Yasa’nın Tekrarı 7

“Tanrınız Rab mülk edinmek için gideceğiniz ülkeye siz götürdüğü zaman önünüzden bir çok ulusu – Hititliler,Girgaşlılar, Amorlular, Kenanlılar, Perizliler, Hivliler, Yevuslular ve sizden daha büyük ve daha güçlü yedi ulusu – kovacak. Tanrınız Rab bu ulusları elinize teslim ettiği zaman onları bozguna uğrattığınızda tümünü yok etmelisiniz. Bu uluslar ile antlaşma yapmayacaksınız ve onlara acımayacaksınız.” Yasanın Tekrarı 7:1,2.

Korkyos yakınındaki eski kalıntılar
Korkyos yakınındaki eski kalıntılar

Tanrının halkı İsrail ile bağlantılı olarak diğer uluslara olan davranış mesajını okur iken bize Mezmur 101’in ilk cümlesi hatırlatılmaktadır. “Sevgini ve adaletini ezgiler ile anacağım.” Tanrının, İbrahim, İshak ve Yakup ile yapmış olduğu antlaşmasını hatırlayarak halkına sergilediği merhametini görmekteyiz. Ve aynı zamanda Tanrının, diğer ulusların kötü yollarının bir sonucu olarak onlara yargı infaz ettiğini görürüz. Önce merhameti nedeni ile O’nun tanrısal egemenliğini görürüz ve sonra da tanrısal adaletini okuruz. Her ikisi de tanrısal yüceliğin parlaklığını yansıtırlar. Tanrının merhameti ya da yargısı ile tüm yolları O’na övgüler sunulmasına neden olur ve halkını O’na sonsuza kadar sadık olmaya çağırırlar. “Tanrı kulu Musa’nın ve Kuzu’nun ezgisini söylüyorlar idi: Her Şeye Gücü Yeten Rab Tanrı, senin işlerin büyük ve şaşılası işlerdir. Ey ulusların Kralı, senin yolların doğru ve adildir. 1 Ya Rab, senden kim korkmaz, adını kim yüceltmez? Çünkü kutsal olan yalnız sensin. Bütün uluslar gelip sana tapınacaklar. Çünkü adil işlerin açıkça görüldü.” Vahiy 15:3,4.

Egemen Tanrının yollarında görülen gerçek ruh işte budur. Bazı kişiler kendilerinin, aydınlatılmış yargılar yerine sahte duygular tarafından etkilenmelerine izin verirler ve bölümümüzün başlangıcında İsrail’e Kenanlılar ile ilgili olarak verilen talimatların uygulanmasında güçlükler görürler. Onların gözünde iyiliksever bir Varlığın, halkına, onlara acımamalarını ve onları yok etmelerini buyurması dengesiz bir durumdur. Merhametli bir Tanrının, nasıl olup da halkına kadınları ve çocukları da kılıç ile öldürme görevini verebildiğini anlayamazlar.

Bu tür kişilerin Vahiy 15:3,4 ayetlerinde kullanılan ifadelere uyarlanamadıkları çok aşikardır; “Ey ulusların Kralı, senin yolların doğru ve adildir” sözlerini söylemeye hazır değildirler. Tanrının tüm yollarını haklı göremezler; hayır, aslında onlar Tanrıyı yargılamaya koyulmuşlardır. Tanrısal yönetimin eylemlerini kendi sığ düşüncelerinin standardı aracılığı ile ölçme küstahlığında bulunurlar – sınırlı olan aracılığı ile sınırsız olanı değerlendirmeye kalkarlar. Kısaca, Tanrıyı kendi düşünceleri seviyesinde ölçerler.

Ve bu ölümcül bir hatadır. Tanrının yolları hakkında yargı yürütmek bize düşmez. Ve bu yüzden zavallı, bilgisiz ve dar görüşlü ölümlülerin bu davranışta bulunma girişimleri küstahlığın en yüksek seviyesidir. Luka kitabının yedinci bölümünde “bilgeliğin onu benimseyen herkes tarafından doğrulandığını” okuruz. Bunu hatırlayalım ve tüm günahlı mantıklarımızın sesini keselim. “Herkes yalancı olsa bile Tanrının doğruyu söylediği bilinmelidir. Yazılmış olduğu gibi: ‘Öyle ki, sözlerinde doğru çıkasın ve yargılandığın zaman davayı kazanasın.’” Romalılar 3:4.

Okuyucu bu konu ile ilgili olarak sıkıntı çekiyor mu? Eğer sıkıntı çekiyor ise o zaman kendisine yardımcı olabilecek çok güzel bir bölümden alıntı yapmamızın gerekmesi çok hoşumuza gidecektir: “Şükredin Rabbe, çünkü O iyidir; sevgisi sonsuza kadar sürer. … Mısır’da ilk doğanları öldürene, güçlü eli ve kudretli kolu ile İsrail’i Mısır’dan çıkarana şükredin çünkü: sevgisi sonsuza kadar sürer. Kızıl Denizi ikiye bölene şükredin çünkü sevgisi sonsuza kadar sürer. Ve İsrail’i Kızıl Deniz’in ortasından geçirene şükredin çünkü sevgisi sonsuza kadar sürer. Firavun ve ordusunu Kızıl Deniz’e dökene şükredin çünkü sevgisi sonsuza kadar sürer; büyük kralları vurana ve güçlü kralları öldürene şükredin çünkü sevgisi sonsuza kadar sürer. Amorlu kral Sihon’u, Başan kralı Og’u öldürene şükredin çünkü sevgisi sonsuzdur; Onların topraklarını mülk olarak kulu İsrail’e mülk verene şükredin çünkü sevgisi sonsuzdur.” Mezmur 136.

Burada Mısır’ın ilk doğanlarının öldürüldüğünü ve İsrail’in kurtarıldığını görüyoruz; İsrail’in Kızıl Deniz’in ortasından geçtiğini ve firavun ve ordusunun Kızıl Deniz’e döküldüğünü; Kenanlı kralların öldürüldüğünü ve ülkelerinin İsrail’e mülk olarak verildiğini görüyoruz – tüm bunların hepsi Yehova’nın sonsuza kadar süren sevgisine örnek oluştururlar. 2 O’nun sevgisi sonsuz idi, sonsuzdur ve sonsuz olacaktır. Her şeyin Tanrının yüceliği ile sonuçlanması gerekir.

Bunu hatırlayalım ve tüm ahmakça mantık yürütmelerinden ve bilgisiz tartışmalardan vazgeçelim. Tanrıyı tüm yollarında haklı çıkarmak, O’nun önünde kutsal tapınma ile başlarımızı eğmek, O’nu sorgulanamaz yargılarını kabul etmek ve tüm yollarının doğru ve adil olduğundan emin olarak güven içinde dinlenmek, bizler için bir ayrıcalıktır. Tüm bunları anlamayız, zaten anlamamız imkansızdır. Sınırlı olan sınırsız olanı kavrayamaz. İşte pek çok kişinin yanıldığı nokta burasıdır. Bu kişiler Tanrının yönetiminin eylemleri hakkında mantık yürütürler ve Yaratıcı nasıl yaratığın ötesinde ise O’nun eylemlerinin de aynı şekilde insan düşüncesinin ötesinde olduğunu anlayamazlar. Hangi insan zihni tanrısal takdirin derin gizemlerini çözebilir ki? İnsan varlıkları, kadınlar, erkekler ve çocuklar ile dolu bir kentin bir saat içinde bir yanardağın kızgın lavları altında kalmasının nedenini izah edebilir miyiz?

Tamamen imkansız ve yine de bu, insan tarihinin sayfasında kayıtlı duran binlerce gerçekten bir tanesidir; tüm bunlar en dev zihin anlayışının bile ötesinde bulunan gerçeklerdir. Şehir ve kentlerimizin dar sokaklarında, bulvarlarında, avlularında ve arazilerinde dolaşın; bu yerlerde sefalet, yoksulluk ve manevi aşağılanma içinde yaşayan insan varlıklarının binlercesine bakın. Tüm bunların nedenini açıklayabilir miyiz? Tanrının bu durumlara neden izin verdiğini anlatabilir miyiz? Bizler, bunu yapmaya mı çağrıldık? Bu tür meseleleri tartışmanın bize düşmediği okuyucu tarafından yeterince aşikar değil midir? Ve eğer biz bilgisizliğimiz ve akılsızlığımız nedeni ile tanrısal yönetimin anlaşılmaz gizemleri hakkında mantık yürütmeye kalkar isek olumlu bir sadakat göstermediğimiz için nihai bir zihin karışıklığından başka ne bekleyebiliriz ki?

