Bölüm 5

Mısır’ın Üzerine Gelen Yargılar

Mısır’dan Çıkış 7-11

Sürekli bir anlatımı içerdikleri için bu bölümler birbirlerinden ayrılamazlar – bu anlatım çok önemlidir, çünkü birbiri ardına gelen yargıları içerir; Tanrı, Firavun İsrailoğullarını içinde tuttuğu demir esaretten özgür kılmak zorunda kalana dek, Mısır’ın üzerine şiddetleri artan ağırlıktaki yargılarını gönderir. Bu yüzden, başlangıçta Musa ve Harun’un, Yehova’nın amacına uygun hizmetleri yeniden bildirilir ve Tanrı’nın, Firavun’un karşı durmasına rağmen, halkını kurtarmak için nasıl etkin olacağı belirtilir.

“RAB, ‘Bak, seni firavuna karşı Tanrı gibi yaptım’ dedi. ‘Ağabeyin Harun senin peygamberin olacak. Saa buyurduğum her şeyi ağabeyine anlat. O da firavuna İsraillileri ülkesinden salıvermesini söylesin. Ben firavunu inatçı yapacağım ki, belirtilerimi ve şaşılası işlerimi Mısır’da artırabileyim. Ama firavun sizi dinlemeyecek. O zaman elimi Mısır’ın üzerine koyacağım ve onları ağır biçimde cezalandırarak halkım İsrail’i ordular halinde Mısır’dan çıkaracağım. Mısır’a karşı elimi kaldırdığım ve İsraillileri aralarından çıkardığım zaman Mısırlılar benim Rab olduğumu anlayacaklar. Musa ile Harun, Rabbin buyurduğu gibi yaptılar. Firavun ile konuştuklarında Musa seksen, Harun ise seksen üç yaşındaydı.” (Mısır’dan Çıkış 7:1-6)

Rab böylelikle hizmetkarlarına ne yapmayı amaçladığını bildirdi ve bu planının nasıl yerine geleceğini açıkladı. Onları gelecek için hazırlamak ve imanlarını güçlendirmek için ilerde neler olacağını onların gözlerinin önüne serdi. Aynı şekilde bize de dünya tarihinin yönünü açıklamıştır, gelecek olan yargılar konusunda uyarmıştır ve O’nun sözündeki uyarıya kulak asmadıkları ve lütuf davetini kabul etmedikleri takdirde, dünyanın ve ona ait olan herkesin kesin olan yıkımını bildirmiştir; ve aynı zamanda Rab, halkını kendisine almak için geri döndüğü zaman, bizi gücü ile dünyadan kurtaracağına dair kesin bir şekilde cesaretlendirir. Aynı zamanda bizim için arzu ettiği gibi Musa ve Harun ile de dünya, bu dünyanın tanrısı ve onun yoksul ve sefil köleleri ile ilgili amaçları konusunda paydaşlık etmeyi arzular. Tanrı’nın düşünceleri ile dolmak, yüreği nasıl da güçlendirir ve canı tazeler! Ve bizler diğer kişilere yetki ve güç ile konuşabilelim diye bizimle iletişim kurması O’nun açısından, gösterilen ne kadar büyük bir lütuftur!

Bu bölümleri analiz etmeye devam etmeden önce üzerinde durulması gereken bir nokta vardır – bu nokta, imanlıya genellikle zorluk çıkartır, aynı zamanda da engel olunamayan düşman saldırılarını da ortaya çıkartır. Bu nokta, şu sözler ile ifade edilir: “Ve ben firavunun yüreğini sertleştireceğim (inatçı yapacağım)”. (Mısır’dan Çıkış 7:3) Şeytan2ın bununla bağlantılı olarak ileri süreceği kuşku şudur: Eğer firavunun yüreği inatçı yapılıyor ise, o zaman firavunun günahı nedir? Ya da, Tanrı, Kendisine karşı koyması için yüreğini setleştirdiği birisini adil bir şekilde nasıl yok edebilir? Eğer bu sözlerin bulunduğu yer özenli bir şekilde gözlemlenmiş olsa idi, zorluk ortadan kalkmış olurdu. Gerçek şudur; Kutsal Yazılar’daki ayetleri bulundukları çevre ve koşullardan tek tek dışarı çıkartma uygulaması o kadar yaygındır ki, eğer çevre ve koşullar özenle incelenmiş olsa idi, bir anda ortadan yok olabilecek zorlular yaratılmamış olurdu. Dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Bu ifade, firavun Yehova’nın isteklerini kibirli bir şekilde reddettikten sonra kullanılır. Firavun şöyle demişti: “Rab kim oluyor ki, O’nun sözünü dinleyip İsrail halkını salıvereyim?” (ayet 2) Firavun, Rabbin sözünü reddetti ve O’na ve O’nun halkına olan düşmanlığını açıkça gözler önüne serdi; ve şimdi yüreği tarafsız olarak setleşti. Ve Tanrı hala aynı ilke ile hareket eder. Böylelikle 2. Selanikliler kitabında Tanrı’nın bazı kişilerin üzerine bir yalana inanmaları için yanıltıcı güç göndereceğini okuruz. Ama neden? Çünkü kurtarılmaları için gerçeğin sevgisini kabul etmediler. (2.Selanikliler 2:9-11) Bu uyarı, gözleri bu sayfalara ilişebilecek olan tövbe etmemiş kişilerin yüreklerine ulaşsın. Onlar için bile bir zaman gelecektir, eğer Tanrı lütfunun iyi haberini reddetmeye devam ederler ise, kurtuluşu elde etmeleri imkansız olacaktır. Tanrı, lütuf günü için bile bir sınır belirlemiştir, firavun için belirlemiş olduğu gibi; ve eğer bu sınır aşılır ise, geriye yargıdan başka hiç bir şey kalmaz. “Bu gün, O’nun sesini duyarsanız, yüreklerinizi nasırlaştırmayın.” (İbraniler 3:15)

