Yaratılış 29 — 31
“Sonra Yakup yoluna devam ederek doğu halklarının ülkesine vardı.” Yaratılış 29:1. Yaratılış kitabının 28. bölümünde biraz önce görmüş olduğumuz gibi, Yakup Tanrının gerçek karakterini anlama konusunda nihai bir şekilde başarısız olur ve Beytel’in tüm zengin lütfuna bir “eğer” ile ve yiyecek ve giysi konusunda sefil bir pazarlık ile karşılık verir. Şimdi Yakup’u gerçek bir pazarlık yaptığı bir sahnede izliyoruz. “Bir insan ne eker ise onu biçecektir.” Bu durumdan kaçma olasılığı mevcut değildir. Yakup henüz Tanrının huzurundaki gerçek seviyesini bulamamıştır. Ve bu yüzden Tanrı onu terbiye etmek ve yüreğini kırmak için koşulları kullanır.
Dünyadaki sıkıntımızın ve denenmemizin en büyük gerçek sırrı budur. Yüreklerimiz Rabbin önünde asla gerçekten kırılmamıştır. Kendimizi asla kendimiz yargılamamış ve boşaltmamış bulunuyoruz. Ve bu yüzden tekrar tekrar başlarımızı duvara vururuz. Kendi gücünün dibine vurmadıkça hiç kimse Tanrıdan gerçekten keyif alamaz. Ve bu basit nedenden ötürü Tanrı, tam et ve kanın sonunun göründüğü o anda Kendisini göstermeye başlamıştır. Ve işte bu yüzden eğer canımın derin ve olumlu deneyimi içinde ben et ve kanımın sonuna ulaşmadı isem Tanrının karakterini doğru bir şekilde anlamam manevi açıdan anlamam imkansızdır. Ama ben de şu ya da bu şekilde doğanın gerçek ölçüsüne göre davranmak zorundayım. Bu sona ulaşılması için Rab ne oldukları önemli olmayan çeşitli aracılardan yararlanır. Bu çeşitli araç ya da aracılar yalnızca Tanrı tarafından yüreklerimizde bulunan her şeyin O’nun tarafından bize gösterilmesi amacı ile kullanıldığı zaman etkili olurlar. Kendimizi ne kadar da sık Yakup ‘un yerinde buluruz; Rabbin bizim çok yakınımıza gelmesine ve kulaklarımıza konuşmasına rağmen biz yine de O’nun sesini anlamayız ya da O’nun huzurundaki gerçek yerimizi almayız. “Rab burada, ama ben farkına varamadım. Burası ne korkunç bir yer!” Yakup tüm bu yaşadıklarına rağmen hiç bir şey öğrenmedi ve bu nedenle onun bu dehşet verici dersi öğrenmesi yirmi yıl sürdü. Bu dersler tamamen onun benliğine uygun olarak harika bir şekilde ayarlanmışlar idi. Ve göreceğimiz gibi bu dersler bile Yakup’un yüreğinin kırılması için yeterli olmadı.
Ama yine de her şeye rağmen Yakup’un onun ahlak durumuna uygun olan böyle bir atmosfere geri döndüğünü görmek dikkat çekicidir. Pazarlık yapan Yakup kendisi gibi pazarlık yapan bir Lavan ile karşılaşır ve her ikisinin de birbirlerini sinirlendirmek ve germek için her şeyi yaptıklarını görürüz. Lavan’ın davranışlarına şaşıramayız çünkü Lavan asla Beytel’de bulunmamıştır; göklerin açıldığını ve oradan yeryüzüne bir merdiven indiğini hiç bir zaman görmemiştir. Yehova’nın ağzından harikulade vaatler işitmemiştir. Lavan’a, sahip olacağı sayısız bir soy ile Kenan ülkesinin tamamı garanti edilmemiştir. Bu yüzden onun aç gözlü ve kendini alçaltan bir ruh sergilemesine hayret etmemek gerekir; o başka bir kaynağa sahip değil idi. Dünyasal insanlardan beklenmesi gereken dünyasal bir ruhtur ve dünyasal ilkeler ve yollardır; onlardan bunun aksini beklemek boştur. Ve kirli olan bir şeyden iyi bir şey çıkartamazsınız. Ama Yakup’un Beytel’deki her şeyi görmesinden ve işitmesinden sonra Yakup’un dünyaya ait bir insan ile nal mülk yapmak için mücadele etmesi ve bu konuda gayret etmesi ne olur ise olsun garip bir şekilde alçaltıcıdır.
