, ölüm cezasının verildiği suçlar ile ilgili yasalar gündeme getirilir.

“Kim birini vurup öldürür ise, kendisi de kesinlikle öldürülecektir. Ama olayda kasıt yok ise, ona ben izin vermiş isem, size adamın kaçacağı yeri bildireceğim. Eğer bir adam komşusuna düzen kurar, kasıtlı olarak saldırıp onu öldürür ise, sunağıma bile kaçmış olsa, onu çıkarıp öldüreceksiniz. Kim annesini ya da babasını döverse, kesinlikle öldürülecektir. Kim adam kaçırırsa, onu ister satmış olsun, ister elinde tutsun, kesinlikle öldürülecektir. Annesine ya da babasına lanet eden kesinlikle öldürülecektir.” (12-17. ayetler)

Öncelikle cinayet davası ile ilgilenilir. Bu, yeni bir yasa değildir. Tanrı, Nuh’a şöyle demişti: “Kim insan kanı dökerse, kendi kanı da insan tarafından dökülecektir.”(Yaratılış 9:6) Tanrı, her insandan, kardeşinin canına kıyan herkesten hak arayacaktı. İnsan bu nedenle, kardeşinin korucusu olarak yaratıldı ve Tanrı kendi benzeyişinde yarattığı insanı vereceği en ağır ceza aracılığı ile korudu; çünkü yaşam O’na aittir ve bu nedenle bir başkasının O’nun yetkisine tecavüz etmesine dayanamazdı. Bu yüzden Kayin, kardeşi Habil’i öldürdüğü zaman, Rab ona şöyle dedi: “Ne yaptın? Kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor.” (Yaratılış 4:10) Cinayet kasten işlendiği zaman, katil, korunmak için Rabbin sunağına kaçsa bile, cezadan kurtulması mümkün değildi. (Bakınız 1. Krallar 2:28-32). Ölmesi gerekirdi. Tanrı’nın Sözü’nde, ölüm cezasının kaldırılması ile ilgili modern insan sevgisi akımı için onay yoktur. Tanrı’nın ilksel yasasının yerini insan düşünceleri alırlar. Aslında bu durum insanı Tanrı’nın üstüne yükseltir. Dağdaki Vaaz sırasında (Matta 5:38-48) Rabbimiz tarafından verilen buyruklar, yalnızca O’nun krallığının vatandaşlarının ilişkilerine uygulanırlar ve insan ile insan arasında var olan o ilişkilere uygulanmazlar ve bu yüzden hiç bir şekilde Nuh’a verilen buyruğu iptal etmezler.

Bir istisna yapılır. “Eğer bir adam pusuya yatmaz ise (olayda kasıt yok ise), ama ona Tanrı izin vermişse, o zaman Tanrı, adamın kaçacağı yeri ona bildirecektir.” (Yasa’nın Tekrarı 19:4,5 ayetleri ile, hatta bölümün tamamı ile kıyaslayın.) Eğer bu statüleri Yahudi ulusunun Mesih’e karşı olan eylemlerine – onların nasıl Mesih için “pusu kurduklarını” hatırlayarak - uygulayacak olur isek, ve sonunda rüşvetçilik ve hile aracılığı ile O’nun tutuklanmasını ve mahkum edilmesini garantilediklerini düşünür isek, sanki onlar için olası bir kaçış yokmuş gibi görünebilir. Ama Rabbimizin kendisi şöyle dua eti: “Baba, onları bağışla, çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar” (Luka 23:34); öyle ki tövbe ettikleri takdirde, lütuf Tanrısı bu aracılığın temelinde onlara bilgisizlik atfedecek ve kaçıp güvende olmak için saklanacakları bir kent bildirecektir. Petrus, bu yüzden onlara vaaz ettiği zaman şöyle dedi: “Yöneticileriniz gibi sizin de bilgisizlikten ötürü böyle davrandığınızı biliyorum.” (Elçilerin İşleri 3:17)Lütuf, böylelikle, Mesih’in ölümü aracılığı ile sağlanan günah kefaretinin temelinde yasanın cezasından özgür kılabilir.

Anne ve babasını hem döven hem de onlara lanet eden (15, 17. ayetler), kesinlikle aynı ölüm cezasına uğratılacaktır. Tanrı böylece Yasasının kutsal tedbirleri aracılığı ile anne ve babanın yetkisini bina etti; ve çocukların bu yasaya saygılı olmalarını talep etti. Anne ve babaya itaatsizlikten, son günlerin tehlikeli zamanlarının bir belirtisi olarak söz edilir (2. Timoteos 3:2), çocukların anne ve babalarına boyun eğmelerinin Tanrı’nın gözündeki değerini tam olarak ortaya koyan bir yasadır. Çünkü gerçekten de anne ve baba, Tanrı’nın yetkisini temsil ederler. Ve bu nedenle, yetki Tanrı için kullanıldığı zaman, karakteri itibarı ile kesin ve koşulsuz itaat talep eder. (Bakınız Yasa’nın Tekrarı: 18-21; Efesliler 6:1; Koloseliler 3:20.) Bu yüzden burada günahların ciddiyeti kesinlikle belirtilmektedir. Ama yersel anne ve babayı dövmek ve onlara lanet etmek ölümü hak eden bir kötü davranıştır; bu durumda Tanrı’ya karşı isyanın açık günahı bundan ne kadar daha büyüktür

Aynı zamanda adam kaçırmak ve adam satmak, yani dünyanın pek çok yerinde hala uygulanmakta olan kölelik de ölüm cezasını gerektirir. (ayet 16) İnsan bir günahkar olabilir, ve yine de, insan, Tanrı’nın, kendisinden, kurtarılmadan önce yerine getirmesi gereken taleplerine bakmasa da, Tanrı’nın gözünde öylesine değerlidir ki, özgürlüğü diğer insanlar tarafından kutsal bir şekilde saygı görmelidir. Köleliğin, en kötü biçimlerinin bile böyle bir ayet ile – hırsızlık, insanları yalnızca taşınır bir mal olarak görmek – Mesih’in izleyicileri olduklarını ağızları ile söyleyen hali hazırdaki kuşağın hatırası içinde dahi onay görebilmesi ne kadar harikadır!

Bir sonraki paragrafta kendisine karşı suç işlenen kişiye verilecek cezalar kesinlik içinde belirtilir.

