Yaratılış 18
Bu bölüm itaatkar ve ayrılmış bir yürüyüşün sonuçlarının güzel bir örneğini gözler önüne serer. “İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açar ise onun yanına gireceğim. Ben onunla o da Benim ile birlikte yemek yiyeceğiz.” Vahiy 3:20. Ve yine başka bir ayet okuyalım: “İsa ona şu karşılığı verdi: ‘Beni seven sözüme uyar ve Babam da onu sever. Biz de ona gelir ve onunla birlikte yaşarız.” Yuhanna 14:23. Bu bölümleri bizim bölümümüz ile birlikte bağlantılı olarak ele alır isek şunu öğreniriz: itaat eden bir can dünyasal bir atmosfer içinde hareket eden bir kişinin hiç bir şekilde bilmediği bir paydaşlık özelliğinin tadını çıkartır.
Bu hiç bir şekilde ne uzaktan ne yakından bağışlanma ya da aklanma meselesi ile ilgili değildir. Tüm imanlılar aynı lekesiz Tanrı doğruluğu elbisesi ile giyinmişlerdir. Tanrının bakışları altında hepsi tek bir ortak aklanma içinde dururlar. Göklerdeki Baş’tan tek bir yaşam yeryüzündeki Bedeninin tüm üyelerine akar. Bu anlaşılır netliktedir. Yukarda belirtilen önemli noktalar ile ilgili olan öğretiş sözde eksiksiz bir şekilde bina edilmiştir. Ve bu kitabın daha önceki bölümlerinde açıklanmış olduğu gibi tekrar tekrar belirtilmiştir. Ancak hatırlamamız gereken aklanmanın bir şey ve bu nedenle ürünün oldukça farklı bir şey olduğudur. Bir çocuk olmak başka bir şeydir ve itaatkar bir çocuk olmak oldukça başka bir şeydir. Şimdi, bir baba itaatkar bir çocuğu sever ve böyle bir çocuğu düşüncelerinin ve planlarının emanetçisi olarak görecektir. Ve aynı şey bizim göksel Babamız ile ilgili olarak da aynı şey değil midir? Sorgusuz sualsiz, evet! Yuhanna 14:23 ayeti bu konuyu oldukça açık bir şekilde belirtir ve ayrıca Mesih’i sevdiğini söyleyen biri eğer O’nun sözlerini yerine getirmiyor ise, bu iki yüzlülük olarak görülecektir. “Beni seven sözlerimi yerine getirir.” Bu nedenle, eğer Mesih’in sözlerini yerine getirmiyor isek o zaman bu davranışımız O’nun adının sevgisinde yürümediğimizin kesin bir kanıtıdır. Mesih’e olan sevgi O’nun buyurduğu şeyleri yapmak ile kanıtlanır. Yalnızca “Rab, Rab!” demek ile O’na olan sevgimizi kanıtlayamayız. Eğer O bize “Git!” dediği zaman yüreğimizde gitme düşüncesi yok ise o zaman “Giderim efendim!” dememizin bir anlamı yoktur.
Ama yine de her şeye rağmen İbrahim ayrıntılar konusunda hata yapmış olsa da onun temelde Tanrı ile yakın, sade ve yüce bir yürüyüş içinde olduğunu biliriz. Ve şimdi önümüzde olan incelediğimiz ilginç öyküsünde sahip olduğu üç özel ayrıcalık nedeni ile sevinir iken görüyoruz; yani, Rabbe tedarik ettiği tazelenme için! Rab ile tam bir paydaşlığın tadını çıkarttığı için! Ve üçüncü olarak da Rabbin önünde diğer kişiler için aracılık etmesi nedeni ile sevinç duyuyor. Bunlar yüce ayrıcalıklardır. Ve yine de her zaman yalnızca itaatkar, dünyadan ayrılmış ve kutsal bir yürüyüş sonucu ortaya çıkan ayrıcalıklardır. İtaat, yüreklerimizdeki Tanrı lütfunun meyvesi olarak Rabbi tazeler. Şimdiye kadar var olmuş olan tek mükemmel itaatkar İnsan’ın Babayı sürekli olarak nasıl tazelediğini ve O’nu her zaman nasıl hoşnut ettiğini görürüz. Tanrı defalarca göklerden O’nun için tanıklık etmiş ve O’ndan “işte hoşnut olduğum biricik Oğlum” olarak söz etmiştir. Mesih’in yolu Cennete giden sürekli bir şenlik oluşturdu. O’nun izlediği yollar Tanrının tahtının huzuruna her zaman hoş bir koku olarak gönderildi. Mesih beşikten çarmıha kadar her zaman Babasını hoşnut eden şeyler yaptı. İtaatinden hiç bir zaman kesilme, duraklama ya da suskun bir nokta olmadı. Mesih, tek mükemmel Olan idi.
