Yaratılış 27 — 35
Bu bölümler bize Yakup’un öyküsünü anlatırlar. En azından bu öykünün önemli olaylarına değinirler. Tanrının ruhu burada bizim önümüze çok derin bir bilgi koyar, bunlardan ilki Tanrının sınırsız lütuf hakkındaki amacıdır. Ve ikinci olarak insan doğasının nihai çürüklüğü ve bozulmuşluğu ele alınır.
Yaratılış kitabının 25. bölümünde bilerek atlamış olduğum bir kısım vardır; çünkü amacım bu kısma bu bölümde yer vermek idi, öyle ki Yakup ile ilgili gerçeği burada tam olarak görebilelim. “Ve İshak karısı için Rabbe yakardı, çünkü karısı kısır idi. Rab, İshak’ın yakarışını yanıtladı ve Rebeka hamile kaldı. Çocuklar karnında itişiyorlar idi. Rebeka, ‘Nedir bu başıma gelen’ diye Rabbe danışmaya gitti. Rab onu şöyle yanıtladı: ‘Rahminde iki ulus var, senden iki ayrı halk doğacak ve biri öbüründen güçlü olacak. Büyüğü küçüğüne hizmet edecek.’” Yaratılış 25: 21-23. Bu konuya Malaki kitabında işaret edilir ve oradaki ayetlerde şu sözleri okuruz: “Rab, ‘Sizi sevdim’ diyor. Oysa siz, ‘Bizi nasıl sevdin?’ diye soruyorsunuz. Rab, ‘Esav Yakup’un ağabeyi değil mi?’ diye karşılık veriyor, ‘Ben Yakup’u sevdim. Esav’dan ise nefret ettim.” Malaki 1:2,3. Aynı konuya bir kez daha Romalılar kitabının 9.bölümünde işaret edilir: “ Çocuklar henüz doğmamış ve iyi ya da kötü bir şey yapmamış iken Tanrı Rebeka’ya, ‘Büyüğü küçüğüne kulluk edecek’ dedi. Öyle ki, Tanrının seçim yapmaktaki amacı yapılan işlere değil, kendi çağrısına dayanarak sürsün. Yazılmış olduğu gibi, ‘Yakup’u sevdim, Esav’dan ise nefret ettim.” Romalılar 9:11,12.
Böylece burada Tanrının lütuf ile seçimine uygun olarak sonsuz amacına çok kesin bir şekilde tanık oluyoruz. Bu ifadenin içeriği çok kapsamlıdır; tüm insan eylemini sahneden siler ve Tanrının dilediği gibi hareket etme hakkını ortaya koyar. Bu konu gerçekten nihai önem taşıyan bir konudur. Yaratığın başı, egemen lütfa eğdirilinceye kadar yaratık gerçek bereketin tadını çıkartamaz. Yaratık bir günahkar olarak böyle davranmak zorundadır; eyleme geçme ya da dikte etme konusunda talebi olamaz. Kişinin kendisini bu zemin üzerinde bulmasındaki büyük değer artık neyi almayı hak ettiğimiz ile ilgili bir soru olmaktan çıkar ve Tanrının neyi vermekten hoşnut olduğuna dönüşür. Kaybolan oğul bir hizmetkar olmaktan söz edebilir ama aslında hak ettiği yer bir hizmetkarın yeri değildir. Ama onun ne hak ettiği önemli değildir, çünkü babanın vermekten hoşnut olduğunu almak zorundadır. Ve babanın ona vermekten hoşnut olduğu yer de en yüce yer, hatta Tanrının kendisi ile paydaşlık yeridir. Bu, her zaman böyle olmalıdır.
“Lütuf sonsuza kadar kalıcı günler boyunca tüm işi taçlandıracaktır.”
