DERS III

Müjde’ye Duyulan İhtiyaç

Bölümler 1:18-3:20

Müjdenin Tanrının doğruluğunu açıkladığını gördük. Elçi şimdi, böyle bir açıklamaya neden ihtiyaç duyulduğunu göstermek için yazmaya devam eder.  Ve delil üstüne delil, kanıt üstüne kanıt belirterek kutsal yazılar peş peşe sıralayarak şu önemli gerçeği ortaya koyar: Kendisine ait bir doğruluğu yoktur. Ama insan doğruluğunun hem doğası hem de uygulaması tahtının temelleri adalet üzerine kurulmuş bir Tanrının sınırsız ve kusursuz doğruluğu ile tam bir çatışma içindedir, aralarında yüzde bir uyum bile yoktur. Elçi, bu konuya mektubun bir sonraki bölümünde 1:18-3:20 ayetleri arasında yer verir. Ve çok usta bir şekilde tüm dünyayı mahkeme salonuna getirir ve mahkumiyetin tüm insanlar günah işledikleri için hepsinin üzerinde olduğunu gösterir. İnsan suçludur ve bu konuda tamamen çaresizdir ve bu durumunu değiştirmek için asla bir şey yapamaz. Eğer Tanrının insana sağlayacağı bir doğruluk yok ise insan davasını kaybeder.

İlk bölümün 18-32.ayetlerinde barbarların durumu gözden geçirilir. “Haksızlık ile gerçeğe engel olan insanların bütün tanrısızlığına ve haksızlığına karşı Tanrının gazabı gökten açıkça gösterilmektedir.” Hitap edilen ilk kategori putperest dünyadır. İkinci kategoride ise kendilerine tanrısal bir açıklama gelmiş olan kişiler yer alır. Barbarlar ve putperestler genelde tanrısızlardır. Onlar gerçek Tanrıyı tanımazlar ve bu neden ile yaşadıkları “dünyada tanrısızlardır.” Bu yüzden onların davranışları tanrısızlık olarak tanımlanır.

Öte yandan, Yahudi’ye Tanrı bilgisi ve tanrısal bir doğruluk yasası verilmiştir. Yahudi kendi doğruluğuna güvenerek yürür iken kendisini yüceltmiş olmaktadır. Tanrı ile ilgili gerçeğin yerine yalanı (ya da Gerçek Tanrının yerine sahte ilahları) koydular. Böylece burada Tanrının gazabı, her iki kategoride yer alan kişiler için açıklanır.

Putperestlerin hiç bir özürleri yoktur. İnsanoğlu yapışkan çamurdan tanrısallığa doğru ilerler iken insanın evrimindeki adımlar tanrısızlık ve putperestlik değildir. Putperestlik ya da dinsizlik yukarı doğru bir ilerleme değil, aksine bir düşüştür. Büyük putperest ülkeler bir zamanlar şimdi bildiklerinden daha fazlasını biliyorlar idi. Tufan aracılığı ile gelen Tanrı bilgisi eski dünya tarafından yayılmış idi. Tüm büyük putperest sistemlerin arkasında var olan monoteizm yani tektanrıcılık sistemidir. Ama insanlar Tanrı hakkındaki bu mahrem bilgiye tahammül edemediler çünkü bu bilgi günahları nedeni ile onları rahatsız etti; bu neden ile araya putlar koydular ve sonunda gerçek Tanrı ile ilgili bilgi tamamen kayboldu. Ama Tanrının Kendisi hakkındaki sürekli tanıklığı yaratılış ile bu gün de sürmektedir. “Tanrıya ilişkin ne var ise gözlerinin önündedir. Tanrı hepsini gözlerinin önüne sermiştir.” Göksel cisimlerin devinimlerinin matematiksel titizliği bir birini izleyen mevsimleri ile düzenlenmiş bu evren Tanrısal Zihin’e tanıklık eder. Yörüngelerindeki yıldızlar yüce Yaratıcının gücünü ilan ederler:

Yıldızlar parlar iken sonsuzluk boyunca
‘Bizi yaratan El, tanrısaldır’ diye şarkılar söylerler.”

Bu neden ile “Tanrının görünmeyen nitelikleri –sonsuz gücü ve Tanrılığı – dünya yaratılalı beri O’nun yaptıkları ile anlaşılmakta ve açıkça görülmektedir.” Orijinal metindeki bir sözcük Türkçe’ye de tek bir sözcük ile çevrilir: bu sözcük, Poima’dır ve bu sözcükten poem yani ‘şiir’ sözcüğü türetilmiştir. Yaratılış, Tanrının büyük destansı şiiridir; her parçası görkemli bir ilahinin satırları ve sözleri gibi bir arada buluşmuştur. Efesliler 2:10 ayetinde aynı sözcüğü tekrar görürüz. “Biz, Tanrının yapıtıyız” –O’nun şiiriyiz- O’nun önceden hazırladığı iyi işleri yapmak üzere Mesih İsa’da yaratıldık.” Bu, Tanrının en büyük şiiridir: Kurtuluş destanı!

