Yasa’nın Tekrarı 16
Şimdi Yasa’nın Tekrarı adlı kitabın en derin ve anlamlı bölümlerinden birine yaklaşıyoruz. Bu bölümü esin ile yazan yazar üç büyük Yahudi bayramı olarak adlandırabileceğimiz Fısıh Bayramı, Haftalar Bayramı ve Çardak Bayramından, ya da kefaret, Kutsal Ruh ve görkemden söz eder. Burada, bayramlardan, Levililer 23. Bölümde yer alan bayramlardan daha yoğun bir şekilde söz edildiğini görürüz. Eğer Sebt gününü de dahil eder isek sekiz bayram olduğunu görürüz. Ama eğer Sebt gününü farklı bir şekilde düşünür ve bu günün Tanrının Kendi sonsuz dinlenmesinin bir örneği olarak kabul eder ve ona özel bir yer verir isek o zaman yedi bayram mevcuttur, yani, Fısıh bayramı, mayasız ekmek bayramı, ilk ürünler bayramı, Pentikost, boru bayramı, kefaret günü ve çardak bayramı.
Levililer kitabındaki bayramların düzeni bu şekildedir. “Kahinin rehber kitabı” olarak adlandırılabilecek o harika kitaptaki incelemelerimizde bu konuya dikkat çekmiş idik. Ama halkın kitabı olan Yasanın Tekrarı kitabında törensel konular hakkında daha az ayrıntı yer alır. Ve yasayı veren bu önemli ve ulusal konulara onları halk için çok sade bir şekilde uyarlayarak geçmiş, şimdi ve gelecek ile ilgili olarak sunar.
“Aviv ayını tutun ve Tanrınız Rabbin Fısıh bayramını kutlayın. Tanrınız Rab Aviv ayında geceleyin sizi Mısır’dan çıkardı. Tanrınız Rabbin adını yerleştirmek için seçeceği yerde davarlardan ve sığırlardan Fısıh kurbanlarını keseceksiniz. Kurban eti ile birlikte mayalı ekmek yemeyeceksiniz. Yedi gün mayasız ekmek-sıkıntıda yenen ekmek-yiyeceksiniz. Siz Mısır’dan acele ile çıktınız. Öyle ki, yaşadığınız sürece Mısır’dan çıktığınız günü anımsayasınız. Yedi gün ülkenizin hiç bir yerinde maya bulunmasın. Akşam kurban edeceğiniz hayvanların etinden ilk günün sabahına bir şey bırakmayacaksınız. Fısıh kurbanlarını Tanrınız Rabbin size vereceği kentlerden birinde kesmeyeceksiniz” – sanki bayramın kutlandığı yerin dışında başka hiç bir şeyin önemi yokmuş gibi- “ancak Tanrınız Rabbin adını yerleştirmek için seçeceği yerde keseceksiniz. Kurbanı orada akşam gün batınca Mısır’dan çıktığınız saatlerde keseceksiniz. Eti Tanrınız Rabbin seçeceği yerde pişirip yiyeceksiniz. Sabah dönüp çadırlarınıza gideceksiniz. Altı gün mayasız ekmek yiyeceksiniz. Yedinci gün Tanrınız Rab için bir toplantı düzenleyecek ve iş yapmayacaksınız.” Yasanın Tekrarı 16: 1-8.
“Mısır’dan Çıkış Kitabı hakkındaki Notlarımızda” bu önde gelen ilkelere biraz değinmiş idik. Eğer okuyucu konuyu incelemeyi arzu ediyor ise kendisine bu kitabı okumasını tavsiye etmemiz gerekir. Ancak Yasanın Tekrarı kitabına ait belirli değişik özellikler konusunda okuyucunun özel dikkatini çekme açısından sorumlu olduğumuzu hissediyoruz. Ve ilk planda öncelikle, bayramın kutlanması gereken “yer” hakkında dikkat çekici vurguya işaret etmemiz önem taşımakta. Bu an çok ilgi çekici ve önemli bir andır. Halkın kendi adına seçim yapma yetkisi yok idi. Bu durum insan düşüncesi açısından bakıldığı zaman çok küçük bir mesele gibi görünebilir ya da bayramın nerede kutlanacağından çok bayramın kutlanması önemli gibi gelebilir. Ama –okuyucu bu konuya özel bir dikkat göstersin ve üzerinde derin düşünsün- bu meselede insan düşüncesine yer yok idi; burada esas olan yalnızca tanrısal düşünce ve tanrısal yetki idi. Tanrı halkı ile nerede buluşacağını belirleme ve bunun yerine getirilmesini talep etme hakkına sahip idi. Ve Tanrı bunu, yukardaki bölümde belirtildiği gibi, çok farklı ve empatik bir şekilde üç kez şu cümleyi tekrar ederek talep etti: “Tanrınız Rabbin seçeceği yerde!”
Bu tekrarlar boş mudur? Hiç kimse böyle düşünme cüretini göstermesin ve Tanrının söylediğini kabul etsin. Bu konu vurgulanması çok gerekli olan bir konu idi; bu konunun vurgulanması neden çok gerekli idi? Çünkü biz bu konuda bilgisiz, kayıtsız ve isteksiz idik. Tanrı sınırsız iyiliği ile halkının yürek, vicdan ve anlayışı üzerinde etkili olmak ister ve bu konuda ısrar eder; Fısıh bayramı gibi çok önemli ve anısı olan bir bayramın tek bir yerde kutlanmasını talep eder.
Ve dikkatinizi çekmek istediğimiz nokta şudur: kutlama yeri konusunda yalnızca Yasanın Tekrarı kitabında ısrar edilir. Mısır’dan Çıkış kitabında bu konuda hiç bir kayda rastlamayız çünkü Fısıh bayramı Mısır’da kutlanmış idi. Ama Yasanın Tekrarı kitabında yetkin ve kesin bir saptama yapılmıştır çünkü ülke ile ilgili buyruklar bu kitapta verilir. Yasanın Tekrarı kitabının daha önceki kitapların bir tekrarı olmadığına dair bir başka çarpıcı kanıt daha!
Bu bölümde kaydedilmiş olan “yer” ile ilgili olarak en önemli nokta şudur: Tanrı sevgili halkını Kendi huzurunda birlikte kutlama yapabilmeleri için, O halkından keyif alsın diye ve onlar O’nda ve birbirlerinde bulunarak çevresinde toplamak istemektedir. Tüm bunlar yalnızca tanrı tarafından belirlenmiş olan özel bir yerde yapılabilir idi. Yehova ile ve O’nun halkı ile karşılaşmayı arzu eden herkes, Tanrı ile uyumlu olarak O’na tapınmayı ve O’nun sofrasına oturmayı arzu eden herkes tanrısal olarak belirlenmiş bu yerde bulunduğu için minnettarlık duyması gerekir idi. Öz irade böyle bir duruda şu soruları sorabilir: “Bayramı ailelerimizin kucağında kutlayamaz mıyız? Bayramı kutlamak için neden uzun bir yolculuk yapılması gereksin? Eğer yürek doğru ve içten ise o zaman bayramın nerede kutlanacağı böyle önemli bir mesele haline getirilmemelidir.” Bu tür sorulara vereceğimiz yanıt şudur: doğru ve içten bir yüreğin en net ve en iyi kanıtı Tanrının isteğini yerine getirme konusundaki sade ve gayretli istek olacaktır. Tanrıyı seven ve O’na tapınan herkes için O’nun, halkını toplamak amacı ile bir yer belirlemiş olması, bu yerin kabul edilmesi ve bu yerden başka bir yerde toplanmamaları konusunda tamamen yeterlidir. Büyük ulusal toplantılara sevinç, konfor, güç ve bereket sağlayabilecek olan tek şey yalnızca O’nun Varlığı idi. Bir yılda üç kez bayram kutlamak ve birlikte sevinmek için çok sayıda kişinin bir araya gelmesi gerçeği insani kibre, insani üstünlüğe ve insani heyecana hizmet edebilir idi. Ama Yehova ile buluşmak, O’nun kutsal huzurunda bir araya gelmek, O’nun adını yerleştirmek için seçmiş olduğu yere sahip olmak için toplanmak İsrail’in on iki oymağındaki her gerçekten sadık yürek için büyük bir sevinç olacak idi. Toplantı merkezine gitmek yerine kendi iradesi ile evde kalan ya da başka bir yere giden kişi böyle yapmak ile Yehova’yı yalnızca ihmal etmiş ve O’na hakaret etmiş olmak ile kalmayacak ama aynı zamanda O’nun üstün yetkisine karşı isyan etmiş olacak idi.
Ve şimdi bu yer hakkında kısaca konuştuktan sonra bir an “için bu kutlamaya bir göz atabiliriz; bu kutlama beklediğimiz gibi kitabımıza ait özel bir karakteristiği vurgular. Burada önde gelen özellik “mayasız ekmektir.” Ama okuyucu özellikle bu mayasız ekmeğin “sıkıntı ekmeği” olduğuna dair ilginç gerçeğin farkına varacaktır. Şimdi bu ifadenin ne anlama geldiğini düşünelim! Mayasız ekmeğin Tanrı ile gerçek paydaşlığın sevinci için elzem olan yürek ve yaşam kutsallığının örneği olduğunu hepimiz anlıyoruz. Bizler elbette kişisel kutsallık aracılığı ile kurtulmadık ama Tanrıya şükürler olsun ki, kişisel kutsallık için kurtulduk. Kişisel kutsallık – böyle bir kutsallık zaten yoktur; kutsal olan yalnızca Tanrıdır!-kurtuluşumuzun temeli değildir; hamdolsun ki “kutsallığımız olan Mesih” aracılığı ile bizler Tanrı ile paydaşlıkta bulunabiliriz. Mayaya izin verildiği takdirde Tanrı ile paydaşlığa ve tapınmaya ölümcül bir darbe vurulmuş olunur.
