DERS VI

Lütfun Zaferi

Kısım II

Bölüm 8

Kutsal Kitaplarımız düzenlenir iken ve metinler, bölüm ve ayetlere ayrılır iken belirlenen aralara izin vermek, özellikle bu mektuptaki yedinci ve sekizinci bölümlerin birbirlerinden ayrılmaları konusu beni her zaman üzmüştür. Bu yüzden pek çok canın önemli bağlantıları göremediklerinden eminim. Kutsal kitabı konular aracılığı ile okumak yerine, bölümler aracılığı ile okumak gibi bir yanlışa mahkum ediliyoruz. Örneğin burada şöyle olması gerekir idi: Sekizinci bölümün ilk dört ayeti, hemen yedinci bölümün bittiği ayeti izlemeli idi. Doğru olan budur; o zaman konuya, “Rabbimiz İsa Mesih aracılığı ile Tanrıya şükürler olsun!” cümlesindeki umut ifadesi de eklenmiş olacak idi.

Bu başlangıç ayetleri, değerli gerçeğin bir özetini oluştururlar; çünkü daha önce 5:12 ayetleri ile başlayan kısmın bir parçası ile açıklanmaktadırlar. Elbette ki, benim şu anda orijinal metni çok iyi bilen özen ile çalışan öğrencilere bunu bildirmem ve vurgulamam gereksiz: ayetin son kısmı metne eklenmiş bir sözcüktür(aslında bu son kısım 4.ayete aittir) ve 8.bölümün başlangıç sözlerinde belirtilen şu yüce gerçeğin anlamını belirsizleştirir: “Böylece Mesih İsa’ya ait olanlara artık hiç bir mahkumiyet yoktur.” Bu harika ifade belirleyici bir cümle talep etmez. Ve bizim yürüyüşümüze bağlı değildir. Mesih’te olan herkes için doğru ve geçerlidir ve Mesih’te olmanın anlamı, yeni yaratık olmaktır. R.V. ya da herhangi bir eleştirisel çeviriye kısaca göz atıldığı takdirde, benim üzerinde durduğum bu noktanın tüm editörler tarafından desteklendiği görülecektir. İnsanın, doğduğu andan beri egemen lütfa duyduğu nefretin ortak çevirinin metnine bu niteleyici sözleri eklediğinden eminim. Suçluluk duygusundan özgür olmanın, bizim Ruhun izinde yürümemize değil de İsa Mesih’te olmamıza bağlı olduğuna inanmak, her zaman çok zor olmuştur. Bu neden ile dördüncü ayete ait olan sözleri alıp birinci ayete yerleştirmek insanların kolayına gelmiştir. Ama bu sözler için uygun olan yer dördüncü ayettir, çünkü konumun durumu ileriye yöneliktir. Birinci ayetteki konu, gözden geçirilen durumun konusudur.

Kendi kaynaklarının en üst seviyesinde yaşamak istediği için sık sık başarısızlığa uğrayan ve bu yüzden kendi değersizliği ve gerginliğini hissederek acı çeken ve büyük sıkıntı duyan can için bu iyi haber, söz ile anlatılamayacak kadar büyük bir ferahlama sağlar. İyi haber şudur: Tanrı onu İsa Mesih’te görmektedir. Acı içinde kıvranan can bunu öğrendiği ve her tür suçlamadan özgür olduğunu anladığı zaman huzura kavuşur. Şöyle diyebilir: “Ama ben mahkumiyet ya da suçluluk hissediyorum.” Ama konu bu değildir. Gerçek, benim ne hissettiğim değil, Tanrının ne söylediğidir. Tanrı, beni dirilmiş Mesih’te görür ve beni sonsuza kadar mahkumiyetin ulaşamayacağı bir konuma yerleştirmiştir.

İşitmesi ağır ve görüşü bulanık olan bir mahkum, yargıcın tam beraati için karar verdiği anda, bu kararı felaketinin ilan edildiği bir karar olarak düşünebilir. Ancak ne körlüğü ne de sağırlığı beraat ettiği gerçeğini değiştiremez. Bizler genellikle işitmekte yavaş davranmamıza ve ruhsal görüşümüz çoğu zaman kusurlu olmasına rağmen Tanrının bu bereketli gerçeği değişmez, aynı kalır: Tanrı, imanlı bu görkemli gerçeğe tam olarak ulaşsa da ulaşmasa da imanlının mahkumiyetten özgür olduğunu ilan etmiştir.