“Var olmayan bir dünyayı var olmaya çağırmak büyüktür;
Ama o dünyayı kurtarmak daha büyüktür.”

Böylece Vahiy 4 ve 5. Bölümlerde bu iki harika şiir kutlanır. 4.bölümde taht üzerinde oturan ve taç giymiş kutsallar Mesih’e Yaratıcıları olarak tapınırlar. 5.bölümde bu kutsallar O’na Kurtarıcı olarak tapınırlar.

Pavlus’un yazdıklarını izlemeye devam eder iken 21-23.ayetlerde barbar ulusların bildikleri halde O’nu Tanrı olarak yüceltmedikleri ve O’na şükretmedikleri için özürleri olmadığını okuruz. “Tanrıyı bildikleri halde O’nu Tanrı olarak yüceltmediler. O’na şükretmediler. Tersine düşüncelerinde budalalığa düştüler ve anlayışsız yüreklerini karanlık bürüdü. Akıllı olduklarını ileri sürer iken akılsız olup çıktılar. Ölümsüz Tanrının yüceliği yerine ölümlü insana, kuşlara, dört ayaklılara ve sürüngenlere benzeyen putları yeğlediler. Burada putperestliğin alçak kızaklarının dönüşlü yokuşlarında aşağı doğru atılan adımlara dikkat edin – Tanrı önce idealize edilen bir insan olarak düşünülür ve sonra da gökte kanat açıp süzülen kuşlara, sonra yeryüzünde yürüyen dört ayaklılara ve son olarak da yılanlara ve iğrenç sürüngen varlıklara benzetilir. Mısırlı bile yılana ve kutsal saydıkları bok böceğine tapınmış idi ve geri dönüp tüm Mısır mitolojisine bakacak olur isek tek gerçek ve yaşayan Tanrı ile ilgili orijinal açıklamanın gizlenmiş olduğunu görürüz. Dünya ölçülerinde en uygar sayılan ulusların ne kadar düşmüş olduklarını bu örneklerden anlayabiliriz. Ve diğer uluslar da aynı şekilde benzer nitelikler sergilerler!

İnsanlar Tanrıdan vazgeçtikleri için Tanrı da onlardan vazgeçti. Bunu izleyen ayetlerde iki kez şu sözleri okuruz: “Tanrı, onları teslim etti”, önce ahlaksızlığa sonra utanç verici tutkulara! Bir kez şu ifadeyi okuruz:” Tanrı onları yararsız düşüncelere ve yakışıksız davranışlara teslim etti.” Burada sözü edilen kötülük ve ahlaksızlıklar Kutsal Olan’a sırt çevirmenin doğal sonucudur. Söz ile anlatılamaz gariplikleri içindeki putperestlik örneği abartılmamıştır; putperest kişilerin yaşamlarına tanık olan herkes bunu doğrulayacaktır. Buradaki en kötü şey, tüm kötülük ve murdarlığın modern yüksek sosyetedeki erkek ve kadınlar Tanrıyı tanımadıkları zaman tekrar meydana getirilmesidir. Eğer insanlar Tanrının gerçeğini bir yalana dönüştürür ve Yaratan yerine yaratığa tapınıp hizmet ederler ise doğanın tüm düzeni ihlal edilmiş olur. Çünkü insanda Tanrı korkusu olmadığı zaman doğal yürekteki kötü arzuları kontrol altında tutacak bilinen hiç bir güç yoktur. Tanrı insanları, kutsal olmaya tutkularını izlemeye terk ettiği zaman benliğin en kötü görünümlerinin sergileneceği aşikardır.

Son ayetlerde Tanrıdan uzak olan insanlar ile ilgili çok güçlü bir örnek verilir. Günah ve çürümüşlük her yerde zaferlidir. Tanrıya sırt çevrildiği takdirde adalet ve doğruluk bulunamaz. Ve insanlar günahları konusunda duyarlı olmaz ya da kötü yollarından utanç duymazlar. Ama “böyle davrananları ölümü hak ettiğine ilişkin Tanrı buyruğunu bildikleri halde bunları yanlız yapmak ile kalmaz aynı zamanda yapanları da onaylarlar.”

