Yasa’nın Tekrarı 28

Kitabımızın bu dikkat çekici kısmını incelemeye yaklaşır iken okuyucu bu kısmın 27.bölüm ile hiç bir şekilde kıyaslanmaması gerektiğini aklında tutmalıdır. Son bölümdeki bereketlerin yokluğunu hesaba katmak peşinde olan bazı yorumcular onları bu kısımda aramışlardır. Ancak bu çok büyük bir hatadır – her iki bölümün uygun bir şekilde anlaşılması konusunda yapılan kesinlikle ölümcül bir hata. Aşikar olan gerçek şudur, iki bölüm temelde, içerikte ve pratik uygulamada  – mümkün olduğu kadar kısa ve net olarak –bir birlerinden tamamen farklıdırlar- 27.bölüm manevi ve kişiseldir. 28.bölüm toplumsal ve ulusaldır. Bu durum insanın manevi konumunun önemli kök ilkesi ile ilgilenir; insan tamamen mahvolmuş bir günahkar olarak yasa temelinde Tanrı ile buluşabilmek için bütünüyle yetersizdir. Öte yandan bu durum İsrail’in Tanrının yönetimi altındaki bir ulus olarak konumunu ele alır. Kısaca her iki bölümün özenli bir kıyaslaması okuyucunun tam farklılığı anlamasını sağlayacaktır. Örneğin, bölümümüzün altı bereketi ve 27.bölümün on iki laneti arasında nasıl bir bağlantı olduğunu düşünebiliriz? Böyle bir şey düşünemeyiz. Aralarına en ufak bir ilişkinin biz edilmesi dahi olanaksızdır. Ama bir çocuk 28.bölümün bereketleri ve lanetleri arasındaki manevi bağlantıyı görebilir ya da anlayabilir.

Marcus Aurelius Efes Müzesi'nde Heykeli
Statue of the head of Marcus Aurelius

Bu konuya bir kanıt olarak bir iki kısımdan alıntı yapalım. “Eğer Tanrınız Rabbin sesini iyice dinler ve bu gün size ilettiğim tüm buyruklarına uyar iseniz” – Yasanın Tekrarı kitabının eski ve önemli anahtar mottosu – “Tanrınız Rab sizi yeryüzündeki tüm uluslardan üstün kılacaktır. Tanrınız Rabbin sözünü dinler iseniz şu bereketler üzerinize gelecek ve sizinle olacak” – tek güvence, mutluluğun gerçek sırrı, güvenlik, zafer ve güç – “kente de tarlada da kutsanacaksınız. Rahminizin meyvesi kutsanacak, rahminizin ürünü ve hayvanlarınızın dölü – sığırlarınızın buzağıları, sürülerinizin kuzuları- bereketli olacak. Sepetiniz ve hamur tekneniz bereketli olacak. İçeri girdiğinizde de dışarı çıktığınızda da kutsanacaksınız. Yasanın Tekrarı  28:1-6.

Okuyucu, bu bereketlerin Gerizm dağında on oymak tarafından ilan edilen bereketler olduğunu fark etmekte zorluk çekmeyecektir! Burada bize sunulan konu İsrail’in ulusal saygınlığı, zenginliği ve bu kitapta önlerine konmuş olan tüm buyruklara gayretli bir şekilde dikkat etmeyi temel alan yüceliğidir. Tanrının sonsuz amacı İsrail’in yeryüzünde tüm uluslardan daha üstün bir konuma yerleştirilmesidir. Bu amaç hiç kuşkusuz İsrail geçmişte ulusal üstünlük ve yüceliğinin temelini oluşturmak için o mükemmel itaati – ancak Mesih’in gösterebileceği itaat! – yerine getirme konusunda başarısız olmasına rağmen yine de gerçekleşecektir.

Bu önemli gerçeği asla unutmamalı ya da boyun eğmemeliyiz. Bazı yorumcular bir yorum sistemi uyarlayarak İsrail’in antlaşma bereketlerini ruhsal hale getirmişler ve bunu Tanrının kilisesine uyarlamışlardır. Bu da yapılan büyük hatalardan biridir. Tanrının değerli sözü ile ilgili böyle bir metodun etkilerini söz ile dile getirmek dahi güçtür. Bu durumun diametrik açıdan Tanrının düşünce ve isteğine karşı olduğu kesindir. Tanrı, gerçeği ile oynanmasına hiç bir şekilde izin vermez; ya da halkı İsrail’in bereket ve ayrıcalıklarının bu şekilde yabancılaştırılmasını istemez.

