Bölüm 34
İnanç Değiştirme, Arabuluculuk Ve Yenileme
Mısır’dan Çıkış 32-34
Rab, Halkının arasında yaşayabilmek için Kutsal Yeri’nin bina edilmesi hakkında buyruklar vererek Halkının bereketi ile ilgilenmişti. Musa, Tanrı’nın lütfunun bu haberlerini almak için dağda idi. Rab, hizmetkarı Musa’yla, İsrail ile yaptığı lütuf antlaşması konusundaki ilişkisiyle bağlantılı olarak değerli şeylerin bina edilmesine dair “görüşüyordu”. Ama Tanrı bu konu ile ilgilenirken bile, Sina Dağı’nın eteklerindeki ordugahta, günah ve hatta inanç değişikliği gibi eylemlere tanıklık ediliyordu. Yukarıdaki her şey,ışık ve bereket idi; aşağıdaki her şey ise, tamamen karanlık ve kötü idi.
“Halk Musa’nın dağdan inmediğini, geciktiğini görünce, Harun’un çevresine toplandı. Ona, ‘Kalk, bize öncülük edecek bir ilah yap’ dediler, ‘Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz!’ Harun, ‘Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri çıkarıp bana getirin’ dedi. Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp Harun’a getirdi. Harun, altınları topladı, oymacı aleti ile buzağı biçiminde dökme bir put yaptı ve ‘Yarın Rabbin onuruna bayram olacak’ diye ilan etti. Ertesi gün halk erkenden kalkıp yakmalık sunular sundu, esenlik sunuları getirdi. Yiyip içmeye oturdu, sonra kalkıp çılgınca eğlendi.’” (1-6. ayetler)
Bu olay ve İsa’nın görünümünün değiştiği yüksek dağın eteklerindeki olay arasında, bir açıdan, çarpıcı bir benzetme bulunmaktadır. Her iki olayda da Şeytan’ın tam etkisi söz konusudur. Bizim incelemekte olduğumuz olayda onun gücü altına giren ulus, diğerinde ise onun sahip olduğu çocuk yer alır; ama çocuk daha sonraki döneme ait Yahudi ulusunun bir örneğidir. Mesih’in yükseklerdeki yokluğu (aynı zamanda Sina Dağı’nda Musa tarafından da mecazi olarak gösterilen), Şeytan tarafından bir fırsat olarak değerlendirilir – Tanrı’nın izni altında – ve kötü gücünü gösterir ve yüreğindeki kötülük ile insan (İsrail) Şeytan’ın sefil bir kölesi haline gelir. Ama eylemi ne olursa olsun Şeytan’ın hiç bir zaman Tanrı’dan önce davranıp öne geçmesi mümkün değildir. Şeytan, engel olmaya çalışabilir ve Tanrı’nın amaçlarını erteletmekte başarılı oluyor gibi görünebilir, ama Tanrı’nın amaçlarını hiç bir zaman bozamaz ve hedefine asla ulaşamaz. Böylece, incelemekte olduğumuz olayda Rab Musa ile konuşmasını bitirmişti (Mısır’dan Çıkış 31:18) ve halk günaha düşmeden önce her şeyi Tanrı’nın isteğine göre düzenlemişti. Bu durum, Kutsal Yazıların tümünde aynıdır. Şeytan, önceden göremediği için her zaman bir gün geride kalır; öyle ki, sanki anlık bir başarı elde etmiş gibi görünür, ama bu yalnızca sonunda daha ezici bir yenilgi ile karşılaşması içindir. Esenlik Tanrısı’nın, Şeytan’ı ayaklarının altında ezeceği zaman “yakındır” ve bu anı bekleyen imanlıların yüreklerini teşvik eden, bu gerçek olmalıdır.
Halkın yaptığının inanç değiştirmekten kalır yeri yoktur. Bu eylemin çeşitli özelliklerine kısaca değinilebilir. Öncelikle, Rabbi unuttular ve O’nu terk ettiler. İkinci olarak Mısır’dan kurtarılmalarını Musa’ya atfettiler; onu, “kendilerini Mısır’dan çıkaran adam” olarak tanımladılar. Sonunda putperestlik yaptılar. Onlar, gözleri ile görebilecekleri tanrılar istiyorlardı – bu putlar, onların “kendilerinde iman olmayan çocuklar” olduklarına tanıklık ediyorlardı. Harun da onlar ile birlikte – görünen o ki, hiç bir mücadele vermeden – putperestlik günahını işledi. Rabbin önünde hizmet etmek için en kutsal yere girmenin ayrıcalığının tadını çıkaran, kahinlik görevi için tasarlanmış olan kişi (Harun) onların kötü isyanına önderlik etmemiş olsa bile yine de bu kötü isyana aracı oldu. Kahin ve halk Şeytan’ın kötü esinini birlikte kabul ettiler ve kendi elleri ile yaptıkları tanrılara tapındılar; ve tapınırken şöyle bağırdılar: “Ey İsrail, sizi Mısır’dan çıkaran tanrınız budur.” Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli nokta şudur: Harun, halkın putperestliğinin utancını gizlemek için yapılan puta Rabbin adını verdi. Buzağının önünde bir sunak yaptı ve şunu ilan etti: “Yarın Rabbin [YEHOVA) onuruna bayram olacak”. Bu, inanç değiştiren bir Hıristiyanlığın yaptığı ile aynı şeydir. Kendi putlarını yaparlar ve onlara tapınmayı Rabbe tapınmak olarak adlandırırlar; ve böylece canları, Tanrı’nın önünde yaptıkları bu gerçek iğrençliği kabul etmek konusunda aldatılmış olur. Bu altın buzağı nedir? Harun’un ifade ettiği şekilde söylenecek olursa, Yehova’nın bir örneği idi. Bu nedenle, Romanistler ve dinsel törenlere göre tapınma taraftarları tartışırlar ve bunun sonucunda putperestliklerine Mesih’in adının ve Hıristiyanlığın değerini verirler. Bundan dolayı burada resmedilen bu olay, ilkinden daha kötü olan Yahudilerin son durumuna bir örnek teşkil edebilir ve aynı zamanda günümüz ile ilgili olarak da oldukça eğiticidir. Burada söz konusu olan, İsrail’in Yehova’yı ve O’nun hizmetkarı Musa’yı reddetmiş olmasıdır.İsrail halkı inancını değiştirdi ve inanç değişikliği modern Hıristiyanlığın gerçek durumunu ifade eden tek sözcüktür. Hıristiyanlık, bu ada sahip olmayı sürdürürken, Tanrı’nın sağındaki Mesih’in yetkisini reddetmiş olmaktadır.
Tanrı’nın gazabının bu halka karşı alevlenmesine şaşırmamak gerekir.
“Rab, Musa’ya, ‘Aşağı in’ dedi, Mısır’dan çıkardığın halkın baştan çıktı. Buyurduğum yoldan hemen saptılar. Kendilerine dökme bir buzağı yaparak önünde tapındılar, kurban kestiler. ‘Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran ilahınız budur’ dediler. Rab, Musa’ya, ‘Bu halkın ne inatçı olduğunu biliyorum’ dedi, ‘Şimdi bana engel olma, bırak öfkem alevlensin, onları yok edeyim. Sonra seni büyük bir ulus yapacağım.’ “ (7-10. ayetler)
İsrail, Tanrı’nın adil yargısına kendini maruz bıraktı. Halk, kendi isteği ile gönüllü bir şekilde bereket koşulu olarak Tanrı’nın yasasına itaat etmeye söz vermişti; ve antlaşma kanın serpilmesi aracılığı ile – ölümün simgesi – antlaşmanın ihlali halinde ölüm cezası ile mühürlenmişti. Şimdi bu cezaya maruz kalmışlardı. Bu nedenle Tanrı onlara artık Kendi halkı olarak davranmak istemez. Halk, Tanrı’yı reddetmişti ve Musa’dan, kendilerini Musa’dan çıkaran adam olarak söz etmişlerdi; ve Rab onları bu sözleri ile ele alır. Bundan dolayı Musa’ya şu sözleri söyler: “Mısır’dan çıkardığın halkın baştan çıktı, “ v.b. (ayet 7) Onların günahını tanımladıktan sonra, Tanrı onlar ile ilgili ağır yargısını ilan etti: “Bu halkın ne inatçı olduğunu biliyorum. Şimdi bana engel olma, bırak öfkem alevlensin, onları yok edeyim. Sonra seni büyük bir ulus yapacağım.” (9, 10. ayetler)
Böylece İsrail, kabul etmiş olduğu yasanın adil taleplerine göre ve bereket koşulu olarak vaat ettikleri itaat uyarınca kendilerini toparlayamayacak kadar kayboldular ve kendi istekleri ile işledikleri günah ve yaptıkları inanç değişikliği yüzünden mahva uğradılar.