Bu düşünce çizgisinde hareket etmek okuyucunun bölümümüzün bu ilk satırlarını anlamasını sağlayacaktır. Kenan halkının İsrail tarafından hiç bir merhamet görmemesi gerekiyor idi. Kenan halkının suçları zirveye ulaşmış idi ve artık onlar için tanrısal yargının katı infazından başka hiç bir yol kalmamış idi. “Bu ulusların tümünü yok etmelisiniz. Bu uluslar ile antlaşma yapmayacaksınız ve onlara acımayacaksınız. Kız alıp vermeyeceksiniz. Kızlarınızı onların oğullarına vermeyeceksiniz. Ve oğullarınıza da onlardan kız almayacaksınız. Çünkü onlar oğullarınızı beni izlemekten saptıracak ve başka ilahlara tapmalarına neden olacaklardır. O zaman Rab size öfkelenecek ve sizi çabucak yok edecek. Onlara şöyle yapacaksınız: sunaklarını yıkacak, dikili taşlarını parçalayacak, Aşera putlarını devirecek ve öbür putlarını yakacaksınız.” Yasanın Tekrarı 7:2-5.

İşte, Yehova’nın halkına vermiş olduğu buyruklar bunlar idi. Ve bu buyruklar net ve anlaşılır idi. Kenan halkına merhamet edilmeyecek, onlar ile hiç bir antlaşma yapılmayacak, onlar ile herhangi hiç bir şekilde birlik ya da paylaşma olmayacak idi; yargı kesin idi ve onlardan tam bir ayrılık söz konusu olmalı idi.

Bunlar biliniyor idi, ama ne yazık! İsrail, çok kısa süre içinde bu buyrukların tamamını ihlal etti. Kenan diyarına ayak basar basmaz Givonlular ile antlaşma yaptılar. Hatta Yeşu’nun kendisi bile bu tuzağa düştü. Givonluların kuruyup küflenen ekmekleri, sıyrılıp yırtılan şarap tulumları ve yıpranan giysileri ile çarıkları topluluk önderlerini etkiledi ve onların Tanrının aşikar buyruğuna doğrudan karşıt bir şekilde hareket etmelerine neden oldu. Eğer İsrail topluluğu tanrı sözünün yetkisi tarafından yönetilmiş olsa idi o zaman tamamen yok etmeleri gereken Givon halkını hayatta bırakmak gibi ölümcül bir hataya düşmezler idi. Ama İsrail halkı gözlerinin gördüğüne göre karar verdi ve bu davranışlarının sonuçlarını biçmeleri gerekti. 3

Sade itaat şeytanın hilelerine karşı en büyük manevi güvencedir. Givonluların öyküsü hiç kuşkusuz görünüşte makul idi ve doğru görünüyor idi ve dışardan bakıldıkları zamanda sözlü ifadelerine uygun bir görünüm sergiliyorlar idi. Ama eğer Rabbin sözünü hatırlamış olsalar idi bunların hiç biri ne Yeşu’yu ne de önderleri etkilemeyecek idi; onlar ise Tanrıdan işitmiş oldukları söze itaat etmek yerine gözleri ile gördüklerine göre mantık yürüttüler ve bu davranışalrı onları başarısız kıldı. Mantık, Tanrı halkı için bir rehber değildir; bizlerin mutlak ve tam bir şekilde Tanrının sözü tarafından yönetilmemiz ve O’nun sözü tarafından rehberlik almamız gerekir.

Bu, en yüce düzene ait olan bir ayrıcalıktır. Ve Tanrının en basit ve en az bilgili çocuğu bile bu ayrıcalığa sahiptir. Tanrının ailesindeki en genç ve en güçsüz çocuğu bile Tanrının sözü, Tanrının sesi ve Tanrının bakışı tarafından rehberlik alabilir. İhtiyacımız olan tek şey, alçakgönüllü ve itaatkar bir yürektir. İtaat büyük bir zeka gücü ya da akıl talep etmez; eğer talep etmiş olsa idi o zaman Hristiyanların büyük çoğunluğuna ne olur idi? Eğer Hristiyanların çoğunluğu yalnızca eğitimli, derin düşünebilen ve uzağı gören kişiler olsalar idi o zaman çoğumuz umutsuzluğa kapılıp vazgeçebilir idi.

Ama Tanrıya şükürler olsun ki durum böyle değildir. Aslında durum tam aksinedir; Tanrı halkının tüm çağlardaki tarihine baktığımız zaman insan bilgeliğinin, insan eğitiminin ve insan aklının doğru yerlerde muhafaza edilmedikleri takdirde kesin bir tuzağı kanıtladıklarını ve düşmanın eline maalesef daha etkili silahlar verdiklerini görürüz. Eğer Tanrının kilisesini çağdan çağa rahatsız eden tüm sapıklıkları inceler isek bunların nedeninin itaatsizlik olduğunu görürüz. Ve bu itaatsizliği yapanlar bilgisiz ve basit kişiler değil, eğitimli ve zeki kişilerdir. Ve biraz önce Yeşu kitabında işaret etmiş olduğumuz bölümde Givonlular ile antlaşma yapan kim idi? Sıradan kişiler mi? Hayır, topluluğun önderleri! Hiç kuşkusuz hepsi de bu hataya dahil olmuşlar idi. Ama bu yanlış yolda rehberlik eden kişiler önderler idi. Topluluğun başları ve önderleri Tanrının anlaşılır ve net sözünü ihlal ettikleri için şeytanın tuzağına düşmüşler idi.

“Onlar ile hiç bir antlaşma yapmayacaksınız.” Bundan daha anlaşılır bir buyruk olabilir mi? Yıpranmış giysiler, eski çarıklar ve küflenmiş ekmek, tanrısal buyruğun anlamını değiştirebilirler miydi? Ya da topluluk açısından uyulması gereken kesin itaatin acil gerekliliğini ortadan kaldırabilirler miydi? Kesinlikle hayır. Bir saç teli bile Tanrı sözüne itaatin standardını asla değiştiremez.  Eğer yolumuzda güçlükler var ise, eğer önümüze karmaşık koşullar çıkıyor ise eğer hazırlıklı olmadığımız durumlar ile karşılaşıyor isek ve bir karar alma gücü oluşturamıyor isek o zaman ne yapmamız gerekir? Mantığa mı başvuralım? Bir an önce karar alıp harekete mi geçelim? Kesinlikle hayır! Peki, o zaman ne yapalım? Tanrıyı bekleyelim; sabırla, alçakgönüllülük ile ve inanarak Tanrıyı bekleyelim. Ve O kesinlikle öğüt verecek ve rehberlik edecektir. “Tanrı yumuşak huylulara adalet ile rehberlik edecek ve yollarını alçakgönüllülere gösterecektir.” Eğer Yeşu ve önderler bu şekilde davranmış olsalar idi, o zaman Givonlular ile asla bir antlaşma yapmazlar idi ve eğer okuyucu bu şekilde davranır ise o zaman her kötü işten kurtarılacak ve Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in sonsuza kadar kalacak olan krallığında korunacaktır.

Bölümümüzün altıncı ayetinde Musa halkın önüne Kenan halkına nasıl davranacakları ile ilgili manevi çizginin temelini koyar – kesin ve katı bir ayrılık ve acımasız bir yargı. “Siz Tanrınız Rab için kutsal bir halksınız. Tanrınız Rab öz halkı olmanız için, yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti.” Yasanın Tekrarı 7:6.

Burada ortaya konan ilke çok ağır bir özellik taşımaktadır. Halkın neden Kenanlılardan ayrı durması gerekiyor idi? Halkın Kenanlılar ile neden kesin bir kararlılık içinde bir antlaşma yapmayı ve birbirlerinden kız alıp vermeyi reddetmeleri gerekiyor idi? Neden onların sunaklarını yok etmeleri, putlarını kırmaları ve dikili taşlarını parçalamaları gerekiyor idi? Nedeni basit, çünkü onlar Tanrının kutsal halkı idiler. Ve onları kutsal bir halk yapan kim idi? Yehova. Yehova onları seçmiş ve sevgisini üzerlerine koymuş idi; onları kurtarmış idi; ve Kendisi için ayırmış idi. Ve bu yüzden onların nasıl olmaları gerektiği ve nasıl davranmaları gerektiği konusunda tanrısal takdire sahip idi. “Kutsal olun, çünkü Ben kutsalım.”

Bu ifade hiç bir şekilde şu ilkeye işaret etmemektedir.”Sen kendi kendine dur, ben senden daha kutsalım.” Şu sözlerden tanrının düşüncesini görebiliriz: “Rabbin sizi sevmesinin ve seçmesinin nedeni öbür halklardan daha kalabalık olduğunuz değil. Siz, sayıca öbür halklardan azdınız. Rab size sevgisini göstermek ve atalarınıza ant içerek verdiği sözü yerine getirmek için güçlü eli ile sizi Mısır’dan çıkardı ve köle olduğunuz ülkeden, Mısır firavununun elinden sizi kurtardı.” (7 ve 8. Ayetler)

Bu sözler İsrail için seçilmiş sözler! Çok sağlıklı ve gerekli sözler! İsrail halkının hatırlaması gereken şu idi: tüm saygınlıklarını, tüm ayrıcalıklarını ve tüm bereketlerini kendi yaptıkları iyiliklere ve yüceliklerine değil yalnızca Yehova’ya borçlu idiler; Yehova sınırsız iyiliği ve egemen lütfu ile onların ataları ile yapmış olduğu antlaşma gereği Kendisini onlar ile özdeşleştirmiş idi – “her konuda düzenlenen ve kesin olan bir antlaşma”. Onların mutluluklarının ve manevi güvencelerinin sağlam temelini oluşturan şey, öz güven ve öz çabaya karşı olan tanrısal bir panzehir idi. Her şey Tanrının sonsuz bir dengeye sahip olan değişmez lütfuna dayanmakta idi. Ve bu yüzden insanın övünmesi söz konusu olamaz idi. “Canım Rab ile övünür; alçakgönüllüler bunu işitecek ve sevinecekler.”

