Yaratılış 22
İbrahim şimdi yüreğinin daha ciddi bir denemeye tabi tutulması için ahlak açısından daha uygun bir konumdadır. Uzun zamandır yüreğinde gizli tuttuğu şey, Yaratılış 20.bölümde yüreğinden alınmıştır – köle kadın ve oğlu Yaratılış 21.bölümde evden dışarı gönderilmişlerdir. İbrahim şimdi bir canın yerleştirilebileceği en onurlu konumda bulunmaktadır ve Tanrı İbrahim’i Kendi eli ile bu denemeye yerleştirmiştir. Denemelerin çeşitli türleri mevcuttur – şeytanın elinden gelen deneme; çevremizi kuşatan koşulların biz koyduğu deneme; ama denemenin en yüce karakteri doğrudan Tanrının elinden gelen denemedir, bu deneme Tanrının, sevgili çocuğunu imanının gerçekliğini deneme amacı ile fırına koyduğu zaman gerçekleşir. Tanrı şunu yapacaktır: Tanrının gerçekliğe sahip olması gerekir. “Rab, Rab”, ya da “Peki Efendim, giderim” sözleri yeterli olmayacaktır. Yüreğin en dip noktasına kadar denenmesi gerekir, öyle ki iki yüzlülük ya da sahte ikrar ile ilgili hiçbir şeyin yürekte kalmasına izin verilmesin. “Oğlum, Bana yüreğini ver.” Tanrı şöyle demez: “ Bana aklını, ya da zihnini ya da yeteneklerini, ya da dilini ya da paranı ver” demez; ama “Bana yüreğini ver” der. Ve bizim bu lütufkar buyruğa verdiğimiz karşılığın içten olup olmadığını kanıtlamak için Elini yüreklerimizin çok yakınındaki bir şeyin üzerine koyacaktır. Bu nedenle İbrahim’e şu sözleri söyler: “İshak’ı, sevdiğin biricik oğlunu al ve Moriya bölgesine git. Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun.” Yaratılış 22:2. Bu talep İbrahim’in yüreğinin ta içine işleyen bir taleptir. İbrahim adeta maden eriten kızgın bir kabın içine konulmaktadır. Tanrı, “iç kısımlarda gerçeği görmek ister.” Dudaklarda ya da düşüncelerde pek çok gerçek mevcut olabilir, ama Tanrı yürekteki gerçeği talep eder. Yüreklerimizdeki sevgi ile ilgili sıradan kanıtlar Tanrıyı tatmin etmeyecektir. Kendisi de sevgisi hakkında sıradan bir kanıt vermek ile yetinmemiştir. Tanrı Kendi Oğlunu verdi ve biz günahlarımız ve suçlarımız içinde ölü iken bile bizi bu kadar çok seven O’na sevgimiz ile ilgili çok çarpıcı kanıtlar vermeyi hedeflememiz gerekir.
