Çölde Sayım 16
Biraz önce üzerinde çalışma yaptığımız bölüm Şabat gününü ihlal eden kişi ile ilgili gerçekten kısa paragraf dışında İsrail’in çöl yaşamının tarihinden verilen konu dışı bir ara olarak adlandırılabilir. Tüm günahları ve ahmaklıkları, şikayetleri ve isyanlarına rağmen İsrail’in geleceğinden söz ederek Kenan ülkesini ele geçireceğini ve kurtuluşlarının Tanrısına doğruluk sunuları sunacaklarını ve O’na övgü şarkıları söyleyeceklerini anlatır. Bölümde, Yehova’nın Çölde Sayım 13 ve Çölde Sayım 14. Bölümlerde gösterilen tüm imansızlık ve itaatsizlik, kibir ve insan iradesinin üstüne nasıl yükseldiğini görmüş ve O’nun Kendi sonsuz amacının tam ve nihai olarak yerine getirilişi ile İbrahim, İshak ve Yakup’a vermiş olduğu vaatlerin tamamlandığını okumuş idik.
Ama 16.bölümde insan ile ilgili olan o üzücü ve alçaltıcı çöl öyküsü sona erer ve Tanrının tükenmez sabrının ve sınırsız lütfunun parlak ve bereketli öyküsü başlar. Bunlar çöldeki iki büyük derslerdir. Bu derslerden insanın ne olduğunu ve Tanrının ne olduğunu öğreniriz. Bu iki ders Çölde Sayım kitabının sayfalarında yan yana uzanırlar. !4.bölümde insanı ve insanın yollarını görürüz. 15.bölümde ise Tanrıyı ve O’nun yollarını okuruz. Ve şimdi önümüzde açık olan yeni bölümde tekrar insana ve onun yollarına geri döneriz. Diliyoruz ki bu her iki dersten de en sağlam ve en derin anlamlı öğretişi biçebilelim!
“Levi oğlu Kehat oğlu Yishar oğlu Korah, Ruben soyundan Eliavoğullarından Datan, Aviram ve Pelet oğlu On toplulukça seçilen, tanınmış iki yüz elli İsrailli önder ile birlikte Musa’ya baş kaldırdı. Hep birlikte Musa ve Harun’un yanına varıp ‘Çok ileri gittiniz!’ dediler. ‘Bütün topluluk ve topluluğun her bireyi kutsaldır ve Rab onların arasındadır. Öyle ise kendinizi neden Rabbin topluluğundan üstün görüyorsunuz?” Çölde Sayım 16:1-3.
Şimdi burada elçi Yahuda tarafından “Korah’ın reddedilişi” ifadesi aracılığı ile Kutsal Ruhun ciddi öyküsüne giriş yapıyoruz. İsyan, bu konuda dini önder olduğu için Korah’a atfedilir. Korah’ın, çevresinde toplanmış olan çok sayıdaki etkili kişilerin “prenslerin, ünlü kişilerin ve yeniden kazanılan kişilerin” üzerinde yeterli bir etkiye sahip olduğu anlaşılır. Kısaca belirtecek olur isek, bu isyan çok büyük ve ciddi bir isyan idi ve bu isyanın kaynağına ve ahlak özelliklerine yakından bakmamız iyi olacaktır.
Soğuyan bir sevgi ruhu kendini gösterdiği zaman, bir topluluğun tarihinde her zaman çok kritik bir an yaşanır. Çünkü eğer bu durum doğru bir şekilde ele alınmaz ise mahvedici sonuçların ortaya çıkacağı kesindir. Her toplulukta onlara dayanarak hareket edilebilecek malzemeler vardır ve hareket etmeleri için ihtiyaç duyulan, yalnızca bazı huzursuz ruhların yükselmesidir, öyle ki bu tür malzemeler üzerinde çalışsınlar ve gizlide yakılmaya çalışılan ateşi yiyip yutan bir alev halinde büyütebilsinler. Ve bir kez böyle bir ruh yükseldiği zaman kaçmaya hazır olan yüzlercesi ve binlercesi kendilerini yükseltmek için cesaret bulamazlar. Şeytan böyle bir çalışma yaptığı zaman herkesi bir araç olarak kullanmaz. Şeytanın ihtiyacı olan kişi akıllı, enerjik ve ahlaki güce sahip bir kişidir – böyle bir kişinin çevresindeki kişilerin zihinlerini etkileyebilmesi gerekir ve şeytan ancak böyle bir kişi ile planlarının yürümesini sağlayabilir. Şeytanın şeytani planlarında kullandığı kişilerin hepsine ilham verdiği kesindir. Bildiğimiz tüm olaylarda bütün isyankar akımların başındaki büyük önderlerin genellikle büyük zekaya sahip, kendi iradeleri ile uyumlu olarak hareket edebilen kişiler olduklarını görürüz. Bu kişiler fırtınada esen bir rüzgarın hareket ettiği gibi büyük kalabalıklar üzerinde dalgalar halinde etkiler yaratırlar. Bu tür kişiler öncelikle insanların tutkularını nasıl harekete geçireceklerini iyi bilirler. Ve ikinci olarak kalabalıklar harekete geçtikleri zaman onlara nasıl yön vereceklerini de bilirler. En büyük güçleri, kalabalıkların özgürlükleri ve hakları konusunda onları etkilemektir. Eğer kişileri özgürlüklerinin ellerinden alındığı ve haklarının kısıtlandığı konusunda ikna etmeyi başarabilirler ise çevrelerinde çok sayıda huzursuz ruh toplayabilecekleri ve onlara ciddi hatalar yaptıracakları kesindir.
Korah ve yardımcıları ile ilgili konuda bu taktikleri aşikar olarak görürüz. Musa ve Harun’un kardeşleri üzerinde efendilik ettikleri ve kutsal bir topluluğun üyeleri olan kardeşlerinin haklarına ve ayrıcalıklarına müdahale ettikleri düşüncesini ortaya atarlar. Onların yargılarına göre topluluktaki herkes aynı seviyededir ve her biri bir diğeri kadar aktif olma hakkına sahiptir.
