Mısır’dan Çıkış 16
“Bütün İsrail topluluğu Elim’den ayrıldı.
Mısırdan çıktıktan sonra ikinci ayın on beşinci günü
Elim ile Sina arasındaki Sin çölüne vardılar.”
(Mısırdan Çıkış 16.1)
Burada İsrail’i çok önemli ve ilginç bir konumda görüyoruz. Bulundukları yer hiç kuşkusuz hala çöldür, ama burada önemli olan konu Elim ve Sina arasında olmalarıdır. Elim, kısa bir süre önce tanrısal hizmetin tazeleyici kaynaklarının tecrübe edildiği yer idi; Sina ise karşılıksız ve egemen lütfun zemininden tamamen ayrılmış ve kendilerini bir “işler” antlaşması altına yerleştirmiş oldukları yerdir. Bu gerçekler, İsrail’in yolculuğunu tek başına ilginç kılan Sin çölüne işaret ederler. Sin çölünün özellikleri ve etkileri tüm kariyerleri içindeki en önemli noktadır. Halk burada Sin çölünde kendilerini Mısırdan dışarı çıkartan aynı lütfun objeleri olarak görülür. Ve tüm şikayetlerine bu nedenle tanrısal sağlayış ile karşılık verilir; Tanrı, lütfunu göstererek harekete geçtiği zaman, hiç bir engel mevcut değildir. O’ndan akan bereket kaynakları hiç bir kesilmeye uğramadan ilerleyerek akarlar. İnsanın her şeyi ceza olarak kaybettiği zaman, yalnızca kendisini yasa altına koyduğu zamandır. Çünkü Tanrı o zaman kendi işlerinin temeli üzerinde ne kadar istekte bulunabileceğini kanıtlamak için insana, izin vermesi gerekir.
Tanrı, halkını ziyaret ettiği ve onları kurtardığı zaman ve Mısır ülkesinden dışarı çıkardığında, amacı, kesinlikle onların çölde açlıktan ya da susuzluktan ölmeleri değil idi. Halkın bunu biliyor olması gerekir idi. O’na güvenmeleri gerekirdi ve onları Mısırın esaretinin dehşetlerinden böylesine görkemli bir şekilde kurtaran sevgisinin güvencesi içinde O’nunla yürümeleri doğru olur idi. Firavunun ülkesinde esaret altında olmaktansa çölde Tanrı ile birlikte olmanın çok daha iyi olduğunu hatırlamaları gerekir idi. Ama hayır! İnsan yüreğine, saf ve mükemmel sevgi için Tanrıya onur payı vermek çok zor gelir. İnsan yüreği şeytana Tanrıdan daha fazla güvenir. Bir an durun ve şeytanın sesine kulak verdiği için insanın ne kadar çok üzüntü, acı ve aşağılanmaya katlanmak zorunda kaldığını düşünün. Ama insan buna rağmen yine de şeytana hizmet ettiği için tek bir kelime dahi şikayette bulunmaz ya da onun elinin altından kaçma arzusu duymaz. Şeytan ile hoşnutsuzluk duymaz ya da ona hizmet etmekten bezmez. Şeytanın onun önüne atarak açmış olduğu bu alanlarda tekrar ve tekrar acı ürünler biçer ve yine tekrar ve tekrar aynı tohumu ekerken ve aynı işleri yapar iken görülür.
Aynı konuda durum Tanrı ile ne kadar farklıdır! Biz Tanrının yollarında yürümeye başladığımız zaman, baskı yada deneme görünür görünmez, şikayet etmeye ve isyan etmeye hazırızdır. Güvenen ve minnettar bir ruh konusunda ne yazık ki başarısız oluruz. Tek bir denemenin yoksunluğu söz konusu olduğu zaman, on binlerce merhamet unutulur. Tüm günahlarımız bağışlanmış ve ortadan kaldırılmıştır, “Sevgili’de kabul edildik,” Tanrının mirasçısı ve Mesih ile ortak mirasçı yapıldık, sonsuz yüceliği bekliyoruz; ayrıca tüm bunlara ek olarak çöldeki yolumuzun üzerine sayısız merhametler saçılmıştır. Ama yine de insan eli büyüklüğünde bir bulut bile ufukta görünse, bu tek bir bulutu gördüğümüz zaman, bir anda geçmişte bize gösterilen tüm zengin merhametleri unutuveririz. Bu konu ile ilgili düşünce bizim Tanrının huzurunda derin bir şekilde alçalmamızı gerektirir. Başka diğer her konuda olduğu gibi bu konuda da kutsanmış Örneğimiz’den ne kadar farklıyızdır! O’na bakın – çöldeki gerçek İsrail – çölde vahşi hayvanlar tarafından kuşatılmış olarak kırk gün oruç tuttu. Kendisini nasıl taşıdı? Şikayet etti mi? Payına düşen için şikayette bulundu mu? Farklı koşullarda olmayı arzu etti mi? Ah, hayır! Tanrı, O’nun kasesinin ve mirasının payı idi. (Mezmur 16) Ve bu yüzden ayartıcı yaklaştığı ve ona ihtiyaçlarını karşılamayı, yücelikleri ve bu yaşamın ayrıcalıklarını ve onurlarını teklif ettiği zaman, O tüm bunların hepsini reddetti ve Tanrıya olan mutlak bağımlılık konumuna sımsıkı sarıldı ve O’nun sözüne itaat etti. Ekmeği yalnızca Tanrıdan alırdı ve aynı şekilde yüceliği de ancak O’ndan kabul ederdi.
