Yasa’nın Tekrarı 12
Şimdi harika kitabımızın yeni bir kısmına başlamak üzereyiz. İlk on bir bölümde yer alan konular itaat ile ilgili tüm önemli konuların temelini içerirler; biz şimdi halkın ülkeye sahip olup oraya yerleştiği zaman edinecekleri alışkanlıkların ve izleyecekleri yolların pratikteki uygulamasının nasıl olması gerektiğine dair konular ile ilgileneceğiz. “Atalarınızın Tanrısının mülk edinmeniz için size verdiği ülkede yaşamınız boyunca uymanız gereken kurallar ve ilkeler şunlardır.” Yasanın Tekrarı 12:1.
Burada yüreğin ve vicdanın tanrısal otorite ile ilgili olarak – detaylar hakkında herhangi bir soruya gerek kalmaksızın – doğru tutuma getirilmesinin gerekmesi çok büyük bir manevi önem taşır. Yüreğe Tanrı sözünün üstün yetkisine tam ve mutlak bir teslimiyet ile boyun eğmesi öğretildiği zaman yürek bu doğru ve uygun duruma gelecektir.
Şimdi daha önce ilk on bir bölümdeki çalışmalarımızda olduğu gibi yasayı veren Musa İsrail’in yüreğini bu çok elzem konuma yönlendirmek için büyük bir gayret ve sadakat ile uğraşır. Bu konudan insanların alışık oldukları şekilde söz edecek olur isek Musa şöyle hissetti: Canın en derin yerlerinde tüm maneviyatın önemli temeli tam olarak bina edilinceye kadar pratik detaylar ile ilgili konulara girmenin bir anlamı ya da değeri yok idi. Tüm imanlılar olarak yüreklerimize uyarlamamız gereken ilke şudur: Tanrı sözünün yetkisine kesin olarak boyun eğmek insanın sorumlu tutulduğu görevidir. Sözün ne olduğu ya da bu sözün değerinin ne olduğunu anlayıp anlayamadığımız hiç bir şekilde önemli değildir. Bu düşüncedeki tek büyük, en önemli ve kesin sonuca sahip nokta şudur, Tanrı konuşmuş mudur? Eğer Tanrı konuştu ise bu tamamen yeterli bir kanıttır. Artık bundan sonra daha fazla soru sorulmasına gerek yoktur.
Bu noktaya kadar temel ya tamamen bina edilmiştir ya da aksine yürek doğrudan bu gerçeğin tam manevi gerçeği altına getirilinceye kadar ayrıntılara değinmek gibi bir koşul içinde değilizdir. Eğer öz iradenin işlemesine izin verilir ise, eğer kör mantığın konuşmasına müsaade edilir ise o zaman yürek sonsuz sorgulamalarını iletmeye devam edecektir; her tanrısal kurum önümüze getirildiği gibi bazı yeni zorluklar da basit itaat yolunda engelleyici taşlar olarak kendilerini ortaya koyacaklardır.
Şöyle denebilir:” Ne? Mantığımızı kullanmamamız mı gerekiyor? Eğer böyle ise o zaman biz neden mantık verildi?” Bu sorulara çift yönlü bir yanıtımız olacak. Öncelikle ilk planda değineceğimiz gerçek şudur: Mantığımız bize ilk günaha düşmeden önce verilmiş mantık ile aynı değildir. Mantığımıza günah girdiğini hatırlamamız gerekir; insan düşmüş bir yaratıktır. İnsanın mantığı, insanın yargısı, insanın anlayışı ve tüm manevi varlığı tam bir enkazdır. Ve ayrıca bunun da ötesinde insanın enkaz haline gelmesinin ve mahvolmasının nedeni Tanrının sözünü ihmal etmiş ve o söze aldırmamış olmasıdır.
Ve sonra ikinci planda aklımızda tutmamız gereken önemli nokta şudur: Eğer mantık sağduyulu bir durumda olmuş olsa idi o zaman bu sağduyusunu Tanrının sözüne boyun eğerek kanıtlaması gerekir idi. Ama mantık sağduyulu değildir; kördür ve nihai şekilde sapmıştır; mantığa, ruhsal, tanrısal ya da göksel konularda bir an için bile güvenilemez.
