Yasa’nın Tekrarı 9
“Ey İsrail kulak ver! Bu gün sizden daha büyük ve daha güçlü ulusların topraklarını mülk edinmek için Şeria Irmağı’ndan geçeceksiniz. Onların kentleri büyük ve surları göğe dek yükseliyor. Bu güçlü ve uzun boylu halk Anaklılardır. Onları biliyorsunuz. ‘Kim Anaklılara karşı durabilir?’ deyişini duydunuz.” Yasanın Tekrarı 9:1,2.
Bu bölüm Yasanın Tekrarı kitabının sembolü olan aynı cümle ile başlar: “Ey İsrail, kulak ver!” Bu cümlenin, bu en kutsal kitabın anahtar cümlesi olduğunu ve özellikle, dikkatimizi çeken o başlangıç cümlelerine ait bir cümle olduğunu söyleyebiliriz. Ama şimdi bu kitabın önümüzde bulunan bölümü bize yoğun bir ağırlık ve önem taşıyan konuları takdim eder. Burada ilk planda yasayı veren Musa’nın, ülkeye girmeden önce halkın önüne tam bir ciddiyet taşıyan ifadeler ile bu konuları getirdiğini görürüz. Musa, topluluktan, önlerinde bulunan ciddi zorlukları ve güçlü düşmanları gizlemez. Bunu yapmasının nedeni halkın yüreğinin cesaretini kırmak değildir; Musa’nın bu konuşmaları yapar iken amacı, halkı önceden uyarmak, önceden silahlandırmak ve onları hazırlamaktır. Bu hazırlığın ne olduğunu göreceğiz ama Tanrının sadık hizmetkarı kardeşlerinin önünde bulunan durumun gerçek konumu için onlara ısrarlı davranmasının doğru ve acil olduğunu hissetmiştir.
Zorluklara bakmanın iki yolu vardır; zorluklara insanın bulunduğu durumdan ya da tanrısal bir açıdan bakabiliriz; onları bir imansızlık ruhu içinde görebilir ya da diri Tanrıya duyduğumuz güvenin verdiği sükunet ve rahatlık içinde bakabiliriz. İlkinde yani, zorluklara insanın bakış açısı ile baktığımız zaman neler olduğunu Çölde Sayım kitabının 13.bölümünde imansız casusların verdikleri raporda kaydedildiğini görürüz. Zorluklara tanrısal bakış açısı ile baktığımız zaman ise şimdiki bölümümüzün başlangıcındaki olay ile karşılaşırız.
Tanrı halkının karşılaşması gereken zorlukların var olduğunu inkar edecek bir iman yolu mevcut değildir. Zira böyle yapmak akılsızlık olur, çünkü zorluklar vardır ve bunların inkar edilmesi sert ve akılsız bir yürek, fanatiklik ya da benlik hevesinden kaynaklanır. İnsanlar için ne ile karşılaşacaklarını bilmeleri her zaman iyidir ve böylece hazır olmadıkları bir yola körü körüne girmezler. İmansız bir akılsız şöyle diyebilir: “Yolda bir aslan var.” Kör bir hevesli ise şöyle diyebilir: “Hayır, öyle bir şey yok.” Ama gerçek iman adamı şunu diyecektir: “Yolda bin tane aslan olsa bile Tanrı onları çok geçmeden yok edecektir.”
Ama bu genel uygulamanın önemli bir pratik uygulaması olarak Rabbin halkının hepsinin, belirli bir hizmet yoluna ya da eylem çizgisine girmeden önce ne ile karşılaşacakları üzerinde derin ve sakin bir şekilde düşünmeleri çok önemlidir. Eğer bu konuda daha dikkatli hareket edilmiş olsa idi o zaman çevremizde bu kadar çok manevi ve ruhsal enkazlara tanıklık etmemiz gerekmeyecek idi. Kutsal Rabbimizin çevresinde toplanan kalabalıklara hitap eder iken kullandığı Luka 14. Bölümdeki bu çok ciddi, araştırıcı ve denemeye tabi tutucu sözler ne anlam ifade ederler? “İsa dönüp onlara şöyle dedi: ‘Biri bana gelip de annesini, babasını, karısını, çocuklarını ve kardeşlerini, hatta kendi canını bile gözden çıkarmaz ise, öğrencim olamaz. Çarmıhını yüklenip ardımdan gelmeyen, öğrencim olamaz. Aranızdan biri bir kule yapmak ister ise, bunu tamamlayacak kadar parası var mı yok mu diye önce oturup yapacağı masrafı hesap etmez mi? Çünkü temel atıp da işi bitiremez ise bu durumu gören herkes’ bu adam inşaata başladı, ama bitiremedi’ diyerek onunla eğlenmeye başlar.” 26-30. Ayetler.
