DERS XI
İmanlının Yönetim ve Toplum ile ilişkisi hakkında Tanrının isteği
Bölümler 13-16
Bu dünyadaki Hristiyan’ın konumu, hali hazırdaki dünya yöntemi altında gerçekten zor ve normalin ötesindedir. İmanlı, başka bir dünyanın vatandaşıdır ve dünya diye anılan bu garip yerden bir yabancı ve göçmen olarak geçmektedir. Dünyanın reddetmiş olduğu Kralı’na yürekten sadakat ile bağlıdır; dünya ise imanlının Kralını yalnızca kötü bir çarmıha layık saymıştır. Ve imanlı, kendisini, bu dünyada prens ve tanrı olduğunu söyleyen yalancı İblisin sisteminde, tanrısayar bir şekilde yürümeye çağrılmış olarak bulur. Ama imanlının buna karşı isyan etmesi ya da mevcut dünya değerleri ile gösteriş yapması gerekmez. İmanlının kuralı her zaman şu düşünce olmalıdır: “İnsan yerine Tanrıya itaat etmem gerekir.” İmanlının her şeye rağmen yine de insani yönetime, bu yönetimin idarecileri çok adil kişiler olmasa dahi, karşı tavır almaması doğrudur. Bu on üçüncü bölümün incelenmesine geldiğimiz zaman, hatırlamamızda yarar olan nokta şudur: Pavlus, yönetimlere itaat konusunda bu öğüdü yazdığı zaman, imparatorluk tahtında oturan kişi, tahtta bir insan şeklinde oturabilecek olan varlıkların en kötülerinden biri idi; bu kişi, kendisini taşımış olan rahmi görebilsin diye öz annesinin bedenini parçalayacak kadar vahşi bir zalim idi; öylesine kötü bir karakteri vardı ki yaptığı zulümler ve adaletsizliklerin insan dili ile tanımlanmaları imkansız idi. Ama Tanrı yine de ilahi takdiri ile şeytan tarafından kontrol edilen böyle bir sefilin dünyada var olmuş olan en büyük imparatorluklardan birinin tahtına oturmasına izin vermiş idi. Pavlus’un kendisi, mektuplarından birinde ondan vahşi bir hayvanın adı ile söz etmiştir. Pavlus’un genç vaiz Timoteos’a yazdığı mektupta “Tanrı beni aslanın ağzından kurtardı” ifadesini kullanmıştır. İmparatorun yetkileri genelde yasalar ve Senato tarafından belirlendiği halde bu imparatorun egemenliği sırasında ilk Hristiyanlardan pek çok kişi tarif edilemez zulümler gördü. Bu bölümün ilk yedi ayetinde Kutsal Ruh tarafından söylenen itaat konusunda talep edilen imanın derecesi ne kadar da büyüktür! Ve eğer Hristiyanlar böyle bir yönetim altında itaat etmeye çağrıldılar ise başka herhangi hiç bir yönetimin altında başkaldırıya ya da isyana yer olmadığı çok daha kesindir. “Yeryüzünün kırık çömlek parçaları, yeryüzünün kırık çömlek parçaları ile mücadele ederler,” ve bir hükümet bir başka hükümet tarafından devrilebilir; ama Hristiyan, hangi zamanda egemenlik sürer ise sürsün her hükümete itaat etmelidir; itaat etmenin yanı sıra aynı zamanda adaletsiz ve baskıcı hükümetler için dua etme kaynağına da sahiptir. Bazılarımız için bu sözlerin çok ağır sözler olduğunu biliyorum ama eğer bu sözlerden kuşku duyan biri var ise o zaman şimdi lütfen önümüzde bulunan ayetleri özen ile okusun: “Herkes baştaki yönetime bağlı olsun. Çünkü Tanrıdan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur.” (ayet 1)
Bu öğretiş, kralların tanrısal haklarını teşkil etsin diye yazılmamıştır; ama çok basit olarak şu anlamı taşır: Tanrı, bir kişiyi tahta çıkartır ve diğerini tahttan indirir; Tanrı böyle yaparken sınırsız bilgelik içeren bir amaca sahiptir; O, belirli zamanlar için belirli hükümet biçimleri ya da belirli yöneticiler düzenleyerek onlara yetki verir. Daniel kitabında bize anlatıldığı gibi, Tanrı, ulusların başına, kötülüklerinin cezası olarak insanların en kötülerini koyabilir ama her durumda eğer tanrısal takdir tarafından izin verilmedi ise, Tanrı tarafından belirlenmedi ise hiç bir yetki egemen olamaz. İkinci ayette bize söylendiği gibi bu yetkiye karşı koymak tanrısal bir düzene karşı koymaktır. “Karşı gelenler yargılanır” ifadesindeki yargı sözcüğü, sonsuza kadar ceza anlamına gelmez. Buradaki bu sözcük, Korintliler 11’deki yargı sözcüğü ile aynı anlamı taşır; ancak anlamının sonsuza kadar cezalandırma olması gerekmez. İyilik edenler değil kötülük edenler yöneticilerden korkmalıdır. Bir Nero bile, yasaya itaat ederek yürüyen kişilere saygı göstermiştir. Nero’nun Hristiyanlara zulmetmesinin nedeni kendisine, Hristiyanların var olan resmi kurumlara karşı oldukları şeklinde yalan haber verilmesi idi. Yönetimden korkmamak isteyen kişi, iyi olanı yapar ise yönetimin övgüsünü kazanır çünkü yönetim kişinin iyiliği için Tanrıya hizmet etmektedir. Ama kötü olanı yapıyor ise, o zaman yönetimden korkmalıdır. Yönetim, kılıcı boş yere taşımaz; kötülük yapanın üzerine Tanrının gazabını salan öç alıcı olarak Tanrıya hizmet eder. Bunun için yalnız Tanrının gazabı nedeni ile değil, vicdan nedeni ile de yönetime bağlı olmak gerekir. Vergi ödemenin nedeni de budur. Çünkü yöneticiler Tanrının bu amaç için gayret ile çalışan hizmetkarlarıdırlar. Herkese hakkı verilmelidir. Vergi hakkı olana vergi, gümrük hakkı olana gümrük, saygı hakkı olana saygı ve onur hakkı olana onur verilmelidir.
