DERS VIII

Tanrı’nın Hali Hazırda İsrail’e Yöneten Disiplin ile Davranışları

Bölüm 10

İsrail ulus olarak imansızlık ettiği için görmüş olduğumuz gibi, Tanrının doğruluğunun usta bir şekilde haklı çıkarılmasından ve diğer ulusları hali hazırdaki lütuf dönemine katmasından sonra elçi, şimdi İsrail ulusuna döner ve İsrail toplu olarak bir kenara ayrılmış olsa da bireysel olarak Mesih’i kabul eden her Yahudi’nin kurtulacağını anlatır. Ama toplu olarak İsrail ulusu artık Tanrı ile olan antlaşma ilişkisi içinde görülmez. Ve İsrail ulusu toplu olarak, bin yıllık dönemin başlangıcında yeni antlaşma altına girene kadar bu durumda kalacaktır. “bir ulus bir günde doğduğu zaman” bin yıllık dönemin başlangıcı olacaktır. Ama aynı vaatler İsrail evinin herhangi bir bireysel üyesine aynı, diğer uluslardan olan herhangi bir bireye uygulandığı şekilde uygulanacaktır.

Elçi, ilk üç ayette soydaşları için hissettiği içten duygularını ve arzularını ifade eder. Onların kurtulmasını yürekten özler ve bunun için Tanrıya yalvarır. Çünkü onlar et ve kandan da olsalar İbrahim’in tohumu oldukları için “kaybolmuş koyunlardır” ve öteki uluslardan olan “diğer koyunlar” gibi İyi Çoban tarafından aranmaya ve bulunmaya ihtiyaçları vardır. Ama burada acıklı olan durum, onların kaybolmuş olmalarına rağmen, içinde bulundukları gerçek durumlarının farkında olmamalarıdır. Tanrı için gayretlidirler ama bu gayretleri bilinçli değildir; atalarının Tanrısına hizmet etmek için gayret ile çalışmaktadırlar ama hala Musa’nın doğruluk ile ilgili yasaya dayanan sözlerine inanırlar; bilinçli değildirler. Yani Tanrının İsa Mesih aracılığı ile onlara vermiş olduğu İsa’nın Kendisini, O’nun düşüncesini ve O’nun isteğini bilmek istemedikleri için O’nun ile gelen tam ve son açıklamayı reddetmişlerdir. “Tanrının ön gördüğü doğruluğu anlamadıkları ve kendi doğruluklarını yerleştirmeye çalıştıkları için Tanrının ön gördüğü doğruluğa boyun eğmediler.” Oysa, İsa Mesih her iman edenin aklanması için kutsal yasanın sonudur.

“Tanrının doğruluğu” ifadesi burada genel bir ifade olan “Tanrı doğruluğu”ndan bir şekilde farklı olarak kullanılır. Görüyoruz ki, Tanrı doğruluğu iki şekilde kullanılıyor: İlki, bir kişinin ifade etmiş olduğu gibi, Tanrının Kendisi ile olan sürekliliğidir ve bu şekilde can için çok sağlam bir gemi demiri haline gelir. Çünkü Tanrı, Müjdede hem nasıl adil kalabileceğini hem de aynı zamanda Mesih’e iman eden kişileri nasıl akladığını açıklamıştır; yani, günah sorunu adil bir şekilde çözümlenmiştir. Tanrı doğasının talep ettiği gibi gereken şekilde yani adil kalarak suçlu insanları lütfu ile aklamıştır. İfadede yer alan ikinci görünüm bu gerçeği belirtir. Tanrı, iman eden herkese Mesih’te Kendi doğruluğunu vermiştir. Bu neden ile, Mesih ve Mesih’in Kendisi imanlının doğruluğudur. Bizler böylece peygamber Yeremya’nın kitabında yazılı olduğu gibi Mesih’te Tanrının doğruluğu yapıldık ya da sayıldık. “O’nun adı Yehova sidkenu -Rab doğruluğumuzdur- olacak ve O bu ad ile anılacak.”