Benlikteki İsrail ile durum bundan çok farklı idi. Açlığın baskısını hisseder hissetmez, “çölde Musa ve Harun’a karşı söylendiler.” Öyle görünüyordu ki, Mısırdan kendilerini kurtaranın Tanrının eli olduğunu unutmuşlardı, çünkü şöyle dediler: “Bizi bu çöle siz getirdiniz.” Ve yine Mısırdan Çıkış 17. bölümde Musa’ya karşı şöyle söylendiler: “Niçin bizi Mısırdan çıkardın? Bizi, çocuklarımızı ve hayvanlarımızı susuzluktan öldürmek için mi?” Böylece her fırsatta, şikayet eden bir ruh ile davrandılar ve Her Şeye Gücü Yeten Tanrının elini ve lütfu sınırsız Kurtarıcının varlığının ne kadar da az farkına vardılar.
Şimdi söylememiz gerekiyor ki, Tanrı için, Kendisine ait olan kişilerin şikayet eden bir ruh sergilemeleri kadar Tanrıyı hor gören başka hiç bir şey olamaz. Elçi, bu durumdan Tanrıyı tanımayan kişilerin çürümüşlüklerinin bir özelliği olarak söz eder: “Tanrıyı bildikleri halde O’nu Tanrı olarak yüceltmediler. O’na şükretmediler. Tersine, düşüncelerinde budalalığa düştüler; anlayışsız yüreklerini karanlık bürüdü.” (Romalılar 1:21) Tanrının iyiliği için şükretmeyen bir yürek hızlı bir şekilde “karanlık” hale gelir. Bu nedenle, İsrail Tanrının ellerinde olduğu duygusunu kaybetti ve bu durum İsrail’i beklendiği gibi daha da koyu bir karanlığa sürükledi. Çünkü, İsrail’in daha sonraki bir tarihte şöyle dediğini okuruz: “Rab neden bizi bu ülkeye götürüyor? Kılıçtan geçirilelim diye mi? Karılarımız ve çocuklarımız tutsak edilecek. Mısıra dönmek bizim için daha iyi değil mi?” (Çölde Sayım 14:3) Topluluktan dışarıda bir can böyle bir yol boyunca yolculuk edecektir. Can, önce sonsuza kadar Tanrının ellerinde olduğu gerçeğine ilişkin duyusunu yitirir ve sonunda Tanrının ellerinin ona kötülük edeceğini düşünmeye başlar.
Bu süreç, çok melankolik bir süreçtir! O zamana kadar halka lütuf aracılığı ile sağlanmış idi ve şimdiki bölümümüz bu sağlayışın harika bir örneğine yer verir. “Sonra Rab Musa’ya şöyle dedi, ‘İşte Ben, gökten sizin için ekmek yağdıracağım.” Halk, imansızlığın ürpertici bulutu ile kuşatıldığı zaman, şöyle demiş idi: “Keşke Rab bizi Mısırda iken öldürse idi. Hiç değil ise, orada et kazanlarının başına oturur, doyasıya yerdik. Ama siz bütün topluluğu açlıktan öldürmek için bizi bu çöle getirdiniz.” Ama şimdi sözcük, “gökten verilecek olan ekmek” dir. Nasıl da kutsanmış bir karşıtlık! Mısırın et kazanlarının, soğanlarının ve sarımsaklarının ve bu göksel man’ın arasındaki fark ne kadar da şaşırtıcı bir farklılığa sahiptir – “meleklerin yiyeceği!” Mısırdaki yiyecekler yeryüzüne, man ise gökyüzüne ait idi.