Burada değindiğimiz her konu, görüldüğü gibi, Hristiyan’ı yetkin bir konuma değil, boyun eğen bir konuma koyar. Ama eğer kişi, Tanrının ilahi takdirine göre kardinal kaftanı (mor) giyen bir ailede ya da yetkili bir konumda dünyaya gelmiş ise o da burada söylenildiği gibi Tanrının sözüne boyun eğmek ile yükümlüdür.
Bu bölümde yer alan konular genelde, Hristiyan’ın toplum ile ilişkisi ile ilgilidir ve Rabbin gelişi ve şimdiki çağın yakında sona ereceği görüşü ile yazılmıştır. Hristiyan’ın davranışı, borçlu birinin değil, veren birinin davranışı olmalıdır; hiç kimseye sevgiden başka bir borculer ile özetlenir:” olmamalıdır. Çünkü yasanın ikinci buyruğunda yer alan her ahlaki yazı insanın komşusuna karşı olan görevlerini ortaya koyar ve şu sözler ile özetlenir: “Komşunu kendin gibi seveceksin.” Sağlıklı her insan kendisini sağduyulu bir şekilde sever ve eğer kendisini doğru seviyor ise o zaman zina, hırsızlık, yalan söyleme ya da açgözlülük gibi davranışları komşusuna uygulamayacaktır. Bir insanın sevgisini bu kötü davranışlarda bulunarak göstermesi imkansızdır; bu davranışlar sevgi içermez. “Sevgi, komşusuna kötülük yapmaz, bu yüzden sevgi, yasanın yerine getirilmesidir.” Bu şekilde, yasanın adil talepleri, Bölüm 8:1-4 ayetlerinde gördüğümüz gibi benliğe göre değil, Ruha göre yürüyen kişiler tarafından yerine getirilir.
Geçen her gün lütuf çağının sonuna yaklaştırır ve Rabbin ikinci gelişini hızlandırır. O zaman ölüler arasında uyumak Hristiyan’a göre değildir; imanlı, sorumluluk ve ayrıcalıklarına karşı tam bir uyanıklık içinde bulunmalıdır çünkü özlem ile beklemekte olduğu bedeninin kurtuluşunun artık düşündüğünden daha yakın olduğunun farkındadır. Şeytanın yeryüzünde egemenlik sürdüğü zaman olan karanlık gece artık sonuna yaklaşmaktadır. Gün ışığı daha şimdiden ufukta belirmeye başlamıştır. Bu yüzden lütuf ile kurtulmuş olan kişiler için artık uykudan uyanma zamanı gelmiştir. Çünkü şu anda kurtuluşumuz iman ettiğimiz zamandan daha yakındır. Gece ilerlemiş ve gündüz yaklaşmıştır. Bunun için karanlığın işlerini üzerimizden atıp ışığın silahlarını kuşanalım. Gün ışığında olduğu gibi saygın bir yaşam sürelim. Kendimizi çılgınca eğlenceye ve sarhoşluğa, ahlaksızlığa ve sefahate, çekişme ve kıskançlığa kaptırmayalım. Rab İsa Mesih’i giyinmiş olarak O’nun ile birlikte öldüğümüzü ve dirildiğimizi hatırlayalım ve benliğin tutkularına yer vermeyelim. Hippo’lu Augustine uzun yıllar boyunca çok büyük sıkıntılar çekmiş idi; on üçüncü bölümün bu son iki ayeti ona öylesine yüksek ses ile konuştu ki, çok etkilendi ama yine de Mesih inancını herkesin önünde itiraf etmekten korktu; zihninde bir Hristiyan olması gerektiğine ikna olmuş idi, ama kendisinin bu benlik doğasına üstün gelemeyeceğini düşündü, boyun eğebileceği bir durum değil idi; kendisi bu durum ile özdeşleşemez idi. Ama şu sözleri okuduğu zaman düşüncesi değişti: ” Gün ışığında olduğu gibi saygın bir yaşam sürelim. Bunun için Rab İsa Mesih’i kuşanın ve böylece benliğin tutkularına uymak için ona fırsat tanımayın.” Tanrının Ruhu Augustine’in gözlerini açtı ve ona zafer elde eden gücün kendi içinde değil, çarmıha gerilmiş ve dirilmiş bir Kurtarıcı ile özdeşleşmiş olduğunu gösterdi.
Ve böylece Augustine iman aracılığı ile O’nun kutsal yüzüne baktı ve Kutsal Ruh ona Mesih ile olan birliği ile ilgili gerçek hakkında bir şey göstermiş oldu; o da böylece kurtuluş güvencesinden içeri girdi ve günah üzerinde zafer kazanıldığının farkına vardı. Bir gün, beklenmedik bir şekilde eski günlerine ait bir arkadaşı ile karşılaştığı zaman ondan koşarak kaçtı. Bu arkadaşı onu izleyerek arkasından bağırdı: “Augustine, Augustine! Neden kaçıyorsun? Yalnızca benim. Tanımadın mı?” Yoluna devam eden Augustine, “Kaçıyorum çünkü artık ben ben değilim.” Augustine böylece, benliğe fırsat tanımamış oldu.