Ama bu üç ayette elçi şu sözlere de yer vermiş idi: “Tanrının ön gördüğü doğruluğu anlamadılar.” Burada elçinin söylemek istediği aşikardır: İsrail, Tanrının gerçekten ne kadar doğru olduğunu bilmiyor idi, bu yüzden kendi doğruluklarını yerleştirmeye çalıştılar. Eğer biri, tanrısal doğruluğun kusursuz karakterinin üstünlüğünü bir an için fark etmiş olsa idi o zaman hiç kimse insan doğruluğunu yerleştirmeye cesaret bile edemez idi. Tanrının ön gördüğü kusursuz doğruluğu insan işleri ile üretmeye kalkışmak kesinlikle imkansızdır, bunu yapmak için çaba gösteren bir can, kendi nihai çaresizliğini fark ederek geri çekilmek zorunda kalacaktır. İnsanlar ancak bu anlayış noktasına ulaştıkları zaman, müjdede açıklanmış olan Tanrı doğruluğuna boyun eğmeye hazır olabilirler. Ben kendimde kesinlikle hiç bir doğruluk olmadığını öğrendiğim zaman, Tanrının müjdede duyurduğu o doğruluğa kendimi sevinç ile teslim ederim. Tanrı, bende tek mükemmel olan doğruluğu, yani Kendi doğruluğunu talep etmektedir. Ve Mesih’e güvendiğim zaman bana Kendi doğruluğunu giydirmektedir. “Çünkü Mesih, iman eden herkes için yasanın sonudur.” Yasa, benim bir insan ya da yaratık olarak asla sahip olamayacağım bir doğruluk talep eder. Yasanın her maddesini sürekli olarak hiç bir insan yerine getiremez, bu imkansızdır! Bu nede ile Mesih, o kutsal yasanın her maddesini sürekli olarak benim için yerine getirmiştir, yasanın ön gördüğü cezamı benim yerime çekmiştir; benim yerime ölümden dirilmiştir ve dirildiği için biliyoruz ki, dünyada bağışlanmamış tek bir günah bile kalmamıştır, aksi takdirde Mesih dirilemezdi! Ama hamdolsun dirilmiştir ve O’nun Kendisi, bizim ihtiyacımız olan ve Tanrının bizden talep ettiği doğruluğumuzdur!

Bunu izleyen ayetlerde elçi, yasal doğruluk ya da “işler aracılığı ile doğruluk” ifadelerini bu “iman doğruluğu” karşılaştırır. Elçi, Musa’nın yazdıklarından alıntı yapar; Musa, yasal doğruluğu şu sözler ile açıklamıştır: “Kurallarıma ve ilkelerime sarılın. Çünkü onları yerine getiren onlar sayesinde yaşayacaktır.” (Levililer 18:5) Buradaki ayette yasanın özü verilmiştir, yani, “Yap ve yaşa.” Ancak bunu hiç kimse hiç bir zaman yapamamıştır. Çünkü yasanın her dediğini yerine getirse de tek konuda ondan sapan kişi tüm yasaya karşı suçlu olur.”; yani, yasayı ihlal etmiş bir kişi olur. Yasayı bozmak için yasanın her buyruğunu ihlal etmesi gerekmez. Tek bir konuda onu bozduğu zaman tüm yasayı bozmuş olur. Bu neden ile yasa altındaki insan yaşamını yitirir.

Ama imana dayanan doğruluk, Tanrının vermiş olduğu tanıklığa dayanır. Elçi tekrar Yasanın Tekrarı 30:12-14 ayetlerinde yer alan Musa’nın sözlerinden alıntı yapar; Tanrının vermiş olduğu, insanı iman etmek ile sorumlu kılan tanıklık, halka bu gerçeği vurgular. Oradaki tanıklık elbette ki, Sina’daki tanıklık idi. Ama elçi, Musa’nın sözlerini alır ve onları Kutsal Ruhun rehberliği altındaki harika bir yol ile Mesih’e uyarlar. “Yüreğinde, göğe, yani, ‘Mesih’i indirmeye kim çıkacak? Ya da dipsiz derinliklere, yani, Mesih’i ölüler arasından çıkarmaya kim inecek?’ deme. Mesih zaten aşağı gelmiştir. Ölmüştür. Tanrı O’nu ölümden diriltmiştir ve müjdenin tüm tanıklığı bu gerçeğe dayanır.