Rabbin ilan ettiği sözler Musa’nın yüreğinde benzersiz güzellikte ve güçte bir aracılık isteği uyandırdı. Rab, Musa’ya şöyle demişti: “Seni büyük bir ulus yapacağım.” Ama Musa halkına duyduğu sevgi nedeni ile kendini düşünmedi ve kendisine sağlanacak olan bereket ile ilgilenmedi, Musa, yalnızca Rabbin yüceliğini düşünüyor ve İsrail’in içinde bulunduğu sefil durum ile ilgileniyordu. Musa, lütuf aracılığı ile bir aracının konumuna yükselmek için güç aldı; ve Rabbe bir aracı olarak yalvarır iken, tüm canını ortaya döktü. Yalvarışında sergilediği karakter çok dikkat çekicidir. Musa, halkın günahını bir an için bile hafife almadı – böyle bir şey yapamazdı: Tanrı’ya merhamet etmesi için yalvaramazdı da, çünkü Sina Dağındaki antlaşmada merhamete yer yoktu; bu yüzden yaptığı tek şey Tanrı’ya güvenmek oldu ve O’nun yüceliğinin, kurtarmış olduğu Halkı ile bağlantılı olarak gerektirdiklerine bel bağladı. Öncelikle üzerinde durduğu nokta, Tanrı İsrail’i yok ettiği takdirde, Adına Mısırlılar arasında onur verilmeyeceği idi. Musa, Yehova’ya Kurtarışı aracılığı ile Halkı arasında kurduğu bağı hatırlattı. Tanrı Musa’ya, “senin” halkın demişti. Ama Musa Tanrı’ya yalvarırken bu halkın O’nun halkı olduğunu belirtti. Musa bu bağın bozulmasını kabul etmeyecekti ve şöyle feryat etti: “Ya Rab, niçin kendi halkına karşı öfken alevlensin? Onları Mısır’dan büyük kudretin ile, güçlü elin ile çıkardın. Neden Mısırlılar, ‘Tanrı kötü amaç ile, dağlarda öldürmek, yeryüzünden silmek için onları Mısır’dan çıkardı?’ desinler.” (11, 12. ayetler) Halkın utanç verici inanç değişikliğine rağmen, Musa’nın yalvarışı İsrail’in hala Tanrı’nın halkı oluşu ile ilgili idi ve Tanrı’dan Yüceliği ile halkını esirgemesini istiyordu. Aksi takdirde düşman İsrail’in yok edilmesinden sevinecek ve bu yüzden Tanrı’nın onuruna leke sürecekti. Bu yakarışta karşı konulması imkansız bir güç vardı. Yeşu, İsrailliler ay halkının önünde bozguna uğradıkları zaman, buna benzer özellikte bir yakarışta bulunur ve şöyle der: “Kenanlılar ve ülkede yaşayan öbür halklar bunu duyunca çevremizi kuşatacak, adımızı yeryüzünden silecekler. Ya sen ya Rab, kendi yüce adın için ne yapacaksın?” (Yeşu 7:9) Her iki olayda da iman, Tanrı’ya güveniyordu, olayı Tanrı’nın kendi yüceliği ile özdeşleştiriyordu ve bu noktadan hareket ederek talepte bulunuyordu; bu, Tanrı’nın hiç bir zaman geri çeviremeyeceği bir talep idi. Ama Musa’nın bir başka talebi daha vardı. Aracılığının gücü ile – hiç kuşkusuz Tanrı’nın eyleminin bir ürünü – Musa, geçmişe dönerek Rabbe, İbrahim, İshak ve Yakup’a vermiş olduğu kesin ve koşulsuz vaatleri hatırlatır; yalan söylemesi mümkün olmayan Tanrı’ya, değişmesi imkansız olan iki konudan söz eder. (İbraniler 6:18) Kutsal Yazılarda, üstün aracılık ile ilgili bundan daha güzel bir örnek bulunamaz. Ortaya çıkan aciliyet konusunda her şey aracıya bağlı idi ve Tanrı lütuf ile davranarak aracı olabilecek kişiyi ve halkın davası için yalvaracak olanı tedarik etmişti. Bu sağlayışın temeli, onların ne oldukları değildi, çünkü kutsal bir Tanrı’nın haklı öfkesine maruz kalmalarının nedeni günahları idi. Sağlayışın temeli, bu nedenle, Tanrı’nın ne olduğu, ve atalara ant ve vaat ile açıklanan ve onaylanan Tanrı’nın amaçları idi. Rab işitti ve “Halkına yapmak istediği kötülükten vazgeçti.” İman etmek için ne kadar büyük bir teşvik! İşitilmesi gereken duanın işitilmesinin imkansız gibi göründüğü durum, yalnızca böyle bir durum olabilirdi. Ama Musa’nın imanı tüm güçlüklerin üstüne çıktı ve Yehova’nın eline yapıştı, O’nun yardımına sarıldı; ve Tanrı Kendisini inkar edemeyeceği için Musa’nın duasına yanıt ihsan edildi. Doğru kişinin etkili ve hararetli duasının pek çok şey elde edeceği kesindir.
“Musa döndü, elinde antlaşma koşulları yazılı iki taş levha ile dağdan indi. Levhaların ön ve arka iki yüzü de yazılı idi. Onları Tanrı yapmıştı, üzerlerindeki oyma yazılar O’nun yazısı idi. Yeşu, bağrışan halkın sesini duyunca, Musa’ya, ‘Ordugahtan savaş sesi geliyor’ dedi. Musa şöyle yanıtladı: ‘Ne yenenlerin, ne de yenilenlerin sesidir bu; ezgiler duyuyorum ben.’ Musa ordugaha yaklaşınca, buzağıyı ve dans eden insanları gördü; çok öfkelendi. Elindeki taş levhaları fırlatıp dağın eteğinde parçaladı. Yaptıkları buzağıyı alıp yaktı, toz haline gelinceye dek ezdi, sonra suya sererek İsraillilere içirdi. Harun’a, ‘Bu halk sana ne yaptı ki, onları bu korkunç günaha sürükledin?’ dedi. Harun, ‘Öfkelenme efendim!’ diye karşılık verdi, ‘Bilirsin, halk kötülüğe eğilimlidir. Bana, ‘Bize öncülük edecek bir ilah yap. Bizi Mısır’dan çıkaran adama ne olduğunu bilmiyoruz’ dediler. Ben de, ‘Kimde altın varsa çıkarsın’ dedim. Altınlarını bana verdiler. Ateşe atınca bu buzağı ortaya çıktı!’” (15-24. ayetler)
Sina Dağındaki antlaşma ihlal edilmiş idi – telafi edilemez bir şekilde bozulmuş idi. Musa, Rabbin huzurundan aşağıya, ordugaha inmek üzere döndüğü zaman, üzerinde antlaşma koşulları yazılı iki taş levhayı da yanına aldı; ve Tanrı’nın Ruh’u, taş levhaların tanrısal ve mükemmel özelliğine dikkat çekmek için bu durumdan yararlanır. “Onları Tanrı yapmıştı, üzerlerindeki oyma yazılar O’nun yazısı idi.” (ayet 16) Hepsi tanrısal idi – başlangıçları tanrısaldı ve yürürlüğe konmaları tanrısaldı. Ama bu tanrısal yasa levhaları ordugaha hiç bir zaman ulaşmadılar. Halk, kendisi ve Tanrı arasındaki antlaşmayı tamamen ihlal etmişti; ve bu yüzden yalnızca yasa temelinde bir itaat artık söz konusu olamazdı. Yapılan aracılığın bir karşılığı olarak merhamet objeleri olabilirlerdi, ama aleni günahkarlar olarak seve seve kabul ettikleri antlaşmayı ihlal etmiş ve şimdi putperestler haline gelmişlerdi. Yeşu ordugahtan gelen sesi işittiği zaman bunun bir savaş gürültüsü olduğunu düşündü; ama Musa, Tanrı’nın huzurunda çok uzun süre kalmış biri olarak kulaklarına ulaşan seslerin gerçek karakterini ayırt etme konusunda Yeşu’dan daha hızlı davrandı. “Musa ordugaha yaklaşınca, buzağıyı ve dans eden insanları gördü; çok öfkelendi. Elindeki taş levhaları fırlatıp dağın eteğinde parçaladı.” Musa’nın, Tanrı’nın halkı ile ilgili olarak nasıl Rabbin Kendi düşüncesi ile tam bir paydaşlık içinde olduğuna dikkat edin. Tanrı, halka öfkelendi ve Musa, bu yüzden Tanrı’ya halk için aracı olarak yalvarmış olmasına rağmen, yine de, aşağıya indiği ve altın buzağıyı gördüğü zaman, öfkelenmekten kendini alamadı. Eğer Musa’nın yasa levhalarını kırmasının nedeni bu ise, halkın antlaşmayı ihlal etmesi ve aynı zamanda put yapmaları yüzünden öfkesini ifade etmesi Tanrı’nın düşüncesi ile tam bir uyum içinde idi. Birinin söylediklerinden bir aktarma yapalım, “Musa’nın halkın arasında neler olup bittiğini anlama konusunda başarılı olan kulağı, onların ahmakça ve küfür niteliğindeki sevincini duyar. Musa ordugahta Tanrı’nın buluşma çadırından önde gelen altın buzağıyı gördükten hemen sonra levhaları dağın eteğinde parçalar; ve dağda iken Tanrı’nın yüceliği uğruna Tanrı önünde halk için gayretlidir, aşağıya indiği zaman ise, yine Tanrı’nın yüceliği uğruna Tanrı için gayretlidir. Çünkü iman, Tanrı’nın yüce olduğunu (mantıklı herkesin yapacağı budur) görmenin çok daha ötesinde güce sahiptir; iman, Tanrı’nın yüceliğini ve Tanrı’nın halkını birleştirir ve bundan dolayı O’nun yüceliği ile ilgili olarak Tanrı’nın, onları her koşulda bereketleyeceğine güvenir ve bedeli ne olursa olsun,
bu yücelik ile uyumlu olarak onlardaki kutsallık hakkında ısrar eder, öyle ki, bu yüceliğe, onunla özdeşleşmiş olanlar tarafından küfür edilemesin.” Bunlar ağır ve doğru sözlerdir ve böyle bir günde Rabbin halkının yüreklerinin derinliklerine yerleşmeleri gerekir – inancını ağzı ile ikrar eden Hıristiyanlığın “ordugahı” Musa’nın dağdan indiği zaman gördüklerinden farklı bir görünüm sunmaz; ve herhangi bir güçlük karşısında kilisede O’nun uğruna hareket etme sorumluluğunu taşıyan ve Mesih ile gerçekten özdeşleşmiş olan Rabbin hizmetkarları üzerinde çok düşünmeleri gerekir. Çünkü önce Tanrı’nın halkı uğruna Tanrı’nın önünde gayretli olmaz isek, O’nun aşağıdaki halkı ile ilgilenirken O’nun yüceliği için gayretli olamayız.