“Et ve kanın Tanrının önünde kendisini yüceltemeyeceği” Tanrının hedeflemiş olduğu amacıdır. İnsanın tüm küstahlığının bir kenara bırakılması gerekir. Tanrı, insan gururunu gizleyecektir. İsrail’e, köklerini ve gerçek durumunu hatırlaması öğretilmeli idi – Mısır’daki tutsaklar – sayıca az olan halk – kibir ya da övüngenliğe yer yoktu. İsrail halkı hiç bir şekilde çevrelerinde bulunan uluslardan daha iyi değiller idi. Ve bu nedenle kendilerinin yüce seçilişleri ve manevi büyüklüklerinin nedeni sorulduğu takdirde tüm bu ayrıcalıklarının nedeninin Tanrının koşulsuz sevgisi ve antlaşmasına olan sadakati olduğunu bilmeleri ve söylemeleri gerekiyor idi. “Bizi değil ya Rab, bizi değil, sevgin ve sadakatin uğruna Kendi adını yücelt.” Mezmur 115:1.

“Bu nedenle tanrınız Rabbiin tanrı olduğunu bilin. O, güvenilir Tanrıdır, Kendisini sevenlerin ve buyruklarına uyanların bininci kuşağına kadar antlaşmasına bağlı kalır. Kendisinden nefret edenlere ise üzerlerine yıkım göndererek karşılık veriri. Rab Kendisinden nefret edene karşılık vermekte gecikmeyecek.” Ayetler 9,10.

Burada önümüze iki önemli gerçek konulmuştur; ilki, Tanrıyı gerçekten seven herkesin zengin teselli ve refah bolluğuna sahip olacağıdır; ikincisi ise, Tanrıdan nefret edenlerin üzerine yıkım geleceğidir. Tanrıyı ve O’nun buyruklarını gerçekten seven kişiler O’nun yumuşak merhametini ve değişmez sadakatini hesaba katabilirler. “Tanrının, Kendisini sevenler ve amacı uyarınca çağrılmış olanlar ile birlikte her durumda iyilik için etkin olduğunu biliriz.” Romalılar 8:28. Eğer sınırsız lütuf aracılığı ile tanrının sevgisine yüreklerimizde sahip isek ve O’nun korkusu her zaman gözlerimizin önünde ise işte o zaman her şeyin iyi olacağından –iyi olması gerektiğinden – emin olarak sağlam bir cesaret ve sevinçli bir güven ile yolumuza devam edebiliriz. “Sevgili kardeşlerim yüreğimiz bizi suçlamaz ise Tanrının önünde cesaretimiz olur. O’ndan ne diler isek alırız. Çünkü O’nun buyruklarını yerine getiriyor ve O’nu hoşnut eden şeyleri yapıyoruz.” 1.Yuhanna 3:21,22.

Bu gerçek çok önemli ve sonsuz bir gerçektir – İsrail için bir gerçek, kilise için bir gerçek. Tanrısal takdir bu konuda hiç bir şeyi değiştirmez. İster Yasanın Tekrarı 7.bölümü, ister 1.Yuhanna3.bölümü inceleyelim, öğreneceğimiz şey aynı önemli pratik gerçektir; yani, Tanrı kendisinden korkanlardan ve O’nu sevenlerden ve buyruklarını yerine getirenlerden hoşlanır.

Bu konuda yasal bir unsurun bulunması gerekir mi? Hiç bir şekilde gerekmez. Sevgi ve yasallığın ortak noktası yoktur. İki zıt kutup kadar birbirlerinden uzaktırlar. “tanrıyı sevmek O’nun buyruklarını yerine getirmektir. Ve O’nun buyrukları da ağır değildir.” 1.Yuhanna 5:3 İtaatimizin ruhu ve zekası, temeli ve karakteri yasallığın tam aksi olduklarını kanıtlarlar. Üzerlerine ne zaman itaat baskısı gelse “Yasal! Yasal!” diye bağırmaya hazır olan bu kişilerin üzücü ve büyük bir hataya düştüklerine dair kanaatimiz derin ve kesindir. İtaatimiz aracılığı ile Tanrının çocuklarının yüce konumu ve ilişkisini kazanmamız gerektiği gerçekten öğretildiği takdirde o zaman yasallığın ciddi suçlaması konusunda adil olarak ısrar edilebilir. Ama Hristiyan itaatine bu tür bir hakarette bulunmak – tekrar ediyoruz- ciddi bir ahlak hatasıdır. İtaat asla evlat olmanın önüne geçemez ama itaatin her zaman evlat olmayı izlemesi gerekir.

Ve şimdi biz bu konu üzerinde iken okuyucunun dikkatini Yeni Antlaşmadaki kutsal yazılara ait bir ya da iki bölüme çekmemiz gerekir. Böylelikle pek çok zihnin netlik arzusunu yerine getirmek için yardımcı olmuş oluruz. Matta 5.bölümde şu sözleri okuruz: “Komşunu seveceksin ve düşmanından nefret edeceksin dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki düşmanlarınızı sevin ve size zulmedenler için dua edin. Öyle ki, göklerdeki Babanızın oğulları (huioi) olasınız çünkü O güneşini hem iyilerin hem de kötülerin üzerine doğdurur ve yağmurunu da hem doğruların hem de eğrilerin üzerine yağdırır…. Bu nedenle göksel Babanız yetkin olduğu gibi siz de yetkin olun.” Matta 5:43-45,48.

Bu bölüm bazı kişilerin kanaatine göre çocukların ilişkilerinin belirli bir eylem çizgisi tarafından elde edilerek öğretildiğidir. Ama durum böyle değildir. Bu konu Babamızın karakteri ve yolları ile ilgili manevi bir uygunluk meselesidir. Günlük yaşamda bazen şu sözleri duyarız: “Eğer şu şekilde hareket eder isen babanın oğlu olamazsın.” Bu sözler sanki Rabbimizin söylediği sözler gibidir. “Eğer göksel Babanızın çocukları olmak istiyor iseniz, herkese karşı lütuf ile hareket etmeniz gerekir, çünkü O  bu şekilde hareket etmektedir.”

Yine 2.Korintliler 6.bölümde şunu okuruz: “Nitekim tanrı şöyle diyor: ‘Aralarında yaşayacak ve aralarında yürüyeceğim. Onların Tanrısı olacağım ve onlar da benim halkım olacak. Bu nedenle, ‘İmansızların arasından çıkıp ayrılın’ diyor Rab. ‘Murdara dokunmayın, ben de sizi kabul edeceğim.’ Her Şeye Gücü Yeten Rab Tanrı diyor ki, ‘Size Baba olacağım. Sizler de oğullarım ve kızlarım olacaksınız.” 2.Korintliler 6:16-18. Buradaki konu tanrısal bir operasyon tarafından şekil verilen çocukların gizli ilişkisinin bir meselesi değildir. Ama çocukların(huious), kötüden ayrılmasının bir sonucu olarak herkes önünde kabul edilen konumlarıdır. 4

Okuyucu için bu önemli ayrımı göz önüne alması kendisi için yararlı olacaktır. Bu konu çok önemli bir pratik değere sahiptir. Bizler, dünyadan ayrıldığımız için çocuklar haline dönüşmüyoruz. “Çünkü Mesih İsa’ya iman ettiğiniz için hepiniz Tanrının çocuklarısınız. “ Galatyalılar 3:26. “Kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrının çocukları olma hakkını verdi. Onlar ne kan ne beden ne de insan isteğinden doğdular; aksine, Tanrıdan doğdular.”Yuhanna 1:12,13. “O, bizi gerçeğin bildirisi ile yaşama kavuşturdu.” Yakup 1:18. Tanrıya övgüler olsun ki, bizler tanrısal bir operasyon olan yeniden doğuş aracılığı ile ilk ve son kez olmak üzere Tanrının çocukları olduk. Doğal doğumumuz ile yapmamız gereken ne idi? Hiç bir şey. Gerçekten aşikar olarak hiç bir şey! Ve ruhsal doğumumuz ile ilgili olarak ne yapmamız gerekir? Yine aşikar bir şekilde hiç bir şey!

Ama o zaman hatırlamamız gereken nokta şu olacaktır:

Tanrı yalnızca Kendi Kendisi ile özdeşleşebilir ve herkesin önünde yalnızca O’na layık olan bir yolda yürümenin peşinden giden kişileri kabul edebilir. Eğer yollarımız O’nun yolları değil ise eğer yanlış davranışların her çeşidine bulaşmış isek ve eğer imansızlar ile aynı boyunduruk altına girmiş isek o zaman Tanrıdan bize evlatları olarak sahip olmasını nasıl bekleyebiliriz? İbraniler 11.bölümde şu sözleri okuruz: “Onlar bu yeryüzünde yabancılar ve göçmenler olduklarını kabul ettiler ve açık bir şekilde “vatanlarını aradıklarını” ifade ettiler ve onlardan şu şekilde söz edildi: “Tanrı, onların Tanrısı olarak anılmaktan utanmadı. Tanrı herkesin önünde Kendisini onlar ile özdeşleştirebildi ve onları kabul etti. Ve onlara kendisine ait evlatlar olarak sahip olabildi.