Ama sonra bu göksel ekmeğin İsrail’in durumu ile ilgili bir deneme olduğu görüldü, şunları okuruz: “Böylece onları sınayacağım: Benim yasama göre yaşıyorlar mı yaşamıyorlar mı göreceğim.” İsrail’in bu denemedeki ihtiyacı, Mısırın etkilerinden soğumuş ya da vazgeçmiş bir yürek idi; “gökten gelen ekmek” ile doyacak ya da ondan tat alacak olan bir yürek idi. Aslında, halkın bu göksel ekmekten tatmin olmadığını, aksine, onu küçümsediğini, basit bir yiyecek olarak ilan ettiğini ve et için talepte bulunduğunu okuyoruz. Böylelikle, yüreklerinin Mısırdan ne kadar az ayrılmış olduğunu ya da Tanrının yolunda yürüme konusunda istekli olmadıklarını kanıtladılar. “Ne var ki atalarımız onun sözünü dinlemek istemediler. O’nu reddettiler ve Mısıra dönmeyi arzu eder oldular.“ (Elçilerin İşleri 7:39) “Ama geri gitmek yerine Babil’in ötesine sürüldüler. (Elçilerin İşleri 7:43) Bu, imanlılar için ciddi ve önemli bir derstir. Eğer bu hali hazırdaki dünyadan kurtarılmış olan kişiler yüreklerinde şükranla Tanrı ile yürümezler ve çölde, kurtarılmış olanlar için Tanrının sağlayışı ile tatmin olmazlar ise, Babil’in etkisinin tuzağına düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalırlar. Bu, ciddi bir durumdur; gökten gelen bir ekmek ile beslenmek için göksel bir tat talep eder. Doğa, böyle bir yiyeceğin lezzetinden hoşlanmaz. Her zaman Mısırı özleyecektir ve bu nedenle, aşağı bastırılması gerekir. Mesih’in ölümüne vaftiz edilmiş olanlar olarak ve yine Tanrının işleyişinin imanı aracılığı ile tekrar dirilmiş olanlar olarak, “gökten gelen yaşam ekmeği olarak Mesih’ten beslenmek bizim ayrıcalığımızdır. “Bu ekmek bizim çöldeki yiyeceğimizdir – yazılmış Söz aracılığı ile Kutsal Ruh tarafından hizmet veren Mesih – ruhsal tazelenmemiz için Kutsal Ruh aşağı gelmiştir; vurulan Kaya’nın değerli ürünü olan Mesih’e bizim için vurulmuştur. Bu çöl dünyasındaki payımız budur.
Ve şimdi böyle bir paydan keyif almamız için, yüreklerimizin bu hali hazırdaki kötü dünyada var olan her şeyden soğumuş olması gerektiği aşikardır. Doğal insanlar, bedende yaşayan insanlar olarak bize hitap edecek olan her şeyden vazgeçmemiz gerekir. Dünyasal bir yürek, dünyasal bir zihin, Mesih’i ne sözde bulabilir ne de elim’i bulduğu takdirde o yerden tat alabilir. Man, öylesine saf ve leziz idi ki, yeryüzü ile temas etmeye dayanamazdı. Gece ordugaha çiy düşer iken, man da birlikte düşerdi. (Çölde Sayım 11:9) Ve güneş doğmadan toplanması gerekirdi. Bu yüzden herkesin sabah erkenden kalkması ve günlük payını toplaması gerekiyor idi. Aynı şey Tanrı halkı için bu gün de geçerlidir. Göksel man’ın her sabah taze olarak toplanması gerekir. Dünkü man bu gün için, bu günkü man ise yarın için geçerli değildir. Her gün, Mesih’ten Ruh’un taze enerjisi ile beslenmemiz gerekir, aksi takdirde büyümemiz durur. Ayrıca, Mesih’i öncelikli konumuz yapmamız gerekir. O’nu diğer “başka şeyler” zavallı ve kuşku dolu yüreklerimize sahip olmak için zaman bulmadan önce, “erkenden” aramamız gerekir. Ama ne yazık ki, çoğumuz bu konuda başarısız oluruz! Mesih’e ikinci yeri veririz ve bunun sonucu olarak da zayıf ve kısır olarak kalırız. Her zaman uyanık olan düşman, Mesih’ten beslenmemizden akan bereketi ve gücü bizden çalmak için yoğun ruhsal bir baskı ile avantajı ele geçirir. İmanlıdaki yeni yaşam yalnızca Mesih tarafından beslenebilir ve desteklenebilir. “Yaşayan Baba beni gönderdiği ve ben Baba’nın aracılığı ile yaşadığım gibi bedenimi yiyen de benim aracılığım ile yaşayacak.” (Yuhanna 6:57)
Göklerden aşağı gelen olarak Rab İsa Mesih’in lütfu yenilenmiş can için eşsiz bir yiyecektir. Ama O’nun bu şekilde tadına varmak için tamamlanmış kurtuluş içinde Tanrıya ayrılmış olarak çölde olduğumuzun farkına varmaya ihtiyacımız vardır. Eğer çölde Tanrı ile birlikte yürüyor isem, O’nun sağladığı yiyecek ile tatmin olacağım, yani gökten inen ekmek Mesih ile doyacağım. “Kenan diyarının eski buğdayı” yüceltilmiş ve görkemi içinde oturan Mesih için önceden yapılmış bir imadır. Böyle olduğu için O, iman edenlerin uygun yiyeceğidir; O’nunla doyanlar O’nunla birlikte yüceldiklerini ve göklerde oturtulduklarını iman aracılığı ile bilirler. Ama man, yani, gökten gelen Mesih Tanrı halkının çöl yaşamı ve deneyimi içindir. Burada yeryüzünde yolculuk eden bir halk olarak, aynı şekilde burada aşağıda yolculuk etmiş olan bir Mesih’e ihtiyacımız vardır; ruh olarak göklerde oturtulmuş bir halk olarak orada oturan bir Mesih’e sahibiz. Bu ifade bize man ve eski buğdayın arasındaki farkın açıklanması için yardımcı olur. Bu, bir kurtuluş konusu değildir; biz, çarmıhta yalnızca orada dökülen kan ile kurtulduk. Bu, Tanrının, halkı için onların değişen tutumları – çölde zahmet çeken ya da ruhta göksel mirasa sahip çıkan - ile ilgili olarak yaptığı bir sağlayıştır.