Musa, daha sonra Harun ile ilgilenir – onu halkın üzerine böylesine büyük bir günah getirmekle suçlar. Bu durumu anlamamıza yardımcı olması amacı ile ekleyeceğimiz bir başka durum, Yasa’nın Tekrarı kitabında bulunur. Musa bu konuda şöyle der, “Rab Harun’a da onu yok edecek kadar öfkelenmişti. O sırada Harun için de yakardım.” (Yasa’nın Tekrarı 9:20) Harun’un, Musa’nın yokluğu sırasında halktan sorumlu kişi olarak görüldüğüne kuşku yoktur. Zaten bu nedenle, durum ile ilgili özel bir suçlamaya maruz kalır; ve öyküde anlatılanlardan da anlaşıldığı gibi halkın arzu ettiğini yerine getirmekte hiç de ağır davranmaz. İsrail için geçerli olan, Harun için de geçerlidir – hem halk hem de Harun Musa’nın aracılığı ile günahlarının idari sonuçlarından esirgenirler, ama günahın Tanrı’ya karşı olan suçu ortada kalmıştır. Bu farklılığın akıllarda özenli bir şekilde tutulması gerekir ya da daha sonra infaz edilen yargı, şu ifade ile uyum içinde değilmiş gibi görünebilir: “Rab, halkı için yapmayı düşündüğü kötülükten vazgeçti.” Ulus, Tanrı’nın Sina’nın yasasının temelindeki idaresinin sonucu olarak yok edilecekti, ama Musa’nın aracılığı sayesinde bu gerçekleşmedi. Tanrı, halkı bu sonuçtan kurtardıktan sonra yine de halkı cezalandırmak için özgürdü – bölümün sonunda gördüğümüz gibi, “Rab halkı cezalandırdı. Çünkü Harun’a buzağı yaptırmışlardı.” İfade edilen bu sözcükler ile Harun farklı bir konuma yerleştirilmiştir; çünkü kahinlik görevine sahip olduğu için özellikle suçlu bulunur. Musa’ya verdiği karşılık, günahı konusunda ikna edilmiş bir yüreğe sahip olduğunu açıklar. Adem nasıl suçu Havva’nın üzerine attı ise, ve Havva da suçu yılanın üzerine attı ve Harun da aynı şekilde kendisini, halkı bahane ederek savunmak ister. Halkın, “şeytanın tuzağına düştüğü” doğrudur; ama Harun’un günahı, halka istediklerini yapmak konusunda yardımcı olmasıdır. Harun, onların arzularına boyun eğmektense, ölmesi daha doğru olurdu; gösterdiği zayıflık – Rabbin iyilik ve lütfuna rağmen sık sık yaptığı bir davranış – onun utancı ve suçu idi.
Halkın başıboş hale (çünkü Harun onları dizginlememiş ve düşmanlarına alay konusu olmalarına neden olmuştu) geldiğini gören Musa, Harun’u bıraktı ve Rab için duyduğu kutsal bir gayret ile yanarak ordugahın girişinde durdu ve şöyle bağırdı: “Rabden yana olanlar yanıma gelsin!”Artık kötülüğü gizlemek ya da ödün vermek için zaman yoktu. Tanrı ve Şeytan arasında tarafsız kalmak inançtan sapmış olmaktan başka bir şey olamazdı. Böyle bir zamanda Rabden yana olmayan, O’na karşıdır. Ayrıca, Musa’nın, Rabi kabul ettiğini söyleyen bir halkın ortasında bu şekilde bağırmış olmasına dikkat edin. Ordugahtakilerin hepsi İsrailli idi. Ama şimdi bir ayrılığın gerçekleşmesi söz konusu idi ve Musa’nın, “Rabden yana olan kim?” şeklindeki meydan okuması, olup biteni gözler önüne seriyordu. Musa, Rabbin merkezi oldu; ve bu yüzden onun çevresine toplanmak, Rabden yana olmak, onun çağrısını reddetmek ise Rabbe karşı olmak anlamına geliyordu. Musa’nın bu çağrısının etkisi ne oldu? Tüm İsrail oymaklarının içinden neden yalnızca Levi oymağı sadık çıktı? “Bütün Levililer Musa’nın
çevresine toplandı.” Tüm ordugah tam bir isyan sergilerken, Levililerin Rabden yana olmaları – Rabbin lütfu aracılığı ile – onurlu bir davranış idi. Levililerin gösterdiği sadakat Rabbin gözünde kim bilir ne kadar değerli idi! Yasa’nın tekrarı’ndaki ayetlerden anlaşıldığına göre, Rab, bu dönemdeki davranışlarından dolayı Levilileri, buluşma çadırında özel bir hizmet ile görevlendirdi. Musa bu konuda şöyle der: “O zaman Rab, kendi Antlaşma Sandığını taşıması, kendisine hizmet etmek üzere önünde durması ve O’nun adı ile kutsaması için Levililer oymağını ayırdı. Bu gün de aynı görevi yapıyorlar. Bu yüzden Levililer kardeşleri olan öbür oymaklar gibi pay ve mülk almadılar. Tanrınız Rabbin onlara verdiği söz uyarınca onların mirası Rab’dir.” (Yasa’nın Tekrarı 10:8,9) Gösterilen sadakat, sıradan bir sadakat değildi; çünkü Musa’nın çağrısına karşılık verdikten sonra Musa aracılığı ile kendilerine şu emir buyuruldu: “İsrail’in Tanrısı Rab diyor ki, ‘Herkes kılıcını kuşansın. Ordugahta kapı kapı dolaşarak kardeşini, komşusunu, yakınını öldürsün.’ Levililer Musa’nın buyruğunu yerine getirdiler. O gün, halktan üç bin adam öldürüldü. Musa, ‘Bu gün kendinizi Rabbe adamış oldunuz’ dedi. ‘Herkes öz oğluna, öz kardeşine düşman kesildiği için bu gün Rab sizi kutsadı.’” (27,28. ayetler)
Böylece yalnızca Levi oymağı kendilerini putperest kardeşlerinden ayırarak ve Tanrı’nın halkının işlediği suça karşı hiç duraksamadan Tanrı’nın tarafına geçerek tanrısal çağrıya karşılık verdi. Bu, yürekleri araştıran bir deneme idi – Levililerin benliğin her isteğini bir kenara bırakmalarını talep eden bir deneme. Evet, Levililerin, Musa’nın da söylediği gibi şöyle davranmaları gerekiyordu: “O, annesi ve babası için, ‘Onları saymıyorum’ dedi. Kardeşlerini tanımadı. Çocuklarını bilmedi. Ama senin sözünü tuttu ve antlaşmana bağlı kaldı.” (Yasa’nın Tekrarı 33:9) Tanrısal çağrıya bedeli ne olursa olsun itaat edildi ve bundan dolayı ve İsrail’in içine düştüğü kötülükten tamamen ayrıldı. Tanrı, genellikle Halkını aynı şekilde dener; ve ne zaman karışıklık ve çöküş başlasa, tanrısayarlar için yürünecek tek yol, Levililerin yürüdükleri yoldur – tam yürek ile, hiç sorgulamadan itaat etmek. Böyle bir yol, akrabalık ilişkisi nedeni ile acı verecektir – yaşamlarındaki en yakın ilişkilerini teslim etmek ve doğal bağlarını koparmak, her şeye rağmen yine de berekete götüren tek yoldur. Eğer bu kötü günde Rabbin Sözü’ne boyun eğerek Rabbin adını onurlandırmayan kişiler var ise, hepsi yüreklerini değiştirsinler.
Musa ertesi gün, dağa, Rabbin yanına döndü.
“Ertesi gün halka, ‘Korkunç bir günah işlediniz’ dedi, ‘Şimdi Rabbin huzuruna çıkacağım. Belki günahınızı bağışlatabilirim.’ Sonra Rabbe dönerek,’Çok yazık, bu halk korkunç bir günah işledi’ dedi, ‘Kendilerine altın put yaptılar. Lütfen günahlarını bağışla, yoksa yazdığın kitaptan adımı sil.’
Rab, ‘Kim bana karşı günah işledi ise, onun adını sileceğim’ diye karşılık verdi. ‘Şimdi git, halkı istediğim yere götür. Meleğim sana öncülük edecek. Ama zamanı gelince günahlarından ötürü onları cezalandıracağım.’” 30-34. ayetler)
Musa, önce günahları nedeni ile halkı suçlar ve sonra halka duyduğu sevgi nedeni ile onlar adına Rabbin huzuruna çıkmayı teklif eder ve şöyle der: “Belki günahınızı bağışlatabilirim.” Bu konu ile ilgili olarak Musa ve Rab İsa arasındaki karşıtlık, biri tarafından şu hoş ifade ile aktarılır: “Değerli Kurtarıcımızın işi ile kıyaslandığında burada nasıl da bir karşıtlık ile karşılaşırız! O, Tanrı’nın işini yapmak üzere gök yüzünden – Baba’nın Yüceliğinde sahip olduğu yerden - aşağı geldi; ve yasayı yerine getirdi (bu antlaşmanın işaretleri olan levhaları yok etmek yerine onların, insanın yerine getirmesi imkansız olan taleplerini yerine getirdi), buna rağmen ihlal edilen yasanın cezasını O üstlendi; ve neşesiz bir şekilde, “belki günahınızı bağışlatabilirim” demek yerine göğe dönmeden önce kefaret görevini başarı ile tamamladı; aksi takdirde Tanrı’nın kutsallığı ve adaleti anında sıfırlanmış olurdu. Kefaret görevini tamamladığına dair kanıt olan değerli kanı aracılığı ile yeni antlaşmayı onayladı; Tanrı’nın önünde sunduğu kanın Tanrı için değerli olduğuna ilişkin kuşku yoktur.” Evet, Musa’nın aracı olduğu doğrudur, ama bu özelliği ile Mesih’in sembolü olduğunu düşünmek yanlıştır.
Ama Musa geri döndü, halkının günahını itiraf etti ve onların bağışlanmaları için onlara duyduğu sevginin yoğunluğu ile yalvarışta bulundu. Hatta – daha ileri gidemezdi – yalvarışına şu sözleri ekledi: “Eğer günahlarını bağışlamazsan yazdığın kitaptan adımı sil.” Musa, kendisini halkı ile öylesine özdeşleştirmişti ki – Tanrı’nın Ruh’u tarafından üretildiği zaman, aracılık ederken sahip olunan tüm gücün kaynağı – onlar bağışlanmadıkları takdirde, onlar ile birlikte yok edilmeyi arzuladı. Bu, suçlu İsrail’e duyduğu yoğun sevginin taşan coşkusu idi. Elçi Pavlus da aynı konu ile ilgili olarak benzer sözler kullandı: “Kardeşlerimin, soydaşlarım olan İsraillilerin yerine ben kendim lanetlenip Mesih’ten uzaklaştırılmayı dilerdim.” (Romalılar 9:3) Tanrı, hizmetkarının isteğine razı oldu, çünkü halkı adına ne kefaret edebilirdi ne de etmişti – İsteğindeki tek temel, kutsal bir Tanrı’nın, halkını adil kalarak bağışlayabileceği idi. Ama aracılığı halkını, günahlarının idari sonucundan – suçlarının cezası olarak yok edilmeleri - kurtarmaya yeterli olacak üstünlüğe sahip idi. Rabbin katlanışı ile esirgenmelerine rağmen, Tanrı onları şu sözler ile bireysel olarak sorumluluk altına koydu: “Kim bana karşı günah işledi ise, onun adını Kitabımdan sileceğim.” (ayet 33) Bundan sonra Musa’ya gitmesini ve halkı, O’nun vaat etmiş olduğu yere götürmesini buyurarak şöyle dedi: “Meleğim sana öncülük edecek. Ama zamanı gelince, günahlarından ötürü onları cezalandıracağım. Ve Rab halkı cezalandırdı. Çünkü Harun’a buzağı yaptırmışlardı.” Yehova artık aralarında değildi, ama bir melek onlara öncülük edecekti ve halk, günahlarından ötürü hala yargı altında idi. Musa’nın açısından yeni bir hareket ve aracılı üreten bu değişimin sonuçları ile ilgili bilgi gelecek bölümde verilecektir.