“Çok ileri gittiniz.” Yeryüzündeki en alçakgönüllü insan olan Musa’yı bu ifade ile suçladılar. Ama Musa üzerine nasıl bir sorumluluk almış idi? Bu sevgili ve onurlu hizmetkar hiç kuşkusuz geçmişinde yaşadığı zorlu olaylar nedeni ile saygınlığa ve sorumluluğa sahip idi ve herhangi birini ikna edecek yeterlilikte idi. Kendisini ön plana çıkartmaya çalıştıkları zaman alçakgönüllülük ile geri çekilmeye ve onlara yardım etmek için kendisini feda etmeye hazır olduğunu göstermiş idi. Bu yüzden Musa’yı “ileri gitmek ile” suçlayan herkes insanın gerçek ruhundan ve karakterinden tamamıyla habersiz ve bilgisiz olduğunu kanıtlamış oluyor idi. Musa Yeşu’ya şu sözleri söyleyebilen bir önder idi: “Sen benim adıma mı kıskanıyorsun? Keşke Rabbin tüm halkı peygamber olsa da Rab üzerlerine Ruhunu gönderse!” Bu sözleri söyleyebilen biri nasıl olur da “ileri gitmiş olmak ile” suçlanabilir idi? Ama öte yandan eğer Tanrı bir kişiyi öne çıkması için çağırır ise – onu hizmet etmesi için donatır ise – eğer Tanrı o kişiyi özel bir hizmet için bir kaseyi doldurur gibi doldurur ise ve hizmet için uygun kılar ise – eğer o kişiyi bulunması gereken konum için atarsa, o zaman kim Tanrının tanrısal armağanı ve tanrısal ataması için tartışma çıkartabilir? Aslında Korah ve yardımcılarının iddiaları ve söyledikleri saçmalıktan da öte idi. “Kendisine gökten verilmedikçe hiç kimse bir şey alamaz.” Ve bu yüzden Musa hakkında söylenilenler yalnız saçma değil aynı zamanda çok da kötü sözler idi. İnsanlar er ya da geç gerçek seviyelerini bulacaklardır. Ve Tanrıdan verilmemiş olan bir şey ayakta kalamayacaktır.
Bu yüzden Korah ve yardımcıları Musa ve Harun ile değil, Tanrı ile tartışıyorlar idi. Musa ve Harun belirli bir konumda hizmet vermek için Tanrı tarafından çağrılmışlar idi ve belirli bir işi yerine getirmeleri gerekiyor idi. Bunu reddeden kişilerin vay başına! Bulundukları konumu hedef alanlar ya da işi belirleyenler Musa ve Harun değil idi; onlar Tanrı tarafından atanmışlar idi, aslında bu gerçeğin sorunu çözümlemiş olması gerekir idi. Kendileri ile meşgul olan huzursuz isyancılar kendilerini yüceltmek için Tanrının hizmetkarlarını alçaltmak istemişler idi. Bu tür kişilerin davranış şekli her zaman budur. Onların ilgilendikleri tek şey kendilerini ön plana çıkartmak idi. Tanrı halkının ortak hak ve ayrıcalıkları hakkında hem yüksek ses ile hem de sürekli konuşuyorlar idi. Ama gerçekte hedefleri kendilerinin hiç mi hiç uygun olmadıkları bir konum ve hakları olmayan ayrıcalıklara sahip olmak idi.
Aslında mesele çok basittir. Tanrı bir kişiyi bir işi yapması için bir konuma yerleştirmiş midir? Evet, o halde bunu kim sorgulayabilir? O zaman bırakalım herkes kendi konumuna yerleşsin ve bu konumda yapması gereken işi yapsın. Dünyadaki en anlamsız şey, bir kimsenin başka bir kişinin işini ya da görevini almak için girişimde bulunmasıdır. Çölde Sayım 3 ve Çölde Sayım 4. Bölümler üzerinde düşündüğümüz zaman, bu konuyu ayrıntılı bir şekilde görmek için yönlendirildik. Bu gerçek her zaman geçerlidir. Korah’ın kendi işi vardı ve Musa’nın da kendi işi vardı. Neden biri diğerine imrensindi? Atandıkları bölgelerde ve zamanlarda parlayan güneşi, yıldızları ve ayı çok ileri gitmek ile suçlamak ne kadar mantıksız ise aynı şekilde Musa ve Harun’u da çok ileri gitmek ile suçlamak o kadar mantıksız idi. Mesih’in armağanlar verilmiş olan her hizmetkarı armağanının getirdiği sorumluluk ile uyumlu olarak atandığı konumdaki görevini yerine getirmek ile yükümlü idi. Gökyüzünde ışık veren güneş, ay ve yıldızlar gücü Her Şeye Yeten Yaratıcı tarafından atandıkları yerde hizmet verirler. Ve Mesih’in hizmetkarları da aynı şeyi yaptıkları sürece onlara çok ileri gittiklerini söylemek onları haksız yere suçlamaktan başka bir şey değildir.
Bu prensibin küçük ya da büyük her toplulukta imanlıların birlikte çalışmaya çağrıldıkları her koşul altında yoğun bir öneme sahip olduğunu görüyoruz. Mesih’in bedeninin tüm üyelerinin önde gelen yerler için çağrı aldıklarını sanmak bir hatadır. Ya da herhangi bir üyenin bedendeki yerini kendisinin seçebileceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Bu konu tamamen ve mutlak bir şekilde bir tanrısal atanma konusudur.
1.Korintliler 12.bölümde bu konu hakkında verilen öğretiş çok açıktır. “İşte benden tek üyeden değil, bir çok üyeden oluşur. Ayak, ‘El olmadığım için bedene ait değilim’ der ise, bu onu bedenden ayırmaz. Bütün beden göz olsa idi nasıl duyardık? Bütün beden kulak olsa idi nasıl koklardık? Gerçek şu ki, Tanrı bedenin her üyesini dilediği biçimde bedene yerleştirmiştir.” 1.Korintliler 12:14-18.