Evet, Galatyalılar 3.bölümde şu sözleri okuduğumuz doğrudur: “İbrahim’e sağlanan kutsama Mesih İsa aracılığı ile uluslara sağlansın ve bizler vaat edilen” – vaat edilen nedir? Kentte ve tarladaki bereketler mi? Sepetimiz ve hamur teknemizdeki bereketler mi? Hayır, ama – “Kutsal Ruh’u iman ile alalım diye.” Bu nedenle aynı zamanda aynı mektubun dördüncü bölümünden öğrendiğimiz şudur: yenilenmiş İsrail’e imanlı dönemi sırasında Ruh’tan doğan herkesi kendi çocukları arasında saymasına izin verilmiştir. “Oysa göksel Yeruşalim özgürdür, annemiz odur. Nitekim şöyle yazılmıştır: “Sevin, çocuk doğurmayan ey kısır kadın! Doğum ağrısı bilmeyen sen, yükselt sesini, haykır! Çünkü terk edilmiş kadının kocası olandan daha çok çocuğu var.” Galatyalılar 4: 26,27.

Tüm bunlar kutsal gerçeklerdir. Ama İsrail’e verilmiş olan vaatlerin Yeni Antlaşma imanlılarına transfer edilmeleri anlamını taşımayabilir. Tanrı dostu İbrahim’in tohumunu bereketlemek için kendi adına ant içmiştir – onları Kenan ülkesindeki tüm yersel bereketler ile bereketlemek için. Bu vaat sağlamdır ve kesinlikle gerçektir. Ve bu bereketlerin tanrının zamanında yerine geleceği doğrudur. Bu noktaya bu kitabın daha önceki kısımlarını inceler iken işaret etmiş idik. Tanrının sözleri ve yolları hakkındaki bu tür ciddi sonuçları kapsayan her yorum sistemine karşı ciddi bir şekilde okuyucuyu uyandırmış olduğumuz için şimdi içimiz rahattır. İsrail’in bereketlerinin yersel olduklarını her zaman hatırlamamız gerekir. Kilisenin bereketleri gökseldir; “Bizi Mesih’te her tür ruhsal bereket ile bereketlemiş olan Rabbimiz İsa Mesih’in Tanrısına ve Babasına övgüler olsun!”

Böylece, kilisenin bereketlerinin hem doğası hem de alanı İsrail’in bereketlerinden tamamen farklıdır. Ama yukarda sözünü ettiğimiz yorum sistemi kutsal yazıların saygınlığını lekeler ve canların ciddi bir şekilde hasar görmesine neden olur. İsrail’e verilen vaatleri şimdi ya da daha sonra, yeryüzünde ya da gökte Tanrının kilisesine uyarlama girişiminde bulunmak her şeyi tamamen alt üst etmek ve kutsal yazıların yorumunda ve uygulanmasında en umutsuz zihin karışıklığına neden olmaktır. Tanrının sözüne ve okuyucunun canına çok basit bir sadakat göstermeye çağrıldığımızı hissediyoruz ve bu nedenle bu konuyu okuyucunun dikkatine sunmak için gayret ile vurguluyoruz. Okuyucu bu hakkında huzurlu bir güvenlik içinde olabilir; ayrıca İsrail’i ve kiliseyi, yerseli ve gökseli Tanrının sözünü yorumlar iken sağduyulu bir şekilde hareket ettiğimizden emin olabiliriz.

Ama yine de her şeye rağmen bu konuyu burada daha ayrıntılı bir şekilde inceleyemeyiz. Güvendiğimiz tek şey Tanrının Ruhunun okuyucunun yüreğini bu konuya ilgi ve önem göstermesi için harekete geçireceğine güveniyoruz. İşte o zaman bu konunun doğruluğu tam olarak görünecektir.