“Rab, Musa’ya, ‘Buradan git’ dedi, ‘Sen ve Mısır’dan çıkardığın halk, İbrahim’e, İshak’a, Yakup’a, ‘Orayı senin soyuna vereceğim’ diye ant içtiğim topraklara gidin. Süt ve bal akan ülkeye senden önce bir melek gönderecek, Kenan, AMor, Hitit, Periz, Hiv ve Yevus halklarını oradan kovacağım. Ben sizinle gelmeyeceğim, çünkü inatçı insanlarsınız. Belki sizi yolda yok ederim.
Halk bu kötü haberi duyunca, yasa büründü. Kimse takı takmadı. Çünkü Rab, Musa’ya şöyle demişti: ‘İsrailliler’e de ki, ‘Siz inatçı insanlarsınız. Bir an aranızda kalsam sizi y ok ederim. Şimdi üzerinizdeki takıları çıkarın, size ne yapacağıma karar vereyim.’ Böylece Horev Dağı’ndan sonra İsrailliler takılarını çıkardı.” (1-6. ayetler)
Bu ifadede yer alan pek çok noktaya dikkat edilmesi gerekir, çünkü halkın şimdi içinde bulunduğu durumu ifade ederler. Öncelikle üzerinde durulacak nokta, halkın, işledikleri suç yüzünden vazgeçtikleri Tanrı ile olan ilişkilerini Rabbin bu ilişkiye tekrar geri almamasıdır. Halk, O’nu reddetmişti ve O’nun halkı ile arası hala düzelmemişti. Bu nedenle, Musa’ya hala şöyle diyordu: “Sen ve Mısır’dan çıkardığın halk.” İkinci nokta, onlara ülkeyi yine de vaat ediyor olmasıdır; bu vaat, Musa’nın ilk aracılığı sırasında Tanrı’nın, atalara vermiş olduğu kesin ve koşulsuz sözler ile garantilenmişti. (32:13) Ama, üçüncü nokta, O’nun, halkı ile birlikte gitmeyeceğini bildirmesidir. Şöyle der: “Çünkü inatçı insanlarsınız. Belki sizi yolda yok ederim.” İnsani bir şekilde konuşacak olursak, kutsal bir Tanrı, suçlu bir ulusun arasında nasıl kalacağını bilmiyordu. Son olarak, Tanrı, yargı ile tehdit eder ve halka takılarını çıkarmalarını buyurur, öyle ki, onlara ne yapacağını bilebilsin. Tanrı, yoksul halkının durumunu ölçüp biçer ve vurmadan önce durur, günahları nedeni ile alçaldıklarını ve almış oldukları haberler üzerine yas tuttuklarını görür. Bu, ağır da olsa çarpıcı bir sahnedir – takılarını çıkarmış olan halk, ilan edilen yargıyı yürek acısı ve üzüntü içinde beklemektedir; ve Rab darbe vurulmadan önce durmuştur.
Ama halkının günahları için yargı ilan eden Tanrı, Musa’nın yeni bir hareketi aracılığı ile halkının yargıdan kaçması için bir yol sağladı. Her şeyden önce, buluşma çadırını ordugahın dışına kurdurdu.
“Musa bir çadır alır, ordugahın dışına, biraz öteye kurardı. Ona, ‘Buluşma Çadırı’ derdi. Kim Rabbe danışmak istese, ordugahın dışındaki bu Çadır’a giderdi. Musa ne zaman çadıra gitse, bütün halk kalkar, herkes çadırın girişinde durarak Musa içeri girinceye kadar onun arkasından bakardı. Musa çadıra girince, bulut sütunu aşağı iner, Rab Musa ile konuştuğu sürece çadırı kapardı. Bulut sütununun çadırın girişinde durduğunu gören herkes kalkar, kendi çadırının girişinde tapınırdı. Rab Musa ile iki arkadaş gibi yüz yüze konuşurdu. Sonra Musa ordugaha dönerdi. Ama genç yardımcısı Nun oğlu Yeşu çadırdan çıkmazdı.” (7-11. ayetler)
Musa çadırı 1 ordugahın dışına kurarken, Rabden aldığı doğrudan bir buyruk ile hareket ediyor gibi değildir. Bu, daha çok Musa’nın, hem Tanrı’nın karakterini hem de halkın durumunu düşünerek ruhsal bir farkındalık ile hareket etmesinden kaynaklanır.
Tanrı’dan öğretiş alan Musa, altın buzağın bulunmuş olduğu ve murdar ettiği bir ordugahın ortasında Yehova’nın artık kalamayacağını hisseder. Ordugahın çok uzağında bir yer yapmasının nedeni budur ve bu çadırı buluşma çadırı olarak adlandırır.Bu, Rabin Musa’ya söylemiş olduğundan son derece farklı bir şeydi: “Bana kutsal bir konut yapsınlar ki, aralarında bulunabileyim.” Onlar artık Rabbin halkı olmayacaklardı – Tanrı’yı merkez alarak O’nun çevresinde toplandılar; ama O dışarıda kaldığı için “kim Rabbe danışmak istese, ordugahın dışındaki Buluşma Çadırına giderdi.Böylece bu, bireysel bir konu haline geldi ve gerçekten tapınanlar bu ordugah dışındaki ere giderlerdi – sahte bir tanrıyı kabul etmiş olan ordugahtan ayrı bir yeri tercih ederlerdi. Bu durum, bize çok değerli ve önemli bir ilkeyi gösterir. Çünkü İsrail’in Rabbin halkı olduğuna dair ikrarı bulunduğunun hatırlanması gerekir; ama şu andaki durumu öyle bir hal almıştır ki, Rab artık İsraillilerin arasında duramamaktadır. İbraniler kitabından aldığımız bilgiye göre bu durum daha sonra çözümlenir; ve bundan dolayı İbraniler kitabında şu öğüdü okuruz: “Öyle ise biz de O’nun uğradığı aşağılanmaya katlanarak ordugahtan dışarıya çıkıp onun yanına gidelim.” (İbraniler 13:13) Rabbin adı onurlandırılmadığı ve O’nun yetkisi reddedildiği ve yerine bir başka yetkiye boyun eğildiği zaman, tanrısayar kişiler ruhta ve gerçekte tapındıkları takdirde, gidecekleri tek yer ordugahın dışıdır. Musa’nın durumunda olduğu gibi, böyle bir ayrılık için duyulan ihtiyacın bir ruhsal farkındalık konusu olduğuna özenle dikkat edilmesi gerekir. Bir önceki bölümün sonunda yer alan Levililerin durumunda olduğu gibi bu, yüce ve kutsal bir ayrıcalık haline geldiği zaman, bunun için belli dönemler ve sezonlar bulunduğu dikkatli gözlerden kaçmayacaktır. Levililer, Rabbin tarafına geçerek Rabbin halkına ve bu halkın yaptıklarına karşı olduklarına en azından tanıklık ettiler. Ve Musa’nın olayında olduğu gibi, Tanrı’nın halkının Rabbin yetkisini reddetmesi ve putperest uygulamaları gibi davranışlarının dışında kaldılar. Böyle bir adım atmalarının nedeni hiç kuşkusuz Tanrı Sözü’nün yetkisi olmalıdır – kötü günde başvurabileceğimiz tek kaynağımız olduğu gibi çevremizdeki karanlığın içinde adımlarımızı aydınlatan tek ışık. Ama değerler hakkında verilecek olan sözün uygulanışı Tanrı’nın Ruh’u aracılığı ile gerçekleşen bir ruhsal bilgelik ve farkındalık konusu olmalıdır.
Musa çadırı kurduktan sonra tüm halkın gözü önünde dışarı gitti ve çadırdan içeri girdi; Rab, Musa’nın eylemine hemen karşılık verdi, çünkü bulut sütunu aşağı indi ve çadırın girişini kapadı ve Tanrı Musa ile konuştu. (ayet 9) Rab, ordugahın dışında Kendisini, şimdiye kadar hiç açıklamadığı bir şekilde açıkladı ve bunu öyle çarpıcı bir şekilde yaptı ki, halk “kalktı ve kendi çadırının girişinde tapındı. Ve Rab Musa ile iki arkadaş gibi yüz yüze konuştu.” Bu, tamamıyla yeni bir durum idi, Sina Dağı’ndaki yüce ve heybetli iletişimlerden bütünüyle farklı idi. Musa Tanrı’ya yaklaşma ve O’nunla iletişim anındaki mahremiyetinden daha önce hiç bu kadar çok zevk almamıştı. Rab, Musa’yı, Harun ve Meryem’in iftiralarından kurtararak haklı çıkardığı zaman, bu konudan söz ederken, bu zevkin hizmetkarına özel farklı bir ayrıcalık olduğunu ima etti. (Çölde Sayım 12:5-8) Bu gerçek teselli ile doludur – yok edilmeye ve hatta inanç değişikliğine rağmen, bu öğretiş iman ikrarında bulunan Tanrı halkını tanımlayabilir; O’nun düşüncesine sahip olanlar O’nun huzuruna giden yolu hala bulabilirler ve çevrelerini kuşatan murdarlıkların dışına çıkaran yolda yer almak için O’nun lütfu sayesinde güçlendirilirler; ve Rab bu tür kişilerin sadakatlerine ve imanlarına karşılık vererek Kendisini onlara en özel ve lütufkar şekilde açıklayacaktır.