“Kavga çıkar, bir adam komşusuna taş ile ya da yumruk ile vurur, vurulan adam ölmeyip yatağa düşer, sonra kalkıp değnek ile dışarıda gezebilir ise, vuran adam suçsuz sayılacaktır. Yalnız yaralının kaybettiği zamanın karşılığını ödeyecek ve tümü ile iyileşmesini sağlayacaktır. Bir adam, erkek ya da kadın kölesini değnek ile döverken öldürürse, kesinlikle cezalandırılacaktır. Ama köle hemen ölmez, bir iki gün sonra ölür ise, köle sahibi ceza görmeyecektir. Çünkü köle onun malı sayılır. İki kişi kavga ederken gebe bir kadına çarpar, kadın erken doğum yapar ama bir zarar görmez ise, saldırgan, kadının kocasının istediği ve yargıçların onayladığı miktarda para cezasına çarptırılacaktır. Ama başka bir zarar var ise, cana karşılık can, göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanığa karşılık yanık, yaraya karşılık yara, bereye karşılık bere ödenecektir. Bir adam erkek ya da kadın kölesini gözüne vurarak kör eder ise, gözüne karşılık onu özgür bırakacaktır. Eğer erkek ya da kadın kölesinin dişini kırar ise, dişine karşılık onu özgür bırakacaktır.” (18-27. ayetler)

Diğer ayrıntılar okuyucunun kendisine bırakılmalı, ancak yalnızca iki şey üzerinde durulmalıdır. İlki, tüm bu eylemlerin Tanrı’nın, Halkının bedenini korumak konusunda ortaya koyduğu iyiliğidir. İkincisi, burada yasanın gerçek karakterini buluruz. Lütuf yoktur. Göze göz, dişe diş v.b. Kutsanmış Rabbimiz bu noktalara özellikle onların nasıl lütuf karşıtı olduklarına işaret etmek için değinir. Ve şöyle der: “’Göze göz, dişe diş dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin.” (Matta 5:38, 39) Yasanın temelinde aynı eşitlik talep edilir – ne daha fazlası, ne de daha azı. Ama lütuf her talebi bağışlar; bize lütuf ile davranıldığı ve tüm borcumuz bağışlandığı için birbirimiz ile olan ilişkilerimizde de aynı şekilde hareket etmemiz gerekir. Lütfun kendisinin temelinin, doğruluğun derinliklerinde atıldığı ve bu nedenle lütfun doğruluk aracılığı ile egemenlik sürdüğü her şeye rağmen hiç bir zaman unutulmamalıdır (Romalılar 5:21), lütuf böylelikle sonsuz ve değişmez bir temel üzerinde bina edilmiştir.

Sonra, mal sahiplerinin, hayvanlarının eylemlerine karşı sahip oldukları sorumluluk üzerinde bilgi verilir.

“Eğer bir boğa bir erkeği ya da kadını boynuzu ile vurup öldürür ise, kesinlikle taşlanacak ve eti yenmeyecektir. Boğanın sahibi ise suçsuz sayılacaktır. Ama saldırganlığı bilinen bir boğanın sahibi, uyarılmasına karşı boğasına sahip çıkmaz ise ve boğası bir erkeği ya da kadını öldürür ise, hem boğa taşlanacak, hem de sahibi öldürülecektir. Ancak, boğanın sahibinden para cezası istenirse, istenen miktarı ödeyerek canını kurtarabilir. Boğa, ister erkek ister kız çocuğunu öldürsün, aynı kural uygulanacaktır. Eğer bir boğa bir erkek ya da kadın köleyi öldürür ise, kölenin efendisine otuz şekel (yaklaşık 345 gr) gümüş verilecek ve boğa taşlanacaktır. Bir adam bir çukur açar ve kazdığı çukurun üstünü örtmez ise, ve çukura bir boğa ya da bir erkek düşerse, çukuru kazan, hayvanın bedelini ödeyecektir. Parayı hayvanın sahibine verecek, ölü hayvan kendisinin olacaktır. Bir adamın boğası, komşusunun boğasını yaralar, yaralı boğa ölürse, sağ boğayı satıp parasını paylaşacak, ölü hayvanı da bölüşeceklerdir. Eğer boğanın saldırgan olduğu ve sahibinin ona sahip çıkmadığı biliniyor ise, boğaya karşılık boğa verecek ve ölü hayvan kendisine kalacaktır.” (28-36. ayetler)

Aynı adil eşitlik ilkesinin aynı zamanda bu yönlerde de elde edildiğini belirtmek yine yeterli olacaktır. Ama saldırganlığı bilinen bir boğanın sahibi, uyarılmasına rağmen boğasına sahip çıkmaz ise, ve boğası bir erkek ya da kadını öldürür ise, hem boğa taşlanacak hem de sahibi öldürülecektir. (ayet 29) Bu olay, kutsanmış Rabbimiz tarafından bize öğretilen gerçeği, başımızdaki saçların tellerinin bile sayılı olduğunu ne kadar da canlı olarak hatırlatan bir örnektir. Her şey için tedarik sağlanmıştır ve çeşitli şekillerdeki ihlalleri ile her ilişki, İsrail üzerinde şimdi egemenlik süren adil yönetim ile uyumlu olarak uyarlanmıştır. Özellikle bir konunun fark edilmeden geçilmemesi gerekir. Bir erkek ya da kadın kölenin bedeli otuz şekel gümüş idi. İşte peygamber Zekeriya’nın işaret ettiği konu budur: “Onlara, ‘Uygun görürseniz, ücretimi ödeyin, yoksa boş verin’ dedim. Onlar da ücret olarak bana otuz gümüş verdiler.” (Zekeriya 11:12). Otuz gümüş için ihanet edilen ve ele verilen, Mesih’tir. (Matta 26:15) İnsan, bedende görünen Tanrı’nın, Baba’nın biriciğinin değerini otuz gümüş ile takdir etti!

Bir sonraki bölüm (Mısır’dan Çıkış 22), bize hırsızlık vakalarında uygulanan mala ilişkin yasaları açıklar.