Kişisel kutsallık ve uygulamalı tanrısayarlık konusundaki bu büyük ve önemli ilkeyi asla bir an için bile gözden kaybetmememiz gerekir. Kişisel kutsallık ve uygulamalı tanrısayarlık ancak Kuzu’nun kanının kefareti aracılığı ile sağlanmıştır. Göklerdeki sonsuz yuvamıza doğru bu dünyada yolculuk eder iken yaşadığımız olayların ve koşulların ortasında gün be gün yaşama ayrıcalığına çağrıldık. Bilinen günah içinde yaşar iken paydaşlık ve tapınmaktan söz etmek ya biri ya da diğeri hakkında hiçbir şey bilmediğimizin melankolik kanıtıdır. Tanrı ile ve kutsallar ile paydaşlığın tadını çıkarmak için ve Tanrıya ruhta ve gerçekte tapınmak için bilinen tüm kötülüklerden arınmış olarak Mesih’in kutsallığına sahip olmanın bilinci içinde bir yaşam sürmemiz gerekir. Tanrı halkının topluluğundaki yerimizi almamız için ve kutsal paydaşlık ve tapınmaya katılmak için güvendiğimiz tek şey Mesih’in kanı ve çarmıhta tamamladığı iştir! Buna iman etmemek ya da diğer kişilerde yanlış düşüncelere izin vermek Kutsal Ruhu kederlendirir.
Tüm bunlar çok ciddi konulardır ve gerçekten Tanrı ile yürümeyi arzu eden ve O’na saygı ve sevgi ile hizmet etmek isteyen kişileri gayretli bir dikkate çağırır. Anlayışımızda yer alan öğretiş örneği bir şeydir ve onun yürekte kazınmış olan ve yaşamda görünen önemli manevi dersi başka bir şeydir. Kuzu’nun kutsal ve aklayan kanının vicdanlarına serpilmiş olduğunu ağızları ile ikrar eden herkesin mayasız ekmek bayramını kutlamasını dileriz. “Övünmeniz yersizdir. Azıcık mayanın bütün hamuru kabarttığını bilmiyor musunuz? Yeni bir hamur olabilmek için eski mayadan arınıp temizlenin. Zaten mayasızsınız. Çünkü Fısıh kuzumuz Mesih kurban edildi. Bunun için eski maya ile – kin ve kötülük mayası ile – değil, içtenliğin ve dürüstlüğün mayasız ekmeği ile bayram edelim.” 1.Korintliler 5:6-8.
Ama burada “sıkıntı ekmeği” ifadesi ile anlamamız gereken nedir? Mısır’daki esaret ve sefaletten kurtulmanın anısı olan bir bayram ile bağlantı kurduğumuz zaman aradıklarımızın sevinç, övgü ve zafer olması gerekmez mi? Hiç kuşkusuz, eski durumumuzdan tamamen kurtulduğumuz ile ilgili gerçeğin farkına vardığımız zaman bu gerçeğe eşlik eden duyduğumuz gerçek ve derin bir sevinç vardır. Ama fısıh bayramının önde gelen özelliklerinin bunlar olmadığı aşikardır; gerçekten de bu özellikler adlandırılmamışlardır dahi! Burada “sıkıntı ekmeğinden” söz edilir ama sevinç, övgü ve zafer hakkında tek bir sözcük bile yer almaz.
Şimdi bunun neden böyle olduğunu düşünelim! Sıkıntı ekmeği aracılığı ile yüreklerimize aktarılmak istenen önemli manevi ders nedir? Bizi günahlarımızdan ve günahlarımızın hak etmiş olduğu yargıdan kurtaran harika Rabbimiz ve Kurtarıcımızın bunun için ödemiş olduğu bedel Kutsal Ruh tarafından güçlü bir şekilde önümüze getirildiğine ve yüreklerimize bu konuda derin tecrübeler yaşattığına inanıyoruz. Bu tecrübeler aynı zamanda Mısır’dan Çıkış 12. bölümde “acı otlar” örneği ile yer alır. Ve eski dönemdeki Tanrı halkının öyküsünde tekrar tekrar örnek olarak önümüze çıkarlar; Tanrı sözünün ve Kutsal Ruhun güçlü eylemi altında yönlendirilen halk tanrısal huzurda kendilerini yargılayacak ve ”canlarını sıkıntıya sokacaklardı.”
Ve hatırlanması gereken önemli nokta şudur: bu kutsal uygulamalarda en ufak bir yasal unsur ya da imansızlık mevcut değildir. Bir İsrailli kızartılmış et ile birlikte sıkıntı ekmeğini yediği zaman bu, onun tam kurtulduğuna dair duyduğu bir kuşku ya da korkuyu mu ifade etmekte idi? Bu imkansız! Nasıl olur da kuşku ya da korku duyabilir? İsrailli ülkede idi; Tanrının seçtiği merkezde toplanmış idi ve Tanrının varlığının huzurunda idi. O halde nasıl olur da Mısır ülkesinden tam ve nihai olarak kurtarıldığından kuşku ya da korku duyabilir idi? Böyle bir şeyin düşüncesi bile saçmalıktan başka bir şey değildir!
Ama kurtuluşu hakkında kuşku ya da korku duymamasına rağmen yine de sıkıntı ekmeğinden yemesi gerekiyor idi çünkü bu ekmek İsraillinin fısıh bayramının elzem unsuru idi. “Siz Mısır’dan acele ile çıktınız. Öyle ki, yaşadığınız sürece Mısır’ı anımsayasınız.
Bu konu çok derin ve önemli bir konudur. İsraillilerin Mısırdan çıktıkları günü asla unutmamaları gerekiyor idi; vaat edilen ülkede tüm kuşaklar boyunca Mısırdan çıktıklarını hatırlamaya devam etmeli idiler. Bir Hristiyan da uygulamada her zaman gerçek imanlı inancını destekleyen kurtuluşunu hatırlamalıdır. Bu sıkıntı ekmekleri aracılığı ile belirtilen gerçeğin tam çizgisini imanlı okuyucunun dikkatine gayret ve ciddiyet ile sunulması çok önemlidir. Lütuf öğretişleri olarak adlandırılan konulara yakınlık duyan kişilerin bu konu hakkında bilgileri olduğuna inanıyoruz. Yasacılık ve esaretten uzak durmak isteyen kişiler özellikle genç öğrenciler kadar yaşlı ve deneyimli imanlılar da kötünün tuzağına düşmeye eğilimlidirler. Bu konuda tüm imanlıların ciddi bir şekilde uyarılmaya ihtiyaçları vardır. Ve aynı zamanda sık sık lütuf ile kurtulduklarını, iman ile aklandıklarını yasa altında olmadıklarını ve bulundukları imanlı konumundaki tüm ayrıcalıklarını işitmeleri gerekir.
Şimdi artık bu konuların çok büyük önem taşıdıklarını söylemeye devam etmeyeceğiz. Ve kesin olan şudur ki hiç kimsenin bu konuları yeterince işittiğini ve artık işitmeye ihtiyacı olmadığını söylemek imkansızdır. Keşke bu konular hakkında daha çok konuşulsa, daha çok yazılsa ve daha çok paylaşılsa! Rabbin sevgili halkından binlercesi tüm günlerini karanlık, kuşku ve yasal esaret altında geçirirler çünkü bu büyük temel gerçek hakkında bilgileri yoktur.
Ama tüm bunlar mükemmel bir şekilde doğru iken öte yandan ne yazık ki çok ama pek çok sayıda kişi lütfun ilkeleri hakkında yalnızca zihinsel bilgiye sahiptirler. Eğer onların alışkanlık, davranış ve tarzlarını yargılayacak olsa idik tek yargılama şeklimiz onların bu büyük lütuf ilkelerinin yürek ve yaşamlarını kutsal kılan gücü hakkında çok az şey bildikleri yönünde olur idi.
Şimdi fısıh bayramının öğretişi ile ilgili uyumlu konuşmak için Tanrının düşüncesine uygun olarak söylenecek tek şey, bu bayramın mayasız ekmek olmadan hatta sıkıntı ekmeği olmadan kutlanması mümkün değil idi. Eski dönem İsrailinde böyle bir şey hoş görülemez idi. Mayasız ekmek bu bayramın mutlak elzem malzemesi idi. Ve bizim de bu nedenle şu konuda rahat olmamız gerekir: imanlılar olarak bizler Mısırdan Çıkış 12.bölümün acı otları ya da Yasanın Tekrarı kitabındaki sıkıntı ekmeğini muhafaza etmemiz konusunda öğüt alırız. Sıkıntı ekmeği ülkenin kalıcı bir özelliği gibi görünmektedir.