Bunlar, yürek için ciddi ve yararlı sözlerdir. Hristiyanlık hizmetinin geniş alanına baktığımız zaman alay etmek isteyen kişilere üzücü fırsatlar veren inşaatı tamamlanmamış ne kadar çok sayıda bina gözümüze ilişir. Çok sayıda kişi ani bir içgüdü ile hareket ederek ya da yalnızca insan etkisinin baskısı altında kalarak yapacağı işe karşı uygun bir gözlem ya da anlayışa sahip olmadan bir yola çıkarlar ve sonra zorluklar baş gösterdiği ve denemeler geldiği zaman ve yolun dar, çetin, yalnız ve rağbet görmeyen bir yol olduğu fark edildiği zaman yoldan vazgeçerler ve böylece bedeli asla hesaplamamış olduklarını, Tanrı ile paydaşlıkta oldukları yola asla girmemiş olduklarını ve ne yaptıklarını hiç bir zaman anlamamış olduklarını kanıtlarlar.
Şimdi, bu tür olaylar çok üzücü olaylardır; bu olaylar Mesih’in davasına büyük utanç getirirler, düşmana fırsat verirler ve Tanrının yüceliği ve canların iyiliği ile ilgilenen kişileri büyük ölçüde hayal kırıklığına uğratırlar. Bu yola girip karanlık imansızlık ve dünyasal zihniyet içinde bu yolu terk etmekten ise bu yola hiç girmemek daha iyidir.
İşte bu yüzden bölümümüzün başlangıcındaki bilgelik ve sadakat sözlerini kolayca algılayabiliriz. Musa, halka, açıkça başlarına neler geleceğini anlatır; bunu yapmaktaki amacı kesinlikle onların cesaretini kırmak değildir. Musa’nın amacı onları deneme anında gösterecekleri özgüvenden korumak ve güvenen bir yüreği asla hayal kırıklığına uğratmayan diri Tanrının sorumluluğuna teslim etmektir.
“Bilin ki, yakıp yok eden Tanrı önünüzden gidecek. Onları ortadan kaldıracak ve size boyun eğmelerini sağlayacak. Onları kovacaksınız ve Rabbin verdiği söz uyarınca bir çırpıda yok edeceksiniz.” Yasanın Tekrarı 9:3.
O zaman burada ne kadar dehşetli ve korkunç olurlar ise olsun tüm zorluklar için tanrısal yanıt mevcuttur. Yehova’nın önünde güçlü uluslar, büyük kentler ve surlu duvarların ne gücü olabilirdi ki! O’nun önünde rüzgarın önünde savrulan saman çöplerinden ne farkları vardı? “Eğer Tanrı bizden yana ise kim bize karşı olabilir?” Korkan yüreği dehşete düşüren ve sarsan şeyler Tanrının gücünün görünmesi için bir fırsat teşkil ederler ve imanın harika zaferlerini sergilerler. İman şöyle der: “Bana yalnızca Tanrının önümde olacağını ve gideceğim her yere benimle geleceğini söyleyin, yeter.” Böylece tüm dünyada Tanrıyı gerçekten yücelten tek şeyin O’na güvenen, O’nu kullanan ve O’nu öven iman olduğunu görüyoruz. Ve iman Tanrıyı yücelten tek şey olduğu için aynı zamanda insana uygun konumunu veren tek şeydir de. Tanrıya tam bağımlılık konumu ve işte zaferi garanti eden budur ve övgü esinler – durmak bilmeyen övgü.
