Bölüm 5

YASADAN KURTULUŞ KONUSUNDA LÜTFUN YOLLARI

Üçüncü bölüm bize şu konuları sunar: içimizdeki Kutsal Ruhun işleyişi aracılığı ile benliğin bir kenara bırakılması ve Mesih’in çarmıhta bizim için tamamlamış olduğu iş aracılığı ile günahın mahkum edilmesi ya da yargılanması. (Yuhanna 3:6-7, 14) Dördüncü bölüm kuyu başındaki kadının öyküsünü sunar; Kutsal Ruhun gücü ile yaşanılan yeni bir yaşam aracılığı ile günahın gücünden pratik bir şekilde kurtulmanın yolu. Böylece bunun sonucu olarak imanlı artık günaha hizmet etmeyecektir. Elçi Pavlus’un söylemiş olduğu gibi: “Yaşam veren Ruhun yasası beni ve ölümün yasasından özgür kıldı” (Romalılar 8:2).

Beşinci bölüm yasanın ilkesinden ve benliğin zayıflığından pratik kurtuluş yolunu sunar. Günahın zayıflığı insanın üzerinden kaldırılmış ve insan Tanrı Oğlunun gücü aracılığı ile kendisine yardım edemeyen yasadan kurtarılmıştır.  Bölümde dört ana kısım yer alır. İlk kısım yani yasadan kurtuluş havuz başındaki adamın öyküsü ile ortaya konur (ayetler 1-19). İkincisi, Tanrının esenliği, insanın kurtarılışı aracılığı ile yerine ulaşmıştır (ayetler 9-16). Üçüncü olarak, insanın kurtuluşunu ve Tanrının esenliğini garanti eden Kişi’nin yüceliğidir (ayetler 17-29) ve son olarak Mesih’in yüceliğine tanıklık eden farklı şahitler (ayetler 30-47).

Havuz Başındaki Adamın Öyküsü ya da Yasadan Kurtulma (ayetler 1-11)

Sihar’daki kuyunun başında geçen olay bize Tanrının, günahın gücünden kurtulma yolunu göstermek için kullanılmış idi. Beytesta havuzu şimdi Tanrının, yasadan kurtuluş yolunu sunması için kullanılır. Samiriye ve orada yaşayan bozulmuş halk ise günahtan kurtulma ihtiyacını ortaya koyar. Yeruşalim ve dindar Yahudi yasadan özgürlük ihtiyacını açıklamak için kullanılır.

Beytesta havuzunun beş eyvanı vardır. Bu eyvanların altında hepsinin de şifaya ihtiyaç duyduğu kör, kötürüm ve felçli hastalardan oluşan bir kalabalık yatardı. Bu hasta insanlar şifa veren bu havuza girme zamanının gelmesini beklerlerdi. Tanrının takdirine göre belirli zamanlarda Rabbin bir meleği suyun içine iner ve havuzu çalkalardı. Suyun çalkalanmasından sonra havuza ilk giren kişi, tutulduğu herhangi bir hastalıktan kurtulur ve şifa bereketini elde ederdi.

Daha sonra iki şey görünür hale gelirdi. Öncelikle, havuzdan elde edilen bereket söz konusu idi. İkinci önemli olan ise bu bereketin yalnızca hasta kişinin çabaları aracılığı ile elde edebileceği idi.

Bu yüzden bu havuz, yasa altındaki insan ile ilgili çarpıcı bir örnek haline gelir. Tanrının takdirinde olduğu gibi Yahudilerin yasal sisteminde de insan için bereket mevcuttur. Ancak yasa altındaki ya da Tanrının takdiri altındaki bereket yalnızca insanın kendi çabaları aracılığı ile garanti edilebilir. Ve bu çabaların ortaya konması için insandaki güç gerekir. Yasa altında, en kötü durumda olan ve bu yüzden berekete en çok ihtiyaç duyan kişi bereketi elde edecek güce en az sahip olan kişidir. Şifa bulmaya çalıştığı hastalık her ne ise onu güçten yoksun hale getirir. Otuz sekiz yıldır hasta olan ve bu hastalıktan acı çeken adamın üzücü durumu işte böyle idi.

Adamın fiziksel ihtiyaçları ile ilgili olan şey ne ise bizim için de ruhsal ihtiyaçlarımız ile ilgili olan şey aynıdır. Kurtulmaya ihtiyaç duyduğumuz günahın gücü kendi çabalarımız aracılığı ile kurtuluş elde etme gücümüzü bizden alır ve onu yok eder. Güçsüz adam çok uzun ve bezdirici yıllar boyunca bereketi elde etmek için mücadele vermiş ama bu mücadelesi boşa çıkmıştır. Sonunda bir kurtarıcıya ihtiyaç duyduğunu itiraf etme noktasına getirilmiştir.

