Bölüm 4
Günahla Karşılaştırıldığında Büyük Bir Kurtuluş
Kurtuluşun harikaları ve büyüklüğü, en iyi günahın korkunçluğu karşısında görülür. Günah cennette ortaya çıkmıştır. Seherin oğlu, koruyucu bir keruv, Tanrı'nın kutsal dağına yerleştirilmiş İblis, Tanrı'nın en olağanüstü ve kendisine en yakın olan yaratıklarından biriydi. Tanrı'nın bir yaratığı olduğu halde O'na bağımlı olmayı reddetmişti. Tanrı'ya başkaldırdı ve "Kendimi Yüceler Yücesi ile eşit kılacağım" dedi (Yeşaya 14:12-14 ve Hezekiel 28:14).
İblis'in günahı nedeniyle, daha çok onun egemenliği altında olan dünyada bir kıyamet günü olduğu ve bu nedenle yaratılış günlerinin aslında eski dünyanın yeniden onarılması olduğu yönünde pek çok düşünce vardır. Bu ilginç konuyla ilgili görüşleri okumak isterseniz, Pember'in Earth's Earliest Ages (Dünyanın En Eski Çağları) adlı kitabının II ve III. bölümlerini okuyabilirsiniz. Altıncı günde (Yaratılış 1:26, 27) Tanrı, bütünüyle yeni bir tür varlık olan, daha önce hiç var olmamış olan insanı yarattı. Onları kadın ve erkek olarak yaratıp, onlara onardığı dünya üzerinde, İblis'in sahip olduğu egemenliği verdi.
Tanrı'nın benzeyişinde yaratılan insan (Yaratılış 1:26) kusursuzdu. Fakat yılan biçimine bürünen İblis Tanrı'nın yeni yaratığına gelip, onun da günah işlemesine neden oldu.
Günahın korkunçluğunu anlamak için günahın doğasının ne olduğunu –günahın dışsal görünümünün altında ne yattığını – anlamak son derece önemlidir.
Günahın Asıl Doğası
Tanrı'nın insanı yarattığını daha önce belirtmiştik. Yaratmak demek, yoktan var etmek demektir. Tanrı insanı topraktan yaratmış olsa da (Yaratılış 2:7), bir avuç toprağın dışında insanı oluşturan şeyler yoktan var edilmiştir. Başlangıçta Tanrı dünyayı da yoktan var etmiştir. Bu nedenle, insanda olan ve insanın sahip olduğu her şey Tanrı'dandır. İnsan sahip olduğu her şey için Tanrı'ya borçludur.
Yoktan insan var eden, yine yoktan insanın gereksinim duyduğu her şeyi yaratabilir. Tanrı insanı yarattığında, yarattığına bakma sorumluluğunu da üstlenmiştir. Aden bahçesini hazırladığında (Yaratılış 2:8) insanın bütün gereksinimlerini karşılamayı amaçladığını göstermiştir. Buradan insan açısından çıkacak en mantıklı sonuç, Tanrı'ya, yaratıcısına tam anlamıyla bağımlı olmak ve itaat etmekti. Ne var ki, yaratılmış olan insan uzun bir süre Tanrı'ya bağımlı olmayı sürdüremedi. İşte, insanın günahının uzun ve korkunç öyküsü böyle başlar.
İnsanın ilk günahının ve günahın insan ırkına bulaşmış olmasının (Romalılar 5:12) öyküsü, Yaratılış kitabının üçüncü bölümünün ilk yedi ayetinde anlatılmaktadır. Yılan, yani İblis (Vahiy 12:9 ve 20:2) kadına şöyle der: "Tanrı gerçekten, 'Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin' dedi mi?" Bu soruda üstü kapalı bir şekilde, Tanrı'nın sağlayışı konusundaki iyiliğinden duyulan kuşku bulunmaktadır.
Tanrı insanın iyiyle kötüyü bilme ağacından yemesini yasaklamıştı (Yaratılış 2:17). İblis, Tanrı'nın bunu yapmakla insandan iyi bir şeyleri sakladığını ima ediyordu.
Bu sorunun amacı insanın yaratıcısına olan tam güvenini ve bağımlılığını kırmaktı ve İblis tam olarak bunu gerçekleştirdi. Kadın, Tanrı'ya güvenmek yerine Tanrı'nın buyruğundan kuşku duymaya başladı. Başta Tanrı kendilerine söylemediği halde, Tanrı'nın sözüne iki sözcük de ekledi: "Ona dokunmayın." Eklenen bu sözcükler Tanrı'nın buyruğunun mantıksız görünmesine neden olmuştu. Artık Tanrı'nın sözüne kuşku duymadan inanmıyor, iman yerine mantığını kullanıyordu. Ne yapacağına karar vermek için kendisine bakıyordu. İnsan Tanrı'nın sözünün geçerliliğini tarttığında durum her zaman böyledir.