Böyle olması bizim yararımızadır ve bizi mutlu etmelidir. Her gün devam eder iken kendimiz ile ilgili yeni şeyler keşfettiğimiz zaman ayaklarımızın altında Tanrının lütfunun sağlam temeline sahip olmamız gerekir: kendimiz ile ilgili olarak edindiğimiz bilgi içinde bizi bundan başka destekleyecek herhangi başka bir şeyin olması mümkün değildir. Mahvoluş umutsuzdur ve bu yüzden lütfun kesin olması gerekir. Ve lütuf kesindir çünkü lütfun kaynağı Tanrının Kendisidir; lütfun kanalı Mesih’tedir ve lütfun uygulanma gücü ve lütuftan alınan zevk Kutsal Ruhtadır. Kutsal Üçlü Birlik zavallı bir günahkarı kurtaran lütuf ile bağlantılı hale getirilmiştir. “Lütuf doğruluk aracılığı ile egemenlik sürer ve Rabbimiz İsa Mesih sonsuz yaşamımızdır.” Lütfun bu egemenliği yalnızca kurtuluşta görülebilir. Yaratılışta bilgelik ve gücün egemenliğini görebiliriz; ilahi takdirde iyiliğin ve dayanma gücünün egemenliğini görebiliriz; ama yalnızca kurtuluşta lütfun egemenliğini görürüz ve bu da doğruluk ilkesi ile mümkün olur.
Şimdi Yakup’un kişiliğinde tanrısal lütfun gücünün çok çarpıcı bir görüntüsüne sahibiz. Ve bu nedenle Yakup’ta insan doğasının gücünün çarpıcı bir görünümüne sahibiz. Yakup’ta insan doğasında mevcut olan tüm eğilimleri görürüz. Ve bu nedenle lütfu da tüm ahlak güzelliği ve gücü ile de anlarız. Yakup’un dikkat çekici öyküsündeki gerçeklere göre öyle anlaşılıyor ki Yakup’un doğumundan önce, doğumu anında ve doğumundan sonra insan doğasının olağan üstü enerjisi göze çarpmaktadır. Yakup’un doğumundan önce çocukların “Rebeka’nın rahminde birbirleri ile itiştiklerini” okuruz. Yakup’un doğumu anında ise şunları okuruz:” Yakup’un eli Esav’ın topuğunda idi.” Ve Yakup’un doğumundan sonra – evet, hiç kuşkusuz Yaratılış kitabının 32.bölümü Yakup’un öyküsünün dönüm noktasıdır – Yakup insan doğasının en belirgin özelliklerini sergiler; ama tüm bunların hizmet ettiği tek şey, Kendisini “Yakup’un Tanrısı” olarak çağıran Tanrının özgür ve karşılıksız iyiliği ve lütfu aracılığı ile Adını en tatlı şekilde ifade ettiğine fırsat sergilemesidir.
Şimdi bölümleri birbiri ardına inceleyelim. Yaratılış 27.bölüm tutkunun, yalanın ve hilekarlığın en alçaltıcı örneğini ortaya koyar. Ve biri bu konuları Tanrının halkı ile bağlantılı olarak düşündüğü zaman bu durum çok üzücü ve acı vericidir. Ama yine de buna rağmen Kutsal Ruh ne kadar gerçek ve ne kadar sadıktır! Her şeyi dışa vurarak anlatması gerekir. Kutsal Ruh bize kısmi bir resim vermez. Eğer bize bir insanın öyküsünü veriyor ise o zaman o insanı bize hem olduğu gibi hem de olmadığı gibi tanımlaması gerekir. Bu nedenle eğer Kutsal Ruh bize Tanrının karakterini ve yollarını açıklayacak ise o zaman bize Tanrıyı Tanrı nasıl ise öyle anlatır. Söylemeye gerek yok ama yine de yazayım; Kutsal Ruhun bu anlatım şekli bizim tam ihtiyaç duyduğumuz şeydir. Kutsallıkta mükemmel olan birinin açıklamasına ihtiyaç duyarız. Kutsal olmasına rağmen yine de lütuf ve merhamet konusunda mükemmeldir; insanın ihtiyacının, sefaletinin ve alçaklığının tüm derinliklerinden aşağı iner ve onlar ile bu derinliklerde ilgilenir ve insanı Kendisi ile olan engel tanımayan paydaşlığı için yukarıya doluluğa kaldırır ve O’nun nasıl olduğu ile ilgili tüm gerçekliği açıklar. Kutsal yazıların bize verdikleri budur. Tanrı bizim neye ihtiyacımız olduğunu biliyor idi ve biz bu ihtiyacımız olanı verdi, O’nun adına övgüler olsun!