Adamın ihtiyaç duyduğu iki şey vardı: ilki, bereketi kendi çabaları ile garantilemek için verdiği yasal mücadeleden kurtarılması gerekiyor idi. İkinci olarak ise, şimdiye kadar onu taşımış olan şey üzerinde güce ihtiyacı vardı.

Rabbin sorduğu soruya karşılık olarak verdiği yanıt şöyle olur: “Efendim, su çalkalandığı zaman beni havuza indirecek kimsem yok.” Eğer adam bu üzücü durumundan kurtarılacak ise o zaman nihai zayıflığını ve tüm çabalarının yararsızlığı nedeni ile bir Başkasına ihtiyaç duyduğunu kabul etmelidir. O zaman hemen mücadelesinden vazgeçer ve bir kurtarıcı arar. Ve bir Kurtarıcının zaten hazır olduğunu görür. Rabbin ona söylediği söz şudur: “Kalk, şilteni topla ve yürü!” Adam arzu ettiği bereketi elde etmek için şu sonuç ile kendi çabalarından kurtarılmıştır. Başka Biri’nin gücü aracılığı ile bütün kılınmış ve kendisini taşıyan şeyi taşımak için güçlendirilmiştir.

Güçsüz adam böylece Romalılar 7.bölümde tanımlanan adama çarpıcı bir örnek teşkil eder. Adamada doğru olanı yapmak için istek vardır ama gücü yoktur. Ama yine de her şeye rağmen kendisini tutkulardan kurtarmak için tüm yasal çabalarının boş olduğu görülür ve canı şöyle feryat eder: “Ne zavallı insanım! Beni kim kurtaracak?” Ve bunu söylediği zaman hemen yanında hazır duran bir Kurtarıcının olduğunu görür. Ve şu sözleri söyleyebilir: “Rabbimiz İsa Mesih aracılığı ile Tanrıya şükürler olsun!” Böylece Mesih’te bizi kendi yasal çabalarımızdan kurtaran ve bize üstün gelen şeye üstün gelmemiz için güçlendiren Biri’ni bulmuş oluruz.

Yasadan kurtulmak dediğimiz zaman bu ifadenin ne anlama geldiğini bilmek için özenli bir dikkate ihtiyacımız vardır. Yasanın ilkesi yapmış olduğumuz şey aracılığı ile üstün gelmemizdir. Romalılar 7.bölümdeki adam bu prensibe göre hareket etmek istiyor idi. Tutkularına kendi çabaları aracılığı ile üstün gelmek için mücadele etmek istiyor idi. Pratik bir şekilde yasadan kurtulmanın anlamı kendi çabalarımızdan kurtarılmamızdır. Benliğin ve günahın gücünü yenmek için verdiğimiz yorucu mücadeleden kurtarılırız. Bu kurtulma yalnızca kötü huylardan ve tutkulardan kurtulma ihtiyacı değildir, ama bunları yenmek için kendi çabalarımızdan kurtarılmaktır. Kötü huylarımız ve tutkularımız ile mücadele ederek sürekli yenilgi tatmak yerine Rabbe bakar ve O’nda bir Kurtarıcı buluruz.

Havuzdaki prensip, “Tanrı, kendisine yardım eden kişiye yardım eder” prensibidir. Ama Mesih çaresiz olduğunu kabul eden bir insana yardım ettiğini gösterir. Güç Mesih’tedir; kurtarma Kurtarıcı’nın işidir.

İnsanın Kurtarılması İle Ulaşılan Tanrı Huzuru (ayetler 9-16)

Adamın iyileşmesinden sonra şunu okuruz: “O gün Şabat günü idi.” Şabat’ın anlamı çalışmayı bırakmak ve dinlenmektir. “Yedinci güne gelindiği zaman Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi ve yaptığı işten o gün dinlendi.” (Yaratılış 2:2; Mısırdan Çıkış 20:11) Yaratılış dinlenmesi, günah tarafından ihlal edildi. Şimdi ise insan günah ve ölümün gücü altında olduğu sürece Tanrı ya da insan için dinlenme olamaz. Mesih’in işi ve gücü aracılığı ile insan günahtan kurtarılıp iyileştirildiği zaman “aynı gün” gerçek Şabat olacaktır.