“Bir adam öküz ya da davar çalıp boğazlar ya da satar ise, bir öküze karşılık beş öküz, bir koyuna karşılık dört koyun ödeyecektir. Bir hırsız bir eve girerken yakalanıp öldürülür ise, öldüren kişi suçlu sayılmaz. Ancak olay güneş doğduktan sonra olmuş ise, kan dökmekten sorumlu sayılır. Hırsız çaldığının karşılığını kesinlikle ödemelidir. Hiç bir şeyi yok ise, hırsızlık yaptığı için köle olarak satılacaktır. Çaldığı mal – öküz, eşek ya da koyun – sağ olarak elinde yakalanır ise, iki katını ödeyecektir. Tarlada ya da bağda hayvanlarını otlatan bir adam, hayvanlarının başkasının tarlasında otlamasına izin verir ise, zararı kendi tarlasının ya da bağının en iyi ürünleri ile ödeyecektir. Birinin yaktığı ateş, dikenlere sıçrar, ekin demetleri, tarladaki ekin ya da tarla yanar ise yangın çıkaran kişi zararı ödeyecektir. Biri, komşusuna saklasın diye parasını ya da eşyasını emanet eder ve bunlar komşusunun evinden çalınır ise, hırsız yakalandığı zaman iki katını ödemelidir. Ama hırsız yakalanmaz ise, komşusunun eşyasına el uzatıp uzatmadığının anlaşılması için ev sahibi yargıç (ya da Tanrı) huzuruna çıkmalıdır. Emanete ihanet edilen konularda öküz, eşek, koyun, giysi, herhangi bir kayıp eşya için ‘Bu benimdir’ diyen her iki taraf sorunu yargıcın huzuruna getirmelidir. Yargıcın suçlu bulduğu kişi, komşusuna iki kat ödeyecektir. Bir adam komşusuna, korusun diye eşek, öküz, koyun ya da herhangi bir hayvan emanet ettiği zaman, hayvan ölür, sakatlanır ya da kimse görmeden çalınır ise, komşusu adamın malına el uzatmadığına ilişkin RAB’BİN huzurunda ant içmelidir. Mal sahibi bunu kabul edecek ve komşusu bir şey ödemeyecektir. Hayvan kiralanmış ise, kayıp, ödenen kiraya sayılmalıdır.” (1-15. ayetler)

Zakkay ayağa kalkıp Rabbe, “Ya Rab, bir kimseden haksızlık ile bir şey aldım ise, dört katını geri vereceğim’ dediği zaman (Luka 19:8), hiç kuşkusuz yasanın bu maddesine işaret ediyordu. Bir önceki bölümde Tanrı’nın nasıl Halkının yaşamını ve insanlarını koruduğunu gördüğümüz gibi, şimdi de burada O’nun, Halkının malını nasıl koruduğunu ve yasasını göz ardı eden herkesin O’na yanıt vermesini sağladığını idrak ediyoruz. Ama canlarımı açısından sorulacak soru şudur: eğer bir insanı soymak böyle bir mahkumiyet getiriyor ise, Tanrı’yı soyma günahına nasıl karşılık verilebilir? Zaten günahkar olan bu kişiler bu zararı O’na nasıl ödeyebilirler? Ödemeleri imkansızdır; ve eğer konu bize kalmış olsa idi, ömür boyu günahlarımızın sonuçları altında kalmamız gerekecekti. Ama Mezmurlar’da, “Çalmadığım şeyi ödemeliyim” diyen Biri’nin sözlerini okuyoruz. (Mezmur 69:4) O, günah ve yakmalık sunular olduğu gibi, aynı zamanda suç sunusu da idi. O, bu nedenle, bizim tüm suçlarımız için tam ve yeterli zararı (eğer bunu yaptığına inanırsak diye bir ek yapalım), ödemiştir. O’nun harika lütfu ve merhameti aracılığı ile suçlanabileceğimiz her bir yasa ihlali tamir edilmiştir, bağışlanmadığımız tek bir suç yoktur. Bu gerçek, önümüze O’nun ölümünün çok kutsanmış bir görünümünü getirmektedir. Bölümde okuduklarımıza göre, suçlunun kendi cezasını ödemesi gerekir. Biz bunu yapamazdık ve bunu bizim yerimize geçerek yapabilecek tek bir kişi yoktu. Tanrı’ya, hiç kimse bir şey ödeyemez; çünkü O her şeyi ödemiştir, eğer çözüm bize bırakılsa idi, O’nun taleplerine ömür boyu sorumlu olmamız gerekecekti – ömür boyu sorumluluk, ama ödemek için hiç bir şeye sahip olamamak. Bu yüzden, bunu ne kadar çok hatırlar isek, O’nun lütfunu o kadar çok yücelteceğiz. O, Kendi isteği ile Tanrı’ya, bizim yerimize geçerek sorumlu oldu; sorumluluğumuzu O üstlendi, öyle ki, bizi adil bir şekilde her talepten beraat ettirebilsin, evet, ve Kendi Huzurunun bulutsuz ışığına ve sevincine adil bir şekilde getirebilsin. O’nun, en yüce Ad olan adı sonsuzlarca kutsansın!

Şimdi farklı türdeki buyruklara geçiyoruz. Bunlardan ilk sırada olanlar benlik arzularına işaret ederler. (ayet 16) Suç, burada genelde erkeğe atfedilir – ama yine de kadın da suça dahil edilir. Ama erkek kolayca günah işleyemez ve sanki hiç günah işlememiş gibi hareket edemez, özellikle burada sözü edilen şekilde bu mümkün değildir. Bu yüzden, başlık parasını ödeyerek kadın ile evlenmesi gerekir. Pavlus da aynı ilkeye değinir: “Yoksa, fahişe ile birleşenin onunla tek beden olduğu bilmiyor musunuz? Çünkü, ‘İkisi tek beden olacak’ deniyor.’” (1. Korintliler 6:16) Kutsanmış Rabbimiz, aynı nedenden ötürü şu öğretişi verdi: “Ben size şunu söyleyeyim, karısını fuhuştan başka bir neden ile boşayıp başkası ile evlenen, zina etmiş olur. Boşanan kadın ile evlenen de zina etmiş olur.” ()Matta 19:9). Diğer nedenleri temel alarak boşanmalara izin veren insan yasaları ile ilgili ne kadar anlamlı bir yorum! Tanrı’nın bilgeliğinin nihai bir şekilde ihlal edilmesi ve aynı zamanda erkek ve kadın arasındaki temel ilişkiler konusunda tam bir bilgisizlik. Bu nedenle, Tanrı’nın yetkisi ile çatışmadıkları sürece diğer güçlere bağlıyız; ancak ülkenin yasası, imanlının ya da kilisenin vicdanlarının rehberi olamaz.

“Büyücü kadını yaşatmayacaksınız.” (ayet 18). Bir büyücü kadının özündeki düşünce, ruhlar ile ilişki kurmaktır; bunun karşılığı günümüzde yaşanan spiritüalizm’dir. Bu yüzden Levililer kitabında, büyücü kadın, “cincilik yapan ve ruh çağıran” olarak tanımlanır.

(Levililer 20:27) Eyn-Dor’lu büyücü kadın bu türde bir örnektir; çünkü Saul’un ona gidip, şunları söylediğini okuruz: “ Lütfen benim için ruhlara danış ve sana söyleyeceğim kişiyi çağır.” (1. Samuel 28:8) İspritizmaya inanan kişilerin, yaptıklarını söyledikleri şey budur – araştıran kişiyi, bu dünyadan ayrılmış olan kişiler ile iletişime sokmak. Aynı Saul gibi; Rab’den haber ya da bilgi alamıyordu; bu tür kişiler ruhlar aracılığı ile bilinmeyen ve görünmeyen şeyler ile ilgili bilgi edinme peşindedirler. Aslında bu davranış ile Tanrı’dan Şeytan’a dönüş yapmaktadırlar. İsrail dönemindeki ya da günümüzdeki tüm sistem, şeytanidir. Bu nedenle, büyücü bir kadının öldürülmesi gerekiyordu. Ve bu davranışı büyücü kadının Tanrı’ya hizmet etmeye duyduğu nihai düşmanlığı gösterir; ve şimdi itibarda olan ispritizma aynı şekilde nefret uyandırıcıdır ve eğer bu konuda ısrarlı davranıldığı takdirde, canlar üzerindeki etkisi aynı şekilde yıkıcıdır.