Ve şunu hatırlamamız gereklidir: İnsanın karakter özelliklerinin tümünü sadık bir sevgi ile önümüze koyar; tanrısal lütfun zenginlikleri ile canlarımızı doyurur. Bunu hiç bir şekilde günahları hatırlatmak için yapmaz; çünkü günahların tümü sonsuza kadar Tanrının gözleri önünden silinmiştir. İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un kusurları, başarısızlıkları ve hataları yetkin bir şekilde yıkanmış ve ortadan kalkmıştır. Onlar “yetkin kılınan kişilerin arasındaki yerlerini” almışlardır. Ama öyküleri esin ile yazılmış olan sayfalarda kalmıştır. Bunun nedeni Tanrının lütfunun sergilenmesi ve Tanrı halkının tüm çağlarda uyarılması içindir. Ve ayrıca kutsal Tanrının şunu görmemizi istediği kesindir: Tanrı mükemmel erkekler ve mükemmel kadınlar ile ilgilenmemiştir, ama bizim gibi aynı başarısızlıkları gösteren, aynı zayıflıklara sahip olan ve aynı hataları yapan kişiler ile ilgilenmiştir. Bu gerçek insanın yüreğine garip bir şekilde teselli verir ve insan biyografilerinin büyük çoğunluğu ile arasında çarpıcı bir farklılık var olmasına rağmen insanların hatalarının kaydedilmesi Tanrının zengin lütfunun daha da çok sergilenmesini sağlar. Kutsal yazılardaki insan öyküleri bu öyküleri okuyan kişilerde cesaret kırıcı bir etkiye neden olabilirler; çünkü insanlar genellikle hata yapmayan yetkin insanların öykülerini okumaktan hoşlanırlar. Ancak bu tür insan biyografileri biz imanlılar için yararsız ve boşturlar.
Tanrının Kendi sunumundan başka hiç bir sunum insanı gerçekte olduğundan farklı bir şekilde gösteremez. Ve Söz’ün bize öğrettiği budur. Önümüzdeki bölüm bu konuyu tam olarak resmetmektedir. Bu bölümde yaşı ilerlemiş olan atalardan İshak anlatılır. İshak sonsuzluğun kapısında durmaktadır; yeryüzü ve doğa gözlerinin önünden sönüp gitmektedir. Ama yaşlanmasına ve ölmekten söz etmesine rağmen İshak yine de “lezzetli yemekler” ile ilgilenmektedir. Ve tanrısal planın tam aksi olan bir davranışta bulunmak üzeredir; yani küçük oğlu yerine büyük oğlunu kutsamak üzeredir. İşte gerçek doğa böyledir ve İshak’ın gözleri görmez olmuştur. Eğer Esav ilk oğulluk hakkını bir kase çorba için sattı ise İshak bereketi bir av eti için vermeye hazır idi- ne kadar da alçaltıcı bir durum!
