March 2013

21 Ağustos

“Ama imanlılar topluluğunda diller ile on bin söz söylemekten ise,
başkalarını eğitmek için zihnimden beş söz söylemeyi tercih ederim.”
 (1.Korintliler 14:19)

Burada sözü edilen konu elbette dillerin kilise toplantılarında tercüme edilmeden kullanılmalarıdır. Pavlus, bu tür bir uygulamaya karşıdır; konuşulan dillerin tercüme edilmesi konusunda ısrar eder, çünkü aksi takdirde hiç kimse gelişemez.

Ama bu ayet daha geniş bir anlamda uygulanabilir. Konuştuğumuz zaman, herkesin işitebilmesi için duyulacak kadar yüksek ses ile konuşmamız gerekir, aksi takdirde yalnızca yabancı bir dilde konuşuyor oluruz. Hemen hemen her dinleyici topluluğunda ağır işiten kişiler var olacaktır. Eğer konuşan kişinin sesi çok alçak olur ise, konunun düşünce düzenini kaçırırlar ve bu onlar için sıkıntılı bir duruma neden olur. Çünkü sevgi, kendisini değil, diğerlerini düşünür, konuşur iken herkesin işitebilmesi için yeterli olacak bir ses tonu ile konuşur.

Sevgi, aynı zamanda sıradan bir insanın da anlayabileceği kadar basit sözcükler kullanarak konuşur. Biz büyük bir mesaja, tüm dünyadaki en büyük mesaja sahibiz. İnsanların mesajı işitmeleri ve anlamaları önemlidir. Eğer belirsiz, karmaşık ve teknik bir dil kullanarak konuşur isek, kendi iyi amacımıza karşı çıkmış oluruz.

Bir vaiz, oradaki halka hizmet etmek için Uzak Doğu’ya gitti ve elbette yanında bir tercümanı vardı. Konuşmasındaki mesajın ilk cümlesi şu idi: “tüm düşünce iki sınıfa ayrılabilir: somut ve soyut.” Dişsiz büyükannelerin ve huzursuz çocukların bulunduğu dinleyici topluluğuna bakan tercüman, bu cümleyi şöyle tercüme etti: “Amerika gibi uzak bir yerden buraya gelmemin nedeni size Rab İsa’yı anlatmaktır.” O noktadan itibaren mesaj tamamen meleklerin ellerinde idi.

Bir Hıristiyan dergisinin son sayısında şu tür ifadeler ile karşılaştım: tarih ötesi bir kategorinin kural teşkil eden başlangıç noktası; çeşitli sistem ve kaynaklardan derlenmiş olmayan, ama var oluş uygunluğuna sahip olan bir iş; bilinç halinin dikey düzlemde bir süreklilik arz etmesi; onaylamanın kanonikal dili; ölçünün aşırı sınırlarındaki klasik nedensellik. Bu tür dinsel bir karışık ve anlamsız sözün içinde ağır ve güçlük ile ilerlemeleri istenen zavallı insanlara ne yazık! Sınırsız cümleler kullanarak hiç bir şey söylememek gibi can sıkıcı ve zihin yorucu bir yola sahip olan bu tür kişilerden hepimiz esirgenelim!

Ortalama TV ya da radyo programının üçüncü derecede bir eğitim almış olan kişileri hedeflediğini duyarız. Bu bilgi, dünyaya kurtuluş mesajı ile ulaşmak isteyen Hıristiyanlar için bir ipucu olsun.”Mesajı net ve sade kılmamız gerekir: MESİH GÜNAHLI İNSANLARI KABUL ETTİ” şeklinde bir ifade yeterince kolay anlaşılırdır. Hiç kimsenin anlamadığı bir dilde on bin sözcük kullanmak yerine beş sözcük söylemek ve anlaşılmak çok daha iyidir.

22 Ağustos

“Bana dokunma, çünkü daha Babanın yanına çıkmadım.” (Yuhanna 20:17)

Çocuklar tarafından çok sevilen ilahilerden birinde şöyle der: “O eski, tatlı öyküyü okuduğum zaman, şunu düşünürüm: İsa burada insanların arasında iken, küçük çocukları kuzuları olarak ağılına çağırdı, o zaman benim de onlarla birlikte olmam gerekir.” Her birimiz büyük olasılık ile bu duygulu arzuyu zaman zaman hissetmişizdir; Tanrının Oğlu’na yeryüzündeki hizmeti sırasında kişisel olarak eşlik etmenin ne kadar keyif verici olacağını düşünmüşüzdür.