Ah, sen, kuşku duyan okurum, kendine ve durumuna bakmaktan vazgeç; koyduğun sınırlardan ve hissettiğin duygulardan uzaklaş ve dirilmiş Mesih’e bak! Artık sonsuza kadar, bir zamanlar günahlarının üstüne konduğu çarmıhın ötesine bak! Ve kendini, Tanrının sağında yüceltilmiş olarak bulunan O’nda gör! Eğer günah sorunu tanrısal bir şekilde tatmin bulmamış olsa idi, İsa Mesih orada olmaz idi. O’nun orada bulunduğu ve sizin Tanrı tarafından O’nda görüldüğünüz gerçeği, tüm mahkumiyetten özgür olduğunuzun en kesin kanıtıdır.

“Ah, Tanrının Kendi Oğlu hakkındaki düşüncelerinden sonsuza kadar akan huzur,
O’nun çarmıhta her işi tamamladığını bilmekten gu öüyü anlatmak içinykelen esenlik.
Tanrı ile esenlik, yücelikteki Mesih’tir,
Tanrı ışıktır ve Tanrı sevgidir.
İsa bu öyküyü anlatmak için öldü,
Düşmanları Tanrı ile barıştırmak ve yukarı götürmek için öldü ve dirildi.”

Bizler, “İsa Mesih’te” Tanrıya götürüldük ve bu sayede yargı ile ilgili tüm sorun sonsuza kadar çözümlendi. Artık mahkumiyet konusu asla tekrar açılamaz.

Bu gerçek, Tanrıyı hoşnut etmek ile meşgul olan cana özgürlük verir; tanrısal hoşnutsuzluktan kaçmak için bir araç olarak değil ama bizi esenlik içinde kendisine götürene duyulan sevgiden ötürü özgür oluruz. Tüm kötü ve ciddi uyarı ve tehditleri ile yasanın yerine getiremediğini (yani, benliğin zayıflığı ve güvensizliği nedeni ile kutsal bir yaşam üretememek) Kutsal Ruh aracılığı ile yeni yaşamın gücünde yerine getirmek mümkün olur. İkinci ayetin daha net bir şekilde okunulması büyük olasılık ile şöyle olacaktır: “Ruhun yasası (yani İsa Mesih’teki yaşam), beni günah ve ölüm yasasından kurtardı.” Yani, yeniden doğuş ile alınan İsa Mesih’teki Ruhun yaşam yasası, imanlının, kendi gücü ile savaştığı sürece boş yere mücadele verdiği günah ve ölüm yasasının karşıtıdır. Zafer, imanlının, kendisinden, dirilmiş Mesih’e dönmesi ile kazanılır. Ruhun yasası bereket getirir çünkü imanlıya daha önce sahip olmadığı bir güç sağlar. Bu bütünü ile yepyeni bir ilkedir: İsa Mesih’teki yaşam (bizim içimizde olan ya da bizden kaynaklanan bir yaşam değil)! İşte bu yeni yaşam imanlıya verilmiştir ve imanlı bu yeni yaşamın gücünde yaşamaya çağrılmıştır. “Kendisini hoşnut edeni hem istemeniz hem de yapmanız için sizde etkin olan Tanrı’dır.” Yasa, doğası tamamen çürümüş ve sapmış olan ve yalnızca bozuk ürün verebilecek olan insandan Tanrı doğruluğu talep etti. Kutsal Ruh, Mesih’teki insanda yeni bir doğa üretmiştir ve bu yeni yaşam ile bağlantılı olarak ona yeni istek ve arzular vermiştir, öyle ki Tanrının sözünde açıklanmış olan Rabbin isteğine sevinç ile karşılık verebilsin. Bu neden ile yasanın doğruluğu, yasanın uygulamada talep ettiği iyilik, eski doğanın gücü altında kalmadan, benliğin ardından değil de Ruhun ardından yürüyen insanda üretilir; Mesih adına bize sahip olmak için gelmiş olan Kutsal Ruha boyun eğmek aracılığı ile ürün verilir.