İblis'in tek bir kez daha itelemesi gerekiyordu. Tanrı'nın meyveden yedikleri gün öleceklerine ilişkin sözleriyle çelişerek ağacın meyvesini yediklerinde, "gözlerinin açılacağını ve iyiyle kötüyü bileceklerini, Tanrı gibi olacaklarını" söyledi. Tanrı gibi olmak ve O'na bağımlı olmamak karşı koyulamayacak bir arzuydu. Kadın meyveyi aldı, yedi ve yemesi için kocasına verdi. Bu basit davranışla yaratılmış olan, Tanrı'ya başkaldırmış oldu ve artık O'na bağımlı olma durumundan uzaklaştı. İnsan bu davranışıyla yaratıcısından bağımsız olarak var olmayı arzuladığını ifade etmiş oldu. İnsanın Tanrı olmadan da yaşayabileceğini düşünmesi ve hatta Tanrı'ya ihtiyaç duygusunun olmaması ve Tanrı'yı düşünmeden yaşaması günahtır. Bu durum, insan gelişmiş ya da üstün ahlaki değerlere sahip olsa da, yozlaşmış bir karaktere sahip olsa da geçerlidir.
İnsanın iyi davranışları bu durumda belirleyici değildir. Önemli olan insanın Tanrı'ya karşı tutumudur. O halde günah, Tanrı'nın yarattıkları tarafından bir kenara itilmesi ve Tanrı'nın yerini yarattıklarının almasıdır.
İnsanın kendine güvenmesi ve Tanrı'ya bağımlı olmayı bir kenara bırakması, Tanrı'yı tanrı olarak onurlandırmaması, gereken yüceliği vermemesidir. Bunun sonucu olarak insan, kendini ve kendi işlerini yüceltir. İnsanın kendini yüceltmesinin en iyi örneklerinden birini Nebukadnessar'da görüyoruz. Bir gün sarayında dolaşırken şöyle demiştir: "İşte onurum ve yüceliğim için üstün gücümle krallığımın başkenti olarak kurduğum büyük Babil!" (Daniel 4:30). İlk günah işlendiğinden beri insanlar kendi başarılarıyla övünme, neyse ve ne yapabiliyorsa hepsinin Tanrı'dan olduğunu kabul etmeme alışkanlığındadır.
Tanrı'ya bütünüyle bağımlı olmayı reddetmek, aynı zamanda yaşamına yön verirken insanın Tanrı'nın iradesini reddetmesi ve bunun yerine kendi iradesini koymasıdır. Bu da Tanrı'nın sonsuz bilgeliği yerine insanın kendi bilgeliğine güvenmesi anlamına gelecektir.
O halde günahın özü, insanın Tanrı'dan bağımsız, kendine bağımlı olması demektir. Bu da, Tanrı'yı onurlandırmamak ve insanın kendini yüceltmesi olarak görülür. İnsan Tanrı'nın isteğine göre yaşamak yerine kendi isteğine göre yaşar.
Günahın Dışsal Görünümü
Birinci günah söz dinlememezlik ve hırsızlık –çünkü insan kendisine ait olmayanı almıştı– olmasına karşın, bunlar insanın Tanrı'dan bağımsız olma tutumunun dışsal göstergeleriydi. Bu nedenle, günah olarak adlandırdığımız bütün eylemler Tanrı'dan bağımsız olan içsel bir tutumun ifadesi ve kanıtıdır.
Elçi Pavlus bütün günahların, insanın Tanrı'nın hak ettiği tutumu Tanrı'ya karşı göstermemesinden kaynaklandığını açıkça ortaya koymuştur. Günahkâr insan ırkına karşı şu suçlamada bulunur: "Tanrı'yı bildikleri halde O'nu tanrı olarak yüceltmediler, O'na şükretmediler. Tersine, düşüncelerinde budalalığa düştüler; anlayışsız yüreklerini karanlık bürüdü. Akıllı olduklarını ileri sürerken akılsız olup çıktılar. Tanrı'yı tanımakta yarar görmedikleri için Tanrı onları yararsız düşüncelere, yakışıksız davranışlara teslim etti. Her türlü haksızlık, kötülük, açgözlülük ve kinle doldular. Kıskançlık, öldürme hırsı, çekişme, hile, kötü niyetle doludurlar. Dedikoducu, yerici, Tanrı'dan nefret eden, küstah, kibirli, övüngen, kötülük üreten, anne baba sözü dinlemeyen, anlayışsız, sözünde durmaz, sevgiden yoksun, acımasız insanlardır. Böyle davrananların ölümü hak ettiğine ilişkin Tanrı buyruğunu bildikleri halde, bunları yalnızca yapmakla kalmaz, yapanları da onaylarlar" (Romalılar 1:21, 22; 28-32). İnsanın Tanrı'ya bütünüyle bağımlı olmak, Tanrı'yı yaratıcısı olarak yüceltmek ve O'nun isteğine bağımlı kalarak doğru bir tutuma sahip olmak konusunda başarısız olması sonucunda, bu korkunç günahlar ortaya çıkar.