14.bölümde ve 15.bölümün ilk yedi ayetinde Kutsal Ruh imanlının imanda zayıf olan kardeşlerine karşı taşıdığı sorumlulukları vurgular. İmanlı kendisinden daha az ışığa sahip olan bu kardeşlerine karşı sevgi yolunda yürümelidir.
İmanda zayıf olanlar, yani eğitilmemiş vicdanları nedeni ile kayıtsız davranan imanlılar tam bir Hristiyan konumuna sahip olarak kabul edilmeli ve kendilerine sahip çıkılmalıdır. Bir konu hakkında sorgulama yaptıkları ya da kuşkulu düşüncelere sahip oldukları takdirde yargılanmamalıdırlar. Buradaki ilke, içine düşülmesi çok kolay olan yasacılık ruhu karşısında üstün gelmektir. Hristiyan ayrıcalıklarını kabul etmenin temeli, ışık değil, yaşamdır. Tanrının çocuğu olan herkes Beden’in ortak üyesi olarak tanınmalıdır ve çok aşikar bir kötülük içinde yaşamadığı sürece Hristiyan topluluğunda kan ile satın alınmış olan konumunda bırakılmalıdır. Kötülüğün ve zayıflığın karıştırılmaması gerekir. Kötü kişi, topluluktan uzaklaştırılmalıdır (bakınız 1.Korintliler 5), ama zayıf olan kardeş kabul edilmeli ve korunmalıdır.
Elbette buradaki görüş, paydaşlığa kabul edilmemek değildir. İmanda zayıf olan zaten önceden de toplulukta idi. Böyle bir kişi hor görülmemeli ve kuşkulu düşünceleri için yargılanmamalıdır. Aksine, yürekten kabul görmeli ve zayıf vicdanı özenli bir şekilde göz önünde bulundurulmalıdır. Böyle bir kişi, halen düşüncesinde yasa altındadır ve neyin temiz neyin temiz olmadığı ya da kutsal günler konusunda vicdanında sorular barındırmaktadır. Kan ile yıkanmış vicdanın özgürlüğü konusunda tecrübeli olan kardeş, bir Hristiyan olarak Mesih’teki imanı aracılığı ile her şeyi yer ve törensel temizlik ile ilgili sorular sormaz. İmanda zayıf olan kardeş ise kirli bir şey yapmaktan öylesine korkar ki, putlara sunulmuş olan bir eti yemek istemez ve vejeteryan diyeti yapmakta ısrar eder; Levililer’in yasasına göre temiz yani, “Koşer” “olan yiyecek tercih eder.
“İmanda güçlü” olan kardeş, titiz vicdanlı imanda zayıf kardeşini asla küçümsememelidir; öte yandan imanda zayıf olanın, imanda güçlü olan kardeşini samimiyetsizlik ya da ikiyüzlülük ile suçlaması yasaktır.
Ya da konu, bir günü bir başka günden üstün saymak ile ilgili olabilir; biri Yahudi Şabat’ını hala kutsal bir gün olarak görmeye devam eder iken, diğeri tüm günleri eşit görür ve her günün Tanrının yüceliği için adanmış olduğunu bilir. Herkes inancını tanrı önünde kendisine saklamalıdır. Onayladığı şeyden ötürü kendini yargılamayan kişi ne mutludur!
Bir hizmetkara diğer hizmetkar üzerinde yönetme hakkını kim vermiştir? Her ikisi de tek bir Efendi’nin hizmetindedir. Ve Efendileri olan Tanrı, yüreğin içtenliğinin farkına varır ve Kendisine ait olanları destekler. Önemli olan, herkesin, Tanrının yüceliğini kabul eden bir içtenliğe sahip olmasıdır, her iki kardeş de Tanrının huzurundadırlar. Burada sözü edilen bu ilke ile ilgili bir sorgulama yoktur ve eğer bu ilke sağlam bir şekilde uygulanır ise kutsallar arasındaki paydaşlık daha dolu ve güzel olacak ve birçok insanın kalbinin kırılması engellenecektir.
Bizler kendimiz için yaşamayız. İstesek de istemesek de birbirimizi sürekli olarak iyilik ya da kötülük için etkileriz. O zaman gelin, rabbe olan bireysel sorumluluğumuzun farkına varalım, yaşasak da ölsek de kime ait olduğumuzu ve kime hizmet ettiğimizi hatırlayalım. “Çünkü Mesih hem ölülerine hem de dirilerin Rabbi olabilsin diye bu amaç için öldü ve dirildi.”
Tanrının yargı kürsüsünün önünde hepimiz duracağız. Mesih de orada olacak ve O’nun düşüncesi ile neyin uyumlu olduğunu gösterecektir. O zaman gelene kadar bekleyebilir ve her birimizin O’nun önünde hesap vermemiz gerektiğinin farkına varabiliriz. Bu görüş nedeni ile, “artık birbirimizi yargılamayalım.” Ama bireysel bir öz yargı mevcut olsun; öyle ki, her birimiz hiç bir kardeşin yoluna sürçme ya da tökezleme taşı koymamaya kararlı olalım.
Bir kardeş, davranışının Hristiyan özgürlüğü ile uyumlu olduğundan çok emin olduğu bir durumda bile “Mesih’in uğrunda ölmüş olduğu kardeşini” düşünerek hareket etmeli ve onu incitmemelidir. Aynı zamanda 1.Korintliler 8:11 ayetine de bakınız. Çünkü burada söz konusu olan elbette onun tanıklığının mahvedilmesi durumudur. İmanda zayıf olan, imanda güçlü olanı örnek alarak vicdanının ötesine geçmeye cesaret edebilir ve bu yüzden suçluluk duygusuna kapılabilir ya da cesareti kırılabilir; diğerlerinin uyumsuz olduğunu sanarak imanlı topluluğundan uzaklaşabilir.