Ama asla unutmamamız gereken şey şudur: tam zafer anında manevi bir tehlike mevcuttur – içimizde olan şeyden dışarı çıkan tehlike. Kendimizden hoşnut olma tehlikesi – biz zavallı ölümlüler için korkunç bir tuzak! Çatışma saati sırasında zayıflığımızı, hiçliğimizi ve ihtiyacımızı hissederiz. Bu durum iyidir ve manevi açıdan güvenilirdir. İnsanın benliğinin ve onun ile ilgili her şeyin en dip noktasına getirilmesi iyidir, çünkü o nokta tanrıyı bulduğumuz yerdir ve O’nu tam doluluğu ve bereketi ile buluruz ve bu nokta emin ve kesin zaferin ve sürekli övgünün noktasıdır.
Ancak bizim sinsi ve aldatıcı yüreklerimiz gücün ve zaferin geldiği kaynağı unutmaya eğilimlidirler. İşte bu yüzden tanrının sadık hizmetkarı tarafından kardeşlerinin yüreklerine ve vicdanlarına manevi güç ve değer sağlayan şu öğüt veren sözler ile hitap edilir: “Tanrınız Rab bu ulusları önünüzden kovunca ‘Rab doğruluğumuzdan ötürü bu ülkeyi mülk edinelim diye bizi buraya getirdi’ diye düşünmeyin. Çünkü Rab bu ulusları yaptıkları kötülükler yüzünden önünüzden kovuyor.” Yasanın Tekrarı 9:4.
Ne yazık! İçimizde ne kadar yanlış düşünceler var! Kendi yüreklerimiz ne kadar cahil! Yollarımızın gerçek karakteri ne kadar sığ! Yüreklerimizde, “Doğruluğumdan ötürü” gibi sözcükleri söyleyebilecek bir kapasitenin var olduğunu düşünmek ne kadar da dehşet verici! Evet, değerli okuyucu, bizler ne yazık ki bu tür bir akılsızlık yapabilme kapasitesine sahibiz! Çünkü İsrail nasıl ise bizler de öyleyiz; hepimiz aynı kapasiteye sahibiz. Ve onların böyle oldukları bu durumlarına karşı uyarılmış olmalarına rağmen aynı şekilde hareket etmeye devam etmelerinden bellidir. Çünkü Tanrının Ruhu hiç kuşkusuz hayali tehlikelere ya da uydurulan ayartmalara karşı uyarıda bulunmaz. Tanrının bizim yararımıza olan eylemlerini bir “kendimizden hoşnut olma” fırsatına çevirme eğilimine sahibiz. Tanrının bu eylemlerinde Tanrıyı içten bir yürek ile övmenin temelinde O’nun lütfunu ve sevgisini görmek yerine bu eylemleri kendimizi yüceltmek için bir temel olarak kullanırız.
Bu yüzden de Musa tarafından halkın vicdan ve yüreklerine hitap eden sadık öğüt sözleri üzerinde düşünür isek çok iyi yapmış oluruz. Bu sözler İsrail gibi bizim için de çok doğal olan kendi doğruluğumuza güvenmek gibi bir zehre karşı güçlü ve tam bir panzehir teşkil ederler. “Onların topraklarını mülk edinmeye gitmenizin nedeni doğruluğunuz ve erdeminiz değildir. Tanrınız Rab bu ulusları kötülükleri yüzünden ve atalarınız İbrahim’e İshak’a ve Yakup’a ant içerek verdiği sözü yerine getirmek için önünüzden kovacak. Şunu anlatın ki, Tanrınız Rabbin bu verimli toprakları mülk edinesiniz diye size vermesinin nedeni doğruluğunuz değildir, çünkü siz dik başlı bir halksınız. Tanrınız Rabbi çölde nasıl kızdırdığınız hatırlayın ve hiç unutmayın. Mısır’dan çıktığınız günden buraya varıncaya dek Rabbe sürekli karşı geldiniz.” Yasanın Tekrarı 1: 5-7.
Bu paragraf eğer sıkı sarınıldığı takdirde yüreğe doğru bir manevi davranış sağlayacak olan iki önemli ilkeyi ortaya koyar. İlk planda halka Kenan ülkesini mülk edinmelerinin tek nedeninin Tanrının atalarına vermiş olduğu vaat olduğu hatırlatılır ve böylece bu konu en sağlam temelin üzerine yerleştirilmiş olur. Bu öyle bir temeldir ki, bunu hiç bir zaman hiç bir şey rahatsız edemez.