Sevgili okuyucu, yüreklerimizi bu önemli pratik konu üzerinde düşünebilmeleri için ciddi bir şekilde uyarlayalım. Yürek gerçek ve doğruluk içinde şunu araştırsın: herhangi bir konuda imansızlar ile aynı boyunduruk altında mıyız, değil miyiz? Eğer aynı boyunduruk altında isek o zaman şu sözlere kulak verelim: “Onların arasından çıkın ve onlardan ayrılın ve murdar olan hiç bir şeye dokunmayın.” Bu kutsal buyruğu yerine getirmek bizi dar kafalılık, bağnazlık ve hoşgörüsüzlük gibi suçlanmalara maruz bırakabilir; Ferisilere özgü kibir ve özgüven gibi konuları gündeme getirebilir. Ve bize yargılamamamız gerektiği ya da kendimizi diğer insanlardan daha kutsal bir yere koymamamız gerektiği söylenebilir.

Tüm bu tartışma konularına verilecek sade ve sonuç getirecek bir yanıta sahibiz, yani, Tanrının net buyruğu! Tanrı bize, imansızların arasından çıkmamızı, onlardan ayrılmamızı ve murdar olana dokunmamamızı söyler ve tüm bunların nedeni O’nun bizi kendisine kızlar ve oğullar olarak almak ve kabul etmek istemesidir. Ve bu, bizim için yeterli olmalıdır. Bırakalım insanlar bizim hakkımızda ne düşünürler ise düşünsünler ve ne söylerler ise söylesinler, bize kendilerini hoşnut eden ne var ise onu söylesinler; tanrı er ya da geç onların bu davranışlarına müdahale edecektir; eğer Tanrı tarafından kabul edilmeyi ve O’nun bize sahip olmasını istiyor isek o zaman bize düşen görev kendimizi imansızlardan ayırmaktır. Eğer imanlılar, imansızlar ile karışırlar ise o zaman Her Şeye Gücü Yeten Rabbin kızları ve oğulları olarak nasıl tanınır ya da nasıl ayırt edilebilirler?

Ama belki de bize şöyle bir soru sorulabilir: “İmansızların kim olduklarını nasıl bileceğiz? Herkes İmanlı olduğunu ağızları ile ikrar etmekte; herkes Mesih’e ait olduğunu söylemekte; çevremiz bilgisiz putperestler ya da imansız Yahudiler ile kuşatılmış değildir; o zaman biz bu konuda yargıya nasıl varacağız? Hristiyanlığın ilk günlerinde elçi, Korint’teki topluluğa mektubunu yazdığı zamandaki dönemde sınır çizgisi bir güneş ışını kadar net idi. Orada üç farklı sınıf mevcut idi. “Yahudiler, diğer uluslardan olanlar ve Tanrının kilisesi. Ama şimdi her şey değişmiş durumdadır; Hristiyan bir ülkede ve Hristiyan bir yönetim altında yaşıyoruz. Ve bulunduğumuz çevre Hristiyanlar tarafından oluşturulmakta. Ve bu yüzden 2.Korintliler 6.bölüm bize uyarlanamaz. Kilise bebeklik döneminde iken her şey yolunda gidiyor idi; hem Yahudilikten hem de diğer uluslar olarak putperestlikten yeni çıkmışlar idi; Ama şimdi kilise tarihinin ilerlemiş olan aşamasına böyle bir ilkeyi uyarlamayı düşünmek bile asla akla getirilmemesi gereken bir noktadır.

Bu zeminde bulunan herkese soracağımız çok basit bir soru vardır: Kilisenin, Yeni Antlaşma’nın artık onun rehberi ve yetkisi olmadığı bir tarih aşamasına ulaşmış olduğu doğru mudur? Kutsal yazıların sınırının ötesine mi geçtik? Eğer böyle ise o zaman ne yapmamız gerekir? Rehberlik için geri mi dönmeliyiz? Eğer bir an için 2.Korintliler 6.bölümün şimdiki imanlılara uyarlanmadığını kabul edecek olur isek o zaman Yeni Antlaşma’nın herhangi bir bölümünü kendimize uyarlamaya ne gibi bir hakkımız olabilir?

Gerçek şudur ki, kutsal yazılar bir bütün olarak Tanrının kilisesi olarak tasarlanmışlardır ve bu kilisenin her üyesi için özel bir şekilde yazılmışlardır. İşte bu yüzden kilise yeryüzünde kaldığı sürece kutsal yazıların uyarlanması gerekli ve geçerli kalacaktır. Bu konuyu sorgulamak, esin ile yazılmış olan kutsal yazılarda bize öğüt veren elçinin sözlerine karşı olan ifadeler sunmaktır. Kutsal yazılar “kurtuluş konusunda bilge kılarlar”, yani “Mesih İsa’ya iman aracılığı ile seni bilge kılıp kurtuluşa kavuşturacak güçte olan kutsal yazıları çocukluğundan beri biliyorsun.” 2.Timoteos 3:15.

Yeni bir ışık ya da taze bir açıklama istemiyoruz; “Tüm gerçeğe” değerli Kutsal Kitabımızda sahibiz. Tanrıya Kutsal Kitap için şükürler olsun! Bizi bilge kılması için bilimi ya da felsefeyi istemiyoruz. Tüm gerçek bilim ve tüm sağduyulu felsefe kutsal yazıların tanıklığını dokunulmaz bırakacaktır. Kutsal yazılara ekleme yapamazlar ama ona ona karşı da olmayacaklardır. İmansız kişiler bize ilerleme, gelişme ve bilimin ışığı gibi konular hakkında konuştukları zaman, kutsal bir güvenceye sahip olarak sükunet içinde, bu “tüm gerçek” ve bilge kılıp kurtuluşa kavuşturacak güç” ifadelere başvurmamız yerinde olur. Hamdolsun ki, bu ifadelerin ötesine geçmek imkansızdır. “Tüm gerçeğe” eklenebilecek ne olabilir ki? Rabbimiz İsa Mesih’in gelişi yaklaşır iken bizi Tanrı sözünden başka bilge kılacak olan ne olabilir ya da bu konuda ne yapabiliriz ki?

Ve ayrıca bunun da ötesinde, kilise ve dünyanın birbirleri ile ilişkili konumları içinde ne olur ise olsun, hiç bir değişiklik olmadığını hatırlayalım. Rabbimiz, Kendi halkının bu dünyadan olmadığını, hatta Kendisinin de bu dünyadan olmadığını söylediği zaman (Yuhanna 17.bölüm) yani, bin sekiz yüz yıl önce bu ifadeler nasıl gerçek ve geçerli iseler bu gün için de aynı durum söz konusudur. Dünya hala dünyadır. Dünya belki bazı yerlerde giysisini değiştirmiş olabilir ama gerçek karakterini, ruhunu ve ilkelerini değiştirmemiştir. İşte bu yüzden Pavlus Korint’teki kiliseye mektubunu yazdığı zaman imanlılar için “imansızlar ile aynı boyundurukta olmak” ne kadar yanlış ise, bu gün de aynı derecede yanlıştır. Bu konunun üzerinden atlayıp geçemeyiz. Bu konudaki sorumluluğumuz bir kenara atamayız. Şu sözleri söylememiz hiç bir şekilde mümkün değildir: “Yargı yapmamamız gerekir.” Yargı yapmaya bağımlıyız. Eğer yargıda bulunmayı reddeder isek, eğer itaat etmeyi reddeder isek o zaman bu isyan etmekten başka nedir? Tanrı şöyle der: “Onların arasından çıkıp ayrılın.” Eğer yanıtımız “biz yargıda bulunamayız” olur ise biz nerede duruyoruz? Gerçek şudur ki, yargılama konusunda bize mutlak buyruk verilmiştir. “İmanlılar topluluğunun dışındakileri yargılamaya benim ne hakkım var? Sizin de yargılamanız gereken kişiler topluluğun içindekiler değil mi? Topluluğun dışında kalanları Tanrı yargılar. Kötü adamı aranızdan kovun.” 1.Korintliler 5:12,13.