Sonra, ölüm cezasını gerektiren iki günahın adı verilir. Birincisi, benliğin günahıdır – ve en korkunç ve en tiksindirici olan benlik günahıdır. İkincisi, putperestliktir. Tanrı, Kendi halkı arasında Kendisinin dışında herhangi bir tanrının kabul edilmesine katlanamaz. Aksi takdirde, kendi taleplerini ve yetkisini inkar etmiş olurdu ve halkı ile olan ilişkisinin temellerini alt üst ederdi. Ve halkı O’nun gerçek karakterini inkar etmiş ve mutlak yetkisini reddetmiş olurdu. Bu nedenle, gerçek Tanrı’ya ve sahte tanrılara tapınmak bir arada barınamazlar. Elçi bu konuda şöyle der: “Putperestler kurbanlarını Tanrı’ya değil, cinlere sunuyorlar. Cinler ile paydaş olmanızı istemem. Hem Rabbin hem cinlerin kasesinden içemezsiniz; hem Rabbin hem cinlerin sofrasına ortak olamazsınız.” (1. Korintliler 10:20, 21) Sahte tanrıların kabul edilmesi, gerçek Tanrı’nın reddedildiğini gösterir. Bu nedenle, öte yandan, Selanikliler inanç değiştirdikleri zaman, onlar hakkında şu sözler söylendi: “Yaşayan gerçek Tanrı’ya kulluk etmek üzere, putlardan Tanrı’ya nasıl döndüğünüzü anlatıyorlar.” (1. Selanikliler 1:9)

Sonra, pek çok olayda yumuşak huyluluk ve şefkatli davranmak öğretilir.

“Yabancıya haksızlık ve baskı yapmayacaksınız. Çünkü siz de Mısır’da yabancı idiniz. Dul ve öksüzün hakkını yemeyeceksiniz. Yerseniz, bana feryat ettikleri zaman onları kesinlikle işitirim. Öfkem alevlenir, sizi kılıçtan geçirtirim. Kadınlarınız dul, çocuklarınız öksüz kalır. Halkıma, aranızda yaşayan bir yoksula ödünç para verirseniz, ona tefeci gibi davranmayacaksınız. Komşunuzun abasını rehin alırsanız, gün batmadan geri vereceksiniz. Çünkü tek örtüsü abasıdır. Ancak onunla örtünebilir. Onsuz nasıl yatar? Bana feryat eder ise işiteceğim, çünkü ben iyilikseverim.” (21-27. ayetler)

Yabancıya öncelik tanınır. Mısır ülkesinde yabancı olduklarını hatırlamalı ve yabancılara buna göre davranmalı idiler. Firavunun demir boyunduruğu altında bulundukları zaman, canlarında acılık vardı ve bu nedenle, yabancı bir ülkede yaşayan yabancıların duygularını anlayabilmeleri zor olmayacaktı. Daha sonra, çaresizlere iyi davranmaları buyurulur; ve tüm bu çaresiz kişiler içinde şefkatimize en çok ihtiyaç duyanlar hiç kuşkusuz dullar ve öksüzlerdir. Tanrı böylelikle burada onları Kendi kolunun güçlü savunması ile çevreler. Eğer herhangi biri dullara ve öksüzlere sıkıntı verirse, öldürülmeleri gerekirdi ve böylece onların karıları ve çocukları dul ve öksüz kalmış olurlardı. Tüm Kutsal Yazılar boyunca dullar ve öksüzler Tanrı’nın ilgisinin özel objeleri olarak belirtilirler. Ve bu yüzden dulların ve öksüzlerin bizim şefkatli ilgimizin objeleri olmaları gerekir. Yakup, bu konuda şöyle der: “Baba Tanrı’nın gözünde kusursuz ve temiz dindarlık, kişinin sıkıntı çeken öksüzler ve dullar ile ilgilenmesi ve kendini dünyanın lekelenmesinden korumasıdır.” (Yakup 1:27) Yoksullar ile ilgili aşağıdaki iki buyruk – ilki, yoksulun sırtından kazanç sağlayan zenginin sömürüsünden yoksulu kurtarmaktır; ve ikincisi, yoksulu, yoksulluktan ve çıplaklıktan kurtarmaktır. İsrailoğullarının şimdi, Sina’dan yönetildikleri gerçeğine rağmen, bu yasalar, bize Tanrı’nın yüreğinin derinliklerini görmemiz için izin verirler. Şu sözlerde ifade edilemeyecek kadar büyük bir şefkat mevcuttur: “Komşunuzun abasını rehin alırsanız, gün batmadan geri vereceksiniz. Çünkü tek örtüsü abasıdır, ancak onunla örtünebilir. Onsuz nasıl yatar? Bana feryat eder ise işiteceğim, çünkü ben iyilikseverim.” Tanrı’nın yüreğinin, O’nun halkı tarafından ifade edilmesi gerekir ve Tanrı uyumak için yatan birinin üzerini örtecek bir şeyi olmadığını gördüğü zaman üzülür!

Burada aynı zamanda kurumsal yetkilere karşı gösterilmesi gereken saygıya da değinilir: “Halkınızın tanrılarına sövmeyeceksiniz ve halkınızın önderlerine lanet etmeyeceksiniz.” (ayet 28) Buradaki “tanrılar” ifadesinin sayfa kenarında belirtildiği gibi, yetkililer ya da yargıçlar için kullanıldığı açıktır (Bakınız Yuhanna 10:34,35). Hananya ve Yüksek Kurul önünde duran Pavlus bu ayetten alıntı yapar (Elçilerin İşleri 23:5) Bu ifade, çeşitli mektuplardaki öğütler ile uyum içindedir. (Romalılar 13; 1 Timoteos 2:2; 1. Petrus 2:13-17) Tanrı halkının yolu böylelikle, krallar, yöneticiler ve sulh hakimleri ile ilgili olarak oldukça basittir. Tanrı halkı, şekli ne olursa olsun, yetkilerin tümüne Tanrı’nın söyledikleri ile çatışmadığı sürece, saygı ve itaat borçludurlar. Bu teslimiyet konumuna kendilerini koyan Rableridir.