İsrail tarafından çölde ne kadar çarpıcı bir örnek sunulur! Mısır arkalarında kalmıştır, Kenan diyarı önlerindedir ve çevrelerinde ise çölün kumları vardır; kendileri ise günlük ihtiyaçları için göğe bakmaya çağrılmışlardır. Çöl, Tanrının İsrail’i için ne bir tek çimen parçası ne de bir damla su sağlamaz. Halkın payı, yalnızca Yehova’dır. Bir çöl olan bu dünyada yol alan Tanrının göçebe halkı için ne kadar dokunaklı bir görüntü! Onlar burada hiç bir şeye sahip değildirler. Göksel olarak başlayan yaşamlarını yalnızca göksel değerler destekleyebilirler. Bu dünyada olsalar da bu dünyadan değillerdir; çünkü Mesih onları seçmiş ve bu dünyadan çıkarmıştır. Gökten doğan bir halk olarak doğdukları yere doğru yolculuk etmektedirler ve bu nedenle gökten gelen yiyecek ile doyurulurlar. Böylelikle yüceliğe doğru yön alırlar. Artık Mısır yönüne doğru, yani geriye bakmaları tamamen boştur. Geride tek bir yücelik ışığı bile mevcut değildir. “Çöle doğru baktılar ve işte, Rabbin bulutlarda görülen yüceliği!” Yehova’nın arabası çölde idi ve O’nunla paydaşlık arzu eden herkesin aynı şekilde orada olması gerekir ve eğer orada göksel man onların yiyeceği olacak ise, yiyecekleri yalnızca bu göksel man olacak idi.
Bu man’ın, bir Mısırlının asla anlayamayacağı, takdir edemeyeceği ya da onu yiyerek yaşayamayacağı garip bir yiyecek olduğu doğru idi; ama “bulutta ve denizde” vaftiz edilmiş olanlar bu önemli vaftiz ile düzenli olarak yürüdükleri takdirde, man’dan tat alırlar ve onunla beslenebilirler. Bu durum gerçek bir imanlı için söz konusudur. Dünyaya ait olan biri imanlının nasıl yaşadığını anlayamaz. İmanlının hem yaşamı hem de yaşamını destekleyen doğal olanın en keskin görüş sınırının bile ötesindedir. Mesih, imanlının yaşamıdır ve imanlı Mesih’te yaşar. İman aracılığı ile Mesih’ten beslenir; ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı.” (Filipeliler 2:7) Baba Tanrı O’nu kucağından çarmıha gönderdi ve çarmıhtan sonra da tahta oturttu; O, yolculuğunun her aşamasında ve yaşamında sergilediği her tutum ile her yeni yaratığı için eşsiz değerde bir yiyecek oldu. Aslında Mısır ülkesi halkın bulunduğu ahlaki çevre olarak yenilenmiş bir zihin için hiç bir besin sağlamayan korkunç bir çöl idi ve üstüne üstlük imanlının ruhsal gelişmesine büyük engel teşkil ediyor idi. Tanrının vermiş olduğu tek sağlayış, göksel man idi ve bu man, gerçek imanlı için yeterli besin idi.