Eğer bu basit gerçek tam olarak anlaşılsa idi binlerce soru yanıtlanmış ve binlerce zorluk uzaklaştırılmış olacak idi. Tüm imansızlığın kaynağı mantıktır. Şeytan insanın kulağına şöyle fısıldar: “Sana mantık ihsan edilmiş; o halde neden onu kullanmayasın ki? Mantık sana onu her konuda kullanman için verildi; mantığının kavrayamadığı hiç bir şeye önem vermemen gerekir. Bir insan olarak her şeyi mantığın ile test etmeye hakkın olması gerekir. Yalnızca bir akılsız ya da ahmak önüne konan her şeyi kör bir teslimiyet ile kabul eder.”
Bu tür sinsi ve tehlikeli önerilere karşı verilecek yanıtımız ne olmalıdır? Çok basit ve sonuç getirecek bir yanıt, yani şu olmalı: Tanrı sözü hem mantığın üzerinde hem de ötesindedir; Tanrı nasıl yaratığın ve yerin üzerindeki göğün üzerinde ise Tanrının sözü de aynı şekilde mantığın üzerinde ve ötesindedir. Bu yüzden, Tanrı konuştuğu zaman tüm mantıkların yer ile bir olmaları gerekir. Eğer söz yalnızca insanın sözü, insanın fikri ya da insanın yargısı olsa idi o zaman mantık kendi güçlerini kullanabilir idi; ya da daha öz konuşacak olur isek söylenen her şeyi yalnızca tek bir ölçüt ile yani Tanrının sözü ile yargılamamız gerekir. Ama eğer Tanrının sözü hakkında mantık söze koyulacak olur ise o zaman can kaçınılmaz olarak ateizmin dehşet verici siyahlığından ortaya çıkan imansızlığın koyu karanlığına batacaktır. O halde hatırlamamız gerekeni tek bir sözcük ile söyleyelim; evet, manevi varlığımızın en derin yerlerinde can için tek güvenilir zeminin Tanrı sözünün yetkisi, tanrısal görkemi ve tam yeterliliğidir. Musa’nın İsrail’in yüreğine ve vicdanına hitap eder iken ilgilendiği zemin de burası idi. Musa’nın konuşmasındaki en önemli konu halkı, tanrısal yetkiye tam ve kusursuz bir boyun eğişe yönlendirmek idi. Bu olmadığı takdirde hiç bir şeyin yararı yok idi. Eğer her konum, her yargı, her kural ve her kurum insan mantığının eylemine boyun eğmiş olsa o zaman tanrısal yetkiye, kutsal yazılara, kesinliğe ve esenliğe veda etmek gerekir idi. Ama öte yandan, can Tanrının Ruhu tarafından Tanrı sözünün yetkisinin mutlak ve sorgusuz teslimiyetine hoş bir tutum ile yönlendirildiği zaman Tanrının her bir yargısı, her bir buyruğu, O’nun Kutsal Kitabının her cümlesi doğrudan Tanrıdan olarak kabul edilir. Ve en basit buyruk ve kural O’nun yetkisinin önemi ile değerlendirilir. Bizler her statü ve yargının anlamını tam olarak kavramaya muktedir olamayabiliriz; ama mesele bu değildir; mesele, bu statü ve yargıların Tanrıdan geldiklerini bilmemizin yeterli olacağıdır. Tanrı konuşmuştur ve asıl olan budur. Bu önemli ilke kavranana ya da cana tam olarak hakim oluncaya kadar hiç bir şey gerçekleşemez. Ama bu ilke tam olarak anlaşıldığı ve ona boyun eğildiği zaman tüm gerçek maneviyatın sağlam temeli atılmış olur.
Düşüncenin önde giden çizgisi okuyucuya şimdi önümüzde açık olan bölüm ile kitabın bundan sonraki bölümü arasındaki bağlantıyı değerlendirme imkanı verecektir. Ve yalnız bu kadar da değil ama aynı zamanda biz de 12.bölümün ilk ayetlerinin özel yerini ve içeriğini anlaması için okuyucuya yardımcı olacağına güveniyoruz.
“Topraklarını alacağınız ulusların ilahlarına taptıkları yüksek dağlardaki ve tepelerdeki bol yapraklı her ağacın altındaki yerleri tümü ile yıkacaksınız. Sunaklarını yıkacak ve dikili taşlarını parçalayacak, Aşera putlarını yakacak ve öbür putlarını parça parça edeceksiniz. İlahlarının adlarını oradan sileceksiniz.” Yasanın Tekrarı 12:2,3.
