Çölde Sayım 8
“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘Harun’a de ki, yedi kandili kandilliğin önünü aydınlatacak biçimde yerleştirsin.’ Harun söyleneni yaptı. Rabbin Musa’ya buyurduğu gibi, kandilleri kandilliğin önüne yerleştirdi. Kandillik, ayağından çiçek motiflerine dek dövme altından, Rabbin Musa’ya gösterdiği örneğe göre yapıldı.” Çölde Sayım 8:1-4.
Önceki paragraf okunduğu zaman okuyucunun dikkatini çeken iki şey vardır. Birincisi, altın kandilliğinin şeklinin konumu ve ikinci olarak da hangi tarza göre yapılmış olduğu. Kandilliğin bu yerde takdim edilen ordugahın mobilyasının tek parçası olması dikkat çekicidir. Burada altın sunak ve altın masa ile ilgili hiç bir bilgiye sahip değiliz. Önümüzde olan yalnızca kandilliktir ve 4.bölümde olduğu gibi, kutsal masanın lacivert bezi ve porsuk derileri ordugah başka yere taşınır iken kullanılacaklar idi. Burada söz edilen kandilliğin örtülmesi değil ışık vermesidir. Önderlerin sunuları ve Levililerin adanması sırasında kandillik gizemli ışığını Rabbin buyruğu ile uyumlu olarak ortaya koyar. Çölde ışıktan ayrı kalınamaz ve bu nedenle altın kandilliğin örtüsünün kaldırılması ve Tanrının tanıklığı için parlamasına izin verilmesi gerekir. Bu konunun her şeyin en önemli noktasının olduğunu her zaman hatırlamak gerekir. Bu ya önderlerin durumunda olduğu gibi özümüzün sunusu olabilir ya da Levililerin durumunda olduğu gibi kişiliğimizin adanması olabilir. Her şeyin ya da birinin görebileceği herhangi bir şeyin gerçek değeri yalnızca konutun ışığında mevcuttur.
Kitabımızın bu kısmının tamamında yer alan ahlak düzeni bu nedenle çarpıcı ve güzeldir. Ve gerçekten de tanrısal mükemmelliktedir. 7.bölümde önderlerin özgürlüğünün uzatılmış ifadesini okuduktan sonra şimdi biz kendi bilgeliğimiz ile düzende yer alan bundan sonraki kısmın Levililerin adanması olduğunu düşünebiliriz; bu şekilde kesintisiz bir bağlantı ile kişiliklerimizi ve sunularımızı” takdim edeceğimizi varsayabiliriz. Ama hayır! Tanrının Ruhu ordugahtaki ışığın araya girmesine neden olur, öyle ki, biz çölde tüm özgürlük ve hizmetin gerçek objesini öğrenebilelim.
Burada çok sevecen bir ahlaki sahiplenme mevcut değil midir? Ruhsal olan hangi okuyucu bu gerçeği görme konusunda başarısız olabilir? Bu bölümde neden buhur dumanı ile birlikte altın sunak yer almaz? Neden üzerinde on iki ekmek somununun bulunduğu altın masa yoktur? Çünkü bunların hiç birinin önceden olanlar ile ya da sonradan olacaklar ile en küçük bir ahlak bağlantıları yoktur. Ancak altın kandillik her ikisi ile de bağlantılı durur ve bize tüm özgürlüğün ve tüm işin ordugahtaki ışıkta görülmesi gerektiği gösterilir. Öyle ki, onun gerçek değerini kavrayabilelim. Bu, önemli bir çöl dersidir ve burada bize örnek ile öğretilebilecek kadar bereketli bir şekilde öğretilebilir. Çölde Sayım kitabındaki ilerlememizde sunağın adanması sırasında topluluğun büyük başlarının geniş yürekli özgürlüğünün durumunu biraz önce okumuş bulunuyoruz. Ve şimdi Levililerin adanmışlığına ilişkin kaydı okumak üzereyiz. Ama bölümü esin ile kaleme alan yazar biri ve diğeri arasında ara verir, öyle ki, ordugahın ışığı her ikisinin üzerinde de parlayabilsin.