Hala bir duraklama mevcuttur. Musa ve Harun firavuna giderler ve – Rabbin Musa’ya Horev’de göstermiş olduğu mucizevi belirti aracılığı ile – delillerini sunarlar. “Harun değneğini firavun ile görevlilerinin önüne attı. Değnek yılan oluverdi.” (Mısır’dan Çıkış 7:10) Mısır’ın bilge adamları ve büyücüleri de değnekleri ile aynı şeyleri yaptılar, ama “Harun’un değneği, onların değneklerini yuttu.” (ayet 12) - Rab, böylelikle hizmetkarlarının görevlerini doğrulamış oldu. Ama her şeye Rağmen, Rabbin daha önce söylemiş olduğu gibi, firavun ikna olmadı; çünkü “Rabbin söylediği gibi firavun inat etti ve Musa ile Harun’u dinlemedi.” (ayet 13) Artık bundan sonra Tanrı’nın kendisi sahneye çıkar ve firavun ve ülkesinin üzerine peş peşe korkunç yargılar inmeye başlar – zaman içinde bu yargılar “Mısır belaları” olarak bilinecektirler. Sayıları on tanedir. Önce, Nil nehrinin suları kana dönüşür (Mısır’dan Çıkış 7:14-25), sonra kurbağa belası gelir (Mısır’dan Çıkış 8:1-15); sivrisinek (Mısır’dan Çıkış 8:16-19); at sineği (Mısır’dan Çıkış 8:20-32); hayvanların ölümü (Mısır’dan Çıkış 9:1-7); çıban (Mısır’dan Çıkış 9:8-12); dolu (Mısır’dan Çıkış 9:18-35); çekirge (Mısır’dan Çıkış 10:1---20); karanlık (Mısır’dan Çıkış 10:21-29); ve son olarak ilk doğan çocukların ölümü (Mısır’dan Çıkış 11, Mısır’dan Çıkış 12) Mezmur yazarı, şarkı ile Rabbin güçlü işlerini kutlarken grafiksel bir dil kullanarak bunları birden fazla kez sayar – “Mısır’da gösterdiği belirtileri, Soan bölgesinde yaptığı şaşılası işleri” tanımlar. (Mezmur 78:43; aynı zamanda bakınız Mezmur 105:26:36)

Bu çeşitli belaların ayrıntılı bir yorumunu vermek, imkansız olmasa da zor olacaktır. Tanrı’nın Firavun ile olan çatışmasının karakterini hatırlayacak olur isek, bu belaların genel nesneleri açıktır. Tanrı, firavun ile halkına zulmeden, bu dünyanın tanrısının bir figürü olarak uğraştı; ve çatışması bu yüzden firavun ve firavunun güvendiği ve dayandığı her şey ile idi. Bu nedenle, Tanrı’nın, Mısır’ın tanrıları üzerine yargı yağdırdığını okuyoruz. (Mısır’dan Çıkış 12:12; Çölde Sayım 33:4) Sonuç,Tanrı’nın, şeytanın kalesindeki zaferli Gücü’nün harika bir gösterisi oldu; çünkü eğer şeytan Tanrı ile çatışmaya kalkar ise, bunun sonucu yalnızca şeytanın kesin yenilgisi olacaktır. Bu nedenle, öncelikle Mısır’ın suları – özellikle Mısır için yaşam ve tazelenme kaynağı olarak kabul edilen kutsal Nil nehri ve kralından onun en alt tebasına kadar olan Mısır halkı – ölüm ve yargının sembolü olan kana dönüşür. Bunun sonucu olarak, “Irmaktaki balıklar öldü, ırmak kokmaya başladı. Mısırlılar ırmağın suyunu içemez oldular. Mısır’ın her yerinde kan vardı” (Mısır’dan Çıkış 7:21) Böylece Tanrı’nın bir simgesi olarak gurur ile yücelttikleri nehir, bir iğrençlik ve tiksinme nesnesi haline geldi.

Bu olayın ardından kurbağa belası geldi. Mısırlılar, kurbağayı kutsal hayvanlarının arasına dahil ederek ona saygı duyarlardı. Kurbağalar şimdi Tanrı’nın adil eli altında “çıkıp geldiler ve Mısır’ı kapladılar.” Irmak kurbağalar ile dolup taşacak. Kurbağalar çıkıp sarayına,yatak odana, yatağına, görevlilerin ve halkının evlerine, fırınlarına, hamur teknelerine girecekler.”