Ama yine de her şeye rağmen Tanrı yüreklerimizi denediği zaman üzerimize belirgin bir onur ihsan ettiğini görmek iyidir. Hiç bir yerde Rabbin Lut’u ayarttığını asla okumadık. Hayır, Lut’u asla Tanrı ayartmadı, onu ayartan Sodom idi. Lut hiç bir zaman Yehova’nın eli tarafından denenecek yücelikte bir yeterliliğe sahip olmadı. Lut’un yüreği ve Rab arasında büyük bir uzaklık olduğu gereğinden fazla görünüyor idi. Bu yüzden Lut’un yüreğindekileri yüzeye çıkartmak için kızgın bir fırına gerek yok idi. Sodom İbrahim’i ayartmak için bir nedene sahip değil idi. Bu konuyu 14.bölümde İbrahim Sodom kralı ile görüştüğü zaman görmüş ve anlamış idik. Tanrı, İbrahim’in Kendisini Sodom’dan daha fazla sevdiğini biliyor idi. Ama Tanrı İbrahim’in Kendisini herhangi birinden ya da herhangi bir şeyden çok daha fazla sevdiğini görünür hale getirmek için şimdi elini İbrahim’e en yakın olan ve İbrahim’in en çok sevdiği birinin üzerine koyacak idi. “İshak’ı, sevdiğin, biricik tek oğlunu al ve yakmalık sunu olarak sun.” Evet, vaat çocuğu olan İshak; İshak, uzun zaman ertelenmiş umudun objesi, anne ve baba sevgisinin objesi ve yeryüzündeki tüm ulusların, aracılığı ile bereket alacakları İshak! İşte bu İshak’ın yakmalık sunu olarak sunulması talep ediliyor idi. Bu talep, hiç kuşkusuz imanın denemeye konması için idi; öyle ki, iman ateş ile denenerek altından daha değerli olarak ortaya çıksın. Ateş ile denenmesine rağmen iman övgü, onur ve yücelik kazandıracak idi. Eğer İbrahim tüm canı ile Rabbe bağlı olmamış olsa idi böylesine ağır bir buyruğa hiç tereddüt etmeden itaat ederek asla boyun eğemez idi. Ama İbrahim’in yüreğinin kalıcı ve diri desteği Tanrının Kendisi idi. Be bu yüzden İbrahim Tanrı için her şeyden vazgeçmeye hazırlıklı idi.
Tüm kaynaklarını Tanrıda bulmuş olan bir can tüm yaratık akıntılarından tereddüt etmeden vazgeçebilir. Yaratıktan vazgeçebiliriz ya da deneysel olarak ona bağımlı hale gelebiliriz ama tek Kaynak Yaratan’dır ve başka kaynak yoktur. Görünen şeylerden bir başka şekilde vazgeçmeye girişmek var olan en ürünsüz en boş gayrettir; iman enerjisi görünmeyene güvenir. Her şeyimi tanrıda buluncaya kadar İshak’tan vazgeçmem mümkün değildir. İman aracılığı ile “Tanrı sığınağımız ve gücümüzdür, sıkıntıda hep yardıma hazırdır” sözlerini söylemek için güçlendirildiğimiz zaman, işte ancak o zaman “Bu yüzden korkmayız yeryüzü alt üst olsa, dağlar denizlerin bağrına devrilse” sözlerini de aynı anda söyleyebiliriz. Mezmur 46:1,2.
“Ve İbrahim sabah erkenden kalktı, eşeğine palan vurdu.” Burada hazır bir itaat görüyoruz. “acele ettim ve buyruklarını yerine getirmekte gecikmedim.” İman asla koşullara bakmak için ya da sonuçlar üzerinde düşünmek için durmaz.; iman yalnızca tanrıya bakar ve kendisini şöyle ifade eder: “ama beni daha annemin rahminde iken seçip lütfu ile çağıran Tanrı uluslara müjdelemem için Oğlunu bana göstermeye razı olunca hemen insanlara – ete ve kana – danışmadım.” Galatyalılar 1:15,16. Ete ve kana danıştığımız an tanıklığımız ve hizmetimiz lekelenir, çünkü et ve kan asla itaat edemez. Sabah erkenden kalkmamız ve lütuf aracılığı ile tanrısal buyruğu yerine getirmemiz gerekir. Böylece biz bereketlenmiş oluruz ve Tanrı da yücelmiş olur. Eylemimizin temeli olarak Tanrının Kendi sözüne sahip olmak eylemimize her zaman güç ve denge sağlayacaktır. Eğer yalnızca ani duygular ile hareket eder isek ani duygu yatıştığı zaman aynı anda eylem de duracaktır.