Ve yine de buna rağmen, ah, ne yazık! Tanrı çocuklarının bu şekilde yüce yazgılarını ve göksel miraslarını unuttuklarını ve bu dünyanın çocukları ile aynı yere alçaldıklarını ve bu yerde mahvolmuş ve günah tarafından vurulmuş bir yeryüzünün zenginlik ve onurları için çekiştiklerini görmek hiç de alışılmamış bir şey değildir. Gerçekten de Tanrı çocuklarının pek çok olayda bu durumda oldukları doğrudur. Elçi Yuhanna’nın bize “dünyaya üstün gelmek” ile ilgili o ilke konusunda söylemiş olduğu tek bir kanıtın varlığını izlemek genellikle çok az rastlanılan bir durumdur. Yakup ve Lavan’a baktığımız ve onlar hakkında doğal ilklere göre bir yargıda bulunduğumuz zaman aralarında bir farklılık olduğunu izlemek güçtür. Olayların arkasına geçip Tanrının her ikisi hakkındaki düşüncelerine vakıf olunması gerekir, öyle ki, her ikisi arasında ne kadar büyük bir fark olduğu görülsün. Ama onları farklı kılan tanrı değil, Yakup idi. Ve bu durum şimdi için de aynı şekilde geçerlidir. Işığın çocukları ve karanlığın çocukları arasındaki herhangi bir farkı izlemek ne kadar zor olur ise olsun, her şeye rağmen aralarında çok büyük bir farklılık mevcuttur. Bu farklılık şu ciddi gerçeğin üzerinde temellenmiştir. Işığın çocukları, “Tanrının zamanın başlangıcından önce yücelik için hazırlamış olduğu merhamet kaplarıdır; karanlığın çocukları ise “Tanrının gazabını göstermek ve gücünü tanıtmak ister iken, gazabına hedef olup mahvolmaya hazırlanan kaplardır.” Romalılar 9:22,23. 1 Bu durum ciddi bir farklılık yaratır. Yakuplar ve Lavanlar maddesel açıdan farklıdırlar ve farklı olmuşlardır ve sonsuza kadar farklı olacaklardır; her ne kadar ışığın çocukları gerçek karakter ve saygınlıklarının farkına varma ve pratikte bunu gösterme konusunda çok üzücü bir şekilde başarısız olsalar bile karanlığın çocuklarından her zaman ve sonsuza kadar farklıdırlar.
Şimdi Yakup’un önümüzdeki üç bölümde göreceğimiz durumunda onun tüm zahmeti ve çalışması aynı daha önce yapmış olduğu sefil pazarlık gibi Tanrının lütfu hakkındaki bilgisizliğinin ve Tanrının vaadine tam olarak güvenme konusundaki yetersizliğinin bir sonucudur. Tanrının Yakup’a tüm Kenan ülkesi ile ilgili olarak vaat etmiş olduğu kesin sözlere, Yakup, “EĞER Tanrı bana yiyecek ve giyecek sağlar ise” şeklindeki sözler ile karşılık veriyor ise, o zaman bu kişi Tanrının kim olduğuna ve O’nun vaadinin ne olduğuna dair çok sönük bir kavrayışa sahip olduğunu kanıtlıyor demektir. Ve biz onu bu yüzden kendi yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışır iken görüyoruz. Lütuf anlaşılmadığı zaman yürünen yol her zaman budur. Lütfun ilkeleri ağız ile ikrar edilebilirler, ama bizim lütfun gücü ile gerçek deneyimimizin ölçüsü oldukça farklı bir şeydir. Bir kişi, Yakup’un gördüğü düş ile ona bir lütuf masalı anlatıldığını düşünebilir, ama Tanrının Beytel’deki açıklaması ve Yakup’un Harran’daki eylemleri gerçekten de çok farklı iki şeydirler. Ama yine de Yakup’un Harran’daki davranışları Tanrının Beytel’deki açıklamasına rağmen hiçbir şey anlamadığını ortaya koyar. Ağız ile yapılan ikrar her ne olur ise olsun karakter ve davranış canın deneyiminin ve kanaatinin gerçek ölçüsünü kanıtlarlar. Ama Yakup henüz asla kendisini Tanrının huzurunda ölçme noktasına getirilmemiş idi ve bu nedenle lütuf konusunda bilgisi yok idi ve kendisini Lavan ile ölçmek aracılığı ile ve onun davranış ve yollarını uyarlayarak bu konudaki bilgisizliğini kanıtladı.