Yasanın Tekrarı yirmi sekizinci bölüm ile ilgili olarak şunu söyleyelim: eğer okuyucu yalnızca Kutsal Ruhun rehberliğinde okur ise ancak o zaman ruhsal zekaya ya da düşünceye ve gerçek yarara sahip olacaktır. Bu yüzden insani hiç bir yoruma gerek yoktur. Konu, kendi içinde doğal ve aşikar olarak iki kısma ayrılır: birinci kısımda itaatin sonuçlarının tam ve bol bereketli ifadesini okuruz. (Bakınız 1-15.ayetler) İkinci kısımda ise itaatsizliğin korkunç sonuçlarının derin bir ciddiyet taşıyan etkili ifadesini görürüz. (Bakınız 16-68.ayetler) Ve lanetleri içeren kısmın bereketleri içeren kısımdan üç kat daha fazla olduğu gerçeğini görünce şaşkına döneriz; Bereketler on beş ayeti kapsar, lanetler ise elli üç ayette yer almışlardır. Tüm bölüm tanrının yönetimi hakkında etkileyici bir yoruma yer verir; ve ayrıca “Tanrımız yakıp tüketen bir ateştir” ifadesinde bu gerçeğin çok güçlü bir örneği ile karşılaşırız. Yeryüzündeki tüm uluslar İsrail’in bu harika öyküsünden ders alabilirler; Tanrının itaatsizliği cezalandırması gerekir, çünkü adildir. Ve eğer Tanrı bu konuda kendi halkını dahi esirgemedi ise o zaman O’nu tanımayan kişilerin sonu ne olacaktır? “Kötüler ve Tanrıyı unutan tüm uluslar cehennemde yanacaklardır. “Diri Tanrının elinde düşmek korkunç bir şeydir.” Bu konuda hatalı yorum yapılamaz. Herkes önümüzdeki bölümü okusun ve onu İsrail’in asıl öyküsü ile karşılaştırsın ve o zaman göklerdeki görkeminin tahtında oturan bir Tanrı olduğunu ve O’nun hem burada hem de daha sonra kötülük yapan kişileri cezalandıracağının kesin olduğunu anlayacaktır. Bu durum bundan farklı olamaz. Kötünün yargılanmadan ve cezalandırılmadan geçip gitmesine izin verebilen ya da verecek olan bir yönetim mükemmel bir yönetim olamayacağı için Tanrının yönetimi böyle olamaz. Tanrının iyiliği, sevgisi ve merhameti hakkında tek yanlı görüşlerde bulunmak boş iddialardan ibarettir. O’nun adına övgüler olsun ki, O naziktir, iyidir ve lütufkardır, çok tahammül eder ve sevgi ve şefkat ile doludur. Ama aynı zamanda kutsal ve adil, dürüst ve doğrudur da! Ve “dünyayı [bildiğimiz yeryüzünü]atadığı Kişi aracılığı ile adaletle yargılayacağı günü saptamıştır. Bu Kişi’yi ölümden diriltmek ile bunun güvencesini [ kanıtını]herkese vermiştir.” Elçilerin işleri 17:31.

Ama şimdi yine de bu kısma son vermemiz gerekiyor ancak bunu yapmadan önce bölümümüzün 13.ayeti ile yakından bağlantısı olan çok ilginç bir noktayı okuyucumuzun dikkatine sunmayı görevimiz olduğunu hissediyoruz. “Rab sizi kuyruk değil baş yapacak ve eğer bu gün size ilettiğim Tanrınız Rabbin buyruklarını dinler ve onlara iyice uyarsanız altta değil her zaman üstte olacaksınız.” Yasanın Tekrarı 28: 13. Bu sözler hiç kuşkusuz İsrail’e bir ulus olarak işaret etmektedir. İsrail’e yeryüzündeki tüm ulusların başı olma üstünlüğü verilmiştir. İşte, Tanrının, halkı ile ilgili amacı ve öğüdü böylesine düzenli ve kesindir. Şimdi uluslar arasında dağılmış ve kaybolmuş, dibe batmış ve sürekli itaatsizliklerinin sonucu olan korkunç sıkıntısını çekmelerine ve Daniel 12.bölümde okuduğumuz gibi, yeryüzünün tozu olmalarına rağmen bir ulus olarak yükseltilecek ve Süleyman’ın görkeminden daha parlak bir görkem ile parlayacaklardır.

Tüm bunlar bereketli gerçeklerdir ve Musanın kitaplarında, Mezmurlarda, peygamberlerde ve Yeni Antlaşma’da yer alan çeşitli bölümlerde sorgusuz sualsiz bina edilmiş olarak yer alırlar. Ama İsrailin tarihine baktığımız zaman sınırsız lütuf aracılığı ile on üçüncü ayette yer alan değerli vaadi kendilerine mal etmek için kendilerine izin ve güç verilmesi gibi bazı çarpıcı bireysel olaylar görmekteyiz. İsrailin ulusal tarihinin çok karanlık ve bunalımlı dönemlerinde bir ulus olarak baş değil ama kuyruk olduğu da bir gerçektir. Yalnızca düşüncemizi resmetmek için değil ama aynı zamanda okuyucunun önüne bu ilkenin yoğun pratik önemini ve evrensel uygulamasını koyabilmemiz için ona birkaç olaydan daha söz etmemiz gerekiyor.