Dengeli ve sürekli bir eylem yönü için iki şeye ihtiyaç vardır; eylemin gücü olarak Kutsal Ruh ve eyleme uygun yönü vermek için Tanrının sözü. Bu konuyu açıklar iken daha basit bir örnek kullanalım: bir tren yolu üzerinde buhar (dizel/elektrik) bulmamız gerekir, aksi takdirde demir raylar iş göremezler. Birincisi, aracılığı ile hareket ettiğimiz güçtür ve ikincisi ise yöndür. Tren raylarının buhar olmadan pek işe yaramayacaklarını eklememize gerek yok. Şimdi İbrahim bu olayda her ikisi ile de bereketlenmiş idi, hem Kutsal Ruh hem de Tanrının sözü ile! İbrahim tanrı tarafından verilmiş olan eylemin gücüne sahip idi ve aynı zamanda Tanrı tarafından verilmiş olan harekete geçme buyruğuna da sahip idi. İbrahim’in adanmışlığı çok sağlam bir karakteri ortaya koymaktadır ve bunun önemi çok büyüktür. Genellikle adanmışlık gibi görünen çok şey görürüz; ama aslında bunlar Tanrı sözünün güçlü eylemi altına getirilmemiş olan bir isteğin boş eylemleridirler. Görünürde böyle olan tüm adanmışlık değersizdir ve bu eylemin harekete geçtiği ruh çok büyük bir hız ile sönüp gidecektir. Şu ilke ile hareket edebiliriz; adanmışlık ne zaman tanrısal olarak atanmış olan sınırların ötesine geçer ise o zaman o adanmışlıktan kuşku duymak gerekir. Eğer tanrısal sınırlar içinde değil ise kusurlu ve hatalıdır. İtiraf etmem gerekir ki, Tanrının Ruhunun çok sıra dışı işleri ve yolları mevcuttur. Tanrı bunlar aracılığı ile Kendi egemenliğini ortaya koyar ve sıradan sınırların üstüne yükselir. Ama böyle durumlarda tanrısal eylemin kanıtı her ruhsal zihni ikna etmek için yeterince güçlü olacaktır. Ve hiç bir şekilde gerçek adanmışlığın ilkesinin doğruluğu ile birbirlerine karışmazlar ve ancak tanrısal ilke tarafından yönetilirler. Bir oğul kurban etmek çok sıra dışı bir adanmışlık eylemi gibi görünebilir ama hatırlanması gereken bir şey vardır ve o da şudur: bu eyleme Tanrının gözündeki tüm değerini veririz, çünkü temeli Tanrının buyruğundaki gerçektir.
Sonra gerçek adanmışlık ile bağlantılı olan bir başka şeye daha sahibizdir. Ve bu şey, evlatlık ruhudur. “Ben ve oğlum tapınmak için oraya gidip döneceğiz.” Gerçekten adanmış hizmetkar gözlerini hizmetine değil ama hizmetinden daha büyük olan Efendisi’nin üzerinde tutacaktır ve bu onda bir tapınma ruhu uyandıracaktır. Eğer et ve kana göre efendimi sever isem onun ayakkabılarını mı temizliyorum yoksa arabasını mı sürüyorum gibi konular beni rahatsız etmeyecektir. Ama eğer ben ondan çok kendimi düşünüyor isem o aman bir ayakkabı temizleyicisi değil bir araba şoförü olmayı tercih edeceğimdir. Aynı durum tam olarak göksel Efendi’ye hizmet konumunda da geçerlidir: eğer yalnızca O’nu düşünür isem kiliseler kurmak da çadır dikmek de benim için aynı şey olacaktır. Aynı durumu meleklerin hizmetinde de görebiliriz. Bir melek bir orduyu bozguna uğratmak için gönderilebilir ya da kurtuluşun bir mirasçısına hizmet etmek için yollanabilir; bu melek için fark etmez. Çünkü meleğin görüşünü tamamen dolduran yalnızca Efendi’dir. Biri şu ifade de bulunmuştur: “Eğer gökyüzünden iki melek dünyaya gönderilmiş olsa idi ve meleklerden birinin görevi bir imparatorluğu yönetmek, diğerinin ise sokakları süpürmek olsa idi melekler görevlerinin saygınlıkları konusunda tartışmazlar idi.” Bu ifade çok doğru bir ifadedir ve aynı davranışın bizler için de geçerli olması gerekir. Hizmetkarın her zaman tapınan ile bir olması gerekir. Ve ellerimizin işleri ruhlarımızın hoş kokulu solukları ile kokmalıdır. Başka bir deyiş ile şu hatırda kalacak olan sözlerin ruhu ile görevimizi yerine getirmemiz gerekir. “Tapınmak için oğlum ile birlikte oraya gidip döneceğiz.” Yaratılış 22:5. Böyle bir ruh bizi yalnızca mekanik bir hizmet yapmaktan etkin bir şekilde koruyacaktır; görevimizi mekanik hale getirmeye çok eğilimliyizdir. Sırf bir şeyler yapmak adına bir şeyler yapmak ve Efendimiz ile ilgilenmek yerine işimiz ile meşgul olmak gibi huylara sahibizdir. Her şeyin Tanrıya olan sade imanımızdan ve O’nun sözüne olan itaatimizden kaynaklanması gerekir.