Tanrısal düzen böyledir. Kutsal Yazılarda bir bütün olarak kitabın ve her kitabın kısım ve paragraflarının tanrısal mükemmelliğini göstermeye eğilimli olarak yer alan on bin örnekten birinin bu olduğunu söyleyecek cesarete sahibiz. Ve mutlu ve yoğun bir şekilde sevinçliyiz, çünkü incelememizde okuyucumuz ile birlikte yol alır iken bu değerli örnekleri ona işaret edebiliyoruz. Böyle yapmak ile okuyucumuza iyi bir örnek verdiğimizi düşünüyoruz. Ve aynı zamanda Babamızın lütfederek bizim için kaleme aldırdığı bu değerli kitap bizim alçakgönüllü övgülerimizi takdim etmektedir. Ama çok iyi biliyoruz ki, bu değerli kitabın bizim zavallı tanıklığımıza ya da ölümlü kalemimize veya ölümlü dilimize ihtiyacı yoktur. Ama esin ile yazılmış her şeye boş saldırılarda bulunan düşmanın yüzü karşısında tanıklıkta bulunmak bizim için yine de sevinçtir. Bu tür saldırıların gerçek kaynağı ve karakteri Kitap’ın sınırsız derinlikleri ve tanrısal mükemmellikleri ile giderek daha canlı ve deneysel hale dönüşecek ve daha çok görünecektir. Ama aslında kutsal yazıların kanıtları içseldir; onların üzerimizdeki güçlü etkisi ahlak yüceliklerinin aslından daha az değildir-Kutsal Yazıların karakterin ve tutumun en derin köklerini yargılama gücü vardır ve bu onların hayran olunacak yapılarından daha az değildir; Kutsal Yazıların tüm kısımlarında tanrısal olduklarının savunmasına ilişkin en güçlü kanıtlar mevcuttur. Bana kendimi ifşa eden ve yüreğimde olan her şeyi söyleyen bir kitap, doğamın en derin ahlak kaynaklarını çıplak hale getiren, beni tümü ile yargılayan ve aynı zamanda bana benim her ihtiyacımı karşılayan O’nu açıklayan bir kitap – böyle bir kitap içinde kendi kimlik kartına sahiptir; insanların referans mektupları için kıvranmaz ve bunlara ihtiyacı yoktur. İnsanın ne iyiliğine ne de gazabının dehşetine gereksinme duymaz. Çoğu zaman farkına vardığımız şudur: Kutsal Kitap’ı değerlendirir iken Samiriyeli kadının Rabbimiz hakkında yürütmüş olduğu mantığı kullanmamız gerekir. Bu Samiriyeli kadının Rabbimiz hakkında varmış olduğu sonuç gibi sağduyulu bir sonuca ulaşmamız gerekir. Bu basit düşünebilen mutlu ve mantıklı kadın şöyle demiş idi: “Gelin ve yaptığım her şeyi bana söyleyen adamı görün. Acaba Mesih bu mudur?” Buna eşit bir mantık gücü ile biz de şu sözleri söyleyemez miyiz? “Gelin ve bana yapmış olduğum her şeyi söyleyen kitabı görün; Tanrının Sözü bu değil midir?” Evet, gerçekten de öyledir ve yalnızca bu kadar da değildir; ama Tanrının kitabının bize yalnızca her zaman ne yapmış olduğumuzu değil, ama aynı zamanda düşündüğümüz her şeyi ve söylediğimiz her şeyi ve tam olarak ne olduğumuzu kanıtlayabiliriz. Romalılar 3:10:18; Matta 15:19.
Ama bu bizim dışsal kanıtları küçümsediğimiz anlamına mı gelir? Hayır, kesinlikle ilgisi yok. Biz dışsal kanıtlardan zevk alırız. Kutsal Yazıların tanrısal esinlemesindeki yürek güvenliğinin temellerini güçlendirmek için her delil ve her kanıtın değerini takdir ederiz. Ve bu tür malzemeye bolluk ile sahip olduğumuz kesindir. Kitabın kendisinin tüm çarpıcı gerçekleri ile birlikte tarihi bile kanıt gelgitinin kabarması için büyük bir akıntı oluşturur. Kitabın kompozisyonunun tarihi; korunmasının tarihi; dilden dile yapılan çevirisinin tarihi ve tek bir sözcük ile söyleyecek olur isek yeryüzünün geniş alanı içinde kitabın tüm tarihi tanrısal orijininin savunması ile insan mantığını aşan ve güçlü olan bir kanıt oluşturur. Örneğin, kitabın binlerce yıldır korunduğu gerçeği, onun en buyurgan özelliklerinden biridir. Eğer yapabilseler idi, onu koruyan kişilerden hangisi onu sonsuz kayıtsızlığa isteyerek emanet eder idi? Bu, bir gerçeğin ifade edilişi değil midir? Evet, ve bu eşsiz ve paha biçilmez Cildin muhteşem tarihinde bunun gibi pek çok gerçek mevcuttur.
