Yasa’nın Tekrarı 8
“Bu gün size bildirdiğim buyruklara tam tamına uyun ki, yaşayasınız, çoğalasınız ve gidip Rabbin atalarınıza ant içerek söz verdiği ülkeyi mülk edinesiniz. Tanrınız Rabbin sizi kırk yıl boyunca çölde dolaştırdığı uzun yolculuğu anımsayın! Buyruklarına uyup uymayacağınız, amacınızın ne olduğunu öğrenmek için sizi sıkıntılara sokarak sınadı.” Yasanın tekrarı 8:1,2.
Tanrımızın sadık eli ile halkına nasıl ilgi ile davrandığını anlamak için geri dönüp olanlara bakmak her şeyden önce canı tazeler ve teşvik eder. O’nun bize olan lütufkar ve bilge davranışlarını görürüz; bizim için yapmış olduğu pek çok harika şeyi aklımıza getiririz; O bizi pek çok zorluk ve sıkıntıdan kurtarmıştır. Tam tükendiğimizi düşündüğümüz anlarda bize yardım etmek için pek çok kez görünmüş ve önümüzdeki kapalı yolları açmış, korkularımızı azarlamış ve yüreklerimizi övgü ve minnet şarkıları ile doldurmuştur.
Ama bu harika uygulamayı hiç bir şekilde kendi yollarımıza, çabalarımıza, gelişmemize, hizmetimize ve neler yapabileceğimize bakmak gibi sefilce bir alışkanlık ile karıştırmamamız gerekir. Ancak yine de genel olarak şunu kabul etmeye hazırızdır: Rab için hizmet etme gücümüz yalnızca O’nun lütfu aracılığı ile mümkündür. Tüm bunlar zihnin tüm gerçek ruhsallığını mahveden insanın kendinden hoşnut olma halidir. Eğer geçmişimizi düşünme gibi bir ifade kullanma iznimiz olsa idi, bu ifadenin manevi etkisi öz araştırma kadar yaralayıcı olur idi. Kısaca, insanın kendisi ile meşgul olması çok sinsi bir tehlike arz eder; paydaşlığa vurulan ölümcül bir darbe gibidir. Katı bir kararlılık ile reddedilmesi ve yargılanması gereken benliği zihnin önüne getirmeye kalkışan herhangi bir şey kıtlık, karanlık ve güçsüzlük getirecektir. Geçmişteki eylemlerine ve başarılarına bakmak için geriye dönüş yapan kişi bir insanın düşebileceği en büyük sefaletin içine düşmüştür. Musa halka, “Rabbin sizi dolaştırdığı uzun yolculuğu hatırlayın” dediği zaman, verdiği bu öğüt ile yukarda değindiğimiz konulardan söz etmediği kesin idi.
Bu noktada bir an durup elçinin Filipeliler kitabı 3.bölümdeki sözlerine kulak vermemizde yarar var: “Kardeşler, kendimi bunu kazanmış saymıyorum. Ancak şunu yapıyorum: geride kalan her şeyi unutup ilerde olanlara uzanarak Tanrının Mesih İsa ile yaptığı göksel çağrıda ön görülen ödülü kazanmak için hedefe doğru koşuyorum.” 13,14. Ayetler.
Şimdi mesele şudur: kutsal elçinin burada sözünü ettiği unutulması gereken “her şey” nedir? Musa tüm çöl yolculuğu boyunca Tanrının onun canına ne kadar değer vererek davrandığın unutmuş mudur? İmkansız; bunun tam aksini kanıtlayan pek çok net ve tam delile sahibiz. Onun Agrippa’nın önünde söylemiş olduğu şu dokunaklı sözlere kulak verelim: “Ama bu güne dek Tanrı yardımcım oldu, bu sayede burada duruyor ve büyük küçük herkesin önünde tanıklık ediyorum.” Elçilerin İşleri 26:22. Aynı şekilde Timoteos da sevgili oğlu ve emek arkadaşına yazarken de geçmişi gözden geçirir ve katlanmak zorunda kaldığı zulüm ve sıkıntılardan söz eder. Ve bu sözlerine şunu ekler: “Ama Tanrı beni tüm sıkıntılardan kurtardı.” Ve yine devam edelim: “İlk savunmamada benden yana çıkan kimse olmadı; hepsi beni terk etti. Bunun hesabının onlardan sorulmaması için dua ediyorum. Ama Tanrı bildirisi aracılığım ile tam olarak açıklansın ve tüm uluslar bunu duysunlar diye Rab yardımıma gelip beni güçlendirdi. Aslanın ağzından böyle kurtuldum!” 2.Timoteos 4:16,17.
O halde elçi “geride kalan her şeyi unutmaktan” söz eder iken kast ettiği nedir? Biz onun bu sözleri ile Mesih ile bağlantısı olmayan tüm bu konulara işaret ettiğine inanıyoruz – yüreğin dinlenebildiği ve doğanın yücelebildiği bu gibi şeyler kişiye ağırlık ve engel olabilirler. Tüm bu gibi şeylerin elçinin önünde bulunan önemli ve görkemli gerçekliklerin ardından gidilmesi için unutulmaları gerekiyor idi. Biz, Pavlus’un ya da Tanrının herhangi bir çocuğunun veya Mesih’in bir hizmetkarının tüm yersel kariyerinde – Tanrının iyiliğinin, sevecen nezaketinin, muhteşem merhamet ve sadakatinin herhangi bir olayını ya da koşulunu unutmayı asla arzu edebileceğine inanmıyoruz. Ve tüm bunların aksine biz Tanrı çocukları için sonsuza kadar kalıcı yuvamıza gitmek üzere çölden geçer iken Babamızın bize nasıl davrandığına dair o bereketli anılarımızın üzerinde düşünmek bizler için tecrübelerin en tatlısı olarak kalacağına inanıyoruz.
“Yuvamızda geçmişteki çatışmaları, tehlikeleri ve korkuları
Büyük bir sevinç ile anacağız.
Senin ellerin düşmanlarımıza boyun eğdirdi
Ve tüm gözyaşlarımızı sildi;
Yüreklerimiz Senin bizi göğe alacağın güne kadar heyecan içinde yanıp tutuşmakta.
Şimdi ise canlarımız burada Senin lütfunun zenginliklerini öğrenmekte.”
Ama bu konuda yanlış anlaşılmayalım. Biz hiç bir şekilde yalnızca kendi tecrübelerimiz üzerinde durma alışkanlığımıza yüz vermek istemiyoruz. Bu sık sık görülen kötü bir davranıştır ve insanın yalnızca kendisi ile meşgul olmasıyla sonuçlanır. Yalnız bu konu ile değil aynı zamanda ruhsal durumumuzu düşürmeye ve yüreklerimizi Mesih’ten ayırmaya kalkışacak bunun gibi başka pek çok konuya karşı kendimizi korumamız gerekir. Ama Rabbin bize olan davranışlarının ve yollarının üzerinde durmanın sonuçlarından korkmamız için asla bir neden yoktur. Bu davranış bereketli bir alışkanlıktır ve bizi kendimizin üzerine yükseltir ve yüreklerimizi Tanrıya övgüler ve şükranlar ile doldurur.
İsrail’den neden rabbin kendilerini dolaştırdığı yolların hepsini hatırlaması istendi? Hiç kuşkusuz geçmişi hatırlayarak yüreklerini övgüye yöneltmek ve gelecek konusunda Tanrıya duyacakları güveni güçlendirmek için! Bunun her zaman böyle olması gerekir.
“O’nu geçmişimiz için öveceğiz
ve gelecekte olacak olan her şey için O’na güveneceğiz.
Dileğim, gün geçtikçe daha çok böyle davranmamızdır. Her günümüzü överek ve güvenerek, güvenerek ve överek geçirelim! Övgü ve yüceltme Tanrının görkemine vesile olurlar. Ve bizim O’ndaki esenlik ve sevincimizi arttırırlar. Göz, yol boyunca var olan tanrısal yardımı garantileyen semboller olarak sayılan yardım taşlarına (Evenezer) baktığı zaman yüreğin bize yardım etmiş Olan’a sevinç dolu “Hallelulja”lar yükselteceği kesindir ve O bize sonuna kadar yardım edecektir. O kurtarmıştır, kurtarır ve kurtaracaktır. Bereketli halka! Bu halkanın her zinciri tanrısal kurtuluştur.