Yakup’un Tanrının önünde, et ve kanının miras aldığı karakteri öğrenmek ve yargılamak konusundaki başarısızlığı ile ilgili gerçeğin dikkatleri çekmemesi mümkün değildir. Bu nedenle Yakup Tanrının ilahi takdirinin içinde idi ve bu karakterin en geniş çizgileri ile tam olarak sergilendiği bir alana yönlendirildi. Yakup, Lavan ve Rebeka’nın ülkesi Harran’a yürütüldü ve oradaki okulda öğrenmesi gereken bu ilkeler ona öğretildi, gösterildi ve muhafaza edildi. Eğer birinin Tanrının kim ve ne olduğunu öğrenmesi gerekiyor ise o zaman Beytel’e gitmesi gerekiyor idi. Ve eğer insanın ne olduğunu öğrenmesi gerekiyor idi ise o zaman Harran’a gitmesi gerekiyor idi. Ama Yakup Beytel’de Tanrının kendisine yapmış olduğu açıklamayı kavramakta başarısız olmuş ve bu nedenle Harran’a gitmiş idi. Ve orada ne olduğunu göstermiş idi. Ve ah, nasıl da itişip kakışma ve kazınma! Ne hile karıştırmalar ve ne uydurmalar! Tanrıyı kutsal ve yüce bir güven duygusu içinde beklemek ise söz konusu bile değil! Evet, Tanrının Yakup ile birlikte olduğu doğru idi. Çünkü tanrısal lütfun dışarı parlamasına hiç bir şey engel olamaz. Ayrıca Yakup bir ölçüde Tanrının varlığına ve sadakatine sahiptir. Ama yine de hiçbir şey plansız ve tasarısız yapılamaz. Yakup Tanrıya, eşleri ve onların ücretleri ile ilgili konuda kendisine yardım etmesi için izin veremez ama her şeyi kendi kurnazlığı ve düzenlemesi ile çözümlemeyi arzu eder. Kısaca Yakup’un “birinin ayağını kaydırıp yerine geçen kimse” olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, okuyucudan Yaratılış kitabının 30:37-42 ayetlerine dönüş yapmasını rica edelim ve o da bize hilekarlık tutumunun bu bölümden başka hangi bölümde bu kadar ustaca bulunabileceğini söylesin. Bu ayetler bize Yakup hakkında mükemmel bir resim verirler. Tanrıya güvenip O’nun bunu yapacağından emin olarak “çizgili, benekli ve noktalı koyun yavrularını” çoğaltması için O’na izin vermek yerine onların çoğalmasını garanti altına almak yerine Yakup kendi zihninin içinde başlayan bir plan yaptı. Böylece Lavan ile kaldığı yirmi yıl boyunca tüm davranışlarında aynı idi ve sonunda kendi içindeki dengesini bozmadan çok özel bir şekilde “çalmaya” devam etti.
Şimdi Yakup’un sıra dışı öyküsünün bir aşamasından diğer aşamasına kadar ilerler ve Yakup’un gerçek karakterini izler iken tanrısal lütuf ile ilgili harika bir görüşe sahip olunur. Tanrıdan başka hiç kimse böyle bir insana tahammül edemez idi ve yine Tanrıdan başka hiç kimse böyle birini ele alamaz idi. Lütuf en alçak noktanın bulunduğu yerde başlar. İnsanı, olduğu şekli ile ele alır ve onun ne olduğunu yetkin bir zeka ile araştırır. Kişi, ilk başladığı zaman lütfun bu özelliğinin ne kadar önemli olduğunun bilincinde değildir. Kişisel kötülüklerin keşiflerinin ardından sabit bir yürek ile lütuf gerçeğine tahammül etmeyi öğrenmeye başlarız. Kişisel kötülüklerin keşfi ile güven sık sık sarsılır ve Tanrı çocuklarının esenliğini rahatsız eder.
Pek çok kişi başlangıçta insan doğasının nihai mahvolmuşluğunu tam olarak kavramakta başarısız olur; insan doğasına Tanrının huzurunda bakıldığı zaman yürekleri Tanrının lütfu tarafından çekilmesine ve vicdanları Mesih’in kanının uygulanması aracılığı ile bir ölçüde sakinleşse bile pek çok kişi lütuf gerçeğini hemen anlayamaz. Bu yüzden yollarında devam ettikçe içlerinde bulunan kötülük ile ilgili daha derin keşifler yapmaya başlarlar ve Tanrının lütfunu kavrama ve Mesih’in kurbanının ölçüsünü ve yetkinliğini anlama konusunda yavaş yavaş ilerlerler. Başlangıçta bunu kavrayamadıkları için de gerçekten Tanrının çocukları olup olmadıkları konusunda akıllarına hemen sorular gelecektir. Böylece Mesih’ten düşerler ve kendilerinin üzerine atılırlar. Ve sonra da adanmışlıklarının tonlarını muhafaza etmek için ya da tekrar geriye dönüp dünyasallığın içine düşmemek için ne yazık ki düzenlere bağlı kalırlar; bunlar feci sonuçlardır ve bu sonucun nedeni “yüreğin lütufta bina edilmemiş” olmasıdır.
