Bölüm 8
Tanrı'nın Doğruluğunu Giyinmek
VII. bölümde İsa Mesih'in Tanrı'nın gazabını yatıştırmak üzere sunulduğunu ve böylece Tanrı'nın hem adil kalıp hem de İsa'ya iman edenleri aklayabileceğini görmüştük. O halde, Tanrı'nın insanı aklarken neler yaptığını düşünmemiz önemlidir.
Asıl metinde "aklamak" olarak çevrilen sözcük, "doğruluk" olarak da çevrilmiştir. Bu nedenle, aklanma doğrulukla ilişkilidir. Aklamak eylem, doğruluksa sonuçtur.
İnsanın Tanrı'nın huzuruna gelebilmesi için O'nun gözünde kusursuz bir doğruluğa sahip olması gerekir. İnsana karşı yönlendirilen her suçlama Tanrı'yı görmesine engel olacaktır. Tanrı insanı akladığında kendi huzurunda gereken doğruluğu da sağlayacaktır.
Aklama günahların bağışlanması ya da affedilmekten farklı bir şeydir. Affetmek olumsuz bir anlam taşır. Suçlardan dolayı ortaya çıkan cezanın affedilmesini içerir. Aklamaysa olumlu bir anlam taşır. İnsana övülmeye layık bir konum sağlar.
Affedilme ve aklanma arasındaki fark, 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıl başında dünyayı karıştıran ırksal ve askeri olaylarda olağanüstü bir şekilde görülmektedir. Bu örnek başkaları tarafından da kullanılmıştır, ama tekrarlamakta fayda vardır.
Alfred Dreyfus adında Yahudi asıllı bir asker, gösterdiği büyük başarılardan ötürü 1891'de Fransız ordusunda genel kadroya alınmıştı. Üç yıl sonra, Almanlar'a askeri bilgiler sattığı gerekçesiyle tutuklanmıştı. Mahkeme sonucunda ordudan atılması, halk önünde aşağılanması ve Şeytan Adası'nda Fransız mahkûmlarının bulunduğu koloniye gönderilmesine karar verilmişti. Halkın arzusu sonucunda Dreyfus 1899'da emekliye ayrılsa da suçlu bulunmuştur. Halk mahkemenin kararını bir türlü benimsemediği için, Fransa cumhurbaşkanı Dreyfus'u affetmişti. Ne var ki, Dreyfus'un arkadaşları affedilmesiyle yetinmediler. 1906'da üçüncü bir mahkemeyle Dreyfus tam olarak suçsuz bulundu. Rütbesi yükseltilerek binbaşı seviyesine getirilip onur listesine alındı.
Alfred Dreyfus, ikinci mahkeme sonrasında suçlu bulunduğu suçların cezasını ödemişti. Şeytan Adası'ndaki mahkûmlar kolonisinden ayrılmıştı. Ailesi ve arkadaşlarının yanına dönmüş olmasına karşın vatan hainliği lekesi üzerinde duruyordu. Fakat üçüncü mahkeme sonucunda beraat ettiğinde ve binbaşı rütbesi verilip onur listesine alındığında bütün dünya önünde aklanmış oldu. Kusursuz bir doğruluğa sahip oldu. Buna ek olarak, ancak vatanlarına hizmet etmiş ve onur kazandırmış kişilere verilen bir ödülü hak etti.
Tanrı, İsa'ya iman eden kişileri akladığında da işte böyle olur. Tek fark, Alfred Dreyfus'un yanlışlıkla suçlanmış ve suçlu bulunmuş masum birisi olmasıdır.
Oysa, Tanrı'nın akladıkları, yasanın gerekli gördüğü cezayı hak eden, gerçek günahkârlardır.
Bütün Suçlar Bağışlanmıştır
İnsan günahkâr ve suçlu olduğu için, Tanrı'nın insanı aklarken önce affetmesi ve günahlarını bağışlaması gereklidir.
Tanrı'nın insanı kurtarırken bağışlaması "bütün suçlarınızı" bağışlamasını içerir (Koloseliler 2:13). Bu suçların bağışlanması Tanrı'nın 'Baba' olarak çocuklarını bağışlamasından farklıdır (1. Yuhanna 1:7-9). Hukuki bir bağışlamadır; günahkârın bütün suçlarından özgür olduğu ilan edilir. Günahkâr çarmıha geldiğinde bir kez gerçekleşir.