Mülkleri ellerinden alınacak olan yedi ulusa gelince, bu uluslar O’nun adil yönetiminin uygulamasına karşı kötülük ile karşılık veren uluslardır ve bu nedenle Tanrı onları ülkeden kovacaktır. Her ev sahibinin kötü kiracıları evinden çıkarmaya hakkı vardır ve bu doğru bir eylemdir ve Kenan ülkesindeki uluslar yalnızca kiralarını ödememek ile kalmamış ama aynı zamanda kiraladıkları mülke öylesine büyük zarar vermişlerdir ki, Tanrı artık onlara katlanamayacaktır ve bu yüzden yeni kiracıları düşünmeksizin onları evinden dışarı atacaktır. Mülke kimin sahip olacağı önemli değildir; önemli olan bu korkunç kiracıların evden atılmaları gerektiğidir. Amorluların kötülükleri doruk noktasına varmıştır ve artık adaletin yerine getirilmesinden başka hiç bir şey önemli değildir. İnsanlar cömert bir Varlık’ın binlerce aileyi evsiz bırakmasının manevi açıdan uygun olmadığı konusunda tartışıp mantık yürütebilirler ama Tanrının yönetiminin adilliği tüm bu tartışmalara hemen son verecektir. Kutsal Adına sonsuza kadar övgüler olsun ki Tanrı, Kendi ilişkilerini nasıl yöneteceğini bilir ve bunu da insana bu konuda ne düşündüğünü sormadan yapar. Bu yedi ulusun kötülüklerinin ulaştığı noktalardan çok rahatsız olmuştur; ülkenin kendisi de artık bu kişilere tahammül edememektedir. Tahammül etme konusunda bu noktadan daha ileri gitmek en korkunç kötülüklere zemin hazırlamaktan başka bir şey olmayacaktır. Ve bu tür bir davranış da manevi açıdan imkansızdır. Tanrının yüceliği Kenanlıların dışarı atılmasını talep etmekte idi.
Evet ve buna şunu da ekleyebiliriz; Tanrının yüceliği İbrahim’in tohumunun bu ülkeye sahip olmasını gerektiriyor idi; İbrahim’in tohumuna verilen vaat, Her Şeye Gücü Yeten Rab Tanrının yerin ve göğün Sahibi olan En Yüce Olan’ın kiracılarının sonsuza kadar bu ülkeyi mülk edinmelerini talep ediyor idi. İsrail anlamasa ya da görmese de meselenin özü bu idi. Vaat edilen ülkenin mülk edinilmesi ve tanrısal yüceliğin muhafaza edilmesi birbirlerine öylesine bağlı idiler ki, birine dokunmadan diğerine dokunulması imkansız idi. Tanrı Kenan ülkesini İbrahim’in tohumuna sonsuza kadar kalıcı bir mülk olarak vermeyi vaat etmiş idi. Bunu yapmak için bir hakka sahip değil miydi? Tanrının, sahip oldukları ile istediğini yapma hakkına sahip olması imansızlar tarafından mı sorgulanacak idi? Kendilerinin sahip olması adına evrenin Yaratıcısı ve Yöneticisinin sahip olduğu bir hakkı ret mi edecekler idi? Ülke Yehova’ya ait idi ve O bu ülkeyi Dostu İbrahim’e sonsuza kadar mülk edinmesi için vermiş idi ve bu doğru olmasına rağmen kötülükleri tahammül edilmez hale gelen Kenanlılar elbette artık bu ülkede oturamayacaklar idi.
Böylece kiracıların hem çıkışları hem de girişleri konusunda Tanrının yüceliğinin bu konuya dahil olduğunu görüyoruz. Ve bu yücelik Kenanlıların kötülükleri yüzünden ülkeden kovulmalarını talep etti. Ve yine aynı yücelik İsrail’in İbrahim, İshak ve Yakup’a verilen vaat nedeni ile ülkeyi mülk edinmesini talep etti.