Üzerinde durmamız gereken yalnızca Baba’nın elinin merhametli ve lütufkar kurtarışları değildir. Ama aynı zamanda adanmış bir minnet ile O’nun bilge, kutsal ve sadık sevgisinin “alçaltan” ve “kanıtlayan” davranışlarını da hatırlamamız gerekir. Tüm bunlar canlarımız için zenginlik dolu bereketlerdir. Bunlar bazı kişilerin bazen söyledikleri gibi kılık değiştirmiş merhametler değildirler; yalnızca önümüzde bulunan o parlak sonsuzluğun altın çağları boyunca Tanrımızı övmeyi gerektirecek olan basit, aşikar ve hatasız merhametlerdir
“Buyruklarına uyup uymayacağınızı ve yüreğinizdeki amacın ne olduğunu öğrenmek için sizi sıkıntılara sokarak sınadı.”
Tanrının çöldeki halkı ile nasıl sabırlı bir lütuf ve harika bir sevgi ile ilgilendiğini düşünmek ne kadar harika! Bu bizim için ne kadar değerli bir ders! İsrail’in çöldeki tüm dolaşmalarında tanrısal davranışın kayıtları üzerinde düşünmek ne kadar yoğun bir ilginçliğe sahiptir ve ne büyük bir ruhsal haz verir. Bu harikulade öyküden ne kadar çok şey öğrenebiliriz! Aynı şekilde bizlerinde alçaltılması gerekir ve yüreklerimizde ne olduğunu öğrenmemiz lazımdır. Bu çok yararlı manevi bir derstir!
Rabbi izlemeye başladığımız ilk zamanlarda yüreklerimizdeki kötülük ve akılsızlığın derinliği hakkında çok az bilgimiz vardır. Aslında başlangıçta, her konuda bilgisizizdir; uygulamalı iman kariyerimizde ilerledikçe değerlerin gerçekliğini kanıtlamaya başlarız; içimizde bulunan kötülüğün ne kadar derin olduğunu fark ederiz. Ve aynı zamanda dünyada var olan nihai boşluğu ve değersizliği ve her an Tanrının lütfuna ne kadar çok hatta tamamen bağlı olduğumuzu anlar ve lütfa muhtaç olduğumuzun farkına varırız. Tüm bu olanlar çok iyidir; bizi alçakgönüllü yapar ve kendimize güvenmekten vazgeçirtir. Bizi kibirden ve kendimize yeterli olduğumuzu düşünmekten kurtarır. Bizi düşmekten alıkoyacak olan tek Kişi’ye bir çocuğun saflığı ile sımsıkı yapışmaya yönlendirir. Böylece içimizdeki kötülüğü tanıma konusunda geliştikçe lütuf ile ilgili anlayışımız değişir, Tanrının yüreğindeki o harika sevgiyi yakından tanırız; bize olan harika yumuşak huyluluğunu ve muhteşem sabrını tüm zayıflık ve hatalarımıza rağmen uygular; O’nun zengin merhameti bizim tüm çeşitli ihtiyaçlarımıza sevecen bir şekilde hizmet eder; canlarımızın sürekli ve kalıcı yarar sağlaması için bizi çıkarımıza olan uygulamalara yönlendirir.
Tüm bunların uygulamalı etkisi eşsiz değerdedir; karaktere derinlik, sağlamlık ve olgunluk ile yumuşaklık sağlar; bizi tüm boş fikir ve teorilerden iyileştirir; tek yönlü düşünmekten ve aşırı uçlardan kurtarır. Diğer insanlara karşı yumuşak huylu, sabırlı, düşünceli ve alçakgönüllü yapar; katı yargılarımızı düzeltir ve diğer insanların eylemleri hakkında olası en iyi düşünceye sahip olmak için lütufkar bir arzu verir. Bize belirsiz ya da iki anlamlı gibi görünebilen durumlarda en iyi motifleri elde etmemiz için hazırlık sağlar. Çöl deneyiminin hepimizin gerçekten imreneceği değerli ürünler ürettiği kesindir.
“Sizi aç bırakarak sıkıntıya soktu. Sonra da sizin de atalarınızın da bilmediği man ile sizi doyurdu. İnsanın yalnız ekmek ile yaşamadığını ama rabbin ağzından çıkan her söz ile yaşadığını size öğretmek için yaptı bunu.” Ayet 3.
Bu bölüm özel bir ilgi gerektirir çünkü özel bir öneme sahiptir. Çünkü bu bölüm, Yasanın Tekrarı kitabında çöldeki düşman ile olan çatışmasında Rabbimizin ağzından çıkan ilk alıntılara yer vermektedir. Bu bölümün üzerinde çok derin düşünelim. Çünkü gerçekten de bizim ciddi dikkatimizi talep eder. Rabbimiz neden Yasanın Tekrarı kitabından alıntı yapmıştır? Çünkü bu kitap o anda diğer kitapların hepsinden daha çok İsrail’in bulunduğu duruma hitap etmektedir. İsrail tamamen başarısızlığa uğramış idi ve bu ağır gerçek başından sonuna kadar Yasanın Tekrarı kitabında işlenmektedir. Ama ulusun başarısızlığına rağmen yine de her sadık İsrailli için itaat yolu açık durmakta idi. Her yerde ve tüm koşullar altında Tanrıyı seven herkes için Tanrının sözüne uymak bir ayrıcalık ve görev idi.
Şimdi bizim kutlu Rabbimiz Tanrının İsrailinin konumu ile aynı konumda idi. İsrail benliği nedeni ile başarısız olmuş ve her bereketi kaybetmiş idi. Ama o, Rab İsa orada idi ve Tanrının “Gerçek İsrail’i” olarak orada idi ve Tanrı sözünün sade yetkisi aracılığı ile düşman ile karşılaşacak idi. “Ve Kutsal Ruh ile dolu olarak Şeria Irmağından dönen İsa Ruh’un yönlendirilmesi ile çölde dolaştırılarak kırk gün İblis tarafından denendi. O günlerde hiç bir şey yemedi ve dolayısıyla bu süre sonunda acıktı. Bunun üzerine İblis O’na “Eğer Tanrının Oğlu isen, şu taşa söyle ekmek olsun” dedi. İsa ise ona ‘İnsan yalnız ekmek ile yaşamaz’ karşılığını verdi.” Luka 4: 1-4.
Burada bizler için üzerinde düşünmemiz gereken çok önemli bir nokta var: Mükemmel İnsan, gerçek İsrail, çölde etrafında dolanan yabanıl hayvanlar arasında Tanrının, İsrail’in ve insanın büyük düşmanının önünde kırk gün süre ile oruç tuttu. Etrafında Tanrıdan söz eden en ufak bir özellik bile mevcut değildi. İkinci Adem’in durumu birinci Adem’den farklı idi. İkinci Adem Aden bahçesinde keyif içinde değil idi. Çölün ıssızlığının ve kuraklığının tam ortasında idi, tek başına idi ve açtı – ama Tanrı için orada idi!
Evet, O’nun adına övgüler olsun ki, aynı zamanda insan için de orada idi; orada idi çünkü insana yaşadığı çeşitli ayartmaların içinde düşman ile nasıl karşılaşacağını ve yine insana böyle durumlarda nasıl yaşaması gerektiğini göstermek için orada idi. Taptığımız ve hayran olduğumuz Rabbimizin düşman ile Tanrı olarak karşılaştığını bir an için bile düşünmememiz gerekir. O’nun Tanrı olduğu gerçek idi ama eğer yalnızca Tanrı olarak bu çatışmada durmuş olsa idi bize bir örnek sunması mümkün olamaz idi. Ayrıca bunun yanı sıra, bize şunu söylemesi gereksiz olur idi: Tanrı, Kendi eli ile şekil verdiği bir yaratığa hükmedecek ve onu kaçırtacak güce elbette sahip idi. Ama günah dışında her konuda ve insanlığın tüm koşullarında bir insan olan Biri’ni orada zayıflık güçsüzlük ve açlık içinde ve insanın ilk günahının sonuçlarının ortasında durduğunu görmek ve O’nun korkunç düşman üzerinde tam bir zafer kazandığını anlamak bizleri rahatlatır, teselli eder, güçlendirir ve teşvik eder.
