Yasa’nın Tekrarı 2
Birinci bölümün son satırları bize halkın Rabbin önünde ağladığını gösterirler. “Ve siz geri döndünüz ve Rabbin önünde ağladınız. Ama Rab ne ağlayışınızı duydu, ne de size kulak astı. Uzun süre Kadeş’te kaldınız.”
Ne sözleri ne de gözyaşları gerçek değildi. Söylediklerine güvenilemeyeceği gibi ağlayışlarına da güvenilemez idi. İnsanlar için, Tanrının huzurunda gerçekten pişmanlık duymadan itirafta bulunmak ve gözyaşı dökmek mümkündür. Bu, çok ciddi bir durumdur. Aslında bu durum Tanrı ile alay etmektir. O’nun adına sonsuza kadar övgüler olsun ki biz Tanrının gerçekten pişman olmuş bir yürekten zevk aldığını biliriz. Tanrı böyle kişilerin yanındadır. “Senin kabul ettiğin kurban alçakgönüllü bir ruhtur, alçakgönüllü ve pişman bir yüreği hor görmezsin ey Tanrı.” Mezmur 51:17. Tanrı için pişman bir yürekten akan gözyaşları dağlardaki tüm hayvanlardan (Mezmur 50:10) çok daha değerlidir, çünkü bu tür gözyaşı döken kişiler O’nun yüreğinde yer aldıklarını kanıtlarlar. Ve O’nun sınırsız lütfu içinde aradığı şey budur. Tanrı yüreklerimizde konut kurmak ve bizi Kendisinin en bereketli olan huzuruyla söz ile anlatılamaz bir sevinç ile derin bir şekilde doldurmak ister.
Ama İsrail’in Kadeş’teki itirafı ve döktüğü gözyaşları gerçek değiller idi. Ve bu nedenle Rab onları kabul edemez idi. Kırılmış bir yüreğin en zayıf feryadı bile doğrudan Tanrının tahtının önüne yükselir. Ve böyle bir yürek hemen o anda O’nun bağışlayan sevgisinin yatıştırıcı ve şifa verici merhemi tarafından yanıt bulur, ama itiraf ve gözyaşları öz irade ve isyan ile bağlantılı durduğu zaman bunlar yalnızca tamamen değersiz olmak ile kalmazlar, ama aynı zamanda Tanrısal Görkeme bir hakaret teşkil ederler.
Böylece halk bu yüzden çöle geri dönmek zorunda idi ve orada kırk yıl boyunca dolaşacak idi. Bu durumda yapılacak hiç bir şey yok idi. Tanrıya olan sade bir iman ile ülkeye girmeleri gerekir iken bunu yapmadılar ve Tanrı da onların öz irade ve öz güvenlerine böyle karşılık verdi. Ve halk itaatsizliğinin sonucunu kabul etmek zorunda kaldı. Eğer ülkeye girmeyi reddettiler ise o zaman çölde ölmeleri gerekiyor idi.
Tüm bunlar ne kadar ciddi ve ağır konular! Ve İbraniler kitabının üçüncü bölümünde Kutsal Ruh’un bu konuda yaptığı yorum nasıl da ağır bir yorumdur! Ve aynı zamanda bu yorumun bize de uygulandığına güçlü bir şekilde işaret edilir! Okuyucunun yararlanması için bu kısmın alıntısını yapmamız gerekir. Bu nedenle Kutsal Ruhun da dediği gibi, “Bu gün O’nun sesini duyarsanız, atalarınızın başkaldırdığı ve çölde O’nu sınadığı günkü gibi yüreklerinizi nasırlaştırmayın. Atalarınız beni orada sınayıp denediler. Ve kırk yıl boyunca yaptıklarımı gördüler. Bu nedenle o kuşağa darıldım ve dedim ki, ‘Yürekleri hep kötüye sapar ve yollarımı öğrenmediler. Öfkelendiğim zaman ant içtiğim gibi, onlar huzur diyarıma asla girmeyecekler. Ey kardeşler, hiç birinizde diri Tanrıyı terk eden kötü ve imansız bir yüreğin bulunmamasına dikkat edin. ‘Gün bu gündür’ denildikçe bir birinizi her gün yüreklendirin. Öyle ki, hiç birinizin yüreği günahın aldatıcılığı ile nasırlaşmasın. Çünkü Mesih’e ortak olduk. Yalnız başlangıçtaki güvenimizi gevşemeden sonuna dek sürdürmeliyiz. Yukarda belirtildiği gibi, ‘Bu gün O’nun sesini duyarsanız, atalarınızın başkaldırdığı günkü gibi yüreklerinizi nasırlaştırmayın.’ O’nun sesini işitip başkaldıranlar kimler idi? Musa önderliğinde Mısır’dan çıkanların hepsi değil mi? Tanrı kimlere kırk yıl dargın kaldı? Günah işleyip cesetleri çöle serilenlere değil mi? Sözünü dinlemeyenler dışında huzur diyarına kimlerin giremeyeceğine ant içti? Görüyoruz ki, imansızlıklarından ötürü oraya giremediler. Bu nedenle Tanrının huzur diyarına girme vaadi hala geçerli iken, herhangi birinizin buna erişmemiş sayılmasından korkalım. Çünkü onlar gibi biz de iyi haberi aldık. Ama onlar duydukları sözü iman ile birleştirmedikleri için bunun kendilerine bir yararı olmadı.” İbraniler 3: 7-19 ve İbraniler 4: 1,2.
Burada yine esin ile yazılmış kitabın her sayfasında olduğu gibi imansızlığın Tanrını Adını kederlendiren ve O’na saygısızlık eden şey olduğunu öğreniyoruz. Ve yalnızca bu kadar da değil, imansızlık aynı zamanda sınırsız lütfun ihsan ettiği bereketleri, saygınlıkları ve ayrıcalıkları da bizden çalar. Yüreklerimizin imansızlığı nedeni ile her şekilde ne kadar çok şey kaybettiğimize dair çok az fikrimiz vardır. Aynı İsrail’in durumunda olduğu gibi, ülke tüm verimliliği ve güzelliği ile halkın önünde idi; ve onlara ülkeye girip onu mülk edinmeleri için buyruk verilmiş idi. Ama onlar “imansızlık nedeni ile ülkeye giremediler.” Aynı şey bizim için de geçerlidir, egemen lütfun ulaşabileceğimiz bir yere koymuş olduğu bereket bolluğuna kendimiz için sahip olma konusunda başarısız oluruz. Cennetin tüm hazinesi bize açılmıştır, ama biz bunu kendimize mal etmek için başarılı olamayız. Zengin, bereketli, dolu ve verimli olabilecek iken zayıf, güçsüz, boş ve kısır oluruz. Mesih’te göklerde her tür ruhsal bereket ile kutsandık ama kavrayışımız çok sığdır! Algılamamız çok zayıftır! Düşüncelerimiz çok zavallıdır!