Ama Tanrının amacı yerine gelmelidir ve Tanrı tüm isteklerini yerine getirecektir. İman bunu bilir ve bu bilginin gücü sayesinde Tanrının zamanını bekleyebilir. Bu, insan doğasının asla yapamayacağı bir şeydir; kendi niyetleri ile hareket eder ve kendi sonuçlarını kazanmaya gayret eder. Yakup’un öyküsünde ortaya konan önemli konu işte bu iki noktadır. Bir yandan Tanrının lütfa dair amacı ve diğer yandan insan doğasının kendi amacına ulaşmak için her tür hilekarlık ve yalana baş vurması! Bu gerçek Yakup’un öyküsünü şaşırtıcı bir şekilde basit hale getirir ve onu yalnızca basit hale getirmek ile kalmaz ama aynı zamanda canın bu öyküye duyduğu ilgiyi de yükseltir. Kusurlu oluşumuz nedeni ile Tanrının sabırlı lütfuna muhtacız. İnsan doğası bazı şekil ve biçimler ile çalışacak ve böylece tanrısal lütuf ve gücün parlamasına elinden geldiğince engel olmak isteyecektir. Tanrının, amacını yerine getirmek için Rebeka’nın hilekarlığı ve Yakup’un büyük yalanı gibi unsurların yardımına elbette ihtiyacı yok idi. Tanrı şöyle demiş idi: “Büyük olan küçüğüne hizmet edecek.” Bu sözler yeterli idi – iman için yeterli idi, ama insan doğası için yeterli değil idi. İnsan doğası her zaman kendi yollarını uygulamak ister ve tanrıyı beklemenin ne olduğu hakkında hiç bir şey bilmez.
Şimdi, Tanrıya bir çocuk gibi bağımlı olma konumundan daha bereketli bir konum olamayacağını söylemek isterim. Tanrının zamanını beklemeye tamamen razı olmak da gerçekten bereketli bir durumdur. Evet, doğru, bu durum denemeyi kapsayacaktır. Ama yenilenmiş zihin bu konu ile ilgili derin derslerden bazılarını öğrenir. Ve Rabbi bekler iken onların bazı tatlı deneyimlerinin tadını çıkartır. Ve bizi O’nun ellerinden almak için yapılan ayartmanın baskısı ne kadar fazla olur ise kendimizi orada bırakmanın bereketi de o kadar zengin olacaktır. Bizi bereketlemekten sınırsız sevinç duyan Biri’ne kendimizi tamamen bağımlı halde bulmak çok hoş bir deneyimdir. Bu harika konumun gerçekliğini takdir edebilecek kişiler yalnızca bu sevinci az dahi olsa yine de tatmış olan kişilerdir. Bu sevinci mükemmel bir şekilde ve kesintisiz olarak yaşamış olan tek kişi, Rab İsa’nın Kendisi idi. O, her zaman tanrıya bağımlı idi ve düşmanın buna karşı olan getirdiği her teklifi kesinlikle reddetti. Rab İsa’nın sözleri şöyle idi: “Yalnızca Sana güveniyorum” ve yine “Gözlerin beni ana rahminde iken gördü”. Bu yüzden Rab İsa şeytan tarafından açlığını gidermesi için çaba sarf etmesi konusunda ayartıldığı zaman Rab İsa’nın ona yanıtı şu oldu: “Yazılmıştır: İnsan yalnız ekmek ile değil, ama tanrının ağzından çıkan her bir söz ile yaşar.” Kendisini tapınağın tepesinden aşağı atması için ayartıldığı zaman şeytana verdiği yanıt şu idi: “Yine yazılmıştır: Tanrın olan Rabbi denemeyeceksin.” Dünyanın krallıklarını tanrının elinden değil de bir başkasının elinden alması ve Tanrıdan başka birine sadakat yemini etmesi için ayartıldığı zaman ise düşmana verdiği karşılık şu sözlerden oluşuyor idi: “Yazılmıştır: Yalnızca Tanrın olan Rabbe tapacak ve O’na kulluk edeceksin.” Tek bir sözcük ile açıklayacak olur isek, hiç bir şey mükemmel İnsan’a Tanrıya olan bağlılığı konumundan kıpırdaması için çekici gelmedi. Evet, Tanrının Oğlu’nu destekleme konusundaki amacı gerçek idi; O’nun Tanrının tapınağına aniden gelmesi gerektiği Tanrının amacı idi, aynı şekilde yine dünyanın krallıklarını O’na vermek de Tanrının amacı idi, ama Rab İsa