Bölüm 6
İHTİYAÇLARIN SAĞLANMASI KONUSUNDA LÜTFUN YOLLARI
Bölüm 5 Mesih’i istediği kişiye yaşam veren Tanrı Oğlu olarak sunar. Bölüm 6 Mesih’i Kendisini kabul edenlere yaşam veren ve verdiği yaşamı Destekleyen Tanrı Oğlu olarak takdim eder.
1-21 ayetlerinde iki olay kaydedilmiştir; bu olaylar Rabbin amacının ana konusu ile ilgili olarak bölümün sonunda örnek olarak yer alırlar. İlk olayda Mesih doğal yaşamı desteklemek için Kendi kraliyet bolluğundan ekmek sağlayan Kral olarak hareket eder. Mesih, ikinci olayda yücelerdeki Baş Kahin olarak sunulur; Kendisine ait olanları ve onların ruhsal yaşamlarını her şeyin onlara karşı oldukları bir dünyadan geçer iken destekler. Bunu izleyen bölümde Rab beden alışı ile ilgili önemli gerçeklere değinir (ayetler 32-51); İşine (ayetler 51-56); Dirilişine (ayet 57) ve göğe alınışına (ayet 62) dair konulardan söz eder. Rab, böylece O’na iman eden herkesin yaşayabilmesi ve bu yeni yaşamı her ruhsal ihtiyacın doyum bulmasını destekleyen olarak sunulur.
Beş Bin Kişinin Doyurulması (ayetler 1-14)
Bu yeni belirti Mezmur 132:15 ayetine göre Tanrının insanın yerine geçerek müdahale edişine dair bir tanıklıktır: “Çok bereketli kılacağım erzağını ve yiyecekler ile doyuracağım yoksullarını.” Bölümün ana konusu – Halkının yüreklerinin doyum bulması için çözüm sağlayan Mesih – böylece bu belirti ile ortaya konur. Mesih, 4.bölümde günahın gücünden kurtarır; 5.bölümde yasanın esaretinden kurtarır ve 6.bölümde ihtiyaçları Sağlayan’dır.
1-9 ayetlerinde kurak bir dağın tepesinde yiyeceğe ihtiyacı olan büyük bir kalabalık görürüz. İnsan gücü açısından düşünüldüğü zaman bu ihtiyacın karşılanması imkansız idi. Ama Rab orada idi ve O bu ihtiyacı karşılayacak idi. Rab bunu yapmadan önce bu zor durumu Kendi öğrencilerinin imanlarını denemek için kullanır. Kendi güçlerine güvenmek için tüm umudun gittiği bir anda Rabbin kaynaklarını kullanmaları için imkanları var mıydı? Rab bu neden ile Filipus’a şunu sorar: “Bunları doyurmak için nereden ekmek alalım?” Sonra bize söylenen şudur: “Bu soruyu onu denemek için sordu çünkü aslında kendisi ne yapacağını biliyor idi.”
Aynı gerçeğin o zaman olduğu gibi şimdi de geçerli olduğundan kuşku duyabilir miyiz? Tanrı halkı arasında insan için tamamen imkansız olan şeylerin meydana gelmesine izin verilmesinin nedeni bizi denemektir. Bizler ağzımız ile O’nu izleyeceğimizi, O’nsuz hiç bir şey yapamayacağımızı ve O’nun lütfunun geçerli olduğunu söyleriz. Sonra bu sözlerimiz üstesinden gelemeyeceğimiz bir zorluk aracılığı ile denemeye konur. Ama yine de bize şu sözler söylenir: “Aslında Kendisi ne yapacağını biliyor idi.” Bu sözler bize şu güvenceyi vermektedir: kendi bireysel yolumuzda ya da Tanrı halkı arasında O’nun çözemeyeceği bir zorluk asla orta çıkmayacaktır. Son ve zor günlerde öğretmen ve önderler bizi hayal kırıklığına uğratabilirler ama en karanlık günlerde ve en büyük zorlukların varlığında ne yapması gerektiğini kesin olarak bilen, yardım isteyebileceğimiz Biri vardır.
Genellikle sıkıntının kökü, ne yapmamız gerektiğini bilmediğimiz gibi alçaltıcı bir gerçeği görme konusunda yavaş davranmamızdır. Her birimiz şöyle düşünürüz: Biz biliriz ve eğer diğer kişiler bizim söylediklerimizi dinlerler ise her şey yolunda gidecektir. Bu neden ile bilen Kişi’ye dönme konusunda başarısız oluruz. Öğrenciler için olduğu gibi bizler için de bu tür zorluklar imanımızın yoksul olduğunu ortaya koyar ve aynı zamanda da Rab’de sahip olduğumuz kaynakların yüceliğini açıklarlar. Filipus bu ihtiyacın karşılanması konusunda yalnızca paranın gücünü aklına getirebilir ve yine de bu planının kalabalığın yalnızca “küçük” bir bölümü için yeterli olacağını itiraf eder. Bu düşüncesi Rabbin düşüncesinden ne kadar farklıdır! Çünkü Rab verdiği zaman “yeterinden fazlasını” Veren’dir.
