Yaratılış 3
Kitabımızın bu kısmında önümüze üzerinde durduğumuz konunun nasıl bozulduğunun açıklaması getirilir. İnsanın mahvolması ve Tanrının bu konuya getirdiği çözüm hakkındaki gerçeği ortaya koymayı arzu eden kişiler için bu konu her çağda haklı olarak en verimli konu olarak görülmüştür ve ilkeleri oldukça ağır ilkelerdir. Şeytan tanrısal açıklama ile ilgili konu hakkında cesur bir soru ile devreye girer – o günden bu güne ne yazık ki pek çok kişi bu sapık soruları örnek model alarak alıp kullanmıştır! Ancak kutsal yazıların üstün yetkisi ve görkemli yüceliği şeytandan örnek alarak soran dünyanın sorularını hiç edecek güce sahiptir.
“Tanrı gerçekten ‘bahçedeki ağaçlardan hiç birinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?” Yaratılış 3:1. Şeytan bu sorusu ile sinsi bir araştırma yapıyor ve Tanrının sözünün Havva’nın yüreğinde tam yerleşmiş olarak bulunup bulunmadığını anlamak istiyor idi. Havva’nın yanıtı doğrudan, basit ve kesin olabilir idi. Şeytanın sorularına ve önerilerine karşı koymanın doğru yolu hileli olduklarını bilmek ve onlara Tanrının Sözü ile karşılık vermektir. Şeytanın sözlerinin bir an için yüreğe yaklaşmalarına izin vermek, onları bozguna uğratmak için sahip olduğumuz tek gücü yitirmektir. Şeytan kendisini açıkça takdim etmedi ve şöyle demedi: “Ben şeytanım. Tanrının düşmanıyım ve O’na iftira etmeye, O’nu karalamaya ve seni mahvetmeye geldim.” Bu tür bir dürüstlük yılana yakışmaz idi ve bu nedenle her şeyi sinsice yaptı ve yaratığın zihninde sorular oluşmasına neden oldu. Tanrının gerçekten söylediğini bildiğim zaman, “Tanrı gerçekten dedi mi?” sorusunu kabul etmek tam bir sadakatsizliktir. Ve eğer ben bunu kabul eder isem bu benim bu soruya asla yanıt veremeyecek bir kapasitede olduğumun kanıtıdır. Bu yüzden Havva’nın durumunda verdiği yanıtın şekli onun yüreğinde şeytanın sinsi sorusunu kabul ettiği gerçeğinin kanıtıdır. Havva Tanrının kesin sözlerine sımsıkı yapışmak yerine verdiği yanıt ile aslında şeytanın sorusunu kabul etmiş oldu.
Tanrının sözüne eklemek ya da o sözden çıkartmalar yapmak O’nun sözünün yüreğimde konut kurmamış olduğunu ya da vicdanımı yönetmediğini çok belirgin şekilde kanıtlar. Eğer bir insan itaatten keyif alır ise eğer itaat o insanın yemeği ve yiyeceği ise ve eğer o insan Yehova’nın ağzından çıkan her söz ile yaşıyor ise O’nun sözüne canlı bir şekilde yapışacağı kesindir. Tanrı, sözüne kayıtsız kalamaz. Rab İsa şeytan ile yaşadığı çatışmada Rabbin sözü ile karşılık verdi çünkü O söz ile yaşıyor idi ve O’nun sözüne gerekli olan yiyecekten daha fazla değer veriyor idi. O, sözden yanlış alıntı yapamaz ya da sözü yanlış şekilde uygulayamaz idi ve aynı zamanda Söz hakkında kayıtsız kalması da mümkün değil idi. Ama aynı şey Havva için geçerli değil idi. Havva Tanrının sözlerine ekleme yaptı. Tanrının buyruğu ya da sözü yeterince basit idi: “Ondan yemeyeceksin.” Havva bu sözlere kendisine ait olan şu sözler ile ekleme yaptı: “Ona dokunmayın.” Bu sözler Havva’nın sözleri idi, Tanrının sözleri değil. Tanrı dokunma konusunda hiç bir söz söylememiş idi. Havva’nın neden böyle dediğini bilmiyoruz; yaptığı bu yanlış alıntının nedeni belki bilgisizlik, belki kayıtsızlık ya da Tanrıyı keyfi bir ışık içinde temsil etme arzusu idi ya da tüm bunların hepsi idi; burada önemli olan Havva’nın Tanrının kutsal sözündeki basit güvence ve ona boyun eğme temelinden tamamen uzak oluşu idi. “Ağzından çıkan sözler sayesinde kendimi mahvedicinin yollarından korudum.”
Tanrının sözü Kutsal Yazıların hepsinde ön plandadır ve onlara tam itaatin yoğun önemini her yerde ortaya koyar. Bizim için uygun olan Tanrının sözüne itaattir. Neden mi? Çok basit, çünkü o tanrının sözüdür. O konuştuğu zaman bir soru sormak küfürdür. Bizler yaratık konumundayız. O Yaratan’dır, bu yüzden O bizden haklı olarak sözüne itaati talep eder. İnanmayan bunu “kör itaat” olarak adlandırabilir ama imanlı bunu zekice itaat olarak adlandırır çünkü itaat ettiği Tanrı sözünün bilgisinin temeline sahiptir. Eğer insan Tanrının sözüne sahip olmasa idi, o zaman körlükte ve karanlıkta olduğu söylenebilir idi çünkü o zaman içimizde ya da çevremizde tanrısal ışığın tek bir ışını bile olmaz idi, ama tanrıdan çıkan söz saf ve sonsuz sözdür. Bilmek isteğimiz TÜM şey Tanrının konuşmuş olduğudur ve işte o zaman itaat zihinsel eylemin en yüksek düzeni haline gelir. Can Tanrıya yükseldiği zaman yetkinin en yüksek kaynağına ulaşmıştır. Ne bir insan ne de insanların bedeni onların sözüne itaat iddia edemez çünkü onlar kendi sözleridir. Ve bu yüzden Roma kilisesinin iddiaları kibirli ve inançsızdır. Bu tür itaat iddiaları ile kendilerini Tanrının yerine koyarlar ve bu tür iddialara boyun eğenler Tanrının haklılığından çalmaya kalkmış olurlar. Kibir kendisini Tanrı ve vicdan arasına yerleştirir. Ve bunu yapmaya hiç kimsenin hakkı yoktur! Tanrı konuştuğu zaman insan itaat etmek için bağımlıdır ve eğer bunu yapar ise mutlu kişidir. Eğer yapmaz ise vay haline! İmansızlık Tanrı konuştuğu zaman sorgular; batıl inanç insan yetkisini vicdanım ve Tanrının söylemiş olduğu söz arasına yerleştirir. Her ikisi de Tanrı sözünün benden çalınmasıdır ve bunun bir sonucu olarak itaatin derin bereketi çalınmış olur.