Ama dışsal kanıtların değerini ortaya koymak için bir sayfa kenarına elverdiğince genişlik için izin verildikten sonra biz şimdi sarsılmaz bir karar ile şu ifademize geri dönüyoruz. Kitabın kendisinden parlayan kanıtlar kuşkucu ve sadık olmayan bir muhalif gelgiti kendiliğinden ortadan kaldırmak için güçlü bir savunma teşkil ederler.
Ancak yine de biz şimdi Çölde Sayım kitabındaki altın kandillik ile ilgili dikkat çekici konum üzerinde düşünür iken, yönlendirilmiş olduğumuz bu düşünce dizisinde daha fazla inceleme yapmayacağız. Değeri eşsiz Kutsal Kitabımız ile ilgili tanıklık yapar iken, kendimizi bu kadarını söylemek zorunda hissettik. Ve şimdi bunu söyledikten sonra bölümümüze geri dönüyoruz ve onun başlangıç paragrafındaki kapsamın içeriğinde bulunan konuları bir araya getirmek istiyoruz.
“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi, ‘Harun’a de ki, yedi kandili kandilliğin önünü aydınlatacak biçimde yerleştirsin.” Çölde Sayım 8:1,2. Bu yedi kandil tanıklık eden Ruh’un ışığını ifade ederler. Kandilliğin dökme gövdesine bağlı olan bu kandiller Mesih’in örneğini teşkil ederler; Mesih kişiliği ve işi ile kilisedeki Kutsal Ruh’un çalışmasının temelidir. Her şey Mesih’e bağlıdır. Kilisedeki, bireysel imanlıdaki ya da İsrail’deki ışığın her ışını yalnızca Mesih’den akar.
Verilen örnekten öğrendiğimizin hepsi bu değildir. “Yedi kandil, kandilliğin önünü aydınlatacak biçimde yerleştirilmişlerdir.” Eğer bu örneği Yeni Antlaşma dili ile ifade edecek olsa idik, o zaman Rabbimizin bize söylediği şu sözlerden alıntı yapmamız gerekir: “Sizin ışığınız insanların önünde öyle parlasın ki, iyi işlerinizi görerek göklerdeki Babanızı yüceltsinler.” Matta 5:16. Kutsal Ruhun gerçek ışığının parladığı her yerde her zaman Mesih için açık bir tanıklık ortaya çıkacaktır. Bu tanıklık, dikkati kendisine değil, Mesih’e çekecektir. Ve Tanrıyı yüceltmenin şekli budur. “Yedi kandil, kandilliğin önünü aydınlatacaktır.”
Bu gerçek, tüm imanlılar için çok önemli ve pratik bir gerçektir. Gerçek ruhsal işin sağlayabileceği en güzel kanıt doğrudan Mesih’i yüceltmeye eğilimlidir. Eğer işçinin yaptığı işe dikkat çekmek istenir ise, ışık sönükleşmi olur ve ordugahın görevlisi mum makaslarını kullanmak zorunda kalır. Kandilleri yakmak Harun’un görevi idi ve o Harun söyleneni yapar idi. Başka bir deyiş ile bizim imanlılar olarak teslim olmak zorunda olduğumuz ışık, yalnızca Mesih’in üzerinde temellenmiş değildir, ama aynı zamanda tüm gece boyunca her an O’nun tarafından korunur. Bizler, O’nsuz hiç bir şey yapamayız. Altın gövde kandilleri destekliyor idi, kahinin eli yağı sağlıyor ve mum makaslarını kullanıyor idi. Her şey Mesih’te, Mesih’ten ve Mesih aracılığı ile idi.