Filipus insanların çokluğunu engel olarak görür iken Andreas ellerinde olanın azlığından yakınır. Bu öğrencilerin ikisi de Rabbi akıllarına getirmezler ve O’ndaki bu engin kaynaklara ulaşmak için iman gerektiğini bilmezler.
Öğrencilere imanlarının azlığını kanıtladıktan sonra Rab bu zorluğu ortadan kaldırmak için Yüreğindeki lütfu ve Elindeki gücü açıklar (ayetler 10-14). Şükürler olsun ki, onlar gibi bizler de bereketlendik; O’nun, halkının ihtiyacını karşılayamadığı bir durumda, onlar için harekete geçeceği ve elinin durmayacağı kesindir.
Bu olayı izleyen diğer olay kesinlikle bin yıllık dönemin bereketleri ile ilgili bir örnek teşkil eder ve Rabbin mükemmel yönetimini şimdiden gözler önüne serer; Tek bir Kişi’nin gücü dünyanın huzursuzluğunu sakinleştirmeye ve onun çaresizlik içindeki açlık ihtiyacını gidermeye fazlası ile yeterlidir. O’nun tek bir sözü ile beş bin erkek bir anda mükemmel bir esenliğe kavuşur. Rab konuşur ve hemen sonrasında şu sözleri okuruz: “Halkı yere oturtun!” Böylece halk yere oturur. Rabbin gününde de aynı durum olacaktır, “O, ülkeden yayı, kılıcı ve savaşı kaldıracak ve halkını güvenlik içinde yatıracaktır.” (Hoşea 2:18)
Ayrıca bu olay O’nun Kişiliğinin yüceliğini açıklamak ile kalmaz ama aynı zamanda O’nun yolunun mükemmelliklerini de ortaya koyar. Okuyalım, “İsa iki balığı ve beş arpa ekmeğini eline aldı, şükretti ve sonra oturanlara dağıttı, böylece kalabalığı doyurdu. İsa burada şunu yapmıştır: yeryüzünün doğal kaynaklarını onları veren Tanrı ile bağlantılı olarak kullandı ve böylelikle insan için tüm bereketin gerçek kaynağının gökyüzü olduğunu göstermiş oldu.
Yeryüzü kaynakları az olsalar bile Mesih’in gücü aracılığı ile gökyüzünün tükenmez kaynağı ile birleştirildikleri zaman az olan çoğalacaktır. Peygamberlerin döneminde Tanrı ,“küpte bir avuç unu ve çömleğin dibinde azıcık yağı olan dul bir kadını” bir yıl boyunca bir ev halkını beslemek için kullanabilir (1.Krallar 17:15-16). Bu yüzden Mesih küçük bir çocuğun elindeki iki balık ve beş arpa ekmeğini 5000 erkeği beslemek için kullanabilir.
Ayrıca, Rab yaşamda duyduğumuz ihtiyaçlara sağlayışını öylesine mükemmel bir şekilde “gönderir” ki, her ihtiyacımız bolluk le karşılanır. Rab tüm yeryüzünde Yargıç olarak haklı konumuna sahip olduğu zaman hem aşırı lüks hem de yoksulluk, ayrıca aşırı tüketim ve umutsuz ihtiyaç gibi şeyler var olmayacaktır. İnsanlar dünyadaki zenginliği eşit kılmak için zenginlere saldırma girişiminde bulunurlar; ancak bu girişim yalnızca insan girişiminin yapıcı değil yıkıcı olduğunu gösterir. İnsan yoksulu zengin yapamaz, zengini yoksul yapar. İnsan hali hazırdaki düzeni yıkabilir ama bin yıllık dönemin bereketlerini oluşturamaz.
Mesih bereketi sağladığı zaman insanlar istedikleri kadar alırlar ve yine de hepsi doyduktan sonra bile “arta kalan” olacaktır. Şimdi burada sağlayış talepten fazladır ama sonra, Tanrının lütfu insanın ihtiyacını tamamen karşılayacağı gibi insanın ihtiyacı Tanrının lütfunu asla tüketemeyecektir.