“İbrahim sınandığı zaman iman ile İshak’ı kurban olarak sundu. Vaatleri almış olan İbrahim biricik oğlunu kurban etmek üzere idi.” İbraniler 11: 17. Tanrıdaki işlerimize başlayabilmemiz, devam edebilmemiz ve sona erdirebilmemiz ancak iman aracılığı ile yürümemiz sayesinde mümkün olur. İbrahim oğlunu kurban olarak sunmak için yalnızca yola çıkmak ile kalmadı ama yola devam da etti ve Tanrının gitmesi için belirlemiş olduğu noktaya ulaştı. “Ve İbrahim yakmalık sunu için yardığı odunları oğlu İshak’a yükledi. Ateşi ve bıçağı kendisi aldı. Ve birlikte gittiler.” Yaratılış 22:6. Ve daha sonraki ayette şu sözleri okuruz: “Tanrının kendisine belirttiği yere varınca İbrahim bir sunak yaptı ve üzerine odun dizdi. Oğlu İshak’ı bağlayıp sunaktaki odunların üzerine yatırdı. Onu boğazlamak için uzanıp bıçağı aldı.” Yaratılış 22:9,10. Bu, gerçek bir görev idi. En yüksek aşamada bir “iman eylemi ve bir sevgi işi.” Ağızdan çıkan söz yürekten uzak değil idi; bu sahte ya da taklit bir eylem değil idi. “Olur, giderim efendim” deyip de sonra gitmeyen birinin işi değil idi. Yapılanların hepsi derin bir gerçeklik içeriyor idi; İman her zaman üretmekten zevk duyar ve Tanrı bu imanı kabul etmekten hoşnut olur. Hiç bir talep mevcut değil iken bir adanmışlık gösterisinde bulunmak kolaydır. Ya da şu tür sözler söylemek kolaydır: “Onların hepsi senden dolayı gücenseler bile ben asla senden dolayı gücenmeyeceğim. ….. Senin uğruna ölmem gerekse bile ben yine de seni inkar etmeyeceğim.” Ama önemli olan, deneme esnasında ayakta kalmaktır. Petrus denemeye tabi tutulduğu zaman tamamen çöktü. İman asla ne yapacağından söz etmez, ama Rabbin gücü ile ne yapabileceğinden söz eder. Boş taklitler yapan bir ruh kadar değersiz başka hiç bir şey olamaz. Böyle bir ruh dayandığı temel kadar değersizdir. Ama iman, “denendiği zaman” eyleme geçer. Ve o zamana kadar iman görünmez ve sessiz bir şekilde kalmaya razıdır.