O zaman tek bir cümle ile neye inandığımızı açıklayalım: Kutsal Ruh yüreklerimize Mesih’in çektiği acıları açıklaması aracılığı ile canın bu engin uygulamalarını ruhsal duygular ve sevgi olarak üretir. Mesih’in günahlarımızı ortadan kaldırmasının O’na neye mal olduğunu, Tanrının bizim günahlarımıza karşı olan adil gazabının dalgaları üzerinden geçer iken bizim uğrumuza nelere tahammül ettiğini canımıza açıklayan Kutsal Ruhtur. Eğer birine bir başka kişi yerine konuşma hakkı verilir ise değerli Kurtarıcımızın acıları ve ölümü ile ruhsal olarak meşgul olan o derin yürek konumundan ne yazık ki üzücü bir şekilde yoksunuz. Mesih’in kanının vicdana serpilmesi bir şeydir, Mesih’in ölümü bir başka şeydir. Yüreğin anlaması gereken şudur: Mesih’in çarmıhı ruhsal bir şekilde yüreğe uygulanmalıdır, bunu yapacak olan da Kutsal Ruhtur.
Düşüncede, sözde ve eylemde böylesine kolayca günah işleyebilmemiz nasıl olmaktadır? Nasıl olur da bu kadar çok yasacılık, bu kadar çok boyun eğmeyiş bu kadar çok dünyasallık mümkün olabilmektedir? Bunun nedeni bayramımızda sıkıntı ekmeğinin eksik oluşu mudur? Bundan kuşku duyamayız. Hristiyanlığımızda derin ve ciddi bir eksik olmasından korkarız. Hristiyan imanının derin gizemleri ile ilgili pek çok yüzeysel tartışmalar vardır; yürek bilgisi ya da içsel güç olmadan yalnızca zihin bilgisi ile hareket edilir.
Tüm bunlar okuyucunun çok ciddi dikkatini talep eden konulardır. Müjdenin duyurulma şekli konusunda herkesin iyi niyet sahibi olduğundan kuşkumuz yoktur ama önemli olan doğru Müjde’nin vaaz edilmesidir; sade bir Müjde duyurmak doğrudur. Kutsal Ruhun bize kutsal yazılarda vermiş olduğu Müjde Tanrıdandır ve oradaki Müjde çok sade olarak duyurulmuştur.
Tüm bunlar tam olarak kabul edilir ama aynı zamanda konuştuğumuz şeyin duyuruluşunda çok ciddi bir hata olduğu konusunda ikna edilmişizdir. Bir ruhsal derinlik isteği ve kutsal bir ciddiyet eksikliği mevcuttur. Yasacılığa karşı direnme çabalarında sebatsızlığa eğilim gösteren bir tutum vardır. Yasacılık çok daha büyük bir kötülüktür ama sebatsızlık çok daha büyük bir kötülüktür. Her ikisine karşı da kendimizi korumamız gerekir. Yasacılığın ilacının lütuf (hak edilmemiş iyilik)sebatsızlığın ilacının ise gerçek olduğuna inanıyoruz. Ama lütfu ve gerçeği doğru şekilde uyarlayabilmek ve uygulayabilmek için ruhsal bilgeliğe ihtiyaç duyulur. Eğer gerçeğin güçlü eylemi altında Kutsal Ruhun güçlü hizmeti ile tam olarak desteklenen ve derin bir deneyim yaşayan bir can bulur isek Mesih’in tanrısal etkinliğe sahip kurbanlığı ile ortaya konduğu gibi bu cana Tanrının saf ve değerli lütfunun harika tesellisini dökmemiz gerekir. Bu, kırık bir yürek, pişman bir ruh ve ikna edilmiş bir vicdan için geçerli olan tanrısal çözümdür. Ruhsal saban demiri aracılığı ile derin bir saban izi bırakıldığı zaman yalnızca Tanrının Müjdesinin ölümsüz tohumunu toprağa atmamız ve bu tohumu atar iken onun kök salacağından ve uygun zamanda meyve vereceğinden emin olmamız gerekir.
Ama öte yandan eğer lütuf hakkında konuşur iken uygunsuz bir dil kullanan ve yasacılığa karşı yüksek ses ile konuşarak onu hafife alan ve kayıtsız ve aldırmaz bir tutumda devam eden ve kurtarılmış olmanın kolay bir yolunu ortaya koymak için yalnızca insani bir yolun peşinde olan bir kişi ile karşılaşır isek o zaman bu durumun yürek ve vicdana çok ciddi bir gerçek uygulaması yapılması gerektiren bir durum olduğunu düşünürüz.
Şimdi en büyük korkumuz, ağzı ile iman ikrarında bulunan kilisede bu tür kişilerden çok sayıda bulunmasıdır. Burada verdiğimiz kişi örneğinin dili ile konuşacak olur isek Fısıh bayramını Mayasız ekmek bayramından- yargıdan kurtulduğu gerçeğinde dinlenmek ve kızartılmış kuzuyu, kutsallık ekmeğini ve sıkıntı ekmeğini unutmak - ayırmak gibi bir eğilim mevcuttur. Gerçekte, bir birlerinden asla ayrılmazlar çünkü Tanrı onları bir birlerine bağlamıştır. Ve bu yüzden “bayramı kutlamaya devam etmek” istemeyen birinin, “bizim için kurban edilen fısıh kuzusu Mesih” ile ilgili değerli gerçeğin keyfini canında gerçekten yaşayabileceğine inanmıyoruz. Kutsal Ruh Rabbimiz İsa Mesih’in ölümünün derin bereketinin, değerinin ve etkinliğinin birazını yüreklerimize açıkladığı zaman, bizi O’nun acılarının cana boyun eğdiren gizemi hakkında derin düşünmeye yönlendirir. O’nun bizim uğrumuza ne gibi sıkıntılardan geçtiğini yüreklerimize anlatır. O, ne yazık ki bizim genellikle üzerinde fazla durmadığımız sonsuz sonuçlardan bizi kurtarmak için bizlerin anlayamayacağı kadar büyük bir bedel ödemiştir.
Şimdi bu iş, çok derin ve kutsal bir iştir ve canı, mayasız ekmek bayramında yenen sıkıntı ekmeklerini tecrübe etmeye yönlendirir. Kendi günahlarımız üzerinde durmak aracılığı ile üretilen duygular ve bu günahları ortadan kaldırmak için Mesih’in acıları üzerinde durmaktan kaynaklanan duygular arasında çok büyük bir fark vardır.
Günahlarımızı asla unutamayacağımız, kurtarılmış olduğumuz dipsiz kuyuyu her zaman hatırlayacağımız doğrudur. Ama “Tanrı günahlarımızı unuttuğunu” söyler. Dipsiz kuyu üzerinde durmak bir şeydir ve bizi bu kuyudan kurtaran lütfun ve bizi kurtaran değerli Kurtarıcımızın ne büyük bir bedel ödediği üzerinde durmak başka bir şeydir ve bu sonuncusu hiç kuşkusuz çok daha derin bir konudur. Ama yüreklerimizin düşüncelerinin sürekli olarak hatırlamaya ihtiyaç duyduğu şey Kurtarıcımızın ödediği bedel olmalıdır. Bizlerde dehşet verici bir döneklik vardır ve unutmaya her zaman çok hazırızdır.
Büyük bir gayret ile Tanrıya bakmalı ve O’ndan bizi Mesih’in çektiği acıları daha derinden ve yaşayarak anlayabilmemiz ve bizde O’nun hoşuna gitmeyen ne var ise onları çarmıha bırakabilmemiz için güç istemeliyiz. Böylece uysallık, yumuşak huyluluk, yürek ve yaşamın kutsallık için yoğun soluması, dünyadan uygulamalı bir şekilde ayrılmak, kutsal bir boyun eğiş, kendimiz, düşüncelerimiz, sözlerimiz, yollarımız ve günlük yaşamdaki her tecrübemiz O’nun gücü ile güçlenecektir. Kısaca açıklayacak olur isek O’nun gücü bizi çevremizde gördüğümüz ve ne yazık ki kendi kişisel yaşamımızda da sergilediğimiz Hristiyanlıktan tamamen farklı bir Hristiyanlığa yönlendirecektir. Tanrının Ruhunun bunu Kendi doğrudan ve güçlü hizmeti aracılığı ile yüreklerimize lütufkar bir şekilde açıklamasını diliyoruz; öyle ki, “kızartılmış kuzu”, “mayasız ekmek” ve “sıkıntı ekmeği” ifadelerinin ne anlama geldiklerini giderek daha çok kavrayabilelim.” [37]
Şimdi sıralamada Fısıh bayramından sonra gelen Pentikost günü kutlaması üzerinde kısa bir süre düşüneceğiz.
“Ekin biçme zamanından başlayarak yedi hafta sayacaksınız. Sonra Tanrınız Rabbin sizi kutsadığı oranda vereceğiniz gönülden sunular ile O’nun için Haftalar bayramını kutlayacaksınız. Tanrınız rabbin adını yerleştirmek için seçeceği yerde O’nun önünde siz, oğullarınız, kızlarınız, erkek ve kadın köleleriniz, kentlerinizde yaşayan Levililer, aranızdaki yabancılar, öksüzler ve dullar hep birlikte sevineceksiniz. Mısır’da köle olduğunuz anımsayın ve bu kurallara uymaya dikkat edin.” Yasanın Tekrarı 16: 9-12.
Burada Pentikost günü ile ilgili olarak çok iyi bilinen ve yerinde bir örnek ile karşılaşırız. Fısıh günü Mesih’in ölümünü ortaya koyan bir gündür. İlk ürünler dirilmiş bir Mesih’in çarpıcı bir örneğini belirtirler. Ve Haftalar bayramında dirilişten elli gün sonra gökten inen Kutsal Ruh örneği önümüze konur.