Ülke Yehova’ya ait idi; onlar O’nun altında ve O’nun kiracıları idiler ve bu nedenle ülkeyi mülk edindikten sonraki ilk görevleri eski putperestliğin her izini ortadan kaldırmak idi. Bu görevin mutlak şekilde yerine getirilmesi gerekiyor idi. İnsan mantığına göre diğer insanların inançlarına karşı böyle hoşgörüsüz ve katı bir şekilde hareket etmek yanlış görünebilir ama biz bir an bile tereddüt etmeksizin şu yanıtı verebiliriz: evet, bu tutum hoşgörüsüz ve katı idi, çünkü tek gerçek ve diri Tanrı tüm sahte ilahlara ve sahte tapınmalara başka türlü karşılık veremez idi. Bir an için Tanrının Kendi ülkesindeki ilahlar tapınılmasına izin verdiğini varsayalım; bu, Tanrının, Kendisini inkar etmesi yani küfür anlamına gelir idi.
Bu nokta yanlış anlaşılmasın. Dünyaya tahammül eden Tanrı’dır; bunu sonsuz merhameti ile yapar. Gözlerimizin önünde olan nerede ise altı bin yıllık dünya tarihine baktığımız zaman bunu görmemiz zor değildir. O’nun kutsal adına sonsuza kadar övgüler olsun ki Tanrı dünyaya Nuh’un günlerinden beri tahammül etmektedir ve bu tahammül ettiği dünya O’nun biricik sevgili Oğlu’nu çarmıha germe suçu ile lekeli bir dünyadır.
Tüm bunlar boştur, ama bölümümüzde ortaya konan önemli ilkeden hiç söz etmeden konuya devam eder. İsrail’in öğrenmesi gereken önemli nokta şudur: onlar Rabbin ülkesini mülk edinecekler idi ve O’nun kiracıları olarak ilk ve kaçınılmaz görevleri putperestliğin her izini yok etmek idi; onlar için önemli olması gereken yalnızca “tek Tanrı” idi; O’nun adı ile çağrılıyorlar idi. O’nun halkı idiler ve O, halkının kötü ruhlar ile paydaşlık etmesine izin veremez idi. “Tanrın olan Rabbe tapınacak ve yalnız O’na kulluk edeceksin.”
Çevrelerindeki sünnetsiz ulusların yargılarına göre bu tutum çok katı, bağnaz, dar zihniyetli ve hoşgörüsüz idi. Onlar tapınmalarında “pek çok ilahı ve pek çok rabbi” kabul eden bir platformda idiler ve bu özgürlük ve görkemleri ile övünüyorlar idi; onların düşüncesine göre her birey inanç konusunda kendi seçimini yapmalı ve kendi tapınma objelerini belirlemeli ve kendi tapınma şekillerine karar verebilmeliydiler. Ya da bunlara ek olarak şu türde düşüncelere sahip olabilirler idi; çok daha ileri bir uygarlığa sahip olan Roma’da putperestlerin ilahlarına tapınılacak yerler vardı ve ilahlara sunaklar dikilebiliyor idi. “Eğer insanın kendisi tutumunda içten ise o zaman inancının ve tapınma objesinin ne olduğunun ne gibi bir önemi olabilirdi ki? Sonunda her şeyin doğru olacağı kesin idi; burada herkes için önemli olan maddesel sürece katılmak, bireylerin ilgilerini garanti altına almanın en güvenli yolu olan ulusal refaha yardımcı olmak idi. Elbette herkesin bir inanca sahip olmaya hakkı vardır ama bu inancın şekli önemlidir. Asıl konu inancının ne olduğu değil, senin ne olduğundur.”