Gerçek odur ki, inançtan dönen bir halkın kötülükleri ile özdeşleşmiş olarak biz de kaçınılmaz bir şekilde onların durumunu ve hata yargılarını paylaşırız; ama Rabbin düşüncesi ile uyumlu hareket edildiği takdirde, O’nun Kendisini açıklamasına engel olan durum uzaklaştırılacaktır. Bizler farklı bir konumdayız – bireysel iman ve canın bireysel halinin konumundayız. Ama bundan sonra hatırlanması gereken şey şudur: böyle davranan kişiler kendilerini yeni bir merkez çevresinde bireysel olarak toplanmış halde bulacaklardır. Musa’nın davranışı gerçekten de bir şekilde, şu sözün bir beklentisidir, “Nerede iki ya da üç kişi benim adım ile toplanırsa, ben de orada, aralarındayım.” (Matta 18:20) Ve bu güvence karmaşa ve çürümenin kol gezdiği günümüzde, aynı İsrail’in putperestliğinin orta yerinde Rabbi ordugahın dışındaki çadırda arayan kişiler için olduğu gibi, tanrısayar kişiler için tek kaynaktır. Ve sadelik ve iman ile buna yönelen kişiler, Musa gibi, Rabbin iyiliğinin ve varlığının özel görünümlerini elde edeceklerdir.
Musa,Tanrı ile yüz yüze konuştuktan sonra ordugaha geri dönerdi – o zaman aracı olarak tanınan Musa idi; ama ruhta Mesih’in bir örneği olan Yeşu, Tanrı’nın halkının önderi olarak çadırda kalır, oradan çıkmazdı. Musa, bu olaydan sonra aracı olarak, aracılık görevine başlar. Tanrı’nın onu yerleştirdiği konumu kabul eder – çünkü halkı, vaat edilen mirasa götürmek için atanan Musa’dır. (ayet 1) Tanrı, bu konumu, Musa’nın yakarışının temeli olarak görür.
“Musa, Rabbe şöyle dedi: ‘Bana, ‘Bu halka öncülük et’ diyorsun, ama kimi benimle göndereceğini söylemedin. Bana, ‘Seni adınla tanıyorum, senden hoşnudum’ demiştin. Eğer benden hoşnut isen, lütfen bana şimdi yollarını göster ki, seni daha iyi tanıyıp hoşnut etmeye devam edeyim. Unutma, bu ulus senin halkındır’.” (12,13. ayetler)
Musa, ilk önce kendisi için ricada bulunur. Öncelikle bilmek istediği, Tanrı’nın, kimi kendisi ile birlikte göndereceğidir. Tanrı, bir meleği öncü olarak göndereceğini söylemişti (ayet 2); ama Musa, daha fazlasını bilmek istiyordu; ve bu ricada bulunmasının nedeni, Rabbin ona, ‘Seni adın ile tanıyorum ve senden hoşnudum’ demesi idi. Musa, ayrıca Tanrı’nın yollarını da bilmek istiyordu, öyle ki, Tanrı’yı daha iyi tanıyabilsin ve O’nun gözünde lütuf bulabilsin. Ve sonra da halkı, Tanrı’nın önüne getirdi. Şimdi her şey bir aracı olarak Musa’ya bağlı olduğu için, Musa önce kendi isteğini sunar ve sonra halktan söz eder. Dokunaklı bir ifade ile, “Unutma, bu ulus senin halkındır” der. Tüm bunlar fazlasıyla iyidir ve aynı zamanda ilginç ve eğiticidir. Musa için Tanrı’nın, kendisini İsrail’e önderlik etmesi için atamış olması ve önünden bir meleğin gidecek olması yeterli değildi; Musa çölde yol alırken kendi yolundan değil, Tanrı’nın yolundan yürümeyi arzu etti, öyle ki, aynı zamanda Tanrı’yı da tanıyabilsin. Eğer halka önderlik edecek ise, ancak Tanrı’yı ve O’nun yollarını bilirse, tatmin olabilecekti. Aynı şey her imanlının ihtiyacıdır ve çölde yürürken bundan daha önemli olan hiç bir şey yoktur.
Rab lütfetti ve hizmetkarının duasını kabul etti. “Varlığım sana eşlik edecek, seni rahata kavuşturacağım” dedi. Bu yanıt, aracının feryadına verilen eksiksiz bir karşılık idi. Ve Musa’nın çöl yolunda kendisini ve halkı taşıması için ihtiyacı olan her şeydi. Tanrı’nın verdiği bu yanıt Musa’yı teselli etti ve yüreğini güçlendirdi – ve Musa şu yanıtı verdi: “Eğer varlığın bize eşlik etmeyecek ise, bizi buradan çıkarma.” (ayet 15)
Musa, şimdi, kendisini halk ile özdeşleştirir. Bu davranışı, Mesih’in yüreğinin değersiz bir şekilde ima edilişi değildir – Musa’nın İsrail için beslediği bu yoğun sevgi, İsrail’i kendisi ile birlikte Tanrı’nın önündeki iyilik yerinde bir araya getirir. Ve yalnızca bununla da kalmaz, daha da yükselir ve İsrail’i tekrar Tanrı ile bir araya getirir. Tanrı’nın, İsrail’e, onun tutumuna göre davrandığını belirtmiştik. Ve İsrail Tanrı’yı reddettiği için Tanrı Musa’ya İsrail ile ilgili olarak “senin” halkın demişti. Ama şimdi, Musa aracı olarak hareket ettiği için feryadı Tanrı’nın kulağına erişmiştir; Musa tekrar “Senin” halkın der ve sözlerine şöyle devam eder: “Yoksa benden ve halkından hoşnut kaldığın nereden bilinecek? Bize eşlik etmenden, değil mi? Ancak o zaman benimle halkın yeryüzünün öteki halklarından ayırt edilebiliriz.” (ayet 16) Musa böylelikle tanrısal iyiliğin – iyiliğin yenilenmesi - kanıtı olarak Tanrı’nın, halkına eşik etmesini ister. Bu gerçek, ancak o zaman bilinebilir; ve O’nun varlığının gerçeği ancak Halkına eşlik ettiği takdirde bilinecektir. Bu ilahi takdir sırasındaki ilke de aynıdır. Kutsal Ruh’un yeryüzündeki varlığı, Halkı, Tanrı için bir konut olarak bina eder, onları tüm diğerlerinden ayırır ve bunu öylesine eksiksiz bir şekilde yapar ki, mevcut olan yalnızca iki alan bulunur – Kutsal Ruh’un varlığının ve eyleminin alanı ve Şeytan’ın eyleminin ve gücünün alanı.
“Rab, ‘Söylediğin gibi yapacağım’ dedi, ‘çünkü senden hoşnut kaldım, adın ile tanıyorum seni.” (ayet 17)
Musa’nın yaptığı aracılığın başarısı böylece halkın yenilenmesini sağladı. Bir kez daha Rabbin halkı oldular – bir sonraki bölümde görüleceği gibi, artık yeni bir antlaşma altında bulunacaklardı; bu antlaşma şimdi açıklanmış olan Tanrı’nın karakteri ile uyumlu olarak bir yasa antlaşması olacaktı, ama lütuf ile karışmış olan bir yasa. Tanrısal iyiliğin Musa üzerindeki etkisi dikkat çekicidir. Lütfun birbirini izleyen her görünümü daha büyük arzuları ortaya çıkarır; ve Musa şimdi bundan dolayı Tanrı’nın yüceliğini görebilme özlemi duyar.
“Musa, ‘Lütfen görkemini bana göster’ der.” (ayet 18)
Lütfun can üzerindeki etkisi her zaman bu şekildedir. Tanrı’yı ne kadar çok tanır isek, O’nu tanımayı o kadar çok arzu ederiz. Ancak Musa’nın bu küçük ricası, imanlının bulunduğu konum ile aynı koşullarda değildir. Bizler şimdi peçesiz bir yüz ile Tanrı’nın yüceliğine bakıyoruz; Musa ise burada Tanrı’nın yüceliğini görebilmek için dua eder. ama bu şekilde ifade ettiği kutsal özlemi yine de Tanrı ile olan yakınlığının etkisini gösterir ve Kutsal Ruh’un can üzerindeki enerjik eyleminin sonucudur.