Bu bayramların bizim için öneminden söz eder iken elbette Tanrının düşüncesi ile uyumlu hareket eder ve İsrail’in bu bayramları nasıl anladığını dikkate almıyoruz. Bizler, tüm bu örnekleri verilen konuları Yeni Antlaşma’nın ışığında görme ayrıcalığına sahibiz. Ve biz bu konuları bu şekilde gördüğümüz zaman tüm bu harika örneklerde bulunan tanrısal mükemmellik, güzellik ve düzeni şaşkınlık ile karşılar ve onlara hayranlık ile zevk duyarız.
Ve yalnızca bu kadar da değil ama bizim için yoğun değere sahip olan şey Yeni Antlaşma’da gördüğümüz kutsal yazıların Eski Antlaşma’daki kutsal yazılar ile uyum halinde bulunmalarıdır. Kutsal Kitap’ın harika birliğini anlarız ve tek Ruhun bu kitapta başından sonuna kadar tamamında nefes alan tek Ruh olduğunu net bir şekilde görebiliriz. Bu şekilde kutsal yazıların tanrısal esin ile yazılmış olduklarına dair değerli gerçeği iç varlığımızda güçlendirilmiş bir şekilde kavrayabiliriz. Ve böylece yüreklerimiz imansız yazarların tüm küfürbaz saldırılarına karşı kuvvet kazanır. Canlarımız tüm göksel parlaklıkları içinde üzerimize parlayan Kutsal Kitap’ın manevi görkemlerinin bulunduğu dağın tepesine çıkartılırlar. Ve biz o dağın tepesinden aşağı bakarız ve ayaklarımızın altında yuvarlanan sadakatsiz bulutları ve ürpertici sisleri görürüz. Sınırsız lütuf sayesinde bizim durduğumuz seviyenin çok altında bulundukları için bu bulutlar ve sisler bizi etkileyemezler. İmansız yazarlar kutsal yazıların manevi görkemleri konusunda kesinlikle hiç bir şey bilmezler. Ancak mutlak kesinliğe sahip olan şey şudur: sonsuzluktaki o tek bir an Kutsal Kitap ve onun Yazarına karşı çıkmış olan tüm imansızların ve ateistlerin düşüncelerini devrimsel bir şekilde değiştirebilir idi.
Şimdi Haftalar bayramı ya da Pentikost’u derin bir ilgi ile inceler iken, bunun ve mayasız ekmek bayramının arasındaki farkı hemen görür ve çok şaşırırız. Öncelikle gözümüze çarpan ve okuduğumuz “özgür irade sunusu” konusudur. Burada Kutsal ruh tarafından şekil verilmiş olan ve Tanrıya “yarattıklarının ilk ürünü olarak sunulan” kilisenin bir örneğini görürüz.
Bu örneğin özelliği hakkında “Levililer Hakkındaki Notlar’ın “ 23.bölümünde durduk. Ve bu nedenle burada bu konunun üzerinde tekrar durmayacağız; ama Yasanın Tekrarı kitabına özgü olan saf konular ile ilgileneceğiz. Halkın, Rabbin onları kutsadığı oranda ellerinin özgür irade sunusunu takdim etmesi gerekiyor idi. Buna benzer bir konu Fısıh bayramında yok idi; Çünkü Fısıh Mesih’in Kendisini bizim için bir kurban olarak yerimize feda etmesi ya da sunması olarak bilinir, yani bizim, Tanrıya bir şey sunmamı zile ilgili değildir. Biz günahtan ve şeytandan kurtarıldığımızı hatırlarız ve bu kurtarılışımız için ne büyük bir bedel ödendiğini, Kurtarıcımıza nelere mal olduğunu biliriz. Değerli Kurtarıcımızın önceden bildirilen kızartılmış kuzu aracılığı ile çekmiş olduğu derin ve pek çok acıları üzerinde uzun uzun düşünürüz. O’nun üzerine konan günahların bizim günahlarımız olduğunu hatırlarız. O, bizim zayıflıklarımızı, hastalıklarımızı, suçlarımızı, acılarımızı ve yoksulluklarımızı yüklendi ve bizim yerimize yargılandı. Ve tüm bu olanları bilmemiz ve hatırlamamız bizi derin ve içten pişmanlığa ya da gerçek Hristiyan tövbesi – dönüş yapmak -olarak adlandırabileceğimiz yürek konumuna yönlendirir. Çünkü bizim bu tövbenin yalnızca bir günahkarın gözleri ilk kez açıldığı zaman değişen bir duygusu olmadığını asla unutmamamız gerekir. Bu tövbe Rabbimiz İsa Mesih’in çarmıhı ve acıları nedeni ile bir imanlının kalıcı manevi konumudur. Eğer bu konu daha iyi anlaşılmış olsa idi ve bu konu ile ilgili daha çok inceleme yapılmış olsa idi o zaman büyük çoğunluğumuzun keder verecek kadar üzücü olan imanlı yaşamı ve karakterine bir derinlik ve çözüm sağlayabilir idi.
Ama Pentikost bayramında Kutsal Ruhun gücü ve O’nun içimizdeki ve bizim ile olan kutsal varlığının çeşitli etkileri gözümüzün önündedir. Kutsal Ruh bizim bedenlerimizi ve sahip olduğumuz her şeyi özgür bir irade ile ve bize lütfettiği bereketleri ile uyumlu olarak Tanrıya sunmamız için güçlendirir. Bunun yalnızca Kutsal Ruhun gücü ile yapılabileceğini söylememize gerek yok. Ve bunun çarpıcı örneği Mesih’in ölümünü önceden bildiren fısıh ile değil, o ölümün manevi etkisini üzerimizde gösteren mayasız ekmek bayramı ile değil, tövbe, öz yargı ve uygulamalı kutsallık ile verilmez; bu örnek, Kutsal Ruhun değerli bir armağan olarak verilişini kabul eden örnek ile verilir.
Şimdi hepimizin bildiği gibi Tanrının bizden talep – bu taleplerin yalnızca tanrısal bereketin büyüklüğüne göre ölçülmesi gerekir -ettiklerini gerçekleştirebilmemiz için bizi güçlendirenin Kutsal Ruh olduğunu biliriz. Kutsal Ruh bizim kendimizin ve sahip olduğumuz her şeyin tümü ile Tanrıya ait olduğunu görmemizi ve anlamamızı sağlar. Ve kendimizi- ruh, can ve bedenlerimizi – Tanrıya adar iken bize bu adanmışlıktan dolayı sevinç ve keyif verir. Bu adanmışlık gerçekten de “bir özgür irade sunusudur.” Bu adanma zorlanma ile değil gönülden isteyerek olur. Esaretin tek bir zerresi bile söz konusu değildir çünkü “Rabbin Ruhunun bulunduğu yerde özgürlük vardır.”
Kısaca özetleyecek olur isek burada gördüğümüz tüm imanlı yaşamının ve hizmetinin güzel ruhu ve manevi karakteridir. Yasa altındaki bir can bu gerçeğin gücünü ve güzelliğini anlayamaz. Yasa altındaki canlar Kutsal Ruhu asla almamışlardır. Yasa ve Kutsal Ruh birbirlerinden tamamen farklıdırlar. Elçi bu nedenle Galatya’daki yanlış yönlendirilen topluluklara şu sözleri söyler: “Sizden yalnız şunu öğrenmek istiyorum: Kutsal Ruhu yasanın gereklerini yaparak mı yoksa duyduklarınıza iman ederek mi aldınız? Size Kutsal Ruhu veren ve aranızda mucizeler yaratan Tanrı, bunu yasanın gereklerini yaptığınız için mi yoksa duyduklarınıza iman ettiğiniz için mi yapıyor?” Galatyalılar 3:2, 5. Kutsal Ruhun değerli armağanı hayran olduğumuz Kurtarıcımız ve Rabbimiz İsa Mesih’in ölümü, dirilişi, göğe alınması ve yüceltilmesi sonucunda gönderildi ve bu nedenle herhangi bir şekil ya da biçimdeki “yasa işleri” ile hiç bir ilgisi olamaz. Kutsal Ruhun yeryüzündeki varlığı, tüm gerçek imanlılar ile birlikteliği ve onların içinde konut kurmuş olması Hristiyanlığın önemli bir karakteristik gerçeğidir. Eski Antlaşma zamanlarında böyle değil idi ve böyle olacağı bilinmiyor idi. Hatta, Rabbimizin bedende yaşadığı günlerde öğrencileri tarafından bile bilinmiyor idi. Rabbin kendisi bunu onlara aralarından ayrılacağı gece söyledi: “Size gerçeği söylüyorum; benim gidişim sizin yararınızadır [sympherei] . Gitmez isem Yardımcı size gelmez; ama eğer gider isem O’nu size gönderirim.” Yuhanna 16:7
Bu durum çok kesin bir şekilde şunu kanıtlar: Rabbin Kendisi ile kişisel paydaşlıkta bulunmanın yüce ve değerli ayrıcalığının tadını çıkaran kişilerin bile O’nun göğe gidişi ve Yardımcının gelişi aracılığı ile daha ileri bir konuma yerleştirilmeleri gerekiyor idi. Tekrar aynı konudaki ayetleri okuyalım: “Eğer beni seviyor iseniz buyruklarımı yerine getirirsiniz. Ben de Babadan dileyeceğim; O, sonsuza kadar sizin ile birlikte olsun diye size başka bir Yardımcı, Gerçeğin Ruhunu verecek. Dünya O’nu kabul edemez çünkü O’nu ne görür ne de tanır. Siz O’nu tanıyorsunuz çünkü O aranızda yaşıyor ve içinizde olacaktır. Sizi öksüz bırakmayacağım. Size geri döneceğim. Az sonra dünya artık beni görmeyecek ama siz beni göreceksiniz. Ben yaşadığım için siz de yaşayacaksınız.” Yuhanna 14: 15-19.
