Çölde Sayım 10
“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘Dövme gümüşten iki borazan yapacaksın; bunları topluluğu çağırmak ve halkın yola çıkması için kullanacaksın. İki borazan birden çalındığı zaman tüm topluluk senin yanında, Buluşma Çadırının önünde toplanacak. Yalnız bir borazan çalınır ise önderler, İsrail’in oymak başları senin yanında toplanacaklar. Borazan kısa çalınınca doğuda konaklayanlar yola çıkacak. İkinci kez kısa çalınınca da güneyde konaklayanlar yola çıkacak. Borazanın kısa çalınması oymakların yola çıkması için bir işarettir. Topluluğu toplamak için de borazan çaldırt, ama kısa olmasın. Borazanları kahin olan Harun oğulları çalacak. Borazan çalınması sizler ve gelecek kuşaklar için kalıcı bir kural olacak. Sizi sıkıştıran düşmana karşı ülkenizde savaşa çıktığınız zaman borazan çalın. O zaman Tanrınız Rab sizi anımsayacak ve sizi düşmanlarınızdan kurtaracak. Sevinçli olduğunuz günler – kutladığınız bayramlar ve Yeni Ay Törenleri’nde – yakmalık sunular ve esenlik kurbanları üzerine borazan çalacaksınız. Böylelikle Tanrınızın önünde anımsanmış olacaksınız. Ben Tanrınız Rabbim.” Çölde Sayım 10: 1-10.
Okuyucu için bu ilginç bölümünü tamamen alıntı olarak aktardık, öyle ki okuyucu esin ile yazılmış bu bölümün hepsini okuyabilsin ve “gümüş borazanlar” ile ilgili bilgiye sahip olabilsin. Borazanlar çarpıcı bir uyum içinde devreye girerler; İsrail’in tüm tarihi, yani yalnızca geçmişte değil ama gelecekte de borazanların önemi büyüktür. Borazanın sesi sünnetli her kulağa tanıdık gelir. Tanrı, düşüncelerini borazan sesi ile iletiyor idi. Ve bunu topluluğun her bir üyesi tanıklık ettiği kaynaktan ne kadar uzak olur ise olsun duyup anlayabileceği bir sadelik ile yapıyor idi. Tanrı o büyük topluluktaki her bir kişi ile tek tek ilgilendi. Kişiler borazanın çalındığı yerden ne kadar uzakta olurlar ise olsunlar borazan sesinin tanıklığındaki tanrısal sesleri duymaları gerekiyor idi.
Her borazanın “tek” bir parçadan yapılması gerekiyor idi. Ve borazanlar çifte amaç yerine getirirlerdi. Başka bir deyiş ile obje ve pratikteki sonuç değişkenlik gösterse bile tanıklığın kaynağı tek idi. Kamp kurulan yerdeki her hareket borazan sesinin sonucuna göre olmalı idi. Topluluk şölen sevinci ve tapınma ile mi bir araya gelmeli idi? Bunu belirli bir borazan sesi ifade eder idi. Oymakların düşmana karşı safa dizilmeleri mi gerekiyor idi? Yine bir başka borazan sesi bunu belirlerdi. Özetleyecek olur isek, topluluğun duruşu ya da savaşa hazırlanışı; müzik aletleri ve savaş silahları – hepsi – hepsi gümüş borazan ile belirtilir idi. Borazanın o tanıdık sesinin sonucu olmayan şölen, kutlama, inanç ya da savaş ile ilgili her hareket ancak huzursuz ve teslim olmamış bir iradenin ürünü olabilir idi ve elbette ki Yehova bu hareketi hiç bir şekilde kutsayamaz idi. Çöldeki göçmen Tanrı halkı nasıl bulutun hareketine göre eyleme geçiyor ise aynı şekilde borazanın sesine bağımlı olarak hareket etmek zorunda idi. Bu özel şekilde iletilen Tanrı tanıklığı İsrailin binlerce kişisinin hareketini yönetmekte idi.