Dağdaki Mesih ve Göldeki Öğrenciler (ayetler 14-21)
5000 erkeğin doyurulduğu mucizenin bir sonucu olarak insanlar Mesih’i ,Musa tarafından önceden bildirilen Peygamber olarak kabul ederler. Mesih de Musa gibi inşat anların ihtiyaçlarını karşılamak ve onları vaat edilen berekete götürmek için Tanrıdan gelecektir (Yasanın Tekrarı 18:15-19). Yahudiler böylesine kudretli bir güç uygulayan Biri’ni memnuniyetle kral ve kurtarıcıları yaparak nefret ettikleri Romalılardan kurtulmayı düşünüyorlar idi. Ancak O’nun egemenlik sürme zamanı henüz gelmemiş idi ve Mesih bu yüzden onların Kendisini kral yapma isteklerini reddetti sonra da “Tek Başına” dağa gitmek için onlardan ayrıldı çünkü gelip O’nu zorla götüreceklerini biliyor idi; orada, dağda Kahin olarak hali hazırdaki görevini uygulamak için örnek teşkil edecek idi.
Geride bıraktığı öğrenciler gölün karşı yakasındaki Kefarnahum’a doğru yol almak için göle indiler ve bir tekneye bindiler. Ama kısa bir süre sonra güçlü bir rüzgar esmeye başladı ve göl dalgalar ile kabardı. Ve karanlık da bastığı için öğrenciler korkuyorlar idi. Bu, Mesih’in halkı ile ilgili çok yerinde bir benzetmedir; Mesih’in yokluğunda Mesih’in halkı karanlık bir dünyada dalgalar gibi huzur bulamayan kötülerin baskısı altında kalmıştır. Ama tüm bunlara rağmen Mesih öğrencilerinin sıkıntısı sırasında onların yanına gelerek destek verir.
Mesih’in kahinliğe özgü bu işi şimdi kilise tarafından uygulanır ve tanrısayar Yahudilerin bakiyesi Büyük Sıkıntı döneminden geçer iken onlar adına uygulanmaya devam edecektir. Bu olayın büyük olasılık ile daha çok bu Yahudi kutsallarına işaret ettiğini düşünüyoruz. Böylece Krallık bereketinin yalnızca Büyük Sıkıntı sırasında elde edilebileceğini göstererek ilk olaya ait öğretişi tamamlamış oluyoruz.
Onların denenme süreleri zamanında şeytanın korkunç eylemleri açığa çıktığı zaman Yahudi bakiyesi Melkisedek düzenine göre Baş Kahin olan Rabbin destekleyici lütfunu tecrübe edecektir. Sonunda, sıkıntı fırtınası en yüksek seviyesine yükseldiği ve durumları umutsuz olarak göründüğü zaman Rab onlar için ortaya çıkacak ve düşmanın gücü karşısında harika bir güç sergileyecek; bu gerçeğe İsa’nın su üstünde yürümesi örneği ile değinilmiş olur. İsa’nın bu güç gösterisi esnasında öğrencileri “O’nu tekneye almak istediler ve o anda tekne gidecekleri kıyıya ulaştı.” Bu nedenle şimdi henüz gelecekte olan bu olayın geçmişte yazılan bir ifadesini okuyalım: “Savaşacağın gün gönüllü gidecek askerlerin. Seherin bağrından doğan çiy gibi kutsal giysiler içinde sana gelecek gençlerin. Rab ant içti; kararından dönmez. ‘Melkisedek düzeni uyarınca sonsuza dek kahinsin sen’.” (Mezmur 110:3-4) Yahudiler denenmeleri sonucu alçakgönüllü oldukları zaman kibirli günlerinde imansızlık göstererek inkar etmiş oldukları Mesih’e iman ederek O’nu kabul edeceklerdir. Mesih’i tekneye aldıkları zaman öğrenciler o anda kendilerini gidecekleri kıyıda buldular. İsrail de aynı şekilde bereketini Mesih’in egemenliği altında iken alacaktır.
Rabbin Kefarnahum’daki Söylevi (ayetler 22-71)
22-25.ayetler, Rabbin söylevine giriş teşkil ederler. Bu ayetlerden öğrendiğimiz şudur: 5000 kişinin doyurulmasını izleyen gün ekmek ve balıklardan yemiş olan halk İsa’yı aramak için teknelere binerek Kefarnahum’a gitti.