İmanlıları bu dünyanın değerleri ardından koşarken görmek gerçekten acıklı bir durum; “göksel man” dan nefret etmek ve onu “yetersiz yiyecek” olarak görmek çok üzücü. İmanlılar dünyasal değerlerin ardından gitmekle öldürmeleri gereken şeylere hizmet eder duruma girmekteler. Yeni yaşamın faaliyetleri kendilerini her zaman “işleri ile eski yaratığa boyun eğer” bir durum ile bağlantılı olarak gösterirler. Ve eski yaratığın işleri devam ettiği sürece “insanın yüreğini besleyen ekmek” ile beslenme arzusu daha da büyüyecektir. Doğal yaşamda olduğu gibi, ne kadar çok egzersiz yapar isek, o kadar çok acıkacağız, iştahımız açılacak ve böylece lütuf altında yenilenmiş armağanlarımız kendilerini daha çok gösterecekler ve biz o zaman Mesih’ten beslenme ihtiyacımızı o kadar daha çok hissedeceğiz. Tanrının önünde tam bir bağışlanma ve kabul edilme ile Mesih’te yaşama sahip olduğumuzu bilmek önemli bir şeydir, ama aynı zamanda iman aracılığı ile O’ndan beslenerek O’nunla alışkanlık haline gelmiş bir paydaşlıkta bulunmak ve O’nu canlarımızın en iyi yiyeceği yapmak daha başka bir şeydir. Pek çok imanlı Mesih’te bağışlanma ve esenlik bulduğunu ağzı ile ikrar eder ve buna rağmen O’nunla bağlantısı olmayan pek çok şeyden beslenir. Zihinlerini gazeteler ve dönemin çeşitli anlamsız ve boş yayınlarını okuyarak beslerler. Bu okuduklarında Mesih’i bulacaklar mıdır? Kutsal Ruh, insan canına Mesih’i sunmak için bu tür araçlar mı kullanır? Kurtarılmış olan Tanrı halkına çölde beslenmesi için verilen göksel ekmek bu yayınlarda mı bulunur? Heyhat! Hayır; tüm bunlar dünyasal zihnin keyif aldığı boş malzemelerdir. O zaman gerçek bir imanlı bu tür yayınlar ile nasıl yaşayabilir? Tanrı sözünün öğretişi aracılığı ile biliyoruz ki, imanlı iki doğa arasındadır; bu iki doğadan hangisi dünyasal haberlerden ve edebiyattan beslenendir? Eski yaratık mı, yeni yaratık mı? Bu sorunun ancak tek bir yanıtı vardır. Pekala, o zaman, ben hangi yaratığı beslemek için arzu duyuyorum? Bu sorunun yanıtını hiç kuşkusuz davranışlarım verecektir. Eğer tanrısal yaşamda büyümeyi içtenlikle arzu ediyor isem, eğer en büyük isteğim Mesih ile birleşmek ve kendimi O’na adamak ise, eğer içimdeki Tanrı Egemenliğinin gerçekten büyümesi için gayret ile nefes alıyor isem, o zaman hiç kuşkusuz ruhsal büyümem için Tanrı tarafından tasarlanmış olan besinin peşinden sürekli olarak koşmam doğru olan davranıştır. Bu aşikardır. Bir insanın işleri her zaman, onun arzu ve amaçlarının doğru dizinidir. Bu yüzden, eğer imanlı olduğunu söyleyen biri Kutsal Kitabını okumayı ihmal ediyor ise ve gazeteleri okuyacak kadar bol zamanı var ise, evet, en seçme zamanlarını bunu yapmak için kullanıyor ise, onun canının gerçek durumu hakkında gerçekten üzüntü duyarım. Böyle davrandığı zaman eminim ki, ruhsal olamaz, Mesih’ten beslenemez, O’nun için yaşayamaz ve O’na tanıklık edemez.
Eğer bir İsrailli, sabah saatlerinin tazeliği içinde Tanrının atadığı yiyeceğinden günlük payını toplamıyor ise, çok geçmeden yolculuğa devam etme gücünün hızla eksildiğini fark edecektir. Aynı şey hepimiz için geçerlidir. Mesih, canlarımızın izleyeceği ilk obje olmak zorundadır, aksi takdirde ruhsal yaşamımız kaçınılmaz bir şekilde yıpranacaktır. Hatta duygularımızı ve deneyimlerimizi bile Mesih ile bağlantılı olarak besleyemeyiz, çünkü onlar sürekli değiştikleri için bizim ruhsal besinimizi teşkil edemezler. Oysa Mesih, dün aynı idi, O hem dünün Mesih’i, hem bu günün Mesih’i, hem de sonsuza kadar aynı kalan Mesih’tir, asla değişmez. Ayrıca hem kısmen Mesih’ten, hem de aynı anda diğer değerlerden beslenmek, hiç bir yarar sağlamaz. Yaşamın konusu yalnızca Mesih’tir. Bu nedenle, yaşamak konusunda yalnızca Mesih söz konusu olmalıdır. Yaşam veren bir değer ile başka bir değeri karıştıramayız; aynı şekilde yaşamı sürdüren bir şeyi de başka bir şey ile karıştıramayız.