“O’nun mükemmel yaşamını izleyebilecek olan yalnızca Kutsal Ruh’tur.”
Arada bir esinin nasıl aktığına baktığımız zaman arada bir Cennetin düşüncesini tazeleyen tek tük kişilerin var olduğunu görürüz. Böylece önümüzde bulunan bölümde Mamre meşeliğindeki çadırının önünde oturan İbrahim’i görürüz. İbrahim orada üç yabancı adam gördü ve sevecenlik ile onlara tazelenme sundu ve üç yabancı adam İbrahim’in bu konukseverliği isteyerek kabul ettiler. (1-8.ayetler)
Sonra İbrahim’i, önce kendi kişisel ilgileri ile bağlantılı olarak (9-15.ayetler) Rab ile yüce bir paydaşlığın tadını çıkartır iken görürüz ve ikinci olarak Sodom’un yazgısı yer alır (16 ve 21.ayetler). İbrahim’in yüreği için Sara’dan bir oğlu olacağına dair aldığı kesin vaat ne kadar harika bir onaylamadır! Ama yine de böylesine harika bir vaat Sara’nın yalnızca gülmesine neden olmuştur. Bir önceki bölümde de İbrahim aynı konu ile ilgili olarak gülmüş idi.
Kutsal yazılarda söz edilen iki tür gülme vardır. İlk gülme Rabbin ağzımızı bu gülüş ile doldurması ile gerçekleşir; Bazı denenme anlarındaki krizlerde Rab bizim rahatlamamız için belirgin bir şekilde görünür. “Rab sürgünleri Siyon’a geri getirince – ya da Siyon’u eski gönencine kavuşturunca – rüya gibi geldi bize. Ağzımız gülüşler ile ve dilimiz sevinç çığlıkları ile doldu. Rab onlar için büyük işler yaptı diye konuşuldu uluslar arasında.” Mezmur 126: 1,2.
Bir de ağzımızı gülüşler ile dolduran diğer şey imansızlıktır; Tanrının vaatleri bizim dar yüreklerimiz tarafından kabul edilemeyecek kadar harika oldukları ya da O’nun büyük tasarılarının yerine getirilmesi bizim yargımız açısından imkansız görüldüğü zaman inanmadığımız için güleriz. Gülüşlerden ilki nedeni ile asla utanç duymayız ya da ilan etmekten korkmayız. Siyon’un oğulları, “ağzımız gülüşler ile doldu” demekten utanmadılar. Mezmur 126:2. Yehova gülmemizi sağladığı zaman yürekten gülebiliriz. “Ama Sara korktu ve ‘gülmedim’ diyerek yalan söyledi.” İmansızlık bizi korkaklar ve yalancılar haline getirir. İman ise bizi cesur ve doğru yapar. İman “cesaret ile ve içten yürekler ile O’na yaklaşmamızı sağlar.”
Ama bunun da ötesinde İbrahim Tanrının Sodom hakkındaki düşüncelerinin ve öğütlerinin emanetçisi yapılır. İbrahim’in bu konu ile ilgili kişisel bir ilgisi olmamasına rağmen Rabbe o kadar yakındı ki, Tanrı İbrahim’in O’nun bu konudaki düşüncelerini bilmesine izin verdi. Hali hazırdaki kötü dünya hakkındaki tanrısal amaçları bilmenin yolu dünyaya, onun planlarına ve spekülasyonlarına karışmamaktan ve dünyadan tamamen ayrılmaktan geçer. Tanrı ile ne kadar yakın yürür isek ve O’nun sözüne ne kadar çok boyun eğer isek o zaman O’nun her konudaki düşüncesini daha çok bileceğiz. Dünyada neler olup biteceğini bilmek için gazeteleri incelemem gerekmez. Tanrının Sözü bana bilmek istediğim her şeyi açıklar. Tanrı Sözünün saf ve kutsal sayfalarında dünyanın karakteri, gidişatı ve yazgısı hakkında her şeyi öğrenirim. Oysa haber almak için dünya insanlarına gidecek olur isem, şeytanın onları gözlerime toprak atmak için kullanmasını bekleyebilirim.