Tüm bunların dünyasal zihnin hayran kalacağı düşünceler olduğunu algılamamız zor değildir. Ve bu tür düşünceler sünnetsiz uluslar arasında çok rağbet görmektedir. Ama konu İsrail’e gelince, onun şu buyruğu içeren cümleyi hatırlaması gerekiyor idi, “Tanrın olan Rab tek Tanrı’dır.” Ve yine başka bir ayet: “Benim önümde başka ilahlara tapmayacaksın.” İsrail’in inancının böyle olması gerekiyor idi; tapınmalarının platformu Yaratıcıları ve Kurtarıcıları olan tek gerçek ve diri Tanrı gibi açık ve dikkatli olması gerekiyor idi. Her gerçekten tapınan sünnetli topluluğun her üyesi yüce ve kutsal ayrıcalığının İsrail’in Tanrısına ait olmak olduğunu biliyor idi. İsrail halkının çevresinde bulunan sünnetsiz ulusların düşünce ya da gözlemleri ile ilgilenmemesi gerekiyor idi. O ulusların değeri ne idi? Bir tüyün ağırlığından daha az. İsrail’in Tanrısının sünnetli halkı üzerindeki talepleri konusunda ne bilebilirlerdi? Yalnızca hiç bir şey. İsrail’in inanç platformunun uygun genişliği konusunda karar verebilecek kapasiteye sahipler miydi? Kesinlikle değiller idi. Bu konuda kesinlikle hiç bir bilgiye sahip değiller idi. Bu nedenle onların düşünceleri, mantıkları, iddiaları ve itirazları bir an için bile dinlenmeyecek kadar değersiz idi. İsrail’in bağlı olduğu tek basit görev Tanrının sözünün üstün ve mutlak yetkisine boyun eğmek idi. Ve bu söz onlara Tanrının altındaki kiracıları olarak bulundukları verimli ülkenin içinde var olan putperestliğin tamamen yok edilmesini ısrar ile buyuruyor idi.
Ama İsrail’in yükümlü olduğu tek şey putperestlerin ilahlarına tapındıkları yerleri yok etmek değil idi; bu elbette kesinlikle yapmaları gereken bir görev idi ama bundan daha fazla sorumlulukları var idi. Yüreğin, çeşitli yerlerdeki putperestliği ortadan kaldırmak ve onların yerine gerçek Tanrının sunağını kurmak düşüncesini kolayca algılayabileceği aşikardır. Bu yön, uyarlanması gereken doğru yön gibi görünebilir. Ama Tanrının düşüncesi bu konuda farklı idi. “Siz Tanrınız Rabbe bu biçimde tapmamalısınız. Tanrınız Rabbin adını yerleştirmek için bütün oymaklarınız arasından seçeceği yere, konutuna yönelmeli ve oraya gitmelisiniz. Yakmalık sunularınızı, kurbanlarınızı, ondalıklarınızı, bağışlarınızı, dilek adaklarınızı, gönülden verdiğiniz sunuları sığırlarınızın ve davarlarınızın ilk doğanlarını oraya götüreceksiniz. Orada sizi kutsayan Tanrınız Rabbin huzurunda siz de aileleriniz de yiyeceksiniz ve el attığınız her işte sevinç bulacaksınız.” Yasanın Tekrarı 12: 4-7.
Burada İsrail topluluğuna açıklanan çok önemli bir temel gerçek mevcuttur. Tapınacakları yerin bir tane olması gerekiyor idi – insan tarafından değil Tanrı tarafından seçilmiş bir yer. Tanrının konutu, O’nun varlığının bulunduğu yer İsrail için en önemli merkez olmalı idi ve kurbanları ve sunuları ile bu yere gelmeleri gerekiyor idi; tapınma sunmaları ve ortak sevinçlerini bulmaları gereken yer bu yer idi.
Tüm bu konular eşsiz gibi mi görünüyor? Elbette eşsizdirler; aksi nasıl mümkün olabilir? Eğer Tanrı kurtarmış olduğu halkının ortasında bir yer seçip orada konut kurmaktan hoşnut oldu ise o zaman Tanrının halkının da bu yeri tapınma yeri olarak kabul etmesi gerekiyor idi. Bu durum tanrısal bir eşsizliği ortaya koymakta idi ve her inançlı can bu durumdan zevk alacak idi. Yehova’yı gerçekten seven herkes tüm yüreği ile “Rab, senin evini ve onurunun konut kurduğu yeri sevdim” diyecek idi. Ve yine, “Canım senin avlularını özlüyor, içim çekiyor. Yüreğim ve bütün varlığım sana, yaşayan Tanrıya sevinçle haykırıyor… Ne mutlu senin evinde oturanlara, seni sürekli överler… Senin avlularında bir gün, başka yerdeki bin günden iyidir; kötülerin çadırında yaşamaktan ise Tanrımın evinin eşiğinde durmayı yeğlerim.” Mezmur 84: 2,4,10.