Tanrının kilisesindeki tek gerçek hizmetin kaynağı burada belirtilmiştir; Mesih’in bedeni. “Tanrı, üyeleri yerleştirmiştir.” Bir insan başka bir insanı bir işe atamaz. Hatta bir insan kendi kendisini dahi yapacağı işe atamaz. Bu ya tanrısal atamadır ya da hiç bir şey değildir. Evet, hatta hiç bir şeyden daha da kötüdür; bu bir tanrısal hakları gasp etme küstahlığıdır.
Şimdi 1.Korintliler 12.bölümdeki harika örneğin ışığında konuya tekrar bakalım ve düşünelim. Ayakların elleri ya da kulakların gözleri çok ileri gitmek ile suçlamasının ne gibi bir anlamı olabilir? Böyle bir düşünce aşırı derecede saçmalık olmaz mı? Evet, bu üyelerin bedende önemli bir yere sahip oldukları doğrudur. Ama bu neden böyledir? “Çünkü Tanrı her üyeyi dilediği biçimde yerleştirmiştir.” Ve bu üyeler o önemli yerlerinde ne yaparlar? Tanrının yapmaları için kendilerine vermiş olduğu işi yaparlar. Hangi amaç ile yaparlar? Tüm bedenin yararı için! Diğerlerine kıyasla önemsiz dahi görünse bile her üye önde gelen diğer üyelerin işlevlerine yararlı katkılarda bulunur. Ve öte yandan önde gelen üye önemsiz üyenin işlevlerine karşı borçludur. Örneğin, gözlerin görme gücünü yitirdiklerini düşünün; bedenin her üyesi bu durumdan etkilenecektir. En önemsiz gibi görünen üyenin işlevinde düzensizlik olduğunu düşünün; en önde gelen üye bundan mutlaka etkilenecek ve sıkıntı çekecektir.
Bu nedenle önemli olan yaptığımız işin küçük ya da büyük olması değildir; önemli olan atandığımız işi yapıyor olmamız ve atandığımız konumu dolduruyor olmamızdır. Tüm bedenin ihtiyaçlarının yerine gelmesi her üyenin işlev ölçüsü ile uyumlu olarak etkili bir şekilde işini yerine getirmesidir. Eğer bu büyük gerçek fark edilmez ve uygulanmaz ise, görevler yerine gelmez ve daha da kötüsü yerine getirilmelerine engel olunur. Kutsal Ruhun ateşi söner ve kederlenir; Mesih’in egemen hakları inkar edilmiş olur ve Tanrının saygınlığına karşı gelinmiş olur. Her imanlı bu tanrısal ilkeye uygun hareket etmekten sorumludur ve bu tanrısal ilkeyi uygulamada inkar eden her şeye karşı tanıklık etmek ile yükümlüdür. Ağzı ile iman ikrarında bulunan kilisenin mahvolması ile ilgili gerçeğin nedeni, Tanrının bu konudaki gerçeğini reddetmesi ya da bu gerçeğin inkar edilmesini kabul etmesidir. İmanlının Tanrının açıklanan düşüncesine her zaman ciddi bir şekilde boyun eğmesi şarttır. Hata yapıldığı zaman bahane olarak koşulları öne sürmek ya da Tanrının herhangi bir gerçeğinin ihmal edildiği bir durumu kabul etmek tanrısal yetkiye karşı gelmek ve Tanrıyı itaatsizliğin Yetkilisi yerine koymaktır.
Ama artık bu konu ile ilgili daha fazla incelemede bulunmayacağız. Bu konuya burada yalnızca bölümümüz ile ilgili olarak işaret ettik ve şimdi bölümümüzde ilerlememiz gerekiyor. Bu sayfalar hiç kuşkusuz İsrail’in çöl öyküsünde yer alan en ciddi sayfalardır.
Korah ve yardımcılarına isyankar hareketlerinin ahmaklığı ve bunun günah olduğu çok hızlı bir şekilde öğretildi. Diri Tanrının gerçek hizmetkarlarına karşı çıkmaya cesaret etmeleri korkunç bir hata idi. Musa hakkında ona karşı gelmek için bir araya toplandıkları zaman ve Musa onların kışkırtıcı sözlerini duyduğu zaman, yüz üstü yere kapandı. Bu, isyankar kişilerin önünde yapılacak en uygun davranış idi. Musa, Tanrının bu sevgili hizmetkarı ayaklarının üstünde dimdik durması gerektiği halde yüz üstü yere kapanmış idi. (Mısır’dan Çıkış 14) Ancak bu durumda yapabileceği en iyi ve en güvenilir davranış şekli bu idi. Huzursuz ve sevgisiz insanların durumları ile çekişmek ve onların ruh hali ile mücadele etmek asla yarar sağlamaz; yapılacak en iyi şey onları Rabbin ellerine terk etmektir, çünkü bu kişiler aslında Tanrının Kendisi ile çatışmaktadırlar. Eğer Tanrı belirli bir kişiyi bir konuma yerleştirir ve ona yapması için belirli bir iş verir ise ve bu kişinin çevresindeki diğer kişiler onunla tartışmanın uygun olduğunu düşünürler ise ve bu tartışmanın nedeni yalnızca o kişinin kendisine verilmiş olan belirli bir işi yapıyor olması ve atandığı konumu doldurması ise o zaman çatışmayı çıkartan kişiler gerçekte Tanrı ile çatışıyorlar demektir; Tanrı bu çatışmayı nasıl çözümleyeceğini bilir ve bunu Kendine özgü yolu ile yapacaktır. Bu konuda değinmiş olduğumuz bu kesin güvence Rabbin hizmetkarına kıskanç ve ortalık karıştıran ruhlar kendisine saldırdıkları anlarda kutsal bir sükunet ve ahlak yüceliği verir. Önde gelen bir hizmet ile meşgul olan biri ya da Tanrı tarafından ayrıcalıklı bir şekilde kullanılan hizmetkar şu ya da bu zaman mutlaka kendilerinden başkasının onurlandırıldığını görmeye tahammül edemeyen belirli radikal ve hoşnutsuz kişilerin saldırıları ile karşılaşmak zorunda kalacaktır. Ama bu tür saldırılarda bulunan kişilere doğru davranmanın yolu onlara tepki vermemek ve konuyu Tanrının ellerine bırakmaktır. “Bunu duyan Musa yüz üstü yere kapandı. Sonra Korah ile yandaşlarına şöyle dedi: ’Sabah Rab kimin kendisine ait olduğunu, kimin kutsal olduğunu açıklayacak ve o kişiyi huzuruna çağıracak. Rab seçeceği kişiyi huzuruna çağıracak. Ey Korah ve yandaşları, kendinize buhurdanlar alın. Yarın Rabbin huzurunda buhurdanlarınızın içine ateş ve ateşin üstüne de buhur koyun. Rabbin seçeceği kişi, kutsal olan kişidir. Ey Levililer, çok ileri gittiniz.” Çölde Sayım 16: 4-7.