Ama artık bu tartışma ile ilgili konuya burada son vereceğiz. Biraz önce alıntısını yapmış olduğumuz bölümün doğrudan uygulanmasına sahip olan tek kişinin okuyucunun kendisi olduğuna inanıyoruz. Konu, işaret edildiği gibi tam olarak belirgindir. Tüm Tanrı halkını imansızların yanından çıkıp onlardan ayrılmaya ve murdar olana dokunmamaya çağırır. Tanrı, halkına Kendisi için sahip olmak amacı ile halkından böyle yapmasını talep eder ve şurası kesindir ki, Tanrının bu konudaki lütufkar isteğine karşılık vermemiz yüreklerimizin derin ve gayretli arzusu olması gerekir; bu konuda dünyanın bizim ile ilgili düşüncelerini tamamen göz ardı etmeliyiz. Bazılarımız hakkımızda dar görüşlü olduğumuzun düşünülmesinden çok korkarlar; ama ah! Gerçekten Tanrıya adanmış bir yürek, insanlarımızın hakkımızda ne düşündüklerine ne kadar az önem verir! İnsan düşünceleri bir saat içinde yok olurlar. Mesih’in yargı kürsüsü önünde göründüğümüz zaman, O’nun yüceliğinin tam parlaklığında durduğumuz zaman insanların hakkımızda dar ya da açık görüşlü, bağnaz ya da liberal olduğumuzu düşünmeleri kimin umurunda olacaktır? Ve neden şimdi de bu konu üzerinde zihnimizi yoralım ki? Umurumuzda bile değil! Bizim için tek önemli konunun bizi “kabul etmiş Olan’a” kabul edileceğimiz şekilde hareket etmek olması gerekir. Bu durum hem yazar, hem okuyucu hem de Mesih’in bedeninin her üyesi için aynı olsun diye dua ediyoruz.

Şimdi bir an için bölümümüzün 10.ayetine dönelim; bu ayette, gerçek bize çok ağır ve ciddi bir şekilde sunulmuştur. “Kendisinden nefret edenlere ise üzerlerine yıkım göndererek karşılık verir.” Yasanın Tekrarı 7:10. 9.ayette Tanrıyı sevenlerin ve O’nun buyruklarına uyanların güvenilir Tanrı tarafından bininci kuşaklarına kadar antlaşmasına sadık kalacağı söylenir ve imanlılar bereketli bir şekilde teşvik edilirler; Tanrıdan nefret edenler için ise bu buyruğa kulak vermeyenler için uyarıcı bir not bulunmaktadır.

Tanrının düşmanları ile kişisel olarak yüz yüze geleceği o zaman yaklaşmaktadır; Bir kişinin Tanrıdan nefret ettiğini düşünmek bile ne kadar korkunçtur! Sevgi ve Işık olan Birinden nefret etmek, iyiliğin kaynağı olan, her iyi ve mükemmel armağanın Kendisinden geldiği Işıklar Babasından nefret etmek! Her canlı varlığın ihtiyacını Kendi elleri ile karşılayan, yavru kargaların bile feryatlarını işiten ve yabanıl hayvanların susuzluğunu gideren; sınırsız iyi, tek bilge Olan, kusursuz ve kutsal Tanrı, tüm güç ve kudretin Rabbi, yeryüzünün dört bir bucağını Yaratan ve hem canı hem de bedeni cehennemde yok etme gücüne sahip Olan’dan nefret etmek!

Değerli okuyucu, yalnızca şunu düşün: Tanrı gibi Birinden nefret eden herhangi bir varlık olabilir mi? Ve biz Tanrıyı sevmeyen kişilerin Tanrıdan nefret eden kişiler olmaları gerektiğini biliyoruz. İnsanlar bu noktayı anlayamayabilirler; çok az kişi Tanrıdan nefret ettiğini açığa vurabilir. Ama bu büyük meselede tarafsız bir zemin mevcut değildir. Ya Tanrıdan yana ya da O’na karşı olmak durumundayız. Aslında insanlar renklerini gösterme konusunda yavaş davranmazlar. Tanrıya yüreğinin derinliklerinde düşmanlık duyan bir kişi, bu nefretini, O’nun halkına, O’nun sözüne, O’na tapınmaya ve O’na hizmete nefret duyarak dışarı çıkartır. Bu konu ile ilgili olan şu ifadeleri ne kadar sık duyarız: “ Dindar kişilerden nefret ediyorum” – “dinsel konulardaki samimiyetsizlikten nefret ediyorum” – “Vaizlerden nefret ediyorum.” Aslında gerçek, Tanrıdan nefret edildiğidir. Dünyasal zihin Tanrıya karşı düşmandır. Tanrının yasasına boyun eğmez, çünkü eğemez; ve bu düşmanlık Tanrı ile ilgisi olan herkese ve her şeye karşı kendisini gösterir. Tövbe etmemiş her yüreğin derinliğinde Tanrıya karşı mutlaka bir nefret vardır. Her insan doğal hali ile Tanrıdan nefret eder.

Şimdi, Tanrı Yasanın Tekrarı 7:10 ayetinde şu beyanda bulunur:” Kendisinden nefret edenlerin üzerine yıkım göndererek karşılık verir.” Bu durum, çok ciddi bir gerçektir. Ve bu konu ile ilgili olan herkesin dikkati bu duruma çekilmelidir. İnsanlar bu gerçeği işitmekten hoşlanmazlar; pek çok kişi bundan etkilenmediğini ve buna inanmadığını ağzı ile ikrar eder. Kendilerini ve diğer kişileri bu konuda ikna etmek için uğraşırlar; Tanrı yarattıklarına böyle katı bir yargı ile davranmayacak kadar iyidir, naziktir, merhametli ve yardım severdir. Ama Tanrının yönetimdeki yollarının lütfundaki yolları kadar mükemmel olduğunu unuturlar. Tanrının yönetiminin kötüye ve kötülük yapanlara aldırmayacağı ya da onlara yumuşak bir şekilde davranacağını düşünürler.

Bu düşünce çok sefil ve çok ölümcül bir hatadır ve insanlar bu hatanın bedelinin çok ağır ve sonsuz olduğunu göreceklerdir. Tanrıya şükürler olsun ki O’nun egemen lütfu ve merhameti ile günahlarımız bağışlanmıştır, suçlarımız silinmiştir, mahkumiyetimiz iptal edilmiştir, mükemmel bir şekilde aklanmışızdır ve yüreklerimiz oğulluk ve kızlık ruhu ile doldurulmuştur. Ancak bu konu, bunlardan farklı bir konudur; bu konu, Rabbimiz İsa Mesih tarafından bize sonsuz yaşam veren, doğruluk aracılığı ile egemen olan bir konudur. Tanrı harikulade sevgisi aracılığı ile ruhta yoksul olan suçlulara doğruluk sağladı; kendisine ait bir doğruluğa sahip olmadığını bilen ve hisseden cehennemi hak etmiş olan günahkar sonsuz yaşama asla sahip olamaz idi; Tanrı yüreğindeki harika sevgisi ile sadece İsa’ya iman eden her iflas etmiş kırık yürekli zavallıyı hem aklayacağı hem de adil kalacağı bir lütuf sağlamıştır.

Ama aklımıza tüm bunların nasıl yapıldığına dair sorular gelebilir. Günah, önemsiz görülerek üzerinden atlayıp geçilmiş midir? Tanrısal yönetimin talepleri gevşetilmiş, tanrısal kutsallığın ölçüsü düşürülmüş ya da yasanın saygınlığına, katılığına ve görkemine uzaktan da olsa dokunulmuş mudur? Hayır, kurtaran sevgiye hamtlar ve övgüler olsun ki, bunların tam aksi olmuştur. Tanrının günaha karşı duyduğu sonsuz nefretinin ya da günahı sonsuza kadar mahkum edip cezalandırma amacının bundan daha dehşet verici bir ifadesi olmadı ve olamaz da! Tanrısal kutsallık, doğruluk ve gerçeğin ölçüsünün yasa ile görkemli bir şekilde haklı çıkarıldığını ya da tam olarak bina edildiğini belirtmemiz gerekir. Sonsuz Üçlü Birlik tarafından – Baba tarafından planlandı, Oğul tarafından plan yerine getirildi ve bu plan Kutsal Ruh tarafından açıklandı; kurtuluş planının yüceliği yasa tarafından haklı çıkarıldı ve bina edildi. Eğer Tanrı yönetiminin korkunç gerçekliğine, O’nun günaha karşı olan gazabına ve kutsallığının gerçek karakterine dair bazı şeyleri anlamak istiyor isek o zaman gözlerimizi çarmıha dikmeliyiz. Tanrının Oğlunun yüreğinden çıkan o acı feryada kulak vermemiz gerekir; Golgota tepesindeki gölgeler arasından yükselen feryada kulak verelim: “ Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?” Böyle bir soru daha önce hiç sorulmamış idi; o günden bu yana böyle bir soru asla sorulmamıştır da ve asla sorulmayacaktır – böyle bir soru bir daha asla sorulamaz! İster bu soruyu soran Kişi üzerinde düşünelim, ister bu sorunun Kime sorulduğunu ya da yanıtın ne olduğunu düşünelim, görmemiz gereken bu sorunun sonsuzluğun tarihi olaylarında kesinlikle tek başına durduğunu anlamamız gerekir. Çarmıh hem Tanrının günaha olan nefretini hem de günahkara olan sevgisinin ölçüsünü ortaya koyar. Çarmıh, lütuf tahtının çürümez temelidir, Tanrı orada yani çarmıhta Tanrının günahlarımızı bağışlayabileceği ve bizi diriltilmiş ve yüceltilmiş bir Mesih’te mükemmel bir şekilde Tanrı doğruluğu yaptığı tanrısal adalet yeridir.