tüm bu amaçların yerine gelmesi için müdahale etmeden sakin bir şekilde, Tanrının zamanına ve Tanrının yollarına uygun olarak Tanrıyı bekleyecek idi. O, Kendi amaçlarını yerine getirmek için yola çıkmamış idi. O, kendisini tamamen Tanrının ellerine bıraktı. Yalnızca Tanrı O’na ekmek verdiği zaman yiyecek idi; tapınağa yalnızca Tanrı O’nu gönderdiği zaman girecek idi; zamanı Tanrı atadığında tahta oturacak idi. “Ben düşmanlarını ayaklarının altına serinceye kadar sağımda otur.” Mezmur 110:1. Oğulun Babaya olan bu mutlak boyun eğişi ifade edilemeyecek kadar hayranlık vericidir. Oğul, Tanrı ile tamamen eşit olmasına rağmen insan olarak O’na bağımlılık konumunu aldı ve Babanın isteğinde her zaman sevinç duydu; durumlar Kendisine karşı gibi göründüğü zamanlarda bile Babaya hamtlar sundu. Her zaman Babayı hoşnut eden şeyler yaptı; O’nun en büyük ve değişmez isteği daima Babanın yüceltilmesi için idi. Ve sonunda her şey tamamlandığı zaman, yani Babanın verdiği işi mükemmel bir şekilde tamamladığı zaman ruhunu Babasının eline teslim etti ve bedeni vaat edilen görkem ve yüceliğin umudu içinde dinlendi. İşte bu yüzden esin ile yazan elçi şu sözleri söyleyebilir: “Mesih İsa’da olan düşüncenin aynısı sizde de olsun; Mesih Tanrı özüne sahip olduğu halde Tanrıya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı. Ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı – Kendini boş kıldı. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçalttı. Bunun için de Tanrı O’nu pek çok yükseltti. Ve O’na her adın üstünde olan adı bağışladı, öyle ki, İsa’nın adı anıldığı zaman gökteki, yerdeki ve yer altındakilerin hepsi diz çöksün ve her dil Baba Tanrının yüceltilmesi için İsa Mesih’in Rab olduğunu açıkça söylesin.” Filipeliler 2:5-11.
Yakup, öyküsünün başlangıcında bu bereketli düşünce hakkında ne kadar da az şey biliyor idi! Tanrının zamanını ve Tanrının yolunu beklemek için hemen hemen hiç hazır değil idi. Yakup daha çok Yakup’un zamanını ve Yakup’un yolunu tercih ediyor idi. Oysa Tanrı seçen lütfu ve her şeye gücü yeten gücü ve kudretli bilgeliği ile onun için her şeyi tamamlayacağına dair ona güvence vermiş idi, ama Yakup berekete ve mirasa hile ve yalanların tüm çeşitlerini kullanmak aracılığı ile sadece Tanrıya bağlı olmak ve O’na boyun eğmek yerine kendisinin varmasının daha iyi olacağını düşünmüş idi.
Ama ah! İnsan yüreğinin tüm bunlara nasıl da karşı olduğunu ne kadar iyi biliriz! Sabır ile Tanrıyı beklemek dışında her şeyi yaparız. İnsan doğası kendisini Tanrının tüm kaynaklarından mahrum etmek ya da yoksun bırakmak için nerede ise kendisini yıkıma uğratacak her davranışta bulunur. Bu gibi durumlar bize insan doğasının gerçek karakterini gösterir. İnsan doğasının ne olduğunu bilmek için alışılmış tüm ahlak anlayışını haklı olarak şoka uğratan o kötülük ve suç sahnelerine yolculuk etmem gerekmez. Hayır, gerekli olan tek şey bağımlılık yerinde kalarak bir an için bunu denemek ve bunun o yerde nasıl sonuçlanacağına bakmaktır. İnsan doğası Tanrı hakkında gerçekten hiç bir şey bilmez ve bu yüzden Tanrıya güvenemez ve tüm sefalet ve ahlak düşüklüğünün nedeni de işte bu noktada bulunur. İnsan doğası gerçek Tanrıdan tamamen habersizdir ve bu nedenle elinden boş ve değersiz şeyler yapmaktan başka bir şey gelmez. Tanrıyı bilmek yaşamın kaynağıdır – evet, Tanrıyı tanımak yaşamın kendisidir ve bir insan yaşama sahip olana kadar nedir ya da ne olabilir?