Ayrıca bunun da ötesinde borazanları kahinler olan Harun’un oğullarının çalması gerekiyor idi. Çünkü tanrının düşüncesi yalnızca kahinler tarafından bilinebilir ve Tanrıya ancak kahinler yaklaşabilir ve sadece onlar Tanrı ile paydaşlık yapabilirler idi. Tanrının konutunda tanrısal hizmet vermek yalnızca kahin ailesine ait olan yüce ve kutsal bir ayrıcalık idi. Kahinler bulutun ilk hareketini izlerler ve bunu kampın en uzak köşelerinde bulunan kişilere kadar iletirler idi. Kahinler borazanı belirli bir ses tonu ile çalmaktan sorumlu idiler ve askeri ordunun her üyesi hemen o anda kesin itaat gösterme konusunda eşit derecede sorumlu idiler. Buyruk sözü iletilmeden hareket etme konusundaki herhangi bir girişim ya da söz iletildikten sonra harekete geçmeyi reddetmek kesin bir başkaldırı olarak görülür idi. Herkesin tanrısal tanıklığı beklemesi ve buyruk verildiği an hemen ışıkta yürümesi gerekiyor idi. Tanrısal tanıklık gelmeden harekete geçmek karanlıkta yürümek anlamına gelirdi; ya da tanıklık geldiği zaman harekete geçmeyi reddetmek karanlıkta kalmayı ifade eder idi.
Bu konu çok basittir ve derin bir uygulamaya sahiptir. Çöldeki topluluğun durumunda tanıklığın güç ve uygulamasını görmekte zorluk ile karşılaşmayız. Ancak tüm bunların birer örnek olduğunu hatırlayalım ve ayrıca bizim öğrenmemiz için yazıldıklarını aklımıza getirelim. Bu nedenle bu konuyu iyice incelememiz gerekir; gümüş borazanın tek başına olan hoş düzenlemesinde bulunan önemli ve pratik dersi öğrenmeye gayret etmeye ve bu büyük derse değer vermeye çağrıldık; bu çağrı bir buyruktur. Hali hazırdaki durumda bundan daha yerinde ve uygun olan başka bir şey yapılamaz idi. İmanlı okuyucunun bize öğretilen derse çok büyük bir dikkat vermesi gerekir. Dersin içeriği şudur: Tanrı halkı yapacağı her harekette tanrısal tanıklığa tam ve mutlak bir şekilde bağımlıdırlar. Bize verilen örnekteki dersi bir çocuk bile anlayabilir idi. Çöldeki topluluk borazanın sesini duyana kadar kutlama ya da inanç ile ilgili bir konu için bir araya gelemezler idi. Aynı şekilde savaşçı adamlar da sünnetsiz düşmana karşı çıkmak için alarm sinyali verilene kadar savaş zırhlarını giyip toplanamazlar idi. Tapınmaları, savaşmaları, yolculuk etmeleri ve durmaları borazan sesine itaat etmeleri ile gerçekleşir idi. Hareketleri hiçbir şekilde hoşlandıklarına ya da hoşlanmadıklarına, düşüncelerine, fikirlerine ya da yargılarına bağlı değil idi. Her şey sadece ve tam olarak hemen itaat etmeleri ile ilgili idi. Yaptıkları her hareket kahinler tarafından bildirilen Tanrının tanıklığına bağlı idi. Tapınanın şarkısı ve savaşçının bağırması yalnızca Tanrının tanıklığının birer ürünü idiler.