Ve ayrıca her şey Mesih için idi. Kutsal Ruhun ışığı – ordugahın gerçek ışığı – bu çöl dünyada her nerede parlar ise, o ışığın objesi İsa’nın adını yüceltmek için parlar. Kutsal Ruh tarafından her ne yapılır ise, her ne söylenir ise, her ne yazıldı ise, hedefi, Kutsal Olan’ın yüceltilmesi idi. Ve biz çok emin olarak şunu söyleyebiliriz: her ne söylenir ise söylensin, eğer hedefi Mesih’i yüceltmek değil ise o zaman Kutsal Ruh’tan değildir. Çok yoğun miktarda işler yapılabilir, görünürde çok büyük miktarlarda sonuçlara ulaşılabilir, yalnızca insanın dikkatini çekmek için hesaplanmış bir nicelik ve bilgi sağlayışı için insan alkışı olabilir ve yine de altın kandilliğin tek bir ışını bile tüm bunlarda mevcut değildir. Ve bunun nedeni nedir? Çünkü yapılan iş ve bu iş ile ilgilenen kişilere dikkat çekilmesi amacı güdülür. Mesih yerine, insan, insanın söyledikleri ve insanın yaptıkları yüceltillir. Işık, yüce Başkahin’in elinin sağladığı ışıktan kaynaklanmaz. Ve bunun bir sonucu olarak ışık sahtedir. Bu ışık kandilliğin önünü aydınlatacak biçimde parlamaz, bazı zavallı ölümlülerin adları ve işlerinin önünü aydınlatacak şekilde parlar.
Tüm bunlar çok ciddi konulardır. Ve bizim büyük dikkatimizi talep ederler. Bir insanın ya da işinin dikkat çekmesi halinde o nihai tehlike her zaman mevcuttur. Eğer dikkat Rab İsa Mesih’in kendisinden başka herhangi bir şeye ya da herhangi bir kişiye çekiliyor ise o zaman şeytanın hedefine ulaştığından emin olunabilir. Bir iş mümkün olan en sade biçimde yapılabilir, ama eğer işçi kutsal bir uyanıklık ve ruhsallık ile işini yapmıyor ise, ya da işinin sonuçları kutsal ve ruhsal değiller ise, o zaman bu iş genel bir dikkat çekebilir ve işçi şeytanın tuzağına düşebilir. Şeytanın en büyük ve en amansız işi Rab İsa’yı lekelemektir. Ve eğer bunu imanlı hizmeti gibi görünen işler aracılığı ile yapabilir ise, bu onun açısından başarabilmiş olduğu en büyük zafer olur. Bir işi İsa Mesih’in adından ayırmayı sağlayabildiği takdirde, o işin yapılmasına itirazda bulunmaz. Hatta elinden geliyor ise, o yapılan işe kendisini de dahil edecektir. Bir zamanlar kendisini nasıl Tanrının oğulları arasında takdim etti ise, şimdi kendisini yine aynı şekilde Mesih’in hizmetkarları arasında takdim edecektir. Ama şeytanın hedefi her zaman tektir ve aynıdır, yani Rabbi lekelemek ve O’nun yüceliğine gölge düşürmektir. Elçilerin İşleri 16. Bölümde yer alan genç kıza Mesih’in hizmetkarlarına tanıklık etmesi ve şunları söylemesi için izin verdi. “Bu adamlar yüce Tanrının kullarıdırlar, size kurtuluş yolunu bildiriyorlar.” Elçilerin İşleri 16:17. Ama bu yalnızca bu hizmetkarları tuzağa düşürmek ve onların yaptıkları işleri bozmak için tasarlamış olduğu bir plan idi. Şeytan tüm çabalarına rağmen yine de yenilmiş idi çünkü Pavlus ve Silas’tan çıkan ışık ordugahtaki gerçek ışık idi ve yalnızca Mesih için parlardı. Pavlus da Silas de kendileri için bir yücelik aramadılar ve bu genç kızın tanıklığını reddettiler ve O’nun adını kullanarak kendilerini yüceltmek yerine Efendilerinin yüceliği uğruna acı çekmeyi tercih ettiler.
Burada verilen örnek Rabbin tüm işçileri için geçerli olan çok yerinde bir örnektir. Ve eğer bir an için Elçilerin İşleri 3.bölüme dönecek olur isek, orada yine bir başka çarpıcı örnek ile karşılaşırız. Burada ordugahın ışığı felçli adamın üzerinde parlayarak ortaya çıkar. Ve istemeyerek de olsa dikkat işçilerin üzerine çekildiği zaman, Petrus ve Yuhanna’nın hemen kutsal bir kıskançlık ile görkemli Efendilerini öne çıkartıp yücelttiklerini ve tüm övgüyü O’na verdiklerini görürüz. “Bunu gören Petrus halka şöyle seslendi:’Ey İsrailliler, buna neden şaştınız? Neden gözlerinizi dikmiş bize bakıyorsunuz? Kendi gücümüz ya da dindarlığımız ile bu adamın yürümesini biz sağlamışız gibi..! İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Tanrısı, atalarımızın Tanrısı OĞLU İSA’YI yüceltti.” Elçilerin İşleri 3:12,13.