Tanrı günahı asla hafife almaz. Bağışlaması, insanların birbirlerini bağışladığında olduğu gibi cezanın bir kenara atılması değildir. Tanrı, günahın cezası başka biri, İsa Mesih tarafından ödendiği için bağışlar. "Nitekim Mesih de bizleri Tanrı'ya ulaştırmak amacıyla doğru kişi olarak doğru olmayanlar için günah sunusu olarak ilk ve son kez öldü" (1. Petrus 3:18). Çünkü, "...kan dökülmeden yatışma da olamaz"; Tanrı'nın bağışlaması fidye gerektirir.
Mesih Uğruna
Tanrı'nın bağışlamasının "Mesih'te" (Efesliler 4:32) olduğu söylenir. Bu nedenle, Tanrı'nın adaletini gerektirir. Mesih öldüğü ve bu şekilde günahın cezasını ödediği için Tanrı'nın, İsa Mesih'i gazabı yatıştıran kurban olarak kabul edenleri bağışlamaması doğru olmazdı. Bir hâkim birine hapis cezası ya da alternatif bir ceza verse ve üçüncü bir kişi bu cezayı ödese, ceza ödendikten sonra suçlu bulunan kişinin hapse gönderilmesi adil olmazdı.
Lütfunun zenginliği sayesinde
Tanrı'nın bağışlaması adaleti içerse de, aynı zamanda lütfunun zenginliği oranındadır (Efesliler 1:7). Bunun nedeni Tanrı'nın, oğlunu dünyaya sevgisi nedeniyle göndermiş olmasıdır (Yuhanna 3:16). Bütün insanların yerine ölümü tatmış olması da bu lütuftan kaynaklanmaktadır (İbraniler 2:9). Sadece lütfu değil, lütfunun zenginliğidir. Tanrı'da, bağışlamanın sınırı yoktur. Hem karşılıksız hem de tamdır.
Bağışlanmanın bu çağdaki tamamlanmışlığını, Eski Antlaşma'daki bağışlamayı gördüğümüzde çok daha iyi anlıyoruz. Eski Antlaşma döneminde bağışlanma günahın günahkârdan uzaklaştırılmasıyla mümkündü (Mezmurlar 103:12). Eski Antlaşma'daki sunular günahın bağışlatılması içindi. Günahın bağışlatılması demek, günahın yok olması değil, üzerinin örtülmesi demektir. Bu sunularla, sunuları getiren kişiler kusursuz hale getirilemezdi. Sunular her yıl günahı hatırlatırdı. "Çünkü boğalarla tekelerin kanı günahları ortadan kaldıramaz" (İbraniler 10:4). Oysa Tanrı Kuzusu günahı kaldırır (Yuhanna 1:29) ve kutsal kılınanlar tek bir sunuyla sonsuza dek yetkinliğe ermişlerdir (İbraniler 10:10, 14). Bu bağışlama, günahın tam ve değişmez hukuki bağışlanmasıdır ve imanlıya Tanrı karşısında hiç günah işlememiş gibi yetkin bir konum sağlar.
Yıllar önce olmuş bir olay bunu çok güzel açıklıyor. Yeni evli bir çift, iki ailenin fertlerini bir pazar öğleden sonra yemeğe davet ederler. Misafirler yemek masasının çevresine otururlar. Hepsi en iyi şekilde görünmeye ve davranmaya özen göstermektedir. Genç bir bayan, içinde etin sosu olan bir kâseyi alırken kâse kazayla elinden kayar ve pırıl pırıl masa örtüsü üzerinde büyük kahverengi bir leke olmasına neden olur. Ev sahibi çabucak ve dikkatli bir şekilde sosu temizler ve leke üzerine de bir peçete serer. Yemek olduğu gibi devam eder. Peçete lekeyi ortadan kaldırmamış, yemeğin devam edebilmesi için sadece üstünü örtmüştür. Beyaz peçete, sosu döken genç kadına devamlı olarak kazayı anımsatmaktadır. Aynı şekilde, Eski Antlaşma sunuları İsrailliler'in günahlarını örtse de sürekli olarak günahı hatırlatıyordu. Yemekten sonraki gün masa örtüsü yıkanıp leke çıkarılmıştı. Aynı şekilde, Mesih'in sunusuyla imanlıların günahları O'nun kanında yıkanır (Vahiy 1:5). Artık günahı anımsatacak peçete yoktur.