İlk ürünlerin ve ilk doğanların Tanrı’ya sunulmaları gerekir. (29, 30. ayetler; bakınız Mısır’dan Çıkış 13:12, 13) Böylelikle hem bağımlılıklarını hem de bereketlerinin kaynağını kabul etmeleri ve bu şekilde kendilerinin Rabbe ait olduklarını beyan etmeleri gerekiyordu. Olgun meyveleri ve “şırayı” Tanrı verecekti ve bunun karşılığında Kendisi için bir sunu talep ediyordu. Tanrı, aynı şekilde ilk doğan çocuklarını da talep etti, ama 134. bölümde açıklandığı gibi bunun temelinde yatan neden, Fısıh gecesi Mısırlıların ilk doğanlarının öldürülmeleri ve Fısıh Kuzusu’nun kanı sayesinde İsrailoğullarının kurtarılmaları idi.

Kısaca, Rab için” kutsal kişiler” olmalı, kötüden uzak durmalı ve Tanrı için ayrılmış bir halk olmalı idiler; çünkü onları Kendisine ait kılan, kutsal idi ve onları Kendi benzeyişine dönüştürecekti. Bundan dolayı kendilerini murdar yiyecek ile kirletmemeleri yalnızca köpeklerin yiyebileceği murdar hayvanların etlerini yememeleri gerekiyordu. Kutsal bir halk, kutsal bir Tanrı’ya uygun yollarde yürümeli idi. Farklı türdeki diğer konular, bundan sonraki bölümde ele alınacaklar (Mısır’dan Çıkış 23).

“Yalan haber taşımayacaksınız. Haksız yere tanıklık ederek kötü kişiye yan çıkmayacaksınız. Kötülük yapan kalabalığı izlemeyeceksiniz. Bir davada çoğunluktan yana konuşarak adaleti saptırmayacaksınız. Duruşmada yoksulu kayırmayacaksınız. Düşmanınızın yolunu şaşırmış öküzüne, ya da eşeğine rastlarsanız, onu kendisine geri götüreceksiniz. Sizden nefret eden kişinin eşeğini yük altında çökmüş görürseniz, kendi haline bırakıp gitmeyecek, ona yardımcı olacaksınız. Duruşmada yoksula karşı adaleti saptırmayacaksınız. Yalandan uzak duracak, suçsuz ve doğru kişiyi öldürmeyeceksiniz, çünkü ben kötü kişiyi aklamam. Rüşvet almayacaksınız. Çünkü rüşvet göreni kör eder, haklıyı haksız çıkarır.”(Mısır’dan Çıkış 23:1-8)

bu kısımda dil ile işlenen günahlara yer verilir. İlk günah, yalan bir haber vermek ya da almaktır (sayfa kenarına bakınız). Bu yüzden, Tanrı’nın kilisesine nüfuz eden yalanlar nedeni ile pek çok zarar verilmektedir! Yalan bir haber verme düşüncesinin dehşete düşürmeyeceği kişi sayısı çok azdır. Tüm dürüst zihinler böyle bir günahı yargılarlar; dünyaya ait bir kişi bile yalanın suç olduğunu bilir ve yalanı mazur göstermez. Ama sayfa kenarında belirtildiği gibi, sözcük daha geniş bir anlama sahiptir ve aynı zamanda yalan bir haberin kabul edilmesini de kapsar. İlk günahtan sakınan pek çok kişi, ikinci yalanın tuzağına düşerler. Bir haber alınır ve görünüşe göre bu haber doğrudur ve hemen başkalarına iletilir, oysa alınan haberin doğruluğunu araştırma konusunda zahmete girilse, haberin sahte olduğu ortaya çıkarılabilir. Bu konuda herkesten önce Hıristiyanların dikkatli olmaları gerekir. Aksi kanıtlanamaz bir tanıklık tarafından desteklenmedikçe, bir başka kişinin itibarını zedeleyen her haber reddedilmelidir. Böylelikle sorumluluk, haberi veren kadar haberi işiten kişiye de aittir. Eğer bu hatırlanmış olsa, pek çok iftiracının yalanı daha başlangıçta bastırılmış olur ve dedikodu yapan kimselerin maskeleri düşer ve pek çok paydaşlığın bozulmasından sakınılmış olur. Bu zehirin panzehirini şu sözlerde buluruz: “Sevgi kaba davranmaz, kendi çıkarını aramaz, kolay kolay öfkelenmez, kötülüğün hesabını tutmaz. Sevgi haksızlığa sevinmez, gerçek olan ile sevinir. Sevgi her şeye katlanır, her şeye inanır, her şeyi umut eder, her şeye dayanır.” (1.Korintliler 13:5-7)sonra sahte tanıklık suçlanır – modern adı ile yalan yere yemin etmek olarak bilinen bir günah. Bu öğüt, bir sonraki ayette ve ayrıca 3. ve 5. ayetlerde de adalet yönetimi ile bağlantılı olarak görülür. Adil bir Tanrı’nın gözünden hiç bir şey kaçmaz; O, her kötü eğilimi ve etkiyi görür ve bu yüzden Halkının yaşamlarındaki her koşulda onlara rehberlik sağlar. Kişi, davasında haklı olsa bile, bir çoğunluk muhalefeti karşısında tek başına kalması zordur. Ama Rab canın önünde durduğu için, davanın adil sonuçlanması kolay hale gelir. Öte yandan, yoksul bir adamın, davasında desteklenmemesi gerekir; örneğin, yoksul kişi haklı ya da haksız da olsa, duruşmada adalet “saptırılmayacaktır.” (ayet 6) Bazı kişiler zenginlerden, bazı kişiler ise yoksullardan çabuk etkilenirler; özellikle demokrasinin ve yasal yetkinin küçümsendiği bir dönemde. Ancak, yüreğin her ikisinden de özgür olması gerekir ve eğer yürek Tanrı Sözü’ne itaat eder ise, özgür olacaktır. Bu buyruklar ile birlikte araya serpilmiş olan, özel bir talimat verilir; bu talimat bir düşmanın öküzü ya da eşeği ile ilgilidir. Yürekteki öfkenin bir düşmanın hayvanına karşı gösterilmemesi gerekir; hayvanın sahibine duyulan düşmanlık nedeni ile zor durumdaki bir hayvana yardım etmek reddedilmemelidir; “ama eğer düşmanınızın yolunu şaşırmış öküzüne ya da eşeğine rastlarsanız, onu kendinse geri götüreceksiniz; böyle yapmakla onun başının üzerine ateş korları yığmış olmaz mısınız?” Bu nedenle, “sizden nefret eden kişinin eşeğini yük altında çökmüş görürseniz, kendi haline bırakıp gitmeyecek, ona yardımcı olacaksınız.” Tanrı’nın merhameti ve şefkati, konuşamayan yaratıkları için de geçerlidir ve O’nun halkı her konuda O’nun niteliklerini yansıtmalıdır.