Ama ikinci olarak değinmek istediğimiz nokta Musa’nın çok basit ve sadık bir şekilde onlara söylediği gibi İsrail’in kendisinden hoşnut olması için hiç bir temelin var olmayışı idi. Musa onların kulaklarına en dokunaklı ve en etkileyici şekilde defalarca şu olayları tekrar etti: Horev dağından Kadeş-Barnea’ya olan yolculuklarının önde gelen tüm olaylarını anlattı; altın buzağıya işaret etti; antlaşmanın kırılan taş levhalarını hatırlattı ve Tavera, Massa ve Kivrot-Hattaava’da Rabbi öfkelendirdiklerini belirtti. Ve sonra tüm olayları 24.ayette şu acı sözler ile konuyu özetledi: “Sizi tanıdığım günden bu yana Rabbe sürekli karşı geldiniz.” Yasanın Tekrarı 9:24
Bu sözler yürek ve vicdana hitap ediyor idi. Halkın kariyerinin ciddi bir şekilde gözden geçirilmesi, kendileri ile ilgili tüm yanlış düşünceleri düzeltmeleri için özellikle hesaplanmış idi. Doğru bir bakış açısı tarafından bakıldığı takdirde İsrail’in tüm öyküsünde yer alan her olay ve koşul yalnızca onları alçaltan şu gerçeği ortaya çıkartıyor idi: karakterleri ve benlikleri nedeni ile her seferinde nihai yıkım ile karşı karşıya kalıyorlar idi. Şu sözler onların kulaklarına ne kadar şaşırtıcı bir güç ile girmiş olmalı! “Ve Rab bana, ‘haydi buradan hemen in’ dedi. ‘Çünkü Mısır’dan çıkardığın halkın yoldan çıktı. Onlara buyurduğum yoldan hemen saptılar. Ve kendilerine dökme bir put yaptılar. Sonra Rab bana, ’Bu halkı gördüm. İşte dik başlı bir halk! Bırak da onları yok edeyim. Adlarını da göğün altından sileyim. Seni onlardan daha güçlü ve daha büyük bir ulus kılayım.” Yasanın Tekrarı 9:12-14.
Bu sözler, doğal boşluk, gurur ve insan doğruluğu için nasıl da utandırıcı sözler idi. Bu dehşet verici sözleri duydukları zaman yüreklerinin en derin yerinden sarsıldıkları kesindir. “Bırak da onları yok edeyim!” Bu sözlerde açıklanan gerçeğin yansıması ne kadar da ciddidir! Ulusal olarak mahva ve yok edilmeye yaklaşmaktadırlar. Horev dağının tepesinde Yehova ve Musa arasında bu olup bitenler konusunda ne kadar da bilgisiz idiler! Çok korkunç bir uçurumun eşiğine gelmiş idiler. Ve bir adım sonrasında yok edilecek halde idiler! Üzerine çok fazla sorumluluk almak ile suçladıkları kişinin ta kendisi yani Musa onlar için aracılık ederek onları kurtarmış idi – ama ne yazık ki, onlar bunu anlamamış ve Musa’yı boş yere yargılamışlar idi! Halkın tüm düşünceleri ne kadar dağınık ve karanlık idiler! Kendi çıkarları peşinde koşmak ve üzerlerinde tam bir egemenliğe sahip olmayı arzu etmek ile suçladıkları kişi, Tanrı tarafından verilen bir fırsat ile onlardan daha güçlü ve daha büyük bir ulusun önderi olmayı aslında reddetmiş olan kişi idi! Evet ve işte bu aynı adam Rabden ciddi ve kesin bir şekilde şu talepte bulunmuş idi: “Eğer onları bağışlamaz ve ülkeye sokmaz isen o zaman benim adımı yaşam kitabından sil!”
Tüm bunlar ne kadar da harika idi! Her şey Musa’nın aracılığı ile onların lehine dönmüş idi. Tüm bu harika gerçekleri gördükleri zaman kendilerinin ne kadar küçük olduğunu hissetmiş olmaları gerekir. Gerçekten de tüm bu olanları gözden geçirdikleri zaman şu sözlerdeki korkunç akılsızlığı da anlamış olmaları gerekir: “Rabbin beni buraya bu ülkeyi mülk edinmem için getirmesinin nedeni benim kendi doğruluğumdur.” Dökme bir put yapan kişiler nasıl böyle konuşabilirler idi? Kendilerinin önlerinden kovulacak olan uluslardan daha iyi olmadıklarını görmeleri ve bunu hissetmeleri gerekmez miydi? Çünkü onları diğer uluslardan farklı yapan şey ne idi? Antlaşma tanrılarının egemen merhameti ve seçici sevgisi! Ve Mısır’dan kurtarılmalarını, çölde aldıkları desteği ve ülkeye girişlerini neye borçlu idiler? Çok basit, bunu, ataları ile yapılmış olan antlaşmanın sonsuza kadar kalıcı olmasına borçlu idiler. Bu antlaşma Kuzu’nun kanı ile mühürlenmiş idi ve İsrail bu sayede kurtarılacak ve kendi ülkesinde bereketlenecek idi.