Burada tek ve en önemli düşünce biçimini görmekteyiz. Yehova’nın konutu her gerçek İsraillinin yüreği için çok değerli idi. Huzursuz insan iradesi oraya buraya koşuşturmayı arzular; zavallı bezgin yürek bazı değişiklikler özleyebilir. Ama Tanrıyı seven yürek için O’nun varlığının bulunduğu, kutsal adını kaydetmiş bulunduğu yerin dışında olan başka bir yerde yalnızca kötü bir değişiklik bulacaktır. Gerçekten adanmış olarak tapınan kişi doyumu ve zevki, esenliği ve huzuru yalnızca tanrısal huzurun yerinde bulacaktır. O’nun değerli sözünün yetkisi ve varlığının güçlü çekimleri birlikte bu yerde mevcutturlar. Böyle bir kişi asla başka bir yere gitmeyi aklından bile geçiremez. Zaten nereye gidebilir ki? Tek bir sunak, tek bir konut ve tek bir Tanrı vardır. Doğru düşünen ve yüreğinde gerçekten İsrailli olan herkes için tapınma yeri Tanrının huzurundadır. Herhangi başka bir yerde tapınmayı düşünmek gerçek İsrailli için yalnızca Yehova’nın sözünden ayrılmak değil, ama O’nun kutsal konutundan da ayrılmaktır.
Bu önemli ilkeye bölümümüzün tamamı boyunca ısrarlı bir şekilde geniş yer verilir. Musa halka şunu hatırlatır: Yehova’nın ülkesine adım attıkları andan itibaren Moav düzlüklerinde ya da çölde ortaya koymuş oldukları tüm düzensizlik ve öz irade gibi özelliklerine son vermeleri gerekiyor idi. “Bu gün burada yaptığımızı yapmayın; herkes kendi gözünde doğru olanı yapıyor. Çünkü Tanrınız Rabbin size vereceği dinlenme yerine ve mülke daha ulaşmadınız. Ama Şeria ırmağından geçip Tanrınız Rabbin mülk olarak size vereceği ülkeye yerleşeceksiniz. Rab sizi çevrenizdeki tüm düşmanlarınızdan kurtarıp rahata kavuşturacak ve güvenlik içinde yaşayacaksınız. Tanrınız Rab Adını yerleştirmek için bir yer seçecek. Size buyurduğum her şeyi oraya götüreceksiniz: Yakmalık sunularınızı, kurbanlarınızı, ondalıklarınızı, bağışlarınızı, Rabbe adadığınız tüm özel adaklarınızı. Siz, oğullarınız, kızlarınız ve erkek ile kadın köleleriniz ve kentlerinizde yaşayan Levililer Tanrınız Rabbin huzurunda sevineceksiniz. Çünkü Levililerin sizin gibi kendilerine ait payları ve mülkleri yoktur. Yakmalık sunularınızı herhangi bir yerde sunmamaya dikkat edin. Yakmalık sunularınızı Rabbin, oymaklarınızın birinde seçeceği yerde sunacaksınız. Size buyurduğum her şeyi orada yapacaksınız.” Yasanın Tekrarı 12:8-14.
Böylece görüyoruz ki, halk yalnızca obje konusunda değil, ama aynı zamanda İsrailin tapınma yerinde ve tarzında da Yehova’nın buyruklarına mutlak bir şekilde uymalı idi. Kendini hoşnut etmenin, seçim yapmanın ve öz iradenin Tanrıya tapındıkları zaman kesinlikle bir son bulması gerekiyor idi; ölüm ırmağını geçtikleri andan itibaren kurtarılmış bir halk olarak tanrısal bir şekilde verilmiş olan miraslarına adım attıkları andan itibaren Yehova’nın buyruklarına uymaları gerekiyor idi. Yehova’nın ülkesindeki sevince ve ülkenin kendilerine sunduğu huzura ulaştıkları andan itibaren O’nun sözüne itaat etmeleri onların verecekleri mantıklı ve zekice bir hizmet olacak idi. Çölde gerçekleşmesine izin verilebilen şeyler Kenan ülkesinde hoş görülemeyecek idi. Ayrıcalığın düzeyi yükseldikçe sorumluluk düzeyi ve eylem standardı da yükselecek idi.