Ancak farkına varmamız gereken şey şudur: O’nu Söz aracılığı ile Kutsal Ruh tarafından açıklandığı şekilde bilmek çok daha iyidir. O yeryüzünde iken O’nun yanında olamayışımız bir dezavantaj değildir, aslında bizler öğrencilerden daha ayrıcalıklıyız. Bu konuya şu açıdan bakalım: Matta İsa’yı, Matta’nın gözleri ile gördü, Markos, Markos’un gözleri ile, Luka, Luka’nın gözleri ile ve Yuhanna, Yuhanna’nın gözleri ile. Ama bizler İsa’yı, dört Müjdecinin gözleri aracılığı ile görüyoruz. Ve bu düşünceyi eğer bir adım daha ileriye taşıyacak olur isek, o zaman Rab İsa ile ilgili Yeni Antlaşma’nın tamamında yer alan daha derin bir açıklamaya, O yeryüzünde iken yanında bulunan öğrencilerin hepsinin sahip olduğundan daha çok sahibiz.

İsa’nın döneminde O’nunla birlikte yaşamış olan kişilerden daha ayrıcalıklı olduğumuz konusunda bir başka ek avantaja daha sahibiz. İsa, Nasıra ya da Kefernahum’daki kalabalığın içine karışmış iken, bazı kişilere mecburen diğerlerinden daha yakın idi. Yuhanna, üst kattaki odada İsa’nın göğsüne yaslandı, oysa diğer öğrenciler O’ndan daha farklı mesafede idiler. Ama bu durum şimdi değişmiştir. Kurtarıcımız, şimdi tüm imanlılara eşit şekilde yakındır. O, yalnızca bizimle birlikte değildir; O, bizim içimizdedir.

Meryem dirilmiş Rab ile karşılaştığı zaman, O’na daha önceden yapmaya alışık olduğu şekilde dokunmak istedi. O’nun fiziksel, bedensel varlığını kaybetmek istemedi. Ama İsa ona şöyle dedi: “Bana dokunma, henüz Babanın yanına çıkmadım-“ (Yuhanna 20:17) İsa aslında şunu demek istiyordu: “Meryem, Bana yersel ve fiziksel anlamda dokunma. Babamın yanına çıktığım zaman, Kutsal Ruh yeryüzüne gönderilecek. Sizler O’nun hizmeti aracılığı ile Beni şimdiye kadar tanımış olduğunuzdan çok daha dolu, açık ve yakın bir şekilde bileceksiniz.”

Tüm bunlardan çıkan sonuç şudur: İsa yeryüzünde iken O’nunla birlikte olmayı arzu etmek yerine sevinçli bir şekilde şimdi O’nunla birlikte olmanın daha iyi olduğunun farkına varmamız gerekir.

23 Ağustos

“Çünkü halkım iki kötülük yaptı: Beni diri suların pınarını bıraktı,
kendilerine sarnıçlar, su tutmayan çatlak sarnıçlar kazdılar.”  (Yeremya 2:13)

Bir pınarı, sarnıçlar, hem de su tutmayan çatlak sarnıçlar ile değiş tokuş etmek çok kötü bir pazarlıktır. Bir pınar yerin altından fışkıran serin, duru ve tazeleyici bir su kaynağıdır. Bir sarnıç ise su depolamak için kullanılan bir su haznesidir. Sarnıcın içindeki su, durgunlaşabilir ve kirli hale gelir. Sarnıç çatladığı zaman, içindeki su dışarı sızar ve dışarıdaki kir de içeri sızar.

Rab, diri suların Kaynağıdır. O’nun halkı O’nda kalıcı doyum bulabilirler. Dünya bir sarnıçtır ve aynı zamanda çatlak bir sarnıçtır; zevk ve mutluluk umudu sunar, ama onda doyum arayan kişilerin hayal kırıklığına uğramaları kaçınılmaz bir durumdur. Mary, Tanrının Sözünün okunduğu ve ezberlendiği bir evde büyüdü. Ama anne ve babasının yaşam biçimlerine karşı isyan etti ve kendi hayatını sürmeye kararlı olarak evden ayrıldı. Dans, yaşamının tutkusu haline geldi. Hıristiyan geçmişinin tüm anılarını bastırmaya çalışarak kendini dansa verdi.