Rab söylevine (ayetler 26-27) O’nu görmek için peşinden giden halkın niyetinin ne olduğunu açıklayarak başlar. Halk İsa’nın peşinden herhangi bir ruhsal ihtiyacının karşılanması ya da yaptığı mucizede sergilenmiş olan Kişiliğinin yüceliğini görmek için gitmiyor idi. O’nu izleme nedenleri ekmek ve balık yedikleri ve doydukları için idi. Eğer Mesih insanların geçici ihtiyaçlarını onların Tanrı huzurundaki durumları hakkında herhangi bir ahlaki soru sormaksızın karşılayacak olsa idi o zaman halk O’nu memnuniyet ile izleyecek idi. Ama ne üzücüdür ki Hristiyanlığın çürümüşlüğünün ortasında insanlara yön veren motifler de aynı bozulmuş Yahudilik döneminde var olan motifler gibidir. İnsanların Mesih’i belirtiler nedeni ile değil “ekmekler ve balıklar” nedeni ile izliyor oldukları hala geçerlidir. İnsanların vaaz dinlemeye ve Mesih hakkında işitmeye itirazları yoktur ama bunu ancak Mesih dünyanın durumunu geliştirebilecek ve dünyanın geçici ihtiyaçlarını karşılayan Biri olarak sunulduğu zaman yapacaklardır. Ama yine de eğer Mesih Tanrının, insanın sonsuz bereketi ile ilgili müdahalesinin belirtisi olarak sunulur ise o zaman kalabalıklar Mesih’e ilgi göstermeyeceklerdir.
Aynı zamanda insanlar kullanıldıkça eskiyen şeyleri elde etmek için çalışırlar ve sonsuz yaşam veren yiyeceğe karşı kayıtsız kalırlar. İnsanoğlu sonsuz yaşam vermek ve canı ruhsal ihtiyaçlardan kurtarmak ve onu doyurmak için geldi (ayet 35).
Ayrıca bu söylevde bize İnsanoğlu’nun yüceliğini görmemiz için izin verilir; bir önceki bölümde bize O’nun Tanrı Oğlu olarak yüceliği gösterilmiş idi. Burada, O’nun farklı yüceliği şu büyük gerçekte görülür: İsa, İnsanoğlu olarak Baba Tanrı tarafından Kutsal Ruh ile mühürlenmiştir. Böylece tüm insanlık soyundan Tanrının malı olarak ve Babanın mükemmel onayını ve sınırsız hoşnutluğunu kazanmış İnsan olarak vurgulanır.
Rabbin sözleri bu adamların O’nun Kişiliğinin yüceliği ya da canlarının ruhsal ihtiyacı ile ilgilenmediklerini net olarak göstermiştir. Şimdi onların kendi sözleri (ayet 28) nihai zayıflıklarının farkında olmadıklarını bize anlatır. İçleri hafiflemiş olarak şu soruyu sorarlar: “Tanrının işlerini yerine getirmemiz için ne yapmamız gerekiyor?” Tanrının talep ettiği her şeyi yapabilecek kapasitede olduklarını ve ihtiyaçları olan tek şeyin yalnızca Tanrının talepleri ya da istekleri konusunda bilgilendirilmek olduğunu düşünürler.
İçinde bulundukları karanlık ne kadar da büyüktür! Ne kendi çaresizliklerini ne de Tanrının lütfunu bilmedikleri için Tanrının insanlardan talepte bulunan Biri olduğunu düşünürler. Tanrı lütfunun bereketin elde edilmesi için yeterli olduğunu ve onlardan işler talep etmediğini henüz öğrenmemişlerdir. Tanrının kendilerinden yalnızca göndermiş olduğu Kişi’ye iman etmelerini istediğini anlamaları gerekmektedir. (ayet 29) İşler, imanı izleyeceklerdir.
Halk İsa’dan bir mucize yapmasını isteyerek imansızlığını hemen gösterir.(ayetler 30-31)Bir mucizenin Tanrının, insanların yaşamlarına müdahale edebildiğine dair bir kanıt olduğunu tam olarak anlamışlardır. Aslında onlar Rabbin 5000 kişiyi doyurduğunu görmüşler idi. Ama buna rağmen tartıştılar; aslına bakılacak olur ise Musa kalabalık İsrail halkını kırk yıl boyunca çölde beslemiş idi ve onlar bunu biliyorlardı ve buna rağmen işlerden söz edebiliyorlardı.
Mesih’in Kendisi, Tanrının lütuf ile müdahale etmiş olduğunun bir belirtisi idi. Ve yapmış olduğu mucizeler Tanrısal bir Kişi’nin lütuf nedeni ile alçak düzeyde yer alan bir İnsan halinde var olduğunu yeterince net hale getirmişti. İhtiyaçlarından haberdar değildiler, kutsal yazılar konusunda bilgileri yoktu ve kendilerine gereğinden fazla önem veriyorlardı; bu yüzden belirtiyi göremediler. Yahudilerin bekledikleri Mesih onların düşmanları üzerinde dışsal bir güç göstermeli ve İsrail’e bir şekilde bir onur kazandırmalı idi. Şimon ve Anna “bir belirti olarak belirlenmiş olan” İsrail2in kurtarıcısını bekliyorlardı ve İsa’yı tapınakta gördükten sonra herkese O’ndan söz etmeye başladılar. (Luka 2:34,38)
Rab onlara yanıtını 32-33.ayetlerde verir ve onlara gökten ekmek verenin Musa olmadığını söyler; Musa da halktan biri idi ve yalnızca alan biri idi. Bundan sonra Rab Kendisini İnsan olarak Musa’dan ve tüm diğer insanlardan ayıran üç önemli gerçeği sunar.