Elçinin putperestlik ile ilgili verdiği örnek halen geçerli olduğuna dair şu gazete alıntısının tanıklığına bakalım: “Çinli bir öğretmen bir zamanlar bir Tanrı hizmetkarına Kutsal Kitap’ın söylendiği kadar eski bir kitap olamayacağını söylemiş idi; çünkü Romalıların ilk bölümü Çin davranışının yanıtını vermektedir; bu neden ile Tanrı hizmetkarı ancak halkı iyi tanıdıktan sonra bunları yazması mümkün idi. Hata, doğal olmayan bir hata değil idi ama Kutsal Kitap’ın gerçeğine putperestlerin bir tanıklığını oluşturmakta idi.”

Bir sonraki bölümün ilk on altı ayetinde farklı bir sınıf gözlemlenir: bu sınıf, kültür ve arınma dünyasıdır. Hiç kuşkusuz çeşitli eğitimli felsefe izleyicilerinin sistemleri arasında çok doğru yaşam sürdüren kişiler vardır; öyle ki, bu kişiler kendi iyiliklerini temel alarak Tanrının huzuruna gelir ve iyi insanlar oldukları için O’nun bereketini talep edebilirler! Yine hiç kuşkusuz bu kişiler cahil kesimin kötülüklerine bakıp onlara tiksinti ve nefret ile bakabilirler ama kendi özel yaşamları acaba yüksek ses ile suçladıkları bu kişilerin yaşamlarından daha kutsal ya da daha mı temizdir?

Şimdi, bu kişilerin muhakemeye çıkartılma zamanları gelmiştir, yani, elçi burada korkusuzca onları ulu yargıç önüne çıkmaya davet eder; ulu yargıç, “adalet ve doğruluğu seven, doğru ve adil olan Rab’dir.” “İşte bu neden ile ey insan, kim olur isen ol, senin özrün yoktur, “Başkasını yargıladığı konuda kendini mahkum ediyorsun; çünkü ey yargılayan sen, aynı şeyleri yapıyorsun!” Felsefe, kendisine bağlı olan kişileri benliğin tutkularından korumaz; kötülüğe üstün gelecek gücün ille de kötülüğün farkında olan güç olması gerekmez. Kültür, yüreği temizlemediği gibi eğitim de insan doğasını değiştirmez. Ve Tanrının yargısı gerçeğe uygun olarak kötülüğü yapana karşı olacaktır. Kötülük yapar iken erdemin övülmesi, kişiyi arkadaşlarına yakayı ele vermeden kurtarabilir ama Tanrının kötülüğe bakamayacak kadar saf olan gözlerini aldatamaz.

Elçi ciddi bir şekilde şu soruları sorar: “Bu gibi şeyleri yargılayan ama aynısını yapan ey insan, Tanrının yargısında kaçabileceğini mi sanıyorsun? Tanrının sınırsız iyiliğini, hoş görüsünü ve sabrını hor mu görüyorsun? O’nun iyiliğinin seni tövbeye yönelttiğini bilmiyor musun?”  İnsanlar “eğer kötü bir eyleme karşı ifa yargısı hemen çabucak gelmez ise”, kendi yollarını Tanrının görmezlikten geldiğini düşünmeye eğilim gösterirler; oysa Tanrı, insanların kendi günahları ve kendi suçları ile yüz yüze gelmeleri için fırsata sahip olabilsinler diye sabır ve merhamet ile bekler, öyle ki insanlar merhamet bulsunlar. İnsanlar yüreklerindeki katılık ve tövbesizlik nedeni ile doğru olanı yapmak yerine tanrısal lütufta etkilenmezler ve “Tanrını adil yargısının açıklanacağı gazap günü için kendilerine karşı gazap biriktirirler. Tanrı herkese yaptıklarının karşılığını verecektir.”

“Biriktirmek” ifadesi ne kadar da ciddi bir ifadedir! Gazap günü için gazap biriktirmek! “Ateş ve kükürt gölün” inandığı için ahmaklık ile suçlanan yaşlı ve yoksul bir siyahi kadının kendisi ile alay eden kişilere verdiği yanıt ne kadar da yerindedir; “herkes kendi kükürtünü beraberinde götürür!” Ah, işte bu kadar! Tanrıya karşı olan her isyankar, ışığa karşı olan her günahkar ve kendi vicdanını ihlal eden herkes kendi kükürtünü beraberinde taşır! Ve kendi yazgısını yine kendi hazırlamış olur.

Ben inanıyorum ki, uygun olan, Authorized Version’da belirtildiği gibi yalnızca 13-15.ayetleri değil ama 7-15.ayetleri parentez içinde ya da arada belirtilen ayetler olarak düşünmemizdir. Bu ayetlerde, diğer kişilerin hoşuna gitmeyen bazı ışık ve ayrıcalıklar bulunduğu için Tanrıyı adil olmamak ile suçlamak için kusur bulmaya çalışan kişiyi sonsuza kadar susturması gereken önemli yargı ilkeleri yer almaktadır.