Şimdi özgür irade ve özgür eylemden hoşnut olan kişiler ve bizim geniş zihniyetli düşünürlerimiz, inanç konularındaki özel kanaati haklı bulan ve ruhta düşünce özgürlüğünü savunanlar tüm bunların aksini beyan etmeye hazır olacaklar ve dikkatimizi meşgul eden çok dar ve aydınlatılmış çağımız ile hiç bir şekilde uyum sağlamayan zeka ve eğitime önem veren kişileri etkilemeye çalışacaklardır.
Bu tarza uyarlanmış olan kişilere vereceğimiz yanıt nedir? Çok basit ve kesin bir yanıttır; Tanrının Kendisine tapınması gerekli olan halkına bunu nasıl yapacağını söylemeye hakkı yok mudur? Tanrının, halkı İsrail ile buluşmak istediği yeri belirlemek istemesi O’nun mükemmel hakkı değil midir? Şurası kesindir ki, ya O’nun varlığını tamamen inkar edeceğiz ya da O’nun halkının Kendisine ne zaman ve nerede yaklaşması gerektiğini söyleyecek mutlak ve sorgulanamaz bir hakka sahip olduğunu kabul edeceğiz. Eğitimli ve aydınlatılmış bir kişi de dahil olmak üzere bunu inkar edebilecek herhangi bir kişi var mıdır? Tanrının sahip olduğu hakları inkar etmek benliğin ruhta barındırdığı kültür, arınma ve zihin genişliğinin bir kanıtıdır.
Eğer Tanrı buyruk verme hakkına sahip ise halkının O’nun buyruklarına itaat etmesi dar bir zihniyeti ya da bağnazlığı mı ortaya koyar? Önemli nokta işte buradadır. Bizim kanaatimize göre bu konu olabilecek en basit şekli ile aşikardır. Ruhtaki tek gerçek zihin genişliğinin ve yürek içtenliğinin Tanrının tüm buyruklarına itaat etmek ile ortaya konduğundan eminiz. Bu yüzden İsrail’e tek bir yere gitmesi ve kurbanlarını orada sunması buyrulduğu zaman kutsal bir karar ile başka herhangi bir yere gitmeyerek bu buyruğu yerine getirmesi ne bağnazlık ne de dar düşünce biçimi değildir. Sünnetsiz uluslar istedikleri her yere gidebilirler; İsrail’in Tanrısı ise yalnızca O’nun belirlediği yere gitmeli idi.
Ve ah! Tanrıyı seven ve bir birini seven herkes için O’nun Adını kaydetmiş olduğu yerde toplanmak nasıl da söz ile anlatılamaz bir ayrıcalıktır! Ve O’nun zaman zaman halkını Kendi çevresinde toplama isteğinin gerçeği ne kadar dokunaklı bir lütfun ışığıdır! Bu gerçek, halkın kişisel haklarını ve ailevi ayrıcalıklarını engellemekte midir? Hayır, onları yoğun şekilde çoğaltmaktadır. Tanrı sınırsız iyiliği ile tüm bu konular ile ilgilendi. Tanrı için, halkına özel ve sosyal olarak ve herkesin önünde hizmet etmek bir zevk idi. Bu nedenle şu sözleri okuruz: “ Tanrınız Rab size verdiği söz uyarınca sınırınızı genişlettiği zaman, et yemek için istek duyup ‘Et yiyeceğiz’ derseniz, dilediğiniz kadar et yiyebilirsiniz. Tanrınız Rabbin adını yerleştirmek için seçeceği yer sizden uzak ise, buyruğum uyarınca Rabbin size verdiği sığırlardan ve davarlardan kesebilirsiniz. Kentlerinizde dilediğiniz kadar et yiyebilirsiniz. Dinsel açıdan temiz ya da kirli kişi bu eti ceylan ya da geyik eti yer gibi yiyebilir. “Yasanın Tekrarı 12:20-22.