Aynı zamanda gerçek ve doğruluk da emredilir. (ayet 7) Verilen neden çok dikkate değerdir –

“Çünkü ben kötü kişiyi aklamam.” Tanrı, egemenlik sürerken tüm yollarında adildir, hata ve ayırım yapmaz ve insana “O’nun tarzında herhangi bir hata bulmasına” asla izin vermez. Ama, Mezmur yazarının da itiraf ettiği gibi, O, konuştuğu zaman haklı çıkacaktır ve yargıladığı zaman, yargısı doğru olacaktır. Bu yüzden, kötüler O’nun yargısından hiç bir zaman kaçamazlar. Ama lütuf sayesinde, tanrısızları aklayabileceği bir yol açıklamıştır. (Romalılar 5) Böyle bir durum yasa altında imkansız idi. “Ama şimdi Yasa’dan bağımsız olarak Tanrı’nın insanı nasıl aklayacağı açıklandı. Yasa ve peygamberler buna tanıklık ediyorlar. Tanrı, insanları, İsa Mesih’ olan imanları ile (ya da Mesih’in sadakati ile) aklar. Bunu, iman eden herkes için yapar. Hiç ayrım yoktur.” (Romalılar 3:21-22) Tanrı, bu temel üzerinde adil kalabilir ve İsa Mesih’e iman edenin Aklayıcısıdır. (ayet 26) Armağanların kabul edilmesine karşı bir uyarı eklenir.

Hatırlanması gereken sorun, hala insan ve insan arasındaki bir yargı ya da gerçeğin sahtelikten ayrılmasıdır. Böyle bir durumda bir armağan almak, bilgeleri kör eder ve doğruların sözlerini saptırır. Can ile Tanrı’nın ilişkisini kapatabilir ve bu yüzden sağlam bir görüşe engel olur. Dokuzuncu ayet, Mısır’dan Çıkış 22:21 ayetinde yer alan emrin bir tekrarıdır. Bu, onun Tanrı’nın gözündeki önemini gösterir. Ve burada “yabancılığın ne olduğunu bilirsiniz (bir yabancının nasıl hissettiğini bilirsiniz)” ifadesi vurgulanarak eklenir. İsrailoğulları böylece, yabancıların duygularını anlamak konusunda, kendi yaşadıkları deneyimden dolayı bilgi sahibidirler (İbraniler 4:15; aynı zamanda İbraniler 2:18 ile karşılaştırın); ve geçmişte yaşadıkları üzüntüleri hatırlamaları, aynı koşullarda bulunan kişilere karşı olan davranışlarına şekil verecekti.

Ülke toprağı ve bayramlar ile ilgili muhtelif buyruklar aşağıda belirtildiği gibidir.

“Toprağınızı altı yıl ekecek, ürününü toplayacaksınız ama yedinci yıl nadasa bırakacaksınız; öyle ki halkınızın arasındaki yoksullar yiyecek bulabilsin, onlardan arta kalanı da yabanıl hayvanlar yesin. Bağınıza ve zeytinliğinize de aynı şeyi yapın. Altı gün çalışacak, yedinci gün dinleneceksiniz. Böylece hem öküzünüz, hem eşeğiniz dinlenir, hem de kadın kölenizin oğulları ve yabancılar rahat eder. Söylediğim her şeyi yerine getirin. Başka ilahların adını anmayın, ağzınıza almayın.

“yılda üç kez bana bayram yapacaksınız. Size buyurduğum gibi, Aviv ayının belirli günlerinde yedi gün mayasız ekmek yiyerek Mayasız Ekmek Bayramını kutlayacaksınız. Çünkü Mısır’dan o ay çıktınız. Kimse huzuruma eli boş çıkmasın. Tarlaya ektiğiniz ürünleri biçtiğiniz zaman, ik ürünler ile Hasat Bayramı’nı kutlayacaksınız. Yıl sonunda tarladan ürünlerinizi topladığınız zaman, Ürün Devşirme Bayramı’nı kutlayacaksınız. Bütün erkekleriniz yılda üç kez ben egemen Rab’bin huzuruna çıkacaklar. Evinizde maya bunduğu sürece bana kurban kesmeyeceksiniz. Bayramda bana kurban edilen hayvanın yağı sabaha bırakılmamalı. Toprağınızın ilk seçme ürünlerini Tanrınız Rabbin tapınağına getireceksiniz. Oğlağı anasının sütünde haşlamayacaksınız.” (Mısır’dan Çıkış 23:10-19)

Rabbe ait olduğunu sürekli hatırlayarak, toprak şabat günlerinin tadını çıkartmalı idi. Bu yüzden, insanın da Tanrı’nın dinlenmesini paylaşmasını gerekiyordu. Ama yine de burada yoksulların ve yabanıl hayvanların yarar görmeleri düşünülmüştür. Hem biri hem de diğeri hatırlanmıştı. Tanrı’nın yarattıkları olarak aralarındaki fark önemsenmemiştir. İsrailoğullarına böylelikle,kendilerinin kiracılar oldukları hatırlatıldı ve böyle oldukları için üzüm ve zeytin bağları kadar toprakları da Rabden idi, çünkü onlar Tanrı’nın sevgi ve ilgisinin nesneleri idiler.