Ve sonra tekrar düşünelim; aramızdaki Rabbin işi konusunda imansızlık yüzünden ne kadar çok şey kaybettiğimizi kim hesaplayabilir? Müjdenin belirli bir bölümünde kutsanmış Rabbimizin halkın imansızlığı nedeni ile güçlü işler yapamadığını okuruz. Bu durum bize bir şeyler ima etmiyor mu? Biz de imansızlık nedeni ile O’na engel oluyor muyuz? Bazı kişiler belki bize Rabbin, bizden ya da imanımızdan bağımsız olarak planlarına devam edeceğini söyleyebilirler; O, imansızlığımıza rağmen Kendisine ait olanları toplayacak ve seçmiş olduğu kişilerin sayısını tamamlayacaktır; ne yeryüzünün ne de cehennemin, ne insanın ne de şeytanın bir araya gelmiş gücü, Tanrının plan ve amaçlarını yerine getirmesine engel olamaz ve O’nun işi hakkında söylenecek tek gerçek şudur: “Ne güç ile ne kudret ile ama O’nun Kutsal Ruhu ile!” İnsan çabaları boştur ve Rabbin davası doğal olanın heyecanı ile asla ileri götürülemez.
Şimdi, tüm bu söylenenler kusursuz olarak doğrudur; ama yukarda esin ile yazılmış olan ifadeyi tamamen dışarda bırakırlar. “Rab, onların imansızlığı nedeni ile orada güçlü işler yapamadı.” Bu insanlar bereketi imansızlıkları yüzünden kaybetmediler mi? Kendilerine iyilik yapılmasına engel olmadılar mı? Zihinlerimizi bozacak olan etkilere karşı nasıl hareket edeceğimiz konusunda uyanık olmamız gerekir; Mesih’in davasında insanın tüm sorumluluğunu inkar eden ve tüm tanrısal enerjiyi felce uğratan şeyler konusunda dikkatli olmamız lazımdır. Aklımızda tutmamız gereken şudur: sonsuz amaçları ile sonu buyuran aynı Kişi aynı zamanda aracı tasarlamış Olan’dır ve eğer biz yüreklerimizin günahlı imansızlığı içinde ve tek yanlı bir gerçeğin etkisi altında kollarımızı kavuşturur ve aracıyı ihmal eder isek Tanrı bizi bir yana bırakacak ve işine başka eller aracılığı ile devam edecektir. O’nun kutsal adına övgüler olsun ki O planlarında ilemeye devam edecektir ama biz O’nun aracısı olmanın saygınlığını, ayrıcalığını ve bereketini kaybetmiş olacağız.
Markos müjdesinin ikinci bölümündeki çarpıcı sahneye bakalım. Bu satırları okuyan herkesin anlamasını arzu ettiğimiz büyük ilke bu ayetlerde güçlü bir şekilde resmedilir; Rabbin işinin devam etmesi ile bağlantılı olarak imanın gücünü kanıtlar. Eğer burada davranışları ortaya konan dört adam zarar verici kaderciliğin etkisi tarafından kendilerine sıkıntı çektirdiler ise bir şey yapmalarının yararı olmayacağını düşündükleri için idi – eğer felçli adam şifa bulacak ise insan çabası olmadan şifa bulacak idi; o zaman neden onu evin damından aşağı İsa’nın bulunduğu yere O’nun önüne indirmeleri gerek idi? Ah, bu kişiler iyi ki böyle sefil bir mantık yürütmediler ve hem felçli adam hem de kendileri için doğru şekilde hareket ettiler. Onların bu sevgi dolu imanlarının nasıl işlediğine bakın! Bu davranışları Rab İsa’nın yüreğini tazeledi. Hasta adamı bağışlanma, şifa ve bereket yerine getirdi ve aynı zamanda tanrısal gücün ve iyiliğin gösterilmesine fırsat oldu; bu tanrısal güç ve iyilik orada bulunan herkesin dikkatini çekti ve Tanrının Nasıralı İsa’nın Kişiliğinde hastalıkları iyileştirerek ve günahları bağışlayarak yeryüzüne gelmiş olduğuna dair büyük gerçeğe tanıklık etti.
Aslında burada bu konu ile ilgili daha pek çok örnek eklenebilir, ama buna gerek yoktur. Tüm kutsal yazılar imansızlığın bereketimize ve yararlı olmamıza engel teşkil ettiği, Tanrının görkemli işinde O’nun onurlu araçları olmak gibi ender bir ayrıcalığı bizden çaldığı ve O’nun elinin ve O’nun Ruhunun aramızda işlediğini görmemize mani olduğu konusunda aynı görüşü iletirler. Ve öte yandan, iman aynı zamanda yalnız bizim için değil, başkaları için de güç ve bereketi gökten aşağı çeker; hem Tanrı yüceltilir hem de ona minnet duyulur; yaratığı platformdan çekmek ve tanrısal gücün gösterilmesi için yer açmak Tanrıya yüceliğini verir ve O’na minnet duyulmasını sağlar. Kısaca özetleyecek olur isek, eğer yüreklerimiz sadece O’na güvenen ve Tanrının onurlandırmaktan her zaman zevk duyduğu o basit iman tarafından daha çok yönetilse idi o zaman Tanrımızın elinden gelen ve sınır tanımayan bereketin tadını çıkartabilir idik. “İmanına göre olsun!” Çok değerli ve canı harekete geçiren sözcükler! Bu sözcüklerin bizi Tanrıda sahip olduğumuz o tükenmez kaynaklardan daha fazla çekmemiz için teşvik etmelerini diliyorum. O’nun sonsuz adına sonsuza kadar övgüler olsun ki O kullanılmaktan zevk duyar! Bize söylediği söz ise şudur: “Ağzını iyice aç ki onu doldurayım.” Bize çok sevdiği biricik Oğlunu vermiş olan tüm lütfun Tanrısından asla gereğinden fazla şey bekleyemeyiz; bizden Oğlunu esirgemeyen Babamızın bize karşılıksız olarak her güzel armağanı vereceği çok daha kesin değil midir?
Ama İsrail Tanrının onu vaat ettiği ülkeye sokacağına güvenemedi. Oraya kendi güçleri ile gireceklerini düşünme küstahlığında bulundular. Ve bu davranışlarının bir sonucu olarak da düşmanlarının önünde bozguna uğrayarak kaçmaları gerekti. Bu, her zaman böyle olacaktır. Küstahlık ve iman bir birinden tamamen farklı iki şeydir: küstahlık yalnızca bozgun ve felaket ile sonuçlanabilir. İman ise her zaman kesin ve mutlak bir zafer ile sonuçlanacaktır.