Bu davranış, konuyu uygun ellere bırakmak idi. Musa, Yehova’nın egemen haklarına büyük önem verir. “Rab gösterecektir” ve “Rab seçecektir”. Bu sözlerinde kendisi ve Harun hakkında tek bir hece bile mevcut değildir. Konunun tek çözümü yalnızca Rabbin seçimine ve Rabbin atamasına bağlıdır. İki yüz elli isyankar Rabbin huzurunda O’nunla yüz yüze getirildiler. Ellerinde buhurdanlıkları ile O’nun huzurunda toplandılar, öyle ki, tüm mesele tamamen ortaya konulsun ve herkesin önünde bu çatışmaya çözüm sağlansın. Musa ve Harun davada suçlanan kişiler oldukları için bir yargıda bulunma girişiminin onlara yarar sağlamayacağı aşikar idi. Ama Musa her iki tarafında tanrısal huzurda bir araya gelip toplanmasını ve meselenin yargılanarak bir karara varılmasını istemek için bereketlenmiş idi.
İşte bu gerçek alçakgönüllülük ve gerçek bilgeliktir. İnsanların yüreklerinin razı olacağı bir yer aramaları her zaman iyidir, çünkü eğer kendi iradelerine göre akılsızca bir yerin peşinden koşarlar ise bu ancak yenileceklerinin ve zihin karışıklığı yaşayacaklarının bir belirtisidir. Bazen diğer kişileri kıskanan kişilerin belirli bir hizmet alanında olduklarını ve o alanı kendilerinin işgal etmek istediklerini görebilirsiniz. Bırakın onlar bunu yapmayı denesinler, sonunda sinirlerinin bozulacağı ve yüzlerinde utanç ve karışıklık ile geri çekilecekleri kesindir. Rabbin bu tür kişilerin davranışları ile ilgileneceği kesindir. İnsanların bunu yapmayı denemelerinin bir yararı yoktur ve bu yüzden kıskançlık saldırılarının objesi olan birinin yapacağı en iyi şey Tanrının önünde yüz üstü yere kapanmak ve kötülük yapan kişiler ile ilgili meseleyi O’nun çözmesine izin vermektir. Tanrı halkının tarihinde bu tür olayların ortaya çıkması çok üzücüdür. Ama ortaya çıkmışlardır, ortaya çıkarlar ve tekrar tekrar ortaya çıkacaklardır. Ve bizim kesin olarak emin olduğumuz nokta şudur: huzursuz, sevgisiz ve hırslı ruhlara sahip insanlara gidebilecekleri en son yere kadar gitmeleri için izin vermek; sonra nasılsa geri çekilecekleri kesindir. Yani söylemek istediğimiz, onları Tanrının ellerine bırakmaktır ve Tanrının kendi mükemmel planları ile onlarla ilgileneceği mutlak bir şekilde kesindir.
“Musa Korah ile konuşmasını sürdürdü: ‘Ey Levililer, beni dinleyin. İsrail’in Tanrısı sizi kendi huzuruna çıkartmak için ayırdı. Rabbin konutunun hizmetini yapmanız, topluluğun önünde durmanız ve onlara hizmet etmeniz için sizi İsrail topluluğu arasından seçti. Sizi ve bütün Levili kardeşlerinizi huzuruna çıkardı. Bu yetmiyormuş gibi kahinliği de mi istiyorsunuz? Ey Korah, senin ve yandaşlarının bu şekilde toplanması Rabbe karşı gelmektir. Harun kim ki, ona dil uzatıyorsunuz?” Çölde Sayım 16: 8-11.
Burada bu korkunç çatışmanın kökeni hakkında bilgi alırız. Bunu başlatan kişiyi ve bu kişinin hedefinin ne olduğunu görürüz. Musa Korah’a hitap eder ve onu kahinliği hedef almak ile suçlar. Okuyucunun bu noktaya özen ile dikkat etmesini istiyoruz. Bu noktayı ayetlerin öğretişine göre net bir şekilde zihninde bulundurmasının gerekmesi önemlidir. Okuyucu Korah’ın ne olduğunu, kim olduğunu, işinin ne olduğunu ve huzursuz hırsının nedenini görmek ve anlamak zorundadır. Okuyucu eğer Yahuda’nın ifadesindeki – “Korah’ınkine benzer bir isyanda mahvoldular” - gerçek gücü ve anlamı anlamak istiyor ise tüm bu şeyleri kavraması gerekir.
O zaman Korah ne idi? Korah bir Levili idi ve böyle olduğu için hizmet etmek ve öğretmek için atanmış idi. “Onlar Yakup’a senin yargılarını ve İsrail’ senin yasanı öğretecekler.” İsrail’in Tanrısı Rabbin konutunun işlerini yapman ve topluluğun önünde onlara öğretmen amacı ile durman için seni kendi yakınına aldı.” Korah’ın durumu ve çalışma alanı bu idi. Ve Korah hangi hedefe gözünü dikmiş idi? Kahinliğe. “Sen de aynı şekilde kahinliği mi istiyorsun?”