Bundan sonraki kısım insan için şabat gününden söz eder. Bayramların hepsi Levililer kitabının 23. bölümünde bulunur; ve burada olduğu gibi şabat önce gelir. Ama bu bölümde şabat gününe ek olarak yalnızca üç bayramdan bahsedilir – mayasız ekmek bayramı, hasat bayramı ve ürün devşirme bayramı, yani fısıh, Pentikost ve çadır bayramları. Levililer kitabında verilen tüm bayramlar Tanrı’nın, İsraililer ile olan yollarının tam bir döngüsünü sembolize ederler. Bu konuda şabat önceliğe sahiptir, çünkü Tanrı’nın onlar ile olan tüm yollarının sonu ve sonuçları (bu düzene ait imanlılar ile olduğu gibi), O’nun, halkını huzur diyarının keyfine getirmektir. Bunu nasıl yerine getirilmesi gerektiğine dair yöntemler ya da bu sonuca ulaşmak için birbirini izleyen araçlar sonra Tanrı tarafından karakteristik bir şekilde açıklanır. Bunlardan yalnızca üç tanesinin bu bölümde bulunmasına rağmen, hepsi çok önemlidirler. Mayasız ekmek ilk sırada yer alır; 1 sonra, bunu daha fazla Levililer kitabında görülen, Mesih’in dirilişini sembolize eden ilk ürünler ile hasat izler; ve sonra da Mesih’in dirilişi ile söz verilen ve Pentikost’un bunun kutsanmış başlangıcı olan canların hasadı ile devam eder. Bu nedenle, şunları okuruz: “Her biri sırası gelince dirilecek. İlk örnek olarak Mesih, sonra Mesih’in gelişinde Mesih’ ait olanlar.” (1. Korintliler 15:23) Bu ayetteki uygulama öncelikle İsrail’e aittir, ancak bu konuda geniş bir yorum yapılır; burada sözü edilen toplananlar, bin yıllık düzende olduğu gibi kutsallara işaret eder – tek bir kelime ile belirtecek olur isek, her çağ ve düzenden kurtarılmış olanların geniş çoğunluğu. Böylelikle yılda üç kez Rab için bir bayram kutlamaları gerekiyordu ve bu bayramlarda İsrail’in tüm erkekleri Rab Tanrı’nın önünde görünmeli idiler. Bayram kutlamalarındaki ana düşünce, bu idi; halkını, Kendisinin bina etmiş olduğu temel üzerinde Kendi çevresinde toplamak – yani kurtuluşun temeli üzerinde. Buna uygun bir şekilde kurtarılmış bir halk olarak O’nun kendilerine söylemiş olduğu tüm şeyler hakkında dikkatli ve tedbirli olmak için Yehova’nın çevresinde toplandılar; ve O’nun söylediği her şeyi yerine getirmeleri, başka ilahların adını anmamaları, hatta ağızlarına almamaları gerekiyordu. (ayet 13) Onlar, kurtarılmış ve kutsanmış bir halk olarak yanlıca ve bütünü ile Rabbe aittiler.

Mayasız ekmek, kurbanın kanı ile bağlantılı olarak bir kez daha yasaklandı; çünkü, mayasız ekmek, Mesih’e işaret eden kurbanları göz önünde bulundurarak, kötünün bir sembolü olarak onların tipik öğretişlerini tahrif edecekti. Mesih, kötü ile bir araya getirilemez idi. Bu yüzden maya kesinlikle yasaklandı. Kurbanın yağının da sabaha bırakılmaması gerekiyordu. (Mısır’dan Çıkış 12:10 ayeti ile karşılaştırın) Bu konu ile ilgili tam açıklama esenlik sunusu ile ilgili buyruklarda bulunur. (Levililer 3) “Kişi, esenlik sunusunun bazı parçalarını RAB için yakılan sunu olarak sunmalı. Sununun bağırsak ve işkembe yağlarını, böbreklerini, böbrek üstü yağlarını, karaciğerden böbreklere uzanan perdeyi ayıracak. Harun’un oğulları sunakta yanan odunların üzerinde duran yakmalık sununun üzerinde bunları yakacak. Yakılan sunu, Rabbi hoşnut eden kokudur.” (3-5. ayetler) Yağ, bu nedenle, Tanrı’nın payı idi (Aynı zamanda bakınız Levililer 4:8-10) Bu nedenle, bu onunun ihmal edilmemesi gerekir – sabaha bırakılmamalı ama hemen sunulmalıdır. Tanrı halkı kendi payını almadan önce, Tanrı’nın Kendi payına sahip olması gerekir. Tüm bereketin sırrı budur – Rabbe, en üstün olan yeri vermek, önce, O’na layık olan şeyi düşünmek ve bu gerçekleşene kadar diğer her şeyi gözden silmek.

Topraklarının ilk ürünlerinin ilkinin, Rab Tanrılarının evine getirilmesi gerekiyordu. Yasa’nın Tekrarı 26. bölümde, bu zorunluluğun güzel bir tanımı ile birlikte görevin hangi tutum içinde yerine getirileceği de belirtilmiştir. Bu tanım, emir ile ilgili esinlenmiş bir açıklamadır. Son olarak, en çok dikkat çeken bir yasaklama okuruz. (ayet 19) Bu açıklama,Kutsal Yazılar’da üç kez yer alır. (Mısır’dan Çıkış 34:26; Yasa’nın Tekrarı 14:21) Tanrı, halkını, doğanın tek bir şekilde bile ihlal edilmesinden koruyarak doğaya şefkatli bir özen göstermesini ister. Annenin sütü, yavrunun beslenmesi için yiyecektir ve bu yüzden bu sütün diğerleri için yiyecek olarak haşlanmaması gerekir. Bazı kişiler, bu konu hakkında ruhsal bir öğretişin bulunduğunu düşünürler. Bu kıyaslamalardan yararlı sonuçlar elde edilebileceği hiç kuşkusuz doğrudur; ama bu konu herkes için yapılacak bir açıklamadan çok özel bir çalışma için daha uygun olacaktır.

Bu kısım Tanrı’nın, halkı için açıklamış olduğu yere onları götürürken sağlamış olduğu rehberlik ile birlikte halkın nasıl davranması gerektiği konusundaki uyarılar ve ülkenin tamamına sahip olmaları için gereken davranışın bir ifadesi ile son bulur.

“Yolda sizi koruması, hazırladığım yere götürmesi için önünüzden bir melek gönderiyorum. Ona dikkat edin, sözünü dinleyin, başkaldırmayın. Çünkü beni temsil ettiği için başkaldırınızı bağışlamaz. Ama onun sözünü dikkat ile dinler, bütün söylediklerimi yerine getirirseniz, düşmanlarınıza düşman, hasımlarınıza hasım olacağım. Meleğim önünüzden gidecek, sizi Amor, Hitit, Periz, Kenan, Hiv, ve Yevus topraklarına götürecek. Onları yok edeceğim. Onların ilahları önünde eğilmeyecek, tapınmayacaksınız; törelerini izlemeyeceksiniz. Tersine, ilahlarını yok edecek, dikili taşlarını büsbütün parçalayacaksınız. Tanrınız Rabbe tapacaksınız. Ekmeğinizi, suyunuzu bereketli kılacak, aranızdaki hastalıkları yok edeceğim. Ülkenizde kısır ve çocuk düşüren kadın olmayacak. Size uzun ömür vereceğim.Dehşetimi önünüzden gönderecek, karşılaşacağınız bütün halkları şaşkına çevireceğim. Düşmanlarınız önünüzden kaçacak. Hivliler’i, Kenanlılar’ı, Hititliler’i önünüzden kovması için önünüz sıra eşek arısı göndereceğim. Ama onları bir yıl içinde kovmayacağım. Yoksa ülke viran olur, yabanıl hayvanlar çoğaldıkça çoğalır, sayıları sizi aşar. Siz çoğalıncaya, toprağı yurt edininceye dek oları azar azar kovacağım. Sınırlarınızı Kamış Denizi’nden, Filist Denizi’ne, çölden Fırat Irmağına kadar genişleteceğim. Ülke halkını elinize teslim edeceğim. Onları önünüzden kovacaksınız. Onlar ile ya da ilahları ile antlaşma yapmayacaksınız. Onları ülkenizde barındırmayacaksınız. Yoksa bana karşı günah işlemenize neden olurlar. İlahlarına taparsanız, size tuzak olur.” (20-33. ayetler)