Şimdi Tanrının imanın bu kutsal eylemleri aracılığı ile yüceltildiğini söylemeye gerek yoktur. İman, kutsal eylemlerin her zamanki objesidir. Çünkü bu eylemlerin ortaya çıktıkları kaynak imanın kendisidir. İbrahim’in tüm yaşam öyküsünde Tanrıyı en çok yücelttiği olay Moriya dağında gerçekleşen olaydır. İbrahim sahip olduğu tüm taze kaynakları Tanrıda bulmuş olduğuna dair gerçeğe tanıklık etmek için Moriya dağında güçlendirildi. İbrahim bu taze kaynakların Tanrıda olduklarını İshak’ın doğumundan önce değil İshak’ın doğumundan sonra anlamış idi. Bu çok dokunaklı bir noktadır. Tanrının bereketlerinde dinlenmek bir şeydir, Tanrının Kendisinde dinlenmek ise başka bir şeydir. Bereketin aktığı kanala gözlerimin önünde sahip olduğum zaman Tanrıya güvenmek bir şeydir ve bu kanal tamamen durdurulduğu zaman O’na güvenmek başka bir şeydir. İbrahim’in imanının üstünlüğünü kanıtlayan şey bu idi. İbrahim, Tanrıya yalnızca İshak sağlık ve neşe içinde gözlerinin önünde durduğu zaman sayılamayacak kadar çok bir soy için güvenmek ile kalmadı; İshak sunak üzerinde dumanlar çıkaran bir kurban olarak yatsa idi, İbrahim Tanrıya yine tam olarak güvenecek idi. Bu iman Tanrıya güvenmenin çok yüksek bir düzeyi idi; bu, değeri asla azalmayan bir güven idi. Bu güven kısmen Yaratan’a kısmen yaratığa dayanan bir güven değil idi. Hayır, bu güven tek sarsılmaz temele, Tanrının Kendisine dayanıyor idi. İbrahim, Tanrının gücünü hesaba kattı. Ve asla İshak’ın gücü olduğunu düşünmedi. Tanrısız, tek başına İshak hiç bir şey idi; İshaksız Tanrı ise tek başına her şey idi. Bu ilke nihai önem taşıyan bir ilkedir ve yüreği en derinden deneyen bir testtir. Benim için, tüm bereketlerimin görünen kanalının kuruduğunu görmek fark eder mi? Ben, kaynağın başında ona yeterince yakın olarak tapınan bir ruh ile tüm yaratık akıntılarının kuruduğunu görerek durabiliyor muyum? Bunun çok derin araştıran bir soru olduğunu hissediyorum. “Elimi uzatmak ve uzun yıllar doğmasını beklediğim biricik oğlumu boğazlamak için bıçağı almak!” Bunu kimse yapamaz; İbrahim bunu yapmak için güçlendirildi çünkü gözleri yalnızca diriliş Tanrısını görüyor idi. “İbrahim, tanrının ölüleri bile diriltebileceğini düşündü; nitekim İshak’ı simgesel şekilde ölümden geri aldı.” İbraniler 11: 19.
Tek bir sözcük ile açıklayacak olur isek İbrahim’in işi Tanrı ile idi ve bu oldukça yeterli idi. İbrahim darbeyi vurmak için sıkıntı duymadı. İbrahim gerçekten nihai sınırlara gitmiş idi. Tanrı onun devam edip acı çekme çizgisinin ötesine geçmesine izin vermedi. Kutlu Olan Kendi yüreğinden esirgemediği acıyı İbrahim’in baba yüreğinden esirgedi. Rab bize vurmamak için Kendi Oğlu’na vurdu. Adına övgüler olsun, yüce Rab nihai sınırların ötesine geçti, çünkü “Biricik Oğlu’nu bizden esirgemedi ve uğrumuza O’nu feda etti.” “Rab O’nun ezilmesini uygun gördü, acı çekmesini istedi.” Baba, Golgota tepesinde biricik Oğlu’nu sunduğu zaman göklerden hiç bir ses gelmedi. Hayır! Bu kurban mükemmel olarak yerine getirilen bir kurban idi ve bu Kurban sayesinde bizim sonsuza kadar kalıcı esenliğimiz mühürlendi.