Şimdi Rebeka ve Yakup’un öyküsünde insan doğasının İshak ve Esav’da nasıl üstün geldiğini görüyoruz. Gerçekten de bu öykünün konusu bu idi. Tanrı hiç bir şekilde beklenmiyor idi. İshak’ın gözleri görmüyor idi. Bu yüzden hileli davranmak için onun bu zayıflığı kullanılabilir idi ve onlar da tamamen Tanrı’ya bakmak yerine öyle yapmaya hazırlandılar, Tanrı, İshak’ın Kendisinin bereketlemeyeceği kişiyi bereketleme amacını tamamen yok edebilir idi- insan doğasında ve çok kötü olan insan doğasında mevcut olan amaç; çünkü “İsahk Esav’ı sevdi”, ama Esav ilk doğan oğul olduğu için değil, ama İshak Esav’ın hazırladığı yemekten yediği için! Ne kadar alçaltıcı!
Ama biz kendimizi, koşullarımızı ya da yazgılarımızı Tanrının ellerinden aldığımız zaman kendi üzerimize katışıksız bir üzüntü getireceğimizden eminiz. Biraz sonra göreceğimiz gibi aynı şey Yakup için de geçerli oldu. Yakup’un yaşamını inceleyen herkes onun sinsi bir şekilde babasının bereketini elde ettikten sonra dünyasal mutluluğun tadına çok az vardığını anlayacaktır. Kardeşi Yakup’u öldürmek istedi, çünkü babasının evinden kaçmak zorunda kalmak istemiyor idi; o babasını nasıl aldattı ise amcası Lavan da onu aldattı ve ona karşı çok zalim davrandı. Yirmi bir yıllık bir hizmetten sonra Yakup gizli bir şekilde amcasının yanından ayrılmak zorunda kaldı ve öfkeli kardeşi Esav tarafından geri getirilme ve öldürülme tehlikesinden korktu ve bu korkuları yatağını kirleten oğlu Ruben’in alçaklığını tecrübe edinceye kadar sürdü; sonra Şimon ve Levi’nin Şekemlilere karşı yaptıkları hile ve zulüm nedeni ile acı çekmesi gerekti. Daha sonra sevdiği karısını kaybederek onun acısını yaşamak zorunda kaldı; sonra da kendi oğulları tarafından rahatsız edildi ve aldatıldı ve yaşamının son yıllarına kadar çok sevdiği oğlu Yusuf için yas tutmak zorunda kaldı. Ve son olarak da kıtlık yüzünden ülkesini bırakıp Mısır’a gitmek zorunda kaldı ve orada yabancı bir ülkede öldü. Görüldüğü gibi tanrısal takdirin tüm yolları adil, doğru, harika ve eğiticidirler. Yakup ile ilgili, görünen gerçek resim budur. Ama bu resim bize yalnızca tek bir yönü ve resmin o hüzünlü yönünü gösterir. Tanrıya övgüler olsun ki, bu resmin bir de parlak yönü vardır. Çünkü Tanrının Yakup ile yapması gereken bir işi var idi. Ve Yakup yaşamının her olayında kendi hile ve meyvelerinin ürünlerini biçmeye çağrıldı. Yakup’un Tanrısı kötülükten iyilik çıkardı ve O’nun zavallı hizmetkarının tüm günah ve akılsızlığının üzerine lütfu ile örttü. Yakup’un öyküsünde ilerlediğimiz zaman bu lütuf hakkında bilgi edineceğiz.