(Mısır’dan Çıkış 8:3-6) Böylece Mısırlıların kutsal hayvanlar olarak gördükleri kurbağalar birer baş belası haline geldiler – dehşet ve tiksinti uyandırdılar; ve firavunun yüreği o anda bu büyük sıkıntı altında öylesine eğildi ki, geçici olarak da olsa yalvarmak zorunda kaldı. (Mısır’dan Çıkış 8:8) Bundan sonra inen darbenin türü farklı idi - hedef olarak daha çok Mısır halkına yönelikti. Bu darbe, sivrisinek belası idi. Hem geçmişteki hem de günümüzdeki tarihçiler Mısırlıların temizlik konusunda ne kadar titiz olduklarına tanıklık ederler. Herodotus (2:37) kahinlerin bu konuda çok titiz olduklarını yazar; her üç günde bir başlarındaki ve bedenlerindeki tüyleri traş ederlerdi, çünkü kutsal görevleri ile ilgilenirlerken, başlarında ve bedenlerinde haşarat yerleşmesinden korkarlardı. 1 Bu yüzden böyle bir darbe onların gururlarını çökertecek ve yüceliklerini lekeleyecekti, kendilerini iğrenç ve tiksinti verici kişiler olarak göreceklerdi. Bundan sonra gelen yargı, at sineği belası idi. (Mısır’dan Çıkış 8:20-32) “At sineği” olarak tercüme edilen sözcüğe bu anlamı tam bir kesinlik ile vermek, imkansız gibi görünür; pek çok kişi bu sözcüğün “kınkanatlılar familyasından herhangi bir böceği” ima ettiğini düşünürler. Ne tür böcek olur ise olsun, neden olduğu kötü etkinin artan ciddiyeti bu yargının bir bela olduğunu gösterir. Aynı zamanda bu noktada ilk kez olarak İsrailoğulları ve Mısırlılar arasında bir ayrım yapıldığını okuruz. (Mısır’dan Çıkış 8:22,23) Rab bundan sonra hayvanlar ile ilgilendi – toz halinde ocak kurumu gönderdi, öyle ki, “Mısırlıların hayvanları büyük çapta öldü. Ama İsraillilerin hayvanlarından hiç biri ölmedi.” (Mısır’dan Çıkış 9:6) Firavunun kendisi meydana gelen zararın doğruluğunu onayladı (ayet 7). Ancak yüreği hala sertti, inat etti ve halkı salıvermedi. Bu darbe, Mısır’ın refah ve zenginlik kaynaklarından birinin üzerine indi. Hem insanların hem de hayvanların bedenleri acı çekti – göğe doğru savrulan kurum “bütün Mısır’ın üzerinde ince bir toza dönüştü; ülkenin her yanındaki insanların, hayvanların bedenlerinde irinli çıbanlar çıktı. (Mısır’dan Çıkış 9:9) Rab, sonra gök gürlemeleri ve dolu gönderdi; yıldırım düştü, Dolu, Mısır’da insandan hayvana dek, kırdaki her şeyi, bütün bitkileri mahvetti, bütün ağaçları kırdı; ve bu belayı çekirgeler izledi: “Mısır’ın üzerinde uçuşan çekirgeler ülkeyi boydan boya kapladı. Öyle çoktular ki, böylesi hiç bir zaman görülmedi, kuşaklar boyu da görülmeyecek. Toprağın üstünü öyle kapladılar ki, ülke kapkara kesildi. Bütün bitkileri, dolunun zarar vermediği ağaçlarda kalan meyvelerin hepsini yediler. Mısır’ın hiç bir yerinde, ne ağaçlarda ne de kırdaki bitkilerde yeşillik kalmadı.” (Mısır’dan Çıkış 10:14,15) Bu darbe, bedensel ihtiyaçların kaynaklarına ulaştı. Mısır kralının ricası üzerine çekirgeler gittiler ama firavunun yüreği hala sert kaldı. Sonra, “Mısır üç gün koyu karanlığa gömüldü. Üç gün boyunca kimse kimseyi göremez, yerinden kımıldayamaz oldu. Yalnız İsraillilerin yaşadığı yerler aydınlık idi.” (Mısır’dan Çıkış 10:22,23) “Mısır’da, güneşe, Re ya da Ra adı verilerek tapılırdı; bu ad krallara verilen unvan olarak dikkat çekerdi; Firavun ya da Fira (Phra); ‘güneş’ anlamına gelirdi.” 2 Bu yüzden güneş, Mısırlılar için yalnızca ışık ve ısı kaynağından ibaret değildi; esas olan tapındıkları tanrının karanlığa gömülmüş olması idi – ve böylelile güçsüzlüğü ortaya kondu – görecek gözleri olan biri için güneşten daha güçlü Olan Biri, evet, güneşin Yaratıcısının onları yargıladığının bir kanıtı idi.

İlk doğan çocukların öldürülmesi son darbe idi. Ancak, bu konu ile ilgili yorumu on ikinci bölüme bırakıyoruz. Ama her şeye rağmen bu belalara bir bütün olarak bakıldığı zaman, daha sonraki bir gün, mesih karşıtının yönetimi sırasında dünyaya gelecek olan olaylar ile aralarında mevcut olan uyum aşırtıcıdır. (Bakınız Vahiy 16:1-14) Firavun, Tanrı’nın ve O’nun Mesihi’nin bu son düşmanının yerinde bir kinayesidir. Ama firavunun Tanrı ile çatışmasında Tanrı nasıl yüceliğini gösterdi ise, aynı şekilde diğeri de Tanrı yüceliği önünde boyun eğecektir; çünkü eğer firavun ve tüm orduları felakete uğrayıp Kızıl Deniz’in sularında boğuldular ise, küstahlık konusunda daha cüretkar olan mesih karşıtı, sahte peygamberi ve “canavar” ile birlikte “kükürt ile yanan ateş gölüne diri diri atılacaklar.” (Vahiy 19:20) O zaman Mezmur yazarı şöyle feryat edebilir: “oğlu öpün ki, öfkelenmesin. Yoksa izlediğiniz yolda mahvolursunuz. Çünkü öfkesi bir anda alevleniverir.” (Mezmur 2:12) Tanrı’nın firavun ile olan çatışmasında yüksek ses ile ilan edilen derslere kulak asmayıp sağır kalmak gerçekten de ahmakça bir davranıştır. “Çünkü benliğe dayanan düşünce Tanrı’ya düşmandır.” (Romalılar 8:7) Bu yüzden tövbe etmemiş olan herkes Tanrı ile açık bir düşmanlık içindedir – Tanrı’nın düşmanıdır. Tanrı ne kadar lütufkar ki, sürekli lütuf mesajları gönderiyor; müjde aracılığı ile günahkarların kendisi ile barışması için ateşli sevgi antlaşmaları yapıyor. Biricik Oğlu’nu ölmesi için göndermiştir ve ölümü aracılığı ile günah için sağladığı kefaretin temeli üzerinde iman eden herkesi adil kalarak kurtarabilir. Ama eğer Tanrı’nın lütfu reddedilir ise, “bu denli büyük kurtuluşu görmezlikten gelirsek, nasıl kurtulabiliriz?” (İbraniler 2:3) Bir günahkar için kurtarılmamış durumunda bir tek gün dahi geçirmesi bu durumda ne kadar büyük bir akılsızlıktır! Mısır kralının üzerine kaçınılmaz olarak inen yargıya kendisinin de çok yakın bir zamanda uğrayabileceği gerçeğini bilip de çağrıya karşılık vermemek ne kadar tehlikelidir.