Burada Tanrı, halkının kişisel ve ailevi olarak tam zevk alması için onlara iyiliği ve merhameti uyarınca geniş bir hak tanıdığını görürüz. Yiyecek konusunda yapılan tek sınırlama kan ile ilgili olan sınırlamadır. “Ama kan yememeye dikkat edin. Çünkü ete can veren kandır. Et ile birlikte canı yememelisiniz. Kanı su gibi toprağa akıtacaksınız. Kan yemeyeceksiniz, öyle ki, size ve sizden sonra gelen çocuklarınıza iyilik gelsin. Böylece Rabbin gözünde doğru olanı yapmış olursunuz.” Yasanın Tekrarı 12: 23-25.
Bu, “Levililer Hakkında Notlar” da işaret etmiş olduğumuz yasa altındaki büyük temel ilkedir. Önemli olan İsrail’in bu konuyu ne kadar iyi anladığı değildir; kendilerine ve kendilerinden sonraki çocuklarının üzerine iyilik gelmesi için bunu yerine getirmeleri gerekiyor idi. Bu konuda Tanrının egemen haklarına sahip çıkmaları lazım idi.
Yasayı veren Musa kişisel ve ailesel alışkanlıklar ile ilgili olarak bu istisnai durumu belirttikten sonra toplu tapınmaları ile ilgili olan en önemli konuya dönüş yapar. “Kutsal sunularınızı ve dilek adaklarınızı alıp Rabbin seçeceği yere gideceksiniz. Yakmalık sunularınızı, eti ve kanı Tanrınız rabbin sunağında sunacaksınız. Kurbanınızın kanı Tanrınız Rabbin sunağına akacak. Ama eti yiyebilirsiniz.” Yasanın Tekrarı 12:26,27.
Eğer mantığa ya da öz iradeye konuşma izini verilmiş olsa idi söyleyecekleri şunlar olur idi: “Neden hepimizin bu tek yere gitmesi gerekiyor? Evimizde sunak yapamaz mıyız? Ya da en azından, her bir kentte ya da her bir oymağın merkezinde bir sunak yapılamaz mı?” Bu tür sorulara verilecek kesin yanıt şudur: “Tanrı bu şekilde buyruk verdi. Bu buyruk her gerçek İsrailli için yeterlidir. Bilgisizliğimizin mantığı ile her ne kadar bunun nedenini ve niçinini göremiyor isek de basit bir itaatin ve göreve bağlılığın söz konusu olduğu aşikardır. Ayrıca biz itaat yoluna sevinç ile adım attığımız zaman ışık, mantık konusunda canlarımızı aydınlatacaktır. Ve biz Tanrımız rabbi hoşnut edeni yaparak bol berekete kavuşacağız.”
Evet, değerli okuyucu, bu yöntem, Tanrının yasasına itaat etmeyen ve itaat edemeyen tüm mantık ve sorgulamaları yanıtlamak için uygun olan yöntemdir. Kutsal itaat yoluna alçakgönüllü bir zihin ile adım attığımız zaman canlarımızın ışık ile aydınlatılacağı kesindir. Ve yalnızca bu kadar da değil; yalnızca O’nun çok değerli buyruklarını severek yerine getiren kişiler tarafından bilinebilecek olan o söz ile anlatılamaz bereket Tanrıya yakın olma bilincine sahip yüreğin içine akacaktır. Şunu ya da bunu yapmamızın nedenlerini dünyasal itirazcılara ve imansızlara açıklamaya mı çağrıldık? Kesinlikle hayır! Bu konu bizi ilgilendiren bir konu değildir; aynı zamanda vakit ve emeğin boşa harcanmasına neden olur. Çünkü itiraz eden ve mantık yanlıları kişiler bizim nedenlerimizi anlayabilecek ya da takdir edebilecek güce sahip değildirler.
Örneğin, şu anda incelemekte olduğumuz konuyu – İsrail’in on iki oymağının neden tek bir sunak yaparak tapınması gerektiğini, neden tek bir yerde toplanması gerektiğini ve neden tek bir merkez çevresinde durması gerektiğini - dünyasal bir zihin, bir imansız ve yalnızca bir benlik çocuğu anlayabilir mi? Hiç bir şekilde anlayamaz. Böyle sevecen bir kurumun önemli manevi nedenini anlamak onun düşüncesinin çok ötesinde bulunur.
Ama ruhsal zihin için tüm bu konular basit oldukları kadar güzeldirler de. Yehova sevgili halkını zaman zaman çevresinde toplamak ister, öyle ki, O’nun huzurunda hep birlikte sevinsinler ve O da halkı ile birlikte sevinebilsin.