Her şeye rağmen yine de yiyecek ve içecek konuları çok küçük bir önem taşırlar. “Çünkü Tanrının egemenliği, yiyecek ve içecek sorunu değil, doğruluk, esenlik ve Kutsal Ruhta sevinçtir. Mesih’e bu yolda hizmet eden, Tanrıyı hoşnut eder ve insanların beğenisini kazanır.”
Doğru düşünen her kişi, içtenliği takdir eder. “Öyle ise kendimizi esenlik getiren ve karşılıklı gelişmemizi sağlayan işlere verelim.”
Özgürlük konusunda ısrar ederek imanda zayıf bir kardeşin vicdanına sıkıntı vermek gibi bir davranıştan uzak durmak en iyisidir. İmanda zayıf kardeşin başarısızlığından sorumlu olmamış oluruz ve bu şekilde davrandığımız zaman, onun öğrenciliğine de zarar gelmiş olmaz.
Eğer biri, diğerinin yargıladığı bir şeyi içi rahat olarak yapacak imana sahip ise bunu Tanrının önünde kendisi için saklasın ve imanı zayıf olanın önünde bile bile gösteriş yapmasın. Ama yaptığı şeyin murdar olmadığını ağzı ile söyler iken kendini yargılamadığından emin olsun. Çünkü Tanrının önünde vicdanı tam olarak rahat olmadan belirli bir konu ile ilgili olarak ısrar eden kişi gerçekten iman ile hareket etmiyordur ve bu yüzden kendini mahkum etmiş olur (elbette ki “lanetlemiş” olmaz çünkü bu sözcüğün gerçek anlamı sonsuz yargıya işaret eder), çünkü “imana dayanmadan yapılan her şey günahtır.” O zaman bu davranış, şu anlama gelir: eğer doğru olduğuna inandığım bir şeyin tam aksi hareket ediyor isem davranışımda ahlaki açıdan hiç bir yanlış olmasa bile vicdana ve böylece Tanrıya karşı gerçekten günah işliyor olurum.
Elçi, bu konuyu, 15.bölümün ilk yedi ayetinde özetler. İmanı güçlü olan bizler kendimizi hoşnut etmeye değil, güçsüzlerin zayıflıklarını yüklenmeye borçluyuz – onların sıkıntılarına onların duygularına paydaş olarak müdahale etmemiz doğrudur. İmanda güçlü olanlar kendilerini hoşnut etmek için özgürlüğe sahip oldukları konusunda ısrar etmemelidirler. Aksine imanda güçlü olan her kişi komşusunu ruhça geliştirmek için komşusunun iyiliğini gözeterek onu hoşnut etmelidir. Kendi kişisel özgürlüğü konusunda ısrar ederek kaba davranmak aracılığı ile komşusunun imanına zarar vermemelidir. Gerçek özgürlük, imanda zayıf olan birinin sürçmesine ya da tökezlemesine neden olacak bir şeyden uzak durmak ile gösterilmiş olur.
Bu konudaki en büyük örnek, Mesih’in Kendisidir. Çünkü Mesih bile Kendisini hoşnut etmeye çalışmadı. O’nun herhangi bir yasal davranışa boyun eğmesi asla gerekmiyor idi ama O, yasanın her buyruğuna gönüllü olarak boyun eğdi ve hatta Kendisini hoşnut etmeme konusunun daha da ötesine gitti (tapınak vergisini ödediği zaman, buna neden olarak “insanların sürçmemesini” gösterdi), böylelikle Tanrıyı kınayan kişilerin kınamalarını Kendi üzerine almış oldu. O’nun dışa dönük davranışı içsel yaşamı kadar temiz idi; ama insanlar yine de Tanrıyı yerdikleri gibi O’nu da yerdiler.
4.ayet, Eski Antlaşmadaki kutsal yazıların önemini vurgular. “Önceden ne yazıldı ise bize öğretmek için ve sabır ile ve kutsal yazıların verdiği cesaret ile umudumuz olsun diye yazıldı.” Bu ayeti 1.Korintliler 10:6,11 ayetleri ile bir araya getirelim: “Kutsal yazıların tümü, benim hakkımda değildir ama tüm Kutsal yazılar benim için yazılmıştır” ifadesi, her zaman hatırlamaya değer bir alıntı olarak kalacaktır.
Elçi on beşinci bölüme dua ederek son verir; “esenlik ve sabır veren” Tanrının, kutsalları tek bir düşüncede birleştirmesi için dilekte bulunur, öyle ki, kutsal olan Mesih ile birlikte hepsi bir arada, Rabbimiz İsa Mesih’in Babası Tanrıyı yüceltsinler. Ve Rabbimiz İsa Mesih’in düşüncesi ve sözleri ile uyum içinde yaşasınlar. Elçi, bu sözleri ile onlara şu öğüdü vermiş olmaktadır: Tanrının yüceliği için Mesih bizi nasıl kabul etti ise, sizler de birbirinizi aynı şekilde kabul edin. Eğer Mesih lütfu aracılığı ile bizi yukarı kaldırdı ise – zayıf ya da güçlü olanlarımızı – ve bizi yücelik için hazırladı ise o zaman hiç kuşkusuz bizler de içtenlikle ve Mesih’in yaptığı gibi birbirimiz ile paydaşlık içinde yaşayabiliriz. Yine tekrar ediyorum, burada söz konusu olan, kişiyi Hristiyan topluluğuna kabul etmek değil, ama zaten topluluğun içinde olanların farkına varmaktır.