Ama eğer insanlar tüm bunları küçümser ve Tanrıya duydukları nefrette ısrar ederler ise ve buna rağmen yine de kötülük yapanları cezalandıramayacak kadar iyi ve nazik olduğundan söz ederler ise o zaman bu kişilerin durumu ne olacak? “ama Oğulun sözünü dinlemeyen (Yuhanna 3:36) yaşamı görmeyecektir. Tanrının gazabı böylesinin üzerinde kalır.” Yuhanna 3:36. 5 Bu mümkün olabilir mi? Bir an için şuna inanabilir miyiz? Adil bir Tanrı biricik, sevgili ve sonsuz zevki olan Oğlunun üzerine yargı infaz etti; çünkü O ağaçta bizim günahlarımızı üzerine aldı ve şimdi tövbe etmemiş olan günahkarların kaçıp gitmesine ve kaybolmasına izin mi verecek? Bu yeryüzüne şimdiye kadar gelmiş olan tek mükemmel İnsan- lekesiz, kutsal ve mükemmel İnsanoğlu olan İsa, doğru Kişi olarak doğru olmayanların günahları yüzünden acı çekti ve Tanrıya iman etmeyen ve Tanrıdan nefret eden ve kötülük yapan kişileri kurtarmak, bereketlemek ve onları göğe almak için ölüm acısı tattı ve tüm bunlar gerçekten oldu; çünkü Tanrı günahkarları cehennemde sonsuza kadar cezalandırmayacak kadar merhametli ve iyidir. Tanrı için, halkını günahlarından kurtarmanın bedeli biricik Oğlunu vermesi, O’ndan vazgeçmesi ve O’na vurması oldu! Tanrısız günahkarlar ve isyan edenler günahlarının içinde kalarak nasıl kurtulabilirler? Rab İsa Mesih boş yere mi öldü? Yehova hiç bir gereklilik yok iken Oğlunu sıkıntıya sokup O’ndan yüzünü mü gizledi? Golgota’da yaşanan korkunç dehşetin nedeni ne idi? Neden üç saat boyunca karanlık oldu? Neden “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?” gibi acı bir feryat işitildi? Eğer günahkarlar Mesih’e iman etmeden cennete gidebiliyorlar ise neden bunlara gerek duyuldu? Eğer Tanrı günahkarları cehenneme göndermeyecek kadar merhametli iyi ve lütufkar ise o zaman kutsal Rabbimiz bu korkunç acıyı neden çekti?

Ne kadar kötü bir akılsızlık! İnsanlar neden Tanrının gerçeği olmayan bir şeye inansınlar? Zavallı karanlık insan zihni kutsal yazıların sade öğretişini reddetmek amacı ile en feci bir saçmalığa bile inanacak durumdadır. İnsanlar iyi bir insani yönetime karşı davranmayı asla düşünmeyecekleri bir şekilde tek bilge, tek gerçek ve tek adil Tanrının yönetimine karşı düşmanca davranmakta tereddüt etmemektedirler! Kötülük yapanları cezalandırmayan ve cezalandırmayacak olan bir yönetim hakkında nasıl düşünmemiz gerekir? Böyle bir yönetim altında yaşamak hoşumuza gider miydi? Örneğin, Kraliçesi çok nazik, çok yumuşak huylu ve çok lütufkar olduğu için yasanın gerektirdiği şekilde suçluların cezalandırılmasına izin veremeyen bir İngiltere yönetimi hakkında ne düşünmemiz gerekir? Böyle bir yönetime sahip olan İngiltere’de kim yaşamak isterdi?

Değerli okuyucu, şimdi önümüzde olan bu tek ayetin insanların tanrısal yönetim konusunda kendi akılsızlık ve bilgisizlikleri nedeni ile geliştirdikleri tüm teori ve iddiaları tamamen kaldırdığını görmüyor musun? “Tanrınız Rabbin Tanrı olduğunu bilin. O, güvenilir Tanrıdır. Kendisini sevenlerin ve buyruklarına uyanların bininci kuşağına kadar antlaşmasına sadık kalır. Kendisinden nefret edenlere ise üzerlerine yıkım göndererek karşılık verir. Rab kendisinden nefret edene karşılık vermekte gecikmeyecek.” Yasanın Tekrarı 7:9,10.

Ah! İnsanlar keşke Tanrının sözüne kulak verseler! Öyle ki, O’nun gelecek olan gazap, yargı ve sonsuz ceza ile ilgili sevecen, empatik ve ciddi ifadeli uyarılarını ciddiye alsalar! Ve kendilerini ve diğer kişileri cehennem, ölümsüz solucanlar ve tükenmeyen ateş ile sonsuz işkence olmayacağına dair ikna etmeye uğraşmak yerine O’nun uyaran sesini dinleseler ve zaman çok geç olmadan Müjde’de önlerine konmuş olan umuda sığınmak için koşsalar! Böyle yaptıkları zaman gerçekten bilgece davranmış olurlar idi. Tanrı, Kendisinden nefret edenleri cezalandıracağını ilan ediyor. Bu cezanın düşüncesi bile ne kadar korkunç! Böyle bir cezaya kim dayanabilir? Tanrının yönetimi mükemmeldir; ve böyle olduğu için de kötünün yargılanmadan geçip gitmesine izin vermesi kesinlikle imkansızdır. Bundan daha basit hiç bir şey olamaz. Yaratılış’tan Vahiy kitabına kadar tüm kutsal yazılar insanların bu gerçeğe akılsızlık ile karşılık vermesini çok net ve çok güçlü bir şekilde ortaya koyarlar. Oysa gelecek olan gazaptan kaçmak, onu inkar etmekten çok daha iyi, çok daha bilgece ve çok daha güvenlidir. Gazap geldiği zaman bitmeyecek ve sonsuza kadar sürecektir! Tanrının gerçeğine karşı çıkmaya çalışmak herkes için tamamen boş bir çabadır. Tanrının her sözü sonsuza kadar duracaktır. Biz Tanrı yönetiminin eylemlerini O’nun halkı İsrail ve şimdiki imanlılar ile bağlantılı olarak anlarız. Tanrı, eski dönemdeki halkının kötülüklerine karşılık vermedi mi? Hayır, tam aksine! Onları sürekli olarak disiplin eden sopası ile ziyaret etti ve bunu yapmasının nedeni, onların Kendisinin Halkı olmaları idi; bu konuyu peygamber Amos’un şu sözleri aracılığı ile görelim: “Ey İsrail, kulak verin Rabbin size, Mısır’dan çıkardığı halka söylediği şu sözlere: ‘Yeryüzündeki tüm halklar arasından yalnız sizi tanıdım. Bu yüzden suçlarınızı karşılıksız bırakmayacağım.’” Amos 3:1,2.

Bu aynı ciddi ilkenin bu günkü imanlılara hitap eden benzer sözlerini Petrus’un birinci mektubunda yazdığını okuyoruz: “Çünkü yargının Tanrının ev halkından başlayacağı an gelmiştir. Eğer yargılama önce bizden başlar ise Tanrının Müjdesine kulak asmayanların sonu ne olacak? Doğru kişi güçlük ile kurtuluyor ise Tanrısız ve günahlı kişiye ne olacak?” 1.Petrus 4:17,18.

Tanrı Kendisine ait olan kişileri Kendisine ait oldukları için dünya ile birlikte yargılanmamaları için azarlar (1.Korintliler 11). Bu dünyanın çocuklarına kendi yollarından gitmeleri için izin verilir: ama onların günü de gelecektir  - karanlık ve ağır bir gün – bir yargı ve gazap günü. İnsanlar sorgulayabilir, tartışabilir ve mantık yürütebilirler ama kutsal yazılar farklıdır ve empatiktir. “Çünkü dünyayı atadığı Kişi aracılığı ile adaletle yargılayacağı günü saptamıştır. Bu Kişi’yi ölümden diriltmek ile bunun güvencesini herkese vermiştir.” Elçilerin İşleri 17:31. Tanrının herkesi adalet ile yargılayacağı o büyük gün yaklaşmaktadır.

Tanrının sevgili ve onurlu hizmetkarı Musa’nın kesinlikle Tanrının Ruhu aracılığı ile yürümüş olduğu yolu öğrenmek gerçekten eğiticidir; topluluğun vicdanı üzerine tanrısal yönetimin önemli ve ciddi gerçekliklerini vurgular. Musa’nın nasıl rica ettiğine ve ne gibi öğütler verdiğine kulak verelim: “Onun için bu gün size bildirmiş olduğum buyruklara, emirlere ve kurallara ve ilkelere uymaya dikkat edin. Bu ilkeleri dinler ve onlara özen ile uyarsanız Tanrınız Rab atalarınıza ant içerek verdiği söz uyarınca sizin ile yaptığı bu antlaşmaya bağlı kalacak. Sizi sevecek, kutsayacak ve çoğaltacak. Atalarınıza ant içerek size söz verdiği ülkede rahminizin meyvesini, toprağınızın ürününü ve tahılını, yeni şarabını, zeytinyağını, sığırlarınızın buzağılarını ve sürülerinizin kuzularını bereketli kılacak. Öbür halklardan daha çok kutsanmış olacaksınız. Erkekleriniz, kadınlarınız ve hayvanlarınız arasında döl vermeyen olmayacak. Rab her türlü hastalığı sizden uzaklaştıracak. Mısır’da gördüğünüz korkunç hastalıklardan hiç birini size vermeyecek. Tüm bu hastalıkları sizden nefret edenlere verecek. Tanrınız Rabbin elinize teslim edeceği halkların tümünü yok edeceksiniz. Onlara acımayacaksınız. İlahlarına tapmayacaksınız. Çünkü bu sizin için tuzak olacaktır.” Yasanın Tekrarı 7. 11-16.