Buradan, Tanrı'nın, kurtulmuş olmayanların günah sorununu ele aldığında, günahını bir kenara koyup gelecekte doğru bir yaşantı sürdürmesini istemediğini görüyoruz. Bunu kimse yapamaz. Yapacak olsa da geçmişteki günahlar ortadan kaldırılamaz. Hayır, Mesih günahların cezasını ödediği için Tanrı hukuki ve tam olarak her günahı bağışlar. Tanrı'nın henüz kurtulmamış olanlardan istediği şey günahkâr olduklarını kabul edip günahlarının cezasını yüklenen kişi olarak İsa Mesih'e inanmalarıdır. Tanrı'nın hukuki bağışlamasını almak için insanların yapabilecekleri bundan ibarettir.
İnsanın Kendini Aklama Çabası
İnsanlar her çağda kendilerini Tanrı önünde aklama gayreti içinde olmuşlardır. Tanrı'nın kabul edebileceği doğrulukta yaşamaya çalışmışlardır. İnsan bunu yaptığında, Tanrı'nın sağladığı doğruluğa değil, kendi doğruluğuna sahip olur. İnsanın kendi doğruluğu kimseyi kurtaramaz. Pavlus döneminde yaşayan İsrailliler kendi doğruluklarını kanıtlamak için büyük çaba içinde olmuşlardır. "Tanrı için gayretle" doluydular (Romalılar 10:1-3). Fakat bu, kurtuluşlarını sağlamadı. Bu insanlar son derece dindardı. Oruç tutup uzun uzun dua ederlerdi. Bütün dini bayramları kutlar, tapınakta tapınmaya devam ederlerdi. Kurtulmamalarının nedeni, kendi doğruluklarını bina etmeye çalışmaları ve bunun Tanrı huzurunda kabul edilebilir olmamasıdır.
İnsanlar bugün de Tanrı huzurunda kabul edilebileceğini düşündükleri doğruluğu yaşamaya çalışıyorlar. İsa'nın örneğini izleyip Dağdaki Vaaz'ı yaşamaya gayret ediyorlar. Vicdanlarının sesine kulak vermek için ellerinden geleni yapıyorlar. Kimileri kiliseye gidiyor, vaftiz oluyor, dua ediyor ve her türlü dini etkinliğe ve hayır işlerine katılıyor. Bu gibi şeylerin insan yaşamında iyi bir yeri olsa da, Tanrı'nın insanı huzuruna kabul edebilmek için beklediği doğruluğu kesinlikle üretmez.
Kimi insanlar Tanrı'nın iyi ve kötü işleri kaydettiği bir hesap defteri tuttuğunu düşünürler. İyi işler kötü işlerden daha fazla olduğu takdirde Tanrı tarafından kabul edileceklerini düşünürler. Tanrı her işte yetkinlik aradığı için bu yöntem Tanrı'nın yöntemi olamaz. Atılan topların ortalama gol oranı önemli değildir. Her seferinde gol atabilmek önemlidir.
Peygamber Yeşaya doğrulukla ilgili şunları söylemiştir: "...bütün doğru işlerimiz kirli âdet bezi gibi" (Yeşaya 64:6). Buradaki "bezlerin" aslında cüzamlılar tarafından kullanılan ve cüzamla dolu bezler olduğu düşünülmektedir. Cüzam günahı simgelediği için bu resim kusursuzdur. Çünkü insanın kendi doğruluğuna günah bulaşmıştır. İnsan her şeyi, Tanrı yerine kendi gücüne güvenerek yapmıştır. Daha önce gördüğümüz gibi bu da günahın özüdür.