“Sonunda geri dönüp Rabbin bana buyurduğu gibi Kamış Denizi (Kızıldeniz) yolundan çöle gittik. Uzun süre Seir dağlık bölgesinde dolanıp durduk.” Yasa’nın Tekrarı 2:1. Musa kendisini halk ile tam olarak birleştirmiştir. Musa, Yeşu ve Kalev’in de imansız topluluk ile birlikte tekrar çöle dönmeleri gerekti. Doğal yapının düşüncesine göre bu durum çok katı bir durum olarak görünebilir, ama biz bu durumun iyi ve yararlı olduğundan emin olabiliriz. Nedenini her zaman göremiyor olsak bile Tanrının isteğine boyun eğmek daima yarar sağlar. Tanrının bu üç onurlu hizmetkarının ağzından tek bir şikayet sözü dahi çıkmadığını görürüz. Onlar ülkeye girmek için hazırdılar ama kırk yıl daha geçirmek için çöle dönmek zorunda kaldılar. Ve bu konuda tek bir şikayet sözü dahi etmediler, yalnızca çöle geri döndüler. Aynı zamanda Yehova da geri döndüğüne göre onlar da geri dönebilirler idi. İsrail’in Tanrısının, çölde yolculuk eden arabasını gördükleri zaman şikayet etmeyi nasıl düşünebilirler idi? Tanrının sabırlı lütfunun ve tahammüllü merhametinin, onların istekli bir zihin ile çölde, uzatılmış bir yolculuğu kabul etmelerini ve vaat edilen diyara bereketli bir giriş için beklemelerini öğretmiş olduğu kesindir.
Kendimizi Tanrının eli altına her zaman alçakgönüllü bir şekilde teslim etmemiz çok önemli ve değerlidir. Bu tür bir uygulama ile zengin bir bereket hasadı biçeceğimizden eminiz. Huzurun gerçek sırrı bize O’nun gerçekten garanti etmiş olduğu gibi Mesih’in boyunduruğunu takınmamızdır. “Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size rahat veririm. Boyunduruğumu yüklenin ve benden öğrenin. Çünkü ben yumuşak huylu ve alçakgönüllüyüm. Böylece canlarınız rahata kavuşur. Boyunduruğumu taşımak kolaydır ve yüküm hafiftir.” Matta 11: 28-30.
Ayette sözü edilen bu boyunduruk ne idi? Tanrının isteğine tam ve mutlak bir boyun eğiş. Bunu mükemmel bir şekilde yerine getirebilen yalnızca hayran olduğumuz tek mükemmel İnsan Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih’tir. O, şu sözleri söyleyebildi: “ama yine de senin isteğin olsun Baba!” İşte O’nun düşüncesi böyle idi. “Senin isteğin olsun!” Bu düşünce her şeyi hallediyor idi. O’nun tanıklığı reddedildi mi? O’nun boşuna çalıştığını ve gücünü bir hiç uğruna ve boş yere harcadığını kim söyleyebilir? O zaman ne yapılmalı? “Ey Baba, göğün ve yerin Rabbi, sana teşekkür ederim!” O’nun için bu sözleri söylemek doğru idi. Baba’yı hoşnut eden şey, O’nu hoşnut eden şey idi. O, Babanın isteği ile mükemmel bir uyum içinde olmayan bir düşünceye ya da arzuya asla sahip olmadı. Bu yüzden O, bir İnsan olarak her zaman mükemmel huzurun tadını çıkardı; tanrısal öğüt ve amaçlarda dinlendi. O’nun huzuru en başından en sonuna kadar pürüzsüz idi.
Mesih’in boyunduruğu bu idi ve O, sınırsız lütfu ile bizi Kendi boyunduruğunu takınmaya davet eder, öyle ki, bizim canlarımız da böylece esenliğe kavuşsun. Buradaki sözcüklere dikkat edelim ve onları anlamaya çalışalım. “Canlarınız rahata kavuşur.” Bizim bulduğumuz “huzur” ile O’nun verdiği “huzuru” bir birine karıştırmamamız gerekir. Zayıf, yorgun ve yükü ağır can sade bir iman ile Mesih’e geldiği zaman Mesih o cana huzur verir ve bu huzur O’nun çarmıhta tamamladığı işin tam güvencesinden akan tanrısal bir huzurdur. Günahların hepsi sonsuza kadar ortadan kaldırılmıştır; mükemmel doğruluk sağlanmıştır, açıklanmış ve sahip olunmuştur, her sorun tanrısal bir şekilde ve sonsuza kadar kalıcı olarak halledilmiştir. Tanrı yüceltilmiştir; şeytan susturulmuş ve vicdan huzur bulmuştur.
O’na gittiğimiz zaman İsa’nın verdiği huzur işte böyle bir huzurdur. Ama sonra günlük yaşamımızın olayları ve koşulları arasında hareket etmek zorunda kalırız. Ve bu noktada denemeler, zorluklar, uygulamalar, yumruklar, hayal kırıklıkları ve her tür karşıtlık ile yüz yüze kalırız. Ama bunlardan hiç biri en ufak bir şekilde bile İsa’nın vermiş olduğu huzura dokunamazlar. Ama bazı konulara ciddi bir şekilde müdahil olabilirler. Vicdanı rahatsız etmezler ama yüreğe büyük sıkıntı verebilirler; bizi çok huzursuz, çok korkulu ve çok sabırsız hale getirebilirler. Örneğin, ben Glasgow’da vaaz vermek istiyorum; böyle yapacağım bana duyuruldu ama işe bakın ki, ben Londra’da bir hasta odasında tıkılıp kalmışım. Bu durum benim vicdanımı rahatsız etmez ama yüreğimde büyük sıkıntıya neden olur. Huzursuzluğun verdiği kusursuz bir telaş içinde şu sözleri bağırmaya hazır olabilirim, “Ne kadar sıkıcı! Nasıl da hayal kırıklığına uğradım! Şimdi ne yapmam gerekir? Bundan daha uygunsuz bir durum olamaz!”