Ama yine de her şeye rağmen İbrahim’in adanmışlığı tam olarak kanıtlandı ve tam olarak kabul edildi. “Şimdi Tanrıdan korktuğunu – Tanrıya tapındığını – anladım. Biricik oğlunu benden esirgemedin.” Yaratılış 22: 12. “Şimdi anladım” sözcüklerine dikkat edin. Daha önce bu hiç bir zaman kanıtlanmamış idi. Hiç kuşkusuz orada idi ve eğer orada ise o zaman Tanrı da bunu zaten biliyor idi, ama burada önemli değere sahip olan nokta şudur: Tanrı bunun Moriya dağındaki sunakta kanıtlanmasından hoşnut oldu; iman her zaman eylem ve Tanrı korkusu da (Tanrıya tapınma)bu eylemden akan ürünler aracılığı ile kanıtlanır. “Atamız İbrahim oğlu İshak’ı sunağın üzerinde Tanrıya adama eylemi ile aklanmadı mı?” Yakup 2:21. Onun imanını sorgulamaya çağırmayı kim düşünebilir idi? Bu olaydan İbrahim’i çıkartacak olur isek o zaman İbrahim Moriya dağındaki bir katilden ve bir çılgından farksız hale gelecektir. İmanı devreye koyalım; o zaman İbrahim adanmış ve tapınan bir imanlı olarak görülecektir. Tanrıdan korkan, O’na tapınan, aklanmış bir kişi. Ama imanın kanıtlanması gerekir. “Kardeşlerim, bir kimse iyi eylemleri yok iken imanı olduğunu söyler ise, bu neye yarar?” Yakup 2:14. Güçsüz ve yararsız bir ikrar ile ne Tanrı ne de insan tatmin olabilir mi? Kesinlikle tatmin olmaz. Tanrı gerçekliği arar ve onu gördüğü yerde onurlandırır. Ve insan ise kendisini eylemler aracılığı ile gösteren bir imanın gerçekliğini anlar. Bizler din ikrarı tarafından kuşatılmış durumdayız. İman sözcüğü herkesin ağzındadır ama imanın kendisi kıymetli bir mücevher taşı gibi enderdir – böyle bir iman kişiye onu hali hazırdaki koşulların kıyısından dışarı itme ve dalgalar ve rüzgarlar ile karşılaşma ve yalnızca onlar ile karşılaşma değil, aynı zamanda onlara dayanma gücü verecektir – Efendi’nin yastığın üzerinde uyuyor gibi görünmesine rağmen!
Ve şimdi burada aklanma konusu ile ilgili olarak Yakup ve Pavlus arasındaki güzel uyuma dikkat çekmek isterim. Kutsal yazıların esin ile yazıldığına dair önemli gerçeği kabul etmiş zeki ve ruhsal okuyucu bu konunun Pavlus ya da Yakup ile ilgili değil ama Kutsal Ruh ile ilgili olduğunu çok iyi bilir. Kutsal Ruh bu onurlu insanlardan her birini düşüncelerini yazacak birer kalem olarak lütufkar bir şekilde kullanmıştır. Ben de düşüncelerimi yazmak için iki değişik türde kalem kullanabilirim ve her iki durumda da iki kalem arasında bir farklılık olması üzerinde durulacak bir konu değildir, çünkü yazar iki tane değil, tektir. Bu yüzden bu iki tanrısal esin ile yazan kullanan kişilerin aynı konuda farklı şeyler yazmaları iki göksel bedenin tanrısal bir şekilde belirlenmiş olan yörüngelerinde çarpışmaları kadar imkansızdır.
Ama normal bir beklenti olarak bu iki elçi arasında tam ve mükemmel bir uyum bulunduğu bir gerçektir. Sözü edilen aklanma konusunda biri diğerinin tamamlayıcısıdır. Pavlus bize içsel ilkeyi verir, Yakup ise bu içsel ilkenin dışsal gelişmesini vermektedir. Pavlus saklı olan yaşamı, Yakup ise görünen yaşamı bildirir. Pavlus insana Tanrı ile ilişkili olarak bakar ve Yakup ise insana insan ile ilişkili olarak bakar. Ve şimdi biz her ikisini de isteriz: içsel olan dışsal olan olmadan yapamaz ve dışsal olan içsel olan olmaksızın değersiz ve güçsüz olacaktır. İbrahim Tanrıya iman ettiği zaman aklandı ve İbrahim oğlu İshak’ı sunduğu zaman aklandı. İlk olayda İbrahim’in gizli duruşuna sahibiz ve ikinci olayda ise gök ve yer tarafından bilinen duruşunu görmekteyiz. Bu ayırımı anlamak yararlıdır. İbrahim Tanrıya iman ettiği zaman gökten ses gelmedi, ama Tanrının görüşüne göre İbrahim orada idi ve sonra bu ona doğruluk sayıldı, ama İbrahim sunak üzerinde oğlunu sunduğu zaman Tanrı şu sözleri söyleyebildi: “Şimdi biliyorum.” Ve tüm dünya İbrahim’in aklanmış bir kişi olduğu gerçeği ile ilgili güçlü ve kesin kanıta sahip oldu. Bu, her zaman böyle olacaktır. İçsel ilke nerede ise dışsal eylem de orada olacaktır. Ama dışsal ilkenin tüm değeri içsel değer ile olan bağlantısından kaynaklanır.