Bu mektup hakkında söylenecek en önemli şey, Tanrının bize armağan ettiği Kendi doğruluğunu vurgulamaktır ve bu konu 8-13.ayetlerde bir sonuca ulaştırılır. Bu ayetlerden sonra yazılmış olan her şey mektubun altındaki dip notlar ve eklerdir.
Bu eserin bilimsel olarak incelenmesinde tam olarak sergilenmiş olan şey nedir? “Ulusların söz dinlemesi için Mesih’in benim aracılığım ile, söz ile ve eylem ile mucizeler ve harikalar yaratan güç ile Kutsal Ruhun gücü ile yaptıklarından başka bir şeyden söz etmeye cesaret edemem.” Elçi bu sözleri ile Rabbimiz İsa Mesih’in Eski antlaşmadaki vaatler ile tam bir uyum içinde gelmiş olduğunu anlatmak istemektedir. Rab İsa, koyunların ağılına kapıdan girmiştir (Yuhanna 10.bölümde bize anlatıldığı gibi) ve Yahudiler için hizmet vereceği tanrısal bir göreve sahiptir; ;O, Eski Antlaşmadaki vaatleri yerine getirmek için gelmiştir. Ama İsrail ulusu buna rağmen O’nu reddetti, ancak reddedilmesi O’nun görevini geçersiz kılmadı, ama diğer uluslara giden merhamet kapısını daha önce hiç olmadığı şekilde ardına kadar açtı ve bunu Yahudilere verilmiş olan kutsal yazılar ile tam bir uyum içinde yaptı. Elçi, böylelikle daha önceki bölümlerde çok net olarak öğretilmiş olan gerçeği tekrar vurgulamış olur; ulusların müjdeyi duymaları gerektiği ve Yahudilere verilmiş olan aynı kurtuluş fırsatının diğer uluslara da verilmiş olduğunu ve bu gerçeğin önceden bilindiğini ve önceden belirlenmiş olduğunu bir kez daha bildirir. “Mesih, Tanrının güvenilir olduğunu göstermek için Yahudilerin hizmetkarı oldu. Öyle ki, atalarımıza verilen sözler doğrulansın ve öteki uluslar merhameti için tanrıyı yüceltsin.” On altıncı bölümün son ayetlerinde de yazmış olduğu gibi elçinin duyurduğu müjde ve İsa Mesih ile ilgili bildiri sonsuz çağlardan beri saklı tutulan sırrı açıklayan vahiy uyarınca imanlıları ruhça pekiştirecek güçtedir. Ancak elçinin burada üstünde durduğu nokta peygamberlerin bildirilerine karşı değildir ama Tanrının daha önceden bildirmekten hoşnut kaldığı şeyler ile tam olarak uyum içindedir. Ve elçi bu şekilde ustaca müjdenin açıklamasını yapar ve şu sözler ile müjdenin sonucuna değinir: “Umut kaynağı olan Tanrı, Kutsal Ruhun gücü ile umut ile dolup taşmanız için iman yaşamınızda sizleri tam bir sevinç ve esenlik ile doldursun.” (ayet 13) Neye iman ederek? Mektupta ortaya konan önemli gerçeklere iman ederek. En kutsal imanın muhteşem şekli, günah tarafından mahvedilen insanın İsa Mesih tarafından kurtarılmış olmasında görülür. Buna iman ettiğimiz zaman sevinç ve esenlik ile dolarız: Rabbimizin dönüşünü umut ile bekleriz; bu süre zarfında ise bu değerli konuları bize açıklayabilecek tek Varlık olan ve içimizde konut kurmuş olan Kutsal Ruhun gücü sayesinde Tanrının huzurunda yürüyebiliriz.
Bölümdeki denge, burada değişir ve farklı bir kişisel karakter olarak devam eder; elçi, Roma’daki kutsalların iyilik ile dolu ve her tür bilgi ile donanmış olduklarından emin olduğunu yazar ve onlara bazı noktaları yeniden anımsatmak için yazdığını belirtir ve onları ziyaret etmeyi amaçladığını söyler. Elçi, kendisine verilmiş olan haberler sayesinde, onların zaten çok sağlıklı bir ruhsal durumda olduklarını bilmektedir. Roma’daki kutsallar birbirlerine öğüt verebilecek durumdadırlar. Elçi, bu neden ile oradaki topluluğu düzene koymak gibi bir düşünceye sahip değildir ama yine de onlar için Tanrı tarafından kendisine verilmiş olan yararlı bir görevi bulunduğuna inanmaktadır. Ve ayrıca, Roma kenti, diğer uluslara ait olan o büyük dünyanın bir parçası idi ve Pavlus kendisine verilmiş olan bu özel hizmet görevini de yerine getirmek istiyor idi. “Ben Tanrının lütfu ile uluslar yararına Mesih İsa’nın hizmetkarı oldum. Tanrının müjdesini bir kahin olarak yaymaktayım. Öyle ki, uluslar Kutsal Ruh ile kutsal kılınarak Tanrıyı hoşnut eden bir sunu olsun.” İsrail, artık müjdeyi duymak için ayrılmış olan tek ulus değil idi çünkü müjde herkes için idi.