Yargı, “gerçeğe göre” ve “işlere göre”” yapılacaktır. İnsanlar asla bilmedikleri ışık aracılığı ile değil sahip oldukları ışık aracılığı ile yargılanacaklardır. Sonsuz yaşam sürekli iyilik ederek yücelik, saygınlık ve ölümsüzlük arayan herkese verilecek. (Bu çeviride ölümsüzlük değil ama bozulmazlık sözcüğü kullanıldığına dikkat edin. Her iki sözcük de Authorized Version’da sık sık zihin karıştıran sözcükler olsalar da aralarındaki anlam farkı çok büyük bir önem taşımaktadır.) Eğer bu iki sözcükten herhangi biri bu şekilde karakterize edilir ise can’da tanrısal bir iş olduğu kanıtlanır idi; ancak böyle yaşayan doğal insan var mıdır? O halde bu durumda Tanrı, “bencillerin ve gerçeğe uymayıp haksızlık peşinden gidenlerin üzerine ise gazap ve öfke yağdıracak.”  Ve “Kötülük eden herkese-önce Yahudi’ye, sonra Yahudi olmayana- sıkıntı ve elem verecek: iyilik eden herkese –yine önde Yahudi’ye sonra Yahudi olmayana- yücelik, saygınlık ve esenlik verecektir. Çünkü tanrı insanlar arasında ayrım yapmaz.”

Tanrının bu yüzden tüm insanlara farklı bir yargıda bulunacağını ima etmek istemiyoruz; ama yargı standardı ışığın verilişi olacaktır. Bu konuda hiç kimse şikayetçi olamaz çünkü eğer biri “parıltıyı izler ise” adımlarına rehberlik edeceği yeterli ışığı bulacak ve kurtuluşunu garanti edecektir. Eğer insanlar doğanın ışığı aracılığı ile Yaratıcılarına olan sorumluluklarının farkına varırlar ise Tanrı onlara, onları canlarının kurtuluşuna götürecek ışığı vermeye devam etmekten Kendisini sorumlu kılacaktır.

Tanrı, insanlar arasında ayrım yapmaz. Ayrıcalıklar ne kadar büyük ise sorumluluklar da o kadar büyük olacaktır. Ama ayrıcalıkların farklı olarak azaldığı yerde Tanrı, eğitimsiz ya da bilgisiz kişilere dış koşulları daha iyi olan kişilere gösterdiği ilgi ve tatlı şefkatten daha azını göstermez.

“Kutsal Yasayı bilmeden günah işleyenler Yasa olmadan da mahvolacaklar. Yasayı bildikleri halde günah işleyenler ise Yasa ile yargılanacaklar.” Bundan daha makul bir ilke olamaz. İnsanlar bildikleri ya da istedikleri takdirde bilebilecekleri şeylerden sorumlu tutulurlar. Bilgisizlik ışığı isteyerek reddetmenin sonucu olmadığı sürece bilgisizlik nedeni ile mahkum edilmezler. “İnsanlar ışık yerine karanlığı seçtiler çünkü yaptıkları işler kötü idi.”

Parentez içine alınacak 13-15.ayetler daha önce güçlü bir şekilde ortaya konmuş olan sade ilkeyi vurgularlar. Yargı, işlere göre olacaktır. Yasayı bilmek ve ona itaat etme konusunda başarısız olmak mahkumiyeti çoğaltmaktan başka bir işe yaramaz. Tanrı katında aklanacak olanlar yasayı işitenler değil, onu yerine getirenlerdir. Ama biz kurtuluş konusuna bu bakış açısından bakıldığı zaman herkesin kaybolacağını öğrendik çünkü “Tanrının huzurunda yasanın işleri ile hiç bir insan aklanamaz.” Yahudi, tanrısal sözlere sahip olduğu için kendisi ile övündü ve bu neden ile kendisinin çevredeki diğer uluslardan daha üstün kılındığını düşündü. Ama Tanrı Kendisini tanıksız bırakmamıştır. Ve bu öteki uluslara hem vicdan ışığı hem de doğa ışığını vermiştir. Böylece yasadan yoksun uluslar yasadan habersiz olsalar bile kendi yasalarını koymuş olurlar. “Böylelikle yasanın gerektirdiklerinin yüreklerinde yazılı olduğunu gösterirler.” Bu, yeniden doğmaktır ve Yeni Antlaşma’nın farklı ve ayrıcalıklı bereketidir. Eğer yazılı yasa olsa idi o zaman onun doğruluğunu yerine getirecekler idi. Ama yasanın işi, oldukça farklı başka bir konudur. “Yasa, gazaba yol açar.” Yasa bir “mahkumiyet hizmetidir.” Ve yasayı asla işitmemiş olan öteki uluslara ait günahkarlar kendileri lehine ya da aleyhine tanıklık eden tanrısal olarak kendilerine verilmiş olan vicdanlarını ihlal ederek yaşadıkları zaman suçluluk hissi duyarlar; kendilerini ya da başkalarını suçlarlar. Bu durum onların, sorumluluk alanında olduklarının ve İnsan İsa Mesih çağların yargı kürsüsünde oturup insanların davranışlarındaki gizli motif ve nedenleri ortaya koyduğu zaman, işte o ciddi günde Tanrının onları yargılamak ile adil davranmış olacağının tecrübeye dayalı kanıtıdır. Pavlus bu gerçeği” Müjdeme göre” ifadesi ile belirtmiştir. Ve Çarmıha Gerilmiş Olan’ın en Yüce olarak tahtta oturacağını bildirir. “Çünkü Tanrı dünyayı atadığı Kişi aracılığı ile adaletle yargılayacağı günü saptamıştır. Ve bu Kişi’yi ölümden diriltmek ile bunun güvencesini herkese vermiştir.” (Elçilerin İşleri 17:31)