“ Rab, ‘bütün iyiliğimi önünden geçireceğim’ diye karşılık verdi, ‘Adımı, Rab adını senin önünde duyuracağım. Merhamet ettiğime merhamet edeceğim, acıdığıma acıyacağım. Ancak, yüzümü görmene izin veremem. Çünkü yüzümü gören yaşayamaz.’ Sonra, ‘Yakınımda bir yer var’ dedi, ‘Orada kayanın üzerinde dur. Görkemim oradan geçerken seni kayanın kovuğuna sokup geçinceye kadar elim ile örteceğim. Elimi kaldırdığım zaman, sırtımı göreceksin. Ama yüzüm görülmeyecek.’” (19-23. ayetler)
Rab Musa’nın talebini işitir ve Musa’nın alması mümkün olanın en fazlasını ona ihsan eder. Tüm İyiliğini onun önünden geçirecek ve Yehova’nın adını ilan edecektir. Sonra İsrail’i esirgemek için harekete geçireceği Egemenliğinin ilkesini ortaya koyar; çünkü İsrail’e adil yasayı temel alarak davrandığı takdirde tüm ulusun yok olması gerekiyordu. Elçi Pavlus bu ayeti aynı gerçeği güçlendirmek için aktarır – Tanrı’nın egemen hakları uygulandığı zaman bir yandan İsrail esirgenmiş oldu, bir yandan da Firavun yok edildi. Musa’nın hedefi, İsrail’e verilen özel vaatler ile ulusların üzerine lütuf boca edilmesi konusunda uzlaşma sağlamaktı. Ve böylelikle, onlara o zaman, şimdi uluslara verilen Tanrı’nın egemen lütfuna aynı derecede ihtiyaç duyduklarını hatırlatmak için, onları altın buzağı ile ilgili işledikleri günaha geri götürmüş oldu – bu nedenle hem onlar hem de uluslar egemen merhamete ve lütfa aynı derecede muhtaç idiler ve bu ihtiyaçları karşılandı.Rabbin Musa’ya söylediği bu sözcük, deyim yerinde ise, bu gerçeğin kaynağıdır, ama Tanrı, İsrail’in tüm tarih çizgisi boyunca bu ilke uyarınca hareket etmişti. (bakınız Romalılar 9:7-13) Şimdi, tanrı’nın halkı esirgediği bu temel, Musa’nın aracılığına karşılık olarak onaylanır. Ama bununla birlikte Musa’ya ihsan edilen bu iyilik – Rabbin iyiliğini görme ve O’nun adını taşıma ayrıcalığı – Musa’nın, Tanrı’nın yüzünü görmesini ve ondan sonra yaşamasını sağlayamazdı. Rab, Musa’nın yanından geçerken onu “kayanın kovuğuna” sokacaktı. “Elimi kaldırdığım zaman sırtımı göreceksin. Ama yüzüm görülmeyecek.” Hayır, Tanrı, o zaman henüz tam olarak açıklanmamıştı; iş, Tanrı’nın, arada bir bulut olmadan günahkarı Huzuruna getirebilmesi için yeterince tamam değildi. Bu nedenle Musa’nın getirildiği konum ile Tanrı’nın lütfu altında olan en alçakgönüllü imanlının Tanrı’ya yaklaşması konusunda farklılıklar mevcuttur. Hıristiyan, İsa Mesih’in yüzünde Tanrı’nın yüceliğine bakabilir; ama Musa’nın, Tanrı’nın yüceliği geçerken “kayanın kovuğunda” gizlenmesi gerekiyordu – Mesih’teki imanlının bir ön iması olabilir. Bir başka kişinin söylemiş olduğu gibi: “Tanrı oradan geçerken Musa’yı saklayacaktı ve Musa O’nun yüzünü değil, sırtını görecekti. Tanrı’nın yolunda O’ndan bağımsız olarak O’nunla karşılaşamayız. Tanrı geçtikten sonra, O’nun yollarının tüm güzelliği görünür.” Bu konu, bir sonraki bölümde, İsrail ile olan antlaşmanın yeniden yapılması ile ilgili bir örnek olarak gösterilir.
“Rab, Musa’ya, ‘Öncekiler gibi iki taş levha kes’ dedi, ‘Kırdığın levhaların üzerindeki sözleri onlara yazacağım. Sabaha kadar hazırlan, sabah olunca Sina Dağı’na çık; dağın tepesinde, huzurumda dur. Senden başka kimse dağa çıkmasın, dağın hiç bir yerinde kimse görülmesin. Dağın eteğinde davar ya da sığır da otlamasın. Musa öncekiler gibi iki taş levha kesti. Rabbin buyurduğu gibi sabah erkenden kalktı, taş levhaları yanına alarak Sina Dağı’na çıktı. Rab bulutun içinde oraya inip onunla birlikte durdu ve adını Rab olarak duyurdu. Musa’nın önünden geçerek, ‘Ben Rab’bim’ dedi, ‘Rab, acıyan, lütfeden, tez öfkelenmeyen, sevgisi engin ve sadık Tanrı. Binlercesine sevgi gösterir, suçlarını, isyanlarını, günahlarını bağışlarım. Hiç bir suçu cezasız bırakmam. Babaların işlediği suçun hesabını oğullarından, torunlarından, üçüncü, dördüncü kuşaklardan sorarım.’” (1-7. ayetler)
Musa, tanrısal buyruğa itaat ederek kendisini sundu; İsrail’in, altına konacağı yasayı tekrar almak için hazırdı. Sina Dağı, bu nedenle, Rab ile yaptığı görüşmeye yeniden sahne olur. Vaadine sadık olan Rab, bulutun içinde oraya indi ve Musa ile birlikte orada durdu ve Rabbin
adını ilan etti. Kutsal Yazılarda bir kişinin adı – en azından Tanrı ile bağlantılı olarak – o kişinin doğasının ifade edilişidir; ve bu yüzden burada Tanrı’nın YEHOVA olarak ne olduğu
önem taşır. Burada hatırlanması elzem olan, İsrail ile ilişkide olanın Baba değil Yehova olmasıdır. Bundan dolayı buradaki açıklama, Tanrı ile ilgili yeterli bir açıklama değildir. Yeterli bir açıklama ancak çarmıhtan sonra mümkün olabilirdi; ama burada ilan edilen, Yehova’nın adıdır – Tanrı’nın bu karakter içindeki ifade edilişidir. “Günahkarın aklanması için günahkar ile olan ilişkisinin adı kesinlikle değildir, Yönetimi için İsrail ile olan ilişkisinin adıdır. Merhamet, kutsallık ve sabır Tanrı’nın İsrail ile olan yollarına işaret eder, ama Tanrı, suçlunun borcunu ödemez.” Tanrı’nın İsrail açısından ne olduğunu açıklaması, okuyucunun kendisinin incelemesi gereken bir konudur – bu görünümde yer alan her sözcük O’nun sabit karakterinin beyan edilişidir. Çarmıh gerçekleşene kadar bir araya gelmemiş olmalarına rağmen, merhamet ve gerçek birleşmiş görünürler ve aynı zamanda doğruluk ve esenlik de öpüştükleri zaman, hareketleri içinde uyumludurlar. Aynı zamanda burada sabır ile birlikte iyilik ve lütuf da mevcuttur; ama aynı zamanda kutsallık da vardır ve bu yüzden, binlercesine merhamet etmesine, suçu ve günahı bağışlamasına rağmen, Yehova suçlunun borcunu hiç bir zaman ödemez. O’nun yüreğinin halkına duyduğu sevgi ile dolu olduğu gerçektir, ama bu sevgi dolu yürek, eğer ifade yerinde ise, Tanrı tanrısaymazları adil bir şekilde akladığı zaman olan kefaret zamanının gerçekleşmesine kadar, dışarı vurmayan bir konumdadır. Ama her kim Tanrı’nın İsrail ile olan ilişkisini araştıracak olur ise, onların bu andan itibaren ülkeden kovulmalarına ve çarmıha kadar, kendilerine aynı davranışların sürekli olarak uygulandığını görecektir. Burada ilan edildiği gibi Tanrı hakkındaki tüm açıklama O’nun eski halkı ile olan ilişkisindeki yolları aracılığı ile yapılır. Aslında O’nun adının buradaki ilan edilişi, Sina Dağı’ndan itibaren Mesih’in ölümüne kadar olan yönetiminin özetidir. Ancak,
O’nun burada açıklanan harika karakterinin mükemmelliğini de itiraf etmemiz gerekir. Musa ile ilgili durumu tekrar gözden geçirdiğimiz zaman, bunun Hıristiyanların şimdi tadını çıkarttıkları durumdan farklı olduğu açıktır. Bu farklılığın yoğunluğu, kutsanmış Rabbimizin şu sözleri ile kıyaslandığı zaman, kesin bir şekilde kavranacaktır. Farklılık, Tanrı’nın Yehova olarak İsrail için ne ifade ettiği ve Baba olarak çocukları için ne ifade ettiği arasında bulunur.
Burada dikkatinizi çekmemiz gereken bir nokta daha var. Şeytan müdahale etmiş ve araya girmişti ve bir an için sanki Tanrı’nın, halkı ile olan planlarını bozma konusunda başarılı olmuş gibi görünmüş idi. Ama Şeytan her zaman, zafer kazanmış gibi göründüğünde, aslında en büyük yenilgisini yaşar. Bu gerçeğin en güzel sergilendiği yer, çarmıhtır; ama aynı gerçek altın buzağı ile bağlantılı olarak da algılanır. Bu olay Şeytan’ın işi idi; ama İsrail’in başarısızlığı, lütfu sayesinde sağlamış olduğu Musa’nın aracılığı ile Tanrı’nın, Kendisini daha çok açıklamasına ve lütfu yasa ile karıştırmasına vesile oldu. Şeytan’ın işleri, Tanrı’nın amaçlarına hizmet eder ve onun gazabı, tüm kötülüğünü ve düşmanlığını yönelttiği Tanrı’nın övülmesine dönüşür.
Şimdi, Yehova’nın adının ilan edilişinin Musa üzerinde yaptığı etkiyi gözden geçirelim.
“Musa hemen yere kapanıp tapındı. ‘Ya Rab, eğer benden hoşnut isen, lütfen bizimle gel’ dedi.’Bunlar inatçı insanlardır. Sen suçlarımızı, günahlarımızı bağışla. Bizi kendi mirasın olarak benimse.’” (8,9. ayetler)
Musa’nın üzerindeki ilk etki, kişiseldir. Musa’nın, tapınmak için Rabbin önünde yere kapanmasına neden olur. Tanrı’nın, Halkının yüreğinde yaptığı her açıklama bu tür bir sonuç üretir. Bu nokta, ataların deneyimlerinde dikkat çekici bir şekilde görülür. Şu tür kayıtlara sık sık rastlanır: “Rab Avram’a göründü … Avram, kendisine görünen Rabbe orada bir sunak yaptı.” (Yaratılış 12:7) Aynı şey Musa için de oldu. Musa, lütuf aracılığı ile canına yapılan açıklama karşısında öylesine etkilendi ki, tapınmak zorunda kaldı. Ama daha sonra hemen aracılık konumunu ele aldı. Lütuf altına getirilen Musa’ya Tanrı tarafından kabul edildiği hissettirilince ve aynı zamanda Musa, İsrail’in aracısı olarak da Tanrı tarafından kabul gördüğünü anladığı zaman, yine aracılık etmeye başladı; ve Rabbin kendileri ile birlikte gitmesi için dua etti ve bu duasını, Rabbin daha önce onlar ile birlikte gelmeyeceğini söylemesine rağmen yaptı. (Bölüm 33:3) Ayrıca günahların bağışlanması için yalvardı; ve Tanrı’nın onları mirası olarak benimsemesini rica etti. Musa’nın, artık kabul edilmiş bir aracının kesin konumunu elde etmesi sonucu, kendisini aracılık ettiği kişiler ile nasıl tam olarak özdeşleştirdiğinin farkına varmak, fazlasıyla hoştur. Musa şöyle der: “Bizimle gel”; “Suçlarımızı, günahlarımızı bağışla ve bizi kendi mirasın olarak benimse.” Bu, verilen önemin en büyük bir ilkesidir. Musa’nın yalnızca bir örneğini teşkil ettiği O’nda bu ilke mükemmel bir şekilde açıklanır. Ve bu ilke, Tanrı’nın halkı için yapılan her tür aracılığa uygulanacaktır. Gerçekten de Rabbin hizmetkarlarından herhangi biri, her ne zaman aracılık konumunda olur ise, bu özelliğe farklı bir şekilde dikkat çekilir. (bakınız Daniel 9; Nehemya 1 v.b.) Şimdi anlıyoruz ki, Tanrı’nın önünde aracılık konumunu elde etmemiz, O’nun lütfu olmadan gerçekleşemez, Tanrı’nın önünde başkaları adına asla güce sahip olamayız ve kendimizi Rabbin önünde yüreklerimizde taşıdığımız kişiler ile özdeşleştiremeyiz. Musa’ya bunu yapması için sağlayış lütfedildi ve Musa’nın duası kabul edildi ve karşılık olarak Rab, halk ile yeni bir antlaşma yaptı.