Bir gece, partneri ile birlikte dans pistinde kayarak dans eder iken, küçük bir kız olduğu zamanlarda öğrenmiş olduğu bir Kutsal Kitap ayeti aklına geldi: “Çünkü halkım iki kötülük yaptı: Beni, diri suların pınarını bıraktı, kendilerine sarnıçlar, su tutmayan sarnıçlar kazdılar.” Dansın tam orta yerinde günahına ikna edildi. Yaşamının boşluğunu fark ederek Rabbe döndü ve iman etti. Dans etmeye devam etmekten vazgeçti, salondan ayrıldı ve bir daha da asla geri dönmedi.

O andan itibaren kendisini şu mısraları yazan bir şair ile özdeşleştirdi:” Rab, ben çatlak sarnıçları denedim. Ama ah! Sular istediğim gibi değildi. Yine de içmek istedim, ama sular önümden kaçtılar ve ben ağlar iken benimle alay ettiler. Ama şimdi biliyorum ki yalnızca Mesih tatmin edebilir. Benim için O’nun adından başka bir ad yoktur. Rab İsa sende yalnızca sevgi ve yaşam ve kalıcı sevinç vardır.

Mary Kurtarıcının şu sözlerindeki gerçeği tecrübe ederek yaşamış oldu: “Bu sudan her içen yine susayacak, ama benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir pınar olacak.” (Yuhanna 4:13,14)

24 Ağustos

“Rab diyor ki, sesini ağlamaktan, gözlerini yaş dökmekten alıkoy,
çünkü verdiğin emek ödüllendirilecek.
Halkım düşman ülkesinden geri dönecek.” (Yeremya 31:16)

Stephen anne ve babası görev alanında hizmet verdikleri sırada yetiştirildi. Çok erken bir yaşta Mesih’e olan imanını ikrar etti ve bir çok kişinin Rabbe yönlendirilmesine aracılık etti.  Bir koleje devam etmek için Amerika’ya ilk kez geldiği zaman, iyi bir tanıklığa sahipti. Ama sonra bulunduğu noktadan geriye doğru kaymaya başladı. İçini soğukluk kapladı. Günaha ödün verdi. Ve çok geçmeden Doğu inançları ile ilişki kurmaya başladı.

Anne ve babası ilkelerine dönme iznini kullanarak Amerika’ya geldikleri zaman, yüreklerinden vurulmuş gibi oldular. Oğullarına yalvardılar, onu makul olmaya çağırdılar ve rica ettiler, ama onu ikna edemediler. Sonunda Stephen’in üç kişi ile birlikte yaşadığı yere gidip onu ziyaret ettiler. Orada gördükleri onları perişan etti. Eve dönüp acı acı ağladılar.

Yatmaya gittiler ve uyumaya çalıştılar ama hiç bir yararı olmadı. Sonunda, sabaha karşı saat dörtte, kalkmaya ve Rab ile sabah paylaşımlarını yapmaya karar verdiler. Normal olarak o gün Yeremya 31.bölümü okuyacaklardı, ama Stephen’in babası ağlayan peygamberin onları teselli edemeyeceğini düşünerek , “Hayır, Yeremya’dan okumayalım!” dedi. Ama Kutsal Ruh üstün geldi ve Yeremya 31. Bölümü açtılar. 16.ayete geldikleri zaman, şu sözleri okudular:” Sesini ağlamaktan, gözlerini yaş dökmekten alıkoy, çünkü verdiğin emek ödüllendirilecek. Halkım düşman ülkesinden geri dönecek.”

Bu gün binlerce Hıristiyan anne ve baba isyan eden oğulları ve kızları için yas tutan kırık yüreklere sahiptirler. Dua ettikleri zaman, gökyüzü sanki işitmiyor gibidir. Tanrının yoldan sapan imanlıyı restore edip edemeyeceğini ya da restore edip etmeyeceğini merak etmeye başlarlar.