Ve O, bu zaferi nasıl kazandı? Bizim için en büyük ve en önemli soru budur, bu soru Tanrının kilisesinin her üyesinin en büyük dikkatini talep eden bir konudur. Abartılması asla imkansız olan bir çekiciliğe ve öneme sahip olan bir sorudur bu! İnsanoğlu İsa Mesih çölde şeytana nasıl üstün geldi ve onu nasıl yendi? Çok basit, yalnızca Tanrının sözü aracılığı ile! Her Şeye Gücü Yeten tanrı olarak galip gelmedi, ama alçakgönüllü, bağımlı, yüceliğinden soyunmuş ve itaat eden İnsan olarak galip geldi! Şeytanın önünde duran bir kişi Tanrının sözünden başka hiç bir silah ile şeytana karşı duramaz. Zafer, tanrısal gücün gösterilmesi aracılığı ile gelmedi. Çünkü o zaman bu bizim için bir örnek teşkil edemez idi; sadece O’nun yüreğindeki ve O’nun ağzındaki Tanrı sözü ile İkinci İnsan, Tanrının ve insanın korkunç düşmanı ile karşı karşıya durdu.
Ve özenli bir şekilde dikkat etmemiz gereken bir diğer nokta da kutlu Rabbimizin şeytan ile muhakemeye girmemesi idi. Rab İsa, Kendisi ile ilgili olan gerçeklerin hiç birine başvurmadı – düşman bu gerçeklerin hepsini çok iyi biliyor idi. Rab İsa şu sözleri söylemedi: “Ben Tanrının Oğlu olduğumu biliyorum. Gökler açıldı, Kutsal Ruh aşağı indi ve Baba’nın sesi benim Tanrının Oğlu olduğum ile ilgili gerçeğe tanıklık etti.” Hayır, bu işe yaramaz idi; çünkü bizim için bir örnek olmazdı ve olamaz idi. Bizim bu örnekten öğreneceğimiz özel nokta şudur: düşmanın tüm ayartmaları ile karşılaştığımız zaman sahip olduğumuz tek silahı kullanacağız, yani, Tanrının sade, değerli yazılmış olan Sözünü!
“Tüm ayartmalarda” diyoruz çünkü üç ayartmada da Rabbimizin değişmeyen yanıtı şu idi: “Yazılmıştır!” “biliyorum, düşünüyorum, hissediyorum, inanıyorum” demedi, bunların hiç birini ya da başka herhangi bir şeyi söylemedi. Yalnızca Tanrının yazılı sözüne başvurdu – Yasanın Tekrarı kitabı ve özellikle bu kitap küstah imansızlar tarafından hakarete uğrar. Ama her itaatkar imanlı için en önde gelen kitaptır.
Sevgili okuyucu, bu an bizler için ifade edilemez bir andır; Rabbimiz İsa Mesih, “Yazılmıştır” der iken adeta şu sözleri söylemektedir: “Şu anda önemli olan benim Tanrının Oğlu olup olmadığım değil ama insanın nasıl yaşaması gerektiğidir. Ve bu sorunun yanıtı ancak kutsal yazılarda bulunabilir ve onu bir güneş ışını kadar parlak bir şekilde bulabiliriz, bizim ile ilgili olan her sorunun yanıtı kutsal yazılarda mevcuttur. Ben kim olur isem olayım kutsal yazılar aynıdır. “İnsan yalnız ekmek ile yaşamaz, ama Tanrının ağzından çıkan her bir söz ile yaşar.”
Biz burada insan için tek güvenilir, tek gerçek ve tek mutlu davranış şeklinden söz ediyoruz, yani, gayretli bir bağımlılık ile “Tanrının ağzından çıkan her bir söze bağlı olarak yaşamalıyız. Bereketli davranış budur! Hatta şu gerçeği de belirtmemiz gerekir; bu dünyada Tanrının sözü en üstün güçtür. Tanrının sözü canı O’nun Sözü aracılığı ile Rabbin Kendisi ile doğrudan, yaşayan ve kişisel bir iletişime getirir ve sözü her şeyde bizim için mutlak elzem bir gerçek haline getirir. Öyle ki, Tanrının sözü olmadan yapamayız! Doğal yaşam nasıl ekmek ile destekleniyor ise ruhsal yaşam da aynı şekilde Tanrının sözü tarafından desteklenir. Kutsal Kitap okumanın amacı orada yalnızca öğretişleri okumak ya da düşünce ve görüşlerimizi onaylamak değildir; bundan çok daha fazlasıdır. Kutsal Kitap okumak yaşamın esas yararlı olan şeyidir – yeni yaratığın yaşamı; başından sonuna kadar canın ihtiyaç duyabileceği olası her şeyi, yani, yiyeceği, ışığı, rehberliği, refahı, yetkiyi gücü kısaca her şeyi Tanrının sözünde buluruz.
Ve “her söz” ifadesinin gücüne ve değerine özellikle dikkat edelim. Rabbin ağzından çıkan tek bir sözden bile vazgeçme lüksümüzün olamayacağını nasıl da tam olarak ifade eder. Biz hepsini isteriz. Kutsal yazıların daha önceden sağlamış olduğu bazı ihtiyaçların sunulduğu anın hangisi olduğunu biz söyleyemeyiz. Söyleyemeyiz çünkü belki o ayeti önceden özellikle fark etmemiş olabiliriz, ama zorluk ortaya çıktığı zaman eğer can doğru bir durumda ve yürek gerçek duruşta ise Tanrının Ruhu bizi ihtiyacımız olan ayet ile donatacaktır. Ve biz de o zaman o bölümde daha önce hiç görmemiş olduğumuz bir güç, bir güzellik, derinlik ve manevi açıdan kendimize uyarlama göreceğiz. Kutsal yazılar tanrısaldır ve bu yüzden tükenmez bir hazinedirler. Tanrı, Kutsal Yazılarda halkının tüm ihtiyaçları için yeterli sağlayışta bulunmuştur ve her imanlının özel durumu için bir sözü vardır. Bu nedenle Kutsal Kitap’ın hepsini incelememiz ve üzerinde derin düşünmemiz ve onu daha derinlemesine okumamız ve yüreklerimizde hazinemiz olarak muhafaza etmemiz gerekir, öyle ki, ihtiyaç zamanı geldiğinde kullanıma hazır olsun!
Tanrının kilisesinin tüm öyküsünde herhangi bireysel bir imanlının yolunun tamamında karşılaşabileceği her zorluk Kutsal Kitap’ın başından sonuna kadar olan sayfalarında mükemmel bir şekilde sağlanmıştır. Biz bu kutlu Kitapta istediğimiz her şeye sahibiz ve bu nedenle bu Kitabı daha iyi tanımak ve içindeki sözleri tam olarak bilmek için arzu duymamız gerekir; bu Kitap karşımıza çıkabilecek her tür zorluğa karşı bize “tam bir donanım” sağlar; bu zorluk, şeytanın bir ayartması olabilir, dünyaya ait bir tutku olabilir ya da benlikten gelen bir istek olabilir ya da aksine öte yandan Tanrının zamanın başlangıcından önce Mesih’te bizim için planlamış olduğu iyi işlerin yolunda yürümemiz için gerekli olan bir donanım olabilir.
Ve ayrıca ayetteki şu ifadeye de özel bir dikkat vermemiz gerekir; “Rabbin ağzından çıkan”! Bu nokta söz ile anlatılamayacak kadar değerlidir. Çünkü Rabbi çok yakınımıza getirir ve bize O’nun her sözünden beslenme gerçekliğinin duygusunu verir, evet, Tanrı sözüne bağlı kalmak mutlak elzem ve kaçınılmaz bir gerçektir. Ortaya konan bu harika gerçek şudur: bedenlerimiz nasıl yiyecek olmadan yaşayamaz ise canlarımız da aynı şekilde Tanrı sözü yemeden var olmaya devam edemezler. Bu durumu tek bir sözcük ile açıklayacak olur isek, bize bu bölüm ile öğretilen şudur: insanın gerçek konumu, gerçek davranışı, tek güç aldığı yer, güvenliği, dinlenmesi ve bereketi Tanrı sözüne olan bağımlılık alışkanlığında bulunur.