Ne kadar da güçlü bir ifade! Nasılda etkileyici! İki sözcük grubuna dikkatinizi çekmek isteriz. İsrail’in yapması gereken, “kulak vermek”, “ilkeleri dinleyip onlara uymak” idi. Yehova ise onları sevecek, bereketleyecek ve çoğaltacak idi. Ama ne yazık, ah, ne yazık! İsrail başarısız oldu; yasa altında ve yönetim altında üzücü ve utanç verici bir şekilde başarısız oldu; ve bu yüzden sevilmek, bereketlenmek ve çoğalmak yerine üzerlerine yargı, lanet, kısırlık, dağılma ve keder gönderdi.

Ama İbrahim, İshak ve Yakup’un Tanrısı ve Rabbimiz İsa Mesih’in Tanrısı ve Babasına övgüler olsun ki, İsrail yasa ve yönetim altında başarısız olsa bile Tanrı zengin, değerli ve egemen lütfunda ve merhametinde başarısız olmadı. Tanrı İsrail’in atalarına ant içmiş olduğu antlaşmayı ve merhameti yerine getirecek idi. O’nun antlaşma vaadinden asla tek bir satır ya da nokta dahi eksilmeyecek idi. O, söz verdiği her şeyi zamanı gelince yerine getirecek idi. Vermiş olduğu lütufkar vaat sözlerinin hepsini tek tek yerine getirecek idi. Bunu İsrail’in itaati konusundaki zeminde yapamayacak olmasına rağmen sonsuz Oğlu İsa’nın değerli kanı aracılığı ile ve sonsuz antlaşmasının kanı sayesinde yapabilir ve yapacaktır – tüm yücelik O’nun eşsiz adına aittir!

Evet değerli okuyucu, İsrail’in Tanrısı değerli vaatlerinden tek bir tanesinin bile yerine gelmeyip yok olmasına tahammül edemez. Eğer aksi olsa idi, bize ne olur idi? Eğer Yehova’nın İbrahim ile olan antlaşması tek bir noktada dahi başarısızlığa uğrayacak olsa idi o zaman biz nasıl olur da güvenceye, dinlenmeye ve esenliğe sahip olabilir idik? İsrail’in tüm iddialarından vazgeçmiş olması doğru bir davranıştır. Eğer bu mesele et ve kana dayanan bir mesele olsa idi o zaman İsmail ve Esav öncelikli iddiaya sahip olurlar idi. Eğer mesele bir yasaya itaat meselesi olsa idi altın buzağı ve kırılmış tabletler onların melankolik öyküsünü anlatırlar idi. Eğer mesele Moav ile yapılan antlaşmanın temelindeki yönetim meselesi olsa idi o zaman ısrar edecek tek bir ricaları dahi olamaz idi.

Ama Tanrı İsrail’in yas tutulacak sadakatsizliğine rağmen yine Tanrı olarak davranacaktır; Çünkü “Tanrının armağanları ve çağrısı geri alınamaz ve bu yüzden “Tüm İsrail kurtulacaktır.” Tanrı, İbrahim’in tohumunun tüm sefalet ve yıkımına rağmen İbrahim ile yapmış olduğu antlaşmayı kesinlikle yerine getirecektir. Bu gerçeğe, buna karşı olan her düşünce, duygu ya da fikre rağmen kesinlikle sürekli ve sımsıkı sarılmamız gerekir. İsrail kendi sevgili ve kutsal ülkesinde yenilenecek, bereketlenecek ve çoğalacaktır. Çevrelerindeki kavak ağaçlarından lirlerini alacaklar ve kendi bağlarının ve incir ağaçlarının huzurlu gölgesi altında sevgili Kurtarıcıları ve Tanrılarına övgü şarkıları söyleyeceklerdir; önlerinde bin yıllık dönem boyunca parlak Şabat günleri bulunmaktadır. İşte, kutsal yazıların değişmez tanıklığı bu yöndedir ve bu tanıklık baştan sona değişmez; saygınlığı içinde muhafaza edilir ve Tanrının yüceliği için O’nun sonsuza kadar kalıcı antlaşması temelinde yerine getirilir.

Ama şimdi bölümümüze geri dönmemiz gerekiyor; son ayetler bizim özel dikkatimizi talep etmektedirler. Musa, Kenan diyarında İsrail’i korkutan uluslar ile ilgili olarak halkın yüreğini teşvik etmek için çok dokunaklı ve etkileyici bir şekilde konuşur: “’Bu uluslar bizden daha güçlü, onları nasıl kovabiliriz?’ diye düşünebilirsiniz. Onlardan korkmayacaksınız ve Tanrınız Rabbin onlara firavuna ve tüm Mısır’a yaptıklarını her zaman anımsayın. Tanrınız Rabbin sizi Mısır’dan çıkarmak için yaptığı her şeyi her zaman anımsayın. Tanrınız Rabbin sizi Mısır’dan çıkarmak için yaptığı büyük belirtileri, denemeleri, şaşılası işleri güçlü ve kudretli elini gözleriniz ile gördünüz. Tanrınız Rab şimdi korktuğunuz bu tüm halklara aynısını yapacaktır. Sizden gizlenerek sağ kalmış olanların üzerine hepsi yok olana dek eşek arısı gönderecektir. Onlardan yılmayacaksınız. Aranızda olan Tanrınız Rab ulu ve heybetli bir Tanrıdır. Bu ulusları önünüzden azar azar kovacak. Onları birden ortadan kaldıramazsınız. Yoksa çevrenizde yabanıl hayvanlar çoğalır. Tanrınız Rab onları elinize teslim edecek ve hepsi yok oluncaya dek onları şaşkına çevirecek. Krallarını elinize teslim edecek ve onların adlarını göğün altından sileceksiniz. Onları yok edene dek kimse size karşı duramayacak. İlahlarını simgeleyen putlarını yakacaksınız; üzerlerindeki altına ve gümüşe göz dikmeyecek ve bunları kendinize ayırmayacaksınız. Öyle ki, tuzağa düşmeyesiniz. Bu putlar Tanrınız Rabbin gözünde iğrençtir. Bu iğrenç şeyleri evinize getirmeyeceksiniz, yoksa siz de onlar gibi yok olursunuz. Onlardan çok nefret edecek ve tiksineceksiniz. Çünkü onlar yok olmaya mahkumdurlar.” Yasanın Tekrarı 7:17-26.

Tüm imansız korkuların en büyük çözümü, gözlerinizi yalnızca diri Tanrının üzerine dikmenizdir. Böylelikle yürek her tür zorluğun üzerine yükselecektir. Her çeşit zorluk ve karşıt etkilerin mevcut olduğunu inkar etmenin hiç bir yararı yoktur. Aksini yapmanın batmakta olan bir yüreğe huzur ve cesaret hizmeti vermeyeceği kesindir. Bazı kişiler Tanrı ile ilgili sahip oldukları pratik bilgiler yerine yaşamın katı gerçekliklerine dair kendi derin bilgisizliklerini kanıtlamaya kalkarlar ve denemelerden ve zorluklardan söz ettikleri zaman belirli bir tarzdan etkilenerek konuşurlar. Ve bizi yoldaki denemeleri, üzüntüleri ve zorlukları hissetmememiz konusunda ikna etmeye çalışırlar. Ve aynı zamanda bize omuzlarımızın üzerinde bir başa ya da göğsümüzde bir yüreğe sahip olmadığımızı söylemeye çalışırlar. Bu tür kişiler, yıkılmış durumda olan kişileri nasıl teselli edeceklerini bilmezler. Bu kişiler yalnızca gözlem yapan teoristlerdir; günlük öykümüzün asıl gerçekleri ile çatışma ya da mücadele etme aracılığı ile canlarımız ile hiç bir şekilde ilgilenemeyecek olan kişilerdir.

Musa kardeşlerinin yüreklerini teşvik etmek için neyin ardından gitti? Onlara “Korkmayın” dedi, ama neden böyle dedi? Bu sözü, ortada düşman, tehlike ya da zorluk olmadığı anlamına mı geliyor idi? Hayır, ama İsrail’in Tanrısı Rab onların arasında idi ve bu Tanrı heybetli ve müthiş idi. İşte gerçek huzur ve teşvik bu sözlerde bulunur; düşmanlar orada idiler ama güven kaynakları Tanrı idi. Kral Yehoşafat da denendiği ve baskı altında kaldığı dönemlerde de kendisini ve kardeşlerini teşvik etmek istemiş idi. “Ey Tanrımız, onları yargılamayacak mısın? Çünkü bize karşı gelen bu topluluğa karşı bizlerin hiç bir gücü sahip yok; aynı zamanda ne yapacağımız da bilmiyoruz, ama gözlerimizi Sana diktik.”