Bu gerçeklerden ilki, İnsanoğlu’nun varlığının Babanın sevgisi nedeni ile insana yardım etmesinin belirtisi olduğudur. Tanrı artık insandan yasaya dayanan doğruluk talep etmiyor idi ve aksine şimdi Baba egemen lütuf altındaki sevgisi ile insana veriyordu.
İkinci gerçek, Rab’bin Beden alması ile ilgili büyük gerçektir ve Rab bunu açıklar. O, Musa’nın ve diğerlerinin durumunda olduğu gibi yalnızca yeryüzünde büyütülmüş olan bir İnsan değildir. O, “gökten aşağı gelmiş olan” Biri’dir! O gerçek bir Tanrısal Kişi’dir; ama yine de yeryüzünde bir İnsan olarak var olur; tamamı ile yeni olan bir düzen uyarınca bir İnsan – bir göksel İnsan!
Üçüncü gerçek, O’nun “dünyaya yaşam veren” Tanrının Ekmeği olduğudur. Artık söz konusu olan, İsrail’e çöldeki yolculuğu sırasında yaşam verilmesi değildir; Tanrının ekmeği olan Mesih O’na ihtiyacı olan herkes için vardır!
Yalnızca doğal yaşam düşünen halk 34.ayette şu sözleri söyler: “ Rab, bize bu ekmeği her zaman ver!” Halk, ruhsal ihtiyaçlarının farkında olmadığı için ne O’nun yüceliğini ne de söylediği sözlerin anlamını kavrayamıyordu.
Rab onların sorusuna karşılık olarak Kendisini gerçek ekmek (ayet 35) olarak sunar ve O’na gelen kişinin kavuşacağı bereketli sonuçtan söz eder. Eğer tüm zamanlar için ihtiyaçlarını karşılamak üzere ekmeğe sahip olacaklar ise o zaman yaşam ekmeği olan O, kendilerine hoş geldiniz diyecektir. O, Tanrının ekmeği olarak “yaşam” verir ve “tatmin” eder. Ve bu yaşam tüm dünya için geçerlidir. O’na gelerek yaşam armağanına sahip olanlar bu yaşamın canın ihtiyacını karşılayan bir yaşam olduğunu anlayacaklardır. Bu kişiler “asla acıkmayacak” ve “asla susamayacaklardır”.
36.ayet şu gerçeği ortaya koyar: ne üzücüdür ki kendi haline terk edilen insan kendisine Beden Alma sunulduğu zaman Mesih’i reddeder aynı daha sonra O’nun ölümünde(ayet 52) ve O’nun göğe alınışında (ayet 66) O’nu reddettiği gibi! O zaman Rab şu sözleri söylemek zorunda kalır: “siz Beni gömüş olmanıza rağmen iman etmiyorsunuz.”
Eğer bereket insanın sorumluluğuna bağlı ise o zaman her şey bitmiştir! Hiç kimse bereketlenmeyecektir. Ama her zaman olduğu gibi, insan tamamen ifşa edildiği zaman Tanrı, yüreğindeki amaçları harekete geçirebilir. O, herkesin mahvolmasına izin vermeyecek ve İnsanoğlu’nun gelişinin boş yere olmasına izin vermeyecektir. Babanın Oğlu’na vermeyi amaçladığı bazı kişiler vardır. Ve Rab bu yüzden şu sözleri söyleyebilir: “Babamın bana vermiş olduklarının hepsi bana gelecektir.” Onları Babanın verdiğini gören Oğul onları kabul edecektir. “Bana geleni asla kovmam.” Ulusu ya da karakteri ne olur ise olsun, Yahudi ya da diğer uluslardan, düşmüş kadınlar ya da katı yürekli hırsızlar, Ferisiler ya da halktan olanlar, kısaca her kim olur ise olsun yalnızca Mesih’e gelişleri ile kabul edileceklerdir çünkü gelmiş olmaları, onların Babanın Oğul’a vermiş olduğu armağanlar olduklarının kanıtıdır.
Ayrıca, Rab İsa’nın Baba’nın göndermiş olduğu herkesi kabul etmiş olması, O’nun burada Babanın isteğini yerine getirmek için bulunduğuna dair bir kanıttır. Şükürler olsun ki Rab Kendisini gökten inen Kişi olarak sunar ve O, Kendi isteğini yerine getirmek için gelmemiştir; Babanın isteği, o isteği yerine getirebilecek olan Kişi’ye teslim edilmiştir. Tanrısal bir Kişi’nin isteği yalnızca Tanrısal bir Kişi tarafından yerine getirilebilir. Bu yüzden bu ayetlerde Babadan ve Oğuldan söz edilir. Baba lütfunun amaçlarının yerine gelmesini ister ve Oğul bu amaçları etkin hale getirir.