Yakup’un insan doğasına karşı Tanrı lütfunun üstün gelmesi konusu, Yakup’un öyküsünü ilginç ve bizler için yararlı kılan en önemli unsurdur. Önümüzde bulunan üç bölümü okuyacak olan herkes Yakup birini yukarı kaldırabilen ve yalnız yukarı kaldırmak ile kalmayıp onu aynı zamanda kendi yapısında bulunan her şeyi tam olarak keşfettikten sonra şu sözleri söyleyen şaşırtıcı lütuf karşısında hayrete düşecektir. “Yakup soyunda suç bulunmadı, ne de İsrail’de kötülük.” Çölde Sayım 23:21. Rab Yakup’ta suç ve kötülük bulunmadığını söylemiyor; böyle olsa idi yüreğe asla güvence verilemez idi – Tanrı tüm diğer şeylerin üstünde olan şeyi vermeyi arzu eder. Zavallı bir günahkarın yüreğine onda hiç bir suç bulunmadığını söylenmesi onun yüreğine asla güvence veremez idi. Çünkü ne yazık ki, günahkar yüreğinde günah bulunduğunu çok iyi bilir. Ama ona onda günah bulunmadığının söylenmesi yeterli değildir ama ona ayrıca Mesih’in mükemmel kurbanının temeli sayesinde Tanrının gözünde bu günahın ortadan kaldırıldığı söylendiği zaman, işte o zaman yüreği ve vicdanı huzura kavuşacaktır. Eğer Tanrı Yakup yerine Esav’ı yukarı kaldırmış olsa idi o zaman lütfun böylesine bereketli bir sergilenişini asla göremeyecek idik. Bu nedenle Esav Yakup’u gördüğümüz ışık içinde önümüzde görünemez. Bir insan ne kadar batar ise, Tanrının lütfu o kadar yükselir. Benim değerlendirmeme göre, borcum beş liradan beş yüz liraya yükseldiği zaman borcumu silen o sevginin değerini daha çok tecrübe ederim. “Farklı tutarlardaki borçlara sahip iki kişinin borçları bağışlandığı zaman, borcu az olan mı yoksa borcu fazla olan mı borcunu bağışlayanı daha çok sever?” Luka 7:42. “Çeşitli garip öğretilerin etkisine kapılıp sürüklenmeyin. Yüreğin yiyecekler ile değil Tanrının lütfu ile güçlenmesi iyidir. Yiyeceklere güvenenler hiç bir yarar görmediler.” İbraniler 13:9.
1. Ruhsal zihin açısından bu konuda çok derin ilgi çeken bir nokta vardır; Romalılar kitabının 9.bölümünde Tanrının Ruhunun nasıl da azimli bir şekilde kutsal yazıların tümünde Tanrının seçtiklerine ilişkin öğretişten insan zihninin çektiği korkunç bir sonuç çıkarmaya karşı koruma yaptığına dikkat etmek gerekir. Kutsal Ruh “gazap kaplarından” söz ettiği zaman söylemek istediği “mahvolmaya hazırlananlardır.” Kutsal Ruh, “onları Tanrının hazırladığını” söylemez.
Oysa, öte yandan Kutsal Ruh “merhamet kaplarına” işaret ettiği zaman “zamanın başlangıcından önce yücelik için hazırlamış oldukları” olarak söz eder. Bu ifade en dikkat çekici ifadedir.
Eğer okuyucum bir an için Matta kitabının 25: 34-41 ayetlerine dönecek olur ise aynı konuda bir başka çarpıcı ve güzel olay ile karşılaşacaktır.
O zaman kral, sağındaki kişilere, ‘Sizler, Babamın kutsadıkları, gelin!’ diyecek. ‘Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan egemenliği miras alın!’ (ayet 34.)
Ama solunda duran kişilere hitap ettiği zaman, Rab şöyle der: “Ey lanetliler, çekilin önümden! İblis ile melekleri için hazırlanmış olan sönmez ateşe gidin!” (ayet 41.)
Tek bir kelime ile söyleyecek olur isek, Tanrının bir “yücelik krallığı” hazırlamış olduğu aşikardır. Ve “merhamet kapları” bu krallığı miras alacaklardır. Ama Tanrı “sönmez ateşi” insanlar için hazırlamamıştır. O ateş “şeytan ve onun melekleri” için hazırlanmıştır. Aynı şekilde “gazap kaselerini hazırlayan” da Tanrı değildir; ama kendilerini hazırlayanlar yine onlar yani kendileridir.
Tanrı Sözü, nasıl “seçilmiş” sözünü net bir şekilde bina ediyor ise aynı şekilde “lanetleme” sözüne karşı da azim ile karşı durur. Kendisini cennette bulan herkes bunun için Tanrıya teşekkür etmek zorunda kalacaktır ve kendisini cehennemde bulacak olan herkes ise bunun için ne yazık ki kendisine teşekkür etmek zorunda kalacaktır.