Şimdi bir an için Ester adlı çekici küçük kitaba dönelim  - çok az anlaşılan ya da çok az takdir edilen kısa bir kitap – bu kitap gerçekten de kısadır ama başka hiç bir kitapta yer almayan bir ders öğretir. Hiç kuşkusuz İsrailin baş değil kuyruk olduğu bir dönemde yazılmıştır ama bize İbrahim’in bireysel bir oğlunun çok eğitici ve teşvik edici bir örneğini görüşümüze sunar ve onu İsrail’in en acı düşmanının üstüne çok yüce bir konum ve kazanılmış harika bir zafer ile nasıl taşıdığını anlatır.

İsrail’in durumuna gelince, Ester’in günlerindeki dönemde Tanrı onlara herkesin önünde sahip değil idi. Bu yüzden Tanrının adı kitabın başından sonuna dek kitapta yer almaz. Öteki uluslar baş ve İsrail kuyruk idi. Yehova ve İsrail arasındaki ilişki o dönemde herkesin önünde görünmüyor idi ama Yehova’nın yüreği halkını asla unutamaz idi ve yine eklememiz gerekir ki, sadık bir İsraillinin yüreği de Yehova’yı ya da O’nun kutsal yasasını asla unutamaz idi ve işte özellikle bu iki gerçek çok kısa olan bu kitabın içeriğini karakterize ederler. Tanrı İsrail adına sahnenin arkasından hareket ediyor idi ve Mordekay da Tanrı adına sahnenin arkasından hareket etmekte idi. Şuna dikkat çekmemizde yarar vardır: ne İsrailin en iyi Dostu ne de en kötü düşmanının adından Ester kitabında tek bir sözcük bile yer almaz. Ama yine de buna rağmen kitabın tamamı bu ikisinin eylemleri ile doludur. Tanrının parmağı her harika sağlayış zincirinin bir halkasında mühürlüdür ve öte yandan Amalek’in acı ve keskin düşmanlığı Agaklı’nın- Amalek krallarının soyundan gelen Haman - zalim tuzağında ortaya çıkar.

Tüm bunlar çok yoğun bir ilginçliğe sahiptirler. Bu kitaptaki incelememizi bitirdikten sonra gerçekten de şöyle diyebiliriz: “Ah, masal gibi olaylar! Ama yine de gerçekler!” Bu sade ama çok bereketli öyküye duyulacak ilgi bir romantik öyküye duyulacak ilgi kadar yoğun olacaktır. Ancak zaman ve yer sınırlaması yüzünden bu kitabın incelenmesine daha fazla zaman ayıramayacağız. Ulusal yüceliğin silinip gittiği bir zamanın bir anında okuyucuya yalnızca bireysel sadakatin söz ile anlatılamaz değer ve önemine işaret etmek için değindik. Mordekay Tanrının gerçeği adına bir kaya gibi sağlam durdu. Ve Amalek’e sahip olmayı kesin bir kararlılık ile reddetti. Ayrıca Tanrının gücünün bir ifadesi olarak kral Ahaşveroş’un yaşamını kurtardı ve onun yetkisi önünde eğildi. Ama Haman’a boyun eğmedi. Bu konudaki tutumunu yöneten ise yalnızca Tanrı sözü idi. Bu kişinin yetkisi Yasanın Tekrarı adlı bu kutsal kitapta yer alır. “Siz Mısır’dan çıktıktan sonra Amalekliler’in size yolda neler yaptığını anımsayın. Siz yorgun ve bitkin iken yolda size saldırdılar ve geride kalan tüm güçsüzleri öldürdüler. Tanrıdan korkmadılar. Tanrınız Rab mülk edinmeniz için miras olarak size vereceği ülkede sizi çevrenizdeki tüm düşmanlardan kurtarıp rahata kavuşturduğu zaman Amalekliler’in anısını gökler altından sileceksiniz. Bunu unutmayın!” Yasanın Tekrarı 25: 17-19.

Bu her sünnetli kulak, her itaatkar yürek ve her dürüst vicdan için yeterince belirgin bir ifadedir! Mısır’dan Çıkış 17.bölümde kullanılan dil de aynı derecede belirgindir. “Rab, Musa’ya,’bunu anı olarak kayda geç. Yeşu’ya da söyle, Amalekliler’in adını yeryüzünden büsbütün sileceğim’ dedi. Musa bir sunak yaptı ve adını Yahve-Nissi [Rab sancağımdır] koydu. ‘Eller Rabbin tahtına doğru kaldırıldı. Rab kuşaklar boyunca Amalekliler’e karşı savaşacak’ dedi.” Mısır’dan Çıkış 17: 14-16.