Ama her şeye rağmen yine de bu yoğun konuya burada ayrıntılı bir şekilde değinme girişiminde bulunmayacağız. Bu konuya daha çok değinmeyi çok istememize rağmen yerimiz buna izin vermiyor. Burada yalnızca bölümümüzde sunulduğu gibi haftalar bayramı aracılığı ile önerilen bir iki noktaya değinmek ile yetineceğiz.
Tanrının Ruhunun “özgür irade ile sunulan bir kurban” aracılığı ile önceden örneği verilmiş olan kişisel adanmışlık ve bağlılık yaşamının diri kaynağı ve gücü olduğu hakkındaki ilginç gerçeğe daha önce işaret etmiş idik. Mesih’in kendisini kurban olarak sunması temeldir, Kutsal Ruhun varlığı imanlının kendisini, ruhunu, canını ve bedenini Tanrıya adamasının gücüdür. “Öyle ise kardeşlerim, Tanrının merhameti adına size yalvarırım: Bedenlerinizi, diri, kutsal ve Tanrıyı hoşnut eden birer kurban olarak sunun. Ruhsal tapınmanız budur.” Romalılar 12:1
Ama bölümümüzün on birinci ayetinde sunulmuş olan çok ilginç bir başka nokta daha vardır. “Tanrınız Rabbin adını yerleştirmek için seçeceği yerde O’nun önünde hep birlikte sevineceksiniz.” Yasanın Tekrarı 16:11. Fısıh bayramı ya da mayasız ekmek bayramı için söylenmiş olan böyle bir söz yoktur. Aksi takdirde bu konular ile manevi açıdan uyuşmaz idi. Elbette şu nokta gerçektir: Fısıh yerde ve gökte farkına varabileceğimiz tüm sevincin temelini teşkil eder. Ama her zaman Mesih’in ölümünü ve çektiği acıları düşünmemiz gerekir. Tanrının adil gazabının dalgaları ve darbeleri O’nun canının üzerinden geçtiği zaman yaşadığı tüm sıkıntıları aklımızda tutmamız gerekir. Rabbin sofrasının çevresinde toplandığımız ve Rab tekrar gelene dek O’nun ölümünü andığımızı gösteren bu bayramı kutladığımız zaman yüreklerimizin sımsıkı bağlı kalması gereken derin gizemler işte bunlardır.
Şimdi böyle kutsal ve ciddi bir konuda bir kutlama özelliği taşıyan duyguların uygun olmadığını ruhsal ve düşünce sahibi bir okuyucunun elbette göreceği aşikardır. Ama kutsal Rabbimizin acı ve sıkıntıları bittiği ve sonsuza kadar bittiği için elbette sevinebiliriz ve sevineceğiz de; o korkunç dehşet verici saatler artık bir daha asla geri dönmemek üzere son bulmuşlardır. Ancak bayram kutlarken hatırladığımız onların yalnızca sona ermiş oldukları değil ama aynı zamanda bizim için yaşanmış olduklarıdır. Bu korkunç saatler Rabbin öldüğü saatlerdir ve biz bu çok değerli ölüm üzerinde düşünmeye çağrıldığımız zaman Kutsal Ruhun bize kutsal Rabbimizin acı, sıkıntı, çarmıh ve kederini açıklayarak canımızda bu derin acılı uygulamaları üreterek sevincimizi azarlar. Rabbimizin sözleri şöyledir: “Bunu beni anmak için yapın.” Ama Rabbin sofrasında özellikle hatırladığımız şey Mesih’in bizim için acı çekmesi ve ölmesidir; bizim hatırladığımız şey O’nun ölümüdür ve Kutsal Ruhun gücü ile canlarımızın önündeki bu ciddi gerçeklikler ile kutsal boyun eğiş ve ciddiyet olması gerekir, olacaktır!
Biz elbette Rabbin sofrasının kutlamasının asıl anlamından söz ediyoruz – böyle bir ana uygun olan duygular ve hisler! Ancak bu duyguların Kutsal Ruhun güçlü hizmeti aracılığı ile üretilmesi gerekir. Bizim kendi zihnimizi uygun bir konuma getirmek için dindar ve gayretli çabalar göstermemiz hiç bir yarar sağlamayacaktır. Sunağa adımlarımız aracılığı ile ulaşmaya çalışmak Tanrıyı en çok gücendiren tutum olacaktır. Rabbin kutsal sofrasını O’na yakışır bir şekilde kutlayabilmemiz ancak Kutsal Ruhun hizmeti aracılığı ile mümkün olabilir. Yalnızca Kutsal Ruh bizi tüm süprüntülerden kurtulmamız ve Rabbin bedenini ve kanını ayırt edebilmemiz için güçlendirebilir; Rabbin sofrasında O’nu ancak Kutsal Ruhun ataması ile anabiliriz.
Ama Pentikost bayramında sevinmek önde gelen bir özellik idi. Bu bayramda “acı otlardan” ya da “sıkıntı ekmeklerinden” söz edildiğini hiç işitmeyiz çünkü bu bayram bir başka Yardımcının geleceğine örnek teşkil eder; Kutsal Ruhun inişi, Baba tarafından gönderilmesi, Tanrı halkının yüreğini övgü, şükran ve zaferli sevinç ile doldurmak için ve onu yüceltilmiş Başı ile tam ve bereketli bir paydaşlığa yönlendirmek için gerçekleşmiştir. Yüce Başımız olan Mesih günah, ölüm, şeytan ve karanlığın tüm güçleri üzerinde zafer kazandı. Kutsal Ruhun varlığı özgürlük, ışık, güç ve sevinç ile bağlantılıdır. Bu nedenle şu sözleri okuruz: “Öğrenciler sevinç ve Kutsal Ruh ile doldular.” Kuşkular, korkular ve yasal esaret Kutsal Ruhun değerli hizmetinin önünden kaçıp giderler.
Ama burada Rabin işi ve içimizde konut kurması arasındaki farkı görmemiz gerekir – Kutsal Ruh diriltir ve mühürler. Canın ikna edilmesindeki ilk adımı atan Kutsal Ruhun işinin ürünüdür. Tüm gerçek tövbeye yönlendiren Kutsal Ruhun bereketli işleyişidir. Ve bu işleyiş sevinçli bir iş değildir; çok iyidir, çok gereklidir ve mutlak şekilde elzemdir ama hayır, sevinçli değildir, bu işleyiş derin bir üzüntüdür. Ama lütuf aracılığı ile ne zaman diriltilmiş ve yüceltilmiş bir Kurtarıcıya inanmamız için bize güç verildiği zaman Kutsal Ruh gelir ve içimizde konut kurar; O, kabul edilişimizin ve mirasımızın mührüdür.
Bu durumda söz ile anlatılamaz bir sevinç ve tam bir yücelik ile dolduruluruz ve bu şekilde doldurulduktan sonra diğer kişilere bereket kanalı oluruz. “Kutsal Yazıda dendiği gibi bana iman edenin içinden ‘diri su ırmakları’ akacaktır. Bunu, kendisine iman edenlerin alacakları Kutsal Ruh ile ilgili olarak söylüyor idi. Ruh henüz verilmemiş idi. Çünkü İsa henüz yüceltilmemiş idi.” Yuhanna 7:38,39. Kutsal Ruh imanlının yüreğindeki güç ve sevincin kaynağıdır. Kutsal Ruh bizi çevremizdeki yoksul susuz ve aç canlara hizmet için uygun hale getirir, doldurur ve kullanır. Bizi yüceliği içindeki İnsan ile bağlar ve O’nun ile diri bir paydaşlık içinde muhafaza eder ve bizim O’nun ne olduğunu ifade edebilmemiz için zayıflıklarımıza rağmen güçlendirir. İmanlının her hareketinin Mesih’in hoş kokusuna uygun olması doğru olandır. Ağzı ile imanlı olduğu ikrarında bulunan biri için kutsal olmayan ruh halleri, bencilce davranışlar, açgözlü ve dünyasal bir ruh, kıskançlık, kibir ve hırs sergilemek Rabbin kutsal adına leke sürmek olur ve ağzı ile ikrarda bulunduğu o görkemli Hristiyanlığa saygısızlıktır. Haftalar bayramının kaynağını Tanrının iyiliğinden alan bir sevinç aracılığı ile karakterize edildiğini gördük ve bu sevinç taştı ve uzaklara aktı ve her ihtiyaç duyan kişiyi kucakladı: “O’nun önünde siz, kızlarınız, oğullarınız, erkek ve kadın köleleriniz, kentlerinizde yaşayan Levililer, aranızdaki yabancılar, öksüzler ve dullar hep birlikte sevineceksiniz.” Yasanın tekrarı 16: 11.