İşte değerli sır burada bulunur. Gözlerin Tanrıya bakması! Böyle yaptığımız zaman O’nun gücü bize gelir ve O’nun gücü de her şeyi çözümler: “Tanrı bizden yana ise, bize kim karşı olabilir?” Musa, değerli hizmeti aracılığı ile İsrail’in yüreğinde yükselen korkuları yatıştırır. “Bu uluslar benden daha güçlü!” Evet, ama bu uluslar heybetli ve kudretli Tanrıdan asla daha güçlü değillerdir. Hangi ulus O’nun önünde durabilir? Tanrının bu ulusların korkunç günahları nedeni ile onlara karşı ciddi bir düşmanlığı vardır; bu ulusların suçları tamamlanmıştır; hesap verme zamanları gelmiştir ve İsrail’in Tanrısı onları halkının önünden kovacaktır.

İşte bu yüzden İsrail’in düşmanın gücünden korkmasına gerek yok idi. Yehova bu konu ile ilgilenecek idi. Ancak, düşmanın tehdit eden gücünden daha fazlasından korkulması gereken bir durum var idi ve bu da putperestliğin sinsi tuzaklarının etkisi idi. “”İlahlarını simgeleyen putları ateş ile yakacaksınız.” Yürek bu buyruğa şu karşılığı verebilir: “Nasıl? Bu putları süsleyen altın ve gümüşleri de mi yok edeceğiz? Bunlar eritilerek iyi bir gelir elde edilemez mi? Böylesine değerli madenleri yok etmek yazık olmaz mı? Tamam putları yakmamızı doğrudur ama neden altın ve gümüşü kendimize ayırmayalım?”

Ah! Zavallı yürek mantık yürütmeye ne kadar da eğilimlidir. Bu nedenle pek çok kez kötü olanı terk etmeye ve yargılamaya çağrıldığımız zaman kendimizi aldatmış oluruz. Kendimize bir şeyler ayırmanın doğru olduğu konusunda kendimizi ikna ederiz. Bir şeyleri seçip alarak fark yaratacağımızı hayal ederiz. Kötünün bir kısmından vazgeçmeye hazırızdır ama hepsinden vazgeçmekte zorlanırız. Putların yapıldığı tahtayı yakmaya hazırızdır ama altın ve gümüşü kendimize ayırmak isteriz.

Ölümcül bir düşünce! “Üzerlerindeki altına ve gümüşe göz dikmeyecek ve bunları kendinize ayırmayacaksınız. Öyle ki, tuzağa düşmeyesiniz. Bu putlar Tanrınız Rabbin gözünde iğrençtir.” Putların tamamından vazgeçilmesi ve hepsinin bütünü ile yok edilmeleri gerekir. Lanetlenmiş bir şeyden bir tek parçanın geri kalması bile şeytanın tuzağına düşmek ve kendimizi insanların gözünde ne kadar değerli olsa da Tanrının gözünde iğrenç olan bir şeye bağlı kılmaktır.

Ve şimdi bölümümüzün son ayetlerine işaret edelim ve onlar üzerinde derin düşünelim. Eve bir iğrençlik getirmek bu iğrençliğe dönüşmektir. Ne kadar da ciddi bir durum! Bunu tam olarak anlıyor muyuz? Evine iğrenç bir şey getiren kişi aynı o iğrenç şey gibi lanetlenen bir kişi olacaktır.

Değerli okuyucu, Rabbin yüreklerimizi tüm kötülüklerden arındırasını ve O’na dürüst ve sadık kalmamızı sağlaması için dua ediyoruz!


1.   Pek çok editör tarafından “Uluslar” olarak çevrilmiştir. Mesih, “kutsalların Kralı “ olarak adlandırılmaz.

2.   Hristiyanların pek çoğu Mezmurlarda kötülerin üzerine gelen yargıyı anlatan dili yorumlamanın ve uygulamanın güç olduğunu düşünürler. Böyle bir dil kullanmak elbette şimdi biz Hristiyanlar için de uygun değildir çünkü bize düşmanlarımızı sevmemiz ve bizden nefret edenlere iyilik etmemiz ve bize zulmeden, bizi aşağılayarak kullanan kişiler için dua etmemiz ve onları bereketlememiz öğretilmiştir.

Ama şunu hatırlamalıyız ki, Tanrının lütuf altındaki göksel halkından oluşan kilisesi için geçerli olmayan yönetim altındaki yersel bir halk olan İsrail için mükemmel bir uygunluk oluşturabilir. Zeki hiç bir Hristiyan düşmanlarından ya da kötü kişilerden öç almayı bir an için bile düşünmemelidir, böyle bir düşünce çok uygunsuz olur. Bizler Tanrının lütfunu dünyaya duyurmaya çağrılan canlı örnekler olmalıyız – yumuşak huylu ve alçakgönüllü İsa’nın ayak izlerinde yürümeli, kötüye karşı koymayan ve adalet uğruna acı çeken kişiler olmaya çağrıldık. Tanrı şimdi dünyaya sabrediyor ve tahammül ederek bekliyor. “O, güneşini hem kötülerin hem de iyilerin üzerine doğurur ve yağmurunu da hem doğruların hem de kötülerin üzerine gönderir. Bizim örnek alacağımız davranış da bu olmalıdır. “Göklerdeki Babamız nasıl yetkin ise bizler de O’nun gibi yetkin olmaya çağrıldık.” Bir Hristiyanın dünyaya adil yargı ilkesi ile davranması Göksel Babasını yanlış temsil etmesi ve O’nun öğretişine uymaması anlamına gelir.

Ama ilerde kilise yukarı alındığı zaman Tanrı dünyaya adalet ile davranacaktır ve ulusları, Halkı İsrail’e yaptıkları nedeni ile yargılayacaktır.

Biz burada bölümlerden alıntılar yapma girişiminde bulunmayacağız ama yalnızca peygamberlerin esin ile yazmış olduğu Mezmurların adil uygulamasını anlayabilmesi için okuyucunun dikkatini çekeceğiz.

3.   Givonlular, Eriha kentinin duvarlarının yapamadığını, yıpranmış giysileri, küflenmiş ekmekleri ve kulağa hoş gelen sözleri ile yaptılar. Şeytanın hileleri şeytanın gücünden daha etkili ve tehditkardırlar. “Şeytanın hilelerine karşı koymak ve ayakta kalmak için tanrının zırhını kuşanın.” Tanrının zırhının çeşitli bölümlerini ne kadar derinden inceler isek itaat ve bağımlılık gibi iki önemli konunun ne kadar önemli olduklarını o kadar net göreceğiz. Tanrı sözünün yetkisi tarafından gerçekten yönetilen Kutsal Ruhun gücüne tamamen bağımlı kalan bir can çatışma için tam bir donanıma sahip olur. İnsanoğlu İsa Mesih’in düşmanı püskürtmesi de bu şekilde oldu. Şeytan mükemmel itaat eden ve mükemmel bağımlı olan birine hiç bir şey yapamadı. Her konuda olduğu gibi bu konuda da yüce Örneğimizin nasıl davrandığını incelememiz gerekir!

4.   Genel bir şekilde konuşacak olur isek, teknon sözcüğü, sevgi ifade eden bir söz ya da davranıştır. Huios, yani oğul sözcüğü manevi saygınlık ifadesidir; pais ise ya bir çocuğu ya da bir hizmetkarı ifade eder; nepios ise bebek anlamına gelir.

5.   Yuhanna 3:36 ayeti yoğun bir ciddiyet ve önem taşıyan bir bölümdür. Bu ayet yalnızca Tanrının Oğluna iman edenlerin yalnızca sonsuz yaşamın ayrıcalıklı sahipleri olduklarına dair büyük gerçeği ortaya koymak ile kalmaz ama aynı zamanda günümüzde önde giden iki sapıklığın, yani evrensellik ve tüketmenin köklerini de söküp atar. Evrensellik yanlısı olan kişi sonunda her şeyin yenilenip bereketleneceğine inandığını söyler. Bizim bölümümüz ise bunun doğru olmadığını söyler; Tanrının Oğlunun sözünü dinlemeyenler sonsuz yaşamı görmeyeceklerdir.

Tüketim yanlısı olan kişi Mesih’in dışında olan herkesin hayvanlar gibi yok olacaklarına inandığını söyler. Ama böyle olmayacaktır çünkü Tanrının gazabı iman etmeyenlerin ve söz dinlemeyenlerin üzerinde kalacaktır. Kalıcı gazap ve yok etme birbirlerine tamamen zıttırlar. Bu ikisini bir araya getirmek kesinlikle imkansızdır.

Grekçe’de ho pisteuon – “iman eden” – ve – ho apeithon – “söz dinlemeyen” arasındaki ayrılığın farkına varmak ilginç ve eğiticidir. Bunlar bize iman konusunun iki yanını belirtirler.