Babanın isteği çifte bir görünüm ile sunulur. İlk önce, O’nun isteği Oğul ile ilgili olarak görülür. Oğula verilmiş olanların Oğulda güvenlik içinde korunmaları gerektiğidir. Ve bu kişiler son günde Oğul tarafından diriltileceklerdir. Şükürler olsun ki Babanın isteği Oğul tarafından yerine getirilir. Mesih’e gelenlerin hepsinin tam kurtuluş almalarını ve kötünün her türlü gücünden korunmalarını ve son günde tam berekete kavuşmalarını Mesih güvence altına almıştır; Mesih O’na verilen “hiç kimseyi yitirmeyecektir.” O son günde iman edenlerin hepsi diriltilecektir. Tanrı halkı kuşaklar boyunca vefat ettikçe ve insanlar tarafından unutuldukça sanki Tanrı tarafından da unutulmuşlar gibi düşünülür. İşi Ama Rabbin sözleri bize bunun doğru olmadığına dair güvence verirler. Tek bir kişi bile yitirilmez ya da unutulmaz. Son günde hepsi tekrar görüneceklerdir. Rab tarafından kullanılan diriliş gücü O’nun , tek bir kişiyi bile yitirmediğinin nihai kanıtı olacaktır. “Son gün” Mesih’in egemenlik sürmek için tekrar geleceği ve Babası tarafından kendisine verilenleri diriltip onlar ile krallığın göksel sevinç ve doyumunu paylaşacağı şimdiki çağın sonuna işaret eder. İşte o zaman “Bana gelen asla acıkmayacak” ve “Bana gelen asla susamayacak” sözlerinin tam anlamları ile fark edilecekleri zaman olacaktır.
İkinci olarak, Babanın isteği insanın sorumluluğu ile bağlantılı olarak sunulur. Oğulun herkese sunulması Babanın isteğidir öyle ki Oğul’u gören ve O’na iman eden herkes sonsuz yaşama kavuşsun ve mahvolmasın – bu sonsuz yaşama son gündeki diriliş aracılığı ile tam olarak geçilecektir.
Dış görünüşe göre yargılayan ve doğaya göre mantık yürüten Yahudiler (ayetler 41-42) birinin gökyüzünden yeryüzüne gelmiş olduğu gerçeğini kabul edemezler. Bu zorluk halen geçerlidir: doğal insan, Mesih’in bedene göre olan soy ağacını anlayabilir ama O’nun Tanrısal bir Kişi olduğuna dair büyük gerçeği inkar ederler. Ve bu yüzden zihinlerinde O’nun Yusuf’un ya da Meryem’in yasal oğlu olduğu düşüncesinden öteye geçemezler.
Eğer bazı kişiler Mesih’e gelecek ise insanın ruhsal körlüğü ve imansızlığı bunun için mutlaka bir lütuf işinin gerekli olduğunu kanıtlar. Gelme konusunda herkes özgürdür ama kendi başına bırakılan insan gelmeyecektir. Bunu anlayan ve Tanrıyı arayan hiç kimse yoktur. Bu yüzden Rab net olarak şunu gösterir: eğer insanlar bereketlenecekler ise bu ancak egemen lütuf aracılığı ile mümkün olabilir. “Beni gönderen Baba bir kimseyi bana çekmedikçe o kimse bana gelemez.”
Ayrıca, Baba kişiyi söz ile uyumlu olarak tanrısal öğretiş aracılığı ile Mesih’e çeker. “Babayı öğrenen ve O’ndan işiten herkes bana gelir.” Baba, canı aydınlatır ve bir yandan canı Mesih’e duyduğu ihtiyaca ikna eder iken öte yandan Mesih’in yüceliğini açıklar. Böylece ihtiyaç tarafından yönlendirilen can lütuf aracılığı ile Mesih’e çekilir.
46.ayette Rab gerçeği, tüm maddesel düşünceden korur. Baba tarafından öğretilmek herhangi birinin Babayı görmüş olduğu anlamına gelmez. Sözü edilen öğretiş ruhsal bir özellik taşır.
Daha sonra 47-50 ayetlerinde Rab, Beden alması ile bağlantılı olan gerçeği özetlemek için sözlerine devam eder. Baba tarafından Mesih’e çekilen biri Mesih2in gökten aşağı geldiğine ve sonsuz yaşama sahip olduğuna iman eder. Çöldeki man doğal yaşamı- Adem’in yaşamı – desteklemiş idi. Mesih’in verdiği yaşam ölümün erişemeyeceği uzaklıktadır.