Ve böyle bir durumda nasıl davranmak gerekir? Sıkıntı içindeki yürek nasıl sakinleştirilir? Ve huzursuz zihin nasıl sükunete kavuşturulur? İstediğim şey nedir? Huzur bulmak istiyorum. Bu huzuru nasıl bulmam gerekir? Eğilerek ve Mesih’in değerli boyunduruğunu boynuma takınarak; O’nun Kendisi de bedende olduğu günlerde bu boyunduruğu taşımış idi; Tanrının isteğine tam boyun eğişin boyunduruğu. Yüreğimin en derin yerinden hiç tereddüt etmeden şunu söyleyebilmeyi isterdim: “Ey Rab, senin isteğin olsun.” Bunu söyleyebilmek için ihtiyacım olan şudur: O’nun bana olan mükemmel sevgisini ve benim ile ilgilenir iken gösterdiği sınırsız bilgeliğini derin bir şekilde hissetmek isterim. O zaman konumumu ve koşullarımı değiştirmek için parmağımı bile kıpırdatmam. Glasgow’da bir platformda konuşmak yerine Londra’da bir hasta yatağında sıkıntı içinde yatmamın benim için çok daha iyi olduğunu kesin olarak hissederim.
Yüreğin huzurunun derin ve değerli sırrı burada yatar; sır, kendi isteğimize ve kendi yaptığımız planlara ne kadar karşı olur ise olsun, Tanrıya her şey için teşekkür etmenin basit gücündedir. Bu yalnızca ayetteki şu gerçeğe onay vermek anlamına gelmez; “Tanrının Kendisini sevenler ile ve amacı uyarınca çağrılmış olanlar ile birlikte her durumda iyilik için etkin olduğunu biliriz.” (Romalılar 8: 28) Tanrının planladığı şeyin bizim için en iyi şey olduğuna dair tanrısal gerçeğin gerçek farkındalığıdır. Lütufkar bir şekilde her konuda bizim yerimize geçen Kişi’nin sevgisine, bilgisine, gücüne ve sadakatine duyulan büyük güvendir. O zamanda ve sonsuzlukta bizim ile ilgili olan her şeyden Kendisini sorumlu tutar. Sevginin, objesi için her zaman en iyisini yapacağını biliriz. Tanrının bizim için her zaman en iyisini yapmasının nasıl bir şey olması gerekir? O’nu tanıyan yürek Tanrının en iyisi ile tatmin olacaktır.
Ama yüreğin, Tanrının isteği ile tatmin olabilmesi için önce O’nu tanıması gerekir. Aden bahçesinde şeytan tarafından ayartılan Havva Tanrının isteği ile tatmin olmadı. Tanrının yasaklamış olduğu bir şeyi arzu etti ve şeytan bu arzu ettiği şey ile Havva’yı kandırdı. Havva, şeytanın kendisi için Tanrının yapabileceğinden daha iyi şeyler yapabileceğini düşündü. Kendisini Tanrının ellerinden çıkartarak şeytanın ellerine yerleştirdiği takdirde koşullarının daha iyi olacağını sandı. Bu nedenle, yenilenmemiş bir yürek hiç bir zaman ve hiç bir şekilde Tanrının isteğinde dinlenemez. Eğer insan yüreğini en dibine kadar araştırır isek, eğer insan yüreğini sadık bir analize boyun eğdirir isek orada Tanrının isteği ile uyum içinde olan tek bir düşünce dahi bulamayız – hayır, tek bir düşünce bile bulamayız! Ve hatta gerçek Hristiyanın, Tanrı çocuğunun durumunda bile Tanrının lütfu tarafından ona böyle bir güç verilmedikçe onun kendi isteğini öldürmesi, kendisini ölü sayması ve Kutsal Ruhta yürümesi imkansızdır; ancak Kutsal Ruhun verdiği güç ile Tanrının isteğinden zevk alabilir ve her şey için şükran sunabilir. Yeniden doğmuş bir kişi olmanın kanıtlarından biri de budur: en ufak bir tereddüdün gölgesi dahi olmadan Tanrının elinin her işi ile ilgili olarak “Senin isteğin olsun!” diyebilmek için Kutsal Ruhun gücü şarttır. “Baba, yine de senin isteğin olsun!” yürek böyle bir tutum içinde olduğu zaman şeytan planlarını gerçekleştiremez. Şeytana ve tüm dünyaya yalnızca söz ve dil ile değil ama eylemde ve gerçekte yalnızca dudaklar aracılığı ile değil ama yürekte ve yaşamda “Tanrının isteğinden mükemmel bir tatmin duyuyorum” diyebilmek çok önemli bir noktadır. Huzur bulmanın yolu budur. Bu noktayı anlayıp anlamadığımıza bir bakalım. Huzursuz ve hoşnutsuz ruh için tanrısal çözüm budur. Ama bu dünyanın insanlarının özelliği Mesih’in zihnine ve Ruhuna tamamen karşı olduğu için bu sırrın mükemmel şifasından haberi yoktur ve hırsları içinde huzursuz bir şekilde yaşarlar.
Sevgili okuyucu, yumuşak huylu ve alçakgönüllü ruhun Tanrının gözünde sahip olduğu büyük değerin kutsal bir gayret ile farkına varmak için dua edelim; Böyle bir ruh O’nu her konudaki bereketli isteğine boyun eğer ve O’nun planları ne olur ise olsun onları doğru bulur. O zaman esenliğimiz bir nehir gibi akar ve Rabbimiz İsa Mesih’in adı, karakteri ve tamamladığı işi yaşamlarımızda yüceltilir.
Dikkatimizi meşgul eden bu çok ilginç ve pratik konudan dönüş yapmadan önce Tanrının davranışları ile ilgili canın üç farklı tutumda bulunabileceğini gözlemleyelim; yani, boyun eğme, razı olma ve sevinç duyma. İrade kırıldığı zaman, boyun eğme gerçekleşir; anlayış tanrısal obje ile ilgili aydınlatıldığı zaman razı olma görülür ve duygular Tanrının Kendisi ile ilgilendiği zaman, sevinç ortaya çıkar. Bu nedenle, Luka’nın onuncu bölümünde şunları okuruz: “O anda İsa Kutsal Ruhun etkisi ile coşarak şöyle dedi: ‘Baba, yerin ve göğün Rabbi! Bu gerçekleri bilge ve akıllı kişilerden gizleyip küçük çocuklara açtığın için sana şükrederim. Evet, Baba senin isteğin bu idi.” Luka 10: 21. Kutsanmış Rabbimizin en mükemmel zevki Tanrının tüm isteğini yerine getirmek idi. Hizmet eder iken ya da acı çeker iken yaşamda ya da ölümde Babasının isteğinden başka hiç bir amacı asla olmadı. Rab İsa, her zaman” Ben O’nu hoşnut edeni yapabilirim” dedi. O’nun eşsiz adına sonsuz ve evrensel onur olsun!
Şimdi bölümümüzde ilerlemeye devam edelim.
Ve Rab bana, ‘bu dağlık bölgenin çevresinde yeterince dolaştınız’ dedi. ‘Şimdi kuzeye gidin.” Yasa’nın Tekrarı 2: 2.