Mordekay Amalek krallarının soyundan gelen Haman’a boyun eğmeyi reddederek yetkisini gösterdi. İsrail evinin sadık bir üyesi nasıl olur da Yehova ile savaş halinde olan bir evin üyesine boyun eğerdi? İmkansız! Mordekay giysilerini yırtabilir, çula sarınıp başından aşağı kül dökebilir, yüksek ses ve acı ile feryat edebilir idi ama bir Amalekli’ye boyun eğemez, eğmez ve buna cesaret etmez idi. Mordekay, küstahlık, körü körüne inatçılık, akılsızca ön yargıda bulunma ve dar görüşlülük ile suçlanabilir idi, ama Amalek krallarının soyundan gelen Haman’a boyun eğmemek ile suçlanamaz idi. Krallıkta en yüce soylulardan biri olarak saygı gören Haman’a boyun eğmemek yapılabilecek en büyük akılsızlıklardan biri olarak görülebilir idi ama bu soylu kişi bir Amalekli olması Mordekay açısından ona boyun eğmemek için yeterli idi. Akılsızlık gibi görülen şey aslında sade bir itaat idi.

Olayı bizim için ilginç ve önemli hale getiren işte budur. Tanrının sözüne itaat etme sorumluluğumuza asla hiç bir şey engel olamaz. Mordekay’a Amalek hakkındaki buyruğun İsrail’in geçmişinde kalmış olan bir konu olduğu söylenebilir idi. Yeşu açısından Amalekliler ile savaşmak kesinlikle doğru idi; kral Saul de Agag’ı öldürmeyip esirgemek yerine Yehova’nın sözüne itaat etmeli idi. Ama şimdi her şey değişti; yücelik İsrail’den ayrıldı ve Mısır’dan Çıkış 17.bölüm ya da Yasanıın Tekrarı 27.bölüm içeriklerine göre davranmak tamamen yararsızdır.

Bu tür tüm iddiaların Mordekay üzerinde hiç bir etkisi olmayacağını kesinlikle hissedebiliriz. Yehova’nın şu sözleri Mordekay için yeterli idi. “Amalekliler’in yaptıklarını hatırlayın..  Bunu unutmayın.” Bu sözler ne kadar zaman için geçerli idi? Kuşaktan kuşağa! Yehova’nın amalekliler ile savaşı asla onların adı gökler altından silinene kadar sona ermeyecek idi. Ve bunun nedeni ne idi? Çünkü Amalekliler İsrail’e karşı zalimce ve acımasızca davranmışlar idi. Tanrının halkına gösterdiği iyilik işte böyle bir iyiliktir. O halde sadık bir İsrailli nasıl olur da bir Amalekli’ye boyun eğebilir idi? İmkansız! Yeşu, Amalekliler’e boyun eğebildi mi? Hayır! Samuel boyun eğdi mi? Hayır; “Samuel, Gilgal’de Rabbin önünde Agag’ı parçalara böldü.” O halde Mordekay da bir Amalekli’ye nasıl boyun eğebilir idi? Bedeli ne olur ise olsun bunu yapamaz idi; kendisi için bir darağacı hazırlanmış olmasından etkilenmiyor idi. Asılabilir idi, ama asla bir Amalekli’ye boyun eğmez idi.

Ve bu tutumunun sonunda ne oldu? Harika bir zafer elde etti! Orada kraliyet konumunun ayrıcalığında güneşlenen yüceliği, zenginliği ve görkemi ile övünen ama İbrahim’in tohumunun ayağı altında ezilmek üzere olan kibirli bir Amalekli olarak tahtın yanında duruyor idi. Ve yine orada diğer tarafta çuvallar, küller ve gözyaşları içinde zavallı Mordekay da duruyor idi. Ne yapabilir idi? İtaat edebilir idi. Mordekay’ın kılıcı da kargısı da yok idi ancak Tanrının sözüne sahip idi. Ve yalnızca bu söze itaat ederek kararlı ve harika cesur tarzı ile Amalekli üzerinde bir zafer kazandı; aynı Yeşu’nun Mısır’dan Çıkış 17.bölümde kazandığı zafer gibi bir zafer kazandı! Kral Saul ise çevresinde, İsrail’in on iki oymağından seçilmiş olan bir savaşçı ordusu bulunmasına rağmen, Mordekay ve Yeşu gibi bir zafer kazanma konusunda başarısız oldu. Amalekli Haman Mordekay’ın asılmasını istiyor idi. Ama bunun yerine Mordekay’a giysi giydirdi ve onu atın üzerinde kent meydanında gezdirmeye başladı. “ Ve Haman krala şu yanıtı verdi: ‘Kral onurlandırmak istediği bir kişi için kendi giydiği bir kral giysisini ve üzerine bindiği sorguçlu atı getirtir, giysiyi ve atı en üst yöneticilerinden birine verir; o kişi de kralın onurlandırmak istediği kişiyi giydirip atın üstünde kent meydanında gezdirir. Önünden giderek, ‘kralın onurlandırmak istediği kişiye böyle davranılır’ diye bağırır. Sonra kral Haman’a, ‘hemen git giysi ile atı al ve söylediklerini kralın kapı görevlisi Mordekay için yap ve söylediklerinin hiç birinde kusur etme’ dedi. Böylece Haman giysiyi ve atı aldı ve Mordekay’ı giydirip atın üstünde kent meydanında gezdirmeye başladı. Önden giderek, ‘kralın onurlandırmak istediği kişiye böyle davranılır’ diye bağırıyor idi. Sonra Mordekay saray kapısına döndü. Haman ise utanç içinde başını örterek hemen evine gitti.” Ester 6: 8-12.