Korah dikkatsiz bir gözlemcinin gözüne kendisi için bir şey istiyormuş gibi görünmemiş olabilir. Ve ilk anda tüm topluluğun haklarını gözeten biri gibi gelebilir. Ama Musa Tanrının Ruhunun gücü aracılığı ile Korah’ın maskesini düşürür ve onun topluluğun hakları için ayağa kalkmasının arkasında aslında kendisi için hırs içinde kahinlik istediğini gösterir. Bu noktaya dikkat etmek yararlı olacaktır. Genellikle Tanrı halkının özgürlükleri, hakları ve ayrıcalıkları konusunda seslerini yükselten kişilerin aslında kendi yüceliklerini ve çıkarlarını aradıkları görülür. Kendilerine uygun olan işi yapmaya razı değillerdir ve uygun olmayan bir konumun peşinden giderler. Bu durum her zaman hemen göze çarpmaz ama Tanrının er ya da geç bunu ortaya çıkartacağı kesindir. Çünkü O, herkesin davranışını tartar ve yüreğindeki niyeti bilir. Bir insanın kendisi için bir yer aramasından daha değersiz hiç bir şey olamaz. Bu davranışın hayal kırıklığı ve karmaşa ile sonuçlanacağı kesindir. Her bir üye için en önemli şey kendisini atanmış olduğu yerde bulmak ve atanmış olduğu görevi yerine getirmektir. Ve bu görevi yerine getirir iken ne kadar alçakgönüllü, ne kadar sessiz ve ne kadar içten olur ise o kadar iyidir.
Ama Korah bu basit ama önemli prensibi öğrenmemiş idi. Tanrısal şekilde atanmış olduğu yerden ve hizmetten hoşnut değil idi ve bu yüzden hiç bir şekilde kendisine ait olmayan bir konumu hedef almış idi. Bir kahin olmak istiyor idi. Korah’ın günahı tanrının baş kahinine karşı işlenen bir isyan günahı idi. “Korah’ınkine benzer bir isyan” ile Yahuda’nın kast ettiği bu idi.
Korah’ın öyküsünde dile getirilen bu gerçeği anlamak önemlidir. Ve bu gerçek genellikle anlaşılmaz ve bu yüzden kilisenin Başı tarafından üzerlerine boca edilebilecek herhangi bir armağanı kullanmak isteyenler günümüzde de bu tür bir isyan içine girebilirler. Ama ayetlerin ışığında bir an sakin bir şekilde konuya bakıldığı zaman böyle bir suçlamanın nasıl temelsiz olduğunu gösterecek yeterli yansımalar mevcuttur. Örneğin, Mesih’in müjdecilik armağanı vermiş olduğu bir kişiyi ele alalım. Bu kişinin Müjde’yi ilan etmek için ilerlemesi , tanrısal armağanını ve tanrısal görevinin ardından gitmesidir, kendisini bu yüzden Korah’ın günahı ile suçlamamız mı gerekir? Bu kişinin vaaz vermemesi mi gerekir? Ya da vaaz vermesi mi gerekir? Tanrısal armağan – tanrısal çağrı – yeterli midir? Müjdeyi vaaz ettiği zaman bir isyancı gibi mi hareket etmektedir?
Aynı şey bir çoban ya da öğretmen için de geçerlidir. Çoban ya da öğretmen Kilisenin Başı tarafından kendisine verilmiş olan özel armağanı uyguladığı için Korah’ın günahı ile suçlanabilir mi? Bir kişiyi görevli yapan Mesih’in ona verdiği armağan değil midir? Bundan daha fazlasına gerek var mıdır? Ön yargısız bir zihin için –ayetler tarafından öğretilmeye istekli olan biri - tanrısal bir şekilde verilmiş bir armağana sahip olmak anlaşılması kolay bir gerçek değil midir? Bir insan sahip olunabilecek her şeye sahip olsa ama yine de Kilisenin Başı tarafından verilmiş bir armağanı yok ise o kişinin bir görevli olmadığı aşikar değil midir? Konumlar ile ilgili bu basit gerçeklerin nasıl sorgulanabildiklerini anlamadığımızı itiraf ediyoruz.
Şunu hatırlatalım, burada sözünü ettiğimiz kilisedeki hizmetler için verilen özel armağanlardır. Hiç kuşkusuz Mesih’in bedenindeki her üyenin yerine getirmesi gereken bazı hizmetleri ve yapması gereken işleri vardır. Bu durum iyi eğitimli her imanlı tarafından kolayca anlaşılır. Ve ayrıca bedenin eğitilmesinin yalnızca önde gelen bazı armağanlar ile değil ama aynı zamanda Efesliler’e Mektup’ta okuduğumuz gibi tüm üyelerin ilgili yerlerdeki etkin işleri aracılığı ile devam ettiği açıktır: “ Tersine, sevgi ile gerçeğe uyarak bedenin Başı olan Mesih’e doğru her yönden büyüyeceğiz. O’nun önderliğinde bütün beden her eklemin yardımı ile kenetlenip kaynaşmış olarak her üyesinin düzenli işleyişi ile büyüyüp sevgide gelişiyor.” Efesliler 4: 15,16.
Ayetler bu konuyu böylesine basit bir şekilde ifade ederler. Ama müjdeci, çoban, peygamber ya da öğretmen gibi bazı özel armağanlar hakkında konuşacak olur isek, bunların yalnızca Mesih’ten alınmış olmaları gerekir. Ve bir kişiyi görevli hale getiren bu armağanlara sahip olmaktır. Ve öte yandan, güneşin altındaki her eğitim tüm insan yetkisi bir kişiyi bir müjdeci, bir çoban ya da bir öğretmen yapamaz; kişinin mutlaka Kilisenin Başından bir lütuf armağanı almış olması gerekir.
Tanrının Kilisesindeki hizmet hakkında bu kadar söyleyelim. Okuyucuyu bu konuda yeterince aydınlattığımıza inanıyoruz. İnsanları bilgisizce Korah’ın korkunç günahı ile suçlamak gerçekten de çok kötü bir hatadır çünkü bu armağanlar kişilere Kilisenin Başı tarafından verilmiştir. Aslına bakılacak olur ise, bu armağanları uygulamamak bir günahtır.