Çağrılmış olduğumuz iman yaşamı budur: - bağımlılık yaşamı – itaat yaşamı – İsa’nın mükemmel bir şekilde yaşamış olduğu yaşam; zaten bu iman yaşamını O’ndan başka hiç kimse aynı şekilde O’nun yaşadığı gibi yaşayamaz; mükemmel olan yalnızca O’dur. Bereketli Rabbimiz Tanrının sözünün yetkisi olmadan bir adım dahi atmadı ya da tek bir şey dahi yapmadı; hiç kuşkusuz o taşı ekmeğe dönüştürebilir idi, ama Tanrı O’ndan bunu yapmasını istememiş idi ve Tanrı O’ndan bir şey yapmasını istemediği sürece O eyleme geçmek için bir motife sahip değil idi. Bu nedenle şeytanın ayartmaları tam anlamı ile güçsüz kaldılar. Şeytan, yalnızca Tanrı sözünün yetkisine dayanarak eylemde bulunan bir İnsan ile hiç bir şey yapamaz idi.
Bu konuya aynı zamanda ilginç ve yararlı olan bir şey daha ekleyebiliriz; kutsal Rabbimiz şeytanı susturmak amacı ile ayet alıntısı yapmaz. Yalnızca konumu ve davranışının yetkisi ile hareket eder. İşte bizler bu noktada düşmeye eğilimliyizdir; Tanrının değerli sözünü bu şekilde yeterince kullanmayız; kendi canlarımızın gücü ve yetkisinden çok düşman üzerinde zafer kazanmak istediğimiz zamanlarda ayetlerden alıntı yaparız. Bu nedenle Tanrının sözü yüreklerimizdeki gücünü kaybeder. Sözü, aç bir insanın ekmeği kullandığı gibi ya da bir denizcinin haritasını ve pusulasını kullandığı gibi kullanmak isteriz; Söz ile yaşar, Söz ile hareket eder, Söz ile düşünür ve Söz ile konuşuruz. Ve böyle yaptığımız zaman sözün sınırsız değerini daha iyi anlar ve takdir ederiz. Ekmeğin gerçek değerini en iyi bilen kimdir? Bir kimyacı mı? Hayır, aç bir insan! Bir kimyacı ekmeği analiz edebilir ve onun parçaları hakkında tartışabilir ya da konuşabilir ama aç bir insan ekmeğin gerçek değerini kanıtlar ve onu yer. Bir haritanın gerçek değerini en iyi kim bilir? Bir denizcilik okulu öğretmeni mi? Hayır, bilmediği ve tehlikeli bir kıyıda yelken açmış olan bir denizci!
Bunlar gerçek bir imanlı için Tanrı sözünün ne ifade ettiğini resmeden güçsüz örneklerdir. Gerçek bir imanlı Tanrı sözü olmadan yaşayamaz! Yaşamın her ilişkisinde ve eylemin her alanında Tanrı sözü mutlak şekilde kaçınılmazdır. İmanlının gizli ruhsal yaşamı Tanrının sözü ile beslenir ve desteklenir. Ve pratik yaşamına Tanrı sözü rehberlik eder; kişisel ve evindeki öyküsünün tüm sahne ve koşullarında yatak odasının mahremiyetinde, ailesinin kucağında ve ilişkilerinin yönetiminde rehberlik ve öğüt almak için Tanrının sözüne muhtaçtır!
Ve Tanrı sözü ona yapışmış olan ve ona güvenen kişileri asla yarı yolda bırakmaz. Kutsal yazılara, en ufak bir kuşkunun gölgesi olmadan güvenebiliriz. Tanrı sözüne ne zaman ister isek gidebilir ve onda her zaman istediğimiz şeyi bulabiliriz. Üzüntü içinde miyiz? Zavallı yürek kederli, kırılmış ve yalnız mı? Bizi, Kutsal Ruhun bizim için kaleme almış olduğu sözler kadar hiç bir şey rahatlatamaz ve teselli edemez! Kutsal yazıların bir cümlesi bir insan eli tarafından kaleme alınmış olan pek çok mektuptan daha fazla rahatlatır ve teselli eder. Cesaretimiz mi kırıldı, yüreğimiz mi yoruldu, moralimiz mi bozuk? Tanrı sözü bizi parlak ve canımızı harekete geçiren güvenceler ile karşılar. Yoksulluğun baskısı altında mıyız? Kutsal Ruh yüreklerimize esin ile yazılmış bazı altın vaatler getirir ve bize O’nun göğün ve yerin Sahibi olduğunu hatırlatır; O, sınırsız lütfu aracılığı ile “Mesih İsa’da tüm ihtiyaçlarımızı görkemli zenginliklerine göre karşılar.” İnsanların çekişmeli düşünceleri tarafından zihnimiz karıştı ve rahatsız mı oldu? Teoeloji okullarının çatışan öğretişleri, dini ve teolojik zorluklar tarafından aklımız mı karıştı? Kutsal yazılardan okuyacağımız birkaç cümle yüreğin ve vicdanın üzerine tanrısal bir ışık seli boca edecektir ve bizi her soruyu yanıtlayarak, her zorluğu çözerek ve her kuşkuyu uzaklaştırarak ve ger bulutu kovarak bize Tanrının zihnini tanıtacak ve tanrısal olmayan düşüncelerin çatışmasına bir son verecektir.
Kutsal yazılar bu nedenle nasıl bir lütuf ve ne büyük bir nimettirler! Tanrının sözünde ne kadar değerli bir hazineye sahibiz! Bize sözünü veren tanrının kutsal adını ne kadar övsek azdır. Evet ve O’ma övgüler olsun çünkü bölümümüzün bu sözlerindeki derinlik, doluluk ve güç konusundaki bilgimiz arttıkça bereketimiz de artıyor. “İnsan yalnızca ekmek ile yaşamaz ama Tanrının ağzından çıkan her bir söz ile yaşar.”
Bu sözler imanlının yüreği için gerçekten de büyük bir değer taşırlar. Ve bunu izleyen diğer sözlerde sevgili ve saygın, yasayı veren Musa, Yehova’nın İsrail’in çölde yaptığı tüm yolculuklarda onu nasıl özen ve merhamet ile koruduğunu bildirir. “Kırk yıl ne giysileriniz eskidi ne de ayaklarınız şişti.” Yasanın Tekrarı 8:4
Bu sözlerde ne kadar harika bir lütuf parlamaktadır. Sevgili okuyucu, yalnızca şunu düşün: Yehova halkı ile öylesine yakından ilgileniyordu ki, onların giysilerinin eskimemesine ve ayaklarının şişmemesine bile dikkat ediyor idi. Yehova onları yalnızca beslemek ile kalmadı, ama aynı zamanda onları giydirdi ve her şekilde onlar ile ilgilendi. Hatta onların ayaklarına bakmak için eğildi bile, öyle ki, çölün kumu onların ayaklarını incitmesin. Böylece, Yehova kırk yıl boyunca bir Baba yüreğinin özel şefkati ile onları gözetti. Sevgi, objesi ya da sevdiği için neler yapmaz ki? Yehova sevgisini halkının üzerine koymuş idi ve eğer onlar bunu anlamış olsalar idi bu tek bereketli gerçeğin tam güvenceleri olduğunu bilecekler idi. Mısır’dan Kenan ülkesine kadar İsrail’in ihtiyaçlarının hepsi güvence altına alınmış idi ve bu ihtiyaçların karşılanmasının sorumluluğunu üstlenmiş olan Yehova idi. Sınırsız sevgi ve her şeye yeten güç onlar ile beraber iken ne eksikleri olabilir idi?