Kimileri Tanrı'nın yasayı, özellikle de On Emir'i vermesinin nedeninin insanın Tanrı önünde doğru bir yere sahip olmasını sağlamak olduğunu ileri sürer. Tanrı kesin itaat ve yetkinlik beklediği ve böyle söz dinlemek mümkün olmadığı için bu olanaksızdır. "Çünkü yasanın her dediğini yerine getirse de tek konuda ondan sapan kişi bütün yasaya karşı suçlu olur" (Yakup 2:10). Bu nedenle, "...yasanın gereklerini yapmakla hiç kimse Tanrı katında aklanmayacaktır" (Romalılar 3:20). (Galatyalılar 2:16'ya da bakınız.)
İnsan 4 000 yıl içinde doğruluğa sahip olamayacağını kanıtlamıştır. Gerek Yahudiler gerekse öteki uluslar günah işlemişlerdir. Tek bir doğru kişi dahi bulunamamıştır (Romalılar 3:9, 10). Yasa sayesinde Tanrı huzurunda bütün ağızlar kapanmıştır (Romalılar 3:19). Tanrı'nın yasası insanın doğru olmasını gerekli kılmış, insansa bu konuda başarısız olmuştur.
Tanri, Talep Ettiği Doğruluğu Ayni Zamanda Tedarik De Eder
Âdem'den doğmuş hiç kimse, Tanrı'nın huzurunda kabul edilmesini sağlayacak kusursuz doğrulukta bir yaşam sürdürmemiştir. "Herkes günah işledi ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kaldı" (Romalılar 3:23). Bununla birlikte, Tanrı insanlardan beklediği yetkin doğruluğu kendisi sağlar. Tanrı'nın doğruluğunu karşılıksız bir armağan olarak kabul eden herkes, bir giysi gibi O'nun doğruluğunu giyinecektir.
Âdem'in soyundan gelen hiç kimse Tanrı tarafından kabul edilebilecek doğrulukta bir yaşam sürdürememişken, Tanrı'nın oğlu dünyaya gelip insan yapısını aldığında, Tanrı'nın yasasını, noktasına virgülüne kadar yerine getirmiştir (Matta 5:17, 18). Bu şekilde Tanrı tarafından kabul edilecek doğruluğu göstermiştir.
İsa'nın dünyasal yaşamının Tanrı tarafından kabul edilebilir olduğu kuşkusuzdur. İsa, yaşamının sonuna yaklaştığında üç öğrencisini alıp yüksek bir dağa çıkmış, burada görünümü değişmiş ve yasayı temsilen Musa ve eski peygamberleri temsilen de Elişa görünmüştür. Bu iki tanığın önünde Tanrı bulutlardan seslenip şöyle demiştir: "Sevgili Oğlum budur, O'ndan hoşnudum" (Matta 17:1-5). Bu ifadeden, Tanrı'nın, İsa'nın dünyada sürdürdüğü yaşamdan hoşnut olduğunu anlıyoruz. Günah işlemeyip Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kalmamış biri vardı. Bütünüyle doğruydu ve yasayla peygamberler de buna tanıktı.
Bütün dünya suçlu bir şekilde Tanrı'nın huzurunda durduğunda, insanların kendi doğruluklarıyla aklanamayacağını kanıtlamış oldular. Bu nedenle Tanrı, dünyada insan yapısı alıp yaşamak üzere oğlunu gönderdi. Oğul, Tanrı için kabul edilebilir doğruluğun ne olduğunu gösterdi. Artık bu doğruluk herkese karşılıksız bir armağan olarak sunulmaktadır ve iman edenlere bir giysi gibi verilmektedir (Yeşaya 61:10). Romalılar 3:19-22'nin ana fikri budur.
İşlerle Değil, Lütufla
Kutsal Kitap, insanın yaptığı işlerle doğruluğu kazanmasının olanaklı olmadığını söyler. İnsan ancak İsa Mesih'e iman ederek doğruluğu alabilir. "Çünkü insanın yasanın gereklerini yaparak değil, iman ederek aklandığı kanısındayız" (Romalılar 3:28). "Ancak çalışmayan, ama tanrısızı aklayana iman eden kişi imanı sayesinde aklanmış sayılır" (Romalılar 4:5). (Galatyalılar 2:16 ve 3:8, 24 ayetlerine de bakınız. Romalılar 4. bölümü okuyunuz.) Böylece insan Tanrı'nın lütfuyla karşılıksız olarak aklanır (Romalılar 3:24).