Yolda onları koruması, Tanrı’nın hazırladığı yere götürmesi için önlerinden bir melek gidecekti. Melekten hep bu konular ile ilgili olarak söz edilirdi. (Mısır’dan Çıkış 14:19; Mısır’dan Çıkış 33:2; Çölde Sayım 20:16, v.b.) Peygamber Yeşaya O’nu, O’nun (Yehova’nın) huzurundan çıkan melek olarak ifade eder. (63:g) O zaman bu melek kimdi? Hem bu ayetten hem de 14. bölümden ve diğer bölümlerden de anlaşıldığı gibi, bu meleğe tanrısal nitelikler atfedilmiştir. Örneğin, burada şöyle denir: “O, benim( adım O’ndadır).” Böylece Mısır’dan Çıkış 14. bölümde O’ndan bir melek olarak söz edildikten sonra, Yehova kimliği ile ifade edilir. (19. ayet ile 29. ayet) Benzeri durum aynı zamanda yaratılış 22. bölümde İshak’ın kurban edilişi ile bağlantılı olarak da yer alır. (15, 16. ayetler) O’nun, tanrısal olduğu bu yüzden açıktır; ve müdahale etmesi adildir (tüm çağlarda Söz’ün tanrısal öğrencileri tarafından varılan sonuç), bu melek Üçlü birliğin İkinci Kişisidir; Oğul Tanrı, Yehova. Böyle olduğu için O’nun çeşitli görünümlerinin Beden Alışının önceden ima edilişleri olduğunu algılayabiliriz. O, halkının her zaman önderidir ve yine burada O, İsrailoğullarının başındadır; onları yolda tutmak ve onlar için hazırlamış olduğu yere götürmek için önlerindedir. Huzurundan çıkan melek onları kurtardı. Sevgisi ve merhametinden ötürü onları kurtardı, geçmişte onları sürekli yüklenip taşıdı.”

İsrail’e bu yüzden ciddi uyarıda bulunulur. O’nu dinlemeli, sesine itaat etmeli ve O’nu tahrik etmemeliydiler. O kutsaldı ve madem ki, Tanrı’nın halkı kendilerini yasanın altına koymuştu, o zaman onların suçlarını bağışlayamazdı. “Benim adım” – Tanrı’nın İsrail ile olan ilişkisinde olduğu her şeyin ifadesi – “O’ndadır”, ve bu yüzden Tanrı, halkın davranışlarının standardı olarak verilmiş olan yasanın temeline uygun olarak adil bir şekilde hareket edecekti. Öte yandan, itaat, O’nun, onların hedefi ile ilgili olarak tam kimlik tespitinin koşulu yapılmıştı. Bu durumda onların düşmanları, O’nun düşmanları olacak ve O, bu düşmanları yok edecekti.

Tüm bu buyrukların çölden ziyade ülkeyi tasarladığı görülecektir. Bunun, zihinlerde tutulması gerekir. Bu bağlamda tüm bereketlerinin bağımlı olduğu iki şey eklenir – kötü olandan ayrılmak ve Tanrıları Rabbe hizmet etmek. (24, 25. ayetler) Bu bereket koşulları değiştirilemez. O zaman İsrail için doğru oldukları gibi şimdi de aynı şekilde doğrudurlar. Böylelikle Selanikliler şu şekilde tanımlanırlar: “Yaşayan gerçek Tanrı’ya kulluk etmek üzere, putlardan Tanrı’ya döndüler.” (1. Selanikliler 1:9) Tanrı söz konusu olduğu zaman, kötü ile hiç bir suç ortaklığı olamaz. O, olduğumuzun ve sahip olduğumuzun tümünü talep eder ve bu talebin farkına varıldığı zaman, bizi Kendi yüreğinin arzu ettiği şekilde bereketleyebilir. İşte verilen bereketler – yersel bereketler, çünkü onlar yersel bir halk idi. Ama bu özellikteki bereketler, koşula bağlı değil ve sınırsız idi. Ayrıca, Tanrı’nın, halkını etkileyen hiç bir şeyi de gözünden kaçırmadığına dikkat edin. Tanrı, onlara, düşmanlarını bir yıl içinde kovmayacağını söyler, “yoksa ülke viran olur, yabanıl hayvanlar çoğaldıkça çoğalır, sayıları onları aşar.” (ayet 29) Onlara önderlik edecek ve onları kaldırabilecekleri kadar bereketleyecekti. Ama halkın uygun zamanda ülkelerine sahip olmaları gerekiyordu – Kamış Denizi’nden Filist Denizi’ne ve çölden Fırat Irmağı’na kadar sınırlarını genişletecekti. (ayet 31) - bir vaat, ne yazık ki, İsrail’in sadakatsizliği nedeni ile kaybedildi ve hiç bir zaman farkına varılmadı; Davut ve Süleyman’ın egemenlikleri sırasındaki kısa bir dönem dışında (1. Tarihler 18; 2. Tarihler 9:26) Aslında Süleyman’ın egemenliğinde bile vaat kısmen yerine geldi; çünkü hala ülkeden dışarı sürülmemiş olan Hititliler, Amorlular ve Perizliler, Hivliler ve Yevuslular vardı (2. Tarihler 8:7, 8). Bu yüzden ülkenin tamamı ve bereket ile ilgili vaat, ancak Davut ve Süleyman’ın yalnızca gölgeleri ve örnekleri oldukları O’nun yönetimi altında yerine gelebilirdi. İsrail’in, sorumsuzluk nedeni ile kaybettiği, daha sonra lütuf ve güç ile yerine getirilecekti.

Son olarak, bir kez daha mutlak ayrılık emredilir. Ülke halkı ya da onların tanrıları ile hiçbir şekilde antlaşma yapılmamalıdır; onlar ülkede barındırılmayacaklardır. Böyle olduğu takdirde, ülke halkı, İsrail’in Rabbe karşı günah işlemesine neden olurlar. Tanrı halkı ve Tanrı’nın düşmanları arasında bir antlaşma yapılamaz. “Dünya ile dostluk, Tanrı ile düşmanlıktır.” Bu gerçek, Mesih’in adını taşıyan herkesin yüreklerine ve belleklerine en güçlü şekli ile kazınsın!


1. Bunun anlamı, Mısır’dan Çıkış 13. bölüm ile bağlantılı olarak açıklanmıştır.