Şimdi burada hemen İshak, Rebeka ve Esav hakkındaki bir düşüncemi aktarmak istiyorum. Yaratılış kitabının 27.bölümünün başında insan doğasının yoğun zayıflığının gösterilişine rağmen yine de İshak’ın iman aracılığı ile Tanrının onun üzerine koyduğu saygınlığı muhafaza ettiğini görmek çok ilginçtir. Tanrı, bereketleme gücünün tüm bilinci ile ihsanda bulunarak alabildiğine bereketler. Şöyle der: “Onu bereketledim ve evet, o bereketlenecek. … Onu sana egemen kıldım. Bütün kardeşlerini onun hizmetine verdim. Ve onu buğday ve yeni şarap ile besledim ve şimdi senin için ne yapabilirim ki, oğlum?” Yaratılış 27: 29,37. İshak iman aracılığı ile yeryüzünün tüm hazinelerine sahip biri olarak konuşmaktadır. Burada sahte alçakgönüllülük yoktur. İnsan doğasının sergilenmesi yüzünden alçak bir konuma düşülmez. Evet, İshak’ın çok ciddi bir hata yapmış olmanın eşiğinde bulunduğu doğrudur – ama İshak Tanrının tasarısına karşı hareket etmiş olsa bile yine de Tanrıyı biliyor idi ve buna uygun olarak bereketleri imanın tüm saygınlık ve gücü içinde dağıtarak lütuf konumunda kaldı. “Onu kutsadım ve evet, artık o kutsanmış oldu.” Yaratılış 27: 33b. “Onu buğday ve yeni şarap ile besledim.” Yaratılış 27: 37b. Bu konum imanın uygun yetki alanıdır; iman, bir kişinin tüm başarısızlıklarının ve bununla ilgili sonuçların üzerine yükselecek yetkiye sahiptir ve bu nedenle Tanrı lütfunun bizi yerleştirmiş olduğu konuma yükselir.
Rebeka’ya gelince, o hilekar eylemlerinin tüm üzücü sonuçlarını hissetmeye çağrıldı. Rebeka hiç kuşkusuz meseleleri en usta şekilde halletmiş olduğunu düşünüyor idi. Ama, hayır, ne yazık ki, düşündüğü gibi olmadı; Rebeka sonra bir daha asla Yakup’u görmedi. Meseleleri hallettiğini düşünmesinin sonucu bu oldu. Eğer Rebeka bu konu ile ilgili her şeyi tamamen Tanrının ellerine bırakmış olsa idi, her şey nasıl da tamamen farklı olur idi! İman, meseleleri Tanrının ellerine bırakma yolunu seçer ve her zaman kazanır. “Hangi biriniz kaygılanmak ile ömrünü bir anlık – ya da boyunu bir arşın uzatabilir?” Matta 6: 27. Kaygılarımız ve yaptığımız planlar ile hiç bir şey kazanmayız. Yalnızca Tanrıyı dışarda bırakmış oluruz ve bu da bir kazanç değildir. Kazancımızın olmayışı, bizi hatalarımızın ürünlerini biçmeye bırakan Tanrının elinin adil bir yargısıdır. Bu durum çok üzücü bulduğum birkaç şeyden biridir; yani, bir Tanrı çocuğunun ilişkilerini kendi elleri ile düzenleyerek konumunu ve ayrıcalıklarını tamamen unutması, bu tutum beni çok üzer. Tanrıya olan koşulsuz ve kesin bağımlılık konumumuzu unuttuğumuz zaman belki gökteki kuşlar ve tarladaki kır zambakları bizim öğretmenimiz olabilirler.
Ve şimdi tekrar Esav’a dönelim: elçi ondan “ilk oğulluk hakkını bir tabak çorba için satan kutsal olmayan biri” olarak söz eder ve daha sonra Esav mirasa sahip olamayacağını ve reddedildiğini anladığı zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Ama babasının düşüncesini değiştirememiştir. Böylece biz de kutsal olmayan olarak nitelenen bir insanın her iki dünyaya da tutunmaktan hoşlandığını anlıyoruz; hem şimdiki zamandan keyif almaktan hoşlanan hem de gelecekteki ünvanını ceza olarak kaybetmek istemeyen bir kişi! Bu durum hiç bir şekilde alışılmamış bir olay değildir. Ve bize yalnızca dünyasal ikrarı ifade eder. Böyle bir ikrarda bulunan kişinin vicdanı tanrısal gerçeğin eylemini asla hissetmemiştir ve yüreği de tanrısal lütfun etkisini asla hissetmemiştir.