Ne kadar güzel! Nasıl da mükemmel bir güzellik! Ah! Keşke aramızda sadık bir şekilde sergilenen bu sevinç olsa idi! Tanrının kilisesinden akması gereken bu tazeleyici diri su ırmakları neredeler? Mesih’in bu sözleri herkes tarafından biliniyor mu ve okundu mu? Halkının yollarında Mesih’in uygulamalı bir şekilde sergilendiğini nerede görebiliriz? İşaret ederek gösterip, “İşte gerçek Hristiyanlık!” diyeceğimiz şey nerede? Ah, Tanrının Ruhunun yüreklerimizi her konuda Mesih’in benzeyişine dönüştürmesini daha yoğun bir şekilde arzu eden yürekler olarak harekete geçirmesini diliyorum! Ellerimizde ve evlerimizde sahip olduğumuz Tanrı sözünü Rab bizlere kendi kudretli gücü ile giydirsin. Öyle ki Tanrı sözü yürek ve vicdanlarımıza konuşsun ve bizi kendimizi, yollarımızı ve topluluklarımızı göksel ışık aracılığı ile yargılamaya yönlendirsin. Öyle ki O’nun tekrar gelişini bekler iken O’nun adında tam bir adanmışlık ile toplanmış bir tanıklar grubu oluşsun. Değerli okuyucumuz, bizim ile birlikte bu duaya katılacak mısın?
Şimdi bir an için bölümümüzde sunulan gerçeğin dikkat çekici tamlığına örnek teşkil eden çardak bayramının güzel özelliklerine dönüp okuyalım: “Tahılınızı ve asmanızın ürününü topladıktan sonra yedi gün çardak bayramını kutlayacaksınız. Siz, oğullarınız, kızlarınız, erkek ve kadın köleleriniz ve kentlerinizde yaşayan Levililer, yabancılar, öksüzler ve dullar bu bayramda hep birlikte sevineceksiniz. Tanrınız Rabbin seçeceği yerde O’nun için yedi gün bayramı kutlayacaksınız. Tanrınız Rab ürününüzün tümünü ve el attığınız her işi kutsayacak ve böylece sevinciniz tam olacak. Bütün erkekleriniz yılda üç kez mayasız ekmek bayramında haftalar bayramında ve çardak bayramında Tanrınız Rabbin önünde bulunmak üzere O’nun seçeceği yere gitmeli. Kimse Rabbin önüne eli boş gitmemeli. Her biriniz Tanrınız Rabbin sizi kutsadığı oranda armağanlar götürmeli.” Yasanın Tekrarı 16: 13-17.
O zaman burada İsrail’in geleceğine dair çarpıcı ve güzel örneği görürüz. Çardak bayramının henüz karşıt örneği yok idi. Fısıh ve Pentikost bayramları Mesih’in değerli ölümü ve Kutsal Ruhun aşağı inmesi ile yerine gelmişler idi. Ama üçüncü önemli kutlama Tanrının dünyanın başlangıcından beri tüm kutsal peygamberlerinin ağzı aracılığı ile konuşmuş olduğu her şeyin var olacağı ilerdeki zamanlara işaret eder.
Ve değerli okuyucumuz bu bayramın kutlanma zamanına özellikle dikkat etsin. Bayramın “buğday ve asmalar olduktan sonra” kutlanması gerekiyor idi. Başka bir deyiş ile, hasat ve bağ bozumundan sonra olacak idi. Şimdi, bu ikisi arasında çok dikkat çekici bir fark bulunduğunu söylememiz gerekir. Biri lütuftan diğeri ise yargıdan söz eder. Çağın sonu geldiği zaman Tanrı hasadını deposunda toplayacak ve sonra korkunç bir yargı ile üzümleri ezecektir.
Vahiy kitabının on dördüncü bölümünde şimdi inceleyeceğimiz konu ile ilgili çok ciddi bir kısım vardır. “Ve sonra baktım ve beyaz bir bulut gördüm. Bulutun üzerinde “insanoğluna benzer biri” oturuyor idi. Başında altın bir taç ve elinde keskin bir orak var idi. Tapınaktan çıkan başka bir melek bulutun üzerinde oturana yüksek ses ile bağırdı: ‘Orağını uzat ve biç!' Biçme saati geldi. Çünkü yerin ekini olgunlaşmış bulunuyor. Bulutun üzerinde oturan orağını yerin üzerine salladı ve yerin ekini biçildi.” Vahiy 14: 14-16.
Burada hasat zamanını görüyoruz ve sonra “gökteki tapınaktan başka bir melek çıktı. Elinde onun da keskin bir orağı var idi. Ateş – yargı sembolü - üzerinde yetkili olan başka bir melek de sunaktan çıkıp geldi. Keskin orağı olana yüksek ses ile ‘Keskin orağını uzat! Yerin asmasının salkımlarını topla. Çünkü üzümleri olgunlaştı’ dedi. Bunun üzerine melek orağını yerin üzerine salladı. Yerin asmasının ürününü toplayıp Tanrı öfkesinin büyük masarasına attı. Kentin dışında çiğnenen masaradan kan aktı. Kan, bin altı yüz ok atımı kadar yayılıp atların gemlerine dek yükseldi.” Vahiy 14: 17-20. Filist ülkesinin tüm uzunluğuna eşit olan bir ölçü!
Şimdi Vahiy kitabındaki bu örnekler bizim önümüze karakteristik bir şekilde çardak bayramının kutlamasından önce gerçekleşmesi gereken olaylar koyar. Mesih Kendi buğdayını göksel deposunda toplayacak ve bunu yaptıktan sonra da Hristiyanlık dünyasının üzerine ezici bir yargı ile gelecektir. Bu nedenle Vahiy kitabının her bölümü, Musa’nın kitapları, Mezmurlar, peygamberler, Müjdeler- ya da Mesih’in işleri – Kutsal Ruhun işleri, Mektuplar ve Vahiy kitapları hepsi dünyanın Müjde aracılığı ile tövbe etmeyeceği gerçeğini, kötülüklerin değişmediğini ve değişmeyeceğini, ama aksine giderek daha da kötü hale geleceğini sorgulanamaz bir kesinlik ile bildirirler. Çardak bayramı aracılığı ile önceden örneği verilen o görkemli zamanın Her Şeye Gücü Yeten Tanrının gazabının masarasına atılan yerin asmasının ürününden önce gelmesi gerekir.
O zaman doğal olarak aklımıza şöyle bir soru gelebilir: O zaman neden tanrısal kanıtın böylesine üstün bir varlığı karşısında esin ile yazılmış olan kitabın her bölümünde yazılanlara rağmen insanlar neden müjde aracılığı ile tövbe etmiş bir dünya umudundan vazgeçmemekte direnirler? “Yerin olgunlaşmış ekini” ve “üzümleri olgunlaşmış asma salkımları” ifadeleri ne anlama gelirler? Bu ifadelerin tövbe etmiş bir dünya anlamına gelmedikleri ve gelemeyecekleri kesindir.
Belki bize Musa’nın kitaplarındaki örnekler ve Vahiy kitabındaki semboller üzerine herhangi bir şey bina edemeyeceğimiz söylenebilir. Ancak eğer örneklere ve sembollere sahip olmasa idik söyledikleri belki doğru olabilir idi. Ama göksel lambanın esininin parlak ışıkları bu örnek ve sembollerin üzerini aydınlattıkları ve onların derin anlamlarını canlarımıza açıkladıkları zaman onları peygamberler ve elçiler ile Rabbimizin kendisinin diri öğretişlerinin sesleri ile mükemmel bir uyum içinde bulacaklardır. Özet yapacak olur isek hepsi aynı dili kullanırlar, hepsi aynı dersi öğretirler ve hepsi de kesin gerçeğe eşit tanıklıkta bulunurlar; bu çağın sonu tövbe etmiş bir dünya yerine ruhsal bir bin yıla hazırdır. Her Şeye Gücü Yeten Tanrının gazabının masarasına atılmak için yeterince olgunlaşmış olan üzüm salkımları ile örtülü bir bağ daha şimdiden mevcuttur.
Ah! İmanlı kadınlar ve erkekler ile öğretmenlerin bu nedenle yüreklerine bu ciddi gerçeklikleri uygulamaları için dua ediyorum! Tüm bu gerçekler onların kulaklarına ve canlarının en derin yerlerine işlesin, öyle ki, karışık zihinlerinde bulunan tüm saçmalık ve akılsızlıkların yerini Tanrı gerçeğinin net bir şekilde bildirilen açıklaması alsın.
Ama şimdi bu kısma bir son vermemiz gerekiyor ve bunu yapmadan önce imanlı okuyucuya şunu hatırlatacağız: üzerinde derin düşündüğümüz olduğumuz üç ilginç örnekte bize sunulmuş olan bu tüm büyük gerçeklerin hepsinin bereketli etkisini günlük yaşamımızda sergilemek için çağrıldık. Hristiyanlık bu üç çok önemli biçimsel gerçekler aracılığı ile karakterize edilir; kefaret, Kutsal Ruhun varlığı ve yücelik umudu! İmanlı Mesih’in değerli kanı aracılığı ile kurtulur ve aklanır, Kutsal Ruh tarafından mühürlenir ve Kurtarıcısına odaklanır.