Bir an için İbrahim’in eylemini Yakup tarafından ortaya konan eylemden ayırın ve İbrahim’in imanını Pavlus tarafından ortaya konandan bağımsız kılın ve o zaman iman hangi aklanma eylemine sahip olacaktır? Hiç birine. Tüm değeri, tüm yeterliliği ve tüm erdemi o imanın dışsal görünüşü olduğu gerçeğinden kaynaklanır. Tanrının önünde doğru sayılması zaten bu yüzdendir. Pavlus ve Yakup arasındaki bu hayran kalınacak uyumdan ya da daha doğrusu Kutsal Ruhun sesi – bu sesi çıkartan Pavlus ya da Yakup olabilir, önemli değil - hakkındaki bu güzel uyumdan söz etmeye burada son veriyoruz.
Şimdi bölümümüze geri dönelim. İbrahim’in canının imanının denenmesi aracılığı ile Tanrının karakteri ile ilgili yeni bir keşfe yönlendirilmesinin ne kadar ilginç olduğuna işaret etmek isteriz. Tanrının elinden gelen denemelere tahammül etmek için güçlendirildiğimiz zaman O’nun karakteri ile ilgili bazı yeni deneyimlere yönlendirileceğimiz kesindir. Ve bu gerçek bize denemenin ne kadar değerli olduğunu bildirir. Eğer İbrahim oğlunu boğazlamak için bıçağı almak üzere elini uzatmamış olsa idi burada Yahve yire olarak adlandırdığı Tanrının bu adının zenginliğini ve derinliğini asla bilmeyecek idi. Tanrının ne olduğunu gerçekten yalnızca denenmeye konduğumuz zaman keşfederiz. Denenmeler olmadan yalnızca teoristler olabiliriz ve Tanrı böyle olmamızı istemez. O bizim O’nun Kendisindeki diri derinliklere girmemizi ister – O’nun ile kişisel paydaşlıktan kaynaklanan tanrısal gerçeklikler. İbrahim o gün Moriya bölgesine doğru gider iken her adım atışında kim bilir nasıl farklı duygular ve düşünceler içinde idi! Ve yine aynı şekilde Moriya’dan Beer Şeva’ya ya da Rabbin dağından ant kuyusuna doğru döner iken duygu ve düşünceleri ne kadar farklı idi! Tanrı ile ilgili düşünceleri ne kadar farklı idi! Ve oğlu İshak hakkındaki düşünceleri ne kadar farklı idi! Aslında her konudaki düşünceleri ne kadar farklı olmalı idi! Gerçekten de “denenmeye dayanan kişiye ne mutlu!” diyebiliriz. Denenme Rabbin Kendisi tarafından kişinin üzerine konan bir onurdur. Ve böyle bir deneyimin verdiği derin ruhsal bereketin takdir edilmesi zordur! Mezmur 107 de yer alan sözcükleri kullanacak olur isek insanlar çözüm yolu bulamayıp tamamen çaresiz kaldıkları yere getirildikleri zaman Tanrının ne olduğunu keşfettikleri zamandır. Ah, lütuf denenmelere tahammül için güç versin, Tanrının ustalığı ortaya çıkabilsin ve Adı bizde yüceltilsin.