5-27 ayetleri arasında elçi, Mesih’in yeryüzündeki tek gerçek vekili olan Kutsal Ruhun içimizde konut kurmuş olması ile bağlantılı gerçeği, geniş ve canı tazeleyen bir şekilde açıklamaya devam eder. Ve önce bize şunu hatırlatır: gözden geçirilmesi gereken birbirine tamamen karşıt iki ilke ya da birbirine tamamen zıt iki yaşam tarzı mevcuttur. Benliğin ardından gidenler, yani kurtulmamış olanlar benliğin doğası tarafından yönetilirler – onlar, “benlik ile ilgili işleri düşünürler.” Bu son sözlerde doğal insanın tüm yaşamının bir özetini okuruz. Bunun tam aksi olanlar, yani Ruhun ardından gidenler, Tanrının sözünden ve Tanrının Ruhundan doğmuş olan, kurtulmuş erkekler ve kadınlar olarak Ruhun değerlerini düşünme özelliğine sahiptirler. Elçi, parantez içinde şu açıklamayı yapar: “Benliğin düşüncesi ölümdür,” yani, tek yasal sonucu ölümdür; ama “Ruhun düşüncesi yaşam ve esenliktir.” Kutsal Ruh tarafından kontrol edilen kişi, ölümün yer almadığı ve çatışmanın bilinmediği yeni bir alana yükseltilmiş olan kişidir.

Benlik geliştirilemez; ne şimdi ne de hiç bir zaman geliştirilemez. En yaşlı ve en tanrısayar Hristiyandaki benlik, en kötü günahkardaki benlik gibi düzeltilmesi imkansız benliğin aynısıdır. “Çünkü benliğe dayanan düşünce Tanrıya düşmandır. Tanrının yasasına boyun eğmez, eğemez de.” (ayet 7) Benliği yenilemek ve temizlemek için harcanan tüm çabalar boşunadır. Yasa, benliğin tedavi edilemez kötülüğünü yalnızca ortaya çıkartır ve gösterir. Ve tüm bunlar doğal insanın neden nihai bir yararsızlık içinde olduğunu açıklar. “Benliğin denetiminde olanlar Tanrıyı hoşnut edemezler.” Söylemek istediğimiz, böyle bir kişinin elbette neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmediği değildir; kişi, neyin doğru olduğunu bilir ama onu yapacak güce sahip değildir. Kişinin neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmediğini söylemek, onun sorumluluk sahibi bir kişi olmadığını, ama yalnızca çok zalim bir kaderciliğin kurbanı olduğunu beyan etmektir. Ama kötüyü bilen ve doğruyu onaylayan doğal insan yanlışa eğilimlidir ve doğruyu yapmakta başarısız olur, çünkü benlikteki günah tarafından yönetilir ve bedeninin üyelerini kötülük araçları olarak, altıncı bölümde görmüş olduğumuz gibi günaha teslim eder. Doğasını değiştirecek güce sahip olmadığı için Tanrıyı gerçekten hoşnut edemez.

Ancak imanlı için durum farklıdır. İmanlı, Tanrıdan doğmuş olduğu için artık benlikte değildir. İmanlı şimdi Ruhtadır ve Tanrının Ruhu onda konut kurmuştur. Tanrının Ruhu içinde yaşadığı için, benliğin değil, Ruhun denetimindedir. Artık ilk insanın ailesinde ve eski doğanın hükmü altında değildir. İçinde Mesih’in Ruhu olmayan kişi, Mesih’in değildir. Söz konusu olan yalnızca Mesih değil ama aynı zamanda Mesih’in Ruhudur. Mesih tüm kurtardığı kişilerin içinde yaşaması için Kutsal Ruhu dünyaya göndermiştir.

Mesih, Ruhu aracılığı ile içimizde olduğu için kutsallığın güç kaynağı yalnızca O’dur. Mesih’in kendisi, kutsallığımızdır. Bu konuda bedenden yardım alamayız. “Beden, günah nedeni ile ölüdür.” Bu neden ile Tanrı için ürün verecek gücü yoktur; cansızdır. Her şey Ruhtan olmalıdır. “Ruh, doğruluk nedeni ile yaşamdır.”