Bu anne ve babaların hatırlamaları gereken şudur: Rab için zor olan hiç bir şey yoktur. Şükran sunmaya dikkat ederek duaya devam etmeleri gerekir. Tanrının Sözündeki vaatleri davalarının yanıtı olarak göstermeleri gerekir.

Anne, Yeremya 31:16 ayetine sahip çıkarak onu iddia ettiği takdirde beraat edip etmeyeceğini merak eder iken, Yeşaya 49:25 ayetini okudu: “Seninle çekişenle ben çekişeceğim, senin çocuklarını ben kurtaracağım.”

25 Ağustos

“Dayanabileceğimizden  çok daha ağır bir yük altında idik.
Öyle ki, yaşamaktan bile umudumuzu kesmiştik. Ölüme mahkum olduğumuzu içimizde hissettik.
Ama bu, kendimize değil, ölüleri dirilten Tanrıya güvenmemiz için oldu.”  (2.Korintliler 1:9)

Pavlus, Asya ilinde ölümden kıl payı kurtulmuştu. Orada tam olarak ne olup bittiğinden tam olarak emin olamayız, ama durum öylesine ciddi idi ki, eğer ona, “yaşam ile mi yoksa ölüm ile mi sonuçlanacak?” diye sormuş olsa idik, bize vereceği yanıt:”Ölüm ile” olurdu.

Tanrının kullandığı insanların çoğu yaşamlarında bir kez ya da birden çok kez benzer bir tecrübe yaşamışlardır. Tanrının büyük insanlarının yaşam öyküleri hastalıktan, kazalardan ve kişisel saldırılardan Tanrının harika kurtuluşlarını kaydederler.

Tanrı bazen bu tür bir tecrübeyi kişinin dikkatini çekmek için kullanır. Belki de böyle bir kişi maddesel refah ile ilgili olarak zirvededir, her şey yolunda gitmektedir. Sonra bu kişi aniden zirveden dibe iner. Cerrah kanserli bağırsakların çoğunu keserek alır. Bu olay kişinin yaşamını yeniden değerlendirmesine ve ayrıcalıklarını yeniden gözden geçirmesine neden olur. Yaşamın ne kadar kısa ve belirsiz olduğunun farkına vararak, yaşamının geri kalanını Rabbe adamaya karar verir. Tanrı onu ayağa kaldırır ve onun ömrüne pek çok yıl ya da verimli hizmet ekler.

Pavlus’un olayında durum farklı idi. O yaşamını zaten Rabbe hizmet etmek için teslim etmişti. Ama tehlikeli bir olasılık söz konusu idi: Rabbe kendi gücü ile ve kendi aklı ile hizmet etmeye çalışabilirdi. Bu yüzden, Rab, kendisine değil, diriliş Tanrısına güvenmesi için onu mezarın kıyısına kadar getirdi. Pavlus’un gürültülü ve kargaşalı kariyerinde insanın çözümlemesinin imkansız olduğu durumlar ile çok sık karşılaştığını görürüz. İmkansızı mümkün kılan Tanrının yeterliliğini daha önceden kanıtlamış olarak, yılmayacak ve gözü korkmayacaktı.

Ölüm ile burun buruna gelmek gibi bu tür durumlar aslında kılık değiştirmiş bereketlerdir. Bu durumlar bize ne kadar zayıf olduğumuz gösterirler. Bize bu dünyanın değerlerinin ne kadar ahmakça olduğunu hatırlatırlar. Bize, yaşamın hiç beklenmedik bir anda sona erebilecek kısa bir öykü olduğunu öğretirler. Ölüm ile yüz yüze geldiğimiz zaman, bizi Gönderen’in işlerini henüz gündüz iken yapmamız gerektiğinin farkına varırız, çünkü hiç kimsenin artık çalışamayacağı zaman olan gece yaklaşmaktadır. Bir anlamda her birimiz kendimizi ölüme mahkum hissederiz – Mesih’in ilgilerini ön plana almamız ve O’nun gücüne ve O’nun bilgeliğine bağımlı olmamız gerektiği konusunda sağlıklı bir hatırlatma.