Elçi bu neden ile sözlerine şöyle devam eder, “Tanrı sözü sana yakındır, ağzında ve yüreğindedir. İşte duyurduğumuz iman sözü budur.” Müjde ilan edilmiş, duyurulmuştur. Kişiler müjdeyi işitmişlerdir. Müjdenin gerçeğinden haberdardırlar. Burada önemli olan şudur: Müjdeye inanıyorlar mı ve müjdenin ilan ettiği gibi Mesih’i Rableri olarak kabul edip bunu söylüyorlar mı? Çünkü 9 ve 10. ayetlerde elçi, tüm konuyu, Tanrı tarafından kullanılmış olan sözlere bağlı kalarak açıklayacaktır; bu sözler, yüzlerce yıl boyunca binlerce değerli cana güvence sağlamak için kutsal yazılara eklenmiştir: “İsa’nın Rab olduğunu açıkça söyler ve Tanrının O’nu ölümden dirilttiğine yürekten iman eder isen kurtulacaksın. Çünkü insan yürekten iman ederek aklanır ve imanını ağzı ile açıklayarak kurtulur.” Yürek, gerçek insan için kullanılan bir başka ifadedir. Elçi burada, bazı vaizlerin yaptığı gibi zihin ile inanmak ve yürek ile inanmak arasında ince bir çizgi çekmeye çalışmıyor. Bizi imanın doğası ile meşgul etmiyor; bizi imanın objesi ile meşgul ediyor. Tanrının Mesih ile ilgili vermiş olduğu mesaja inanıyoruz. Eğer inanıyor isek, yürek ile inanıyoruz; aksi takdirde gerçekten güvenmeyiz. İnsan “yüreği ile” inanır. Burada “ağzı ile söyleyen” ifadesinin elbette Rabbimizin söylediği şu sözler ile aynı anlama gelmesi gerekmez. “İnsanların önünde beni açıkça kabul eden herkesi, ben de göklerdeki Babamın önünde açıkça kabul edeceğim.” 9 ve 10. ayetlerde söz edilen, kişinin canının İsa’yı Rab olarak kabul ettiğini tanrının önünde söylemesidir.

Elçi daha sonra eski antlaşmadaki kutsal yazılardan peygamber Yeşaya’nın kitabındaki bir ayetten alıntı yapar (bölüm 28:16). Bu ayette:” O’na iman eden (güvenen) utandırılmayacaktır (yenilmeyecektir)” sözü yer alır. Elçi bu yol ile hali hazırdaki müjde imanının evrenselliğinin, eski dönemde Yahudilere verilmiş olan, Tanrının açıklanmış sözü ile çatışmadığını kanıtlamış olur. “Her kim” sözcüğü, tüm dünyayı kapsar. Elçi, daha önce 3.bölümde günah ile ilgili olarak Yahudi ve diğer uluslardan olan kişiler arasında hiç bir fark olmadığını belirtmiş idi. Şimdi ise “hiç bir fark yoktur” öğretişini bir başka açıdan ele alır. Herkes üzerinde aynı Rab egemendir ve O’nun adını çağıran herkes kurtulacaktır. Rabbin adını çağırmak ifadesinin anlamı elbette O’nun adını “iman ile” çağırmaktır. O’nun adı O’nun kim olduğunu açıklar. Rabbin adını çağıran kişi, O’na güvenir çünkü yazılmış olduğu gibi: “Rabbin adı güçlü kuledir ve doğrular bu kuleye girer ve orada güvende olurlar.”

Yahudi, kendisi hakkında, Rabbin seçilmiş kişisi olarak düşünmeye alışmıştır ve tek ve yaşayan Tanrının tanıklığının kendisine emanet edilmiş olduğunu düşünür. Bu yüzden itiraz eden kişi doğal olarak bu soruyu sorar ve Pavlus da şu sözleri hemen onun ağzına tıkar: “ama iman etmedikleri Kişiyi nasıl çağıracaklar?” Ve bu sorusuna bir diğer soruyu ekleyerek şöyle devam eder: “Duymadıkları kişiye nasıl iman edecekler?” Ve bu sorusunu bir üçüncü soru izler: “Tanrı sözünü yayan olmaz ise nasıl duyacaklar?” Ancak itirazlar bu noktada yine son bulmamıştır çünkü elçi aynı konuda sormaya devam eder: “Sözü yaymaya gönderilmezler ise sözü nasıl yayacaklar? Yazılmış olduğu gibi, ‘İyi haber müjdeleyenlerin ayakları ne kadar güzeldir!” Yahudi, Tanrıya iman etti; Tanrı hakkındaki sözleri işitti; müjdeyi yayanlar ona mesajı ilettiler ve bu müjdeciler ve vaizler Tanrı tarafından gönderildi. Ama Yahudilik sınırlarını aşmak ve esenlik müjdesini diğer uluslara götürmek için herhangi birini kim yetkili kıldı?

