Çölde Sayım 7

Bu bölüm Çölde Sayım kitabındaki en uzun bölümdür ve topluluğun on iki önderinin adları ile ilgili detaylı bir ifadeye yer verir. Ve onların konutun kurulmasına ilişkin armağanlar sunmalarından söz eder. “Musa konutu bitirdiği gün onu mesh etti. Onu ve içindeki bütün eşyaları, sunağı ve bütün takımlarını da mesh edip adadı. Sonra İsrail ileri gelenleri, sayılanlardan sorumlu olan aile ve oymak önderleri armağanlar sundular. Rabbe armağan olarak üstü kapalı araba ve on iki öküz getirdiler: Her iki önder için bir araba, her önder için bir öküz. Bu armağanları konutun önüne getirdiler. Sonra Rab Musa’ya, ‘Bunları buluşma çadırındaki hizmetlerde kullanılmak üzere onlardan alıp yapacakları işe göre Levililer’e ver’ dedi. Musa arabaları ve öküzleri alıp Levililer’e verdi. Yapacakları işe göre Gerşonoğullarına iki araba ile dört öküz, Merarioğullarına da dört araba ile sekiz öküz verdi. Bunlar Kahin Harun oğlu İltamar’ın sorumluluğu altında yapıldı.Kehatoğullarına ise bir şey vermedi. Çünkü onların görevi kutsal eşyaları omuzlarında taşımak idi.” Çölde Sayım 7:1-9.

Çölde Sayım 3.ve 4.bölümler üzerinde düşündüğümüz zaman, Kehatoğullarına konutun kutsal eşyalarını omuzlarında taşıma görevi gibi bir ayrıcalık verildiğini fark etmiş idik. Bu yüzden onlar diğer önderlere verilenleri almadılar. Kehatoğulları araba ve öküz ile değil, omuzlarındaki yüce ve kutsal hizmete sahip oldular. Kehatoğullarının görev ve sorumluluklarını ne kadar yakından inceler isek, onların, Mesih’teki Tanrının daha derin ve daha dolu görünümlerini ortaya koyduklarını daha iyi anlarız. Gerşonoğulları ve Merarioğulları ise bunu aksine daha dışsal konular ile ilgili şeyleri yerine getirmek ile yükümlü idiler. Onların işleri daha zor ve daha dışa dönük idi. Ve bu nedenle önderlerin özgürlüğü ile ilgili ihtiyaç duyulan yardım ile donatılmışlar idi. Kehatoğulları yüce hizmetlerinde bir araba ya da bir öküzün yardımına ihtiyaç duymazlar idi. Değerli gizemli yükü taşıyacak olan onların omuzları idi.

“Mesh edilen sunağın adanması için önderler armağanlarını sunağın önüne getirdiler. Çünkü Rab Musa’ya,’Sunağın adanması için her gün bir önder kendi armağanını sunacak’ demiş idi.” Çölde Sayım 7:10.

Ruhsallık ile ilgisi olmayan bir okuyucu, gözlerini bu alışılmışın dışındaki uzun bölüm üzerinde gezdirdiği zaman, esin ile yazılmış olan bir belgede bu konuya neden bu kadar uzun bir yer verilmiş olduğunu sormak zorunda kalır, ona göre bu konunun birkaç düzinelik satırlardan oluşan bir bölüm halinde yazılması yeterli gelir. Eğer bir kişi bu on iki gün ile ilgili bir hesap verecek olsa idi, çok büyük bir olasılık ile her şeyi bir ifade içinde çok kısa olarak özetleyebilecek ve bize on iki önderin her birinin şu ya da bu şeyi sunduğunu söyleyecek idi.