Bu dinlenme yasa altındaki insanın kendi çabaları ile ulaşamayacağı bir dinlenmedir. Yasa, “şunu ya da bunu yap, o zaman yaşayacaksın” dedi; ama insan yasayı yerine getirmedi. İnsanın yasayı yerine getirme girişimi, kendi nihai zayıflığı ile birlikte yalnızca günahın kötülüğünü ortaya çıkardı ve bu nedenle insan kendi işleri aracılığı ile Tanrının dinlenmesine kavuşacak güce sahip değildir.

Ama yine de her şeye rağmen Şabat’ın gerçek anlamını bilmeyen insan dindar bir üne kavuşmak için Şabat’ın dışsal gözlemi üzerinde ısrar eder. Ama Şabat’ın dışsal gözlemi üzerinde ısrar eder iken insan dinlenmeyi ihlal eden günaha karşı tamamen kayıtsızdır. Şabat dinlenmesinin bereketi yasayı ihlal eden kişiler için değil, yasayı yerine getiren kişiler içindir. İnsan günahın varlığı ve onun sefilliği içinde dinlenmeye razı olabilir. Tanrı, günah ve sefaletin var olduğu yerde dinlenemez; O’nun kutsallığı günahın icabına bakmasını talep eder; O’nun sevgisi günahkarı kurtarması için O’nu zorlar.

İnsanın bu tür Yahudi itirazlarına yanıtı Mesih’e düşmanlık duymayan herkes için ikna edicidir. “Beni iyileştiren kişi, bana ‘şilteni topla, kalk ve yürü’ dedi.” Adamın ihtiyacını karşılamak için yeterli güce sahip olan bu Kişi ona Şabat gününde şiltesini taşıma yetkisini de verdi. Böyle bir gücün yetkisini sorgulayacak olan kişiler yalnızca kötü niyetli kişiler değil midir?

Karşı çıkan bu kişiler hemen hor gören bir tutum içinde sordular: “Sana ’şilteni topla ve yürü’ diyen adam kim?” Düşünceleri ne olur ise olsun, her şeyin altında şu sorunun gizli olduğu aşikardır: “Bu Adam kimdir?” Bu aynı soru hala sorulmaktadır: “Lütuf ve gerçek ile dolu olarak insanlar arasında yaşamak için gelmiş olan bu görkemli Kişi kimdir?” İnsan için var olan tüm bereket O’nun Kişiliğinin yüceliğinde mevcuttur ve bu konu çok bereketli bir şekilde bir sonraki ayetlerde önümüze getirilir.

İyileşen adam İsa’nın kim olduğunu bilmiyor idi. Çünkü İsa o ülkeden bir yabancı olarak geçiyor idi ve o yerdeki kalabalığın arasından ayrılıp gitmişti. İsa bu ulusu bereketlemek için orada kalmadı çünkü bu halk O’nu zaten reddetmiş ve O’na karşı çıkmış idi. O, kurtarmak için koyunlarını arıyor ve onları bu ulusun dışına çağırıyor idi. Ve böylece Rab daha sonra iyileşmiş olan adamın peşinden gitti ve onu tapınakta buldu. Öyle görünüyordu ki adamın yüreği, almış olduğu bereketler aracılığı ile yumuşamıştı ve bu nedenle hemen Tanrıyı övmek için tapınağa gitmiş idi. Rab onu bedenin hastalığının arkasında olan günah konusunda uyarır ve bu günahın getireceği kötü sonuçlardan söz eder.

Adam hemen bulunduğu yerden ayrılır ve Yahudilere kendisini iyileştirenin İsa olduğunu anlatır. Adam Yahudilerin kötülüğünü bilmediği için büyük bir olasılık ile safça hareket eder ve onların da bu harika Kişi’yi tanımak isteyeceklerini düşünür. Adamın İsa’nın yaptığı mucizeden çok etkilenmiş olduğu belli idi çünkü iki kez bundan söz etti (ayetler 11,15). Yahudiler Şabat günü ile ilgili kibirlerini uygulamak ile meşguldüler. “İşte bu neden ile O’nu öldürmek için daha çok gayret sarf ettiler çünkü İsa Şabat günü düzenini bozmuş idi.”

İnsanı Kurtaran ve Tanrının Dinlenme Gününü Güvencede Tutan Kişi’nin Yüceliği (ayetler 17-31)

Yahudiler ona, “Sana ’şilteni topla ve yürü’ diyen adam kim?’ “diye sordular. Şimdi biz, günahın gücünden kurtaran ve yasanın esaretinden özgür kılan ve Tanrının dinlenmesini getiren bu Adam’ın yüceliğini görmek üzereyiz. Eğer O’nun yüceliği sergilenecek ise bu tamamen Oğul’u onurlandırmak içindir.