Burada İsrail’in baş ve Amalekli’nin kuyruk olduğu kesin idi. İsrail, burada ulus olarak değil ama birey olarak baş idi. Ancak bu durum Amalekli’nin yenilgisi ve İsrail’in zaferi için yalnızca bir başlangıç idi. Haman, Mordekay için hazırlatmış olduğu darağacında asıldı. “Mordekay lacivert ve beyaz bir krallık giysisi ile başında büyük bir altın taç ve sırtında ince ketenden mor bir pelerin ile kralın huzurundan ayrıldı ve Sus kenti sevinç çığlıkları ile yankılandı.” Ester 8:15.

Ama hepsi bununla da kalmadı. Mordekay’ın harika zaferinin etkisi krallığın yüz yirmi yedi kentine kadar yayıldı. “Kralın buyruğu ve fermanının ulaştığı her ilde ve her kentte sevinç ve mutluluğa neden oldu. Şölenler düzenlendi ve bir bayram havası doğdu. Ülkedeki halklardan çok sayıda kişi Yahudi oldu çünkü Yahudi korkusu hepsini sarmış idi.” Ester 8: 17. Ve tüm bu güzellikleri de taçlandırmak için ayrıca şunu da okuyalım: “Yahudi Mordekay kral Ahaşveroş’tan sonra ikinci adam olmuş idi. Yahudi soydaşları arasında saygı gören ve çoğunluk tarafından sevilen biri idi. Çünkü halkının iyiliğini düşünüyor ve tüm soydaşlarının esenliği için çaba gösteriyor idi.” Ester 10:3.

Sevgili okuyucu, şimdi tüm bunlar bireysel sadakatin yoğun önemini bize çok çarpıcı bir şekilde kanıtlamıyor mu? Bedeli ne olur ise olsun Tanrının gerçeğinden yana durmak bizi üstün bir şekilde teşvik etmiyor mu? Yalnızca tek bir adamın eylemlerinden ortaya çıkan şu harika sonuçlara bakın!  Mordekay’ın tutumunu pek çok kişi yargılamış olabilir idi. Krallığın en yüce soylusuna saygı göstermeyi reddetmek saçma bir inatçılık olarak görünmüş olabilir idi. Ama bu tutum bir inatçılık değil idi. Tanrı için kararlı bir davranış idi ve zaferlerin en görkemlisine yön vermiş oldu; kardeşleri tarafından sonuçları yeryüzünün dört bir bucağından biçilen ganimetler sağladı.

Yasanın Tekrarı 28:13 ayetinde önerilen konuya dair bir başka örnek için okuyucuya Daniel 3 ve Daniel 6.bölümleri referans olarak vermek zorundayız. İsrail’in ulusal yüceliğinin gitmiş olduğu ve kentlerinin ve tapınaklarının harabe halinde olduğu bir anda gerçek Tanrıya gösterilen bireysel sadakat aracılığı ile elde edilen sonuçların manevi görkemlerini bu bölümlerde okuyabilir. Üç adam altın bir heykele tapınmayı reddettiler. Ve itaatsizlik etmek yerine kralın gazabı, krallığın evrensel sesi ve evet, hatta kızgın fırının kendisi ile bile yüzleşmeyi göze alma cüretinde bulundular. Yaşamlarını teslim edebilirler idi, ama Tanrının gerçeğinden vazgeçemezler idi.