Burada gerçekten de “yedi kandilin kandilliğin önünü aydınlattığını” görüyoruz. Ya da başka bir deyiş ile Kutsal Ruh’un ışığının yedi katlı ve mükemmel bir şekilde İsa’nın adına dair tanıklık verdiğini görüyoruz. Kutsal Ruh’un ışığının bu sadık kapları “Neden gözlerinizi dikmiş bize bakıyorsunuz?” diye karşılık verdiler. Burada açıkgöz sinsilere yer ve hak tanınmadı. Işık yeterince parlıyor idi. Eğer bu elçiler ışıkta olmasalar idi, hiç kuşkusuz kendilerini övmek için bu fırsatı kullanabilirler idi. Bu an, elçilerin kendi adlarını bir görkem halesi ile çevreleyebilecekleri bir an idi. Kendilerini ünün doruğuna çıkartabilir ve saygınlığı ve mucizenin kaynağını kendilerine yönlendirerek binlerce kişinin kendilerine tapınmasına neden olabilirler idi. Ama eğer böyle yapmış olsalar idi, Efendilerinden çalmış olurlar, tanıklığı sahte tanıklık haline getirmiş, Kutsal Ruhu kederlendirmiş ve yüceliğini asla bir başkasına vermeyecek Olan’ın adil yargısını üzerlerine çekmiş olacaklar idi.
Ama hayır! Yedi kandil bu ilginç anda Yeruşalim’de ışıl ışıl parlıyor idi. O zaman gerçek kandillik, tapınakta değil, Süleyman’ın verandasında idi. En azından yedi kandil orada idiler ve atandıkları görevi en kutsal şekilde yerine getiriyorlar idi. Bu onurlu hizmetkarlar kendileri için yücelik aramadılar ve hemen oradaki topluluğun hayret içindeki bakışlarını kendilerinin üzerinden uzaklaştırmak için tüm enerjilerini kullandılar ve yüceliği tek layık Olan’a verdiler. O tek yüceliğe layık Olan, göklere yükselmiş olmasına rağmen hala Kutsal Ruh aracılığı ile yeryüzünde çalışıyor idi.
Elçilerin İşleri sayfalarından başka pek çok örnek çıkartılabilir; ama yedi kandili ile altın kandillikte öğretilen büyük pratik ders yüreklerimizi etkilemek açısından yeterli olacaktır. Şu anda bizler bu derse ya da öğretişe olan ihtiyacımız konusunda yeterince duyarlıyız. İşçi ve işi için her zaman var olan tehlike şudur: Efendiden daha fazla dikkat çeken objeler olmak! Bu konuda ayık ve uyanık olalım! Bu durum üzücü bir kötülük sergiler. Her zaman İsa’nın adını yüceltmek için çalışan Kutsal Ruhu kederlendirir. Dağda göklerden kulaklarımıza ve yüreklerimize “Bu benim Sevgili Oğlum’dur ve Ben O’ndan hoşnudum; O’nu dinleyin!” diyen Babayı da gücendirir. Her gözün İsa’nın üzerine dikildiği, her yüreğin İsa ile meşgul olduğu ve sonsuz ve evrensel tek feryadın “ Layık olan yalnız Sen’sin !” diyen göksel zihne doğrudan ve kesin bir düşmanlıktır.
Tüm bunlar üzerinde düşünelim; derin düşünelim ve bunu alışkanlık haline getirelim; öyle ki, insanı yücelten her şeye ve benliğe bir sınır çizelim, işlerimiz, sözlerimiz ve düşüncelerimiz “Tek Layık Olan’ı” yüceltsinler. Yumuşak huylu ve alçakgönüllü İsa’nın ruhunun bizi yürümek ve hizmet etmek için yönlendireceği her yerde bulunabilelim. Özetleyecek olur isek, her gün öylesine Mesih’te kalalım ve her an O’ndan öylesine alalım ki, aldığımız o saf yağ ile ışığımız, biz o ışığı düşünmeksizin parlayabilsin ve O’nun adı övülsün; her şeye O’nda sahibiz ve O olmadan kesinlikle HİÇ BİR ŞEY yapamayız.
Çölde sayım kitabının sekizinci bölümünün geri kalan kısmı, daha önceden 3.ve 4.bölümdeki notlarımızda işaret etmiş olduğumuz Levililerin adanması ile bağlantılı olan törenselliğin kaydını içerir.