Şimdi biraz firavunun huzurundaki Musa ve Harun’un yaptıkları mucizelere karşı çıkan Mısırlı büyücülerin neler yaptıklarını incelemek ilginç olabilir. Bu büyücülerin şefinden Yeni Antlaşma’da adı ile söz edilir. Şunları okuruz: “Yannis ve Yambris nasıl Musa’ya karşı geldilerse, bunlar da gerçeğe karşı gelirler.” (2.Timoteos 3:8) Bu referans çok önemlidir, çünkü büyücülerin yaptıkları işlerde cisim alan şeytanın bir ilkesini gösterirler. O zaman onun özel karakteri ne idi diye bir soru sorulabilir. Yanıt, tek bir sözcük ile, TAKLİTTİR. Böylece Harun değneğini yere atığı zaman, değnek bir yılana dönüştü, “Bunun üzerine firavun kendi bilgelerini, büyücülerini çağırdı. Mısırlı büyücüler de büyüleri ile aynı şeyi yaptılar. Her biri değneğini attı, değnekler yılan oldu. Ancak Harun’un değneği onların değneklerini yuttu. (Mısır’dan Çıkış 7:11,12) Aynı şekilde Nil nehrinin sularına Tanrı’nın değneği ile vurulduğu zaman, sular kana dönüştü, büyücüler “kendi büyüleri ile aynı şeyi yaptılar. (Mısır’dan Çıkış 7:22) Aynı durum kurbağalar için de gerçekleşti. (Mısır’dan Çıkış 8:7) Böylece büyücülerin eylemlerinin, Musa ve Harun’un eylemlerinin birer taklidi olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda Timoteos kitabında da gerçeğe karşı gelen Yannis ve Yambris gibi Musa’ya direnen kişiler “Tanrı yolunda imiş gibi görünür, ama bu yolun gücünü inkar ederler.” (2.Timoteos 3:5) Taklit, şeytanın en tehlikeli hilelerinden biridir. Eğer gerçeğe açıkça karşı gelmeyi başarabilir ise, kendisini gizlemeyecektir, ama düşmanlık ile ilgili bu yol kapalı ise, o zaman bir ışık meleği görünümüne bürünecektir. Pavlus’un günüde durum böyleydi; ve özellikle şu anda da durum aynen böyledir. Hıristiyan olduklarını ikrar edenlerin, şeytanın gücünün açıkça gösterilmesi ile yoldan saptırılmaları çok ender bir durumdur. Ancak, dışarıdan bakıldığı zaman tanrısal olanın bir taklidi olduğunda, pek çok kişi bu yüzden ayartılır. Bu konu ile ilgili en önemli örneklerden birini ele alalım: eğer Roma Katolizmi dış kıyafet olarak Hıristiyanlığı giyinmemiş olsaydı, gerçeğin kutsiyetini bozan tüm kötülükleri ile canları aldatması mümkün olabilir miydi? Ama, Mesih’in ölümü aracılığı ile güvence altına alınmış olan her bereketi dağıtabildiğini iddia etmek, binlerce insanın canını ayartır ve onları şeytanın sahteliklerinin ve yalanlarının tam baskısı altına sokar. Bu yüzden, taklit, bir sistem olarak şeytanın en başarılı silahlarından biridir. Ama bundan daha büyük tehlikeler de söz konusudur. Şeytan, Tanrı Ruhu’nun her işleyişini, O’nun her çalışma biçimini taklit eder. Onun sahtelikleri her alanda, içerden ve dışardan bizi kuşatır. Ama Tanrı’ya şükürler olsun ki, Tanrı bize yeterli nöbetçiler sağlamıştır ve onun kurduğu tuzakların hepsinin farkına varmamız için bize yardımcı olur. Yuhanna şunları söyler: “Bunları sizi saptırmak isteyenler ile ilgili olarak yazıyorum. Size gelince, O’ndan aldığınız mesh sizde kalır. Kimsenin size bir şey öğretmesine gerek yoktur. O’nun size her şeyi öğreten meshi gerçektir, sahte değildir. Size öğrettiği gibi, Mesih’te yaşayın.” (1. Yuhanna 2:26,27) Tanrı’nın Sözü ve Ruh’u, şeytanın canlarımıza sunabileceği gerçek ile ilgili en tehlikeli tuzaklardan bizi koruyacak yeterliliktedir.

Ayrıca, bundan da öte, Tanrı’ya ve O’nun gerçeğine sabit bir bağlanma mevcut ise, şeytanın işleri en kısa süre içinde ifşa edilecektir. Şeytan’ın bu tuzakları Musa’ya üç kez “karşı koydu.” Ama sivrisinek belası gönderildiği zaman, değneklerini uzatıp yere vurmaları ve yerdeki tozu sivrisineğe dönüştürmeleri istendiğinde büyücüler yetersiz kaldılar ve bu işte Tanrı’nın parmağının olduğunu itiraf etmek zorunda kaldılar. (Mısır’dan Çıkış 8:18,19) Yaşam, Tanrı’ya aittir; yaşamın tek kaynağı Tanrı’dır; ve bu yüzden burada şeytanın çabaları sonuç vermez ve bu olaydan sonra artık büyücülerin tanrısal belirtileri taklit etme girişiminden vazgeçerler. Bir sonraki bölümde, “büyücüler çıbandan ötürü Musa’nın karşısında duramaz oldular.” (Mısır’dan Çıkış 9:11) Tanrı’nın cezalandıran eli altına düşmüşlerdi. Bu nedenle bizler, şu anda kötünün başarısı gibi görünen herhangi bir olayda güvenlik içinde dinlenebiliriz; çünkü “esenlik veren Tanrı çok geçmeden Şeytan’ı ayaklarımızın altında ezecektir.” (Romalılar 16:20)

Eğer aynı zamanda firavunun zihnindeki bu adil cezaların etkilerinin farkına varılır ise, bu bölüm hakkındaki görüş tamamlanmış olacaktır. Kurbağalar aracılığı ile verilen şiddetli ceza tarafından anlık bir izlenim ortaya çıkar. “Firavun, Musa ile Harun’u çağırtıp, ‘Rabbe dua edin, benim ve halkımın üzerinden kurbağaları uzaklaştırsın, o zaman halkınızı Rabbe kurban kessinler diye salıvereceğim’ dedi.” (Mısır’dan Çıkış 8:8) Musa, bu isteğe karşılık verdi, ve anlaşma için zamanı belirledi; firavunun, sıkıntıya Rabbin yargılayan elinin neden olduğunu fark edebildi. Yüreği sertleşmiş bir günahkar tarafından bile Tanrı’nın lütfunun nazik yollarının farkına varılması güzel bir davranıştır. Bir yürek az da olsa O’na dönüş yaptığı takdirde, Tanrı bunun tam gerçek olmadığını bilse bile, onu dinlemeye hazırdır – Tanrı, günahkarın ölmesini istemez gerçeği ile ilgili çarpıcı bir tanıklık; “Rab, kimsenin mahvolmasını istemiyor, herkesin tövbe etmesini istiyor. (2.Petrus 3:9) Böylece Rab işitti ve “Musa’nın isteğini yerine getirdi. Kurbağalar, evlerde, avlularda, tarlalarda öldüler.” (Mısır’dan Çıkış 8:13) Ama bunun sonucunda ne oldu? “Ancak firavun ülkenin rahatladığını görünce, Rabbin söylediği gibi inatçılık etti ve Musa ile Harun’u dinlemedi” (ayet 15) İnsanın kötü yüreği ile ilgili ne kadar etkileyici bir örnek! Sonuçlardan korkup Tanrı’nın eli altında eğilerek, kurtarılmak için feryat eder ve eğer kendisine ihsan edildiği takdirde, tanrısal buyruklara kesinlikle uyacağına dair söz verir. Kendisine rahatlık ihsan edilir ve kral hemen hem korkularını hem de verdiği sözleri unutuverir. Böyle davranan pek çok günahkar, aniden ölüm kapılarına getirilmişlerdir ve firavun yüksek ses ile merhamet diledi. Tanrı onun duasını işitti ve ona sağlığını geri verdi.