Her itaat eyleminde bereket vardır. Ama canın tereddüt ettiği anda düşman avantaj kazanmış olur. Ve düşmanın bu fırsatı canı yavaş yavaş Tanrıdan uzaklaştırmak için kullanacağı kesindir. Bu nedenle önümüzdeki, ‘Tanrı dedi mi?’ sorusuna “Kesinlikle ölmezsin!” yanıtının verildiğini okuyoruz. Yani, önce Tanrının söylediği ile ilgili olarak bir soru ortaya atıldı ve sonra Tanrının söylediğine karşı olan tam aksi bir yanıt geldi. Bu ciddi gerçek, tam doluluğu ve saygınlığı içindeki tanrısal açıklama hakkındaki bir soruyu yüreğin yakınlarına alarak kabul etmenin ne kadar tehlikeli olduğunu göstermesi açısından yeterlidir. Rafine bir akılcılık cesur bir sadakatsizliğe çok yakın bir durumdur. Ve Tanrının sözünü yargılama cüretinde bulunan sadakatsizlik Tanrının varlığını inkar eden ateistlikten çok farklı değildir. Eğer Havva Tanrı sözüne aykırı bir sözü işitmek için orada beklemese idi, Tanrının sözü hakkında gevşek ve kayıtsız davranma hatasına düşmese idi, bunlar olmayacak idi; Havva da “iman görünüşlerine” sahip idi, ya da daha doğru ifade edecek olur isek, imansızlık gösterdi: Tanrının, bir yaratık tarafından lekelenmesine neden oldu. Ve bunu yapmasının nedeni ne idi? Tanrının sözü, Havva’nın yüreği, vicdanı ve anlayışı üzerindeki gerekli yetkisini kaybetmiş idi.
Bu durum, Tanrı gerçeğine karşı olan bir akılcılık aracılığı ile tuzağa düşürülme tehlikesi içinde olan herkes için çok ciddi bir uyarıyı ortaya koymaktadır. “TÜM KUTSAL YAZILARIN” esini ve üstün yetkisine edilen derin bir iman dışında gerçek güvence yoktur. Bu gerçek ile dolmuş olan canın itiraz eden her kişiye verecek bir yanıtı vardır. İtiraz eden Roma ya da Almanya olabilir; hiç fark etmez. “Güneşin altında yeni olan hiç bir şey yoktur.” Şimdi inançlı düşünce ve duygunun kaynaklarını bozan ve Avrupa kıtasının hemen her tarafında görülen aynı kötülük Aden bahçesinde Havva’nın yüreğini enkaza çeviren kötülükle de aynı idi. Havva’nın kendisini aşağı çeken ilk adımı “Tanrı dedi mi?” sorusuna yanıt vermesi idi. Ve sonra o noktadan itibaren aşama aşama yılanın önünde eğilerek ve onu gerçeğin kaynağı ve tanrısı olarak kabul ederek aşağı düşmeye devam etti. Evet değerli okuyucu, yılan Tanrının yerine geçti ve yılanın yalanı Tanrının gerçeğinin yerine geçti. İşte düşmüş insanın durumu bu idi ve aynı durum düşmüş insanın soyuna da geçti. Yeniden doğmamış insanın yüreğinde Tanrı sözüne yer yoktur. Ama yılanın yalanına yer vardır. İnsan yüreğinin oluşumunu inceleyelim ve o zaman göreceğiz ki yüreğinde şeytanın yalanına yer vardır ama ne olur ise olsun Tanrının gerçeği için yüreğinde yer bulunmaz. Bu yüzden Nikodemus’a söylenen şu söz güç içermektedir: “Yeniden doğman gerek.”
Ama burada önemli olan yılanın nasıl olup da Havva’nın Tanrının sözüne olan güvenini sarstığı ve böylelikle onu sadakatsiz “mantık” gücü altına getirdiğidir. Yılan, Havva’nın Tanrının sevgisine duyduğu güvenini sarstı. Tanrının sözünün temelinde sevgi bulunmadığına dair tanıklık etti ve bunun için de Havva’ya Tanrı sözünü değiştirerek söyledi. “Çünkü tanrı biliyor ki o ağacın meyvesini yediğiniz zaman, gözleriniz açılacak ve iyi ile kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.” Yaratılış 3:6. Başka bir deyiş ile, “Tanrının sizi mahrum ettiği o meyveyi yemek ile siz kendiniz için iyi bir avantaj elde edeceksiniz. Bu yüzden neden Tanrının tanıklığına inanmanız gerekiyor? Sizi sevmediğini gösteren birine güvenemezsiniz, çünkü eğer Tanrı sizi sevse idi o zaman sizin neden iyi bir ayrıcalıktan keyif almanızı yasaklaması gerekecekti ki?”
Havva’nın tüm bu mantığın etkisine karşı güvencesi yalnızca çok basit olarak, Tanrının sınırsız iyiliğine güvenmesi olacak idi. Havva’nın yılana şu sözleri söylemesi gerekiyor idi: “Benim Tanrının iyiliğine güvenim tamdır, bu yüzden benden gerçekten iyi olan bir şeyi esirgemesinin imkansız olduğuna inanıyorum. Eğer o meyve benim için iyi olsa idi, kesinlikle ondan yemem gerekir idi, ama o meyvenin Tanrı tarafından yasaklanmış olduğu gerçeği o meyveyi yemememin daha iyi olacağını kanıtlar, o meyveyi yediğim takdirde iyi değil daha kötü olacağım kesindir. Ben Tanrının sevgisinden eminim ve Tanrının sözünden/gerçeğinden eminim ve aynı zamanda senin kötü biri olduğuna ve benim yüreğimi iyiliğin ve kötülüğün gerçeğinden uzaklaştırmak için geldiğine de inanıyorum. Çekil önümden şeytan.” Bu tür bir karşılık soylu bir yanıt olur idi. Ama Havva bu yanıtı vermedi. Gerçeğe ve sevgiye duyduğu güven yok oldu ve bu yüzden her şey de yitirilmiş oldu. Ve böylece anlıyoruz ki, düşmüş kişinin yüreğinde hem Tanrının sevgisi hem de Tanrının gerçeği için çok az yer vardır. İnsanın yüreği, Kutsal Ruhun gücü ile yenilenene kadar hem Tanrının sevgisine hem de Tanrının gerçeğine yabancıdır.