17-19.ayetlerde bu konuyu Rabbin şu sözler ile açtığını görürüz. “Babam hala çalışmaktadır, ben de  çalışıyorum.” Bu sözler bizim anlayabileceğimiz en derin anlama sahip olan sözlerdir çünkü Mesih’in Oğul olarak sahip olduğu yüceliği açıklarlar ve böylelikle Yahudilerin O’nun Şabat günü çalışmasına yaptıkları itirazı yanıtlamış olurlar. Aklımıza Babanın ve Oğlun işlerinin ne olduğuna dair bir soru gelebilir. Dünyanın tarihi boyunca insanların işleri şiddet ve bozulma tarafından karakterize edilmişlerdir. İnsanın en büyük gücü ne yazık ki yaşamda yıkıma neden olaylarda görülür. Yeruşalim’deki bu olay insan işlerinin özelliğini kanıtlar çünkü Yahudiler o sırada İsa’nın ölüm yatağından kaldırdığı bir adam nedeni ile İsa’yı öldürmek istiyorlar idi. İnsanın işleri ile Baba ve Oğul’un işleri birbirlerine zıttırlar. Baba ve Oğul insanları ölümden diriltmek ve onlara yaşam ve bereket vermek isterler.

Ayrıca, Baba “hala” çalışmaktadır. Babanın, yalnızca Oğul dünyaya geldiği zaman açıklandığı doğrudur. Ama zamanın başlangıcından beri Tanrının dünyada yapmış olduğu her şeyin arkasında şimdi Babanın elini görebiliriz; Baba insanı günah ve ölümün baskısından kurtarmak için yüreğindeki amaç ve lütuf ile uyumlu olarak çalışır. Babanın işini şöyle izleyebiliriz: Aden bahçesinde yaratılışın dinlenmesi sırasında günahın işlendiği anda verilen vaatte O’nun işini görebiliriz. Habil ve Hanok ile olan ilişkisi; tufan olayı; peygamberlerin söylediklerinde olduğu gibi atalara verilen vaatlerde de Babanın işleri görülebilir.

Ve sonra Rab şu sözleri ekler: “Ben de çalışıyorum.” Bu sözleri, O’nun Kişiliğinin yüceliğini ortaya koyarlar. Ve Yahudiler haklı olarak Rabbin bu sözlerini O’nun “Kendisini Tanrı ile eşit tuttuğu” şeklinde anlar ve yorumlarlar. Bu sözler O’nun tanrılığının ifadesi idiler ve böylelikle O’nun Kişiliğinin yüceliğini açıklıyorlardı. Bu sözler, Oğulun Baba ile eşit olduğunu gösteriyorlardı; Baba ne yapıyor ise Oğul da aynısını yapıyor idi. Ayrıca Oğul Babadan bağımsız olarak çalışmıyor idi; yapılan her şey aynı düşünce ve sevgi tarafından mükemmel bir fikir birliği içinde yapılıyor idi çünkü “Baba Oğul’u sever ve yaptıklarının hepsini O’na gösterir. Ama yine de her şeye rağmen İnsan olmuş olan Rab doğru ve mükemmel olan her şeyi bu durumda muhafaza etme konusunda özen gösteriyor idi. Böylelikle Kendi yüceliğini Babanın yüceliği ile eşit tutmasına rağmen yine de “Oğul, kendiliğinden hiç bir şey yapamaz” diyebiliyor idi. İsa, Baba ile eşit olmasına rağmen O, her şeyi Babadan alıyor idi. Kutsal Kişilerin eşitliği Kutsal Kişiler arasında –sanki iki ayrı Tanrı varmış gibi – bağımsızlık olduğu anlamına gelmez. Gücü her şeye yeten ve en üstün olan iki varlık olması imkansızdır. Rab bu yüzden şu sözleri söyleyebiliyor: “Baba ne yaparsa Oğul da aynı şeyi yapar.” “Oğul, Babanın yaptıklarını görmedikçe kendiliğinden bir şey yapamaz” ifadesindeki gerçek, bize Oğul’un yaptığı her şeyin Babanın yaptıkları olduğunu net bir şekilde bildirmektedir. Eğer Yahudiler Oğul’u görmüşler ise o zaman Baba’yı da görmüşlerdir. Ve eğer Oğul’u reddetmişler ise o zaman Baba’yı da reddetmişlerdir. Buradaki bölüm yalnızca Oğul’un yüceliğini sunmak ile kalmaz ama aynı zamanda bize Rab İsa’nın yaptığı her şeyi Babasını temsil etmek için yaptığı anlatılır. 4.bölümde sonsuz yaşam veren diri suların kaynağı tarafından Baba’ya götürülürüz ve tapınırız.