Ama o düşünüp amaçlamış olduğu gibi kendisini Tanrı’ya, Tanrı’nın hizmetine adamak yerine, önceki unutkanlığına ve günahına geri döner. Bu gibi tüm durumlardaki gerçek, vicdanın hiç bir zaman gerçekten uyanmamış olmasıdır; Tanrı’nın huzurunda suçluluk duygusu mevcut değildir, insanın kayıp ve mahvolmuş olduğu ile ilgili Tanrı tanıklığını kabul etmez. Ve bunun sonucu olarak, O’nun Kurtarıcı Mesih İsa’da açıklanan kurtarış lütfundan yardım dilemez; ve verilen sözler aslında, Tanrı’nın elinin uzaklaşmasını sağlamak amacı ile sunulan bir tür tövbedir. Bu nedenle, rahatladığı zaman, Tanrı’ya dönüş gibi bir değişiklik olmadığı için yaşamının bir an için yön değiştirmiş akıntısı, sonunda doğal olarak eski kanallarına geri döner. Ah, bu durum ne kadar da çok kişi için söz konusudur! Yargının ertelendiğini gördükleri zaman, yüreklerini tekrar sertleştiren çok kişi vardır. Eğer, bu sözcükler böyle birinin gözleri tarafından okunuyor ise, onun yüreğinin derinliklerine işlesin. Öyle ki, gerçek durumlarına gözleri açılsın ve fırsat henüz kaçmamış iken, Tanrı’nın huzurunda suçlu ve çaresiz günahkarlar olduklarını itiraf etsinler ve kurtulmak için yalnızca Rab İsa Mesih’e baksınlar. “Tanrı’nın sınırsız iyiliğini, hoşgörüsünü, sabrını hor mu görüyorsun? O’nun iyiliğinin seni tövbeye yönelttiğini bilmiyor musun? İnatçılığın ve tövbesiz yüreğin yüzünden Tanrı’nın adil yargısının açıklanacağı gazap günü için kendine (Firavunun yaptığı gibi) azap biriktiriyorsun.” (Romalılar 2:4,5)

Dördüncü bela - at sineği sürüsü – daha derin ve daha etkili bir izlenim bırakmış gibiydi. Firavun, Musa ve Harun’u çağırdı: “Çölde Tanrınız Rabbe kurban kesmeniz için sizi salıveriyorum” dedi. En sinsi teklif bu idi. Eğer Musa ve Harun, Tanrı’nın karakterini ve zihnini bilmiyor olsalar idi, bu tuzağa kolayca düşebilirlerdi. Şeytan, kulları hala onun yönetimi altında devam ettikleri takdirde, onların dindar olmalarına hiç bir itirazda bulunmaz. Onun yetkisini kabul ettikleri sürece, Tanrı’ya istedikleri kadar yüksek ses ile hizmet ettiklerini ikrar edebilirler. Ama eğer, kutsanmış Rabbimize çölde sunulan ayartmada olduğu gibi, yere diz çöker ve ona tapınırlar ise (Matta 4), onlara yüreklerinin tüm arzularını ihsan edecektir. Eğer dünyaya ait kalırlar ise, dünya ve onun değneği kendisine ait olanları sevecektir. Bu yüzden şeytan sürekli olarak şu öğüdü verecektir: “ Bana ve Tanrı’ya hizmet edin. Tanrınıza kurban sunun, ama ülkede kalın.” Kutsal Yazılardan alınan tek bir sözcük tüm bu saçma muhakemeleri gün ışığına çıkaracaktır. “Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı’ya hem de paraya kulluk edemezsiniz.” (Matta 6:24) Tanrı’nın zihnine sahip olan Musa gerçeği ayırt edebiliyordu ve bu nedenle şu yanıtı verir: “Bu doğru olmaz. Çünkü Mısırlılar Tanrımız Rabbe kurban kesmeyi iğrenç sayıyorlar. İğrenç saydıkları b u şeyi gözlerinin önünde yapar isek, bizi taşlamazlar mı? Tanrımız Rabbe kurban kesmek için bize buyurduğu gibi üç gün çölde yol almalıyız.” (Mısır’dan Çıkış 8: 26,27) Musa aldanmadı; Mesih’in, Mısırlıların gözünde değersiz bir obje olduğunu ve olması gerektiğini “Yahudiler için yüz karası, öteki uluslar için de saçmalık olduğunu” biliyordu. (1.Korintliler 1:23) Ve onlar ve O’nun halkı arasında uzlaşması imkansız bir düşmanlık olması gerektiğinden haberdar idi. “Bana zulmettiler ise, size de zulmedecekler.” (Yuhanna 15:20) Mısır, bu yüzden Tanrı’nın halkı için doğru bir yer olamazdı. Böylece Musa, iki şey ekler: İlki, halkın çölde üç gün yol alması gerekmektedir. Buradaki üç sayısı, bu bağlamda önem taşır – ölüm uzaklığı olarak üç günlük yolculuk. ( Çölde Sayım 10:33 ayeti ile karşılaştırın.) O’nun kendilerine buyurduğu gibi, Tanrıları Rabbe kurban sunmaları gerekiyordu. Burada gerçekten temel ve büyük ilkelerden söz edilmektedir. Bizi Mısır’dan ancak ölüm – Mesih ile birlikte ölmek – ayırabilir.