Şimdi şeytanın yalanından Tanrının sevgisine ve gerçeğine dönüş yapmak çok derin bir ilginçlik içerir; Babanın bağrından gelen Rab İsa’nın görevi Babanın gerçekten nasıl olduğunu açıklamak için idi. İnsanın kaybetmiş olduğu bu iki şey yani Lütuf ve gerçek İsa Mesih aracılığı ile geldi.” Yuhanna 1:17. O, Tanrının nasıl olduğunu açıklayan “gerçek tanık” idi. Vahiy 1:5. Gerçek Tanrıyı O nasıl ise öyle açıklar ama bu gerçek mükemmel lütfun açıklanışı ile bağlantılıdır. Ve böylece günahkar söz ile anlatılamaz bir sevinç ile Tanrının nasıl olduğunun açıklamasını öğrenir ve bu açıklama onun mahvolması değil sonsuz kurtuluşunun temeli haline gelir. “Sonsuz yaşam tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesih’i tanımalarıdır.” Yuhanna 17:3. Eğer Tanrıyı tanıyor isem sonsuz yaşamım vardır. Tanrıyı tanımamak ölüm idi ama tanrıyı tanımak yaşam idi. Bu durum zorunlu olarak, yaşamımızı tamamen kendimizin dışında olan bir şey haline getirir ve yaşamı Tanrıya bağımlı kılar. Hiç kimse kendisi hakkında sahip olduğu bilgisi ile “kendimizi tanımak sonsuz yaşamdır” diyemez. Ama her şeye rağmen yine de hiç kuşkusuz Tanrı bilgisi ve insanın kendisi hakkındaki bilgisi birlikte giderler; ama “sonsuz yaşam” insanın kendisini tanıması ile değil, Tanrıyı tanıması ile mümkündür. Tanrıyı olduğu gibi tanımak yaşamdır ve “Tanrıyı tanımayan herkes” O’nun varlığından uzak kalmak yüzünden sonsuza kadar kalıcı yıkım ile cezalandırılacaktır.
İnsanın karakterine ve durumuna gerçekten damga vuran şeyin Tanrı hakkındaki bilgisi ya da bilgisizliği olduğunu anlamak nihai bir önem taşır. Bu durum insanın buradaki karakterini belirler ve buradan sonraki yazgısını kesinleştirir. İnsan düşüncelerinde kötü mü, sözlerinde kötü mü ve eylemlerinde kötü mü? Bunların hepsi, kişinin Tanrı hakkındaki bilgisizliğinin sonucudur. Öte yandan, insan düşüncelerinde saf mı, konuşmalarında kutsal mı ve eylemlerinde lütufkar mı? Tüm bunlar da kişinin Tanrı bilgisine sahip olmasının pratikteki sonuçlarıdır. Gelecek hakkında da aynı şey geçerlidir; Tanrının sonsuz ışığın – sonsuza kadar kalıcı yüceliğin sağlam temeli olduğunu bilmek. O’nu tanımak, “sonsuza kadar kalıcı yıkımdan” kurtulmaktır. Bu nedenle, Tanrıyı tanımak, her şeydir. Tanrıyı tanımak canı diriltir, yüreği saflaştırır, vicdanı sakinleştirir, duyguları yükseltir ve tüm karakter ile davranışı kutsal kılar.
Bu yüzden şeytanın en büyük planının yaratıktan tek gerçek Tanrı hakkındaki doğru bilgiyi çalmak istemesi olduğuna şaşırmamız gerekir mi? Şeytan kutsal Tanrıyı lekeleyerek yanlış şekilde takdim etti: Tanrının iyi olmadığını söyledi. Tüm kötülüğün gizli kaynağı işte bu idi. Önemli olan mesele günahın hangi şekle girdiği değildir, hangi kanal aracılığı ile aktığı değildir, başını ne şekilde yükselttiği değildir ya da üzerine ne tür giysiler giymiş olduğu değildir; asıl önemli olan mesele Tanrıyı tanımamaktır. En rafine davranışlı ahlak yanlısı, en adanmış imanlı ve en hayır sever hümanist eğer Tanrıyı tanımıyor ise bir vergi memuru ve fahişe kadar yaşamdan ve gerçek kutsallıktan uzaktır. Babasının kapısının eşiğinden geçip giden kaybolan oğul uzak ülkede domuz yiyeceği ile beslendiği zaman bir günahkardan farksız idi. Luka 15:13-15. Bu nedenle, aynı durum Havva için de geçerlidir. Havva kendisini Tanrının ellerinden aldığı zaman O’na olan mutlak bağlılık konumundan çıktığı ve O’nun sözüne boyun eğmediği zaman, şeytanın onu tamamen alt etmek için kullandığı duygularının yönetimine kendisini terk etmiş oldu.
Altıncı ayet üç şey sunar; yani benliğin tutkusunu, gözün tutkusunu ve yaşam kibrini:” bu üç şey elçinin belirttiği gibi dünyada olan her şeydir. Tanrı dışarda bırakıldığı zaman bu şeyler yönetimi gerçekten de ele geçirirler. Eğer Tanrının sevgisinin ve gerçeğinin mutlu güvencesi içinde kalmaz isem, O’nun lütfuna ve sadakatine sarılmaz isem o zaman kendimi bir kişinin yönetimine terk etmiş olurum ya da tüm tanrısal ilkeleri yıkıp geçmiş olurum ve bunun da tek bir adı vardır; o da şeytanın yönetimi. Kesin konuşacak olur isek, insanın özgür iradesi gibi başka bir şey yoktur. Eğer kişi kendini yönetiyor ise o zaman şeytan tarafından yönetildiği kesindir ve eğer kendini yönetmiyor ise o zaman Tanrı tarafından yönetiliyordur. Şeytanın üç büyük aracı kanalı ile çalıştığını görüyoruz; “benliğin tutkusu, gözün tutkusu ve yaşam kibri.” Bu üç şey ayartma anında Rab İsa’ya şeytan tarafından sunuldu. Şeytan ayartma aracılığı ile İkinci İnsanı Tanrıya olan mutlak bağımlılık konumundan dışarı çıkartmak istedi; O’na ekmek olmaları için taşlara emretmesini söyledi. Buradaki amacı ilk insana uyguladığı plan değil idi; ilk insandan olmadığı şeyi olmasını istemiş idi, ama İkinci İnsan’dan Kim olduğunu kanıtlamasını istedi. Ondan sonra tüm görkemleri içindeki dünya krallıklarını sundu ve son olarak O’ndan tapınağın tepesine çıkmasını söyledi ve aşağı atlaması için ayartmaya çalıştı, amacı aşağıda toplanmış olan kişilerin aniden hayranlığını uyandıracak bir mucize yapması için O’nu kışkırtmaktı. (Matta 4:1-11 ile Luka 4:1-3 ayetlerini kıyaslayınız.) Her ayartmada yer alan basit amaç Yüce Olan’ı Tanrıya olan mutlak bağımlılık konumundan ve O’nun isteğine olan mükemmel itaatinden dışarı çıkması için kandırmak idi. Ama tüm çabaları boşa gitti. Yüceliğinden soyunmuş, kendini boşaltmış ve Tanrıya bağımlı “mükemmel insanın” yanıtları asla değişmedi: “YAZILMIŞTIR!” Kusurlu olan diğer insanlar kendileri için düzenleme yapmayı göze alabilirler; ama O’nun planlarını düzenlemiş olan yalnızca Tanrı idi.