İbrahim Sodom ve onun gerçekleri ile ilgili bilgi elde etmek için önde gelen zeki adamlarından bazılarını Sodom’un şimdiki durumu ve gelecekteki planlarını öğrenmek için göndermiş olsa idi, bu kişiler İbrahim’e ne gibi yanıtlar verecekler idi? Hiç kuşkusuz araştırmak için giden bu kişiler İbrahim’in dikkatini önce onların zirai ve mimari tasarılarına ve ülkenin zengin kaynaklarına çekecekler idi; alış veriş, bina dikme, ekin ekme, yeme ve içme ve evlenme ve evlendirme gibi konulardaki durumları ile ilgili bilgiler aktaracaklar idi. Hiç kuşkusuz aralarından hiç biri yargı düşüncesini aklına dahi getirmeyecek idi ve eğer biri böyle bir yargı konusundan söz edecek olsa idi ağızları imansız gülüşler ile dolacak idi. Bu yüzden Sodom, Sodom’un sonu ile ilgili bilgi edilmesi mümkün olmayan bir yerdir ve bu aşikardır. Hayır, bu konu için İbrahim’in önünde durduğu yer tek uygun yer idi; İbrahim Rabbin önünde durduğu için konunun tamamını biliyor idi. İbrahim Rabbin önünde Sodom’un ufkunda toplanmış olan sislerin ve karanlık dumanların tamamen üstünde durabiliyor idi. Orada tanrısal huzurun netliği ve huzuru içinde İbrahim her şeyi anlayabiliyor idi. Ve İbrahim bu bilgisinden ve yüce konumundan nasıl yararlandı? Rabbin huzurunda iken ne ile meşgul oldu? Bu soruların yanıtı bizi atamızın bu bölümde tadını çıkardığı üçüncü özel ayrıcalığa yönlendirir. Yani,-
Rabbin “önünde” diğer kişiler için aracılık. İbrahim, Sodom’un kirliliğine karıştırılmış olan ve Sodom’un yargısına dahil olma tehlikesi içinde bulunan kişiler için yalvarma gücü buldu. Tanrıya olan yakın konumunu mutlu ve kutsal bir şekilde kullanmış oldu. Bu durum her zaman için böyledir. İmanın güvencesi sayesinde “Tanrıya yaklaşabilen can” yüreği ve vicdanı mükemmel bir huzura sahip olarak geçmiş, şimdi ve gelecek için Tanrıya dayanabilir. Böyle bir can diğer kişiler adına aracılık etmek için güçlü ve istekli olacaktır. Tanrının “tüm zırhını kuşanmış” olan biri tüm kutsallar için dua etme gücü bulacaktır. Ve, ah! Bu durum bize göklerden geçmiş olan yüce Baş Kahinimizin aracılığına ilişkin nasıl da net bir görüş sağlar! Yüce Baş Kahinimiz tüm tanrısal öğütlerinden nasıl da keyif alır. Göklerdeki görkeminin parlaklığının ortasında tahtında ne kadar bilinçli bir kabul ediliş ile oturmaktadır. Ve şu anki sahnenin kirliliğinin ortasında zahmet çeken kişiler için ne büyük bir etkinlik ile yalvarıyor. Yüce baş kahinin bu üstün aracılığının özneleri olan kişiler ne kadar da mutlu kişilerdir. Hem mutlu hem de güvence altındadırlar. Keşke tüm bunları anlayacak yüreklere sahip olsa idik – Tanrı ile kişisel paydaşlık sonucu genişleyen yürekler O’nun lütfunun sınırsız doluluğunu ve O’nun sağlayışının uygunluğunu tüm ihtiyaçlarımız için daha fazla içlerine alabilseler idi!
Bu ayette şunu görüyoruz: İbrahim’in aracılığı ne kadar bereketli olabilir idi, ama yine de sınırlı idi, çünkü o yalnızca bir adam idi; ihtiyacı karşılayamazdı. İbrahim, Tanrıya, “Ben bir toz ve külüm, bir hiçim. Ama senin ile konuşma yürekliliğini göstereceğim” dedi. Tanrının sınırsız lütfunun hazinesinde fazla ilerlemekten korkuyor gibi idi ya da iman çekinin Tanrı bankasında asla geri çevrilmediğini unutmuş idi. İbrahim Tanrı tarafından sınırlanmıyor idi; kesinlikle böyle bir şey yok idi. Tanrı, sevgili hizmetkarına kulak verecek kadar lütuf ve sabır bolluğuna sahip idi, ama hizmetkar sınırlı idi. Hesabında bulunandan daha fazlasını çekmeye çekiniyor idi. İbrahim istemeyi bıraktı ve Tanrı vermeyi bıraktı. Bizim kutsal Baş Kahinimiz ve Aracımız ile durum böyle değildir. O’nun hakkında yazılmış olan sözler şunlardır: “O, Kendisine gelen herkesi kurtarır… onlara aracılık etmek için sonsuza kadar yaşamaktadır.” Tüm ihtiyaçlarımızda, zayıflıklarımızda ve çatışmalarımızda yüreklerimizin O’na sımsıkı yapışmasını diliyorum.