Evet, sevgili okuyucu, bunlar sağlam doğrular, tanrısal gerçeklikler ve önemli biçimsel gerçeklerdir. Bunlar yalnızca ilkeler ya da düşünceler değildirler, ama canlarımızda bir güç olmaları ve yaşamlarımızda parlamaları için tasarlanmışlardır. Üzerinde durmuş olduğumuz bu konuların nasıl uygulanacaklarını anlayın; İsrail halkı Yehova’nın adını yerleştirmek için seçmiş olduğu yerde toplandığı zaman topluluktan akan övgü, şükran, sevinç ve bereket ile aktif cömertliğin gelgitine dikkat edin. Tanrıya övgü ve şükran yükseltilir ve geniş bir yüreğin cömertliğinin bereketli akıntıları her konudaki ihtiyacı kaplar ve sağlayışta bulunur. “Bütün erkekleriniz yılda üç kez mayasız ekmek bayramında, haftalar bayramında ve çardak bayramında, Tanrınız Rabbin önünde bulunmak üzere O’nun seçeceği yere gitmeli. Kimse Rabbin önüne eli boş gitmemeli. Her biriniz Tanrınız Rabbin sizi kutsadığı oranda armağanlar götürmeli.”
Harika güzellikte sözler! Bu sözler Rabbin huzuruna gittiklerinde boş dönmeyecekler idi. Rabbin işçilerinin ve Rabbin yoksullarının yüreklerini övgü ile ve ellerini tanrısal iyiliğin ürünleri ile doldurmak için rabbin huzuruna gidecekler idi. Tüm bunların hepsi mükemmel güzelliktedir. Yehova, halkını, övgü ve sevinç ile doldurup taşırmak ve onları diğer kişileri bereketlemek üzere Kendi kanalları yapmak amacı ile çevresinde toplayacak idi. Halkın asmalarının ve incir ağaçlarının altında kalmamaları gerekiyor idi ve orada onları kuşatmış olan zengin ve çeşitli merhametler ile kendilerini kutlamamalıydılar. Bunların hepsi zaman ve yer açısından doğru ve iyi olabilirler idi ama bu, Tanrının zihni ve yüreği ile tam bir uyum içinde olmaz idi. Hayır; yılda üç kez yerlerinden kalkmak ve kendilerini tanrısal olarak atanmış olan toplantı yerine götürmeleri gerekiyor idi. Ve orada Tanrıları Rabbe “halelulya”lar yükseltecekler ve O’nun insan ihtiyacının her tür şeklinin üzerine ihsan etmiş olduğu hizmeti özgür bir şekilde uygulayacaklar idi. Tanrı, halkının üzerine Levilinin, yabancının, dulun ve öksüzün yüreğini sevindirme konusunda zengin bir ayrıcalık koymuş idi. O’nun adına övgüler olsun ki, O’nun kendisinin zevk aldığı iş budur ve O, aldığı bu zevki halkı ile paylaşacaktır. Ve halkı ile buluştuğu yerin bir sevinç ve övgü yeri olduğunun ve bu yerden her yöne akan bir bereket kaynağının çıktığını insanların bilmesini, görmesini ve hissetmesini ister.
Tüm bunlar Tanrının kilisesi için bir ses ve bir ders değil midirler? Tüm bunlar hem yazarın hem de okuyucunun kulağına tanıdık değil midirler? Elbette tanıdıktırlar. O zaman biz de bu satırlara kulak verelim! Bu satırlarda yazılı olanlar yüreklerimize konuşsunlar! Tanrının harika lütfu yüreklerimiz üzerinde öyle etkili olsun ve öylesine derin harekete geçsin ki yüreklerimiz O’na övgüler ve ellerimiz iyi işler ile dolsun! Eğer bereketlerimizin yalnızca örnekleri ve sembolleri böylesine çok şükran ve aktif cömertlik ile bağlantılı iseler o zaman bu bereketlerin kendilerinin etkilerinin güçlü olacakları çok daha kesindir.
Ama ah, mesele, bereketlerin farkında olup olmadığımızdır. Onların farkında mıyız? Onları kendimize mal ediyor muyuz? Onları saf bir imanın gücü ile kavrıyor muyuz? Tüm meselenin sırrı işte burada yatmaktadır. Ağzı ile iman ikrarında bulunan Hristiyanları Fısıh’ın önceden örneğini vermiş olduğu tam ve kesin zevkin yani yargıdan ve şimdiki kötü dünyadan tam kurtuluşun tadını çıkartan imanlıları nerede buluruz? Pentikost’un tam ve kesin zevkini çıkartan ve içinde konut kurmuş olan Kutsal Ruhtan, O’nun mühründen ve tanıklığından haberdar olan imanlıları nerede buluruz? Ağzı ile iman ikrarında bulunan kişilerin çoğunluğuna şu soruyu sorun: “Kutsal Ruhu aldın mı?” Ve nasıl bir yanıt alacağınızı görün. Okuyucu hangi yanıtı verebilir? “Evet, Tanrıya şükürler olsun, Mesih’in değerli kanında yıkandığımı ve Kutsal Ruh ile mühürlendiğimi biliyorum” diyebilecek midir? Ne yazık ki, çevremizde ağzı ile iman ikrarında bulunan kişilerin büyük çoğunluğundan çok az sayıda olanı bu değerli gerçekler hakkında hiç bir şey bilmemektedirler. Aslında bu değerli gerçekler Mesih’in bedeninin her bir üyesi için belirlenmiş olan eşit ayrıcalıklardır.
Aynı zamanda çardak bayramı hakkında söylenecek bir diğer söz de onun gerçek anlamını çok az kişinin bildiğidir. Evet, çardak bayramının anlamı henüz tam olarak yerine gelmediği doğrudur ama imanlı kişi ilerde ortaya çıkacak olanın şimdiki gücü içinde yaşamaya çağrılmıştır. “İman, umut edilen şeylere güvenmek, görünmeyen şeylerin varlığından emin olmaktır.” İbraniler 11:1 Yaşamımızın içinde bulunduğumuz “lütfun” ve beklediğimiz “yüceliğin” birleşik etkisi aracılığı ile yönetilmeli ve karakterimiz de aynı şekilde biçim almalıdır.
Ama eğer canlar lütufta bina edilmediler ise, eğer günahlarının bağışlandığını bile bilmiyorlar ise eğer kendilerine kurtuluşlarından emin olmalarının bir küstahlık olduğu öğretiliyor ise ve eğer alçakgönüllülük ve dindarlık sürekli kuşku ve korku içinde yaşamak anlamına geliyor ise ve eğer Mesih’in yargı kürsüsü önünde durana kadar kurtuluşundan hiç kimse emin olamıyor ise o zaman imanlı konumundaki yerlerini nasıl alabilirler, imanlı yaşamının ürünlerini nasıl sergileyebilirler ya da uygun Hristiyan umudu ile nasıl sevinebilirler? Eğer eski dönemde yaşayan bir İsrailli kendisinin İbrahim’in bir çocuğu olup olmadığından, Rabbin topluluğunun bir üyesi olup olmadığından ve Tanrının krallığına girip girmediğinden emin değil ise ve bu konularda kuşkuya sahip ise nasıl olur da mayasız ekmek bayramını, Pentikost ya da çadır bayramlarını kutlayabilir idi? O zaman kendisi için bu bayramların hiç bir anlamı ya da değeri olmayacak idi. Gerçekten de hiç bir İsraillinin bir an için dahi böylesine nihai bir saçmalığı düşünemeyeceğini kesin olarak onaylayabiliriz.
O zaman bu durum ağzı ile iman ikrarında bulunan imanlılar için nasıldır? Onların pek çoğu hiç kuşkusuz Tanrının gerçek çocuklarıdırlar, ama uygulamada gerçek imanlı konumuna asla girememişler gibi görünürler. Günlerini kuşku, korku, karanlık ve belirsizlik içinde geçirirler. İnançları ile ilgili uygulamaları ve hizmetleri sahip oldukları ve aynı zamanda tadını çıkarttıkları bol yaşamın bir göstergesi olmak yerine sanki yasal bir görev meselesi ve gelecek olan yaşama manevi bir hazırlık gibi görünür. Gerçek imana sahip canların pek çoğu ömürleri boyunca bu durumda tutulurlar ve lütfun önümüze koymuş olduğu bereketli umut hakkında şimdiki çağda var olan ve yüreklerimizi sevindiren değerlere sahip olmazlar ya da onları anlamazlar. Onları arada bir şurada ya da burada gördükleri kısa süreli hevesler olarak anlarlar. İleriye bakar iken, parlak sabah yıldızını görmek yerine yargı gününü görürler. Günahlarının bağışlanması için dua ederler ve Tanrıdan kendilerine Kutsal Ruhunu vermesini isterler; oysa sonsuz yaşam, tanrısal doğruluk ve evlatlık ruhunu aldıkları kesindir ve bu gerçekler ile sevinmeleri gerekir.
Tüm bunlar Yeni Antlaşma’nın sade ve net öğretişine doğrudan karşıdırlar; bu öğretiş onlara yabancı gelir. İmanlının esenlik ve özgürlüğünü bilmezler; gerçek ve zeki imanlı tapınmasının, hizmetinin ve tanıklığının farkında değildirler. İnsanların asla farkına varmamış oldukları bereketi ellerinde tutarak zevk almadıkları ayrıcalıklar için yürekleri övgü ile dolu olarak Rabbin önüne gelmelerinin mümkün olmadığı aşikardır.