Tüm zor koşullar altında bulunan sadık kişi için ne kadar önemli bir örnek! İsa ayetlere yakın kaldı ve böylece galip geldi; Kutsal Ruhun kılıcı dışında başka hiç bir silah kullanmadı. Çatışma anında ayakta kaldı ve görkemli bir zafer kazandı. İlk adem ile arasındaki karşıtlık ne kadar da büyük! Adem, ayartma sırasında her şeye sahip idi ve çok farklı konum içinde idi; Son Adem ise O’na karşı olan her şey ile yüz yüze idi. İlk insanın konumunda Aden bahçesinin keyifleri var idi ama Son Adem çölde her türlü mahrumiyet ile karşı karşıya idi. İlk insan şeytana güvendi, İkinci İnsan Tanrıya güvendi; ilki tam bir bozguna uğradı, ikincisi ise tam ve nihai bir zafer kazandı. Tüm lütfun Tanrısına sonsuza kadar övgüler olsun, O kudretli gücü ile bize yardıma geldi – O kurtaracak güce sahip Olan’dır; O, Kurtarıcı’dır!
Şimdi Adem ve Havva’nın yılanın vaat etmiş olduğu avantajın ne kadar çok farkına vardıklarını araştıralım. Rab Tanrı düşüşte ve düşüş aracılığı ile insanın daha önce sahip olmadığı şeyi yani vicdanı – hem iyilik hem de kötülük hakkında bilgiye sahip olmak – oluşacak şekilde bir düzen yapmış idi. İnsanın daha önce bu vicdana sahip olmadığı aşikar idi. Kötülüğün bulunmadığı bir yerde kötülük hakkında bilgisi olamaz idi; insan bir masumiyet konumu içinde idi, yani kötülük hakkında bilgisi olmayan bir durumda idi ve düşüş nedeni ile insanda vicdan oluştu. Ve vicdana sahip olmanın ilk etkisinin insanı bir korkağa çevirmek olduğunu görüyoruz. Şeytan kadını tamamen aldatmış idi; “meyveyi yediğin zaman gözlerin açılacak ve iyilik ile kötülüğü bilerek Tanrı gibi olacaksın” demiş idi. Ama gerçek ile ilgisi olan maddesel bir kısmı dışarda bırakmış idi; yani iyi olanı bilecekler idi ama onu yapacak güçleri olmayacak idi; kötülüğü bilecekler idi, ama ondan uzak duracak güçleri olmayacak idi. Ahlaki var oluş seviyelerinde kendilerini yükseltmek için gösterdikleri çaba gerçek yükselişi kaybetmelerine neden oldu. Düştüler, güçsüz kaldılar, şeytana tutsak oldular, vicdanlarına vuruldu ve dehşete düşmüş yaratıklar haline geldiler. Evet hiç kuşkusuz, her ikisinin de gözleri açıldı ama ne yazık oldu! Ne kadar kötü şeylere gözleri açıldı! Gözlerinin açılması çıplaklıklarının farkına varmalarına neden oldu; içinde bulundukları duruma gözleri açıldı ve bu durum “sefil, berbat, zavallı, kör ve çıplak” bir durum idi. “Çıplak olduklarını anladılar”, - iyiliği ve kötülüğü bilme ağacının üzücü meyvesi! Sahip oldukları tanrısal üstünlük ile ilgili taze bir bilgi almadılar; saf ve sonsuz kaynaktan çıkan sonsuz ışığın taze hiçbir ışınını görmediler. Ah, ne yazık ki, hayır! Bilgiyi elde ettikten sonra, yani ilk itaatsizlik çabalarının sonucunda çıplak olduklarını anladılar.
Şimdi burada şu noktayı anlamamız önemlidir; vicdanın nasıl işlediğini bilmek iyidir. Pek çok kişi bu konu hakkında bilgisizdir; vicdana sahip olmanın insanı Tanrıya götüreceğini düşünürler. Adem ve Havva’nın durumunda vicdan bu şekilde mi işledi? Kesinlikle hayır, asla da böyle işlemez; hiçbir günahkarın durumunda da bu şekilde işleyemez. Eğer Tanrının nasıl olduğuna dair imanım bana eşlik etmiyor ise ben kimim ki kendimi Tanrıya götüreyim? Bu imkansızdır; utanç, öz paylama, pişmanlık ve acı üretecektir. Bu aynı zamanda benim açımdan da belirli çabalara girişmeme neden olur ama sorunlu duruma çözüm getirmek için giriştiğim bu çabalar beni Tanrıya götürmekten çok uzaktır; aksine bu çabalarım sanki Tanrı körmüş gibi O’ndan saklanmam gibi saçma davranışlara neden olur. Böylece Adem ve Havva’nın durumunda onlar çıplaklıklarının farkına vardılar ve bunun sonucunda kendilerini örtmek için yine kendi çabalarına baş vurdular. “Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.” Bu davranış, insanın içinde bulunduğu kötü koşula kendi çabası ile çözüm bulmaya kalkmasının ilk kaydedilişidir. Ve daha sonra bu insan çabasının sonucu tüm çağlarda insan dininin gerçek karakteri ile ilgili gelişmeler hakkında bize bilgi verecektir. Öncelikle gördüğümüz yalnız Adem’in durumunda değil ama her insanın durumunda bu din çabasının varlığıdır; durumuna çözüm bulmak isteyen insanın çabası onun çıplaklığını temel alır. İnsanın kendisinin de anladığı gibi tüm işleri onun çıplak olmasının sonucudur. Bu gerçek asla değişmez. Tanrının gözünde kabul edilebilir herhangi bir şey yapabilmem için önce giyinik olduğumu bilmem gerekir.