“Baba Oğul’u sever.” (ayet 20) Bu ifade Babanın sevgisini göstermek için yeterli olan Biri’nin yeryüzünde var olduğunu gösterir. Babanın bir kutsalı sevdiğini söylemek – kutsalların en büyüğünü bile – ne kadar doğru da olsa Babanın sevgisinin yüceliğini yeterince ortaya koyamaz. İnsanlar, genellikle sevdikleri objelerin küçüklüğü aracılığı ile sevgilerinin yoksulluğunu kanıtlarlar. Sevginin objesi ne kadar büyük ise sevginin karakteri de aynı derecede büyüktür. Oğul’da her ahlaki kalite mükemmel olarak mevcuttur. Babanın sevgisi öylesine büyüktür ki Oğul’dan başka herhangi bir obje ile asla tatmin olamaz.

Sonra Oğul’un yüceliği bir başka şekilde gösterilir. O’nun işleri O’nun yüceliğini beyan eder. Tanrı Oğlu suyu şaraba çevirmiş, saray memurunun oğlunu iyileştirmiş ve havuz başındaki kötürüm adamı ayağa kaldırmıştır. Bunlar insanın yeryüzündeki bereketi ile bağlantılı olan işlerdir. Ama yine de her şeye rağmen Babanın Oğul için hazırlamış olduğu ölüm sınırlarının ötesine geçen ve sonsuz yaşam ile bağlantılı olan daha büyük işleri vardır.

21-23.ayetlerde Rab, daha büyük işlerin diriliş işi, yeniden yaşam verme işi (ruhsal olarak diri hale getirmek) ve yargılama işi olduğunu göstermek için sözlerine devam eder. Bu daha büyük işler tüm insanları- hem imanlıları hem de imansızları – etkileyecektir. İmanlılar diriltilecek ve yaşayacaklardır. Rabbin konuşmuş olduğu imansızlar ve O’na karşı çıkan Yahudiler O’nun yargısı altında kalacaklardır.

Dirilme ve Ölüm

Diriltmek, yaşam vermektir – Tanrı için yaşanan bir yaşam. Ruhsal anlamda, bir imanlı şimdiden diriltilmiştir. Tanrının önünde ruhsal açıdan ölü olarak bulunduğu bir konumdan dışarı alınmış ve Tanrı önünde bilinçli olarak diri hale getirilmiştir. (Koloseliler 2:13) Ayrıca, diriltilmek yalnızca imanlının canına işaret etmez. Ama aynı zamanda Mesih’in geldiği zamanda, ölümsüzlüğü giyinmek için ölümden tamamen kurtarılacak olan ölümlü bedene de işaret eder. (Romalılar 8:11; 1.Korintliler 15:33) İmansızlar ölümden dirileceklerdir ama sonsuz yaşam için ölümsüzlüğü giyineceklerinden söz edilmez.

Eğer insanlar Yahudiler gibi Oğul’un Baba ile eşit olduğu onurunu reddedecek olurlar ise o zaman O’nu Yargıçları olarak onurlandırmak durumunda kalacaklardır çünkü karşılaşacakları Kişi Oğul değil Yargıç konumunda olacaktır. O’nu Oğul olarak reddetmek, bereketi kaçırmaktır: O’nun ile Yargıç olarak karşılaştıkları zaman felaketlerini mühürlemiş olacaklardır. Ama Baba Oğlunun ya Oğul ya da Yargıç olarak onurlandırılmasını talep etmektedir. “Tüm insanların Oğul’u onurlandıracakları” beyan edilmiştir. Yeni bir yaşamın gücü içinde diriltilmiş olan canlar O’na Oğul olarak sahip olmaktan zevk alacaklardır. Kötüler ise O’na yargılayan Oğul olarak sahip olmak zorunda kalacaklardır. Ayrıca, yargılanma nedenleri yalnızca Oğul’u reddetmeleri değil ama aynı zamanda Baba’yı da reddetmeleri olacaktır. “Oğul’u onurlandıran O’nu gönderen Baba’yı da onurlandırır.”