26 Ağustos

“Ellerimizin emeğini boşa çıkarma.” (Mezmur 90.17)

New American Standard Bible’ın sayfa kenarında şunu okuruz: “… ellerimizin işine istikrar ver.” Bu düşünce üzerinde düşünmeye değer bir düşüncedir ve yanıt almak için dua etmeye değer bir dilektir! Yaşamlarımızı kalıcı olanı yapmak konusunda geçirmek için bunu isteğimiz haline getirmemiz gerekir.

Bu konu, Rab İsa’nın şu sözleri ile Yeni Antlaşma’da yansır. “Siz beni seçmediniz, Ben sizi seçtim. Gidip meyve veresiniz, meyveniz de kalıcı olsun diye sizi Ben atadım.” (Yuhanna 15:16.

F.W.Boreham her birimizin kendisine bedeni mezarda yatarken yapabileceği bazı onurlu ilgi alanları sağlaması gerektiğini söyledi. Ama bizim bu mezarın ötesindeki düşünceden ilerisine gitmemiz ve her birimizin sonsuzluk için bina etmemiz gerektiğini söylememiz doğrudur.

Geçici öneme ve kalıcı olmayan değere sahip olan modern aktivite ile ilgili olarak söyleyeceklerimiz bu kadar. Geçen gün, yaşamını bir Bartlett incisinin derisinde bulunan ve buharlaşma özelliğine sahip elli kimyasalın kimyevi analizine adayan bir adamdan söz edildiğini duydum. Hıristiyanlar bile kumdan kaleler yapma, balon köpüklerinin ardından gitme ve önemsiz şeyler konusunda uzmanlar haline gelme tuzağına düşebilirler. Birinin söylemiş olduğu gibi, yaşamlarımızı yanan bir evin içindeki tabloları düzeltmek ile geçirme hatasını işleyebiliriz.

Sonsuz değere sahip olan pek çok iş çeşidi vardır ve bizler dikkatimizi bu tür işlere vermeliyiz. Bu işlerden ilki, Hıristiyan karakterinin gelişmesidir. Karakterimiz, cennete birlikte götüreceğimiz birkaç şeyden biridir. Ve şimdiden yetiştirilmesi gerekir.

Mesih için kazanılan canlar, kalıcı değere sahiptirler. Bu canlar sonsuza kadar Tanrının Kuzusuna tapınan kişiler olacaklardır.

Gerçeğin sözünü öğretenler, genç imanlılara destek olanlar ve Mesih’in koyunlarını besleyenler, sonsuza kadar sürecek olan yaşamları için biriktirirler.

Oğullarını ve kızlarını Krallığa hizmet etmeleri için yetiştiren anne ve babalar işlerinin sürekli olacağından emindirler.

Paraları ile Mesih ve O’nun davası için yatırım yapan kişiler, başarısız olması imkansız olan bir hizmet yapmaktadırlar.

Kendilerini dua işine adamış olan kişiler, bir gün, ettikleri her duanın Tanrının zamanında ve Tanrının belirlemiş olduğu şekilde yanıtlandığını göreceklerdir.

Tanrı halkına hizmet edenlerin her biri, sonsuzluk için yapılan bir iş ile ilgilidir. Mesih’in en alçakgönüllü hizmetkarı dünyanın en bilge adamlarının sahip olduğu vizyondan daha üstün vizyona sahiptir. Diğerlerinin hizmetleri mantar şeklinde yükselen bir bulut gibi yükselip gider iken onun yaptığı iş kalıcı olacaktır.

27 Ağustos

“Rab, çadırına kim konuk olabilir? Kutsal dağında kim oturabilir?
Kendi zararına ant içse bile andından dönmeyen.”  (Mezmur 15:1,4)

15. Mezmurda Yüce Tanrıya yakın olacak olan kişinin özelliğini tanımlar. Bu adamın karakterinin görünümlerinden biri, kendisine büyük kişisel zarar verecek olsa bile verdiği söze sadık kalması ve onu yerine getirmesidir. Eğer bir söz verir ya da ant içer ise, bu sözüne ya da andına bağlı kalır.