Bu bölüm ile ilgili düşüncelerime son vermeden önce dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta daha var ve o da şudur: yapmak için hazır olduğunu tam olarak göstermiş olduğu eylem için Tanrı itimadı İbrahim’e verir. “Rab diyor ki, ‘Kendi üzerime ant içiyorum. Bunu yaptığın için biricik oğlunu esirgemediğin için seni fazlası ile kutsayacağım; soyunu göklerin yıldızları ve kıyıların kumu kadar çoğaltacağım. Soyun düşmanlarının kentlerini mülk edinecek. Soyunun aracılığı ile yeryüzündeki tüm uluslar kutsanacak. Çünkü sözümü dinledin.” Yaratılış 22:16-18. Bu sözler İbraniler kitabının 11.bölümünde ve aynı zamanda Yakup kitabının 2.bölümünde önümüze konulduğu gibi Ruhun İbrahim ile ilgili sözü ile güzel bir birlik içindedir. Ayetlerin her ikisinde de İbrahim’e oğlu İshak’ı sunak üzerinde sunmuş olarak bakılır. Bu konunun tamamında işlenen büyük ilke şudur: İbrahim Tanrının eli tarafından konduğu denenmeye hazır olduğunu kanıtladı ve ayrıca onu aklanmış kişi konumuna getiren de bu aynı ilke idi. İman, tam anlamı ile O’nun yeterliliğidir. Ve bu yüzden her şeyi bir kenara atabilir. Bu yüzden İbrahim şu sözlerin değerini tam olarak takdir edebildi: “Kendi üzerime ant içiyorum.” Evet, bu harika sözcükler, “kendi üzerime” sözcükleri iman adamı için her şey anlamına geliyor idi. Çünkü Tanrı İbrahim’e söz verdiği zaman ant içebileceği daha yüce biri olmadığı için Kendi üzerine ant içmiş idi. Çünkü insanlar kendilerinden daha yüce bir şey üzerine ant içerler ve onaylanması gereken bir ant onlar için tüm mücadelenin sonu anlamına gelir. Tanrı Kendi üzerine bir ant içerek şunu onayladı: Tanrı, amacının değişmezliğini mirasçılarına göstermek için çok istekli idi. Diri Tanrının sözü ve andı insan isteğinin tüm mücadelelerine ve işlerine bir son vermelidir. Ve bu fırtınalı dünyanın tüm fırlatmaları ve kargaşasının ortasında can için hareket ettirilemez bir gemi demiri oluşturmalıdır.
Şimdi sürekli olarak kendimizi yargılamamız gerekir, çünkü Tanrının vaadi yüreklerimizde çok küçük bir güce sahiptir. Tanrının vaadi gerçektir ve biz bu vaade inandığımızı ikrar ederiz, ama ah! Bu ikrarımız olması gerektiği kadar derin, kalıcı ve etkileyici bir gerçeklik değildir. Tanrının vaadinden o “güçlü teselliyi” çekip alamayız. İman gücü, Tanrı vaadi açısından İshak’’ımızı boğazlamak için ne kadar az hazırız! Tanrıya feryadımız şu olmalıdır: bize O’ndaki imanın bir yaşamının kutlu gerçekliğini anlayabilmemiz için daha derin bir anlayış ihsan etmek üzere lütufkar davranmaktan hoşnut kalsın, öyle ki Yuhanna’nın şu sözünün değerini daha iyi kavrayabilelim: “Dünyaya karşı bize zafer kazandıran imanımızdır.” Dünyayı yalnızca iman aracılığı ile yenebiliriz. İmansızlık bizi hali hazırdaki değerlerin altına koyar. Başka bir deyiş ile dünyaya bizim üzerimizde zafer verir. Kutsal Ruhun öğretişi aracılığı ile Tanrının yeterliliğini anlamış olan bir can buradaki değerlerden tamamen bağımsızdır. Sevgili okuyucu, bu gerçeği Tanrıdaki sevincimiz ve esenliğimiz için ve O’nun bizdeki yüceliği için bilelim.