Ne kadar güzel! Ne kadar çarpıcı! Ne kadar öğretici! Ve şunu da ekleyelim, ne kadar pratik! Neden bu konu üzerinde bu kadar duruyoruz? Çünkü bize gün için verilen payın öğrenilmesine ihtiyaç duyulan bir ders içerdiğine kesinlikle inanıyoruz. Eğer bir özellik şimdiki zamanın özelliğinden daha karakteristik ise o zaman bu, tanrısal yetkiye boyun eğdiği içindir – gerçek, itaat ve öz teslimiyet talep ettiği zaman olumlu bir direniş gösterir. Gerçek, tanrısal doluluk ve netlik ile Mesih’teki bağışlanmamızı, kabul edilmemizi, yaşamımızı, doğruluğumuzu ve sonsuz güvencemizi ortaya koyduğu sürece her şey yolundadır. Gerçek dinlenir ve gerçekten zevk alınır, ama gerçek, bizi cehennemin alevlerinden kurtarmak yaşamını feda eden biricik Rabbimizin taleplerinin ve yetkisinin konusu haline gelir. Ve bize cennetin sonsuz sevinçlerini takdim eder; zorlukların her şekli başlar; her tür mantık ve soru ortaya atılır, ön yargı bulutları canı sarar ve anlayışı karanlık hale getirir; gerçeğin keskin ucu binlerce şekilde körleşir ya da bükülüp kıvrılır. Borazanın sesi beklenmez ve borazan Tanrının Kendisinin çalacağı kadar net bir şekilde çalındığı zaman, buyruğa karşılık verilmez. Durmamız gereken zamanlarda hareket ederiz ve hareket etmemiz gereken zamanlarda dururuz.
Değerli okuyucu, bunun sonucunun ne olması gerekir? Ya hiç bir gelişme olmaz ya da yanlış yönde bir gelişme olur. Yanlış yönde bir gelişme hiç bir gelişme olmamasından daha kötüdür. Kendimizi Rabbin sözüne tam olarak teslim etmediğimiz sürece tanrısal yaşamda ilerlememiz kesinlikle mümkün değildir. Tanrısal merhametin zengin bereketleri ve Kurtarıcının kanının kefaret eden kanı aracılığı ile kurtulmuş olabiliriz ama Mesih tarafından kurtarılmış olduğumuz için tatmin olmuş şekilde dinlenecek ve az bir ölçüde bile olsa O’nunla yürümek ve O’nun için yaşamak için istek duymayacak mıyız? O’nun tamamladığı kurtuluş işini O’nunla daha derin bir paydaşlık mahremiyeti ve her konuda O’nun yetkisine daha tam bir boyun eğiş ile kabul etmeyecek miyiz? İsrail borazan sesine göre hareket etmeyi reddetmiş olsa idi, o zaman İsrail’in çöldeki durumu nasıl olur idi? Bu konuya çok kısa bir şekilde bakabiliriz. Örneğin eğer herhangi bir zamanda tanrısal olarak atanmış bir zaman olmadan kutlama ya da inanç ile ilgili bir konu için bir araya gelselerdi, bu hareketleri nasıl sonuçlanır idi? Ya da bunun da ötesinde borazan bir alarm sesi vermeden yolculuklarına devam etseler ya da savaşa gitseler idi, o zaman durumları nasıl olacak idi? Ya da son olarak, borazan sesi tarafından çağrıldıkları zaman, ya topluluk olarak ilerleyecekler ya da savaşa gidecekler idi, ama bunu nasıl belirleyecekler idi?
Yanıt bir güneş ışını kadar nettir. Şimdi bu konu üzerinde iyice düşünelim. Bu konunun bize vereceği bir ders mevcuttur. Bu dersi yüreklerimize uyarlayalım. Gümüş borazan eski İsrail’in her hareketini bildirir ve düzenler idi. Tanrının tanıklığının şimdiki kilise için her şeyin nasıl olması gerektiğini ve nasıl düzenleneceğini bildirmesi gerekir idi. Bu gümüş borazan eski kahinler tarafından çalınır idi. Şimdiki kahinlere özgü paydaşlıkta Tanrının bu tanıklığı bilinir. Bir imanlının tanrısal tanıklık dışında hareket etmeye ya da o tanıklığın dışında hareket etmeye hakkı yoktu. İmanlının Rabbin sözünü beklemesi gerekir. Rabbin söz imanlıya verilinceye kadar imanlının sakin durması gerekir. Ama Rabbin sözünü aldığı zaman, i lerlemek zorundadır. Tanrı bir zamanlar nasıl eski dönemlerde yaşayan halkına düşüncelerini net olarak açıkladı ise, şimdiki halkına da düşüncelerini aynı şekilde açıklayabilir. Evet, Tanrının düşüncelerini şimdi bir borazan sesi aracılığı ile ya da bir bulutun hareket etmesi ile iletmediğini, bunu Sözü ve Kutsal Ruh aracılığı ile yaptığını biliyoruz. Babamız bize rehberlik eder iken duygularımızı herhangi bir şekilde etkilemez, ama bunu yüreği, vicdanı ve anlayışı harekete geçiren bir şekilde yapar. Tanrı, düşüncelerini iletir iken bunu doğal olan aracılığı ile değil, ruhsal olan aracılığı ile yapar.