İşte en önemli mesele burada bulunur ve burada yaptığımız bu gözlem gerçek Hristiyanlık ve insan dini arasındaki farklılıktır. Gerçek Hristiyanlık insanın giyinik olduğu gerçeğini temel alır. Din ise insanın çıplak olduğu üzerine bina edilmiştir. Gerçek Hristiyanlığın temeli, dinin boş hedefidir. Gerçek Hristiyanın giyinmek gibi bir derdi yoktur, çünkü gerçekten mükemmel şekilde giyiniktir. Din yanlısı kişi ise her şeyi giyinik olabilmek için yapar. Arada çok ama çok büyük bir fark vardır. İnsan dininin zekasını onun her alanında ne kadar çok inceler isek, insanın durumuna çözüm getirmesi için ne kadar yetersiz olduğunu daha çok görürüz; bu çabalar belki bir süre için yolunda gidiyor gibi görünebilir; ölüm, yargı ve Tanrının gazabına uzaktan bakıldığı zaman işe yarıyor gibi görünebilirler ama insan bu gerçeklikler ile karşı karşıya kaldığı zaman anlayacağı gerçek şudur: din, insanın boyuna çok kısa gelen bir yatak ya da üzerini örtemeyecek kadar küçük bir battaniyeye benzetilebilir.
Adem Aden bahçesinde Rabbin sesini duyduğu anda “korktu”, çünkü kendisinin de söylemiş olduğu gibi, “çıplaktı.” Evet, önüne önlük bağlamış olmasına rağmen çıplak idi. Ama bu önlüğün onun vicdanını tatmin etmediği de aşikar idi. Eğer vicdanı tanrısal bir şekilde tatmin edilmiş olsa idi, o zaman korkmaz idi. “Eğer yüreklerimiz bizi suçlamaz ise o zaman tanrının önünde güvenimiz vardır.” 1.Yuhanna 3:20,21. Ama eğer insan vicdanı dindar çabaları ile bile huzur bulamıyor ise o zaman kutsal Tanrı bu dindar çabalardan nasıl tatmin olacaktır? Adem’in önlüğü onu Tanrının gözlerinden gizleyemedi ve Adem Tanrının huzurunda çıplak duramadı. Bu nedenle saklanmak için kaçtı. Vicdanın yapacağı şey her zaman bu olacaktır. Vicdan insanın kendisini Tanrıdan gizlemesine neden olur. Bunun da ötesinde kişinin tüm kendi dindarlığı ona Tanrıdan gizleneceği bir yer teşkil eder. Ama eninde sonunda insanın Tanrı ile karşılaşması gerekir ve din bu karşılaşma için çok yetersiz ve sefil bir sağlayıştır. Ve eğer insanın ne olduğu düşünülecek olur ise o zaman insanın vicdanın dışında da korkması gerekir – evet, din gerçekten de çok sefil bir sağlayıştır. Tanrı ile karşılaşması gerektiğini hisseden kişinin sefaletini tamamlamak için gerçekten de cehennemin dışında bir şey gerekli değildir ve insanın yapabileceği tek şey Tanrı ile karşılaşmak için uygun olmadığını bilmesidir.
Eğer Adem Tanrının mükemmel sevgisini bilse idi, o zaman korkmazdı. “Sevgide korku yoktur. Mükemmel sevgi korkuyu dışarı atar. Korkan kişi cezalandıracağını düşünen kişidir. Korkan kişi sevgide yetkinleşmemiştir.” 1.Yuhanna 4:17,18. Ama Adem bunu bilmiyor idi, çünkü yılanın yalanına inanmış idi. Adem, Tanrının sevgiden başka her şey olduğunu düşündü ve bu yüzden yüreğindeki en son düşünce O’nun huzuruna girmeye cesaret edebilmek idi. Adem bunu yapamadı. Ortada günah var idi ve Tanrı ve günah asla bir araya gelemezler; vicdanda günah olduğu sürece Tanrıya karşı bir uzaklık duygusu her zaman olacaktır. “Kötüye bakamayacak kadar saftır gözlerin, haksızlığı hoş göremezsin.” Habakkuk 1:13. Kutsallık ve günah bir arada duramazlar. Günah nerede ise orada yalnızca Tanrının gazabı ile karşılaşacaktır.
Ama Tanrıya övgüler olsun ki, ne olduğumu gösteren vicdandan başka şeyler de var ve bu sonuncusu insanın düşüşü ile tam olarak ortaya çıkmıştır. Tanrı kendisini yaratılışta tam olarak açıklamamış idi: sonsuz gücünü ve Tanrılığını göstermiş idi. 1 Theiotes (θειότης), ama doğasının ve karakterinin derin gizlerinin hepsini söylememiş idi. Ve şeytan Tanrının yaratılışını aldatmak amacı ile geldi ve büyük bir hata yaptı. Şeytanın bu davranışı ile kanıtlamış olduğu tek şey yalnızca kendi sonsuz yenilgisi ve zihin karışıklığı idi ve “onun vahşi davranışı” sonsuza kadar “kendi bindiği dalı kesmesi ile” nihayet bulacaktır. Şeytanın yalanları yalnızca Tanrının gerçeği ile ilgili doluluğun gösterilmesi için bir fırsat ortaya koymuştur. Tanrının nasıl olduğunu yaratılış asla kendi başına çözemez idi. Tanrıda güç ve bilgelikten çok daha fazlası sınırsız olarak mevcut idi. Tanrıda sevgi, merhamet, kutsallık, doğruluk, iyilik, yumuşak huyluluk ve tahammül var idi. Günahkarların bulunduğu bir dünyada Tanrıda olan bu değerler nasıl gösterilecek idi? Tanrı öncelikle yaratmak için geldi ve sonra yılan yaratılış ile ilgili hain planlarını gerçekleştirdiği zaman Tanrı kurtarmak için dünyaya geldi. İnsan düştükten sonra Rab Tanrının söylediği ilk sözlerde bu belirgin olarak anlaşılır. “Ve Rab Tanrı Adem’e, ‘Neredesin?’ diye seslendi.” Yaratılış 3:9. Bu soru iki şeyi kanıtlıyor idi: İnsanın kaybolduğunu ve Tanrının onu aramak için gelmiş olduğunu. İnsanın günahını ve Tanrının lütfunu kanıtlıyor idi. “Neredesin?” Şaşırtan sadakat? Şaşırtan lütuf. İnsanın durumundaki gerçek, Tanrının sadakatini gerektiriyor idi. Düşmüş insana bu soruyu soran Tanrı Kendi davranışı ve karakteri hakkındaki gerçeği yani, lütfunu sergiliyor idi. İnsan kayıp idi ama Tanrı onu aramak için aşağı gelmiş idi; onu bahçedeki ağaçların ardında gizlendiği yerden çıkarmak istiyor idi öyle ki, insan imanın mutlu güvencesi içinde kendisine Tanrıda gizleneceği bir yer bulabilsin. İşte lütuf – karşılıksız iyilik – bu idi. İnsanı toprağın tozundan yaratmak güç gerektiren bir iş idi, ama kaybolmuş insanı aramak lütuf idi. Ama kaybolanı arayan Tanrının düşüncesinde var olanları kim dile getirebilir? Tanrı, bir günahkarı arıyor? Kutsal Olan, insanı Kendisine geri getirmek için insanda ne görmüş olabilir idi? Çobanın kaybolmuş koyunlarda görmüş olduğunu ya da bir gümüş parasını kaybetmiş olan kadının görmüş olduğunu ya da babanın kaybolan oğlunda görmüş olduğunu. Günahkar Tanrı için değerlidir, ama bunun neden böyle olduğu yalnızca sonsuzlukta açıklanacak.