Örneğin burada, evini satan bir Hıristiyan’ın durumu üzerinde düşünelim. Bir alıcı gelir ve istenen fiyatı ödemeyi kabul eder. Evini satan bu kişi ile anlaşma yapmayı kabul eder. Herhangi bir kağıt imzalanmadan önce, bir başka alıcı gelir ve ev için 5000 dolar daha fazla ödemeyi teklif eder. Evini satan kişi belki yasal açıdan ilk teklifi reddedebilir ve böylelikle sevinin satışından 5000 dolar daha fazla kazanmış olur. Ama ahlaki açıdan ağzından çıkan söze sadık kalmak zorundadır. Burada söz konusu olan, onun güvenilir bir Hıristiyan olarak ettiği tanıklıktır.

Ya da yirmi yaş dişi iltihaplanmış olan bir başka imanlıyı düşünelim. Bu imanlının diş hekimi onu, dişi antibiyotik ile tedavi eden ve sonra diş çekimi için ona randevu veren bir ağız cerrahına gönderir. Hıristiyan cerraha tanıklık ettikten sonra onun muayenehanesinden ayrılır. Yolda bir arkadaşına rastlar ve arkadaşı ona dişini yarı fiyatına daha ucuza çektirebileceği bir başka cerrah tanıdığını söyler. Şimdiye kadar yapmış olduğu iş için kendi cerrahına para ödeyeceğine kuşku yoktur. Sonra da arkadaşının söylediği diğer cerraha gidebilir. Ama böyle yapması mı gerekir?

Sue, yaşlı bir çiftin akşam yemeği davetini henüz kabul etmiştir; sonra telefonu çalar ve kendi yaşındaki genç insanların katılacağı sade bir akşam yemeğine davet edilir. Sue, iki arada kalmıştır. Yaşlı çifti hayal kırıklığına uğratmayı istememektedir, ama genç insanlar ile bir arada olmayı da çok istemektedir.

Bu gibi konularda ortada çok büyük parasal rakamlar söz konusu olduğu zaman, karar vermek en zor olanıdır. Ama paranın miktarı ne olur ise olsun, sözümüzden dönmemize, bağlılığımızdan vazgeçmemize neden olmamalı ve Hıristiyan tanıklığımıza leke sürmemelidir; Rabbin adına saygısızlık edilmesine sebep olmamalıdır. Bedeli ne olur ise olsun, Voltaire’in kötü niyet ile söylemiş olduğu sözlerin doğru olmadığını kanıtlamamız gerekir: “Söz konusu olan para olduğu zaman, insanların hepsi aynı dindendir.”

Tanrı insanı, “kendisine neye mal olur ise olsun, vaatlerini her zaman yerine getirir” (TEV; “bir vaadini, kendisinin mahvolmasına neden olsa dahi yerine getirir.” (LB)

28 Ağustos

“Günahınızın gelip sizi bulacağından emin olun.” (Çölde Sayım 32:23)

Tanrı, içinde yaşadığımız bu dünyaya değiştirilemez, belli bazı ilkeler inşa etmiştir. Ve insanın tüm yaratıcılığı bu ilkelerin yerine gelmesine engel olamaz. Bu ilkelerden biri, günah işlediğiniz zaman, bunun sonuçlarından kaçınamayacağınızdır.

Bazılarımız bu ilkenin işleyişini erken yaşlarda öğrenmişizdir; reçel ya da bazı başka yiyecekleri aşırdığımız zaman, arkamızda annemizin yaptığımız şeyin kolayca farkına varmasına neden olan izler bırakırız. Ama bu gerçek, yaşamın tamamı için geçerlidir ve her gazete tarafından bu gerçeğe tanıklık edilir.

“Eugene Aram’ın Rüyası” adlı şiir, bu konu ile ilgili dikkat çekici bir örnektir. “Mükemmel bir suç” işleyeceğini düşünen Aram bir adam öldürdü ve bu adamın bedenini ağır ağır akan, bir mürekkep kadar koyu rengi olan ve derinliği çok fazla bir nehre attı. Ertesi sabah suçu işlemiş olduğu nehir kıyısına gitti

Ve siyah renkli lanetli suyu
Vahşi ve korku dolu gözler ile araştırdı;
Ve nehrin yatağında, ölü adamı gördü,
Çünkü nankör akıntı kurumuş idi.

Bedeni, çok büyük yapraklar ile örtmeye çalıştı, ama o gece bölgede çok şiddetli bir rüzgar çıktı ve ceset tamamen görünür hale geldi.