Ruhta ve iman aracılığı ile şimdi bile dirilmiş ve yüceltilmiş bir Mesih’ten besleneceğimiz oldukça doğrudur; tamamladığı kurtuluştan sonra göğe alındı; ülkenin “kavrulmuş başağı” olarak örnek oldu. (Yeşu 5) Ve yalnızca bu kadar da değil; biz şunu biliyoruz: Tanrının kurtardıkları Şeria’nın ötesinde bulunan bu yücelik, dinlenme ve ölümsüzlük tarlalarından içeri girdikleri zaman, çöldeki man’dan yemeyeceklerdir, ama çöl yaşamlarının özel besinini oluşturan Mesih’i yine de asla unutmayacak ve O’nsuz yapamayacaklardır. İsrail, Kenan diyarının süt ve bal akan topraklarının ortasında yaşar iken, çöldeki kırk yıllık sıkıntısı sırasında kendisini destekleyen yaşam ekmeğini asla unutmayacaktır. “Musa, ‘Rabbin buyruğu şudur’ dedi, ‘Mısırdan sizi çıkardığım zaman, gelecek kuşakların çölde size yedirdiğim ekmeği görmeleri için, bir omer saklansın.’ Musa, Harun’a, ‘Bir testi al, içine bir omer man doldur’ dedi. Gelecek kuşaklar için saklanmak üzere onu Rabbin huzuruna koy.’” (Mısırdan Çıkış 16: 32-34) Tanrının sadakatine ilişkin ne kadar da değerli bir anı! Tanrı, onları akılsız yüreklerinin imansızlık ile bekledikleri gibi açlıktan ölmeleri için sıkıntıya sokmadı. Onlar için gökten ekmek yağdırdı ve onları meleklerin yiyeceği ile besledi, bir annenin gösterdiği özen ile onları izledi, onlarla dayandı, onları kartal kanatları üzerinde taşıdı ve onların yapmaları gereken tek şey lütfun sağlam zemini üzerinde devam etmek idi; onları, atalarına vermiş olduğu tüm vaatler uyarınca sahip oldukları sonsuz mülkiyete yerleştirmek idi. Man’ın içine konduğu testi bu yüzden bir imanlın günlük payını içeriyor idi ve bu gerçeği anımsatmak ve temsil etmek üzere Rabbin önüne konmuş idi; kurtlanmadı ve bozulmadı; bu testinin içindeki Yehova’nın sadakatinin bir kanıtı idi, düşmanın elinden kurtarmış olduğu halk için sağlayan bir Tanrı olduğunun ve O’nun sadakatinin göstergesi idi.
Ama yine de, insan kendisi için biriktirdiği zaman, durum farklı olacaktır. O zaman bozulma belirtileri hemen kendilerini gösterirler. Mesih’in değerliliğine her gün girmek bizim için bir ayrıcalıktır; O, göklerden, biz dünyadakilere yaşam vermek için geldi. Ama eğer biri bunu unutur ve yarın için biriktirmesi gerektiğini düşünür ise, yani, gerçeği, gücünü yenileme yolunda yararlanmak yerine, gerçeği hali hazırdaki ihtiyacının önüne koyar ise, besinin bozulacağı kesindir. Bu ifadeler, bizim için öğretici ve eğitici derslerdir. Bu konu, gerçeği öğrenmek açısından çok derin bir ciddiyet taşır. Çünkü uygulamalı olarak kanıtlamadığımız bir şeyi ağzımız ile ikrar etmek gibi bir ilke mevcut değildir. Tanrı, bizlere teoristler olarak sahip değildir. Bazen kişilerin dua ederken ya da farklı bir şekilde büyük ikrarlarda bulunduklarını ve yoğun bir adanmışlık ile ilgili ifadeler kullandıklarını işitiriz ve denenme zamanı geldiği zaman, devam etmek için dudakların söylemiş olduğunu taşımak için ihtiyaç duydukları ruhsal güç olmayabilir.
Zihnin ya da aklın, vicdana ve duygulara üstün çıkması gibi çok tehlikeli bir durum mevcuttur. Bu nedenle, pek çok kişi önce, belirli bir noktaya kadar çok hızlı bir gelişim gösterir gibi olur, ama sonra orada kesilip kalırlar ve geriye gider gibi görünmeye başlarlar. Aynı bir İsraillinin bir günlük yiyecekten daha fazlası için talepte bulunup çok man toplaması gibi. Görünürde böyle bir kişi göksel ekmek toplama konusunda diğerlerinden daha gayretli gibidir, ancak bir gün sonrasının ihtiyacı için toplanmak istenen her şey yalnızca yararsız değildir, ama aynı zamanda yararsızdan da öte, zararlıdır, çünkü “kurtlanır.” Aynı şey imanlı için de geçerlidir. İmanlı ne alıyor ise onu kullanması gerekir. Mesih’ten, gerçek ihtiyacı olarak beslenmesi lazımdır ve ihtiyaç hizmetin içinden dışarı çıkartılır. Tanrının karakteri ve yolları, Mesih’in değerliliği ve güzelliği ve Söz’ün diri derinlikleri yalnızca imana ve ihtiyaca açıklanır. Aldığımızı kullandıkça daha fazlası verilecektir. İmanlının yolunun pratik bir yol olması gerekir ve pek çoğumuzun yarı yolda kaldığımız nokta budur. Teoride çok hızlı ilerleyen kişilerin genelde uygulama ve tecrübelerde en yavaş oldukları görülmüştür, çünkü konu, vicdan ve yürekten çok zihin ile ilgili bir konudur. Her zaman hatırlamamız gereken şudur: Hıristiyanlık bir düşünceler dizisi, bir öğretişler sistemi ya da bir çok görüşlerden oluşmaz. Hıristiyanlık her şeyden önce yaşayan bir gerçekliktir – kişisel, pratik ve güçlü bir değerdir ve günlük yaşamın her sahnesinde ve her koşulunda kendini ortaya koyar, kutsal etkisini tüm karakter ve davranış üzerine döker ve Tanrı tarafından doldurulmaya çağrılmış olan her ilişkiye göksel rengini verir. Tek bir söz ile belirtecek olur isek, Hıristiyanlık, Mesih ile birleşmiş olmaktan ve O’nunla meşgul olmaktan kaynaklanır. Hıristiyanlık, budur. İsa ile bir ilişki mevcut olmadan net görüşler, doğru düşünceler ve sağlam ilkeler mevcut olabilir, ama Mesih olmadan gerçek bir iman ikrarı olamaz; böyle bir tutum soğuk, kısır ve ölü olacaktır.