“Rab, ‘Senin halkın ile bir antlaşma yapıyorum’ dedi, ‘Onların önünde dünyada ve öteki ulusların arasında görülmemiş harikalar yapacağım. Arasında yaşadığın halk neler yapabileceğimi görecek. Senin için korkunç şeyler yapacağım. Bu gün sana verdiğim buyruğu tut. Amor, Kenan, Hitit, Periz, Hiv ve Yevus halklarını senin önünden kovacağım. Gideceğin ülkedeki insanlar ile antlaşma yapmaktan kaçın. Çünkü bu senin için bir tuzak olur. Onların sunaklarını yıkacak, dikili taşlarını parçalayacak, Aşera putlarını keseceksiniz. Başka ilahlara tapmayacaksınız. Çünkü ben adı Kıskanç bir Rabbim, kıskanç bir Tanrı’yım. Ülke halkı ile herhangi bir antlaşma yapmayın. Yoksa onlar başka ilahlara gönül verir, kurban keserken sizi de çağırırlar; siz de gider yersiniz. Kızlarını oğullarınıza alırsınız. Kızlar başka ilahlara gönül verir iken, oğullarınızı da artlarından sürüklerler. Dökme putlar yapmayacaksınız. Size buyurduğum gibi, Aviv ayının belirli günlerinde yedi gün mayasız ekmek yiyerek Mayasız Ekmek Bayramı’nı kutlayacaksınız. Çünkü Mısır’dan Aviv ayında çıktınız.
Bütün ilk doğanlar benimdir; ister sığır ister davar olsun, ilk doğan erkek hayvanlarınızın tümü bana aittir. İlk doğan sıpanın bedelini bir kuzu ile ödeyin. Bedelini ödemeyecekseniz, sıpanın boynunu kıracaksınız. Bütün ilk doğan oğullarınızın bedelini ödemelisiniz. Kimse huzuruma eli boş çıkmasın. Altı gün çalışacak, yedinci gün dinleneceksiniz. Ekim, biçim vakti bile olsa dinleneceksiniz. İlk buğday biçiminde Haftalar Bayramı, yıl sonunda da Ürün Devşirme Bayramı yapacaksınız. Bütün erkekleriniz yılda üç kez İsrail’in Tanrısı ben egemen Rabbin huzuruna çıkacaklar. Öteki ulusları önünüzden kovacak, sınırlarınızı genişleteceğim,
Yılda üç kez Tanrınız Rabbin önüne çıktığınız zaman, kimse ülkenize göz dikemeyecek.Evinizde maya bulunduğu sürece bana kurban kesmeyeceksiniz. Fısıh kurbanı sabaha bırakılmayacak. Toprağınızın seçme ilk ürünlerini Tanrınız Rabbin tapınağına getireceksiniz. Oğlağı anasının sütünde haşlamayacaksınız.’ Rab Musa’ya, ‘Bunları yaz’ dedi, ‘Çünkü seninle ve İsrailliler ile bu sözlere dayanarak antlaşma yaptım.’ Musa orada kırk gün kırk gece Rab ile birlikte kaldı. Ağzına ne ekmek koydu ne de su. Antlaşma sözlerini, on buyruğu taş levhaların üzerine yazdı.” (10-28. ayetler)
Bu antlaşmanın buyrukları, yeniden tembih edilmelerine rağmen yeni değildirler. Yaklaşık her biri, daha önceden dikkate alınmıştır. (Bakınız Mısır’dan Çıkış 13 ve Mısır’dan Çıkış 23) Bu nedenle, onların özeliklerine kısaca bir göz atmak yeterli olacaktır. Hepsinin temeli, Tanrı’nın, halkı için ne yapacağında yatar. (ayet 10) Bu noktadan itibaren Tanrı onlara çevrelerindeki uluslardan tamamen ayrılmalarını buyurur; ülke ellerine verildikten sonra kendilerini diğer halklardan, onların yollarından ve tapınmalarından uzak tutmaları gerekiyordu. Yalnızca, adı Kıskanç olan ve kıskanç bir Tanrı olan Rabbe tapınmalıydılar. (11-16. ayetler) ama eğer bir yandan kötülükten ayrılmaları gerekiyor ise, öte yandan da Tanrı için, yani Tanrı’ya ayrılmalıydılar. Bundan dolayı mayasız ekmeğin en küçüğü bile muhafaza edilmeliydi. 2 Yedi gün – tüm yaşamlarının bir sembolü olan tam bir dönem, mayasız ekmek yemeleri gerekiyordu – içtenliğin ve dürüstlüğün mayasız ekmeği. (1. Korintliler 5:8) ayrıca Tanrı’nın hem kendilerinin hem de sığır ve davarlarının üzerindeki taleplerini yerine getirmeleri gerekiyordu. “Bütün ilk doğanlar benimdir.” (ayet 19) Tüm bunların ardından dikkat çekici bir sağlayış gelir – ilk doğan sıpanın ve ilk doğan oğulların bedelinin ödenmesi gerekiyordu. Doğal insan murdar olan ile bir aradadır (bakınız Mısır’dan Çıkış 13:13) – böylelikle bu dünyaya doğanların kaybolmuş konumları ve kurtarılmaya duydukları ihtiyaç, aynı zamanda kurtarılmadıkları takdirde uğrayacakları felaket öğretilir. Şabat, Mayasız Ekmek, Haftalar ve Ürün Devşirme Bayramları için tekrar buyruk verilir - ve Rab şunu da ister: “Bütün erkekleriniz yılda üç kez İsrail’in Tanrısı ben Egemen Rabbin huzuruna çıkacaklar.” 3
“Bu sözlerin söylenmesinden sonra”, Rab Musa ve İsrail ile bir antlaşma yaptı. (ayet 27) “Seninle” sözcükleri önem taşırlar. Bu, İsrail’in konumunun nasıl Musa’ya bağımlı kılındığını gösterir ve sonuç olarak Musa’nın getirilmiş olduğu konumu ima eder. Musa, ikinci kez kırk gün kırk gece süre ile – doğaüstü bir durumda – Tanrı’nın huzurunda kaldı. Ne ekmek yedi, ne de su içti. Ama Tanrı, huzurundaki hizmetkarını destekledi ve O’nun sesini dinlemesi ve Sözlerini kabul etmesini onu güçlendirerek mümkün kıldı. Musa, sonunda Tanrı’nın, üzerine yazdığı iki tanıklık levhasını tekrar aldı ve dağdan inerek halkın yanına döndü.
Tanrı’nın, halkın işlediği günah ve inanç değişikliklerinden sonra, Halkı ile lütfu aracılığı ile yaptığı antlaşma böyle idi. “Burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir nokta bulunur: İsrail, Sina antlaşmasının altında iken ülkeye hiç bir zaman girmedi, yani, yalnızca yasanın altında iken (çünkü tüm bunlar Sina dağının altında oldu) başarılı olamadılar; yasa anında ihlal edildi. Ülkeye girmek için yolu bulabilmeleri Musa’nın aracılığı altında gerçekleşti. Ama her şeye rağmen yine yasanın altına yerleştirildiler, ancak sabır ve lütuf yönetimi de buna eklendi.” İsrail, yaptıklarının cezası olarak her şeyi kaybetmiş ve altın buzağı yaparak işlediği günah yüzünden yok edilmesinden sorumlu hale gelmişti. İsrail, bu yüzden bereket ya da mirası kaybetmişti. Musa’nın, idari bağışlama konusundaki aracılığı, İsrail’in tekrar Tanrı’nın halkı konumuna gelmesini sağlamış ve ülkeye sahip çıkmalarını garantilemişti. Ayrıca, Tanrı Yehova – İsrail ile olan ilişkisinde Karakterinin açıklanması - adını ilan etti ve daha sonra onları yeniden yasa altına koydu. Bu nedenle İsrail hiç bir zaman esas olarak Sina antlaşması altında olmadı. Yasa – taş levhalar üzerine yazılan – buyrukları ordugaha ulaşmadan önce ihlal edildi. İkinci antlaşmanın buyrukları için de durum aynı idi, ama bunlar Yehova’nın adında ilan edilmiş olan lütuf, iyilik ve tahammül ile birbirlerine karışmışlardı. Aslında İsrail, günah işledikten sonra, Musa’nın aracılığı sayesinde lütuf ile kurtulmuştu; ve belirtilen ek unsurlar ile birlikte tekrar yasa altına konmuştu. O zamandan beri İsrail’in konumu, Mesih’in ölümü ve dirilişi aracılığı ile getirildikleri yeni yeri bilmeyen imanlıların – davranışlarının ve yaşamlarının kuralı olarak kendilerini yasa altına koyarlar - konumundan farklı idi. O zaman eğer her ikisinin de yolu sürekli başarısızlık ve günah işlemek ise, acaba neden böyledir?
Bu kısım, Musa’nın dağda Tanrı’nın huzurunda kalması sonucu uğradığı çarpıcı bir etkiden söz ederek sona erer.