Bu yüzden Pavlus şöyle der: “Bana gelince, Rabbimiz İsa Mesih’in çarmıhından başka bir şey ile asla övünmem. O’nun çarmıhı aracılığı ile dünya benim için ölüdür, ben de dünya [Mısır] için.” (Galatyalılar 6:14) Ne dışsal değişim ne de yenilenme bizi tutsaklık evinden çıkartmayacaktır – ölümden başka hiç bir şey – O’nun adına iman aracılığı ile bizim ölümümüz yapılan Mesih’in ölümü. İkinci olarak, Rabbe itaat edilmesi gerekir. Başka hiç bir yetkiye bir an için bile izin verilmemeli ya da hiç bir yetki kabul edilmemelidir. İtaat, ilk görevdir ve Hıristiyan’ın sorumluluğunun tüm zeminini teşkil eder. Bu yüzden, ölüm aracılığı ile dünyadan ayrılmak, yani dünya ile ilişkiyi tam olarak gerçekten kesmek lazımdır. Eğer Musa Mısır’da kalmaya razı olmuş olsaydı, Firavun’un yönetimini kabul etmiş olacaktı ve bu tutumu Yehova’nın tüm ve mutlak talepleri ile uyuşmayacaktı. Bu iki ilke – dünyadan ayrılmak ve Mesih’e itaat – Rabbin halkının yüreklerine kazınmalıdır. Çünkü bunlar Tanrı halkının gerçek konumunun ve sorumluluğunun temelidirler. Aslında her şey bu iki kaynaktan akar. Musa’nın bu sözlerinden öğrenilecek bir şey daha var. Tanrı’nın Sözü ile uyumlu olmadığı sürece hiç bir hizmet ya da sözde hizmet Tanrı tarafından kabul edilemez. Tapınmanın ve hizmetin Rabbin zihni tarafından yönetilmeleri gerekir. Bu nedenle, bizim iyi ya da dindar saydıklarımız, tapınma ya da iyi işler olarak adlandırdıklarımız değil, O’nun bu konulardaki düşünceleridir. Sonuç olarak, Tanrı Sözü her şeyi sınar, ve Hıristiyan’ın yüreğinde ve vicdanında en önemli ve en üstün yere sahip olmalı ve onun tüm yaşamını düzenlemelidir. Hıristiyanlıktaki tüm bozukluklar, kilisenin tüm başarısızlık ve hataları bu yaşamsal ilkenin ihmal edilmesi yüzündendir. Tanrı Sözü, adımlarımız için tek çıra, yolumuz için tek ışıktır. (Mezmur 119:105) Birey ya da kilise tarafından tek bir insan düzenlemesinin kabul edildiği an, bunu çökme ve çürüme izler; çünkü bir başka yetki Mesih’in yetkisi ile birleşmiş olur. Bunun bir sonucu olarak, her şeyi Tanrı’nın Sözü ile sınamak bizim sorumluluğumuzdur. “Kulağı olan Ruh’un kiliselere ne dediğini işitsin.” (Vahiy 2:11)

Firavun, Musa’nın talebini açık bir şekilde reddetmez; darbenin uzaklaştırılmasını mümkün kılmak için ayak uydurur, anlamazlıktan gelir. Feryadı, “Benim için dua edin” (Mısır’dan Çıkış 8:28) şeklindedir. Musa razı olur, ama kralın ikiyüzlülüğünü gördüğünü göstererek sözlerine şu ciddi uyarıyı ekler: “Rabbe kurban kesmek için halkın gitmesini önleyerek bizi yine aldatmamalısın.” (ayet 29) Ancak sıkıntı son bulduktan sonra, yine her zaman söylediği sözlerin kaydedildiğini görürüz: “Firavun bir kez daha inatçılık etti ve halkı salıvermedi.” (ayet 32) Bundan sonra bir başka yargı geldi; ama firavun darbeden etkilenmedi. En azından herhangi bir pişmanlık belirtisi göstermedi. Bu tutumu çok ciddi bir sonuca neden oldu ve bir sonraki sıkıntının önsözü olarak ifade edebileceğimiz gök gürültüsü ve dolu belasına ilişkin korkunç bir mesaj geldi. (Mısır’dan Çıkış 9:13-19) Kral, darbenin etkisi ile sersemledi ve tekrar kurtarılmayı istedi. Hatta günah işlemiş olduğunu ve Rabbin doğru ve adil olduğunu v.b. dahi itiraf etti ve bundan sonra tekrar güçlü gök gürültüsü ve dolu olmadığı takdirde, halkın gitmesine izin vereceğini bir kez daha vaat etti. (Mısır’dan Çıkış 9:27,28) Firavun’un günahı böylelikle ışığa çıkmış oldu. Günahını gördü ve açıkça söyledi, ama yine de kötü tutumunda devam etmekte direndi – Rabbe olan aşık düşmanlığını sürdürdü. Çünkü günahını itiraf etmesine rağmen, Rab Musa’nın ricasını yanıtlar yanıtlamaz firavun tekrar inatçılık etti ve yüreğini sertleştirdi. Ancak bize, firavunun bu tutumunun Tanrı için bir sürpriz olmadığı defalarca hatırlatılır. Her şey, “Rabbin Musa’ya söylediği gibi” oldu. (ayet 35) Tanrı, sonu başlangıçtan gördü; ama Musa Mısır kralı adına aracılık ettiği zaman, Elini uzaklaştırdı. Tanrı aşikar bir başkaldırı mevcut olduğu zaman bile asla sabırsız değildir. Kendi zamanını bekler – insanların kötülüklerine ve saygısızca davranışlarına tahammül eder ve lütfeder. Eğer O böyle katlanıyor ise, biz de böyle davranmayı kesinlikle öğrenmeliyiz – gözlerimizi O’na çevirerek, O’nun dünyanın gözlerinin önünde Kendi adil yönetimini Kendi zamanında haklı çıkaracağından emin olmamız gerekir. “Rabbin önünde sakin dur, sabır ile bekle.” (Mezmur 37:7)