Ama şu konuda çok emin olmamız gerekir: Tanrımız, hem yapmamız gereken hem de yapmamamız gereken ile ilgili yüreklerimize tam bir güvence verebilir ve verir. Aynı şekilde gitmemiz gereken ve gitmememiz gereken yerler hakkında da bizi emin kılar. Bu konuda ısrar edilmesi gerektiği garip gibi görünür, ama ne yazık ki pek çok imanlı bunu inkar etmez ama yine de bu konuda kuşku duyar. Maalesef genellikle kuşku ve zihin karışıklığı içinde oluruz. Ve bazı kişiler ise günlük yaşamın ve eylemin ayrıntıları hakkında bir kesinlik olabileceği gerçeğini inkar etmeye hazırdırlar. Elbette ki, bu tutum yanlıştır. Yersel bir baba düşüncelerini çocuğuna en ince ayrıntılarına kadar iletemez mi? Bunu kim inkar edecektir? Ve Babamız her gün yürüyeceğimiz yollar hakkında bize düşüncelerini aktaramaz mı? Sorgusuz sualsiz aktarabilir ve imanlı okuyucu Babasının, günlük yaşamının her koşulu ile ilgili düşüncesini bilmek konusundaki kutsal ayrıcalığını çaldırmasın.
Bir an için Tanrının kilisesinin rehberlik konusunda çöldeki topluluktan daha kötü durumda olduğunu mu varsaymak zorundayız? İmkansız! O zaman nasıl oluyor da imanlıları hareketlerinden dolayı bir kayıp yaşar iken görebiliyoruz? Bunun nedeni gümüş borazanın sesini işitmeyen kulağın sünnetsiz bir kulak oluşudur. Çünkü irade olarak teslim olmuş bir imanlı borazan sesine karşılık verecektir. Ama yine de her şeye rağmen şu söylenebilir: gökyüzünden gelen bir sesin bize şunu yapmamızı ya da bunu yapmamamızı söyleyeceğini işitmeyi ya da oraya ya da buraya gitmemizi bildirmesini beklememiz gerekir. Her günkü işlerimizin küçük ayrıntıları konusunda bize rehberlik edecek yazılı bir metin ya da ayet bulmayı beklemeyelim. Örneğin bir kişi, belirli bir kenti ziyaret edip etmemesi ve orada ne kadar bir süre için kalması gerektiğini nasıl bilecektir? Tekrar ediyoruz, eğer kulak sünnetli ise, gümüş borazanın sesini işiteceği kesindir. Bu borazanın sesi duyulana kadar asla hareket edilmemeli: sesi duyulduğu zaman ise asla oyalanmamalı ve beklememelidir. Böyle bir tutum her şeyi çok net, çok sade, çok güvenilir, çok kesin hale getirecektir. Kuşku, duraksama ve belirsizliğin tedavi şekli budur. Ve böyle davrandığımız takdirde, nasıl davranmamız ve nereye gitmemiz gerektiği konusunda öğüt almak için şu ya da bu kişiye koşuşturmaktan kurtuluruz. Ve ayrıca bu tutum bize diğer kişilerin hareket ya da eylemlerini kontrol etmek için bir görevimiz olmadığını öğretecektir. Herkesin kulağı açık ve yüreği teslim edilmiş olsun, o zaman Tanrının, kişiye her günkü eylemi ya da hareketi hakkında Tanrının kendisine vereceği tüm kesinliğe sahip olacaktır. Her zaman lütufkar olan Tanrımız her konuda netlik verebilir ve karar vermemizi sağlar. Eğer O bunları veremez ise, o zaman hiç kimse veremez. Eğer verebilir ise, o zaman O’ndan başkasına ihtiyaç yoktur.