Ancak hizmet ve kahinlik arasında çok maddesel bir farklılık vardır. Korah bir görevli olmayı hedeflemedi, çünkü o zaten bir görevli idi. Korah, olamayacağı bir şeyi yani bir kahin olmayı hedefledi. Kahinlik Harun ve onun ailesine verilmiş bir ayrıcalık idi. Ve onlar dışında sunu sunmak ya da kahinliğe özgü herhangi bir işlevi yapma girişiminde bulunmak herkes için küstahça bir davranışta bulunmak olur idi. Şimdi, Harun’un göklerden geçen bizim yüce Başkahinimiz’in – Tanrı oğlu İsa -örneği olduğunu hatırlatalım. Gökler O’nun hizmet alanı idi. “Eğer Kendisi yeryüzünde olsa idi, kahin olamaz idi.” İbraniler 8:4 “Rabbimiz Yahuda oymağından idi; Musa bu oymak hakkında kahinlik ile ilgili hiç bir şey söylememiş idi. Yeryüzünde şimdi tüm imanlıların kahinler olması dışında bir kahin olmak gibi bir görev yoktur. Bu konu hakkında Petrus’un yazdıklarını okuyalım : “Ama siz seçilmiş soy, kralın kahinleri, kutsal ulus ve Tanrının öz halkısınız.” 1.Petrus 2:9. Her imanlı bu ifadenin anlamına göre bir kahindir. Tanrının kilisesindeki en zayıf imanlı bile en az Pavlus’un kahin olduğu kadar kahindir. Bu bir kapasite ya da ruhsal güç meselesi değildir. Tüm imanlılar kahindirler. Ve İbraniler 13:15,16 ayetlerine göre ruhsal kurbanlar sunmaya çağrılmışlardır: “Bu nedenle İsa aracılığı ile Tanrıya sürekli övgü kurbanları yani O’nun adını açıkça anan dudakların meyvesini sunalım. İyilik yapmayı ve sizde olanı başkaları ile paylaşmayı unutmayın. Çünkü Tanrı bu tür kurbanlardan hoşnut olur.” İbraniler 13: 15,16.
İmanlının kahinliği böyledir. Ve okuyucunun bu konuyu özen ile okuması gerekir. Bundan farklı bir kahinlik şeklini hedeflemek- belirli bir kahinlik sınıfı yerleştirmeye çalışmak – insanların diğer kişiler adına hareket etmeleri ya da Tanrının önünde kahinlere özgü hizmet sunmaya kalkışmaları prensip olarak Korah’ın işlediği günah ile aynıdır. Burada kişilerden değil yalnızca prensipten konuşuyoruz. Günahın mikrobu çok başkadır. Zaman geçtikçe meyvenin tam oluşması gerçekleşir.
Okuyucu bu konunun tamamını kavrama konusunu yeterince basit bulamayabilir. Şu anda söylemek zorunda olduğumuz, bu konunun temel öneme sahip olduğudur. Okuyucunun bu konuyu yalnızca kutsal yazıların ışığında incelemesi gerekir. Gelenekler işe yaramayacaklardır. Vaizlere özgü tarihin de yararı olmaz. İşe yarayacak tek şey Tanrının Sözüdür. Bu sözün ışığında şu soruyu soralım ve yanıt verelim. “Korah’ın günahı ile adil bir şekilde suçlanacak olanlar kimlerdir? Kilisenin Başının donatmış olduğu armağanları uygulamak isteyen kişiler midir? Ya da yalnızca Mesih’in kendisine ait olan kahinlere özgü bir görevi ya da işi üstlenmek isteyenler midir? Bu çok ağır ve ciddi bir sorudur. Tanrısal huzurda sakin bir şekilde üzerinde düşünülmeli ve O’na sadık olmak için lütuf istenmelidir. O, bizim yalnızca lütufkar Kurtarıcımız değil, aynı zamanda egemen Rabbimizdir de!
Bölümümüzün geri kalan kısmında Korah ve yandaşlarına infaz edilen tanrısal yargı ile ilgili çok ciddi bir örnek sunulur. Rab bu isyankar kişiler tarafından ortaya atılan meseleye çok hızlı bir çözüm getirir. Bu çözümün yazılı olarak kaydedilmesi bile ifade edilişinin ötesindedir. Ne olmuştur? Yer yarılır ve isyan eden üç kişi aileleri, Korah’ın adamları ve malları ile birlikte yarılan yer tarafından yutuldular ve Rabbin gönderdiği ateş buhur sunan iki yüz elli adamı yakıp yok etti.
“Musa şöyle dedi: ‘Bütün bunları yapmam için Rabbin beni gönderdiğini ve kendiliğimden bir şey yapmadığımı şuradan anlayacaksınız: Eğer bu adamlar herkes gibi doğal bir ölüm ile ölür ve herkesin başına gelen bir olay ile karşılaşırlar ise, bilin ki beni Rab göndermemiştir. Ama Rab yepyeni bir olay yaratır ise yer yarılıp onları ve onlara ait olan her şeyi yutar ise ve ölüler diyarına diri diri inerler ise bu adamların Rabbe saygısızlık ettiklerini anlayacaksınız.” Çölde Sayım 16: 28-30.
Musa söylediği bu sözleri ile Yehova ile isyankarlar arasında bir mesele olduğunu ortaya koyar. Musa’nın kendisi Tanrıya yalvarabilir ve her şeyi O’nun ellerine bırakabilir. Ahlak gücünün gerçek sırrı budur. Kendi çıkarının peşinden koşmayan bir kişi – Tanrının yüceliğinden başka bir hedefi ya da isteği olmayan bir kişi – güvenlik içinde olayların gelişmesini bekleyebilir. Ama bunun mümkün olması için gözün sadık, yüreğin dürüst ve amacın saf olması gerekir. Kişi herhangi bir şeyi etkilemek için hiçbir şey yapmayacaktır. Eğer Tanrı yargılayacak ise kesinlikle doğru olanı ortaya çıkartacaktır. Yer yarıldığı ve Rabbin ateşi yakıp yok ettiği zaman başka hiç bir şeyin etkisi olamaz. Her şey sakin iken övünmek ve büyük konuşmak herkes için çok kolaydır. Ama Tanrı korkunç bir yargı ile sahneye çıktığı zaman, durumların görünümü hızlı bir şekilde değişir.