Bu, bedeni hiçe saymak ya da değerini küçümsemek anlamına gelmez. Beden de Mesih’in kanı aracılığı ile satın alınmıştır ve bizlere şu vaat verilmiştir: “Mesih İsa’yı ölümden dirilten Tanrının Ruhu içinizde yaşıyor ise Mesih’i ölümden dirilten Tanrı, içinizde yaşayan Ruhu ile ölümlü bedenlerinize de yaşam verecektir.” (ayet 11) Bazı kişilerin ileri sürdüğü gibi bunun hali hazırdaki bir dirilme olduğunu söylemek ahmaklıktır; çünkü bir önceki ayet bize bunun tam aksini bildirir. “Beden günah nedeni ile ölüdür” – elbette gerçekten değil ama hukuken ölüdür. Bu yüzden bedenden herhangi bir şey beklemememiz gerekir. Güçlü bir beden kesinlikle güçlü bir kutsal anlamına gelmez, ya da güçsüz bir beden kesinlikle güçsüz bir imanlı anlamına gelmez! Hatta eğer gözden geçirdiğimiz gerçek bilinmiyor ise doğal güç, ruhsal gelişime bir engel bile teşkil edebilir; doğal gücün zayıflığı ise uygulamada kutsallığı daha kolay hale getiriyor gibi görünebilir. Bu yüzden keşişler gibi manastıra kapanmış olan çeşitli kişiler bedenlerini cezalandırarak ve aç kalarak lütufta büyümeye gayret etmişlerdir. Ama Koloseliler 2.bölümde bize söylenen şudur: “Kuşkusuz bu kuralların uyduruk dindarlık, sözde alçakgönüllülük ya da çilecilik ve bedene eziyet açısından bilgece bir görünüşü vardır ama benliğin tutkularını denetlemekte hiç bir yararları yoktur.

Ama beden Rab içindir ve İsa’yı ölümden dirilten aynı Kutsal Ruh sonunda bizi de, bu ölümlü bedenlerimize diriliş yaşamı vermek aracılığı ile diriltecektir. Elçi burada artık yeni bir yaşama sahip olan ruhu diri bir imanlının ölüme mahkum olan bedeninden söz etmektedir. Bu beden Rab İsa’nın ikinci gelişinde ölümsüzlüğü giyinecektir. Tanrı bize bunu vaat ettiği için benliğe hiç bir borcumuz yoktur. Benliğe hizmet etmemize neden olacak bir borcumuz yoktur. Böyle yaptığımız takdirde, bunun anlamı ölmek olacaktır (elçi burada önemli bir gerçeğe yani, günahın ölüm getirdiği gerçeğine dikkat çeker). Ama eğer içimizde konut kurmuş Ruhun gücü aracılığı ile bedenin işlerini öldürecek olur isek o zaman gerçekten yaşamış oluruz. Beden, benliğin, eylemleri için araç olarak kullandığı bir varlık olarak görülür. Yasa dışı işler için doğal iştahı kabartır. Ruh tarafından yönetilen kişi, bu duruma karşı dikkatli olmalıdır. Ruh ile yönetilen imanlı bu yasa dışı arzuları öldürmüştür. Koloseliler 3:5 ayetinde şunları okuruz: “Bu neden ile bedenin dünyasal eğilimlerini –fuhşu, pisliği, şehveti, kötü arzuları ve putperestlik ile eşit olan açgözlülüğü – öldürün.” Mesih ile birlikte çarmıha gerildiğimiz için şimdi bedenin işlerini yargılama ve öldürme imanına sahibiz. “Biz yaşayanlar, İsa uğruna her zaman ölüme teslim ediliyoruz.”