Ama sonra bildiğimiz gibi, sevgi çeşitli biçimlere büründü. Konu halkı için yiyecek ve giyecek sağlamaktan çok daha fazlasına dönüştü. Halk yalnızca fiziksel değil ama aynı zamanda manevi ve ruhsal isteklere de sahip idi. Yasayı veren Musa bu konuyu halkına hatırlatmayı unutmuyor. Ve şöyle diyor: “Tanrınız Rabbin çocuğunu eğiten bir baba gibi sizi nasıl eğittiğini anlayın”-gerçek ve etkili tek anlayış yürekte olur-. Yasanın Tekrarı 8:5.
Şimdi kabul etmemiz gerekir ki, biz eğitilmekten yani disiplinden hoşlanmayız; sevinçli değildir, acı verir. Bir evlat babasının elinden aldığı yiyecek ve giysiden hoşnuttur ve babanın düşünceli sevgisinin sağladığı her türlü rahatlıktan memnundur. Ama babasının, eline disiplin sopasını aldığını görmekten hoşlanmaz. Ama yine de buna rağmen korkulan bu sopa evlat için en iyi şey olabilir; evlat için maddesel yararların ya da yersel bereketlerin yapamayacağını yapabilir. Bazı kötü alışkanlıkları düzeltebilir ya da çocuğu bazı yanlış eğilimlerden ve kötü etkilenmelerden kurtarabilir ve koruyabilir ve böylece çocuk sonsuza kadar minnettar kalacağı büyük bir manevi ve ruhsal berekete kavuşur. Burada çocuk için önemli olan nokta disiplin ve azarlamanın içinde var olan bir baba sevgisini ve özenini görebilmesidir. Bu, her gün yolda önüne çıkan çeşitli maddesel yararlardan çok daha önemlidir.
Biz özellikle Babamızın disiplinli davranışları ile ilgili olarak belirgin bir şekilde başarısızlığa uğrarız. O’nun iyiliklerinden ve bereketlerinden sevinç duyarız. Ve O’nun zengin ve cömert Elinden her gün tüm ihtiyaçlarımızın karşılığını aldıkça yüreklerimiz O’na övgü ve minnet ile dolar. Baskı ve sıkıntı zamanlarında O’nun bizim için yaptığı harika sağlayışları düşünmekten zevk alırız. Bizim için yapılacak en değerli uygulama şudur: geri dönüp O’nun iyilik eden elinin bizi nasıl bir yolda yürütmüş olduğuna bakmak ve tüm yol boyunca yapmış olduğu O’nun lütufkar yardımını hatırlamak ve bize bu yardımı hatırlatan yardım taşlarına (“Evenezerlere”) bakmak!
Tüm bunlar çok iyidir ve çok doğrudur ve çok değerlidir; ama daha sonra Babamızın sevecen yüreğinden ve cömert elinden bolluk ile akan bereketler ve iyilikler ve merhametlerinde dinlenmemizin büyük bir tehlikesi vardır. Bizler bu güzel bereketlerde dinlenmeye eğilimliyizdir ve mezmur yazarı ile birlikte şöyle deriz: “Huzur duyunca dedim ki, ‘Asla sarsılmayacağım!’ Ya Rab, lütfun ile beni güçlü bir dağ gibi sarsılmaz kıldın.” Mezmur 30:6,7a. Evet, “lütfun ile” ifadesi doğrudur ama bizler dağımız ve refahımız ile meşgul olmaya eğilim duyarız. Ve bu gibi şeylerin yüreklerimizin ve Tanrının arasına girmesine izin veririz ve bu nedenle bu gibi şeyler zaman içinde bizim için tuzak haline gelirler. İşte bu yüzden bazen azarlanmamız gerekir. Babamız sadık sevgisi ve ilgisi ile bizi gözetmektedir; O ise bu tehlikeyi görür ve şu ya da bu biçimde bir denemeye izin verir. Belki, çok sevilen bir çocuğunn öldüğüne dair bir haber ya da tüm yersel kazancımızın bulunduğu bir bankanın iflas etmesi. Ya da belki acı ve hastalık çekerek bir yatağın üzerinde yatarız ya da sevdiğimiz bir akrabamızın hasta yatağının yanında onu beklemeye çağrılabiliriz.
Bir sözcük ile belirtecek olur isek bizim zavallı zayıf ve korkak yüreklerimizi tamamen ezip geçen derin sulardan geçmeye çağrılabiliriz. Ve düşman hemen şu soruyu sorar bize: “Bu sevgi mi?” İman hiç tereddüt etmeden ve tam yürek ile “Evet! Bu sevgi!” yanıtını verir; evet, bu sevgidir, tamamen sevgidir, mükemmel sevgidir; bir çocuğun ölümü, bir malın kaybedilmesi, uzun süren ağır ve acı veren hastalık, tüm üzüntüler, tüm baskılar, tüm derin sular ve karanlık gölgeler tecrübeleri – hepsi, hepsi de sevgidir – mükemmel sevgi ve hatasız bilgelik! Ben şimdi bile bundan emin olduğumu hissediyorum; bunu yavaş yavaş öğrenmeyi beklemiyorum, yüceliğin tam ışığından gerideki yola bakacağım zaman bilmeyi beklemiyorum; bunu şimdi biliyorum ve beni sıkıntının derinliklerinden yukarı kaldıran sınırsız lütfun övgüsüne sahip olduğum için haz duyuyorum. Sınırsız lütuf beni ilgilendiren her şey ile ilgilenir ve beni başarısızlıklarım, akılsızlıklarım ve günahlarımdan kurtarmak için çarmıh sağlamıştır ve böylece beni tanrısal kutsallığa paydaş etmiştir ve “beni seven ve uğruma canını feda eden” o kutlu Kişi’nin benzeyişine dönüştürür.
İmanlı okuyucu, şeytana yanıt vermenin şekli budur ve yüreklerimizde ortaya çıkabilecek olan karanlık mantıkların susturulması da bu yol ile olur. Tanrının her zaman haklı olduğunu bilmemiz gerekir. O’nun disiplinli eğitimlerinin hepsine O’nun sevgisinin ışığında bakmamız gerekir. “yüreğinde, Tanrın Rabbin çocuğunu eğiten bir baba gibi seni nasıl eğittiğini hatırla.” Evlatlığın bu bereketli kanıtını tecrübe etmekten hoşlanmadığımızı söylemiş idik. “Oğlum, Rabbin terbiye edişini hafife alma ve Rab seni azarlayınca da cesaretini yitirme. Çünkü Rab sevdiğini terbiye eder ve oğulluğa kabul ettiği herkesi cezalandırır. Terbiye edilmek uğruna acılara katlanmalısınız. Tanrı size oğullarına davranır gibi davranıyor. Hangi oğul babası tarafından terbiye edilmez? Herkesin gördüğü terbiyeden yoksun iseniz, oğullar değil, yasa dışı evlatlarsınız. Kaldı ki, bizi terbiye eden dünyasal babalarımız var idi ve onlara saygı duyar idik. Öyle ise, Ruhlar Babasına bağlı olup yaşamamız çok daha önemli değil mi? Babalarımız bizi kısa bir süre için uygun gördükleri gibi terbiye ettiler. Ama tanrı, kutsallığına ortak olalım diye bizi kendi yararımıza terbiye ediyor. Terbiye edilmek başlangıçta hiç tatlı gelmez, acı gelir. Ne var ki, böyle eğitilenler için bu, sonradan esenlik veren doğruluğu üretir. Bunun için sarkık ellerinizi kaldırın ve bükük dizlerinizi doğrultun ve ayaklarınız için düz yollar yapın. Öyle ki, kötürüm olan parça eklemden çıkmasın, aksine şifa bulsun. ” İbraniler 12: 5-13.
Musa’nın topluluğa geçmiş, şimdi ve gelecekten itaat ile ilgili çeşitli motifleri bildirdiği yola işaret etmek her şeyden önce ilginç ve yararlıdır. Her şey, Yehova’nın onlar üzerindeki taleplerinin hissini canlandırmak ve derinleştirmek için yakına getirilmiştir. Topluluğun geçmişi “hatırlaması” gerekiyor idi. Şimdiki zaman üzerinde “düşünmesi” gerekiyor idi. Ve gelecek için beklentileri olmalı idi. Ve tüm bunlar halkın yüreğinde harekete geçecek ve onları kendileri için büyük işler yapmış olan, yapıyor olan ve yapacak olan o bereketli ve lütufkar Kişi’ye kutsal bir itaat içinde yönlendirecek idi.