“Musa konuşmasını bitirir bitirmez, Korah, Datan ve Aviram’ın altındaki yer yarıldı. Yer yarıldı ve onları, ailelerini, Korah’ın adamları ile mallarını yuttu. Sahip oldukları her şey ile birlikte diri diri ölüler diyarına indiler. Yer onların üzerine kapandı. Topluluğun arasından yok oldular. Çığlıklarını duyan çevredeki İsrailliler, ‘Yer bizi de yutmasın’ diye kaçıştılar.” Çölde Sayım 16: 31-34.
Gerçekten de “Diri Tanrının eline düşmek korkunç bir şeydir.” Kutsallarının topluluğunda tanrıdan korkulması ve O’nun çevresinde bulunan atamış olduğu kişilere saygı ile davranılması gerekir. “Tanrımız yakıp tüketen bir ateştir.” Korah’ın, çok yüksek bir konum olan Levililere özgü hizmeti ile hoşnut olarak sakin kalması kendisi için ne kadar iyi olur idi. Bir Kehatlı olarak Korah’ın görevi tapınağın en kutsal eşyalarını taşımak idi, ama o kahinliğe gözünü dikti ve çukura düştü.
Hepsi bu kadar da değil idi. Yer isyan edenlerin üzerinde kapanır kapanmaz “Rabbin gönderdiği ateş buhur sunan iki yüz elli adamı yakıp yok etti.” İnsanın kibir ve küstahlığı üzerine inen tanrısal yargının canı dehşete düşüren bir belirti ve göstergesi; olabilecek en korkunç sahnelerden biri idi. İnsanın Tanrının önünde kendisini yüceltmesi çok boştur, çünkü Tanrı kibirlilere karşıdır ama alçakgönüllülere lütuf verir. Toprak solucanlarının gücü Her Şeye Yeten Tanrının önünde kendilerini yüceltmeye kalkmaları ne kadar ahmakça bir tutum! Zavallı insan! Kendisini yakıp tüketen ışığa doğru koşan pervane böceğinin yaptığından daha ahmakça bir davranış.
Ah, Tanrımız ile alçakgönüllü bir tutum içinde yürümek! O’nun isteğine razı olmak; çok alçakgönüllü bir konumda bulunmaktan tatmin olmak ve verilen görevi yapmak! Gerçek saygınlık ve gerçek mutluluk işte budur. Eğer Tanrı bize bir geçiş yeri verir ise oradan O’nun bakışlarının altında geçelim ve O’na övgü ve yücelik olsun. En önemli ve gerekli nokta O’nun bize yapmamız için vermiş olduğu işin ne olduğunu bulmak ve bizi atamış olduğu iş ile meşgul olmaktır. Eğer Korah ve yandaşları bunu öğrenmiş olsalar idi, kardeşlerinin yürekleri asla böylesine bir dehşet yaşamayacak idi. Ama hayır; aslında hiç bir şey idiler ama bir şey olmak istediler ve bu yüzden yarılan yer üzerlerine kapandı. Tanrının ahlak yönetiminde kibir ve mahvolmak birbirlerinden ayrılmayacak şekilde bağlantılıdırlar. Her ne kadar ölçü değişebiliyor olsa da bu prensip her zaman sağlam kalır; değişmez. Bunu her zaman hatırlayalım. Çölde sayım 16.bölümün çalışmasından alçakgönüllü ve pişman bir ruhun değerini anlamış olarak daha yüksekteki konulara geçiş yapalım. İnsanın kendisini aşağı ve yukarı itmekte olduğu bir anda yaşıyoruz. Şu anda “ince yonga” çok rağbet gören bir düsturdur. Yorumun ruhuna iyice bakalım ve bunu uygulayalım. “Kendini yücelten alçaltılacaktır.” Eğer Tanrının Krallığının kuralı tarafından yönetilecek isek, o zaman yükselmek için tek yolun aşağı inmek olduğunu göreceğiz. Şimdi göklerde en yüce yerde Olan gönüllü olarak yeryüzündeki en alçak yeri almış Olan’dır. Bakınız Filipeliler 2:5-11.
Burada imanlılar olarak bir örneğe sahibiz ve bu örnek de bu dünyanın kibirli ve hırslı insanlarına karşı tanrısal bir panzehirdir. Yüreğinde yumuşak huylu ve alçakgönüllü olan O’nun izleyicileri olduklarını ağızları ile ikrar eden kişilerde bulunan itici, övüngen ve kendine güvenen bir ruh ve tarza tanıklık etmek kadar üzücü bir durum yoktur. Böyle bir durum imanlı ruhuna ve tutumuna tamamen karşı bir durumdur. Ve canın henüz kırılmamış bir durumda bulunduğunun kesin kanıtıdır. Eğer bir imanlı kendisini Tanrının huzurunda gerçekten ölçmüş ise böyle övüngen, küstah ve kendine güvenen bir ruha sahip olması mümkün değildir. Tanrı ile baş başa kalmak kibir ve özgüvenin kesin egemen çözümüdür. Kendi canlarımızın gizliliğinde bu gerçekliğin farkına varmamızı diliyorum. Rab bizi tüm yollarımızda gerçekten alçakgönüllü olarak muhafaza etsin ve kendi gözlerimize değil yalnızca O’na dayanalım.
Bölümümüzün son paragrafı çok çarpıcı bir şekilde doğal yüreğimizdeki şifa bulmaz kötülüğün örneğine yer verir. Topluluğun önünde meydana gelen tüm bu korkunç olaylardan sonra yüreğin derin ve kalıcı dersler öğrendiğini umut edenler olabilir. Yerin nasıl yarıldığını gördükten sonra – ve yerin dibine giderken yürek parçalayıcı çığlıklar atan isyancıların feryatlarını işittikten sonra – Rabbin gönderdiği ateşin nasıl ortaya çıktığını ve bir an içinde iki yüz elli kişiyi yakıp yok ettiğini gördükten sonra – tanrısal yargının dehşetine tanık olduktan sonra – tanrısal gücün ve görkemin böyle çarpıcı bir gösterisine şahit olduktan sonra insan bundan sonra topluluğun artık alçakgönüllülük ve yumuşak huyluluk ile yürüyeceğini düşünebilir ve artık topluluğun çadırlarından artık şikayet ve isyan seslerinin duyulmayacağını sanabilir.