Elçinin, öteki ulusların – barbar ya da en üst düzeyde uygar -günahkarlığı ve bozulmuşluğu ile ilgili yazmış olduğu her şey ile Yahudi tam olarak hemfikirdir. İbrahim ile yapılan antlaşmanın dışında kalan kişiler “İsrail’e yabancı olanlar hatta köpekler olarak “ anılırlar idi. Ve onların yargısı adil idi çünkü onlar Tanrının ve O’nun seçilmiş halkının düşmanları idiler; ancak bu durum İbraniler açısından farklı idi. İbraniler, Yehova’nın seçilmişleri, Tanrının, kutsal yasasını vermiş olduğu seçilmiş soy ve O’nun özel ilgisini alan bol bereketlenmiş bir halk idi. Bu neden ile onlar, uygulamalı doğruluk görmezden gelinir ya da önemsenmez ise doğru öğretişe tutunmayı unutmanın geçerli olmayacağı mantığına vardılar.

Elçi aniden kibirli dünyevi Saduki ve halinden hoşnut Ferisi’yi mahkemeye davet eder ve onları küçümsenen ya da aşağı görülen diğer uluslar ile birlikte suçlamaya devam eder. 17-29.ayetler bize, seçilmiş halk hakkında açıklama verirler.

Elçi bu konuda şunları yazar:” Ya sen? Kendine Yahudi diyor ve kutsal yasaya dayanıp Tanrı ile övünüyorsun. Tanrının isteğini biliyorsun. En üstün değerleri yasadan ayırt etmeyi öğrenmişsin. Kutsal yasada bilginin ve gerçeğin özüne kavuşmuş olarak körlerin kılavuzu ve karanlıkta kalanların ışığı, akılsızların eğiticisi ve çocukların öğretmeni olduğuna inanmışsın. (ayetler 17-20) Pavlus çok ustaca yazılmış olan bu cümlelerinde onların tüm iddialarını bir araya toplar. Ve ben burada iddialardan söz ettiğim zaman sahte iddialardan ya da yalan beyandan bahsetmiyorum. Onlar bu değerler ile kendilerini yüceltiyorlar idi ve aslında iddiaları gerçek idi. Tanrı Kendisini bu halka, başka hiç bir halka olmayan bir şekilde açıklamış idi. Ama onlar Tanrının antlaşmasını yerine getirme konusunda başarısız kaldıkları takdirde Tanrının yargısının dışında kalacaklarını düşünmek gibi bir yanılgı içinde idiler. Tanrı bu konuda çok önceden şu sözleri söylemiş idi: “Yeryüzündeki tüm halklar arasından yalnız sizi tanıdım. Bu yüzden suçlarınızı karşılıksız bırakmayacağım.” (Amos 3:2)

Ayrıcalık, sorumluluğu çoğaltır. Bazı kişilerin düşündükleri gibi sorumluluğu bir kenara atmaz. Tanrısal sözler hakkındaki bilgi Yahudi’ye başka hiç kimsenin sahip olmadığı bir yargı standardı verir. İşte bu yüzden Yahudi’nin yaşamının diğer kişilerin yaşamından çok daha kutsal olması gerekir! İsraililer, çevrelerindeki diğer uluslardan çok daha doğru kişiler mi idiler? Aksine, Daha az ışığa ve daha az ayrıcalığa sahip olan öteki uluslardan çok daha sefil bir şekilde başarısız oldular.