Benlikte yürümek, Hristiyanlık ilkesinin tamamına karşı hareket etmektir. Çünkü Tanrının Ruhu tarafından yönetilenler, Tanrının oğullarıdırlar. Bedenin işlerini öldürmek Kutsal Ruhun gücü ile olur. Aynı şekilde yine Ruhun gücü ile yeni yaşamımızı ve ilişkimizi sergileriz. Bu ruh, bizi korku, ceza tehdidi ile dolduran bir Ruh değildir; bir evlatlık ruhudur; Ruh sayesinde evlat olduğumuzu bilir ve içgüdüsel olarak bilinçli bir çocuğun feryadı ile yüreklerimizi Tanrıya kaldırarak, O’na “Abba, Baba” diye sesleniriz. Evlat olmak, yeniden doğuş ile farklılık arz eder. Doğum aracılığı ile çocuklar ve evlatlığa alınmak aracılığı ile oğullar oluruz. Ayet 23’ün de belirttiği gibi Ruhun turfandasına sahip olan bizler evlatlığa alınmayı yani bedenlerimizin kurtulmasını özlem ile bekleyerek içimizden inliyoruz. Bu özlem Rabbin geri dönüşünde sona erecek. Romalı bir baba, çocuğunu, oğlu ve mirasçısı olarak herkesin önünde yasal bir forumda kabul ettiği zaman, bu tören “evlatlık edinme” töreni olarak adlandırılır idi. Onun ailesinde doğan herkes çocuklar sayılır idi. Habil’den bu yana doğmuş olan tüm imanlılar gibi biz de Tanrının sözü aracılığı ile tekrar doğduk. Ama Kutsal Ruh içimizde konut kurduğu için bizler evlatlığa alınmış oğullarız. Kurtarıcımız tekrar geldiği zaman O’nun benzeyişine döndürüldüğümüzde evlatlığa alındığımız tam olarak gösterilecek.

Bir çocuğun seslenişi olan, “Babacığım, Abba” hitabı, bize İsa Mesih tarafından dua eder iken Tanrıya nasıl seslenmemiz gerektiğini bildirir. Tanrıya oğulluk ruhu ile böyle sesleniriz. Metinde yazılı olan bu ifadenin biri İbranice, diğeri Grekçe’dir. Mesih’te olanlar için Tanrı ile aramızdaki duvar yıkılmıştır. İmanlıların hepsi O’nda birdir. O’na, hep birlikte “Abba, Baba” diye sesleniriz. Rabbimizin Kendisi de Getsemani bahçesinde her iki hitap şeklini de kullanmıştır. (bakınız Markos 14:36) Biri, uygun bir şekilde, “Abba” sözcüğünün bir bebeğin dudaklarından çıktığını belirtmiştir; Oysa Grekçedeki pateer sözcüğü, ya da İngilizce’deki karşılığı olan Baba, daha büyük yaştaki çocukların kullandığı bir hitap sözcüğüdür. Ama küçüğü de büyüğü de Babaya Kutsal Ruh aracılığı ile yaklaşırken aynı hitap sözünü kullanırlar.

Ruhun kendisi, ruhumuz ile birlikte Tanrının çocukları olduğumuza tanıklık eder. O’nun sözünde yazılmış olduğu gibi bizler, O’nun hakkımızdaki tanıklığını aldık. (İbraniler 10:15) Bu neden ile bizler tanıklığa içimizde sahibiz; söz, yüreklerimizde saklıdır (1.Yuhanna 5:10). Ve şimdi Ruhun kendisi içimizde konut kurarak içimize yerleşmiştir ve bizi göksel değerlerden zevk almamız için yönlendirir. Metinde, “Ruhun Kendisi”, diye geçer. Grekçe dili, bunu talep eder çünkü “Ruh” sözcüğünün, cinsiyet belirten bir zamiri yoktur. Ama İngilizce deyime göre kişi zamiri kullanmak doğrudur. Kutsal Ruh, ruhlarımız ile paydaşlıkta bulunur ve Söz aracılığı ile bizi aydınlatır, eğitir ve rehberlik eder.

“En Yüce Olan’ın Ruhunu hissetmiş olan kişi,
O’nu hiç bir şey ile kıyaslamaz, O’ndan kuşkulanmaz ve O’nu inkar etmez.
Ey dünya, sen O’nu inkar etsen de,
Ben O’nsuz yapamam.”

“Ruhun paydaşlığı” Ruhta yaşayan ve O’nda yaşayan kişiler tarafından bilinen ve keyif alınan harika bir gerçektir.

Eğer Tanrı çocuklarını doğal olarak Tanrının mirasçısı oldukları gerçeği izliyor ise o zaman bizler Mesih ile birlikte ortak mirasçılarız. O’nun tüm yüceliklerini paylaşırız ve böylelikle sonunda “hep birlikte yüceltilmiş” olacağız.

18-27.ayetlerde elçi, hali hazırdaki durumumuzun gelecek olan yücelik ile karşılaştırmaya değmeyeceğini söylüyor. Kutsal Ruh içimizde konut kurmuş olsa dahi bizler, yeryüzünde acılar Adamı olan Rabbimizin adımlarını izler iken bir sıkıntı ve üzüntü yolunda yürümeye çağrıldık. Ama bu anın acıları, yakında gözlerimizin önüne serilecek olan yücelik ile hiç bir şekilde kıyaslanamaz.