Ne yazık ! Ne yazık ki, durum böyle olmadı. İnsana böyle öğretilemez. Benliğin iyileşmesi asla mümkün değildir. Bu gerçek, Tanrının kitabının her bölümünde ve her sayfasında öğretilir. Çölde Sayım 16.bölümün son satırlarında örnek ile belirtilir. “Ama ertesi gün”, bu ifade üzerinde düşünün ! Halkın gözlerinin önünde meydana gelen o korkunç olaydan bir yıl ya da bir ay ya da hatta bir hafta dahi geçmemiş idi; “ERTESİ GÜN bütün İsrail topluluğu Musa ve Harun’a söylenmeye başladı. ‘Rabbin halkını siz öldürdünüz’ diyorlar idi. Topluluk Musa ile Harun’a karşı toplanıp Buluşma Çadırına doğru yönelince çadırı ansızın bulut kapladı ve Rabbin görkemi göründü. Musa ile Harun buluşma çadırının önüne geldiler. Rab Musa’ya, ‘Bu topluluğun arasından ayrılın da onları birden yok edeyim’ dedi. Musa ile Harun yüz üstü yere kapandılar. “ Çölde Sayım 16: 41-45.
Burada Musa için bir başka fırsat daha ortaya çıktı. Tüm topluluk tekrar anında yok edilmek ile tehdit ediliyor idi. Her şey umutsuz görünüyor idi. Tanrısal tahammül sonuna gelmiş gibi görünüyor idi ve yargı kılıcı yine tüm topluluk üzerine inmek üzere idi. Ama halkın tek umudu olan kişiler için aşağılayıcı yalanlar söylemiş olan isyancılar şimdi bu kişileri karşılarında kahinliğe özgü tutum içinde görüyorlar idi ve Rabbin halkını öldürmek ile suçlamış oldukları bu kişiler aslında yaşamlarını kurtaracak olan Tanrının araçları idiler. “Musa ve Harun yüz üstü yere kapandılar. Sonra Musa Harun’a,’ Buhurdanını alıp içine sunaktan ateş koy, üstüne de buhur koy’ dedi. “Günahlarını bağışlatmak için hemen topluluğa git çünkü Rab öfkesini yağdırdı. Öldürücü hastalık başladı. Harun Musa’nın dediğini yapıp buhurdanını alarak topluluğun ortasına koştu. Halkın arasında öldürücü hastalık başlamış idi. Harun buhur sunarak topluluğun günahını bağışlattı. O ölüler ve diriler arasında durunca öldürücü hastalık da dindi.” Çölde Sayım 16: 46-48.
Kahinlik kötü bir şekilde küçümsenmiş olmasına rağmen burada açıkça belirtiliyor ki, kahinlikten başka hiç bir şey isyankar ve inatçı olan bu halkı kurtaramaz idi. Bu son paragrafta söz ile anlatılamaz bir bereket yer alır. Tanrının baş kahini Harun orada ölülerin ve dirilerin arasına geçerek durur ve buhurdanından Tanrının önüne doğru bir bulut buhuru yükselir; Harun’dan daha büyük olan Biri hakkında etkileyici bir örnek; Rab İsa halkının günahları için tam ve mükemmel bir kefaret sundu. Ve Kişiliğinin ve işinin hoş kokusu ile sonsuza kadar Tanrının yanındadır. Halkı çölden geçirebilecek olan tek şey yalnızca kahinlik idi. Kahinlik, tanrısal lütfun zengin ve uygun sağlayışı idi. Halk, isyankar şikayetlerinin adil sonuçlarından korunmalarını bu aracılığa borçlu idiler. Haklarında yalnızca adalet temeli üzerinde kalınarak karar verilmiş olsa idi, söylenebilecek tek şey şu olur idi: “Bırakın beni de bir anda onları yakıp yok edeyim.”
Bu dil, saf ve katı ya da esnek olmayan adaletin kullandığı dildir. Anında yıkım adaletin işidir. Tam ve nihai koruma tanrısal Lütfun-doğruluk aracılığı ile egemenlik süren lütuf - görkemli ve canlı özelliğidir. Eğer Tanrı halka yalnızca adalet ile davranmış olsa idi, adaleti adından daha çok ilan edilmiş olacak idi. O’nun adında sevgi, merhamet, iyilik, nezaket, tahammül ve şefkat vardır. Ama eğer halk bir an içinde yakılıp yok edilse idi o zaman bunların hiç biri görülemeyecek idi ve bu yüzden Yehova’nın adı duyurulmayacak ya da yüceltilmeyecek idi. “Adım uğruna öfkemi geciktiriyorum. Ünümden ötürü kendimi tutuyorum, yoksa sizi yok ederdim. Bunu kendim için evet, kendim için yapıyorum. Adımı bayağılaştırmanızı nasıl hoş görebilirim? Bana ait olan onuru başkasına vermem.” Yeşaya 48:9,11.
Tanrının bize karşı Kendi adının yüceliğini düşünerek davranması ne kadar harikadır! O’nun görkeminin tam olarak parlamasının gerektiği de ne kadar harikadır! O, bize yüreğini açıklar iken, kendisini “Adil bir Tanrı ve bir Kurtarıcı” olarak açıkladı. Zavallı ve kaybolmuş günahkar için ne kadar değerli bir unvan! Tanrının kendisini açıkladığı ifadede yer alan sözlerin bir insana zaman ve sonsuzluk boyunca ihtiyaç duyabileceği her şeyi içerdiği aşikardır. Bu ifadedeki sözler cehennemi hak eden suçlu bir günahkarın çölün çeşitli denemeleri, zorlukları ve sıkıntıları arasında tahammül edebilmesi için gerek duyduğu ihtiyacı derin bir şekilde karşılar. Ve son olarak onu, günah ve üzüntünün asla giremeyeceği yukardaki o parlak ve bereketli dünya için teşvik eder.