Düşünceli okuyucunun, Yasanın Tekrarı adlı bu harika kitabın belirgin özelliğinin bu manevi motiflerin sürekli sunulması olduğunu görmesi zor olmayacaktır. Ve aynı şekilde bu kitabın, Mısır’dan Çıkış kitabının yalnızca bir tekrarının girişimi olmadığına dair çarpıcı bir kanıt teşkil ettiğini de anlayacaktır. Aksine, Yasanın Tekrarı adlı bu kitabımız kendi başına bir yetki alanı, bir saha, bir faaliyet alanı ve bir tasarımdır. Yalnızca tekrardan söz etmek saçmalıktır; karşıtlıktan söz etmek ise Tanrıya karşı saygısızlıktır.
“Onun için Tanrınız Rabbin buyruklarına uyun. Yollarında yürüyün ve O’ndan korkun.” Yasanın Tekrarı 8:6. “Onun için” sözcüğü, geçmişi ele alan ve gelecekte olması beklenen bir güce sahiptir. Bu kitabın tasarlanmasının amacı, yüreği, Yehova’nın geçmişteki davranışlarına geri götürmek ve gelecekteki davranışlarına doğru ilerletmektir. Çölde geçirilen bu kırk yılın harika öyküsü üzerinde düşünmeleri gerekiyor idi, öğretiş, alçaltma, kanıtlama, özenli ilgi, lütufkar hizmet, tüm ihtiyaçlarının tam olarak karşılanması, gökten inene man ekmeği, vurulan kayadan çıkan su, giysilerinin ve ayaklarının korunması; tüm terbiye onların manevi iyilikleri için idi. Burada İsrail’in itaati ile ilgili ne kadar güçlü manevi motifler mevcuttur!
Ama hepsi bu kadar değil idi; geleceğe doğru bakmaları gerekiyor idi; geçmişi ve şimdiyi olduğu kadar önlerinde bulunan parlak hedefi de umut etmeleri gerekiyor idi. Yehova’nın taleplerinin sağlam temeli, onların saygın ve tam yürekten itaatleri idi.
“Çünkü tanrınız rab sizi verimli bir ülkeye götürüyor. Öyle bir ülke ki, ırmakları, pınarları ve derelerden tepelerden çıkan su kaynakları vardır. Buğdayı, arpası, üzümü, inciri, narı, zeytinyağı ve balı vardır. Sıkıntısız ekmek yiyebileceğiniz ve hiç bir şeye gereksinim duymayacağınız bir ülkedir. Öyle bir ülke ki, kayaları demirdir ve dağlarından bakır çıkarabilirsiniz.” Yasanın Tekrarı 8:7-9.
Hedef ne kadar harika idi! Vizyon ne kadar parlak idi! Arkalarında bırakmış oldukları Mısır ülkesinden ve geçmiş oldukları çölden ne kadar farklı bir ülke idi! Rabbin ülkesi tüm güzelliği ve verimliliği ile önlerinde uzanıyor idi; su kaynakları çıkan tepeleri ve bal akan vadileri ve verimli ürünleri ile muhteşem bir ülke idi; üzüm, incir, nar ve zeytinden söz edildiğini duymaları onlar için ne kadar hoşnut edici idi; Her şey Mısır’ın ürünlerinden ne kadar çok farklı idi! Evet, her şey çok farklı idi! Bu ülke, Rabbin Kendi ülkesi idi ve bu yeterli idi. Halkın ihtiyaç duyabileceği her şeyden bolluk ile mevcut idi. Tükenmez hazinelere, söz ile anlatılamaz zenginliğe ve bol üretime sahip bir ülke idi.
Ne kadar harika bir tasarım! Sadık olan İsrailli bu ülkeye girmeyi ne kadar çok isterdi! – bu parlak mirası çölün kumuna tercih etmeyi arzu edeceği ne kadar kesin idi! Evet, çölde derin ve bereketli deneyimler, kutsal dersler ve değerli anıların mevcut olduğu doğrudur. İsrailliler Yehova’yı çölde, Kenan diyarında hiç bir şekilde tanıyamayacakları bir biçimde tanımışlar idi; tüm bunların hepsi oldukça doğru idi ve bizler tüm bunları kolayca anlayabiliriz, ama çöl yine de Kenan ülkesi değil idi ve her gerçek İsrailli vaat edilen ülkeye ayak basmayı ister idi ve Musa’nın biraz önce alıntısı yapılan bölümde ülkeyi gerçekten de temsil ettiğini söyleyebiliriz. Musa, “sıkıntısız ekmek yiyebileceğiniz ve hiç bir şeye gereksinim duymayacağınız bir ülkedir” der. Bundan daha fazla ne söylenebilir? Antlaşma sevgisinin elinin onlara vermiş olduğu bu iyi ülke ile ilgili büyük gerçek burada dile getirilmektedir. Tüm istekleri tanrısal bir şekilde karşılanacak idi. Bu ülkede asla açlık ve susuzluk olmayacak idi. Sağlık ve bolluk, sevinç ve mutluluk, esenlik ve bereket girmek üzere oldukları bu harika ülkede Tanrının İsrailinin kesin payı olacak idi. Bu ülkede her düşman boyun eğecek; her engel ortadan kaldırılacak; hoş ülke hazinelerini onların kullanımına sunacak idi; göklerin yağmuru ile sürekli sulanacak ve güneşi tarafından ısıtılacak idi ve bu ülke onların yüreklerinin arzu edebileceği her şeyi çok zengin bir bolluk ile onlara verecek idi.
Nasıl bir ülke! Nasıl bir miras! Nasıl bir yuva! Biz elbette şimdi bu ülkeyi tanrısal bir bakış açısından görüyoruz; Tanrının düşüncesi ile uyumlu olarak bu ülkeye bakmak ve bu ülkenin İsrail için önlerinde bulunan o bin yıllık parlak çağ sırasında ne ifade edeceğini düşünmek harikadır! Eğer bu ülkeyi yalnızca İsrail’in geçmişte sahip olduğu günler gibi düşünecek olur isek, hatta Süleyman’ın egemenliği sırasında var olan görkemler ile kıyaslayacak olur isek yine de bu ülke hakkında çok zayıf ve yetersiz düşüncelere sahip oluruz. Kenan ülkesinin Tanrının İsraili için nasıl bir ülke olduğu konusunda gerçek bir düşünceye sahip olmak için “her şeyin yenileneceği çağa” doğru bakmamız gerekir.
Musa şimdi bu ülke hakkındaki tanrısal düşünce ile uyumlu olarak konuşur. Musa, bu ülkeyi, İsrail tarafından sahip olunan değil Tanrı tarafından verilen bir ülke olarak takdim eder. İşte tüm farklılığı yaratan düşünce de bu noktadadır. Musa’nın ülke ile ilgili çekici tanımlamasına göre orada hiç bir düşman ya da kötü bir durum yok idi. Orada yalnızca verimlilik ve baştan sona bereket mevcut idi. Ve böyle olmalı idi, böyle olması gerekiyor idi ve böyle olacak idi; İbrahim’in tohumu, ataları ile yapılan antlaşmanın bir sonucu olarak, Tanrının egemen lütfunu temel alan yeni ve sonsuza kadar kalıcı ve çarmıhta dökülen kan ile mühürlenmiş olan bu antlaşma ile güvenceye sahip idiler. Yeryüzünün ya da cehennemin hiç bir gücü Tanrının amacına ya da vaadine engel olamaz. “Tanrı söyledi ve söylediğini yapmayacak mı?” Tanrı düşmanın tüm karşı koymasına ve halkının keder veren hatasına rağmen söylediği sözün her harfini yerine getirecek idi. Her ne kadar İbrahim’in tohumu yasa ve yönetim altında başarısız olmuş olsa da İbrahim’in Tanrısı onlara yine de lütuf ve yücelik verecektir, çünkü Tanrının armağanları ve çağrısı geri alınamaz.