Pavlus bu yüzden kendisine ne zaman yol açılır ise o zaman onları ziyaret etmeyi planlıyor idi ve düşüncesi şöyle idi: “Şimdi ise bu yörelerde artık yapacağım bir şey kalmadığından, yıllardır da yanınıza gelmeyi arzuladığım için İspanya’ya gider iken size uğrarım. Yol üzerinde sizi görüp bir süre arkadaşlığınıza doyduktan sonra beni oraya uğurlayacağınızı umarım.” Pavlus, Küçük Asya’daki ve doğu Avrupa’daki görevinin sona erdiğini düşündüğü için İspanya’ya gider iken onları kısaca ziyaret edecek idi. Ama şimdi kutsallara bir hizmet için Yeruşalim’e gidiyor idi. Çünkü Makedonya ve Ahaya’da bulunanlar Yeruşalim’deki kutsallar arasında yoksul olanlar için yardım toplamayı uygun görmüşler idi. Bu görevi tamamlar tamamlamaz İspanya’ya geçer iken yolda onlara uğrayarak ziyarette bulunmayı istiyor idi. Yakın zamandaki gerçeğin ondan gizlenmiş olması ne kadar büyük bir merhamet idi. Çok yakında kendisinden Mesih’in adı uğruna acı çekmesinin isteneceğinden haberdar değil idi. “İnsan niyet eder ama Tanrının isteği olur.” Ve Tanrının, bu adanmış hizmetkarı için oldukça farklı planları var idi. Bu planlara Roma’yı ziyaret etmesi dahil idi ama zincirlere vurulmuş olarak!
Tanrı için uygun olan zamanda Roma’daki kutsallar ile görüşeceği kesin idi ve “Mesih’in müjdesinin bereketi ile” onlar ile görüşecek idi. Pavlus, Roma’daki kardeşlerinden kendisi için dua etmelerini ister: “Kardeşler, Rabbimiz İsa Mesih ve Ruhun sevgisi adına size yalvarıyorum, benim için dua ederek uğraşıma katılın. Yahudiye’deki imansızlardan kurtulmam için ve Yeruşalim’e olan hizmetimin kutsallarca kabul edilmesi için dua edin.” Pavlus’un bu duası yanıtlandı ama onun beklediğinden çok farklı bir şekilde!
16.bölümün büyük bir kısmında, Pavlus’un tanıdığı ve şimdi Roma’da oturmakta olan kutsallara gönderilen selamlar yer alır. İlk iki ayet, Kenhere kilisesinin görevlisi olan kız kardeş Fibi hakkındadır; Pavlus, Fibi’yi Roma’daki kutsallara salık verir. Kenhere kenti, Korint’in güneyinde bulunan Ahaya bölgesindedir (bakınız Elçilerin İşleri 18:18). Akvila ile Priskilla (bir sonraki ayette adlarından söz edilir), hiç kuşkusuz Fibi’yi, çok iyi tanıyorlar idi. Ancak Pavlus, geçmişteki bu iki dostunun hafızasına bağımlı kalmayarak, Fibi’den özel olarak Roma’daki kutsallara da söz eder ve bu mektup aracılığı ile kutsallara, Fibi’nin kilisedeki şimdiki konumundan bahsederek durumu kesin kılmak istemiştir.
Priskilla ve Akvila, Pavlus’un kendi ailesinin birer üyesi gibi idiler. Birbirleri ile çok yakın bir ilişki ve paydaşlığa sahip idiler. Ve Pavlus, kendisi uğruna yaşamlarını tehlikeye atan bu iki kişinin yaptıklarını unutamamıştır. Roma’daki topluluğun ilk buluşma yeri bu iki kişinin evi olmuş idi. Aynı zamanda orada olan Ahaya’dan başka kutsallar da vardı; Korint’teki görevinin ilk ürünü olan, yani Mesih’e ilk iman etmiş olan Epenetus!
Selam gönderilen kişilerin adlarının yer aldığı bu uzun listeye göz gezdirir iken ilk imanlı kardeşlerimize sevgi ile çekildiğimizi hissediyoruz. Ve içimizde onların öykü ve tecrübeleri hakkında daha fazla bilgiye sahip olma isteği uyanıyor. Andronikus ve Yunya’nın Pavlus’un akrabaları olduğunu öğrenir iken ilgimiz uyanıyor; Pavlus onlardan, “benden önce Mesih’e iman etmiş olan soydaşlarım” diye söz ediyor ve bizler, bu iki kişinin Pavlus için dua edip etmediklerini, ya da dua ettiler ise nasıl dua ettiklerini merak ediyoruz.
11.ayette bir başka akrabadan söz ediliyor, Pavlus’un bu soydaşının adı, Herodion, ancak bu kişinin Pavlus’tan önce mi sonra mı iman ettiği bize söylenmiyor.
13.ayette insana dokunan bir cümleye yer verilmiş; “Rabbin seçkin kulu olan Rufus’a bana da annelik etmiş olan annesine selam edin.” Pavlus’un yaptığı yolculuklardan birinde bu imanlı kadının adından söz edilmiyor ama yine de o imanlı kız kardeşin, Mesih’e adanmış ve kendini inkar etmiş bir Mesih hizmetkarı olan Pavlus’a annelik ettiğini ve Pavlus’un bu imanlı hanımı kendisine göstermiş olduğu özen ve ihtimam nedeni ile özel bir şükran içeren bir selamla hatırladığını görüyoruz.
Selam gönderilen herkesin adı ilgimizi çekiyor. Ve “bir gün” onlar ile birlikte buluşacağımız için sevinç duyuyoruz, o gün onların Rabbe adanmışlıkları hakkında daha fazla bilgiye sahip olacağız ve Mesih’in adı uğruna çektikleri sıkıntıları öğreneceğiz. Ancak burada şu anda bize onların isimleri dışında herhangi bir bilgi kaydedilmemiş.