Tanrının Ruhu isabetli bir şekilde onların gerçek konumları hakkındaki gerçeği ortaya koyar; yüreklerinin en derin yerindeki sırlarının açığa çıkması ve yaşamlarındaki gizli günahları onlara göstermek için dört soru ile harekete geçer: “Başkasına öğretir iken kendine de öğretmez misin?” Yeni öğrencilerin öğretmeni olmak için uygun olduğundan çok eminsin, yasada verilmiş olan öğüde kulak astın mı? Yanıt verilmez!

“Çalmamayı öğütler iken çalar mısın?” Eski dünya dönemi boyunca Yahudi’ye baş hırsız ya da en büyük hırsız olarak bakıldı; Yahudi, borç veren kişilerin, müşterilerinin zenginliğini yok etmek için kullandığı hilelerin en kurnazını kullanan bir tefeci oldu. Diğer uluslardan olan kişilerin içinde bulundukları umutsuzluk nedeni ile kendilerini gönüllü olarak Yahudi rehinci ya da tefecinin eline teslim ettiği doğrudur. Ama bu kişiler bunu yapar iken şunu çok iyi biliyorlar idi: diğer uluslardan olan ve borç alan kişi Yahudi tarafından nefret edilen bir köpek olarak görülüyor idi ve kendisine borç veren Yahudi, fakir bir borçlu olan bu kişiye acıma ve şefkat gibi incelikler ile davranmıyor idi. Yahudi’nin bu noktada da söz söylemeye hakkı yoktur.

“’Zina etmeyin’ derken zina eder misin?”  Şehvet düşkünlüğünün en ciddi şekli İsrail’de sıra dışı bir suç değil idi; tanrısal kayıtlar bu gerçeği kanıtlar ve tarih de bu gerçeğe tanıklık eder. Kötülük, insan doğasında mevcuttur. “Fuhuş ve zina ve her tür kötülük insanın yüreğinden kaynaklanır.” Yahudi bu konuda en az diğer uluslardan olan komşuları kadar suçludur. Yahudi yine yanıt veremez.

En keskin ve en akıllıca baskı belki de tam olarak son soruda yer almaktadır: “Putlardan tiksinir iken tapınakları yağmalar mısın?” “Tapınakları yağmalamak” olarak tercüme edilen sözcük, aslında “putlar ile alışverişte bulunmak” anlamına gelir. Bu durum Yahudi’nin çok garip bir şekilde suçlandığı bir durum idi. Yahudi, putlardan tiksinirdi; ama buna rağmen savaşta yendiği bazı halkların tapınaklarından putlar çalma eyleminde bulunur ve bu putları başka bölgelerde satmaktan çekinmez idi. Hatta Yahudi düzenli bir şekilde tapınak soymak ve sonra çaldığı putları satmak ile bile suçlanıyor idi. Efes kentindeki belediye sicil memuru şu sözleri söyler iken aklından geçen bu konu idi: “Buraya getirdiğiniz bu adamlar ne tapınakları (kiliseleri değil), yağma ettiler ne de tanrıçamıza sövdüler.” (Elçilerin İşleri 19:37) görüldüğü gibi bu ifade, gerçekten de çok keskin idi; putperestlikten ve onun tüm işlerinden tiksindiğini ağzı ile söyleyen insanın iki yüzlü karakterini bir kez daha ortaya çıkartıyor idi ve Yahudi yine de böylesine nankör bir davranış ile putları kullanarak kendisine finansal kar sağlamaktan çekinmiyor idi.

Ve elçi bu noktada şu korkunç ifadeyi dile getirir: “Sizin yüzünüzden uluslararasında Tanrının adına küfrediliyor.” (ayet 24) Bu sözler daha önce Yahudi peygamberler tarafından beyan edilmişler idi ve elçi burada kutsal yazıların üstünde durarak onların vicdanlarına hitap etmek istemektedir.

Dünyasal bir davranış ile yürür iken İbrahim ile yapılan antlaşmanın bir simgesi olan sünnete güvenmek insanın kendisini kandırmaktan başka bir şey değildir. Eğer düzenler sözünü ettikleri konuları ihmal ediyorlar ise bir yarar sağlamazlar. Diğer uluslardan olan sünnetsiz bir kişi eğer Tanrının huzurunda doğruluk ile yürüyor ise sünnetli sayılır. Oysa bedeninde antlaşmanın işareti olan sünnete sahip bir Yahudi eğer yasayı ihlal ederek yaşıyor ise mahkumiyetine yalnızca katkıda bulunmuş olacaktır.