İmanlı okuyucum, şunu özenle hatırlamalısın; Mesih tarafından yalnızca kurtarılmadın, ama aynı zamanda Mesih’te yaşıyorsun. Mesih’i, canının günlük payı yap. O’nu “erkenden” ara, “yalnızca” O’nun peşinden git. Herhangi bir şey dikkatini çektiği zaman, şu soruyu sor: “Bu, yüreğime Mesih’i getirecek mi? Benim duygularıma O’nu açıklayacak ya da beni O’nun Kişiliğine daha da yaklaştıracak mı?” Eğer böyle yapmayacak ise, o şeyi hemen geri çevir: evet, geri çevir, her ne kadar kendisini çok değerli bir görünüm ve çok yetkili bir buyruk olarak gösteriyor olsa bile, geri çevir. Eğer amacınız içtenlikle tanrısal yaşam sürmek, ruhsallıkta gelişme göstermek ve Mesih ile kişisel ilişkinizi geliştirmek ise, o zaman bu konuda yüreğinize sadık ve ciddi bir şekilde meydan okuyun. Mesih’i alıştığınız bir besin yapın. Gidin, çiylerin üstüne düşen man’ı toplayın ve çöl yolculuğunuz sırasında Tanrı ile gayretli bir yürüyüş aracılığı ile keskin hale gelmiş bir iştah ile O’ndan beslenin. Tanrının zengin lütfu Kutsal Ruh sizi bu konularda bol miktarda güçlendirsin! 1
Bölümümüzde dikkatimizi çekecek olan bir başka nokta daha vardır; Fısıh gününden man ve İsrail’in konumu ile bağlantılı olarak söz edilir. Yaratılış 2. bölümden şu anda önümüzde olan bölüme kadar bu noktadan bahsedildiğini görmeyiz. Bu durum dikkat çekicidir. Habil’in kurbanı, Enoş’un Tanrı ile yürüyüşü, Nuh’un vaazi, İbrahim’in çağrısı, İshak, Yakup ve Yusuf’un ayrıntılı tarihleri ile birlikte bir arada sunulur, ama İsrail’in Fısıh gününe kadar Yehova ile ilişkisi olan ve bunun sonucunda sorumluluk taşıyan bir halk olarak tanıtıldığına dair bir ima mevcut değildir. Fısıh günü Aden bahçesinde kesintiye uğramıştı ve şimdi burada çölde İsrail için tekrar başladığını görüyoruz. Ama heyhat! İnsan, Tanrının huzuru için bir yüreğe sahip değil. “Yedinci gün bazıları ekmek toplamak için dışarı çıktı. Ama hiç bir şey bulamadılar. Rab, Musa’ya, ‘Ne zamana dek buyruklarıma ve yasalarıma boyun eğmeyi reddedeceksiniz?’ dedi. Size Şabat gününü verdim. Bunun için altıncı gün size iki günlük ekmek veriyorum. Yedinci gün herkes nerede ise orada kalsın, dışarı çıkmasın.” (Mısırdan Çıkış 16:27-29) Tanrı, halkının Kendisi ile birlikte tatlı bir huzur içinde dinlenmesini arzu ediyordu. Onlara çölde bile dinlenme, yiyecek ve içecek vermiş idi. Ama insanın yüreği Tanrı ile birlikte dinlenmeye eğilimli değildir. Halk, Mısırda et kazanlarının başında oturdukları zamanı hatırlayabildi ve bu zamandan söz edebildi; ama çadırlarında Tanrı ile birlikte oturmanın değerini takdir edemediler ve göksel man’dan beslenerek kutsal Şabat gününün dinlenmesinin tadını çıkaramadılar.
Dikkatinizi çekmek istediğimiz nokta, burada Şabat gününün bir armağan olarak sunuluyor olmasıdır. “Rab size Şabat gününü vermiştir.” Bu bölümde daha sonra, Şabat gününün, itaat edilmediği takdirde, bir lanet ve bir yargı eki ile birlikte bir yasa şekline dönüştürüldüğünü göreceğiz. Ama düşmüş insan için bir ayrıcalık ya da bir yasa, bir bereket ya da bir lanet arasında fark yoktur, hepsi birbirine benzer. Düşmüş insanın doğası kötüdür. Bu yüzden ne Tanrı ile birlikte dinlenebilir ne de Tanrı için hizmet edebilir. Eğer Tanrı çalışır ve insan için bir dinlenme hazırlar ise, insan bunu yerine getirmeyecektir ve Tanrı ona çalışmasını söyler ise, insan bunu yapmayacaktır. İnsan, işte böyledir. Tanrı için bir yüreğe sahip değildir. Şabat’ın adını kendini yücelten bir şey olarak kullanabilir ya da kendi dindarlığını öne sürmek için yararlanır, ama Mısırdan Çıkış 16. Bölüme geri döndüğümüz zaman, insanın, Tanrının Şabat’ını bir armağan olarak değerlendiremediğini görürüz ve Çölde Sayım 15:32-36 ayetlerine baktığımız zaman, insanın Şabat’ı bir Yasa olarak yerine getiremediğini okuruz.