Rabbin sözü her şey için karar verdi. Tanrının sözü halkın bulunduğu yerde ne kadar uzun kalması gerektiğini belirledi ve aynı zamanda bulundukları yerden nereye gideceklerine dair adımlarını da aynı özenle yönlendirerek belirledi. Halkın, nereye gideceğine dair plan ya da düzen kurmasına gerek yok idi. Tüm bu konuların halk adına düzenlenmesi Yehova’ya ait idi. Halka düşen iş ise Yehova’nın sözüne itaat etmek idi. Bu bölümde buluttan ya da boru sesinden söz edilmez. Söz edilen yalnızca Tanrının sözü ve İsrail’in itaatidir.
Yüreğin sadece doğru konumda olması halinde tanrısal buyruk aracılığı ile verilen tüm hareketlerinde halka rehberlik edilmesi, bir Tanrı çocuğu için her şeyden çok değer taşır. Ve Tanrı çocuğunu bir çok kaygı ve zihin karışıklığından kurtarır. İsrail çok büyük ve korkunç bir çölde yolculuk etmeye çağrılmış idi ve bu yüzden İsrail’in durumunda yani yol olmayan bir konumda her hareket, her adım ve duracakları her yerin hata yapması imkansız bir rehber tarafından düzenlenmesi İsrail’e gösterilen söz ile anlatılamaz bir merhamet idi. Nasıl hareket edecekleri, söylenen yerde ne kadar süre kalacaklarını sormaları ya da bundan sonra nereye gideceklerini araştırmaları konusunda kendilerini sıkıntıya sokmalarına gerek yok idi. Yehova tüm bu konuları onlar için halletmiş idi. Onların yapacakları tek şey rehberlik için Tanrıyı beklemeleri ve kendilerine söyleneni yapmaları idi.
Evet, sevgili okuyucu, önemli olan nokta buradadır; bekleyen ve itaat eden bir ruh. Eğer böyle bir ruh eksik ise o zaman halk her tür sorgulama, muhakeme yürütme ve isyankar eylemlere eğilimli olacaktır. Tanrı, “Bu dağlık bölgenin çevresinde yeterince dolaştınız” dediği zaman, eğer İsrail, “Hayır, biz burada biraz daha dolaşmak istiyoruz; burada rahatımız yerinde ve herhangi bir değişiklik olmasını istemiyoruz” diye karşılık vermiş olsa idi ya da yine eğer, Tanrı, “Şimdi kuzeye gidin” dediği zaman, İsrail, “Hayır, biz doğuya gitmeyi tercih ediyoruz” şeklinde bir yanıt vermiş olsa idi, o zaman sonuç ne olacak idi? Tanrının kendilerine eşlik etmesinden neden mahrum kalsınlar idi? Tanrı onlara rehberlik etmez ise, ya dayardım etmez is ya da onları beslemez ise o zaman ihtiyaçlarını kim karşılayacak idi? Tanrısal buyruk tarafından belirtilmiş olan yolda yürürler iken güvenebilecekleri tek Kişi Tanrının Varlığı idi. Eğer gidecekleri yolu kendileri seçerler ise o zaman karşılarına kıtlık, ıssızlık ve karanlıktan başka hiç bir şey çıkmayacak idi. Vurulmuş kayadan çıkan su ve göksel man ekmeği yalnızca itaat yolunda bulunmakta idi.
Şimdi biz Hristiyanların tüm bunlardan öğreneceğimiz tam, gerekli ve değerli bir ders mevcuttur. Yürüdüğümüz yolun her gün için tanrısal yetki tarafından belirlenmesi bizim sahip olduğumuz hoş bir ayrıcalıktır. Bu konuda hem en derin şekilde hem de bütünü ile ikna olmuş olmamız gerekir. İmansızlığın saçma mantıksızlığı yüzünden bu zengin bereketin bizden çalınmasına izin vermemiz gerekir. Tanrı bize rehberlik edeceğine dair söz vermiştir ve O’nun bu sözü ya da vaadi Mesih’te evet ve Amin’dir. Sade ve saf bir iman aracılığı ile bu vaadi kendimize mal etmek bize düşen bir konudur. Bu vaat Tanrı tarafından verildiği için Tanrının Kendisi kadar sağlam, gerçek ve doğrudur. Tanrının göksel halkının bu dünyadan geçer iken aldığı rehberliğe verdiği karşılık konusunda çöldeki İsrail’den daha iyi davrandığı düşüncesini bir an için bile kabul edemeyiz. İsrail durma süresinin uzunluğunu ya da ne yöne yürüyeceğini nasıl biliyor idi? Tanrının Sözü aracılığı ile! Biz çöldeki İsrail halkından daha mı kötüyüz? Asla, böyle bir düşünce bize uzak olsun. Evet, biz onlardan daha iyiyiz, çünkü biz, bize rehberlik eden Tanrının sözüne ve Ruhuna sahibiz. Bize düşen, Tanrı Oğlu’nun yürüdüğü yollardan O’nun adımlarını izleyerek yürümenin yüce ve kutsal ayrıcalığıdır.
Mükemmel rehberlik bu değil midir? Evet, Tanrıya teşekkürler olsun ki, mükemmel yol budur. Hayran olduğumuz Rabbimiz İsa Mesih’in bize söylediği şu sözlere kulak verelim: “Dünyanın ışığı Ben’im; Beni izleyen kişi karanlıkta yürümez ve yaşam ışığına sahip olur.” Özellikle şu sözlere dikkat edelim: “Beni izleyen kişi!” O, bize “O’nun adımlarını izlememiz” gerektiğine dair bir örnek bırakmıştır. Bu, diri ya da canlı bir rehberliktir. İsa nasıl yürüdü? Her zaman ve yalnızca Babasının buyruğuna uygun olarak. O, bu buyruk aracılığı ile hareket etti; bu buyruğa göre davrandı ve bu buyruk olmadan asla hareket etmedi ya da konuşmadı.
Şimdi, bizler O’nu izlemeye çağrılıyoruz. Ve böyle yapmak ile O’nun şu sözünün güvencesine sahip oluyoruz: karanlıkta yürümeyeceğiz ve yaşam ışığına sahip olacağız! Çok değerli sözler! “Yaşam ışığı.” Yaşam ışığının canlı derinliklerinin sesini kim işitebilir? Onun değerini kim tam olarak takdir edebilir? “Karanlık geçmiştir ve gerçek ışık şimdi parlamaktadır.” Ve bize düşen Tanrı Oğlunun yürüdüğü yol boyunca parlayan ışığın tam parlaklığında yürümektir. Bu noktada herhangi bir belirsizlik, herhangi bir zihin karışıklığı ya da herhangi bir tereddüt noktası var mıdır? Kesinlikle olmadığı aşikardır. Eğer biz O’nu izliyor isek belirsizlik, zihin karışıklığı ya da tereddüt nasıl var olabilir? Bu sözü edilen iki düşünceyi bir birleri ile birleştirmek kesinlikle imkansızdır.