İsa Mesih'te Fidyeyle Kurtuluruz
Aklanma, İsa Mesih'in fidye bedeli olarak kanını akıtması sayesinde mümkündür (Romalılar 3:24). Daha önce de açıkladığımız gibi, Mesih, Tanrı'nın gazabını yatıştıracak kurban olarak gönderilmiştir. Bu nedenle Tanrı günahkârları bağışlayıp Mesih'in yetkin doğruluğunu verebilir. Tanrı bütün insanlığın günahlarını İsa Mesih'e yüklediğinde, İsa bununla özdeşleşti ve günah oldu. Günahkâr olarak öldü. Tanrı imanlıları doğru saydığında, imanlı bununla özdeşleşir ve Tanrı'nın doğruluğu olur. Bu şekilde yaşar. "Tanrı, günahı bilmeyen Mesih'i bizim için günah sunusu yaptı. Öyle ki, Mesih sayesinde Tanrı'nın doğruluğu olalım" (2. Korintliler 5:21). Ancak Tanrı'nın hazırladığı ve yetkin olan doğruluk insanın Tanrı'nın huzuruna kabul edilmesini sağlayabilir. İnsanın eksik olan kendi doğruluğu bunu sağlayamaz. Bu nedenle, Tanrı imanlılar için Mesih'in doğruluğunu saydığından iman eden kişiler cennete girebilirler.
Cennetin kapısında duran Aziz Petrus, insanlara içeri girebilmek için ne gibi iyilikler yaptıklarını sormaz. Mesih'te olan Tanrı'nın doğruluğu insanın cennete girmesini sağlayacak tek pasaporttur. Bu pasaporta sahip olan kişi buraya gireceğinden emindir, çünkü artık hiçbir şeyle suçlanamaz. "Tanrı'nın seçtiklerini kim suçlayacak? Onları aklayan Tanrı'dır" (Romalılar 8:33).
O halde aklama, Mesih'e iman edenlere O'nun doğruluğunun giydirilmesidir. Mesih'in yaptıklarının insanların yerine sayılmasıdır. İmanlıya, Tanrı'nın huzurunda kusursuz bir konum sağlar. Bu konum İsa Mesih'inki kadar yetkindir ve insanın yaptıklarından bağımsızdır. Aklanma Tanrı'nın kutsallığı nedeniyle gereklidir ve Tanrı'nın sevgisi aracılığıyla sağlanır.
Kutsal Kitap aklamayı kusursuz bir şekilde açıklıyor. Yaratılış 3:21'de şu sözleri görüyoruz: "Rab Tanrı, Âdem'le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi." Âdem ve karısı günah işlemişti.
Tanrı'nın karşısında çıplak ve yasayı çiğnemiş kişiler olarak duruyorlardı. Tanrı, masum hayvanları keserek, bunların derisinden giysiler hazırlayıp Âdem ve karısına giydirdi. Bu giysiler sayesinde Tanrı'nın huzurunda durabilirlerdi. Giysileri Tanrı'nın yaptığına dikkat edin. Âdem ve karısı hiçbir şekilde Tanrı'ya yardım etmediler. Tanrı onları giydirdi. Giysileri bile kendileri giymediler. Giysiler için Tanrı'ya bir şey vermediler. Giysilerin sağlanması için masum bir üçüncü tarafın ölümü gerekliydi.
Bu giysiler ancak Âdem karısına Havva ismini verdikten sonra sağlandı. Havva yaşayan bütün insanların annesiydi. Bunu yaparak Âdem (ölüm cezasına çarptırılmıştı), Tanrı'nın, kadının soyundan gelenin (İsa), İblis olan yılanın başını ya da gücünü yok edeceğine ilişkin vaadine iman ettiğini göstermişti (Yaratılış 3:15, 20).
Burada aklamanın bütün unsurlarını görüyoruz. Tanrı doğruluk giysisi hazırlıyor. Bu giysiyle, günahtan kurtaran İsa Mesih'e iman eden herkesi giydiriyor. İnsan bu giysi karşılığında ne bir şey verebilir ne de giysiyi tek başına giyebilir. Doğruluk ancak, masum, günahsız üçüncü bir kişinin, İsa Mesih'in ölümü sayesinde mümkün olmuştur.