24.ayette Rab, ahlaki ve fiziksel ölümler arasındaki farkı belirtir. Ölümün en önemli gerçeği ayrılıktır. Bu ayrılık fiziksel ölümdeki can ve bedenin ayrılığı ya da ahlaki ölümdeki Tanrı ve insan arasındaki ayrılıktır. Rab, 24-27.ayetlerde öncelikle ahlaki ölümden söz eder. Suç ve günahları yüzünden Tanrının önünde ölü olan bu kişilerin ve O’nun sözünü işiterek O’nu gönderen Baba’ya iman edenlerin nasıl diriltilebileceklerini gösterir. Onlar yalnızca yargıdan kurtulmak ile kalmazlar ama aynı zamanda yaşama sahip olurlar ve bu yaşamı elde etmek ile Tanrının önünde ölü olma konumundan çıkmış olurlar. Onlar “ölümden yaşama geçerler.” (JND)

Burada günahkarın işitme ve iman etme sorumluluklarını görüyoruz ama 25-26.ayetler bundan ziyade şu gerçeği sunarlar: Oğul’un ahlaki açıdan ölü olanları dirilten egemen eylemi ve bunun sonucunda Oğul’un sesini duyar ve yaşarlar.

Tanrı Oğlu’nun sesini işitmek, yalnızca Rab tarafından söylenmiş olan bazı belirli sözleri işitmek anlamına gelmez. Elçilerin İşleri 13:27 ayetinde Yeruşalim halkının her Şabat günü peygamberlerin sözlerini işittiklerini öğreniyoruz. Ama buna rağmen yine de “peygamberlerin sesini” tanımıyorlar idi. Bu durumda aşikar olan sözleri işitebiliriz ama sesi duyamayabiliriz. Yine 1.Korintliler 14:10 ayetinde şunu okuruz: “Kuşkusuz dünyada çeşit çeşit diller vardır ve hiç biri de anlamsız değildir.” O halde ses, sözlerin gerçek anlamıdır. Ses, yani sözlerin içerdiği mesaj. Tanrı Oğlunun sesinin önemi seven Tanrının açıklamasıdır; Tanrı sevgisi insana egemen lütuf ile davranır. 

Böylece ses, bir Kişi tarafından verilen tanıklığın özel ve eşsiz şeklidir. Peygamberler tanıklıkları açısından eşsiz olan bir sese sahiplerdi. Vaftizci Yahya kendisinden bir “ses” olarak söz eder; onun tanıklığında eşsiz olan da budur. Bu neden ile görüyoruz ki, Tanrı Oğlunun sesi tamamen eşsizdir ve O’nun koyunları O’nun sesini işitirler. (Yuhanna 10:3)

Tanrı Oğlunun eşsiz sesinin önemi işitildiği zaman kişi yaşama kavuşur. “İşitenler yaşayacaktır.” Bu kişiler ölüm bölgesinden çıkıp Tanrının bilindiği yaşam bölgesine geçerler.

Ayrıca, İnsanoğlu yargı infaz etme yetkisine sahiptir. İnsanlar Mesih’i Tanrının Oğlu olarak reddederler ve O’nu Tanrının Oğlu olarak öldürmek isterler. Ama Tanrı O’nu reddedenleri O’nu hem Tanrının Oğlu hem de İnsanoğlu olarak onurlandırmalarını sağlayacaktır. Bu yalnızca yargı anında gerçekleşebilir; onlar o zaman reddetmiş oldukları Mesih’i göreceklerdir. Bu neden ile O, hem tanrı Oğlu hem de İnsanoğlu olarak yargı uygulayacaktır (ayetler 22,27).

24’ten 27’e kadar olan ayetlerde Tanrı Oğlunun sesini işitmenin şimdiki etkisini okuruz. Bu etki, yaşama kavuşturan bir etkidir. 28-29.ayetlerde sesin karakteri ve etkisi farklıdır. Ölüleri mezarlarından kaldırmak gerçek bir fiziksel etki olacaktır. Ahlakın, Tanrı için her zaman öncelik taşıdığı söylenir ve bunu fiziksel olan izler. 25.ayette imanlılardan söz edilen kısımda şu sözleri okuruz: “İşitenler yaşayacaktır.” Burada 29.ayette hem imanlı hem de imansızlardan söz edilir; yaşam hakkında hiç bir şey söylenmez – yalnızca O’nun sesini işitenler “ortaya çıkacaklardır.”

İki Diriliş

İki diriliş vardır, birincisi yaşamak için diriliş, ikincisi ise yargı için diriliş. Bizim hangi dirilişte yer alacağımız hakkındaki soru burada ahlaki temellere bağlı kılınmıştır – iyilik yapmak ya da kötülük yapmak. Bu konu burada iman ya da imansızlık temeli üzerinde yer almaz. Tanrıya güvenmeyen bir insanın iyilik yapamayacağı doğrudur. Ve aynı zamanda Tanrının “iyilik yapmak” olarak adlandırdığı şey insanın “iyilik yapmak” olarak düşündüğü şeyden farklı olabilir.