Pavlus, kendi topluluğundan haberler göndermeden önce, 17 ve 18.ayetlerde sahte öğretmenlere karşı kardeşlerini uyaran sözlere yer veriyor. “Kardeşler, size yalvarırım, aldığınız öğretiye karşı gelerek ayrılıklara ve sapmalara neden olanlara dikkat edin ve onlardan sakının. Böyle kişiler, Rabbimiz Mesih’e değil, kendi midelerine kulluk ediyorlar. Saf kişilerin yüreklerini kulağı okşayan tatlı sözler ile aldatıyorlar.” Burada işaret edilen kötülük yapan kişiler, hata yapıyor olsalar bile Hristiyan öğretmenler değiller. Yahuda kitabında bize söylendiği gibi topluluğun içine dışardan sızmış olan tanrısaymaz kişiler! Bu kişiler asla Mesih’in hizmetkarları değiller, onlar şeytanın araçları! Tanrı halkını bozmak ve bölmek için dünya tarafından gönderilmiş kişiler! Bu tür ifadeleri gerçek Hristiyanlara uyarlamak gerçekten de korkunç büyük bir kötülüktür. Hristiyan öğretmenler ne kadar hata yapsalar da Rabbi severler ve O’nun halkı için kaygı duyar ve halkın bereketini arzu ederler. Filipeliler 3:18,19 ayetlerinde kendi midelerine kulluk eden yani, yalnızca kendilerini hoşnut etmek için yaşayan bu kişiler hakkında daha fazla bilgi ediniriz. “Size defalarca söylediğim gibi, şimdi gözyaşları içinde tekrar söylüyorum: bir çok kişi, Mesih’in çarmıhına düşman olarak yaşıyor. Onların sonu yıkımdır: tanrıları mideleridir. Ayıpları ile övünür ve yalnız bu dünyayı düşünürler.” Bu tür kişiler hali hazırdaki bölümümüzde yer alan sefil bölücüler ile aynı kişilerdir. Mesih’in gerçek hizmetkarlarını, her ne kadar yaptıkları ya da öğrettikleri şeyler konusunda eleştirmek için gerçeğin bizi zorladığını hissetsek dahi, yine de bu kutsal olmayan dünyevi kişiler ile karıştırmamak için çok dikkatli olmalıyız.
Pavlus, Romalı kutsalları bu tür kişilerin sözünü dinleme tehlikesi içinde olmalarına rağmen, onların söz dinler olduklarını herkesin duyduğunu ve kendisinin de bunu bildiğini belirtir. Ama yine de Romalı kutsalların hali hazırdaki söz dinler tutumlarını korumaları konusunda gayretli olduğu için onlara uyarıda bulunmayı uygun görmüştür. Ancak ne yazık ki, bu kilise çok geçmeden topluluğun kapılarını, Pavlus’un kendilerini uyarmış olmasına rağmen, bu tür sahte öğretmenlere açmış ve bunun sonucu olarak yedinci yüz yılda Roma tahtına Papalık oturmuştur!
Elçi, iyilik konusunda bilge ve kötülük konusunda deneyimsiz olmamızı ister. Ve yanlışlar ile değil, gerçek ile meşgul olmamızı ister. Bu gerçek, esenlik veren Tanrının çok geçmeden şeytanı, biz kutsalların ayakları altında ezmesi ile zafer kazanacaktır.
Pavlus’un ve ona eşlik eden imanlıların son selamları, 21-24.ayetlerde yer alır. Timoteos ve Luka da Pavlus ile birliktedirler. Burada ilk kez, Yason’un Pavlus’un yakın bir akrabası olduğunu öğreniriz (Elçilerin İşleri 17:5-9). Yason, Selanik’e yaptığı ziyaret sırasında Pavlus’a olan bağlılığını büyük ölçüde göstermiştir. Yine Pavlus’un soydaşlarından olan Sosipater de Yason ile birliktedir.
Pavlus’un mektubunu yazıya geçiren kişi olan Tertius da, Rabbe ait olan biri olarak selamlarını gönderdiğini ekler. Eğer burada bu ifadeyi okumasa idik, mektubun gerçek yazarının adını hiç bir zaman öğrenmemiz gerekmeyecek idi.
23.ayette, Pavlus’a ve bütün imanlılar topluluğuna konukseverlik eden Gayus, Yuhanna’nın 3.mektubunda ilk ayette sözü edilen Gayus ile aynı kişi miydi? Bunu bilmiyoruz, ama en azından her ikisi de aynı ruha sahip imanlılar idi. Kent haznedarı Erastus hakkında kutsal yazıların diğer bölümlerinde de (Elçilerin İşleri 19:22; 2.Timoteos 4:20) bilgi verilmiştir, ama Kuartus ile ilgili başka bir bilgiye hiç bir yerde rastlamayız. Hem Tertius hem de Kuartus’un isimleri nedeni ile her ikisinin anne ve babasının da büyük olasılık ile bir zamanlar köle olduklarını düşünüyoruz. Bu iki imanlının adları üçüncü ve dördüncü anlamına gelmektedir. Köleler genellikle yalnızca numaralar aracılığı ile adlandırılırlar idi.
24.ayetin selamında Pavlus’un adı net bir şekilde geçer ve mektubun gerçekten Pavlus tarafından dikte edildiğine işaret etmiş olur. Bakınız 2.Selanikliler 3:17,18. “Lütuf” sözcüğü, Pavlus’un yazarlığını belirleyen ve aynı zamanda onun gizli bir işareti ya da ona özgü olan gizli bir işarettir. İbraniler 13:25 ayetindeki “Tanrının lütfu sizin ile birlikte olsun!” ifadesi de İbraniler’e yazılan mektubun Pavlus tarafından yazıldığına dair işaretlerden biridir.