Yukarıda belirttiğimiz gümüş borazanın görevleri üzerinde artık konuşmaya devam etmeyeceğiz; gümüş borazan yalnızca çöldeki İsrail halkı için kullanılmak ile kalmaz; İsrail halkının başından sonuna kadar olan tüm tarihçesi ile bağlantılıdır. Böylece borazanlar bayramı; jübile yılı borazanı; bu bölümde üzerinde durmayacağımız kurbanlar için çalınan borazanlar. Amacımız, okuyucuya bölümümüzün başlangıç paragrafında sunulan önemli fikri anlaması için yardımcı olmaktır. Diliyoruz ki Kutsal Ruh yüreklerimize “gümüş borazanlar” ile ilgili ihtiyaç duyulan dersi öğretsin!
Şimdi bu değerli kitap hakkındaki düşüncelerimizde kamp kurmuş olan halkın ilerlemeye çağrıldığı ana geldik. Her şey Rabbin buyruğu ile uyumlu olarak düzenlendi. Her bir kişi soyu ile ve her bir oymak bununla ilgili standardına uygun olarak tanrısal olarak atanmış yerindedir. Levililerin her biri net olarak tanımlanmış yapacakları iş ile ilgili yerlerindedirler. Kampın tüm kirliliklerden temizlenmesi için gerekli olan her tür sağlayış yerine getirilmiştir. Ve sağlayışlar yalnızca bu kadar da değildir, aynı zamanda kişisel kutsallığın standardı belirlenmiş ve aktif iyilikseverliğin ürünleri de takdim edilmiştir. Sonra altın kandilliği ve onun yedi lambasını görürüz; saf ve değerli ışıklarını yayarlar. Ateş sütunu ve bulutu da görürüz. Ve son olarak gümüş borazanın çifte tanıklığı yer alır. Kısaca özetleyecek olur isek göç eden halkın hiç bir eksiği yoktur. Dikkatli bir göz, güçlü bir el ve sevecen bir yürek çöldeki bu topluluk için mümkün olan her ihtiyacı sağlamıştır ve bu, özellikle, her üyenin “tam olarak donatılması” için yapılmıştır.
Bu, yalnızca bekleyebileceğimiz olandır. Eğer Tanrı ihtiyaç içinde olan herhangi biri ya da herhangi bir halk için sağlayışta bulunur ise, bu sağlayış mükemmel olur. Tanrının herhangi bir ihtiyaç sahibi atlayıp geçebilmesi tamamen imkansızdır. Tanrı her şeyi bilir ve her şeyi yapabilir. O’nun dikkatli gözünden kaçabilecek hiç bir şey yoktur. O’nun her şeye gücü yeten elinin ötesine geçecek bir güç mevcut değildir. Bu yüzden “rab benim Çobanımdır!” sözlerini gerçekten söyleyebilecek herkes hiç duraksamadan ya da çekinmeden şu sözleri de ekleyecektir: “Hiç bir eksiğim yoktur!” Gerçekte ve gerçeklikte diri Tanrının koluna yaslanan can asla iyi olan bir şeyden mahrum kalmayacaktır. Zavallı akılsız yürek binlerce istek hayal edebilir ama Tanrı bizim gerçekten neye ihtiyacımız olduğunu bilir ve O HERKES için sağlayacaktır.