Hem “yaşam” hem de “yargı” diriliş gerektirirler. Eğer yaşam kendi uygun alanı içinde görülecek ve yaşamdan kendi uygun alanı içinde zevk alınacak ise o zaman bedenin ölümden diriltilmesi gerekir. Eğer insan yargılanacak ise onun da ölümden diriltilmesi gerekir. Diriliş, Mesih’in yüceliğinin beyan edilmesi için bir gerekliliktir.

Mesih’in Yüceliğine İlişkin Farklı Tanıklıklar (ayetler 30-47)

Bölümde bu konu ile ilgili Rabbin, Kişiliğinin yüceliği hakkında çeşitli tanıklıklar sunduğunu görürüz. Bu tanıklıklar Mesih’i reddeden kişileri özürsüz hale getirirler. Burada Rabbin, Kendisi hakkındaki tanıklığı da mevcuttur. Bu, tanıklık yalnızca kendi zihninin düşüncelerine göre konuşan ve hareket eden bir kişinin ya da kendi iradesinin ardından giden birinin tanıklığı değil idi. Mükemmel bir şekilde bağımlı olan bir İnsan yerine geçen Biri’nin tanıklığı idi. Bu konumuna razı olduğu için Kendiliğinden hiç bir şey yapamaz idi. (ayetler 30-31). Bu tanıklığın arkasında Baba ile ve Baba’ya bağımlılık ile yapılan paydaşlığın gizli yaşamı mevcut idi. İsa, bu neden ile şu sözleri söyleyebildi: “ Ben Kendiliğimden hiçbir şey yapamam. İşittiğim gibi yargılarım ve benim yargım adildir. Çünkü amacım Kendi istediğimi değil, beni gönderenin istediğini yapmaktır.” O’nun yargısını şekillendiren insanlardan işittikleri değil idi, Kendi istediğini de yapmıyor idi. Yargılarımız genelde çok fazla kusurludur çünkü zihinlerimiz insanlar tarafından etkilenir ve kendi isteklerimizin işleyişi tarafından yönetilir.

Yine de her şeye rağmen O’nun Kendisi hakkındaki tanıklığı ne kadar mükemmel olur ise olsun yasa uyarınca tek başına yeterliliğe sahip değil idi. Yasa, “iki kişinin tanıklığı geçerlidir” der. Biri şöyle demiştir: “Bir kişinin tanıklığı doğru ya da geçerli olabilir – kesinlikle! -en az iki tanıklıkta olduğu kadar kendi başına da doğru olabilir. Ama diğer kişiler açısından aynı şekilde doğru olmayabilir ve onay gerektirebilir. İşte bu yüzden O’nun yargısı adil ve motifleri saf olmasına rağmen O, insanlardan yalnızca Kendi tanıklığına inanmalarını istemez.

Rab, bize bu neden ile dört başka tanık daha verir:

Birincisi, Vaftizci Yahya’nın tanıklığı (ayetler 32-35)
İkincisi, Kendi işlerinin tanıklığı (ayet 36)
Üçüncüsü, Baba’nın tanıklığı (ayetler 37-38)
Dördüncüsü, Kutsal yazıların tanıklığı (ayet 37)

1.Vaftizci Yahya’nın Tanıklığı (ayetler 32-35)

Yahya, Mesih’e ve gerçeğe tanıklık etti ve tanıklığı gerçek idi. Rabbin insan tanıklara ihtiyacı yok idi ama Yahudilerin kurtulmalarını sağlamak için onlara lütuf ile davrandı ve Yahya’nın tanıklığını öne çıkardı. Yahya, kendi döneminde karanlığın ortasında “yanan ve parlayan bir ışık” idi ve Mesih’in gelişinin habercisi idi. Ve insanlar Yahya’nın ışığında bir süre için sevinmeye istek duydular. Çünkü onu bir peygamber olarak kabul ettiler. (Luka 20:6)

2.Baba’nın Tamamlaması için O’na vermiş Olduğu Daha Yüce İşler (ayet 36)

Yuhanna’nın müjdesinde Vaftizci Yahya’nınkinden daha büyük işlerin yüce belirtilerini görürüz; bunlar Baba’nın işlerinin tamamlandığı işlerdir (ayet 17) ve Tanrı tarafından gönderilmiş olan Kişi’nin yüceliğine tanıklık ettiler.