Ve burada belirtmemiz gereken şey şudur: mesele, her hareket ya da eylem ile ilgili kutsal yazıların birebir metnine sahip olma meselesi kesinlikle değildir. Örneğin, bana Londra’ya ya da Edinburgh’a gitmemi ya da gittiğim zaman ne kadar kalmam gerektiğini söylemesi için bir kutsal yazı metni olmasını ya da gökten bir ses gelmesini bekleyemem. Yanıt şudur: Tanrıyı bekle, tek bir düşünce ve içten bir yürek ile tanrıyı bekle ve O senin yürüdüğün yolu parlak güneş ışınları ile aydınlatacaktır. İsa böyle yaptı ve biz eğer O’nu izler isek karanlıkta yürümeyeceğiz. “Sana gözümün ucu ile rehberlik edeceğim.” Bu ayet çok değerli bir vaat içerir. Ama bu ayetten yararlanabilmemiz için O’nun gözünün ucu ile yaptığı işareti yakalayabilmemiz için O’na yeterince yakın olmamız ve söylediği sözün anlamını kavrayabilmemiz için O’nun ile yeterli bir mahremiyete sahip olmamız gerekir.
Bu her günkü yaşamımızın tüm detayları için geçerlidir. Eğer tanrısal rehberlik için bekler ve bu rehberliği almadan asla harekete geçmez isek o zaman binlerce soru yanıtlanacak ve binlerce zorluğun üstesinden gelinecektir. Eğer harekete geçmek için ışığa sahip değil isek o zaman bize düşen, yalnızca sakin durmaktır. Bir belirsizlik durumunda asla harekete geçmememiz gerekir. Tanrı sakin durmamızı ve hiçbir şey yapmamamızı beklediği zamanlarda, bizler genellikle hareket etme ya da eyleme geçme konusunda kendimize zarar veririz. Gider ve Tanrıya bu konuda soru sorarız, ama yanıt almayız. Öğüt ve danışma alma konusunda arkadaşlarımıza başvururuz. Ama onlar bize yardım edemezler. Çünkü konu, tamamen bizim canlarımız ve Rab arasında olan bir konudur. O zaman da kuşkuya ve kaygıya kapılırız. Ve neden böyle olur? Nedeni basittir, çünkü aklımızda tek görüş yoktur; “dünyanın ışığı olan İsa’yı” izlemeyiz. İsa’yı izlediğimiz takdirde yaşam ışığına sahip olacağımız konusunu yaşantımızın sabit bir ilkesi ve tanrısal yaşamın değerli bir gerçeği haline getirmemiz gerekir. Bu sözleri O söylemiştir ve O’nun söylemiş olması iman etmek için yeterlidir. O halde bu nedenle şu kesin sonuca varabiliriz: Yersel halkına çöldeki tüm yolculukları boyunca rehberlik eden Rab, göksel halkına da şimdi tüm hareketlerinde ve tüm yollarında rehberlik edebilir ve edecektir. Ama öte yandan kendi isteğimiz yerine getirme, kendi yolumuza sahip olma ve kendi planlarımızı devreye sokma konusunda harekete geçmemeye dikkat edelim. “at ya da katır gibi anlayışsız olmayın; onları idare etmek için gem ve dizgin gerekir. Yoksa sana yaklaşmazlar.” Mezmur 32:9. Kendisini hoşnut etmemiş olan ama her zaman tanrısal isteğin akışında yürüyen ve tanrısal yetki olmadan asla hareket etmeyen o Kutsanmış Olan’ın ayak izlerinde yürümek bizim tek büyük hedefimiz olsun. O’na sonsuza kadar övgüler olsun ki O her şeyin üstünde ve her şeye egemen Tanrı olmasına rağmen bir İnsan olarak yeryüzünde yer aldı ve yiyeceğinin ve içeceğinin Babasının isteğini yerine getirmek olarak kabul etti. Böylelikle yüreklerimiz ve zihinlerimiz mükemmel esenlik içinde muhafaza edilecek ve her geçen gün sağlam ve kararlı adımlar ile tanrısal ve her yerde olan Rehberimiz tarafından bizim için belirlenen yol boyunca sağlam ve kararlı adımlar ile ilerlemek için güçlendirileceğiz. O, Tanrıdır ve Tanrı olarak yalnızca yolun her adımını bilmek ile kalmaz ama aynı zamanda İnsan olarak bizden önce yürümüş ve O’nun adımlarını izlememiz için bize bir örnek bırakmıştır. İçimizde konut kurmuş bulunan Kutsal Ruhun lütufkar hizmeti aracılığı ile her konuda daha sadık olarak O’nu izlememizi diliyorum.
Şimdi okuyucuya dikkatini çok ilginç olan bir konuya vermesi için davette bulunuyoruz ve bu konuya Eski Antlaşmanın kutsal yazılarında geniş yer verilir ve bu konu şimdi önümüzde açık bulunan bölümde güçlü bir şekilde resmedilir; yani, Tanrının dünyayı yönetmesi ve O’nun yeryüzündeki uluslar ile ilgili harika düzenlemesi! Bu konu, zihinde her zaman muhafaza edilmesi gereken çok büyük ve çok önemli bir gerçeği içerir. “Rabbimiz İsa Mesih’in Tanrısı ve Babası” olarak bildiğimiz tanrımız ve Babamız olarak tanıdığımız Rab ulusların ilişkilerine gerçek, canlı ve kişisel bir ilgi duyar. Onların hareketleri ve bir birleri ile olan ilişkileri ile yakından ilgilenir.
Kitabımızın otuz üçüncü bölümünün sekizinci ayetinde okuduğumuz gibi tüm bunların İsrail ve Filistin ülkesi ile bağlantılı oldukları doğrudur. Bu bölüm özel ve tek bir ilgiye ve büyük bir öneri gücüne sahiptir. “Yüceler Yücesi uluslarına paylarını düşeni verip insanları böldüğü zaman ulusların sınırlarını İsrailoğullarının sayısına göre belirledi.” İsrail, Tanrının yersel merkezi idi ve şimdi de Tanrının yersel merkezi olacaktır ve en başından beri Yaratılış kitabının 10.bölümünde görmüş olduğumuz gibi dünyanın Yaratıcısının ve Yöneticisinin ulusları ve onların sınırlarını Kendi egemen isteğine ve İbrahim’in soyuna doğrudan referans ile belirlemiş olduğu bir gerçektir ve sahip olmaları gereken o ülkenin dar şeridi, onların ataları ile yapmış olduğu sonsuza kadar kalıcı antlaşma ile ilgilidir.