Çekirge tehdidi ile bağlantılı olarak yeni bir eylem gerçekleşir. Olup bitenlerden paniğe kapılan firavunun hizmetkarları, bu noktada duruma müdahale ettiler ve ona şöyle dediler: “Ne zamana dek bu adam bize tuzak kuracak? Bırak gitsinler, Tanrıları Rabbe tapsınlar. Mısır harap oldu, hala anlamıyor musun?” (Mısır’dan Çıkış 10:7) Böylece, “Musa ve Harun’u firavunun yanına geri getirdiler. Firavun, ‘Gidin, Tanrınız Rabbe tapın’ dedi. ‘Ama kimler gidecek?’ “ (ayet 8) Bu sözleri, yine, sefil kralın sefil sözlerini açıklarlar. Zor durumda kalan kral baskısını gevşetecektir, ama yine de o zaman bile elinden geldiğince çok kişiyi alıkoymak isteyecektir. Sahip olduklarına inatçı bir şekilde yapışır ve öylesine inatçı bir şekilde pazarlık eder ki, mümkün olsa, kimin gidip kimin kalacağı ile ilgili Musa ile tartışacaktır. Ama, “Musa, ‘Genç, yaşlı hep birlikte gideceğiz’ dedi. Oğullarımızı, kızlarımızı, davarlarımızı ve sığırlarımızı yanımıza alacağız. Çünkü Rabbe bayram yapmalıyız.’ Firavun, ‘alın çoluk çocuğunuzu, gidin gidebilirseniz, Rab yardımcınız olsun!’ dedi. ‘Bakın, kötü niyetiniz ne kadar açık. Olmaz. Yalnız erkekler gidip Rabbe tapsın. Zaten istediğiniz de bu.’Sonra Musa ile Harun firavunun yanından kovuldular.” (9-11. ayetler) Bu, hiç kuşkusuz Şeytan’ın kurnazca bir hilesi idi – eğer gidebilirler ise gitmelerine izin vermeye istekli olduğunu söylemek, ama sonra çoluk çocuklarını Mısır’da bırakmalarını talep etmek. Böylelikle Rabbin kurtarmış olduklarının tanıklıklarını boşa çıkartmak ve doğal sevgileri nedeni ile onların üzerinde güçlü bir baskı yaratmak. Çünkü çoluk çocukları Mısır’da kaldıkları takdirde oradan nasıl ayrılabilirlerdi? Şeytan bunu biliyordu ve bu yüzden ayartmasındaki karakter böyle idi. Ve bu tür bir tuzağın içinde bulunan ne kadar çok Hıristiyan mevcuttur! Rabbe ait olduklarını ikrar etmekle birlikte Mısır’dan ayrılırken, ailelerinin arkalarında kalmalarına izin verirler. Bir diğer kişinin söylediği gibi: “Anne ve babalar çölde, çocukları Mısır’da. Tamamen kural dışı olan bir şey. Böyle bir durum, yalnızca yarım bir kurtuluş olurdu; İsrail’e hiç bir yararı olmazdı ve İsrail’in Tanrısı’na onursuzluk getirirdi. Böyle bir şey mümkün değildi. Eğer çocuklar Mısır’da kalırlar ise, anne ve babaların Mısır’dan ayrıldıklarını söylemek zor olurdu, çünkü çocukları onların bir parçaları idiler. Böyle bir durumda söylenebilecek tek şey, halkın bir kısmının Yehova’ya bir kısmının ise Firavun’a hizmet etmeleridir. Ama firavunun Yehova ile hiç bir bağı olamazdı. Rab ya her şeye sahip olmalıdır, ya da hiç bir şeye. Bu Hıristiyan anne ve babalar için önemli bir ilke teşkil eder … Çocuklarımız için Rabbe güvenmek bizler açısından mutlu bir ayrıcalıktır. “Çocuklarımızı Rabbin terbiye ve öğüdü ile büyütmemiz” bizim için bir imtiyazdır. (Efesliler 6:4) Bu h ayranlık uyandıran doğru sözler üzerinde Tanrı’nın huzurunda derin bir şekilde düşünülmelidir; çünkü ailemiz ile tanıklık etmemizin önemi çok büyüktür. Yürüyüşlerinde hatasız olan tanrısayar anne ve babalar, kendileri için bir an bile izin vermeyecekleri uygulamaları çocukları için de geçerli kılmalıdırlar; evleri Mısır’a ait iniltiler ve sesler ile dolu olmamalıdır. Aksi takdirde Musa’nın fark etmiş olduğu şeyin farkına varmamış olurlar; çocuklar, anne ve babaları ile birlikte Tanrı’ya aittirler ve Tanrı’nın yeryüzündeki halkını oluştururlar; bu yüzden, Tanrı’nın lütfu ve Mesih’in ölümü ve dirilişi aracılığı ile kendilerinin kurtarıldıkları yerde çocuklarını bırakmaları, bu kutsanmış gerçeğin inkar edilmesi olur. Anne ve babaların tüm ailenin sorumluluğunu üstlenmesi, bu nedenle hiç bir zaman yeterince vurgulanamaz; anne ve babalar Tanrı’nın önünde çocuklarını Rabbe ait olarak korumalıdırlar, aksi takdirde çocuklarını asla yürümeleri gereken yolda eğitemezler; Tanrı’nın lütfu ve Ruhu’nun işleyişi aracılığı ile O’na ait olduklarını göstererek O’na güvenirler.

Firavun, bu talepler nedeni ile öfkeye kapıldı, ve Musa Harun ile birlikte firavunun huzurundan atıldılar. Bunun üzerine Tanrı’nın gücü aracılığı ile çekirgeler çağırıldı ve “toprağın üzerini öyle kapladılar ki, ülke kapkara kesildi.” (ayet 15) Bu ağır darbenin baskısı altında kalan firavun bir kez daha tekrar Musa ve Harun’u huzuruna çağırttı, onların Tanrıları Rabbe ve onlara karşı suç işlediğini itiraf etti – bağışlanma diledi ve “Tanrınız Rabbe dua edin; bu ölümcül belayı üzerimden uzaklaştırsın” dedi. (16, 17. ayetler) Rab, Musa’nın aracı duasını işitti ve rüzgar, çekirgeleri sürükleyip Kamış Denizi’ne döktü; “Mısır’da tek çekirge kalmadı.” (ayet 19)