Tüm yaradılış Tanrı çocuklarının o görkemli özgürlüğe paydaş olacakları zamanın açıklanmasını özlem ile bekliyor. Federal başları olan Adem yüzünden insanlık amaçsızlığa teslim edildi, ama sonsuza kadar değil; insanlığa sonunda restore edileceği umudu verildi ve insanlık o gün yozlaşmanın tutsaklığından kurtarılacak ve “Tanrı çocuklarının yüce özgürlüğüne kavuşturulacak.” Yaratılış, lütfun özgürlüğünü paylaşmaz. Yüceliğin özgürlüğünde yani, bin yıllık bereketin krallık çağında kendine ait olan kısma sahip olacaktır. O dönem gelinceye kadar yaradılışın tüm seslerindeki en düşük nota dahi duyulur; hali hazırdaki çağda yeniden doğuşu bekler iken yaradılış, doğum sancıları ile inler ve sıkıntı çeker. Ve canlarımızın kurtuluşunu almış ve Ruhun turfandasına (yakında tüm doluluğu ile bize ait olacak olanın tadını önceden tatmış olarak) sahip bizler de yaradılış ile birlikte inliyoruz ve bedenlerimizin kurtuluşunu alacağımız ve tam olarak O’na benzeyeceğimiz zamanı özlem ve gayret ile bekliyoruz. Bu umut ile doğduk ve bu umudun gücü ile bekliyoruz.

Ama görülen umut, umut değildir. Gördüğü şeyi kim umut eder? Oysa biz, görmediğimize umut bağlar isek Rabbi sabır ile bekleyebiliriz.

Bu arada, genellikle ne için dua etmemiz gerektiğini bilmediğimiz zamanlar bile olur, ama içimizde konut kurmuş olan Kutsal Ruh, Tanrının tüm düşüncelerini tam olarak bildiği için bu güçsüzlüğümüzde bize yardım eder ve Tanrının isteği ile uyumlu olarak bize aracılık eder. Bu aracılığı söz ile anlatılamaz iniltiler ile yapar. “Bir zamanlar, tutsak olduğumuz için inlerdik, şimdi ise lütfa sahip olduğumuz için inleriz.” Birinin çok doğru olarak söylediği gibi bu iniltinin kendisi bile Mesih ile olan beraberliğimiz sayesinde değişmiş olan konumumuz için yapılan bir tanıklıktır. Kutsal Ruhun iniltileri, bizim iç çekişlerimiz ve gözyaşlarımız ile uyum içindedir. Ve yürekleri araştıran yüce Tanrı, sınırsız bilgeliği ve değişmez sevgisi ile bizi işitir ve yanıtlar.

Bu neden ile yüreklerimizde Tanrının şu sözlerinden emin olarak sıkıntı ve acıların ortasında esenlik içinde devam ederiz, çünkü vaat edenin güvenilir olduğunu biliriz: “Tanrı, kendisini sevenler ve amacı uyarınca çağrılmış olanlar ile birlikte her durumda ‘iyilik için’ etkindir.” (ayet 28) Bu ayet, bölümün son ayetlerinden biridir ve mektubumuzun bu önemli öğretiş bölümünde daha önce görmüş olduklarımızın bir özetidir; “Müjdede açıklanan Tanrının doğruluğu” hakkında yapılan açıklamanın usta bir şekilde sonuca vardırılmasıdır. Tanrının doğruluğu konusu iki önemli bölüme ayrılır.

28-34 ayetlerinde “Tanrının bizden yana” olduğunu okuruz. 35-39 ayetlerinde ise “O’nun sevgisinden asla ayrılmayacağımız” yazılıdır.