Ve bu tutumlarının sonunda ne oldu? Eşsiz bir zafer elde ettiler! Kızgın fırının içinde Tanrının Oğlu ile yürüdüler ve en yüce olan Tanrının tanıkları ve hizmetkarları olarak fırından dışarı alındılar. Ne kadar görkemli bir ayrıcalık ve ne kadar harika bir saygınlık! Ve tüm bunlar yalnızca itaat etmelerinin bir sonucu olarak gerçekleşti. Eğer topluluğun davrandığı gibi davranış olsalar ve dehşet veren o kızgın fırından kaçmak için ulusal bir tanrıya tapınmak için boyun eğmiş olsalar idi ne kadar çok şey kaybetmiş olacaklar idi! Ama Tanrıya övgüler olsun ki yüce Tanrının birliğinin önemli temel gerçeğini kabul ederek sağlam durmak için güçlendirildiler – o gerçek Süleyman’ın krallığının görkemleri arasında ayak altında çiğnenmiş idi ve onların sadakati bizler için Kutsal Ruh tarafından kaleme alındı öyle ki bizler Tanrıdan nefret eden ve Mesih’i reddeden bir dünyanın karşısında ve gerçeği ihmal eden bir Hristiyanlık aleminde bireysel adanmışlık yolunda sağlam adım ile durabilmek konusunda teşvik edilebilelim. Bu öyküyü okumak ve sonra Mesih’e ve O’nun değerli davasına derin bir kişisel adanmışlığı gayret ile arzu etmemek imkansız olmaz mı?

Daniel 6.bölümün incelenmesi aracılığı ile üretilen etkinin de aynı olması gerekir. Bizler alıntı ya da yorum yapma konusunda kendimize izin veremeyiz. Yapabileceğimiz tek şey canı harekete geçiren kayıtları okuyucunun dikkatine sunmak olabilir. Hristiyanlığın gerçeklerine ismen önem vermek, insanların hiç bir bedel ödemelerini gerektirmez. Duamız şudur ki, kişiler reddedilen bir Rabbe tüm yürekleri ile bağlanma kararı alsınlar ve O’nu izlemek için arzuları ve gayretleri büyük olsun aynı zamanda O’nun buyruklarına tereddütsüz bir itaat ile boyun eğsinler!

Böylesine acımasız kayıtsızlıklar karşısında Daniel’in gösterdiği sadakati okumak insanın canını nasıl da tazelemektedir. O, tam bir kararlılık ile penceresi Yeruşalim’e doğru açık olarak günde üç kez dua etme gibi kutsal alışkanlığını sürdürmekte ısrar ile davrandı. Bunu yapar iken yaptığı şeyin cezası olduğunu ve bu cezanın aslanların inine atılmak olduğunu bilmesine rağmen yine de yaptı. Oysa penceresini kapatabilir, perdesini çekebilir ve odasının mahremiyeti içinde dua etmeye çekilebilir ya da hiç bir insan gözünün onu göremeyeceği ya da hiç bir insan kulağının onu işitemeyeceği gece yarısı zamanını bekler ve o zaman dua edebilir idi. Ama hayır, Tanrının bu sevgili hizmetkarı ışığını bir yatağın ya da bir eşyanın altında veya arkasında gizleyemez idi. Bu noktada çok önemli bir ilke söz konusu idi. O, yalnızca diri ve tek gerçek tanrıya dua etmiyor idi, ama aynı zamanda “pencereleri Yeruşalim’e doğru açık” olarak dua ediyor idi. Ve pencereleri neden “Yeruşalim’e doğru” açık idi? Çünkü Yeruşalim Tanrının merkezi idi. Ama o dönemde enkaz halinde idi. Evet, kent hali hazırda ve insan gözü bakışı ile harabe halinde idi. Ama Yeruşalim iman gözü ve tanrısal bakış açısı ile Tanrının yersel halkı için seçmiş olduğu merkezi idi. Sorgusuz sualsiz böyle idi ve böyle olacak idi. Ve yalnızca bu kadar da değil, Tanrı için bu kentin tozu bile değerli idi. Ve Daniel bu yüzden penceresini Yeruşalim’e doğru açıp dua ettiği zaman Tanrının düşüncesi ile tam bir uyum içinde dua etmiş oluyor idi. Aynı zamanda bu davranışı ile ilgili kutsal yazıların desteğine sahip idi ve okuyucu bu konuda 2.Tarihler kitabının 6.bölümündeki kayıtları okuyarak bilgi sahibi olabilir. “Tutsak oldukları ülkede candan ve yürekten sana dönerler ise ve atalarına verdiğin ülkeye ve seçtiğin kente ve adına yaptırdığım tapınağa yönelip dua ederler ise onları kurtar ve bağışla.” 2.Tarihler 6: 38.