Pavlus, itiraz eden kişiye yanıt olarak, ona tüm bu ayrıcalıklara sahip olan İsrail’in kendisinden beklendiği şekilde karşılık vermediğini hatırlatır; müjdeye hepsi itaat etmemiş idi. Ve bu konuya eski antlaşma peygamberleri de değinmişler idi. Yeşaya üzgün bir şekilde şu soruyu sormuş idi: “Rab, haberimize kim inandı?” Yeşaya’nın bu soru ile belirtmek istediği, işitecek olan kişilerin mesajı kabul etmeyip reddedecek olmaları idi. Ama sonra, yanıtı itiraz eden kişi verir: “Pavlus, sen imanın işitmek ile ve Söz aracılığı ile ya da Tanrıdan gelen haber olarak kabul etmek ile olacağını söylüyorsun.” Elçi karşılık verir: “Evet, ama onlar duymadılar mı? Elbette duydular. Ama onlara gelerek üzerlerine sorumluluk yükleyen Tanrı sözünü kabul etmeyecek kadar karanlıkta ve bilgisiz kalmış bir halk nasıl olur da mevcut olabilir?” Mezmur 19 Tanrının sesinin yaratılış tarafından işitilebileceğine tanıklık eder: güneş, ay ve yıldızlar – bu güzel evrenin tüm harikaları – kişisel bir Yaratıcının gerçekliğine tanıklık ederler. Ve Mezmur yazarı bu neden ile şöyle der: “Sesleri yeryüzünü dolaşır ve sözleri dünyanın dört bucağına ulaşır.”

O halde, Tanrının diğer uluslardan olanlara konuşması yeni bir durum değildir. Bu konuda yeni olan tek şey, Tanrının şimdi, daha önce konuşmuş olduğundan çok daha fazla ve çok daha net konuşuyor olmasıdır. Tanrı şimdi, sözüne güvenecek olan herkes için sunduğu kurtuluş hakkında hata kabul etmez ifadeler ile beyanda bulunmaktadır. Ve buna rağmen İsrail, Tanrının diğer uluslardan olan insanları da kurtaracağını bilmiyor muydu? İsrail’in bu gerçeği bilmesi gerekiyor idi çünkü Musa’nın kendisi de bundan söz etmiş idi: “Ben sizi ulus olmayan ile kıskandıracağım. Anlayışsız bir ulus ile sizi öfkelendireceğim.” Ve Yeşaya peygamber ödün vermeyen cesareti ile şu beyanda bulunur: “Aramayanlar beni buldu ve sormayanlara kendimi gösterdim.” Hiç kuşkusuz bu gibi sözler yalnızca dünyadaki diğer uluslardan olan putperestler için söylenmiş idi. Ve tüm ayrıcalıklara sahip olan İsrail’e gelince, Tanrı onlar ile ilgili olarak şöyle demiş idi: “Söz dinlemeyen asi bir halka bütün gün ellerimi uzatıp durdum.” Aynı konuya bir sonraki bölümün başlangıç ayetlerinde devam edilir ve bu ayetlerde göreceğimiz gibi elçi, Tanrının hali hazırdaki hariç tutma sırasında bile İsrail halkı arasından seçmiş olduklarını nasıl Kendisine çektiğini gösterir. Ama biz tüm bölümü bir kerede gözden geçireceğiz ve bu yüzden artık daha fazla bir yorumda bulunmayacağım, yalnızca aşikar olan şu nokta üzerinde ısrar ile durmak isterim: hali hazırdaki hariç tutma sırasında lütuf, Yahudi soyunun sınırlarının ötesindeki diğer uluslardan olanlara duyurulur iken İsraillilerin müjdeyi nihai reddedişini kapsamaz. Ama özel ayrıcalığın sona erdiğini ima eder. İsrailliler istedikleri takdirde kurtulabilirler ama yalnızca küçümsedikleri o diğer uluslardan olan kişiler ile tamamen eşit temeller üzerinde kurtulabilirler. Ayrımın ortasında duran duvar yıkılmıştır ama suçlarını kabul eden ve O’nun adını çağıran herkese İsa Mesih aracılığı ile lütuf sunulmuştur