O zaman yere yüz üstü yıkıldım
Ve önce ağlamaya başladım.
Çünkü anladım ki benim saklamaya çalıştığımı
Toprak gizlemeyi reddetmiş idi;
Karada ya da suda ve ne kadar derinde olur ise olsun.

Sonunda kurbanını uzaktaki bir mağaranın içine gömdü, ama yıllar sonra iskelet bulundu; işlediği suç için mahkemeye gitti ve cezası infaz edildi. Günahı gelip onu bulmuştu.

Ama günahın gelip bizi bulduğu bir başka yol daha mevcuttur. E. Stanley Jones bize şunu hatırlatır: “Günah içsel varlığı bozar, iç cehennemde kendine saygı duyamazsın ve seni çıkışı olmayan labirentlerin içinde yaşamaya zorlar.”

Ve hatta eğer bir kişinin günahı bu yaşamda ortaya çıkmadan kalsa bile, diğer yaşamda kişinin karşısına çıkacağı kesindir. Günah, Mesih’in kanı aracılığı ile temizlenmediği takdirde, Yargı Gününde ışığa getirilecektir. Günah, bir eylem, bir düşünce, bir motif ya da bir niyet olabilir, ne olduğu hiç fark etmez; kişi onunla suçlanacak ve cezası ilan edilecektir. Bu ceza, elbette, sonsuz ölüm olacaktır.

29 Ağustos

“Mesih her şeydir.”   (Koloseliler 3:11)

Biz Hıristiyanların şöyle bir eğilimimiz vardır: zamanımızın çoğunu, bir şekilde bize, günlük yaşamımızın iniş ve çıkışlarından kalıcı zaferi ya da özgürlüğü garanti edecek olan yeni ruhsal deneyimler aramak amacı ile geçirmek. Yaşamın katı yerlerini yumuşatacak olan kolay ele geçmez sihirli bir formül bulmak amacı ile kongreler, konferanslar, seminerler ve atelyelerin peşinde telaşla gezinir dururuz. Parlak broşürler bize, Dr. Falan Filan’ın bizi Kutsal Ruh ile radyo aktif hale getirecek olan yeni ve çok önemli bir hamle konusunda paylaşımda bulunacağını garanti ederler. Ya da bazı gayretli komşularımız,  son zamanlarda bol yaşama götüren kestirme bir yol keşfedildiğini işitmemiz için bizi Belediye Toplantı Salonu’na götürmek için ısrarlı davranırlar.

Yemlerin sayısı çoktur. Bir vaiz doyuma götüren kraliyet yolunu sunar. Bir diğeri zaferin üç yönlü sırrının reklamını yapar. Bu gün, daha derin bir yaşam sağlayan anahtarların ne olduğunu anlatan bir seminere gideriz. Ertesi hafta kutsallığa ulaştıran beş kolay adım ile ilgili bir toplantı yapılacağını duyarız. Kutsal Ruh’un doluluğunu almak için öne çıkarak sunağa çağrıldığımız bir tecrübe ile birden yükseliriz. Ya da sanki yaşamdaki en önemli şey imiş gibi, bedenin şifası ile takıntılı bir halde ilgilenmeye başlarız. Bir an, Hıristiyanlığa özgü bir psikolojik karşı durma tecrübesi yaşarız, ondan sonraki an hatıraların şifa bulması konusu ile ilgileniriz. Bazı yeni ruhsal yükseklikler bulmak için kara ve deniz çevresinde dolanırız.

Hiç kuşkusuz bu konuşmacıların çoğu içten kişilerdir ve söyledikleri şeylerin bazılarında bir değer mevcuttur. Ama kutsallığa giden kestirme bir yol bulunmadığını, sorunların hala mevcut olduğunu ve gün be gün Rabbe bağımlı olarak yaşamamız gerektiğini anlamak için yaşamın gerçek yüzüne geri döneriz.

Sonunda öğrenmemiz gereken, tecrübelerden çok Rab İsa’nın Kendisi ile ilgilenmemizin daha iyi olduğudur. O’nda hiç bir hayal kırıklığı yoktur. O’nda ihtiyacımız olan her şeye sahibiz. O, her konuda yeterli Olan’dır.