“Musa elinde iki antlaşma levhası ile Sina Dağı’ndan indi. Rab ile konuştuğu için yüzü ışıldıyordu, ama kendisi bunun farkında değildi. Harun ile İsrailliler Musa’nın ışıldayan yüzünü görünce. Ona yaklaşmaya korktular. Musa onları yanına çağırdı. Harun ile İsrail topluluğunun bütün önderleri çevresine toplandılar. Musa onlarla konuştu. Sonra herkes ona yaklaştı, Musa Rabbin Sina Dağı’nda kendisine bildirdiği bütün buyrukları onlara verdi. Konuşmasını bitirdikten sonra yüzüne bir peçe taktı. Ama ne zaman konuşmak için Rabbin huzuruna çıksa, ayrılıncaya kadar peçeyi kaldırırdı. Dönünce de kendisine verilen buyrukları İsrailliler’e bildirir, İsrailliler de onun ışıldayan yüzünü görürlerdi. Sonra Musa içeri girip yine peçeyi takardı.” (29-35. ayetler)
Bu tanım içinde dikkate alınması gereken üç nokta vardır. İlki, Musa’nın yüzünün, dağda Tanrı ile görüşmesinin bir sonucu olarak parlaması gerçeğidir. Yehova’nın yüceliğinin huzuruna getirildiği zaman, “ayrılıncaya kadar peçeyi kaldırmasına rağmen”, Musa’nın yüzünde bu yüceliğin bazı ışıltıları alıkonurdu. Dağda, yüceliği içinde görünen Rabbimiz’in durumu ile bu durum arasındaki karşıtlık gözden kaçamaz.
“Onların gözü önünde İsa’nın görünümü değişti. Yüzü güneş gibi parladı, giysileri ışık gibi bembeyaz oldu.” (Matta 17:2) Ama bu yücelik O’nun kendi yüceliğinin dışa vurumu idi – öğrencilerinin gözleri önünde İsa’nın tüm bedenine öyle bir yücelik aktarıldı ve bu yücelik bedenini öylesine çok parlattı ki, İsa öğrencilerine bir ışık .varlığı olarak göründü. Oysa, Musa’nın yüzünde parlayan yücelik dışsal bir yücelik idi; Yehova’nın yüceliğinin bir yansıması idi, Tanrı ile görüşmesinin bir sonucu idi. Musa’nın dikkati, kendisine verilen buyruklara ve sözlerini işittiği Tanrı’ya yoğunlaşmış olduğu için yüzünün ışıldadığının farkında değildi. Hayır; imanlı Tanrı ile birlikte zaman geçirdikten sonra bunun dış görünümünde yaptığı etkiyi hiç bir zaman bilmez. Diğer kişiler bunu görürler – görmemeleri imkansızdır; ama kendisi, Huzurunda bulunduğu Kişi’nin ışığını yansıttığının bilincinde olmayacaktır. Çünkü şu gerçek her zaman doğrudur –
“Senin yüceliğinin ışığı gözümü ne kadar aydınlatır ise,
Ben o kadar alçalırım.”
Ama Harun ve tüm İsrailoğulları Musa’nın yüzünden parlayan yüceliği gördüler; ve bu ışıltının ürettiği etkiyi hissettiler. Ona yaklaşmaya korktular ve bundan dolayı Musa onlarla konuşur ve Rabbin Sina Dağı’nda kendisine verdiği buyrukları iletir iken, Musa yüzüne bir peçe taktı. Elçi Pavlus’un, “ölüme götüren hizmet” ve Ruh’un hizmeti” ya da “suçlu çıkaran hizmeti” ile “doğruluk [aklanmayı sağlayan] hizmeti” [yasa ile lütuf] arasındaki karşıtlığı göstermek için kanıt getirdiği olay, bu olaydır. Bu olayda dikkat edilmesi gereken bir başka nokta, Musa’nın yüzünün Sina Dağı’ndan ilk indiği zaman değil, günahları nedeni ile halkı uğruna yaptığı başarılı aracılıktan sonra geri döndüğünde parladığıdır. O zaman insanlar ona yaklaşmaktan neden korktular? Çünkü Musa’nın yüzünde parlayan o yücelik onların yüreklerini ve vicdanlarını araştırdı – onlar günahkardı ve şimdi başlatılmış olan antlaşmanın en küçük bir talebini dahi yerine getirecek güçleri yoktu. Yasanın bir “yargı ve ölüm hizmeti” olduğu kesindi, çünkü onların asla sahip olamayacakları bir doğruluk talep ediyordu, ve bu yasayı yerine getiremedikleri zaman, mahkumiyetleri ilan edilmiş olacak ve günahın cezası olan ölümün hükmü altına getirileceklerdi. Böylece Musa’nın yüzünde gördükleri yücelik, onlar için Tanrı’nın kutsallığını ifade ediyordu – bu kutsallık, İsrail’den kendi ölçülerine uymasını talep etmekte idi – ve şimdi yapılmış olan bu antlaşmanın ihlali halinde kutsallığın haklı çıkacağı kesin idi. Halk, bu yüzden korktu, çünkü Musa’nın gelmiş olduğu Tanrı huzurunda durmalarının imkansız olduğunu canlarının derinliğinde gayet iyi biliyorlardı. Ama doğruluk ve Ruh’un “hizmeti” içinde her şey değişir. Bu hizmet, insandan doğruluk talep etmez, ama her imanlıya Tanrı’nın doğruluğunun Mesih’te verilen tanrısal bir armağan olduğunu açıklar ve ihsan edilişi Kutsal Ruh’un armağanı aracılığı ile mühürlenir. Bu nedenle, korkmak yerine, Tanrı’nın sağında oturan İsa Mesih’in yüzündeki yüceliğe baktığımız zaman, sevinç duyarız; çünkü bu yüceliğin her ışını, tamamlanmış bir kefaretten ve imanlı olan herkesin günahlarının tamamen kaldırıldığından söz etmektedir. Çünkü günahlarımız uğruna ölüme teslim edilen, aklanmamız için yeniden diriltilmiştir; ağaçta günahlarımızı kendi bedeninde Taşıyan, Tanrı’nın kendisi tarafından diriltilmiş ve Tanrı’nın sağına yükseltilmiştir. Tanrı, O’nu Kendisi’nde yüceltmiştir. Yani, O gelmiş ve günahlarımızı Taşıyan’ı diriltmiştir, günahkarların altında aşağı, ölüme inmiş ve O’nun tamamladığı iş ile tatmin olduğunun belirtisi olarak O’nu yüceltmiştir, öyle ki, Tanrı’nın yüceliği şimdi İsa Mesih’in yüzünde parlamaya devam etsin. Canlarımıza ihtiyaç duyduğumuz güveni sağlayan, işte bu gerçektir, ve esenlik içinde O’na yaklaşmamızı mümkün kılar, çünkü gördüğümüz bu yücelik, bize karşı olan her şeyin ortadan kaldırılmış olduğunun kanıtıdır. Bundan dolayı, İsa, İsrail halkı yaklaşmaya korktuğu için yüzüne peçe takan Musa gibi, yüzüne peçe takmak yerine Tanrı’nın sağında peçesiz yüz ile durur ve bizler orada sergilenen yüceliği keyif alarak izleriz ve izlerken de Rabbin Ruh’u aracılığı ile O’na benzer olmak üzere yücelik üstüne yücelik ile değiştiriliyoruz. (2. Korintliler 3,4) Bu yüzden, Musa’nın yüzündeki yüceliğin İsrail halkı üzerindeki etkisi, Rabbin yüceliğine bakan imanlıda üretilen mükemmel bir karşıtlık oluşturur. İsrail’in artık saf yasanın altında bulunmadığı, iyilik ve lütfun şimdi bu yasa ile karıştırılmış olduğu oldukça doğrudur; ama işte bu gerçek, antlaşmayı ikinci kez ihlal ettikleri takdirde, onların günahlarını daha iğrenç hale getirecekti. Böyle bir durumda, günah yalnızca doğruluğa karşı değil, ama aynı zamanda onları esirgemiş ve Tanrı ile ilişkilerini yenilemiş olan iyilik ve lütfa da karşı olacaktı. Bu durum, karşıtlığı azaltmak yerine çoğaltır ve yüreklerimizde, böyle bir konuma – Rabbin yüceliğini peçesiz bir yüz ile izlediğimiz bir yer - getirildiğimiz için hayranlık duyan bir minnet duygusuna yol açmalıdır, izlediğimiz yüceliğin gerçeğinden haberdar olarak günahlarımızın Tanrı’nın gözünde sonsuza kadar ortadan kaldırıldıklarını biliriz.
Aynı zamanda son eyleme de dikkat edilmesi gerekir. Musa konuşmak için Rabbin huzuruna çıktığı zaman, oradan ayrılıncaya kadar peçeyi kaldırırdı. (ayet 34) Rab ile konuşmak için peçesini çıkartırdı, ama halk ile konuştuğu zaman peçeyi takardı. Musa, bu açıdan, daha önceden referansı verilmiş olan imanlının şimdiki konumu için bir örnek teşkil edebilir. Musa, Tanrı’nın huzuruna peçesiz bir yüz ile getirildi, imanlı da O ışıkta olduğu gibi, aynı şekilde ışığa yerleştirildi. Anlaşıldığı gibi hala bir farklılık mevcuttur. Ancak Musa’nın tadını çıkardığı kabul edilişi ne kadar yakın olsa da, Tanrı Musa ile Yehova olarak konuştu; ama imanlının, Huzuruna çıktığı Tanrı, Mesih’te kendisini tam ve mükemmel olarak açıklamış olan Tanrımız ve Babamızdır. Ayrıca, Musa’ya Yehova ile görüşeceği zaman, huzura girmesi için izin verilmişti; imanlı, Tanrı’nın huzuruna kalıcı bir onum içinde getirilir. İmanlı, Mesih’te, her zaman Tanrı’nın huzurundadır.
1. Okuyucu, bu çadırın, dağda Musa’ya tanımlanmış olan model ve ayrıntılara sahip Buluşma Çadırı olmadığını anlayacaktır; bu çadır yalnızca Tanrı ve O’nu arayan kişiler arasındaki bir buluşma yeridir; halkın günahının sonucu olarak ordugahın dışında o anki ihtiyacı karşılamak için kurulmuştu.
2. Bu bayramın açıklaması için Mısır’dan Çıkış 13. bölüme bakınız.
3. Bu buyruklar Mısır’dan Çıkış 23:14-19 ayetlerinde dikkate alınırlar.