Kutsal Kitap'ta, yukarıda günahın doğasıyla ilgili olarak verilen açıklamayı tam olarak onaylayan günah tanımını buluyoruz: "İmana dayanmayan her şey günahtır" (Romalılar 14:23). İman, Tanrı'ya dayanmaktır. Bu nedenle, Tanrı'ya dayanarak yapılmayan her şey günahtır. Buna göre iyi gibi görünen şeyler dahi günah olabilir. Çoğu insan sadece ahlaksızlık yapmanın günah olduğunu düşünür. Bu doğru değildir. Günahın en büyük siperi, insanın kendi doğruluğuna güvenmesidir. Kötülük ininde insan Tanrı'ya daha fazla ihtiyaç duyup O'na daha fazla güvenebilir. Kendi doğruluğuna güvenen kişilerse böyle bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerine yeter, kendilerine güvenir ve bu nedenle ne kadar kültürlü, gelişmiş ve ahlaklı olsalar da Tanrı'dan çok uzakta olabilirler.
İsa başkâhinlere ve Yahudiler'in ileri gelenlerine şöyle söylemişti: "Vergi görevlileriyle fahişeler, Tanrı'nın egemenliğine sizden önce giriyorlar" (Matta 21:31).
İnsan, Doğası Gereği Günahkârdır
Günah sorununun çoğu zaman anlaşılmayan başka bir unsuru daha vardır. İnsan doğası gereği günahkârdır. Âdem günah işledikten sonra, yaratıldığı zaman olduğu kişi değildi. Âdem günah işleyerek günahkâr olan tek kişiydi. Âdem yüz otuz yaşındayken, "kendi suretinde, kendisine benzer" bir oğlu oldu (Yaratılış 5:3). Âdem günahkâr olduğu gibi onun suretinde doğan oğlu da günahkârdı. O zamandan beri –İsa dışında– doğan herkes günahkâr olarak doğmuştur.
Kral Davut şöyle yazmıştı: "Nitekim suç içinde doğdum ben, günah içinde annem bana hamile kaldı" (Mezmurlar 51:5). Âdem'den günümüze kadar her insan için bu sözler geçerlidir.
Günahkâr doğası yüzünden insan günah işlemeden duramaz. Bu nedenle, "...herkes günah işledi ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kaldı" (Romalılar 3:23).
Günah Tanrı'ya Karşı İşlenir
Günahla ilgili olarak yukarıda söylediklerimizi dikkate aldığınızda artık günahın birincil olarak Tanrı'ya karşı işlendiğini söylememize gerek yoktur. Kral Davut halkından birine karşı korkunç bir günah işledikten sonra günahını Tanrı'ya itiraf edip şöyle demiştir: "Sana karşı, yalnız sana karşı günah işledim. Senin gözünde kötü olanı yaptım" (Mezmurlar 51:4). Günümüzde insanın sosyal ilişkileri üzerinde durulurken insanın Tanrı'ya karşı tutumu ihmal edilmektedir. Bu nedenle, özünde Tanrı'dan bağımsız olmak olan günahın Tanrı'ya karşı işlendiğini hatırlamak son derece önemlidir. İnsan öncelikle bunun farkında olup Tanrı'ya karşı doğru bir tutuma sahip olursa, sosyal ilişkileri de bundan doğru bir şekilde etkilenecektir.
Kurtuluşun Harikaları
Günahı, yaratığın yaratıcısına karşı isyanı, Tanrı'dan bağımsız olma ve O'nun gibi olma, Tanrı'ya layık olan yüceliği kendine alma arzusu ve Tanrı'nın isteğini umursamama olarak gördüğümüzde, korkunçluğu da açıkça görülür. İşte kurtuluş, günah sorununun bu yönüne eğilmektedir.
" 'Mesih İsa günahkârları kurtarmak için dünyaya geldi' sözü, güvenilir ve her bakımdan kabule layık bir sözdür" (1. Timoteos 1:15). Ancak Tanrı'nın sonsuz sevgisi, isyankâr insan için kurtuluş sağlama ve bunu kendi oğlunun yaşamı pahasına yapma düşüncesini ortaya çıkarabilirdi.
Kurtuluşun sadece günahla kaybedileni geri kazandırmadığını hatırladığımızda, kurtuluş harikası daha da büyümektedir. En azından çağımızda kurtulanlar, yazıldığı gibi, Tanrı'nın oğlunun benzerliğine dönüştürülecekler (Romalılar 8:29), Tanrı önünde, sonsuzluk boyunca kutsal ve lekesiz sayılacaklar (Efesliler 1:4), Baba Tanrı ve Oğul Tanrı'nın bir olduğu gibi onlarla bir olacaklar (Yuhanna 17:21) ve işte o zaman "Tanrı gibi" olacaklardır. Yılanın insana teklif ettiği, insanın da isyan ederek kendi kendine gerçekleştirmeye çalıştığı gerçekleşecektir. Tanrı huzurundaki yerleri, günah yüreğine girmeden İblis'in sahip olduğu yer olacak. Bununla birlikte, ondan çok daha üstün bir düzeyde olacaklar.
İnsanın isyankârlığını bağışlayan ve kendisi için yapmaya çalıştığını onun için yapan kurtuluş, gerçekten de "BU DENLİ BÜYÜK BİR KURTULUŞ" sözlerini hak ediyor.