A.B.Simpson yaşamının ilk kısmını tecrübelerin peşinde koşmak ile geçirdi, ama tecrübelerin doyum vermediğini anladı. Sonra, “O’nun Kendisi” adlı bir ilahi yazdı; bu ilahinin ilk bölümünü aşağıda okuyabilirsiniz:

Bir zamanlar bereket idi, şimdi Rab;
Bir zamanlar duygu idi, şimdi O’nun Sözü;
Bir zamanlar istediğim O’nun armağanları idi, şimdi yalnızca O’nun Kendisi.
İsa, her şeyde her şeydir, ben bu şarkıyı söyleyeceğim;
Her şey İsa’da ve İsa her şey.

30 Ağustos

“Kendine ve öğretişine dikkat et.”  (1.Timoteos 4:16)

Tanrı Sözünün pek çok dikkat çeken özelliklerinden biri öğretişi asla görevden ayırmayışıdır. Örneğin filipeliler 2:1-13 ayetlerini ele alalım. Bu bölüm, Yeni Antlaşma’daki Mesih ile ilgili klasik bölümlerden biridir. Bu bölümde şunu öğreniriz: Mesih, Baba Tanrı ile eşittir, O’nunla aynı öze sahiptir. Ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak Kendini boş kıldı. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip Kendini alçalttı. Bunun için de Tanrı O’nu pek çok yükseltti ve O’na her adın üstünde olan adı bağışladı. Ama bu konu, bilimsel bir inceleme olarak değil, Filipelilere bir hitap olarak ve bize Mesih’in zihnine sahip olduğumuz göstermek için sunulur. Eğer biz de O’nun yaptığı gibi başkaları için yaşar isek, bu tutumumuz çekişmeyi ve boş gururu yok edecektir. Eğer biz de O’nun yaptığı gibi kendimizi alçaltır isek, uygun zamanda Tanrı bizi yüceltecektir. Bölüm çok yoğun bir pratikliğe yer verir.

Ben sık sık sistematik teoloji ile ilgili kitaplar okuduğum zaman, bu konu hakkında düşünürüm. Bu tür kitaplarda yazarların yapmak istedikleri şey şudur: Kutsal Kitap’ın iman öğretişi hakkında öğrettiği her şeyi, yani Tanrı, Mesih, Kutsal Ruh, melekler, insan, günah, kefaret v.b. her konuyu bir araya toplamak. Yapmak istedikleri bu şey sınırsız bir değere sahiptir, ancak tanrısal yaşamdan uzak kalarak yapıldığı takdirde, çok soğuk ve katı kalabilir. Bir kişi, önemli öğretişler konusunda zihinsel açıdan yeterli olabilir ama yine de Hıristiyan karakteri söz konusu olduğu zaman, üzüntü verecek şekilde yetersiz kalabilir. Eğer Kutsal Kitap’ı tanrının bize verdiği şekilde inceleyecek olur isek, öğretiş ve görev arasında asla bir ikiye bölünme elde etmeyiz. Her ikisi her zaman çok hoş bir şekilde aralarında dengeye sahiptirler ve birbirlerine örülmüşlerdir.

Belki de kişisel sorumluluğumuzdan en ayrı olan öğretiş konusu peygamberlik ile ilgili olandır. Peygamberlik konusu, gereğinden fazla olarak,  merakı tatmin edecek olan bir yol olarak sunulmuştur. Mesih karşıtının kimliği ile ilgili olay çıkmasına neden olan spekülasyonlar kalabalıklara çekici gelebilirler, ama kutsallık geliştirmezler. Peygamberliğin amacı, kulaklara çekici gelen bir merak konusunu gidermek değildir; peygamberliğin amacı, Hıristiyan karakterini biçimlendirmektir. George Peters, görev ve karakter öğretişimizi etkilemek için hesaplanmış olan Mesih’in İkinci gelişine ilişkin 65 olay sıralar ve benim bu konuda 65 rakamının üzerinde olayın mevcut olduğuna dair hiç kuşkum yok.

Burada öğreneceğimiz ders teolojiyi, pratik tanrısayarlıktan asla ayırmamamız  gerektiğidir. Kendi kişisel çalışmamızda ve diğerlerine Söz’ü öğretir iken, Pavlus’un Timoteos’a verdiği şu öğüdü vurgulamamız gerekir, “Kendine ve öğretişine dikkat et….”

Pages