Ama şimdi okuyucumuz için bölümümüzün sona erdiği paragrafı alıntı yapalım – bu paragraf İsrail’in, Musa’nın düşüncelerine, kendileri ile ilgili düşüncelerine ve Kutsal Olan ile ilgili düşüncelerine gösterdiği nihai akılsızlığı gözlerinin önüne serecek idi; Kutsal Olan onların tüm karanlık imansızlıklarına ve küstah isyanlarına tahammül etmiş idi.
“Rab sizi yok edeceğini söylediği için kırk gün kırk gece O’nun önünde yere kapanıp kaldım. Rabbe şöyle yakardım: ‘Ey egemen Rab, büyük kudretin ile kurtarıp güçlü elin ile Mısır’dan çıkardığın halkını, kendi mirasını yok etme. Kulların İbrahim’i, İshak’ı ve Yakup’u anımsa. Bu halkın dik başlılığını, kötülüğünü ve günahını dikkate alma. Yoksa bizi çıkardığın ülkenin halkı ‘Rab onları söz verdiği ülkeye götüremediği ve onlardan nefret ettiği için çölde onları yok etmek amacı ile onları Mısır’dan çıkardı’ diyecek. Oysa onlar büyük güç ile ve kudretli elin ile Mısır’dan çıkardığın kendi halkın ve mirasındır.’” Yasanın Tekrarı 9:25-29.Bir insan tarafından diri Tanrıya hitaben söylenen bu sözler ne kadar harika sözlerdir! İsrail adına yükseltilen ne güçlü yakarışlardır! Musa’nın halk için yaptığı fedakarlık ne büyüktür! Musa İsrail’den daha büyük ve daha güçlü bir ulusun önderi olma önerisinin saygınlığını reddeder. Musa’nın tek arzusu, Yehova’nın yüceltilmesi, İsrail’in bağışlanması, bereketlenmesi ve vaat edilen ülkeye sokulmasıdır. Musa’nın yüreğinde büyük sevgi beslediği o görkemli Ad’a getirilen hiç bir suçlama düşüncesine tahammülü yoktur. Aynı zamanda İsrail’in yok edilmesine de tahammül edememektedir. Musa’yı tehdit eden iki konu budur ve Musa kendisinin yüceltilmesi ile hiç bir şekilde ilgilenmemektedir. Bu sevgili ve onurlu hizmetkar yalnızca Tanrının yüceliği ile ve O’nun halkının kurtuluşu ile ilgilenmektedir ve kendisine gelince, onun umutları ve onun ilgileri ve onu huzurlu kılan her şeyi bu uğurda hiçe saymaktadır. Musa’nın bireysel bereketi ve tanrısal yüceliği asla kopmayacak olan bir bağ ile bir birlerine bağlıdırlar.
Ve ah! Tanrının yüreğinin tüm bunlar için nasıl da minnettar olması gerekir. Hizmetkarı Musa’nın bu gayretli ve sevecen ricaları Tanrının ruhunu nasıl da tazelemektedir! Bu dönemden yüzlerce yıl sonra İlyas’ın İsrail için yapmış olduğu aracılık ile Musa’nın düşüncesi nasıl da uyum içindedirler! Ve bize şunu hatırlatırlar: Yüce Baş Kahinimiz Rab İsa Mesih bize aracılık etmek için sonsuza dek yaşamaktadır. Ve O’nun bizim adımıza yaptığı bu aktif kefareti bir an için bile asla durmamaktadır. Ve sonra Musa’nın, halkın Yehova’nın mirası olduğu ve halkını Mısır’dan kurtaranın O olduğuna dair gerçeği ısrar ile belirtmesi ne kadar dokunaklı ve güzeldir! Rab şöyle demiş idi: “Mısır’dan çıkardığın halkın yoldan çıktı.” Ama Musa ise şöyle der: “Onlar Mısır’dan çıkardığın Senin halkın ve Senin mirasındırlar.” Bu söylediği kesin gerçektir. Bu olayın tümü gerçekten de çok derin bir ilginçliğe sahiptir.