O zaman günahkar Kutsal Olan’ın sadık ve lütufkar Olan’ın arayışına nasıl karşılık verdi? Ah, ne yazık ki, onun karşılığı yalnızca içine düşmüş olduğu kötülüğün korkunç karanlığını açıklamaktadır. “Adem, ‘bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplak idim ve bu yüzden gizlendim’. Rab Tanrı, ‘çıplak olduğunu sana kim söyledi?’ diye sordu. ‘Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?’ Adem ’yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi ve ben de yedim’ diye yanıtladı.” Yaratılış 3:9-12. Burada Adem’in utanç veren düşüşü ile ilgili olarak kadını ve ona kadını veren Tanrıyı suçladığını görüyoruz. Düşmüş insan her zaman bu yolu seçer; Kendisinden başka her şey ve herkes suçludur. Gerçekten iman etmiş olan birinde ise bunun tamamen aksi görülür. Gerçekten alçak gönüllü bir canın yanıtı “Ben günah işledim” olacaktır. Eğer Adem kendisini tanımış olsa idi davranışı ne kadar da farklı olacak idi. Ama o ne kendisini ne de Tanrıyı tanımıyor idi ve yaptığı hatayı tamamen kendi üzerine almak yerine bu hatayı Tanrıya yüklemeye kalktı. O zaman burada gördüğümüz şey, insanın içinde bulunduğu konumun dehşetidir. İnsan her şeyi kaybetmiş idi – saygınlığını – mutluluğunu – saflığını – esenliğini – her şey ondan alınmış idi ve bundan daha da kötü olan insanın tüm bunların nedeni olarak Tanrıyı görmesi ve O’nu suçlaması idi. 2 İnsan orada öylece kaybolmuş, mahvolmuş, suçlu ve tüm bunlara rağmen yine de kendisini haklı hissediyor ve bu yüzden bir günahkar olmasına rağmen Tanrıyı suçluyor idi.
Ama hemen şunu belirtmemiz gerekir ki, Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile olmaksızın hiç kimsenin iyi habere inanamayacağı kesinlikle doğrudur ve aynı zamanda doğru olan bir başka şey daha vardır: İyi habere inanan kişiler Tanrının sonsuz planlarının mutlu özneleridirler. Ama tüm bunlar Tanrının sözünde insanın önüne konmuş olan net bir tanıklığa inanma konusunda insanın taşıdığı sorumluluğu bir kenara atabilir mi? Böyle bir şeyin mümkün olmayacağı kesindir, ama bu, insan yüreğinin üzücü kötülüğünü açıklamaktadır ve bu kötülük insanı çok net bir şekilde açıklanmış olan Tanrının tanıklığını reddetmeye yönlendirir. Ve bunu yapmasının bir nedeni olarak da derin bir sır olan ve yalnızca Tanrı tarafından bilinen Tanrı buyruğunu gösterir. Ancak bu iddiası geçerli değildir çünkü biz 2.Selanikliler 1:8,9 ayetlerinde şu sözleri okuruz: “Rabbimiz İsa Tanrıyı tanımayanları ve kendisi ile ilgili müjdeye uymayanları cezalandıracak; böyleleri sonsuza dek mahvolma cezasına çarptırılacaklar.” İnsanlar Müjdeye inanmak ile sorumludurlar ve ona inanmadıkları için cezalandırılacaklardır. Tanrı tarafından açıklanmadığı sürece O’nun planlarını bilmek konusunda sorumlu değildirler ve bu yüzden bu konudaki bilgisizlikleri nedeni ile suçlanamazlar. Elçi Selaniklilere şu sözleri söyleyebilir idi: “Kardeşlerin Tanrının seçtiği sevgililer olduklarını bilerek.” Elçi bunu nereden biliyor idi? Tanrının gizli ve sonsuz buyruklarının sayfasına girerek mi bunu öğrenmiş idi? Hayır, kesinlikle değil! O zaman nasıl? Çünkü (hoti)müjde size yalnız söz ile değil ama aynı zamanda güç ve kudret ile ulaştı.” 1.Selanikliler 1:4,5. Seçilmiş olan birini bilmenin yolu budur. Müjde kudret ile ulaştığı zaman bu, Tanrının seçimi olduğunun net kanıtıdır.
Ama ben tanrısal tanıklığı reddettikleri için tanrısal planlardan yardım isteyen kişilerin bunu yalnızca günah işlemeye devam etmek için bir bahane olarak istediklerine dair hiç kuşku duymuyorum. Onlar Tanrıyı gerçekten istemezler ve onlar hakkında daha dürüst olarak konuşmak gerekir ise istediklerinin yardım değil, küfür etmek olduğu söylenebilir. Hız ile yaklaşmakta olan yargı gününün dehşetlerinin ortasında böyle bir yardım isteği onlar için geçerli olmayacaktır.
Ama işte tam bu noktada Tanrı kendisini ve kurtaran sevgisinin amaçlarını açıklamaya başladı. İnsan kendi sonuna gelip tükendiği zaman Tanrı ne olduğunu gösterebilir, ama ancak insan tükendiği zaman bunu yapabilir. Sahne insandan ve onun boş fikirlerinden, kibirli övüngenliklerinden ve küfür niteliğindeki mantıklarından tamamen temizlenmelidir ki, Tanrı Kendisini açıklayabilsin ya da Tanrı ancak o zaman Kendisini açıklayacaktır. Aynı şey bahçede, insan ağaçların ardına gizlendiği zaman da olmuş idi, Tanrı o zaman kadından doğacak olan tohum aracılığı ile ilgili harika planını açıkladı. Burada bize gerçek ile ilgili çok değerli bir ilke öğretilir; bu ilke, bir insanın nasıl esenlik ve güvenlik içinde Tanrının huzuruna gelebileceği hakkındaki gerçektir.
Daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi vicdan asla bunu sağlayamaz. Vicdan Adem’in bahçedeki ağaçların arkasına saklanmasına neden oldu, ama açıklama onu Tanrının huzuruna getirdi. Ne olduğu konusundaki bilinci Adem’i dehşete düşürdü, ama Tanrının ne olduğu ile ilgili açıklama Adem’i sakinleştirdi. Zavallı günah yüklü bir yürek için tek gerçek teselli budur. Benim ne olduğum hakkındaki gerçekliğe Tanrının ne olduğu konusundaki gerçeklik yanıt verir ve bu, kurtuluştur.