O’nun dehşetini ve sözünü hemen unuttuğu için Mısır’ın üzerini üç gün boyunca koyu bir karanlık kapladı. (22,23.ayetler) Bir kez daha “Firavun Musa’yı çağırttı. ‘Gidin, Rabbe tapın’ dedi. ‘Yalnız davarlarınız ile sığırlarınız alıkonacak. Çoluk çocuğunuz sizinle birlikte gidebilir.Musa, ‘Ama Tanrımız Rabbe kurban kesmemiz için bize kurbanlık ve yakmalık sunular da vermelisin’ diye karşılık verdi. ‘Hayvanlarımızı da yanımıza almalıyız. Bir tırnak bile kalmamalı burada. Çünkü Tanrımız Rabbe tapmak için bazı hayvanları kullanacağız. Oraya varmadıkça hangi hayvanları Rabbe sunacağımızı bilemeyiz.’ “ (24-26.ayetler)

Konu, Rabbe hizmet etmek için Mısır’dan ayrılmak idi. Rab bu nedenle, yalnızca halkını değil, ama aynı zamanda onların sahip oldukları her şeyi de talep etti. Bu ifadesi ile Musa, firavunun ünvanını hiçe indirmiş oldu. Bunun aksi şekilde hareket etmek, firavunun yetkisini kabul etmek anlamına gelecekti. Firavun gerçekten de Tanrı halkının düşmanı idi; Tanrı’nın iradesine karşı çıkarak Tanrı’nın halkını tutsak ediyordu. Böyle olduğu için Musa onun taleplerini reddetti. Ayrıca, Tanrıları Rabbe kurban sunmak için gidiyorlardı ve Mısır’dan kurtarılana kadar Tanrı’ya ne ile hizmet etmeleri gerektiğini bilmiyorlardı. Bu yüzden firavunun taleplerine bir an için bile izin verilemezdi. Burada Musa’nın sözlerinde ilk sırayı alan önemli bir ilke bulunur; Tanrı, bizi olduğu kadar sahip olduğumuz her şeyi de ister. Bu konu ile ilgili her şeyin O’nun hizmetine sunulması gerekir. Bize O verir, ve bizden O talep eder. Aynı örneği, Davut tapınak için malzeme tedarik ederken de görürüz. “Her şey Sendendir. Biz ancak senin elinden aldıklarımızı sana verdik.” (1 Tarihler 29:14) Tanrı’nın halkı olarak dünyadan almamamız gerekir; İbrahim bile Sodom kralı tarafından zengin kılınmayı reddetti. (Yaratılış 14:22,23); aynı şekilde Rabbin bize vermiş oldukları üzerinde dünyanın her talebini de reddetmemiz gerekir. Bir tırnak bile arkada bırakılmamalıdır, çünkü Rabbin kurban olarak talep edeceği şey bu tek tırnak bile olabilir. Aynı zamanda, Musa’nın sözlerine rağmen, Mısır’da Tanrı’nın düşüncesinin ne olduğunun öğrenilememesi de çok şaşırtıcıdır. Halkın, ölüm ve diriliş aracılığı ile Mısır’dan kurtarılması ve oradan ayrı tutulması gerekiyordu; sonra O’nun hizmetinin doğası hakkında eğitileceklerdi. Böylelikle firavun Tanrı’nın halkı ile ilgili kendisinden talep edilen her şeye karşı çıkmasına rağmen, onun sinsi davranışları ile olup bitenlere ayak uydurduğunu görüyoruz; çünkü Yehova’nın eli yargılamak için kalkar ve bir biri ardına firavunun ve ülkesinin üzerine iner, öyle ki, firavun onların gücüne mecbur kalsın. Ama her şeye rağmen şimdi daha da büyük bir inatçılık gösterir; lütfa, uyarıya ve yargıya rağmen hızla felaketine sürüklenmektedir. “Ancak Rab firavunu inatçı yaptı, firavun İsraillileri salıvermeye yanaşmadı. Musa’ya, ‘Git başımdan’ dedi, ‘Sakın bir daha karşıma çıkma. Yüzümü gördüğün gün ölürsün.’ Musa, ‘Dediğin gibi olsun’ diye karşılık verdi, ‘Bir daha yüzünü görmeyeceğim.’” (27-29.ayetler)

Bunun üzerine Rab, Musa’yı Mısır’dan çıkmak üzere hazırlamak amacı ile eğitmeye başlar.

“Firavunun ve Mısır’ın başına bir bela daha getireceğim. O zaman gitmenize izin verecek, sizi buradan adeta kovacak. Halkına söyle, kadın erkek herkes komşusundan altın, gümüş eşya istesin.” Rab İsrail halkının Mısırlılar’ın gözünde lütuf bulmasını sağladı. Musa da Mısır’da firavunun görevlilerinin ve halkın gözünde çok büyüdü. (Mısır’dan Çıkış 11:1-3)

Böylece tüm hazırlıklar tamamlandı; ve Musa bunun ile ilgili olarak son mesajını bildirir – elçisi olduğu Tanrı’nın görkemine gerçekten yakışan vakar ve saygınlık dolu bir mesaj. Bu mesajın içeriği bir sonraki bölümde gözden geçirilecektir. Görevini tamamlamış olan Musa, “firavunun yanından büyük bir öfke ile ayrıldı.” (11:8) Musa, şimdi Tanrı’nın düşüncesi ile tam bir iletişim içinde idi; firavunun günahına karşı kutsal bir öfke ile dolu idi. (Markos 3:5 ayeti ile karşılaştırın) Tüm korkaklığı ve çekingenliği yok olmuştu ve kralın önünde sakin ve korku duymadan, Yehova’nın yetkisi ile bilinçli bir şekilde donanmış olarak duruyordu. Ama Rabbin daha önceden de söylemiş olduğu gibi, ve şimdi tekrar ettiği gibi, firavun boyun eğmeyecekti. “ “Mısır’da şaşılası işlerim çoğalsın diye firavun sizi dinlemeyecek. Musa ile Harun firavunun önünde bütün bu şaşılası işleri yaptılar. Ama Rab firavunu inatçı yaptı. Firavun, İsraillileri ülkesinden salıvermedi.” (9, 10. ayetler)


1. Dr. SMITH’in Dictionary of the Bible (Kutsal Kitap Sözlüğü)adlı eserinden alıntı. “Sivrisinek” konusuna ve diğer tanklılara bakınız.

2. WILKINSON’un Ancient Egyptians (Eski Mısırlılar (4. 287-289), Smith’in Kutsal Kitap sözlüğündeki “Güneş” başlıklı yazısından alıntı.