Ama bu durum tanrısal zihin ile hiç bir şekilde uyum sağlayamaz idi. Tanrının düşünceleri bizim düşüncelerimiz, Tanrının yolları bizim yollarımız değildir. Tanrı ancak takdim edilen oymağa ait her kişinin adının ve Tanrının konutu için sunduğu sununun tam ve detaylı bir şekilde olması halinde tatmin olabilir idi. Bu yüzden bu uzun bölüm seksen dokuz ayeti kapsar. Her isim kendi farklılığı ile parlayarak görünür. Her sunu anlık detaylar ile tanımlanır ve gerekli değeri görür idi. Adlar ve sunular birlikte ayrımsız olarak bir araya sıkıştırılmamışlardır. Böyle bir tarz bizim Tanrımıza yakışmaz idi. Ve O yaptığı her şeyde yalnızca Kendisi gibi davranır ve söylediği her şeyde Kendisi gibi konuşur. İnsanlar armağanlar ve sunular ile aceleci ve özensiz bir şekilde hareket edebilirler. Ama Tanrı asla böyle yapamaz, yapmaz ve yapmayacaktır. Tanrı, hizmetin her küçük eylemini ve her küçük sevgi dolu armağanı kaydetmekten hoşnut olur. O, asla en küçük şeyi bile unutmaz ve yalnızca Kendisi unutmak ile kalmaz, ama aynı zamanda milyonlarca kişinin bu kayıtları okuması için de zahmete girer. Bu on iki önder adlarının ve sundukları sununun çağlar boyunca sayısız kuşaklar tarafından okunmasının ne kadar önemli olduğunun çok az farkındadırlar! Evet bu kayıtlar çok önemli idi, çünkü onlar tanrı için önemli idiler. Tanrı bizler tarafından gereksiz bir detay olarak görülen şeylere önem verir ve evet, eğer hoşunuza gidecek olur ise şunu da yazalım; Tanrının hizmetkarlarından herhangi birinin tekinin bile adının atlanması ya da yaptıkları işin tek bir detayının bile yazılmaması gereksizce tekrar edilen ifadelerden kıyaslanamayacak kadar çok önemlidir.

Böylece, incelemekte olduğumuz her önderin sunusunu sunmak için kendisine ait atanmış bir yeri vardır. Ve her önder Kutsal Ruh Tanrı tarafından armağanlar ile ilgili kayıtların eksiksiz olarak yazıldığı içerikte esinin sonsuz sayfası hakkında kendisine özgü bir yere sahiptir.

Bu durum tanrısaldır. Ve biz Çölde Sayım kitabının bu yedinci bölümünün Tanrının, hizmetkarlarının adını ve onların işlerinin kaydını Kendi parmağı ile kazımış olduğu sonsuzluk kitabının özel sayfalarına sahip olduğunu söyleyemez miyiz? Söyleyebileceğimize inanıyoruz. Ve eğer okuyucu Samuel kitabının yirmi üçüncü ve Romalılar kitabının on altıncı bölümüne dönecek olur ise orada birbirine benzeyen iki sayfa bulacaktır. Samuel 23.bölümde Davut’un kodamanlarının adlarını ve işlerini okuruz. Romalılar 16.bölümde Pavlus’un Romalı dostlarının adlarını ve işlerini görürüz. Her iki bölümde de Tanrının kutsallarının ve Mesih’in hizmetkarlarının ilkinden sonuncusuna kadar gerçek olduğuna ikna edildiğimizi hissettiren bir örnek ile karşılaşırız. Sıralamada her birinin kendine ait özel bir yeri vardır ve her biri Efendisinin yüreğindeki yerine sahiptir. Ve bunların hepsi sırası ile ortaya çıkacaktır. Davut’un güçlü adamları sırasında “ilk üçe”,  - “üçe” ve “otuza” sahibiz. “Otuz kişiden” hiç biri asla “üç kişinin” arasına katılmaz. Aynı şekilde “üç kişi” de asla “ilk üç kişiye” ulaşmaz.

Hepsi bu kadar değil. Her eylem sadık bir şekilde yerine getirilir ve konunun özünün ve tarzının en kesin haliyle önümüze konduğunu görürüz. Kişinin adını, ne yaptığını ve nasıl yaptığını biliriz. Her şey düzenli bir dakiklik ve özen ile Kutsal Ruh’un hata yapmayan ve taraf tutmayan kalemi ile yazılmıştır.