Rabbin Ölümü
Rab verdiği söylevinde bu noktadan başlayarak ölümden söz etme noktasına geçer. Ve bu yüzden şu sözleri söyler: “Dünyanın yaşamı uğruna vereceğim ekmek benim bedenimdir.” (ayetler 51-55) Rab yalnızca bedeninin yenmesinden değil ama aynı zamanda Kanının içilmesinden de söz eder. Tohumunu garanti etmek için O’nun ölmesi gerekir.
Yahudiler O’nun Beden Alması ile ilgili olarak daha önce aralarında söylenmişler idi. Ve şimdi O’nun ölümü hakkında mantık yürütmektedirler. Her taze gerçek, tanrısal konular hakkında bilgi alan doğal zihnin kapasitesinin yetersizliğini artan bir şekilde gösterir. Yahudiler, ” ‘Bu adam yememiz için bedenini bize nasıl verebilir?’ diyerek birbirleri ile çekişmeye başladılar.” Yahudiler Rabbin sözlerini reddettiler çünkü bu sözler onların insan mantığı ile uyuşmuyor idi.
Tanrısal gerçekler yalnızca iman aracılığı ile işleyen lütuf kanalı ile alınabilirler. Rab bu neden ile onların “nasıl” diye soran mantıklarını yanıtsız bırakır ve gerçeği daha güçlü ifadeler ile vurgular: “İnsanoğlu’nun bedenini yiyip kanını içmedikçe sizde yaşam olmaz.” Mesih’in beden alması ve ölümü imanın objeleri ve denemeleri olarak sunulur. Birinin bir zamanlar söylemiş olduğu gibi: “Beden alma öğretişini iman ile kabul eden kişiler aynı zamanda yine iman ile O’nun ölümünü de kabul etmiş olurlar.” İnsanlar O’nun mükemmel yaşamını gerçekten de insani bir yaklaşım ile hayran kalarak izlemek istediklerini ağızları ile ikrar edebilirler ama bu düşünceler içinde olan kişiler O’nun beden aldığına inanmazlar – yani gökten yeryüzüne gelmiş olduğuna iman etmezler. Bu tür kişilerin O’nun kefaret eden ölümünü de reddedecekleri kesindir.
Düşmüş insanda Tanrıya yönelen bir yaşam mevcut değildir. Doğal insan günah karşısında diri ama Tanrı karşısında ölüdür. Böyle insanın kötü doğası onu Tanrıdan ayırır. İmanlı için ise Mesih’in ölümü günahın egemenliğine son vermiştir. İmanlı, Mesih’in ölümünü kendisine mal eder ve kendi ölümü olarak kabul eder ve bu neden ile Tanrının önünde yaşamak için günahın gücünden özgür kılınmıştır.
53 ve 54.ayetlerde iki farklı gerçek sunulur. İlki, 53.ayetteki yaşamın alınabilmesi için O’nun bedenini yemektir, bunun daha iyi bir çevirisi “yemiş olmak”tır; bu ifade tamamlanmış bir düşüncenin eylemini aktarır. İkinci gerçek, 54.ayette yaşamın muhafaza edilmesi yemek ile ilgilidir. Burada yani 54.ayette yemek eylemi sürekliliği olan bir eylem olarak sunulur.
56-58.ayetlerde Rab bu yeni yaşamın bereketliliğini geliştirerek sözlerine devam eder. Bu yaşam öncelikle imanlının Mesih ile özdeşleştirilmiş olduğu bir yaşamdır. Rab, O’nun ölümü ile beslenen biri hakkında şu sözleri söyleyebilir: “O Bende yaşar, Ben de onda.” İmanlı, Tanrının önünde Mesih ile özdeşleştirilmiştir ve Mesih’in yaşamı insanların önünde imanlıda olarak sunulur.
İkinci olarak, bu yaşam, objesi Mesih olan bir yaşamdır. Rab şu sözleri söyler:” Yaşayan Baba beni gönderdiği ve ben Babanın aracılığı ile yaşadığım gibi bedenimi yiyen de benim aracılığım ile yaşayacak.” Yuhanna 6:57. (JND) Bu sözler bizi ölümün ötesine taşır ve imanlının yaşamının objesi olarak dirilişteki yaşayan bir Mesih’i ima ederler. Rabbin yeryüzündeki yaşamı kendi isteği ya da kendi yüceliğinin ardından gitmeyen bir yaşam idi çünkü O her zaman kendisini gönderenin isteği ve yüceliği ardından gitti. İsa, yaşamında her zaman Babayı hoşnut eden işler yaptı. (Yuhanna 5:30; 7:18; 8:29) Rab o mükemmel yaşamı sürdürdüğü her anda tamamen Babaya bağlı hareket etti. Bu gün bu yeni yaşamın gücünde yaşayan imanlı Mesih’in yüceliği, isteği ve hoşnutluğu için yaşar.