Daniel’in gücü işte burada idi ve o insani düşüncelerden, acılardan ve cezalardan tamamen bağımsız olarak hareket etti. Tanrının gerçeğinden vazgeçmekten ise aslan çukuruna atılmayı kabul etti. Yeryüzünde kötü bir vicdan ile yaşamaktan ise iyi bir vicdan ile cennete gitmeyi tercih etti.

Ve bunun sonucunda ne oldu? Bir diğer harika zafer daha! “Daniel çukurdan çıkarıldı. Bedeninde hiç bir yara izi bulunmadı ÇÜNKÜ TANRISINA GÜVENMİŞ İDİ!” Daniel 6:23.

Kutlu hizmetkar! Sevilen oğul! Soylu tanık! Bu olayda baş olan hiç kuşkusuz Daniel ve kuyruk olan düşmanları idi. Ve bu nasıl oldu? Yalnızca Tanrının sözüne itaat ederek! Bu gerçeğin günümüzde ne kadar büyük önem taşıdığını hatırlamamızda yarar vardır. Hamdolsun ki Rab İsa yasayı tamamlamış ve yerimize itaat ederek bize büyük lütuf bağışlamıştır. İçimizde yaşayan Ruhu ile bu konudaki gücümüz O’dur! İsrail’in ulusal yüceliğinin toza dönüştüğü, birliklerinin yok olduğu ve ülkenin harap olduğu bir zamanda bireysel sadakatin bu harika örneklerine işaret ettiğimiz zaman bu konu ile örnek vererek yürekleri güçlendirmek istiyoruz. Bir ulus olarak İsrail tarihinin en karanlık günlerinde kişisel iman ve adanmışlığın en parlak ve en soylu örneklerine sahip olmak gerçeğin yönlendirerek teşvik eden ilginç gücünü belirtmeden geçemeyiz. Bu noktayı imanlı okuyucunun dikkatine özellikle gayretli bir şekilde sunmayı arzu ettik. Ağzı ile iman ikrarında bulunan kilisenin hali hazırda içinde bulunduğu genel durumda bizlerin cesaretini kıracak bu kadar çok şey var iken yürekleri Tanrının gerçeğine bağlı kalmak için güçlendirmek ve canlandırmak çok önemlidir! İşaret etmiş bulunduğumuz bu olaylarda gerçekleşen sonuçlar kadar hızlı, çarpıcı ve görkemli sonuçlar elde etmeyi istediğimiz için bu konu üzerinde durmuyoruz. Mesele asla bu değildir. Yüreklerimizde ön planda muhafaza etmemiz gereken şey Tanrı halkının hangi zamanda ya da hangi koşulda olduğu önemli değildir; Tanrının bireysel adamı için dar yolda yürümek ve Tanrı sözüne gösterilen sade itaatin ürünlerini biçmek ve Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in değerli buyruklarını izlemek bir ayrıcalıktır.

Eminiz ki, bu olay bu gün için de bir gerçektir. Diliyorum ki hepimiz onun kutsal gücünü hissedebilelim. Genel durum nedeni ile kişisel adanmışlık standardını azaltmak gibi yoğun bir tehlike içindeyiz. Bu, ölümcül bir hatadır, evet; Mesih’e ve O’nun davasına düşman olanın bir önerisidir. Eğer Mordekay, Şadrak, Meşak, Abednego ve Daniel bu şekilde davranmamış olsalar idi bunun sonucu ne olacak idi?

Ah, sevgili okuyucu,  hayır! Her zaman aklımızda tutmamız gereken şey şudur: Bizim en büyük işimiz itaat etmek ve sonuçları Tanrıya bırakmaktır. Hizmetkarlarının çarpıcı sonuçlar görmelerine izin vermek ya da tanıklığımızın herhangi bir küçük örneğini görerek varlığımızın gururlanma tehlikesinin olmayacağı o büyük gün için beklemeye izin vermek için uyun görmek Tanrıyı hoşnut edebilir. Böyle olmasını diliyoruz. Değerli ve hayran olunan Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in buyrukları aracılığı ile bizim için belirlenmiş olan o parlak ve bereketli yolda yürümek bizim basit ama sorumlu olduğumuz görevimizdir. Tanrımız Kutsal Ruhunun lütfu ve gücü aracılığı ile bizi muktedir kılsın! Tanrının sözüne ve gerçeğine yüreğimizin amacı olarak yapışalım ve çevremizde bizi dar görüşlülük, bağnazlık, hoşgörüsüzlük ve benzeri şeyler ile suçlayabilecek olan diğer kişilerin düşüncelerine karşı kayıtsız kalalım. Yolumuza yalnızca Rab ile devam etmeliyiz.