Bu bölüme son vermeden önce burada yer alan gerçekten kaynaklanan ve her şeye rağmen üzerinde derin düşünmeye değer bir konu hakkında bir teklifte bulunacağım. Bu konu kutsal yazıların incelenmesinde Tanrının dünyanın ahlak yönetimi ve kilisenin özel umudu arasında var olan farkı ayırt etmek çok büyük önem taşır. Eski Antlaşma peygamberliklerinin tamamı ve Yeni Antlaşma peygamberliklerinin çoğunda her imanlıya ilginç gelecek olan bir konunun varlığından ve özelliğinden söz etmek istiyorum. Tanrının yeryüzündeki tüm uluslar ile ilgili olarak ne yaptığını ve ne yapacağını bilmek ilginçtir. Tanrının Tyre, Babil, Ninova ve Yeruşalim; Mısır, Asur ve İsrail ülkesi hakkındaki düşüncelerini okumak ilgi çekicidir. Özetleyecek olur isek, Eski Antlaşma peygamberliklerinin tamamı her gerçek imanlının dua ederek dikkatli olmasını talep eder. Ancak burada hatırlanması gereken bir nokta vardır: Burada kilisenin uygun umudunun içeriğini bulamayız. Nasıl bulabilirdik ki? Eğer kilisenin varlığının doğrudan açıklamasına sahip değil isek, o zaman kilisenin umuduna nasıl sahip olabiliriz? Mümkün değil. Mesele kilisenin çok mutlu ve yararlı bir şekilde kullanabileceği tanrısal ahlak ilkelerinin orada zengin bir hasat bulamayışı değildir. Kilise hiç kuşkusuz bunu bulabilir ama bu orada onun kendi uygun varlığını ve özel umudunu bulmasından oldukça farklı bir şeydir. Ve yine de buna rağmen Eski Antlaşma peygamberliklerinin geniş bir kısmı kiliseye uygulanmıştır. Ve bu uygulama tüm konuyu öyle bir karanlık ve karmaşaya dahil etmiştir ki, bunu incelemekten korkar ve kaçarlar; bu nedenle peygamberliğin incelenmesi ihmal edildiği zaman peygamberlikten oldukça farklı olanı ve hatta kilisenin umudunu da ihmal etmişlerdir. Bu aşamada çok iyi hatırlanması gereken nokta şudur: bu umut, Tanrının yeryüzündeki uluslar ile ilgili yapacağı bir şey değildir; bu umut sonsuza kadar Rab İsa ile beraber olmak ve sonsuza kadar O’nun gibi olmak için göklerdeki bulutların üstünde Rab İsa ile buluşmak umududur.
Bazı kişiler, “Benim aklım peygamberliğe ermez” diyebilirler. Belki aklınız ermez, ama Mesih’e yer veren bir yüreğe sahip misiniz? Eğer Mesih’i seviyor iseniz, peygamberlik araştırması yapabilecek bir kapasiteye sahip olmamanıza rağmen O’nun size görünmesini seversiniz. Kocasını seven bir eş kocasının işlerine erdirecek bir akla sahip olmasa bile yüreği kocasının geri dönmesini ister. Kocasının işlerini ve kullandığı muhasebe defterinin içeriğini anlayamayabilir ama kocasının ayak sesini bilir ve sesini tanır. Eğer en cahil kutsal bile Rab İsa’nın Kişiliği için sevgiye sahip ise O’nu görmek için en yoğun arzuya da sahip olabilir. Ve işte, kilisenin umudu budur. Elçi selanikliler’e yazdığı mektupta şunları söyleyebildi: “Yaşayan gerçek Tanrıya kulluk etmek ve O’nun ölümden dirilttiği ve bizleri gelecek gazaptan kurtaran Oğlu İsa’nın göklerden gelişini beklemek üzere putlardan Tanrıya nasıl döndüğünüzü anlatıyorlar.” 1.Selanikliler 1:9,10. Belirgin olan bir nokta vardır, o da bu Selanikli kutsalların tövbe ettikleri anda çok az şey biliyor olduklarıdır; peygamberlik ya da özel bir konu hakkında o anda çok az şey biliyor olabilirler ama yine de tam o anda kilisenin özel umudunun varlığına ve gücüne tam olarak sahiptirler – hatta Oğul’un geleceğinden de haberleri vardır. Yeni Antlaşmanın tümü için bu konuda söyleyeceklerimiz bu kadar. Hiç kuşkusuz orada peygamberliğe ve Tanrının ahlak yönetimine sahibiz, ama aynı zamanda oraya bu konudaki gerçeğin kanıtı ile ilgili sayısız sayfalar eklenebilir – Hristiyanların elçilerin zamanındaki ortak umudu – basit, engellenmemiş ve sorumluluk altında bırakılmamış umut, DAMADIN GERİ DÖNECEĞİDİR. Kutsal Ruhun bu kutlu umudu kilise içinde açıklamasını diliyorum – seçilenlerin sayısını tamamlasın ve “Rab için seçilmiş bir halkı hazır hale getirsin.”