25-27 ayetleri, Pavlus’un müjde ile ilgili değerli açıklamasıyla bağlantılı bir ek niteliğini taşırlar. Pavlus, müjde ile ilgili bu “sırrı” kendisine verilmiş özel bir görev olarak diğer uluslar arasında duyuracak idi ve bu sır Efesliler bölümünde ve diğer çeşitli kutsal yazılarda da tam olarak açıklanmış idi.
"Tanrı, duyurduğum müjde ve İsa Mesih ile ilgili bildir uyarınca, sonsuz çağlardan beri saklı tutulan sırrı açıklayan vahiy uyarınca sizi ruhça pekiştirecek güçtedir. O sır şimdi aydınlığa çıkarılmış ve öncesiz Tanrının buyruğuna göre peygamberlerin yazıları aracılığı ile bütün ulusların iman ederek söz dinlemesi için bildirilmiştir. Bilge olan tek Tanrıya İsa Mesih aracılığı ile sonsuza dek yücelik olsun. Amin.”
Pavlus’a iki yönlü bir hizmet verilmiş idi – (yüceltilmiş Mesih ile bağlantılı olan müjde) ve dünyanın başlangıcından önce Tanrıda saklı olan ama şimdi Kutsal Ruh tarafından açıklanmış olan sır. Bu iki yönlü hizmeti Koloseliler 1:23-29 ve Efesliler3:1-12 ayetlerinde okuyarak inceleyebilirsiniz.
“Sır”, zor ya da gizemli bir özellik taşıyan bir şey değil idi. Ama kutsal bir sır idi ve insanlık tarafından bilinmiyor idi; ancak zamanı geldiğinde Kutsal Ruh bu sırrı elçi Pavlus aracılığı ile ortaya çıkardı. Ve Pavlus aracılığı ile bu sırrı tüm ulusların iman ederek söz dinlemesi için duyurdu. Bu sır, kutsal yazılarda sonunda ortaya çıkartılmak üzere saklanmamış idi; ama bize kesin olarak söylenen şudur: sır, Tanrının ortaya çıkmasını seçtiği zamana kadar Tanrıda saklı kaldı. Bu sır, Mesih hem beden aldığı hem de dirildiği zaman İsrail’e Mesih’i kabul etmesi için her türlü fırsat tanınmış oldu. İsrail, Mesih’i kesinlikle reddettiği zaman, Tanrı öncesizlikten beri yüreğinde saklamış olduğu bu sırrı – yani, Yahudiler ve tüm diğer uluslar dahil olmak üzere herkesi kurtarma isteğini – ortaya çıkardı. Tanrı, Kutsal Ruhun vaftizi aracılığı ile Mesih ile birleştirerek O’nun Bedeni haline getireceği imanlılar ile mümkün olan en yakın ilişkiye sahip olacak idi. ( bu ilişki Efesliler 5.bölümde yer alan karı ve koca ya da baş ve beden ilişkisine benzeyecek idi). Ve bu çok yakın ilişki yalnızca şimdi değil tüm çağlar boyunca sürecek idi.
Mesih ve kilisesi ile ilgili bu büyük sır, şimdi ortaya çıkartılmış ve peygamberlerin yazıları aracılığı ile bildirilmiştir – ancak bu yazılar burada elbette peygamberlerin kutsal yazıları olarak tercüme edilmemişlerdir. Ancak bu yazılar ile ilgili anlam aşikardır; müjdenin ışığının ve tanıklığının bu gününde, Yeni Antlaşmadaki peygamberler yani, vahiy alarak yazan kişiler tarafından kaleme alınmışlardır.
Bu sır aynı zamanda, akılda tutulması gereken yalnızca güzel ve harika bir teori ya da öğretiş de değildir. Bu sır, Mesih ile O’nun reddedilişinde şimdi özdeşleşmeyi kapsar. Ve bu yüzden iman itaati için tüm uluslara bildirilir. Romalılara’a yazılmış olan bu mektupta geliştirilmiş olan bir konu değildir. Çünkü bu mektuptaki ana konu, daha önce de görmüş olduğumuz gibi Müjdede açıklanan Tanrı Doğruluğudur. Ancak bu mektuba eklenmiş olmasının nedeni, bu mektupta açıklanan müjde ile sırrın açıklanması arasında bir bağ kurmaktır. Burada söylemek istediğimiz, Efesliler ve Koloseliler kitaplarında, Romalılar ve daha önceki mektuplarda yer alan gerçekten daha yeni ya da daha yüce bir gerçeğin bulunduğu değildir. Elçi aracılığı ile yazılan tüm mektuplardaki öğretiş, ayrı zamanlarda yazılmıştır. Romalılar 16:25 ayetinin “sırrı”, daha sonraki mektuplarda olanın aynısıdır. Ve elçinin mesajlarında her zaman düzenli şekilde yer alır. Bunu belirtmemizin nedeni şudur: Elçilerin İşleri 28.bölümde kayıtlı olduğu gibi Pavlus’un mesajı Roma’daki Yahudiler tarafından reddedildikten sonra Pavlus’un Elçilerin İşlerindeki hizmeti bu durumdan çok etkilenmiş idi. Romalılar mektubundaki ek, bu durumun tam bir inkarıdır. Ve buraya eklenmesinin nedeni, elçinin iki yönlü özellik taşıyan müjde ve kilise ile ilgili hizmetinin birliğini sergilemek içindir.
Ve bu konu ile hali hazırdaki incelememizi ve çalışmamızı sonuçlandırmış oluyoruz; bu mektubu tekrar gözden geçirmemizin boşuna olmadığına güveniyoruz ama Tanrının Oğlunun göklerden gelmesini bekler iken yarar sağladığına ve bereketlemiş olduğuna inanıyoruz.
“Bilge olan tek Tanrıya İsa Mesih aracılığı ile sonsuza dek yücelik olsun. Amin.”