Musa tüm bunları tam olarak anladı; o, önünde bulunan halk ve onların ilerdeki çocukları ile pek çok kuşak boyunca neler olup biteceğini biliyor idi ve Tanrı antlaşmasının sergilediği o parlak geleceğe doğru yani ileriye bakıyor idi; Tanrının, dostu olan İbrahim’e olan davranışlarında O’nun lütfunun zaferlerini önceden görebiliyor idi.
Ama Yehova’nın sadık hizmetkarı bu arada yine de kitabımızın başlangıcındaki tüm bu harika konular ile ilgili olarak halka, ayak basacakları bu iyi ülkede nasıl davranmaları gerektiği hakkındaki gerçeği açıklamaya devam eder. Musa, geçmişten ve şimdiden konuştuğu gibi gelecekten de söz eder. Musa, kutsal bir çaba ile halka ilgi gösterir; çöldeki tüm yolculuk boyunca lütuf ve iyilik ile halka ilgi gösteren kutsal Rabbin sözünü dinlemeleri için ısrar eder. Kutsal Tanrı onları verimli ülkeye sokmak ve mirasının Dağında dikmek üzeredir. Şimdi O’nun dokunaklı ve güçlü öğütlerine kulak verelim:
“Yiyip doyunca, size verdiği verimli ülke için Tanrınız Rabbe övgüler sunun.” Ne kadar basit! Ne kadar sevecen! Manevi açıdan ne kadar uygun! Yehova’nın iyiliğinin meyvesi ile dolmuş olarak yalnızca O’nun kutsal Adını bereketlemeleri ve övmeleri gerekiyor idi! Tanrı, çevresinde, O’nun iyiliğinin hoş duygusu ile dolup taşan ve O’na övgü ve şükran şarkıları söyleyen yüreklerin bulunmasından hoşlanır. O, halkının övgülerinde konut kurar. Ve “Bana övgü sunan Beni yüceltmiş olur” der. Şükran dolu bir yürekten yükselen en zayıf bir övgü notası bile Tanrının tahtının önüne ve O’nun yüreğine yükselen bir hoş kokudur.
Sevgili okuyucu, bunu her zaman hatırlayalım. Bu gerçek İsrail için ne kadar geçerli ise bizler için de aynı derecede geçerlidir. Bizim öncelikli işimiz Rabbi övmektir. Aldığımız her soluğun bir “hallelulja (Tanrıya binlerce övgüler olsun) olması gerekir. Kutsal Ruh bize bu bereketli ve kutsal tecrübe hakkında pek çok yerde öğütte bulunur. “Dudaklarımızın meyvesi O’nun adına sürekli övgü dolu şükranlar sunsun.” Her zaman hatırlamamız gereken, Tanrının yüreğinin, halkının sürekli olarak O’nun adına şükran ve tapınma ruhu ile övgüler sunmasından her şeyden çok hoşnut olduğudur; O’nun adına sunulan övgüler O’nu yüceltir. İyilik yapmak ve paydaşlıkta bulunmak doğrudur, Tanrı bu tür kurbanlardan hoşnut olur. Fırsatımız var iken, tüm insanlara ve özellikle imanlı ev halkından olanlara iyilik yapmak bizim en büyük ayrıcalığımızdır. Bizler, günlük yaşamımızda önümüze çıkan insan ihtiyacının her çeşidi için Babamızın sevgi dolu yüreğinin bereket kanalları olmaya çağrıldık. Tüm bunların hepsi doğrudur ama hiç bir zaman unutmamamız gereken şey şudur: bizim için belirlenmiş olan en yüce konum, Tanrımıza övgü sunmaktır. Aktif iyilik kurbanlarına artık ihtiyaç duyulmayacağı zamanda yani sonsuzluğun o altın çağı boyunca gücümüzü destekleyecek olan O’na sunacağımız övgülerdir.
Ama yasayı veren sadık Musa insan yüreğinin tüm bunları unutacak olan o üzücü eğilimini çok iyi biliyor idi; insanoğlu lütufkar Tanrıyı unutacak ve O’nun armağanlarında dinlenecek idi. Musa bu yüzden topluluğa öğüt verici sözler ile hitap eder – bu sözlerin tamamı hem onlar hem de bizler için tamamen gerçektir. Kutsal saygı ile eğilelim ve ruhun eğitilebilirliği ile kulak ve yüreklerimizi bu sözlerin önünde eğelim!
“Tanrınız Rabbi unutmamaya dikkat edin. Bugün size bildirdiğim buyruklarını, ilkelerini ve kurallarını savsaklamayın. Yiyip doyduğunuzda ve güzel evler yapıp yerleştiğiniz zaman, sığırlarınız ve davarlarınız çoğaldığında, altın, gümüş ve her şeyiniz arttığında, böbürlenmemeye ve sizi Mısır’dan, köle olduğunuz ülkeden çıkartan Tanrınız Rabbi unutmamaya dikkat edin. Rab o büyük ve korkunç çölde, zehirli yılanlar ve akrepler ile dolu o kurak ve susuz toprakta sizi yürüttü. Size sert kayadan su çıkarttı. Ve atalarınızın bilmediği man ile sizi çölde doyurdu. Sizi sıkıntıya soktu ve sınadı. Öyle ki, sonunda üzerinize iyilik gelsin. ’Bu serveti toplayan kendi yeteneğimiz, güçlü elimizdir’ diye düşünebilirsiniz. Ancak bu serveti size toplama yeteneğini size verenin Tanrınız Rab olduğunu anımsayın. Atalarınıza ant içerek yaptığı antlaşmayı sürdürmek amacı ile bu gün de bunu yapıyor. Tanrınız Rabbi unutur ve başka ilahların ardınca gider iseniz, onlara tapar ve önlerinde yere kapanır iseniz bu gün size açıkça belirtirim ki, tamamen yok olacaksınız. Tanrınız Rab önünüzden ulusları yok ettiği gibi sözüne kulak vermediğiniz için sizi de yok edecek.” Yasanın Tekrarı 8: 11-20.
Burada üzerinde derin düşünmemiz gereken bir nokta vardır. Bu nokta İsrail için nasıl önemli ise aynı şekilde bizler için de kesinlikle önemlidir. Az bir değişiklik ile tekrarlanan uyarı ve öğüt sözlerinin sıklığı belki bizim biraz şaşırmamıza neden olabilirler. Halkın her konuda Tanrının sözüne itaat etme konusundaki görevi halkın yüreğine ve vicdanına sürekli hatırlatılır; Mısır’dan kurtarılışları ve çöldeki yolculukları ile bağlantılı olan canı harekete geçiren bu önemli gerçeklerin defalarca tekrar edildiğini görürüz.
Ancak bu konuda şaşırmamıza neden olan şey nedir? Öncelikle, uyarı, öğüt ve rehberlik konularındaki acil ihtiyacımızı derinden hissetmiyor ve tamamen kabul etmiyor muyuz? Bu öğüt, uyarı ve rehberliklere ihtiyacımız yok mu? Tanrının Kendisinde dinlenmek yerine O’nun armağanlarında dinlenmek ve Tanrımız Rabbi unutmaya eğilimli değil miyiz? Ne yazık ki durum böyledir ve bunu inkar edemeyiz. Diri suların Kaynağına yükselmek yerine akıntılarda dinleniriz. Yolumuza lütuf ile dökülmüş olan merhametleri, bereketleri ve yararlar için sürekli övmek ve teşekkür etmek yerine ilk fırsatta kendimize döner ve öz güven ve öz şükran kurbanı oluruz.