Bu çok değerli bir şey değil midir? Rabbi gerçekten sevenler için çok değerli olduğu kesindir!
Hiç kuşkusuz, eğer yürek Tanrıya karşı soğuk ve ilgisiz ise o zaman bu yürek için tapınma yerinin hiç bir önemi olmayacaktır. Böyle bir yürek için tüm yerler yanı olacaktır. Ancak şunu kesin bir ilke olarak belirtmemiz gerekir ki, Dan oymağından Beerşeba’ya kadar her sadık sevgi ile dolu yürek Yehova’nın adını vermiş olduğu yerde toplanmaktan ve O’nun halkı ile buluştuğu yerde bir araya gelmekten zevk alacaktır. “Bana, ’Rabbin evine gidelim’ dendikçe sevinirim. Ayaklarımız senin kapılarında ey Yeruşalim! Bitişik nizamda kurulmuş bir kenttir Yeruşalim! Oymaklar çıkar oraya, Rabbin oymakları, İsrail’e verilen öğüt uyarınca Rabbin adına şükretmek için. Çünkü orada yargı tahtları ve Davut soyunun tahtları kurulmuştur. Esenlik dileyin Yeruşalim’e: “Huzur bulsun seni sevenler! Surlarına esenlik ve saraylarına huzur egemen olsun!” Kardeşlerim ve dostlarım için ‘Esenlik olsun sana’ derim. Tanrımız Rabbin evi için iyilik dilerim sana.” Mezmur 122.
Burada Burada İsrail’in Tanrısının evini seven bir yüreğin sevgi dolu soluklarını duyarız- Tanrının evi O’nun kutsal merkezidir – İsrail’in on iki oymağının toplanma yeridir; Yehova’ya tapınmak ve O’nun halkı ile paydaşlık etmek ile bağlantılı olarak her gerçek İsraillinin zihnindeki ve yüreğindeki parlak ve sevinçli yer orasıdır.
Yasanın Tekrarı kitabının 16.bölümüne geldiğimiz zaman bu çok zevkli konuyu tekrar inceleme fırsatına sahip olacağız ve okuyucu için bu önümüzde bulunan bölümün son paragrafından alıntı yaparak şimdi incelediğimiz on ikinci bölüme son vereceğiz.
“Tanrınız Rab topraklarını alacağınız ulusları önünüzden yok edecek. Ve siz onların topraklarını miras alarak orada yaşadığınızda ve onları yok ettiğinizde, onların tuzaklarına düşmekten sakının. İlahlarına yönelip, ‘Bu uluslar ilahlarına nasıl tapıyorlar idi? Biz de aynısını yapalım’ demeyin. Tanrınız Rabbe bu biçimde tapınmayacaksınız. Onlar ilahlarına Rabbin tiksindiği iğrenç şeyler sunuyorlar. Oğullarını ve kızlarını bile yakarak ilahlarına kurban ediyorlar. Size bildirdiğim tüm buyruklara iyice uyun. Bunlara hiç bir şey eklemeyin. Ve bunlardan hiç bir şey çıkarmayın.” Yasanın Tekrarı 12: 29-32.
Tanrının değerli sözü halkının çevresinde kutsal bir güvenlik oluşturuyor idi; bu çevrenin içinde halk O’nun varlığının tadını çıkarabiliyor ve O’nun merhametinin ve iyiliğinin bolluğundan zevk alabiliyorlar idi ve yine bu çevrenin içinde her tuzak ve her iğrenç şeyden tamamen korunmuş olarak yücelik, sevinç ve manevi güvence içinde yaşayabiliyorlar idi.
Ama ne yazık, ah, ne yazık! Onlar bu çevrenin içinde kalmadılar; kısa süre içinde kendilerini savunan duvarları yıktılar ve Tanrının kutsal buyruğundan uzağa gittiler. Kendilerine yapmamaları gereken şeyler söylendiği zaman bu şeyleri yaptılar ve bu davranışlarının dehşet verici sonuçlarını biçmeleri gerekti. Yalnız o andaki sonuçları değil ama aynı zamanda bundan fazlasının yani, ilerdeki geleceklerinin sonuçlarını da biçtiler.