Tanrının ve insanın ya lütufta ya da yargıda bir araya gelmek zorunda oldukları bir nokta vardır ve bu nokta her ikisinin de oldukları gibi açıklandıkları yerde bulunur. Lütuf noktasına ulaşmış olanlar ane mutlu! Ulaşacakları noktanın yargı olduğu kişilere ise ne kadar yazık! Tanrı bizim ne olduğumuz ile ilgilenir ve bizim ile ilgilenir iken Kendisi olduğu gibidir. Çarmıhta, Tanrıyı lütuf aracılığı ile en alçak seviyelere inmiş olarak görürüm, ama yalnızca bir günahkar olan benim kötülüğüm yüzünden değil aynı zamanda bana vermek istediği iyi konum nedeni ile bunu yaptığını bilirim. Bunu bilmek mükemmel bir huzur verir. Eğer Tanrı benim ile gerçek durumumda karşılaşsa idi ve uygun bir çözüm sağlasa idi her şey sonsuza kadar çözümlenmiş olur idi. Ama iman aracılığı ile Tanrıyı çarmıhta lütuf noktasında görmeyenler O’nun yargısı ile karşılaşmak zorunda kalacaklardır.
Bir insan geçek durumunu fark etme seviyesine getirildiği an çarmıhtaki Tanrıyı buluncaya kadar huzura kavuşamaz, bulduğu zaman da Tanrının kendisinde huzur içinde dinlenir. Adına övgüler olsun ki O, iman eden canın huzuru ve gizlendiği yerdir. Bu gerçek fark edilir edilmez insan işleri ve insan doğruluğu uygun yerlerine geçmek zorunda kalırlar. Size doğrusunu söyleyelim ki insan işleri ve insan doğruluğunda huzur bulanlar kendileri hakkındaki gerçek bilgiye henüz ulaşmış değillerdir. Tanrısal bir şekilde canlandırılmış bir vicdanın Tanrı Oğlunun mükemmel kurbanı dışında bir yerde dinlenebilmesi mümkün değildir. Eğer bir insan kendi doğruluğunu bina etmek için çaba sarf ediyor ise tüm bu çabaları Tanrı doğruluğu konusundaki bilgisizliğinden kaynaklanır. Adem tanrısal tanıklığın ışığında “kadından doğacak olan soy” hakkında öğrenebilir ve kendi incir yaprağından yaptığı önlüğün değersizliğini anlayabilir. Yapılması gereken şey, günahkarı bunu yapması konusunda tamamen güçsüz kıldığına kanıttır. Günahın ortadan kaldırılması gerekiyor idi ve insan bunu yapabilir miydi? İmkansız! Tanrının doğruluğuna sahip olması gerekiyor idi; yılanın başının ezilmesi gerekiyor idi. İnsanda Tanrı doğruluğu yok idi ve yılanın başını ezecek güce de sahip değil idi. Hayır, insan yılanın kölesi haline gelmiş idi. Tanrının taleplerinin karşılanması gerekiyor idi. İnsan bunu yapabilir miydi? Hayır, insan zaten Tanrının isteğini ayaklarının altında ezmiş idi. Ölümün ortadan kaldırılması gerekiyor idi; insan bunu yapabilir miydi? Hayır, insan günah aracılığı ile dünyaya ölüm girmesine neden olan kişi idi ve günahın dikeni ölümdü. Böylece görüyoruz ki, konuya hangi açıdan bakar isek bakalım, günahkarın tamamen güçsüz olduğunu görüyoruz ve bunun bir sonucu olarak kurtuluş işinde Tanrıya yardımcı olma girişiminde bulunmaya kalkanların kurtulmak için seçmeleri gereken tek bir yol vardır ve o da “lütuf aracılığı ile iman sayesindedir.”
Ama yine de Adem lütuf aracılığı ile yapılması gereken her şeyi kendisinin asla yapamayacağını görüp hissetmesine rağmen Tanrı ona kadından gelecek olan soyun kurtuluş için gerekli olan her şeyi başaracağını açıkladı. Özetleyecek olur isek, Tanrı lütufkar davranarak tüm meseleyi Kendi ellerine aldı ve her tür konuyu Kendisi ve yılan arasındaki bir mesele olarak gördü. Çünkü erkek ve kadın bireysel olarak günahlarının acı meyvelerini çeşitli şekillerde biçmeye çağrılmış olmalarına rağmen Rab Tanrı şu sözleri sadece yılana hitap ederek söyledi: “Bunu yaptığından ötürü!” Mahvoluşun kaynağı yılan idi ve kadının soyu kurtuluşun kaynağı olacak idi. Adem tüm bunları işitti ve iman etti ve bu imanın gücü ile karısına Havva (yaşam) adını verdi, çünkü Havva bütün insanların annesi idi. Doğal bakış açısından konuya baktığımız takdirde tüm insanların annesi Havva’yı “tüm ölenlerin annesi” olarak çağırabilir idik. Ama iman yargısına göre Havva “tüm yaşayanların” annesi olarak çağrıldı. “Annesi ona Ben-oni; (üzüntümün oğlu) adını verdi ama babası onu Benyamin (sağ elimin oğlu) olarak adlandırdı.
Adem yapmış olduğu şeyin korkunç sonuçlarına katlanacak gücü imanın destekleyici enerjisi sayesinde buldu. Tanrının kendisine söylemiş olduğu şeyi dinlemeye çağrılmadan önce Tanrının harika merhameti, onun Tanrının yılana söylemiş olduğu sözü işitmesine izin verdi. Eğer adem bu sözü işitmemiş olsa idi o zaman umutsuzluğa kapılmak zorunda kalacak idi. Kurtuluşum hakkında çarmıhta açıklanmış olduğu gibi umutsuzluk Tanrıya bakmamı engeller ve kendime bakmama neden olur. Düşmüş Adem’in çocukları çarmıhta sağlanan sığınağa girmedikleri sürece kim oldukları ve ne yapmış oldukları ile ilgili gerçekliğe umutsuzluğa kapılmadan katlanabilmeleri imkansızdır. Bu yüzden Mesih’e iman etmemiş kişiler ancak çarmıhtaki sığınak yerine girdikleri zaman umut gelebilir. İnsanların gözleri ancak çarmıhtaki sığınağa geldikleri zaman kim oldukları ve ne yapmış oldukları ile ilgili gerçeğe açılacaktır. Aksi takdirde çarmıhtaki kurtuluş ve sığınağa sahip olma güçleri olmayacaktır. Tanrının nasıl olduğunu ve ne yapmış olduğunu ancak çarmıha geldikleri zaman anlayacak ve sonsuz kurtuluşa kavuşacaklardır. O zaman Mesih’te sonsuza kadar Tanrının kutsallığına kavuşacak ve iman eden herkes sevinmeye çağrılacaktır. Şimdi tanrının kutsallığının ne kadar çok farkına varır isem güvencem hakkında o kadar daha çok bilgiye sahip olacağım. Ama kaybolmuş olanlar için bu kutsallık onlar için yalnızca sonsuz mahvoluşa işaret edecektir. Bu çok ciddi, söz ile anlatılamayacak kadar ciddi bir konudur.