3.Baba’nın Tanıklığı (ayetler 37-38).

Ayrıca, Baba, O’nun yüceliğine doğrudan tanıklık etmiştir. O’nun vaftizi sırasında gökten gelen ses şu sözleri söylemiş idi: “Bu, benim sevgili Oğlum’dur ve O’ndan hoşnudum.” Karşı çıkan kişiler açısından bu tanıklık bir şey ifade etmeyebilir idi. Konuşan Baba olmasına rağmen onlar O’nun sesini daha önce asla işitmemişler idi. Tanrı konuştuğu anda bu kişiler bunu yalnızca gök gürültüsü olarak algıladılar. Öyle anlaşılıyor ki, onların yüreklerinde Tanrı sözüne yer yok idi. Çünkü onlar tanrının göndermiş olduğu Kişi’ye iman etmediler.

4.Kutsal Yazıların Tanıklığı (ayetler 39-40)

Son olarak kutsal yazıların tanıklığını görüyoruz; Yahudiler kutsal yazılarda yaşam ve bereket bulacaklarını düşünerek onlar ile övünürler idi. Yahudilerin kutsal yazıları araştırmaları elbette iyi bir şey idi çünkü onlar Mesih’e tanıklık ediyorlar idi. Ama ne kadar üzücüdür ki, Yahudiler kutsal yazılar ile övünmelerine rağmen yine de kutsal yazıların söz ettiği ve bereket ve yaşamın yalnızca Kendisinde bulunduğu Kişi’ye gelmediler. Rab bu konuda onlar hakkında ne yazık ki, “gelemeyeceksiniz” değil, “gelmeyeceksiniz” der. İnsanın suç ve günahlar içinde ölü olduğu ve gelemeyeceği doğrudur ve yine aynı şekilde insanın günahları içinde eşit derecede diri olduğu ve gelmeyeceği de doğrudur.

Rab, insanları Kendisine gelmeleri için davet eder iken amacı, insanlar tarafından onurlandırılması değil ama insanın Tanrı tarafından bereket elde edebilmesi için idi. Mesih’e gelmeyişleri ile ilgili gerçek onların bulundukları durumu ortaya koyuyor ve Tanrının sevgisinin onlar için hiç bir şey ifade etmediğini kanıtlıyor idi. Onların yüreklerinde Tanrı sevgisine yer yok idi. (ayetler 41-42)

Rab, Baba’nın adı ile gelmiş ve Baba’nın yüreğindeki sevgiyi sunmuş idi. (ayet 43) Onlar Mesih’i kabul etmemek ile Baba’nın yüreğindeki sevgiyi açıklayan bir tanıklığı reddetmişler ve kendi yüreklerindeki bencillik ve kötülüğü nihai bir şekilde mahkum etmiş olmuşlar idi. Mesih’in bu reddedilişi kendi adı ile gelecek olan Mesih karşıtının korkunç etkisini onlara gösterecek idi. Mesih karşıtı insanın yücelik, güç ve görkem için duyduğu arzuya hitap edecek ve onların günahlı konumları hakkında hiç bir sorgulamada bulunmayacaktır. Mesih karşıtı insanda ahlaki bir değişiklik talep etmeyecek ama yalnızca güç ve görkem için kendisine teslim olmalarını isteyecektir. İmansız kişilerin yüreklerine çok uygun olan bu kişi kabul edilecektir.

Ayet 44 onların düşük ahlaki durumlarının Mesih’e iman etmelerini ve gerçeği kabul etmelerini imkansız kıldığını gösterir. İnsanlardan onur ve değer görmek istemeleri onların günahkarlar olarak aşağıdaki konumlarına geçmelerine ve gerçek durumlarını kabul etmelerine ve bu yüzden de Tanrıdan bereket ve onur almalarına engel oldu.

Güvendiklerini söyledikleri Musa aslında onları suçlayan kişi idi (ayetler 45-47). Eğer Musa’ya gerçekten inansalar idi, o zaman Mesih’e de iman ederler idi çünkü Musa Mesih hakkında yazmış idi.

Rab bu konuya Musa’nın yazdıklarının önemine ve değerine çarpıcı bir tanıklıkta bulunarak son verir. Rab, Musa’ya verilen sözlere Kendi sözleri kadar değer verir. Musa’nın sözleri yazılı idi; Kendi sözleri ise henüz yazılı değil idi. Musa’nın yazdıkları ve Rabbin sözleri eşit derecede tanrısal yetkiye sahip idi ama esin ile yazılmış olanın kalıcı değeri canlı ses tarafından esin ile söylenmiş olandan daha yücedir.