Böylece kampın hareket etmeye hazır olduğunu görüyoruz, ama söylemesi gariptir ki, kitabın başında belirtilen düzenden bir ayrılık mevcuttur. Kampın orta yerinde bulunması gereken Levha Sandığı tam önde gider. Başka bir deyiş ile Yehova Kendisini beklemeleri için topluluğun orta yerinde kalmak yerine harika ve tanımlanamaz güzellikteki lütfu ile önden ilerler ve halkı için bir akıncının görevini yerine getirir.
Ama biz şimdi bu dokunaklı lütuf gösterisine yönlendirenin ne olduğuna bakalım.” Musa kayınbabası Midyanlı Reuel oğlu Hovav’a, ‘Rabbin size vereceğim’ dediği yere gidiyoruz’ dedi, !Bizimle gel, sana iyi davranırız. Çünkü Rab İsrail’e iyilik edeceğine söz verdi.’ Hovav, ‘Gelmem’ diye yanıtladı, ‘Ülkeme ve akrabalarımın yanına döneceğim’ dedi. Musa, ‘Lütfen bizi bırakma’ diye üsteledi, “Çünkü çölde konaklayacağımız yerleri sen biliyorsun. Sen bize göz olabilirsin. Bizimle gelir isen Rabbin yapacağı bütün iyilikleri seninle paylaşırız.” Çölde Sayım 10:29-32.
Şimdi eğer biz kendi yüreklerimiz ile ilgili bilgi sahibi değil isek ve bu nedenle eğilimimiz diri Tanrı yerine yaratığa yaslanmak ise o zaman yukarıdaki ayetleri şaşkınlıkla karşılayabiliriz. Musa’nın Hovav’ın gözlerine neden ihtiyaç duyduğunu sorma ihtiyacı duyabiliriz. Bu konu için Yehova’nın kendisi yeterli değil miydi? Tanrı çölü tanımıyor muydu? Halkının dağılıp gitmesine katlanabilir miydi? Bulut ve gümüş borazan için ne denebilir? Bulut ve gümüş borazan Hovav’ın gözlerinden daha iyi değiller miydi? O halde Musa neden insan yardımı istedi? Ne yazıktır ki, bunun nedenini çok iyi anlayamayız. Üzüldüğümüz ve kayba uğradığımız zamanlarda hepimiz çok iyi biliriz ki, yüreğimizin eğilimi gözlerimizin görebileceği bir şeye dayanmaktır. Yolculuğun her adımı için Tanrıya mutlak bir bağımlılık temelinde bulunmaktan hoşlanmayız. Gözlerimiz ile göremediğimiz bir kola yaslanmak bize zor gelir. Gözlerimiz ile görebildiğimiz bir Hovav bize gözlerimiz ile göremediğimiz diri Tanrıdan daha fazla güven telkin edebilir. Zavallı ve kusurlu bir ölümlünün yüzüne ve yardımına sahip olduğumuz zaman rahatlık ve doyum içinde hareket ederiz. Ama çıplak bir iman ile Tanrıya iman ederek hareket etmeye çağrıldığımız zaman tereddüt ederiz, duraklarız ve ürkerek cesaretimizi kaybederiz.
Bu ifadeler güçlü gibi görünürler ama asıl mesele gerçek olup olmadıklarıdır? Bu satırları okuyan bir imanlı bu ifadelere özgürce sahip çıkabilir mi? Hepimiz et ve kandan olan bir kola yaslanmaya eğilimliyizdir. Ve bunun sonucunun akılsızca olduğunu görmemize rağmen aynı şekilde hareket etmeye devam ederiz. Sayısız kereler yaratıklara duyulan tüm güvenlerin boş olduğunun kanıtlandığını görmüşüzdür ama yine de yaratığa güvenmeye devam ederiz. Öte yandan diri Tanrının sözüne ve koluna yaslanmanın ve güvenmenin gerçekliğinin defalarca kanıtlandığına tanık olmuşuzdur. O’nun bizi asla terk etmeyeceğini ve asla hayal kırıklığına uğratmayacağını görmüşüzdür ve o her zaman istediğimizden ya da hayal edebileceğimizden çok daha fazlasını yapmıştır. Ama yine de buna rağmen her zaman O’na güvensizlik duymaya hazırızdır ve her zaman gidip sönmüş bir fitile ya da çatlak sarnıçlara güveniriz.