Ama Yasa’nın Tekrarı kitabının 2.bölümünde Yehova’yı, sadakati ve adaleti doğrultusunda üç farklı ülkeyi ulusal hakları konusunda korumak için müdahil olarak görürüz ve bu da O’nun seçmiş olduğu kendi halkının sınırlarına karşıdır. Rab Musa’ya şöyle der: “Halka şu buyrukları ver: ‘Seir’de yaşayan kardeşlerinizin, yani Esavoğullarının ülkesinden geçeceksiniz. Sizden korkacaklar. Çok dikkatli davranın ve onları savaşa kışkırtmayın. Size onların ülkesinden hiç bir toprak parçası, hatta ayağınızı basacak bir yer bile vermeyeceğim. Çünkü Seir dağlık bölgesini mülk olarak Esav’a verdim. Yiyecek ve içeceklerinizi onlardan para karşılığı alacaksınız.” Yasa’nın Tekrarı 2: 3-6.
İsrail şöyle düşünmüş olabilir: yapmamız gereken tek şey Edomitlilerin ülkesini zapt etmek! Ama İsrail’in öğrenmesi gereken çok farklı bir şey var idi; En Yüce Olan’ın ulusların yöneticisi olduğu kendilerine öğretilmeli idi; tüm yeryüzünün O’na ait olduğunu ve O’nun Kendi iyi amacı ile uyumlu olarak istediğine istediği şekilde pay edebileceğini bilmeleri gerekiyor idi.
Bu durum, aklımızda tutmamız gereken çok görkemli bir gerçektir. İnsanların çoğu bu konu hakkında çok az düşünür. İmparatorlar, krallar, prensler, valiler, hükümet adamları ve benzer pek çok kişi bu konuyu çok az hesaba katarlar. Tanrının uluslar ile ilgilendiğini unuturlar; O’nun krallıkları, eyaletleri ve ülkeleri uygun gördüğü şekilde düzenlediğini düşünmezler. Zaman zaman bu konuda, konu yalnızca askeri bir fetih konusu imiş gibi davranırlar ve sanki Tanrı ulusal sınırlar ve ülke mülkiyetleri konusu ile ilgilenmiyormuş gibi davranırlar. Bu kendileri tarafından yapılan çok büyük bir hatadır. Şu basit cümlenin anlamını ve gücünü kavrayamazlar: “Seir dağını Esav’a mülk edinmesi için verdim.” Tanrı bu konudaki haklarını asla başkasına teslim etmeyecektir; İsrail’in Esav’ın mülkiyetinin tek bir parçasına dokunmasına bile izin vermeyecektir. Eğer modern bir ifade kullanacak olur isek onlar ihtiyaçları olan her şey için nakit ödeme yapmaya ve sessizce kendi yollarına devam etmeye hazır idiler. Gelişi güzel, ayırt edilmemiş katliam ve yağma Tanrının halkı için düşünülemez.
Ve tüm bunların nedeni olan hoş sebebe dikkat edin: “Tanrınız Rab el attığınız her işte sizi kutsadı. Bu geniş çölde dolanıp durduğunuz sürece sizi korudu. Tanrınız Rab geçirdiğiniz bu kırk yıl boyunca sizlerle idi ve hiç bir eksiğiniz olmadı.” Yasa’nın Tekrarı 2: 7. Bu yüzden Esav’ı kendi haline bırakabilir ve onun mülklerine dokunmayabilirler idi. Onlar Yehova’nın bakımının özenli objeleri olarak iyilik ile bereketlenmişler idi. Yehova onların çöldeki zor yolculuklarındaki her adım hakkında bilgi sahibi idi. Sınırsız iyiliği ile onların tüm ihtiyaçlarını karşılama konusunda sorumluluk yüklenmiş olan Yehova’nın Kendisi idi. İbrahim’e vermiş olduğu vaat uyarınca onlara Kenan ülkesini verecek idi; ama onlara Kenan ülkesini veren aynı el, Esav’a da Seir dağını vermiş idi.
Moav ve Amon ile ilgili olarak da tam olarak aynı şeyi görmekteyiz. “Rab bana, ‘Moavlılara düşman gözü ile bakma ve onları savaşa kışkırtma’ dedi. ‘Onların ülkesinden hiç bir toprak parçasını sana mülk olarak vermeyeceğim. Çünkü Ar kentini Lut soyuna verdim.” Yasa’nın Tekrarı 2: 9.
Burada sözü edilen mülkiyetler eskiden devlerin ellerinde idiler çünkü tanrısal planların yolunda kim ya da ne durabilir? “Bu bölge Refalılar ülkesi diye bilinir. Refalılar önceden orada yaşıyor idiler. Ammonlular onlara Zamzumlular adını takmışlar idi. Zamzumlular Anaklılar kadar uzun boylu, güçlü ve kalabalıktılar. Ama Rab onları Ammonluların önünde yok etti. Ammonlular zamzumluların topraklarını alıp yerlerine yerleştiler. Rab Seir’de yaşayan Esavoğulları için de aynısını yapmış ve Horluları onların önünde yok etmiş idi. Esavoğulları Horluların topraklarını almış ve yerlerine yerleşmişler idi. Bugün de orada yaşıyorlar. Gazze’ye kadar uzanan köylerde yaşayan Avvalıları da Kaftor’dan gelen Kaftorlular yok edip yerlerine yerleştiler.” Yasa’nın Tekrarı 2: 20-23.
Bu yüzden İsrail’e sonradan Edomlular, Ammonlular ve Moavlılar gibi bu üç ülkenin mülkleri ile konuda işlerine karışmasına izin verilmedi. Ama hemen bundan sonraki cümlede Amorlular ile ilgili tamamen farklı bir şey okuruz: “Haydi kalkın! Arnon vadisinden geçin! İşte Heşbon kralı Amorlu Sihon’u ve ülkesini elinize teslim ettim. Ona saldırın ve ülkesini mülk edinmeye başlayın.” Yasa’nın Tekrarı 2: 24.