O zaman bu nedenle Romalılar 16.bölümde bulunan o dikkat çekici örnek sayfaya geri döndüğümüz zaman, Fibi hakkındaki her şeyi öğreniriz; onun kim olduğunu ve ne yaptığını ve Roma’daki topluluğun sempatisini ve güvenini sağlamış olan biri olduğunu anlarız. Sonra Priska –hanımının adı önce yazılmıştır - ve Akvila’dan söz edildiğini okuruz. Ve bu iki kişinin kutsal elçinin yaşamı uğruna yaşamlarını tehlikeye attıklarını okuruz. Priska ve Akvila bu nedenle hem elçinin hem de uluslara ait tüm toplulukların beğenisini ve teşekkürlerini kazanmışlardır. Bundan sonra kardeşler arasında “çok sevilen Epenetus” ve elçi ve topluluk için “çok çalışmış olan Meryem” konu edilir. Yalnızca Epenetus’un çok sevildiği ya da Meryem’in “çok çalışmış olduğu” konularından söz etmek Ruh’un zihnini ya da Mesih’in yüreğini ifade eden sözler sayılamaz. Hayır, bu “çok” sevilen ya da “çok” çalışmış olan küçük ifadeler her bir önderin statüsünü ortaya koymak için yazılmaları gerekli görülmüş ifadelerdir.

Ama bu konuda detaya inmemiz gereksizdir ve bizler şimdi okuyucunun dikkatini yalnızca 12.ayete çekmek istiyoruz. Kitabı esin ile kaleme alan yazar neden “Trifena ve Trifosa” ile sevgili “Persis’den” neden aynı cümle içinde söz etmez? Neden onlara bir olarak ve aynı konumda yer vermemiştir? Bu soruların yanıtında kusursuz bir güzellik bulunur. Çünkü ilk iki isim olan Trifena ile Trifosa’dan söz eder iken, onların yalnızca Rab için çalıştıklarını bildirir, oysa sonuncu isim olan Persis Rabbin hizmetinde “çok çalışan” biridir. Bundan daha ayrıntılı bir açıklama olabilir mi? Önce “üç””, sonra “ilk üç” ve en son “otuz” gelir. Adların ve hizmetlerin birlikte sunuluşunda hiç bir düzensizlik, acele ya da eksiklik yoktur. Bize her birinin kim olduğu ve ne yaptığı söylenir. Her biri kendi yerine sahiptir ve kendi övgü payını alır.

Ve göz önünde bulundurulması gereken bunun sonsuzluk kitabına ait bir parça olduğudur. Ne kadar ciddi! Ve aynı zamanda ne kadar teşvik edici! Rabbimizin kitabında her bir hizmet kaydedilmiştir. Ve aynı zamanda yalnızca eylemin özü değil, tarzı da belirtilir, çünkü Tanrımız yaptığımız iş ile birlikte o işin tarzını da takdir eder. Tanrı cömertçe vereni ve yine cömertçe çalışanı sever. Çünkü kendisi de tamı tamına böyledir. Tanrının yüreği on iki oymağın temsilcilerinin Konutu’nun çevresinde özgürce akan gelgitlerini görmekten hoşnut olur idi. Davut’un reddedildiği gündeki eylemi Tanrının yüreğini hoşnut etti. Daha sonraki bir tarihte Tanrının yüreği Priska, Akvila ve Fibi’nin adanmış olarak yürüdükleri yolu izlemek ile yine hoşnut oldu. Ve bu kadar çok ılıklık ve cansızlık ikrarının görüldüğü günümüzde şurada burada Mesih’i gerçekten seven ve O’nun asmasında adanmış bir işçi olan kişileri gördüğünde de Tanrının yüreğinin hoşnut olduğunu ekleyelim.

Tanrının Ruhu yüreklerimizi tam bir adanmışlığa yönlendirsin! Ve bizi giderek daha çok kendimiz için yaşayalım diye değil, ama bizi seven ve değeri ölçülemez kanı ile yıkayan ve bizi yeni yaratıklar yapan Mesih için yaşayalım diye Mesih’in sevgisi bizi bu tam adanmışlığa zorlasın.