Tanrı için geçerli olan gerçekliktir. Gerçek Yahudi (ve “Yahudi” “Övgü” anlamına gelen Yahuda sözcüğünden türemiş bir kelimedir) yalnızca doğal doğum aracılığı ile ya da törene dışsal uygunluk açısından Yahudi olmaz. Gerçek Yahudi, Rabbin gözünde günahkar olduğunu kabul etmiş olan ve şimdi artık Tanrının açıklamış olduğu isteği ile uyum halinde yürümek isteyen ve böylece yüreği sünnet edilmiş olan kişidir. “İçten Yahudi olan kişi, insanların değil, Tanrının övgüsünü kazanır.” (ayetler 26-29)

3. bölümün 1-20 ayetlerinde daha önce olup bitmiş olan her şeyin özeti ile ilgili önemli bir açıklama okuruz. Yahudi ve diğer uluslardan olan kişi arasında bir ahlak ayrımı mevcut değildir. Tanrı onlara kendi doğruluğunu sağlamadığı sürece her ikisi de mahkumiyete tutsaktır.

Yahudinin, diğer uluslardan olan kişiden daha üstün bazı ayrıcalıklara sahip olması bencillik olarak kabul edilir ve bu bencillik kendisini öncelikle Tanrının sözü olan kutsal yazılara sahip olması konusunda ya da bu yazıların kendisine emanet edilmesi ile ilgili olarak ortaya çıkar. Çünkü aslında bu kutsal yazılar Yahudinin suçunu daha da belirgin hale getirirler; bu kutsal yazılara gerçekten iman etmedikleri takdirde bile imansızlıkları ya da güvenilmez oluşları, Tanrının güvenilirliğini ortadan kaldırmaz. Tanrı Kendi seçmiş olduğu halkını bir kenara bırakmak pahasına bile Sözünü yerine getirecektir. Diğer herkes güvenilmez olduğunu kanıtlasa da Tanrının güvenilir olması gerekir. Tanrı, yargı gününde, Davut’un Mezmur 51’de (ayetler 1-4) itiraf ettiği gibi Kendi adaletini koruyacaktır.

O zaman insanın kötülüğü Tanrı’ya Kendi doğruluğunu sergilemesi için açılan bir yol mudur ve böyle bir şeyin olması mı gerekir? Eğer böyle ise o zaman günah tanrısal planın bir parçasıdır ve insan günah konusunda sorumlu tutulamaz. Ama elçi bu düşünceyi kızarak reddeder. Tanrı adildir. O, insanların günahlarını adalet ile yargılayacaktır. Ve günah önceden belirlenmiş ve önceden karar verilmiş olsa idi bu mümkün olamaz idi. Ve o zaman insan şu tür bir şikayette bulunmak için bir nedene sahip olabilir idi. “Tanrının her zaman doğruyu söylediği benim yalanım ile yüceliği daha açık şekilde ortaya çıkmış ise ben niçin yine bir günahkar olarak yargılanıyorum?” Ve aynı konuda bazı kişiler Pavlus’un bu öğretişini küfür niteliğinde algılarlar; eğer günah önceden belirlen: “Bazılarının bizi kötüleyerek söylediğimizi ileri sürdüğü gibi niçinmiş ve karar verilmiş bir konu olsa idi ‘Kötülük yapalım da bundan iyilik çıksın’ demeyelim” ifadesi doğru olur idi. Ancak böyle düşünen herkesin ahlaki düşüncesinin bozuk olduğu kesindir. Ve onların yargı görmesi adildir.

Sonra 9-20 ayetlerinde tüm insan soyu üzerinde verilmiş olan tanrısal hükmü okuruz. Yahudi öteki uluslardan olan bir kişiden daha iyi bir insan değildir. Hepsi de aynı şekilde günah altındadır, yani günahın tutsağıdır. Ve Eski Antlaşma da bu gerçeği doğrular. Eski Antlaşma, usta bir avukat gibi davasını kanıtlamak için tüm yetkileri peş peşe sıralar. Alıntıların hemen hepsi Mezmurlar’dan yapılmıştır ve bir tanesi de peygamber Yeşaya’nın kitabından alınmıştır. (Bakınız Mezmur 14:1-3; 53:1-3; 5:9; 140:3; 10:7; Yeşaya 59:7,8; Mezmur: 36:1.) Bunlar Yahudinin reddetme girişiminde bulunamayacağı tanıklıklardır. Ve kendisinin kabul etmiş olduğu kutsal yazılarda yer alan tanıklıklardır. Bu belirtilen ya da özetlenmiş olan kanıtın içinde on dört ayrı gerçek yer alır.