Şimdi Şabat’ın, aynı man gibi bir örnek olduğunu biliyoruz. Şabat kendi içinde gerçek bir bereket idi. Seven ve lütufkar bir Tanrının elinden gelen tatlı bir merhamet; yedi günden birini, insanı, günahın vurduğu yeryüzünün zahmetlerinden ve sıkıntılarından özgür kılarak tazelemek için ayırdığı bir gün. Şabat’ı değerlendirir iken, ona hangi yoldan bakar isek bakalım, onun hem insan hem de hayvan olarak yaratılan varlıkların merhametlerin en zengini ile dolmaları için düzenlendiğini anlarız. Ve insanlar haftanın ilk gününü Rabbin günü olarak düşünürler ve o güne uygun olan ilkeleri o güne eklerler; yine de lütufkar bu sağlayışı eşit bir şekilde gözden geçirmek gerekir; doğru duygular tarafından yönetilen herhangi bir zihin bir an için bu merhamet belirtisine müdahale eder. “Şabat, insan için yaratılmıştır;” ve insan bu günü bu konudaki tanrısal düşünce ile uyumlu olarak asla yerine getirememiş olmasına rağmen, kendisi için atanan bu günün lütuf parıltısını yok edemez; ya da Tanrı halkının sonsuz dinlenmesinin bir örneği olan bu günün derin önemini azaltamaz ya da dirilmiş bir Mesih’in Kişiliğindeki ve işindeki özden iman aracılığı ile zevk alamaz.
Bu yüzden okuyucu, bu sayfalarda değinilen insan ve hayvan yaratılışının yararlanması için sunulan bir günlük merhametten kaynaklanan dinlenme gününe önem versin ve Yeni Antlaşma’da söz edilen Rabbin günü ile Şabat gününü birbirinden farklı bir şekilde değerlendirsin. Yazarın düşüncelerinde bundan fazlasına yer verilmez. Yazar bir insan olarak Şabat gününe değer verir ve bir Hıristiyan olarak Rabbin günü ile sevinir; birini diğeri ile karıştıracak herhangi tek bir hece bile yazamayacağını ya da söyleyemeyeceğini kabul eder. Okuyucudan yalnızca Kutsal Ruh’un dengelediği bir zihin ile her satırı ve her ifadeyi değerlendirmesini ve önceden herhangi bir katı yargıda bulunmamasını ister.
Bu konu, Rab ister ise, ilerdeki derin düşüncelerimizde önümüze tekrar gelecek. Biz, Tanrının bizim için Mesih’te sağlamış olduğu dinlenmeye daha çok değer vermeyi öğrenelim, bu bize yeter. Ve Mesih’ten, esenliğimiz ve dinlenmemiz olarak zevk alır iken, iç varlığımızda dirilişin gücü ile O’ndan “gizli man” olarak beslenelim – Tanrının aşağı inerek bu dünyaya gelmesi ve bizim yerimize geçerek tamamlamış olduğu iş için sevinelim ve Mesih’in mükemmelliğine sahip olarak ve bu mükemmellik ile uyumlu olarak bizim için sonsuza kadar hazırlamış olduğu zenginliklerden beslenerek O’nun huzurunda duralım.
1 Okuyucum için Yuhanna 6. bölüme dönmesi ve man konusu ile bağlantılı olarak bu bölüm üzerinde dua ederek derin düşünmesi yararlı olacaktır. Fısıh Bayramı yaklaşır, İsa kalabalıkları doyurur ve sonra yalnız kalmak için tek başına bir dağın eteklerine gider. Sonra, oradan fırtınalı sularda sıkıntı çeken halkını kurtarmak için yanlarına gider. Bundan sonra Kişiliğinin ve işinin öğretişi hakkında açıklama yapar. Tanrı, dünyanın yaşaması için O’nun bedenini nasıl vereceğini ilan eder ve O’nun bedeninden yemeden ve Kanından içmeden hiç kimse yaşama sahip olamaz. Sonunda daha önceden bulunduğu yere yükseleceğinden ve Kutsal Ruh’un dirilten gücünden söz eder. Gerçekten de zengin ve ilginç bir bölümdür ve ruhsal okuyucu canının rahatlığı ve eğitilmesi için büyük bir gerçek temeli bilgisi alacaktır.