Ağzı ile iman ikrarında bulunan kilisenin tamamını Rabbin halkı olarak bu önemli konuda gayretli bir incelemeye çağırıyoruz. Onları kutsal yazıları incelemeye ve ömürleri boyunca canlarında karanlık, kuşku ve esaret yer almaması için canlarını korumaya çağırıyoruz. Bu uyarıların ciddi oldukları ve önemli öğütler içerdikleri çok doğrudur ve onlar için Tanrıya övgüler sunarız. Çünkü onlara ihtiyacımız vardır ve onları saygı duyarak yüreklerimize uyarlamamız gerekir. Ama okuyucunun kesin olarak anlaması gereken nokta şudur: Mesih’te daha bebek olan imanlıların da bu tatlı ayrıcalığı yani, günahlarının tümünün bağışlanmış olduğunu, dirilmiş bir Mesih’te kabul edildiklerini, Kutsal Ruh tarafından mühürlendiklerini ve sonsuz yüceliğin mirasçıları olduklarını anlamaya hakları vardır. Sınırsız ve egemen lütuf aracılığı ile imanlıların sahip oldukları bereketler aşikar ve kesindir. Sevgi Tanrısı onlara bu bereketleri vermiş olmaktan zevk duyar; Mesih’in kanı tüm imanlıları bu bereketler için uygun hale getirmiştir. Ve Kutsal Ruhun tanıklığı imanlıları bereketlerinden emin kılar. Yüce Çobanımız ve Başkahinimiz’in sevgili halkının tüm canlarını, kanı ile satın almış olduğu sürüsünün tüm kuzularını ve koyunlarını Kutsal Ruhun öğretişi aracılığı ile bu bereketlerin onlara Tanrı tarafından karşılıksız olarak verildiğini bilmeye yönlendirmesi için dua ediyorum. Ve bu gerçekleri bir ölçüde bilenlerin ise onları daha tam bir şekilde bilmelerini ve bu gerçeklerin değerli ürünlerini Mesih’e ve O’nun hizmetine içten bir adanmışlık ile sergilemelerini diliyorum!
Aramızda Hristiyan imanının en yüce gerçeklerini tanıdıklarını ağızları ile ikrar eden pek çok kişi vardır ama onların bu sözünü ettiğimiz konularda bize yanıt vermemelerinden korkmamız gerekir. Güzel bölümümüzün on yedinci ayetinde yer alan şu ilkeye göre hareket etmeyiz: “Her biriniz Tanrınız Rabbin sizi kutsadığı oranda armağanlar götürmeli.” Yasanın Tekrarı 16:17. Kurtuluşumuz için yapacağımız ve vereceğimiz hiç bir şey olmamasına rağmen şu noktayı unutuyor gibi görünürüz: Kurtarıcımız için yapacağımız çok şey vardır ve O’nun işçilerine ve O’nun yoksullarına vereceğimiz çok şey vardır. Hiç bir şey yapma ve hiç bir şey verme ilkesini gereğinden fazla ileri götürmek tehlike yaratabilir. Eğer bilgisizlik ve yasal esaret günlerimizde yanlış bir ilke ve yanlış bir konu ile çalıştı isek şimdi elbette daha azını yapmamamız ve daha azını vermememiz doğru olandır; biz ağzımız ile yalnızca kurtarıldığımız değil ama aynı zamanda diriltilmiş ve yüceltilmiş bir Mesih’te tüm ruhsal bereketler ile kutsandığımızı bildiğimizi kabul ederiz. Yüreklerimiz ve vicdanlarımız bu kutsal gerçekleri asla hissetmemiş ise, tutum ve karakterimiz onların güçlü ve kutsal etkisi altına getirilmedi ise bu önemli ve yüce gerçeklerin yalnızca zihinsel algılanması ve sözlü ifadesi ile huzur bulamayız.
Bu pratik önerileri tam bir yumuşak huyluluk ve sevgi ile okuyucumuza sunmaya cesaret ediyor ve kendisinden bu konular hakkında dua ederek düşünmesini istiyoruz. Msih2in tüm sürüsü içinde bulunan en zayıf kuzuyu bile yaralamak, gücendirmek ya da onun cesaretini kırmak gibi bir niyetimizin asla olamayacağı aşikardır. Ve ayrıca okuyucumuzun emin olmasını istediğimiz bir konu daha var: biz kimseye taş atmıyoruz, yalnızca yazıyoruz; yazdıklarımız yalnızca Tanrının huzurundaki bir kilisenin kulaklarına, ortak bir tehlike olduğunu derinden hissettiğimiz bir konuda uyarı niteliğinde sözler söylüyoruz. İnanıyoruz ki, her yönden, yollarımız hakkında düşünmemiz, kendimizi Rabbin önünde alçaltmamız için bize acil bir çağrı yapılıyor. Bu karanlık ve kötü günlerde O’na tam olarak adanmak ve O’na olan tanıklığımızı daha çok ilan etmek ve daha gerçekçi olmak için hata, zayıflık ve düzensiz tutumlarımızdan kurtulmak için O’nun lütfundan daha fazla almalıyız.
1. Fısıh bayramı ve mayasız ekmek bayramı ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için okuyucuya Mısırdan Çıkış 12.bölüme ve Çölde Sayım 9.bölüme bakması önerilir. Özellikle Çölde Sayım kitabının 9. Bölümünde yer alan Fısıh bayramı ve Rabbin sofrası arasındaki bağlantı incelenmelidir. Bu, çok ilginç bir noktadır ve uygulamada yoğun öneme sahiptir. Fısıh gerçekleşecek olan Mesih’in ölümüne bakmış idi; Rabbin sofrası ise gerçekleşmiş olan Mesih’in ölümüne bakar. Fısıh sadık bir İsrailli için ne ifade ediyor ise Rabbin sofrası da kilise için aynı şeyi ifade eder. Eğer bu gerçek daha tam olarak anlaşılmış olsa idi Rabbin sofrası ile ilgili gevşekliğin, kayıtsızlığın ve hatanın büyük ölçüde üstesinden gelinebilir idi. Kutsal yazıların kutsal atmosferi içinde yaşamayı alışkanlık haline getirmiş biri için bu durum Tanrının sözünde çok sade ve net olarak sunulmuş olan böylesine önemli bir konu ile ilgili olarak bir düşünce karmaşası ve uygulama zıtlığına neden olabilir ve ona garip görünebilir. Kutsal yazılara boyun eğmiş biri bu konuları sorgulamaya ihtiyaç duymaz; elçiler ve ilk kilise haftanın ilk günü bir araya gelirlerdi. Yeni Antlaşma’da bu çok değerli düzenin ayda, üç ayda ya da altı ayda bir uygulandığına dair bir kaydın gölgesi bile mevcut değildir. Böyle bir görüş ancak tanrısal düzene müdahale eden insanın görüşü olabilir. “Bunu her yaptığınızda” sözcüklerinin anlamını değiştirmek isteyenler olduğunun farkındayız. Ancak anlamadığımız şey şudur: Bu sözleri temel alan bir tartışma nasıl olur da Elçilerin İşleri 20:7 ayetindeki sözlerin önünde bir an için bile ayakta kalabilir? Haftanın ilk günü sorgusuz sualsiz kilise için Rabbin sofrasının kutlanacağı gündür.
Hristiyan okuyucu bunu kabul ediyor mu? Eğer kabul ediyor ise o zaman buna uygun hareket ediyor mu? Mesih’in koymuş olduğu ve ele verilmiş olduğu aynı gece O’nun tarafından belirlenmiş özel bir düzeni ihmal etmek çok tehlikelidir. Rab İsa Mesih’i içtenlikle seven tüm kişilerin O’nun söylemiş olduğu “Beni anmak için böyle yapın!” diyen sözleri ile uyumlu olarak O’nu bu özel şekilde hatırlamayı arzu edecekleri kesindir. Bu değerli hatırlamayı ihmal etmeyi alışkanlık haline getirerek yaşayan gerçek bir Mesih imanlısını anlamamız mümkün müdür? Eğer eski dönemde yaşayan bir İsrailli Fısıh bayramını ihmal edecek olsa idi topluluğun arasından “kesilip atılır idi”. Ancak bu yasa idi ve bizler lütuf altındayız. Evet, bu doğrudur, ama bu gerçek Rabbimizin buyruğunu ihmal etmek için bir neden olabilir mi? Okuyucumuzun bu konuya özenli bir şekilde dikkat etmesini öneriyoruz. Bu konunun içeriğinde bizim farkında olduğumuzdan çok daha fazlası mevcuttur. Son on dokuz yüz yıldır Rabbin sofrası ile ilgili tüm sözlere ilgi ve içtenlikle inanıyoruz. Rabbin sofrası ile ilgili olan davranışlarda kilisenin gerçek tutumunun çarpıcı bir manevi içeriğini görebiliriz. Kilisenin Mesih’ten ve O’nun sözünden ayrıldığı sürece Rabbin sofrasının değerli olgusunu ihmal etmiş ve saptırmıştır. Ve öte yandan aynı Tanrının Ruhunun öğrettiği gibi Rabbin sofrası kilise içinde her zaman ve özel bir güç ile O’nun halkının yüreğindeki gerçek yerini bulmuştur.
Ancak bu konuya bir dipnot olarak daha uzun devam edemeyiz; bu konuyu okuyucunun dikkatine sunmayı uygun buluyoruz ve Kutsal Ruhun okuyucuyu bu konuda yönlendireceğine güveniyoruz. Okuyucuya çok yararlı bir inceleme yapabilmesi için yön verileceğine inanıyoruz.