İsrail’e verilen tüm bu çeşitli talimatlardaki büyük ve önemli ilke Tanrının sözünün Tanrının halkı için her şeyi halletmesi gerektiğidir. Esav ve Lut’un mülkiyetlerine neden dokunmamaları gerektiği ama Sihon’un ülkesini alabilecekleri gibi konuların nedenini araştırmak İsrail’in işi değil idi. Onların yalnızca kendilerine söyleneni yapmaları gerekiyor idi. Tanrı, istediği gibi hareket edebilir. Tanrının gözü tüm olup bitenlerin üzerindedir. Ve O her şeyi görür. İnsanlar tanrının yeryüzünü terk etmiş olduğunu düşünebilirler ama O yeryüzünü terk etmemiştir. O’nun adına övgüler olsun! O, elçinin Atina’ya yapmış olduğu yolculukta söylemiş olduğu gibi, “göğün ve yerin Rabbidir” ve “O, ulusların sürelerini ve yerleşecekleri bölgelerin sınırlarını önceden saptadı.” Elçilerin İşleri 17:26. Ve ayrıca şunları da okuruz, “Çünkü dünyayı (oikoumenen, οἰκουμένην) atadığı Kişi aracılığı ile adalet ile yargılayacağı günü saptamıştır. Ve bu Kişi’yi ölümden diriltmek ile bunun güvencesini [kanıtını] herkese vermiştir.” Elçilerin İşleri 17: 31.
Burada tüm sınıf ve konumlarda bulunan her kişinin mutlaka kulak asması gereken çok ciddi bir ağırlığa sahip olan bir gerçek ile karşı karşıyayız. Tanrı, dünyanın Egemen Yöneticisidir. O, işleri ile ilgili olarak kimseye hesap vermez. Birini yükseltir bir diğerini ise alçaltır. Krallıklar, tahtlar, yönetimler, her şey O’nun buyruğu altındadır. Tanrı insanların aralarındaki ilişkileri düzenler iken Kendi isteği ile uyumlu olarak hareket eder. Ama aynı zamanda da insanları, Kendi takdirine göre yerleştirmiş olduğu çeşitli konumlarındaki eylemlerinden sorumlu tutar. Yönetici ve yönetilen, kral, vali, sulh hakimi, yargıç ve her sınıftan ve dereceden insanlar er ya da geç Tanrıya hesap vermek zorunda kalacaklardır. Her bir kişi, yalnızca tek bir kişi olarak Mesih’in yargı kürsüsünün önünde durmak zorunda kalacak ve orada kişinin başından sonuna kadar yaptıkları gözden geçirilecektir. Orada her eylem her söz ve her sır korkunç bir netlik ile ortaya çıkacaktır. Bir toplulukta, kaçış söz konusu olmayacaktır. Söz, bize herkesin “yaptığı işlere göre” yargılanacağını beyan etmektedir. Yargı yoğun bir şekilde bireysel ve hatasız bir netlik ile yapılacaktır. Bir tek kelime ile ifade edecek olur isek bu yargı tanrısal bir yargı olacağı için mutlak mükemmellikte bir yargı olacaktır. Hiç bir şey atlanmayacaktır. “İnsanlar her boş söz için yargı gününde hesap vereceklerdir.” Krallar, valiler ve hakimler kendilerine emanet edilen yetki ve gücü ve ellerine geçen varlığı nasıl kullandıkları konusunda hesap vermek zorunda kalacaklardır. Soylu ve varlıklı kişiler eğer servetlerini ve zamanlarını akılsızca, boş yere, lüks ve kendi çıkarları için harcadılar ise tüm bunlar için insanın içini okuyan ateş alevi gibi parlayan gözlere sahip İnsanoğlu’nun tahtının önünde yanıt vermek zorunda kalacaklardır. Ve İnsanoğlu’nun parlak tuncu andıran ayakları Tanrıya karşı olan her şeyi esirgemeden yargılamak için ezecektir.
İmansızlık sinsi bir şekilde şu soruyu sorabilir: “Tüm bunlar nasıl olabilir? İnsan soyundan sayılamayacak kadar çok milyonlarca kişi Mesih’in yargı kürsüsünün önünde nasıl yer bulacaktır. Ve her kişisel öykünün ayrıntılarına dakik bir şekilde giriş yapılabilecek zaman nereden bulunacaktır?” İmanın bu sorulara yanıtı şudur: “Tanrı bunun böyle olacağını söylüyor ve bu yeterlidir ve bunların ‘Nasıl?’ olacağı sorusuna gelince bu sorunun yanıtı Tanrıdır! Sınırsızlık! Sonsuzluk!” Devreye Tanrı girdiği zaman tüm sorular susar ve tüm güçlükler bir anda ortadan yok olur. Aslında imansız, kuşkucu, akılcı ve maddeci kişilerin tüm itirazlarına verilecek yalnızca bir önemli ve zaferli yanıt vardır ve o yanıt da sadece bir sözcükten oluşur – “TANRI!”
Okuyucuya şu konuda ısrar ediyoruz: yüreğinin huzuru ve refahı için imansızlara yanıt vermeyi düşünmesin bile! İmansızlara gelince, biz bu konuda her gün giderek biraz daha çok ikna oluyoruz; bizim için en yüce bilgelik Rabbimizin, Matta müjdesinin 15.bölümünde yer alan şu sözleridir: “Bırakın onları.” Matta 15: 14a. Tanrı sözünü küçümseyen ve kendi dünyasal mantıklarından başka bir temele sahip olmayan kişiler ile tartışmak kesinlikle boş ve yararsızdır. Ancak öte yandan, yüreğin her zaman Tanrı sözünün gerçeğine bir çocuğun saflığının sadeliği ile karşılık vermesi mevcut olan en önemli noktadır: “Tanrı söyler de yapmaz mı? Ya da O söylediği sözü yerine getirmeyecek midir?”
İşte imanın dinlendiği tatlı ve kutsal yer bu noktadadır; canın insan düşünce ve duygularının çatışmalı akıntılarından sığınak bulabileceği sakin liman burasıdır. “Tanrının sözü sonsuza kadar sürer ve bizim yapmamız gereken tek şey Tanrının sözünü kendi malımız olarak yüreklerimizde saklamaktır; bu bizim Tanrıdan almış olduğumuz bir hazinedir; canlarımızın tazelenmesi ve huzur bulması için her zaman içebileceğimiz diri çeşme Tanrının sözüdür. İşte o zaman esenliğimiz bir ırmak gibi akacak ve yolumuz öğle güneşinin parlaklığında bir ışık ile aydınlanacaktır.
Ey Rab, diliyoruz ki, imansızlığın büyümekte olduğu bu günlerde sevdiğin tüm halkın için her şey böyle olsun! Senin kutsal sözün yüreklerimizde artan bir değere sahip olsun! Vicdanlarımız Senin sözünün gücünü hissedebilsin! Senin sözünün göksel öğretişleri karakterimizi biçimlendirsin ve davranışlarımızı yönetsin ve yaşamdaki tüm ilişkilerde bütün bu konuların hepsinde Senin adın yüceltilsin!