Ve sonra, Musa’nın halka sürekli hatırlatmış olduğu o yüce gerçekler, manevi güçlerini ya da değerlerini kaybedebilirler miydi? Kesinlikle hayır. İsrail bu gerçekleri unutabilir ve onları yerine getirme konusunda başarısız olabilir idi, ama gerçekler her zaman aynı kaldı. Mısır ülkesinin ve halkının başına gelen o korkunç belalar, fısıh gecesi, karanlık, aşağılama ve tutsaklık ülkesinden kurtarılışları, Kızıl Deniz’in ortasından harika bir şekilde geçirilmeleri, her sabah gökten inen o gizemli yiyecek ve sert kayadan fışkıran o tazeleyici su: bunlar gibi büyük gerçekler, yüreğinde Tanrının içten sevgisinin kıvılcımına sahip olan bir yürek üzerinde nasıl olur da güçlerini kaybedebilirler idi? Ve bizler Musa’nın neden defalarca halkın yüreğini harekete geçirmek için bu gerçekleri vurgulamasına neden şaşıralım? Musa bu büyük gerçeklerin güçlü manevi etkisini kendi üzerinde de hissetti ve aynı zamanda halkın da aynı etkiyi hissetmesi için onları yönlendirmeye çalıştı. Musa için bu gerçekler ifade edilemeyecek kadar büyük idiler ve Musa kardeşlerinin de bu gerçeklerin değerini kendisinin takdir ettiği gibi takdir etmelerini arzu etti. Musa’nın halkın dikkatini çekmek için ısrar ettiği bu konu Yehova’ya yürekten ve esirgenmeyen itaatin güçlü taleplerini olası her şekilde bildirmek idi.
Sevgili okuyucu, bu konu, ruhsal konuları kavrayacak zihne sahip olmayan kayıtsız bir okuyucu için geçmişin gereğinden fazla sık dile getirildiği bir durum olarak görülebilir. Petrus’un ikinci mektubundaki sevecen sözleri okuduğumuz zaman, bu gerçeklerin bize hatırlatıldığını görürüz: “Onun için her ne kadar bunları biliyor iseniz ve sahip olduğunuz gerçek ile pekiştirilmişseniz de, bunları size her zaman anımsatacağım. Bu bedende yaşadığım sürece bunları anımsatarak sizi gayrete getirmeyi doğru buluyorum. Rabbimiz İsa Mesih’in bana bildirdiği gibi bedenden ayrılışımın yakın olduğunu biliyorum. Ben bu dünyadan göçtükten sonra da bunları sürekli anımsayabilmeniz için şimdi her gayreti göstereceğim.” 2.Petrus 1:12-15.
Tanrının bu iki sevgili ve sadık hizmetkarındaki ruh ve amaç birliği ne kadar da çarpıcıdır! Her ikisi de, hem biri, hem diğeri Tanrı, gökyüzü ve sonsuzluk ile ilgili konuları unutan zavallı insan yüreğindeki bu eğilimi hissettiler. Ve aynı zamanda anlattıkları şeylerin üstün önemi ve sınırsız değerini de hissettiler. Bu yüzden onları Rabbin sevgili halkına kalıcı bir şekilde hatırlatmak için yüreklerinde bu konulara sürekli bir şekilde gayret ile muhafaza etmeyi arzu ettiler. İmansız ve huzursuz insan doğası Musa ya da Petrus’a şu sözleri söyleyebilir: “Bize söyleyecek yeni bir şeyiniz yok mu? Aynı eski konular üzerinde neden sürekli olarak takılıp kalıyorsunuz? Biz söylediğiniz her şeyi biliyoruz. Bu sözleri defalarca işittik. Neden yeni bir düşünce alanına geçiş yapmıyorsunuz? Günümüzün bilimi hakkındaki konularda konuşsanız daha iyi olmaz mı? Eğer sürekli bu eski konular üzerinde takılıp kalmaya devam eder isek uygarlık akıp gider iken biz öylece bir kenarda durup kalacağız. Bize yeni bir şey söylemek için dua edin.”
İşte zavallı imansız düşünce ve dünyasal yüreğin yürüttüğü mantık budur. Ama iman, tüm bu sefil önerilere verilecek yanıtı bilir. Musa ve Petrus’un bu tür mantık düşüncelerini kolayca kestirip attıklarına inanabiliriz. Ve inanmamız da gerekir. Biz bu mantık düşüncelerinin kaynağını, eğilimini ve ne değerde olduklarını biliriz; bunu ağzımız ile söylemesek bile en azından yüreğimizin derinliklerinde verilecek hazır bir yanıt mevcuttur. Bu yanıt, bu dünyanın insanları için değersiz gibi gözükse de, bizler için kusursuz mükemmellikte bir yanıttır. Gerçek bir İsraillinin Rabbin kendisi için Mısır’da, Kızıl Deniz’de ve çölde yapmış olduklarını işitmekten yorulması mümkün olabilir mi? Asla! Bu tür konular gerçek bir İsrailli için her zaman taze kalacaklardır ve yüreklerinde bu tür konulara her zaman yer bulunacaktır. Ve aynı durum bir imanlı için de geçerlidir; gerçek bir imanlı çarmıhtan ve onun ile ilgili tüm önemli ve görkemli gerçekleri işitmekten hiç yorulabilir mi? Mesih’ten, O’nun eşsiz görkemlerinden ve sınırsız zenginliklerinden - O’nun kişiliğinden, tamamladığı işten ve hizmetlerini işitmekten yorulması mümkün müdür? Asla! Hayır, asla! Sonsuzluğun parlak çağları boyunca da asla yorulmayacaktır. Gerçek bir imanlı yeni bir şey için açlık duyabilir mi? Bilim Mesih’in yaptıklarını geliştirebilir ya da buna ek yapabilir mi? İnsan öğretişi bedende görünen Tanrının temelindeki büyük tanrısal gizeme ve göklerde yüceltilmiş olan İnsan’a yeni ve daha ileri bir şey ekleyebilir mi? Bu yüce gerçeklerin ötesine geçebilmemiz mümkün müdür? Hayır, değerli okuyucu, eğer bunun ötesine geçecek olsa idik bunu yapamazdık ve eğer bunu yapabilecek olsa idik yapmazdık.
Hatta bir an için, daha düşük bir alana insek ve Tanrının yaratılıştaki işlerine baksak, güneşten yorulmamız hiç mümkün olur muydu? Güneş yeni değildir; ışınlarını bu dünyanın üzerine yaklaşık altı bin yıldan beri göndermektedir ama bu ışınlar hala ilk yaratıldıkları günde olduğu gibi aynı tazeliğe sahiptirler ve biz onları her gün yeni bir istek ve sevinç ile karşılarız. Denizden yorulur muyuz hiç? Deniz yeni değildir; yaklaşık altı bin yıldan beri dalgaları sahile vurup durur ama bu dalgalar kıyılarımızda denizin yaratılmış olduğu ilk günde olduğu gibi yine aynı tazeliğe sahiptirler ve aynı derecede hoşumuza giderler. Evet, güneşin sık sık insanın zayıf görüşüne gereğinden fazla parlak geldiği zamanlar vardır ve deniz bir an içinde insanın övündüğü işleri yutup yok edebilir. Ama yine de güneş ve deniz güçlerini, tazelik ve çekiciliklerini asla kaybetmezler. Bahçe ve tarlalarımıza düşen taze çiğ damlalarından yorulmamız mümkün olabilir mi? Güllerimizden çıkan o hoş kokudan hiç yorulur ya da bıkar mıyız? Bülbül ve ardıç kuşunun söylediği şarkıların notalarından hiç yorulur muyuz?
Ve tüm bunlar Mesih’in çarmıhı ve kişiliğinin çevresinde var olan yücelikler ile kıyaslanacak şeyler midirler? Yukarda saydıklarımız önümüze konmuş olan o sonsuzluğun o yüce gerçeklikleri ile kıyaslandıkları takdirde ne değerleri vardır?
Değerli okuyucu, bu tür önerileri ne şekilde dinlediğimize karşı uyanık olalım ve bu tür önerilerin dışardan mı yoksa kendi kötü yüreklerimizin kötülüğünden mi kaynaklandığına dikkat edelim, öyle ki, İsrail gibi benliğe uyarak göksel man’dan tiksinmeyelim ve güzel ülkeyi küçük görmeyelim; ya da kutsal elçiyi yarı yolda bırakıp terk eden Dimas gibi şimdiki çağın sevgisi ile aldatılmayalım ya da Yuhanna altıncı bölümde okuduğumuz, Rabbin öğretişinden gücenen ve “geri dönüp O’nun ile yürümekten vazgeçen” kişilerden olmayalım. Rab yüreklerimizi Kendisine bağlı tutsun ve tekrar gelinceye kadar O’nun kutsal amacında taze ve hararetli bir gayret ile kalabilmemizi sağlasın!