  1. “Doğru kimse yok, tek kişi bile yok.” Herkes tek bir konuda bile olsa mutlaka hata yapmıştır.
  2. “Anlayan kimse yok.” Herkes kendi iradesi ile bilgisiz olmuştur.
  3. “Tanrıyı arayan tek kişi bile yok.” Herkes kendisi ile ilgili şeylerin peşinde.
  4. “Hepsi yoldan saptı.” Herkes bilerek gerçeğe sırtını döndü.
  5. “Tümü yararsız oldu.” Hepsi Tanrıyı yüceltmek yerine O’nun onurunu kırdı.
  6. “İyilik eden yok, tek kişi bile!” Herkesin işi kötüdür. Ve iyi olanın ardından gitmezler.
  7. “Ağızları açık birer mezardır.” Çünkü içlerinde çürüme vardır.
  8. “Dilleri ile aldatırlar.” Yalan söylemek ve aldatmak herkesin özelliğidir.
  9. “Engerek zehiri var dudaklarının altında.” Burada sözü edilen zehir başlangıçta “o eski yılan şeytan” aracılığı ile insan doğasına akıtılmış olan zehirdir.
  10. “Ağızları lanet ve acı söz ile doludur” çünkü “ağız yürekten taşanı söyler.”
  11. “Ayakları kan dökmeye seğirtir.” Bu yüzden onlarda bilgelik bulunmaz.
  12. “Yıkım ve dert var yollarında.” Çünkü onlar yaşam ve bereket kaynağı olan Tanrıyı unuttular.
  13. “Esenlik yolunu da bilmezler.” Çünkü kendi istekleri ile ölüm yollarını seçmişlerdir.
  14. “Tanrı korkusu yoktur onlarda.” Ve bu yüzden bilgeliğe sahip değildirler.

İnsana yöneltilmiş tüm bu suçlamalar karşısında “insan suçlu değil” diyebilecek kişi var mıdır?  Eğer var ise o zaman bırakalım konuşsun. Ancak bunu gerçekten yapabilecek hiç kimse yoktur. Ve elçi bu neden ile şu sonuca varır: “Kutsal Yasada söylenenlerin, her ağız kapansın ve tüm dünya Tanrı önünde hesap versin diye yasanın yönetimi altındakilere söylendiğini biliyoruz. Bu neden ile yasanın gereklerini yapmakla hiç kimse aklanmayacaktır. Çünkü yasa sayesinde günahın bilincine varılır.” (ayetler 19-20)

Tanrı bunları, Nuh’un zamanında olduğu gibi tekrar söylemektedir, “İnsanlığa son vereceğim.” Benlikte olanlar Tanrıyı hoşnut edemezler. “Benliğin hiç bir yararı yoktur.” Bu gerçeği öğrenme konusunda ne kadar da yavaş davranırız! Doğal insan için kendi doğruluğu yalanından vazgeçmesi ve Tanrının önünde kendisini yargılama ve tövbe etme toprağına yüz üstü kapanması nasıl da zordur! Ama ancak o zaman lütuf ile karşılaşabileceği tek yer olan o yeri bulacaktır!

Görmüş olduğumuz gibi yasa özel bir halk için verildi. Yalnızca bu halk “yasa altında idi.” Daha önce 2.bölüm 12-14 ayetlerinde okumuş olduğumuz gibi diğer uluslardan olanlar yasa altında değiller idi. O zaman nasıl oluyor da yasa altında olanların başarısızlığı, Tanrının önünde tüm dünyayı suçlu duruma getirebilir? Bunu açıklamak için bir örnek yararlı olacak. Bir adam çölde çok büyük bir araziye sahiptir. Ve kendisine bu arazinin bir otlak ya da çiftlik olarak hiç bir değeri olmadığı söylenir. Adam, arazinin kırk sekiz bin metre karesini çit ile çevirir; kazar ve gübreler ama sonuç olarak yalnızca çalı ve kaktüs elde eder! Arazinin geriye kalan bölümü için çaba göstermeye gerek yoktur çünkü arazi toprağının özelliği aynıdır. Adam, ziraatin hiç bir işe yaramadığını söyler. İsrail, Tanrının, kırk sekiz bin metre karelik arazisi idi; Tanrı, İsrail’e Yasasını verdi. Onları eğitti, terbiye etti, uyardı, azarladı, korudu ve onlara Oğlunu gönderdi ve İsrail, Tanrının Oğlunu reddetti ve çarmıha gerdi. Bu eyleme diğer uluslardan olanlar da katıldılar. Hepsi Tanrının yargısı altındadır. Bu konuda daha fazla araştırma yapmanın bir yararı yoktur. Benlikte Tanrıya yararlı hiç bir şey yoktur.

İnsan umutsuz ve çaresiz bir şekilde bozulmuştur. Ve yalnızca suçlu değil ama aynı zamanda içinde bulunduğu durumdan kendisini kurtarabilmesi nihai olarak da imkansızdır. Yasa, insana yalnızca suçlu olduğunu kanıtlar. Yasa aklayamaz. Yasa yalnızca suçlar ve mahkum eder.

Durum ne kadar da umutsuzdur! Ama Tanrı bu karanlık geçmişin içinde İsa Mesih’teki lütfunun zenginliklerini sergileyecektir!