29 ve 30. ayetlerde beş halka ile ilgili görkemli bir zincir yer alır; bu zincir, sonsuzluktan başlayarak geçmişe ve geleceğe uzanır – önceden bildiği, önceden belirlediği, çağırdığı, akladığı ve yücelttiği kişiler! Her halka, göklerde hazırlanmıştır ve tek bir tanesi bile asla kırılamaz. Bu bereketli pay, din bilginlerinin üzerinde kafa yoracağı bir konu değildir; aksine imanlıların sevineceği bir konudur. Biz, daha bu dünyaya gönderilmeden önce Tanrı bizi biliyor idi, kutlu Rabbimiz gibi bütün olmak için önceden belirlendik, öyle ki, Tanrı bizi Oğlu’nun benzerliğine dönüştürsün. Tanrının Oğlu, sonsuzluk boyunca “biricik” olan idi. Önceden belirlendik, öyle ki “Oğul birçok kardeş arasında ilk doğan olsun!” görülüyor ki, bizler tanrısal lütuf aracılığı ile çağrıldık. Tamamlanmış kurtuluş işi temelinde iman ile aklandık. Ve yüceliğimiz, Tanrının ön bilgisi kadar kesindir.

O halde tüm bunlara ne diyelim? Eğer Tanrı bu şekilde bizden yana olduğunu gösteriyor ise – sıkılan yüreklerimiz ve suçlayan vicdanlarımızın bizi inandırmış olduğu gibi bize karşı değil – o zaman hangi güç bize karşı olabilir? Tanrının isteğine karşı savaşan kişinin başarılı olması mümkün müdür?

Tanrı Mesih’i bize vermek ile bize (sevgili bir erkek kardeşin söylemiş olduğu gibi) şunu göstermiştir: “O, bizi, bizim günahlarımızı sevdiğimizden daha iyi sevdi.” Ve eğer “O, öz Oğlunu bile esirgemeyip O’nu hepimiz için ölüme teslim etti ise ‘O’nun ile birlikte’ bize her şeyi bağışlamayacak mıdır?”

Bundan sonraki iki ayetin büyük olasılık ile pek çok kritik çevirilerde olduğu gibi soru şeklinde ortaya atılması gerekir: “Tanrının seçtiklerini kim suçlayacak? Onları aklayan Tanrı’dır. Kim suçlu çıkaracak? Ölmüş, üstelik dirilmiş olan Rab İsa Mesih, Tanrının sağındadır ve bizim için aracılık etmektedir. Mesih mi bizi suçlayacaktır?”

Bu soruları yanıtlamak imkansızdır. Her ses susmuştur. Her suçlamanın sesi kesilmiştir. Mesih’teki duruşumuz tamdır ve aklanmış olduğumuz gerçeği değiştirilemez.

Ve böylece 35-39 ayetlerinde elçi zaferli bir tutum ile olası her koşula meydan okur; ne şimdiki ne de gelecek zamanda mevcut olan bir varlık, imanlıyı, İsa Mesih’teki Tanrı sevgisinden ayırma girişiminde bulunamaz; zor ya da çok ağır olsa da hiç bir deneyim bunu yapamaz. Bütün gün öldürülen kasaplık koyunlar sayılsak bile bizi Seven’in aracılığı ile bu durumların hepsinde galiplerden üstünüz. Koşullar ne olur ise olsun Mesih’te galip geliriz.

Ve böylece elçi bu bölüme nasıl “suçluluk ya da mahkumiyet yoktur” diyerek başladı ise, bölüme “Tanrının sevgisinden ayrılık yoktur” diyerek son verir. “Eminim ki, ne ölüm, ne yaşam, ne melekler, ne yönetimler, ne şimdiki ne de gelecek zaman, ne güçler, ne yükseklik, ne derinlik, ne de yaratılmış başka bir şey bizi Mesih İsa’da olan Tanrı sevgisinden ayırmaya yetecektir.”

Bir insana, diğer insanlara bildirmesi için verilmiş olan mevcut konular içinde en harika konu olan Tanrı’nın koşulsuz ve sonsuz sevgisi için şükürler olsun! Canlarımızın bu konuya giderek daha derin bir şekilde girmesi ve bu sevgiyi kavradıkça artan bir sevinç ve ruhsal güç bulmamız için dua ediyorum.

“Hiç bir mahkumiyet yoktur; nasıl da bereketli bir gerçek!
Tanrının tükenmeyen sevgisinden asla ayrılık yok; sonsuza kadar Tanrı ile birlikte.
O, bizi kanı aracılığı ile satın aldı, bizi her lekeden temizledi:
Şimdi gelecek olan yüceliğimiz için O’nu öveceğiz.
Günahkarlar uğruna boğazlanan Kuzu’ya hamtlar olsun.”

— J. DENHAM SMITH