Üçüncü olarak, bu yaşam asla ölümün gölgesinde bulunmayan bir yaşamdır. Doğal yiyecek tarafından desteklenen doğal yaşam ölüm aracılığı ile son bulur. Ama ölüm, Mesih tarafından desteklenen ve obje olarak Mesih’e sahip olan yaşamı sona erdiremez.
Rabbin konuşması halkın imansızlığını ortaya koymuş idi (ayet 36); Yahudilerin imansızlığı (ayetler 41-42,52) ve son olarak da öğrencilerin imansızlığı ortaya çıkmış oldu. Ama yine de her şeye rağmen eğer Mesih’in beden aldığına ve öldüğüne inanmak konusunda zorluk çekiyorlar ise ölmeye giden Kişi yücelik içinde göğe alındığı zaman ne kadar çok utanacaklardır (ayetler 59-62). Doğal insan ve hatta öğrencilerdeki benlik dahi yeryüzünün ve maddesel bereketlerin üstüne çıkamaz. Beden alan ve gökten yeryüzüne gelen Mesih’i insanlar kabul edemez. Mesih’in ölüme gitmesi insan gururunu zedeler ve Mesih’in göğe yükselmesi ise insan kavrayışının ötesindedir. Tüm bu yüce gerçekler birbirleri ile bağlıdırlar. Birini reddettiğiniz takdirde tüm diğerlerini de kaybedersiniz. Bir gerçeğe inandığınız takdirde bu inanç canınızı tüm gerçeklere inanmanız için hazırlayacaktır.
Benliğin imansızlığı yalnızca bedenin hiç bir yarar sağlamadığını kanıtlar. (ayet 63) Benlik, Nikodemus ya da Tarsus’lu Saul’ün durumlarında olduğu gibi yüksek bir kontrol altında tutulsa dahi yine de Tanrının düşünce ve değerlerini anlama konusunda tamamen yetersizdir. Mesih ve O’nun sözleri aracılığı ile yaşam veren Kutsal Ruh’tur; Tanrının sözleri ve Kutsal Ruhun karakteri uyumludur. Çünkü ruhsaldırlar ve Kutsal Ruh’un çalıştığı yerlerde bu sözler yaşamdır.
Bazı kişiler ağızları ile O’nun öğrencileri olduklarını söylemişler idi ama iman etmemişler idi (ayetler 64-65). İnsanlar O’nu maddesel yararlar uğruna kalabalıklar halinde izleyebilirler ama Baba tarafından O’na verilmiş olan kişilerin dışında hiç kimse gerçekten O’na gelmedi. Baba Oğul’a çeker (ayet 44);
On İkiler
İmansız benliğin kendini göstermesi sonucu O’nun öğrencilerinin pek çoğu geri döndüler ve artık O’nun ile birlikte yürümediler. (ayetler 66-71) Halk, Yahudiler ve öğrenciler, hepsi birlikte Rabbin söylediği sözleri gerçekleştirmiş oldular. “Beden hiç bir yarar sağlamaz.” Geriye yalnızca tek bir halka oluşturan öğrenciler – On İkiler – kalır. Ve Rab onlara sorar:” Siz de mi ayrılmak istiyorsunuz?” Şükürler olsun ki Petrus’un bu soruya verdiği yanıt şöyle olur:” Rab, biz kime gidelim? Sonsuz yaşamın sözleri sendedir. İman ediyor ve biliyoruz ki Sen Tanrının Kutsalı’sın.” (JND) evet, Rabbin konuşması benliğin imansızlığını ortaya koymuştur ama aynı zamanda gerçek imanlıların imanını da onaylamış olmuştur. Eğer benlikte olan kişiler O’nu terk ediyorlar ise bu dünyada hala dindar ikrar, hali hazırda kolaylık ve refah ile onur buluyor olabilirler ama ne yazık ki sonsuza kadar yaşamın –sonsuz yaşamın- gerisinde yer alacak ve sonsuz yaşamın getirdiği tüm göksel ve sonsuz bereketlerden yoksun kalacaklardır.
Ancak yine de böyle olsa bile On İkiler’den biri olmak asla sağlam bir temele sahip olunduğunu göstermez çünkü Rabbe en yakın olan ve bu neden ile en yüksek ayrıcalık konumunda bulunan bu halka içinde de benliğin kötülüğünün en yüksek seviyeye çıkabildiğini biliyoruz. On İkiler’den biri şeytanın gücünün tamamen kontrolü altında idi öyle ki Rab ona, “onun bir iblis olduğunu” söyleyebildi. Zaman geldiğinde bu kişi Rabbi ele vererek kendisini gösterecek idi.