Şimdi Tanrının Adem ve Havva için giysiler sağlaması konusunda bize sunulan gerçeğe kısaca bir göz atalım. “Rab Tanrı Adem ve karısı için deriden giysiler yaptı ve onları giydirdi.” Yaratılış 3:21. Burada sembolik olarak ortaya konan tanrısal doğruluğun çok önemli öğretişini görüyoruz. Tanrının tedarik etmiş olduğu giysi etkili bir giysi idi, çünkü bu giysiyi Tanrı sağlamış idi; incir yapraklarından yapılan önlük ise yetersiz bir giysi idi, çünkü insan tarafından yapılmış idi. Ayrıca Tanrının tedarik etmiş olduğu giysinin temelinde kan dökülmesi gerçeği var idi. Adem’in önlüğünde ise kan dökülmesi gerçeği yok idi. Bu nedenle aynı zamanda şimdi çarmıhta Tanrının doğruluğunun gerekli olduğu gerçeğini kavrarız. İnsanın doğruluğu işler ile ortaya konur ve bu işler insanın kendi ellerinin günah ile lekelenmiş işleridir. Adem deriden yapılmış giysiyi giydikten sonra “çıplağım” diyemedi ve kendisini gizlemeye de kalkışmadı. Günahkar iman aracılığı ile mükemmel bir huzur duyabilir, çünkü kendisini giydirenin Tanrı olduğunu bilir. Ama o zamana kadar huzur duyamamasının nedeni ancak küstahlık ya da bilgisizlik sonucu olabilir. Üzerimdeki giysinin ne olduğunu biliyor muyum ve hangi giysi içinde Tanrının önünde görünüyorum? Yüreğimin mükemmel huzura kavuşmasını sağlaması gereken giysi Tanrının Kendisinin tedarik etmiş olduğu giysidir. Bu gerçek ve kalıcı giysinin dışında başka hiç bir giysi mükemmel yürek ya da vicdan huzuru sağlayamaz.
Bu bölümün son ayetleri pek çok öğretici ders ile doludur. Düşmüş insana düşmüş konumunda yaşam ağacının meyvesinden yemesi için izin verilmemesi gerekir, çünkü o zaman insan bu dünyada sonsuz bir sefalete mahkum edilmiş olacaktır. Yaşam ağacının meyvesinden almak ve yemek ve böylece sonsuza kadar yaşamak hali hazırdaki konumumuz için içinden çıkması imkansız bir acı olacak idi. Yaşam ağacının meyvesi ancak dirilişte tadılabilir. Kırılgan bir tapınağın içinde, bir günah ve ölüm bedeninin içinde sonsuza kadar yaşamak tahammül edilmesi imkansız bir durum olur idi. İşte rab tanrı bu nedenle, “insanı kovdu.” Adem’i Aden bahçesinden çıkardı ve her yerinde düşüşünün üzücü sonuçlarının göründüğü bir dünyanın içine bıraktı. Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yaşam ağacına giden yolun denetlenmesi için Aden bahçesinin doğusuna kondu ve düşmüş insana yaşam ağacının meyvesinden koparıp yemesi yasaklandı. Ama bu arada Tanrının açıklaması aracılığı ile insana kadının soyundan gelecek olanın ölümü ve dirilişi bildirildi. Ölümün ötesine geçmiş olan bu yaşam kadının soyundan gelecek olan İsa Mesih tarafından sağlanacak idi.
Böylelikle Adem Aden bahçesinin sınırları dışında daha mutlu ve daha güvenli bir kişi oldu; böyle olmasının nedeni şu idi – Aden bahçesi içinde iken yaşamı kendisine bağlı idi, ama bahçenin dışında iken yaşamı kendisine değil, bir Başkasına, hatta vaat edilmiş olan Mesih’e bağlı idi. Ve Adem yukarı baktığı ve “Keruvlar ile her yana dönen alevli kılıca” gördüğü zaman onları oraya yerleştiren ele övgüler sundu. “Yaşam ağacının yoluna engel koyan” el böyle yapmak ile yaşam ağacına giden daha iyi, daha güvenli ve daha mutlu bir yol açmış idi. Keruvlar ve her yana dönen alevli kılıç Cennete giden yolu kapatmışlar idi, ama Rab İsa Mesih en kutsal yere giden “yeni ve diri bir yol” açmıştır. “Yol, Gerçek ve Yaşam Ben’im; hiç kimse Ben’im aracılığım olmadan Baba’ya gelemez.” (Yuhanna 14:6 ayetini İbraniler 10:20 ayeti ile kıyaslayınız.) İmanlı şimdi bunu bilerek lanet altında – günahın izlerinin her tarafta göründüğü - olan bir dünyada bereket içinde ilerleyebilir. İmanlı, iman aracılığı ile Babasının kucağına giden yolu bulmuştur ve hem bu harika sığınakta korunabilir hem de sahip olduğu kutlu pek çok bereket – onu Kurtaran Rab İsa Babasının evinde ona yer hazırlamaya gitmiştir ve çok yakında tekrar gelecek ve onu Kendisine alarak Babasının krallığının yüceliğine götürecektir – için sevinç duymaktadır. Böylece Babanın kucağında, evinde ve krallığında imanlı şimdiki payına, gelecekteki yuvasına ve ödülüne sahip olmuştur.
1. “Theiotes” (Θειότης) sözcüğü (Romalılar 1:20) “Theotetes” (Θεότητος) sözcüğü ile (Koloseliler 2:9) kıyaslandığı zaman ortaya çok ilginç bir düşüncenin konduğu anlaşılır. Her iki sözcüğün de anlamı “Tanrılıktır”; ama her ikisi de çok farklı bir düşünce sunarlar. Putperestler yaratılışta insan ötesi tanrısal bir şeyin var olduğunu görmüş olabilirler, ama saf, öz ve kıyaslanamaz Tanrılık yalnızca Oğlun hayran olunacak kişiliğinde mevcuttur.
2. İnsan Tanrıyı yalnızca düşüşünün nedeni olarak suçlamaz ama aynı zamanda O’nu kendisini iyileştirmediği için de suçlar. Tanrı kendilerine inanmak için güç vermediği sürece inanamayacaklarını ve ayrıca kendileri Tanrının sonsuz buyruğunun özneleri olmadıkça kurtulamayacaklarını söyleyen kişileri ne kadar da çok görürüz.