İşte bizim durumumuz budur ama Tanrıya şükürler olsun ki, O’nun lütfu, biraz önce belirtmiş olduğumuz şekilde İsrail’i olduğu gibi bizi de çevreler. Eğer Musa rehberlik etmesi için Hovav’dan medet umuyor ise Yehova Hizmetkarına bir rehber olarak Kendisinin tamamıyla yeterli olduğunu öğretecektir. “Rabbin dağından ayrılıp üç günlük yol aldılar. Konaklayacakları yeri bulmaları için Rabbin Antlaşma Sandığı üç gün boyunca önleri sıra gitti.
Ne kadar zengin ve ne kadar değerli bir lütuf! Onların O’nun için konaklayacağı bir yer bulmaları yerine O onlar için konaklayacakları bir yer bulacak idi. Nasıl bir düşünce! Kudretli tanrı, yeryüzünün uçlarının Yaratıcısı yolculuklarının her anında Kendisine karşı şikayette bulunacak ve O’na isyan etmeye hazır olan bir halk için çölde uygun bir konaklama yeri arayacak idi!
İşte Tanrımız böyledir, her zaman “sabırlı, lütufkar, güçlü ve kutsal”dır – bizim tüm imansızlıklarımız ve başarısızlıklarımızın üstüne yükselen lütfunun harikalığı ile hareket eder ve bizim imansızlıklarımızın ortaya çıkaracağı tüm engellere sevgisi ile karşılık vererek Kendi üstünlüğünü kanıtlar. O, Musa’ya ve İsrail’e çok kesin bir şekilde on bin Hovav’dan çok daha iyi kıyaslanamaz bir rehber olduğunu kanıtladı. Bize burada Hovav’ın Musa ile birlikte gidip gitmediği söylenmez. Hovav’ın Musa’nın ilk talebini reddettiği kesindir ve belki ikinci teklifini de aynı şekilde reddetmiş olabilir. Ama bize rabbin onlarla birlikte gittiği söylenir. “Konakladıkları yerden ayrıldıklarında da Rabbin bulutu gündüzün onların üzerinde duruyordu.” Çölde Sayım 10:34.Çöldeki bereketli sığınak! Her konuda hiç bir şekilde hata yapmayan bereketli bir kaynak! Tanrı, onlara konaklayacakları bir yer bulmak için halkının önünden gitti ve onların ihtiyaçlarına uygun bir bulduğu zaman onlarla birlikte durdu ve onları her tür düşmandan korumak için kanatları işle onlara sığınak oldu. “Onu kurak bir ülkede, ıssız ve uluyan bir çölde buldu, onu kuşattı ve kayırdı, gözbebeği gibi korudu. Yuvasında yavrularını uçmaya kışkırtan, onların üzerinde kanat çırpan bir kartal gibi kanatlarını gerip onları aldı ve kanatları üzerinde taşıdı. Ona yalnız Rab yol gösterdi, yanında yabancı ilah yok idi.” Yasanın Tekrarı 32:10-12. “Rab bulutu bir örtü gibi yaydı üzerlerine ve gece ateş verdi yollarını aydınlatsın diye.” Mezmur 105: 39.
Böylece her şey Tanrının bilgelik, güç, ve iyiliğine göre sağlandı. Tanrının Kendisi onların aralarında bulunduğu sürece hiç bir şeyleri eksik değil idi ya da olamaz idi. “Sandık yola çıkınca Musa, ‘Ya Rab, kalk! Düşmanların dağılsın, senden nefret edenler önünden kaçsın’ diyor idi. Sandık konaklayınca da “Ya Rab, binlerce, on binlerce İsrailliye dön’ diyor idi. “ Çölde Sayım 10:35-36.