March 2013

1 Ağustos

“Yerinde söylenen söz, gümüş oymalardaki altın elma gibidir.”
 (Süleyman’ın Özdeyişleri 25:11)

Gümüş bir oyma içindeki altın elmaların birleşimi çok hoş bir birleşimdir. Her ikisi birlikte göze çok hoş görünürler. Bu durum aynı tam en uygun zamanda söylenen altın değerinde bir sözcük ile aynıdır. “Uygun yanıt sahibini mutlu eder, yerinde söylenen söz ne güzeldir!” (Süleyman’ın Özdeyişleri 15:23)

Kıdemli bir görevli hanım bilinci yerinde olarak ama konuşamayacak kadar bitkin bir şekilde bir kanser koğuşunda yatıyordu. Akşam ziyaret saatleri sona ermek üzere iken, kilisenin yaşlı ihtiyarlarından biri onun yatağının yanına gelir. Ona doğru uzanır ve Ezgiler Ezgisi 8:5 ayetinden alıntı yaparak şu sözleri söyler: “Kim bu sevgilisine yaslanarak çölden çıkan?” Kız kardeş gözlerini açar ve gülümser. Bu hareketi onun inleyen ve acı çeken dünya ile olan son temasıdır. Şafak sökmeden önce, Sevgilisine yaslanarak bu çölden ayrılır. İşte tam yerinde söylenen bir söz!

Bir aile sevdikleri birinin kaybı nedeni ile duyduğu kederden uyuşmuş bir haldedir. Dostları başsağlığı mesajları ile ailenin etrafındadır, ama söylenen hiç bir söz duyulan yürek acısına teselli vermemektedir. Daha sonra Dr. H.A. Ironside Mezmur 30:5 ayetine yer verdiği bir mektup gönderir. “Gözyaşlarınız belki bir gece akar, ama sabah ile sevinç doğar.” Bu sözün, üzüntü halkasını kırmak için Rabden gelen bir söz olduğu kanıtlanır.

Genç Hıristiyanlardan oluşan bir grup uzun bir yolculuğa çıkmıştır; aralarından biri kolejde gördüğü derslerden aklına gelen Kutsal Yazılar ile ilgili bazı kuşkularını paylaşmaya başlar; gruptaki daha sessiz ve daha unutulabilir yolculardan biri, konuşulanları bir süre dinledikten sonra grubun diğer üyelerini ezberinden Süleyman’ın Özdeyişleri 19:27 ayetini söyleyerek şaşkına çevirir: “Oğlum, uyarılara kulaklarını tıkar isen, bilgi kaynağı sözlerden saparsın.” Bu sözler, gümüş oymadaki bir altın elma gibidir!

Ayrıca Ingersoll’ün şu tanıdık öyküsü de mevcuttur; büyük bir dinleyici topluluğunun önünde durdu ve eğer bir Tanrı var ise bu Tanrının beş dakika içinde kendisini öldürmesini isteyerek Tanrı’ya kafa tuttu. Beş dakika çok ağır bir bekleyiş içinde geçti. Ingersoll’ün hala sağ olması bir Tanrının var olmadığı düşüncesine yol açmak üzere iken, dinleyiciler arasından kolay tanımlanamaz bir Hıristiyan ayağa kalktı ve şu soruyu sordu: “Bay Ingersoll, Tanrının merhametini beş dakika içinde tüketebileceğinizi mi düşünüyorsunuz?” Bu sözler, tam hedefi vuran sözler idi.

Uygun zamanda söylenen uygun söz, gerçekten Tanrı’dan gelen bir armağandır. Böyle bir armağana imrenebiliriz, öyle ki Tanrının Ruh’u bizi uygun rahatlatıcı, teşvik edici, uyarıcı ya da azarlayan sözcüğü söyleyebilmemiz için bizi kullanabilsin.

2 Ağustos

“… bulut onları sarınca korktular…” (Luka 9:34)

Petrus, Yakup ve Yuhanna İsa ile birlikte dağda idiler. Bu olayın tarihte çok önemli bir olay olduğunu hissettiler ve bir şekilde o anın yüceliğini korumayı arzu ettiler. Petrus üç çardak kurmayı teklif etti – biri İsa, biri Musa ve diğeri İlyas için. Bu yapıldığı takdirde anlamı elbette Rabbi, iki Eski Antlaşma kutsalı ile aynı seviyeye yerleştirmek olacak idi. Tanrı, bir bulut gönderip onlara gölge salarak bu plana engel oldu. Luka, bize, “bulut onları sarınca korktuklarını” anlatır.

Aslında korku duymamaları gerekirdi. Bu bir yargı değil, yücelik bulutu idi. Yaşamın kalıcı bir gerçeği değil, geçici bir fenomen idi. Tanrı, göz ile görülmüyor olmasına rağmen, bulutun içinde idi.

Bulutlar sık sık yaşamlarımıza gelirler ve bizler de aynı elçiler gibi, bu bulutlardan biri bizi sardığı zaman korkarız. Örneğin, Tanrı bizi yeni bir hizmet alanına çağırdığı zaman, genellikle bilinmeyenin korkusunu yaşarız. Tehlikeler, rahatsızlıklar ve kabul edilemeyen durumlar ile karşı karşıya kaldığımız zaman, aklımıza en kötüyü getiririz. Aslında yalnızca bir bereketten korkuyoruzdur. Bulut ayrıldığı zaman, Tanrının isteğinin iyi ve kabul edilebilir ve mükemmel olduğunu anlarız.

Hastalık bulutuna girdiğimiz zaman, korkarız. Zihinlerimizde keskin alarm zilleri çalmaya başlar. Doktorun her sözünü ve yüzündeki her hareketi bir felaketin habercisi olarak yorumlarız. Her belirtinin ölümcül bir hastalığa işaret ettiği tanısını koyarız. Ama hastalık geçip gittiği zaman, mezmur yazarı ile birlikte şu sözleri söyleriz:” İyi oldu acı çekmem, çünkü kurallarını öğreniyorum.” (Mezmur 119:71) Tanrı bulutun içinde idi ve biz farkına varmadık.

Üzüntü bulutu bizi sardığı zaman korku duyarız. Bu gözyaşlarından, can çekişmesinden ve yastan nasıl bir iyinin ortaya çıkacağını sorarız kendimize. Tüm dünyamız etrafımızda enkaz halinde yere çökmüş gibi görünür. Ama bulutun içinde bilgi vardır. Rabbin bizi teselli ediş şekli ile diğer insanları nasıl teselli edeceğimizi öğreniriz. Tanrı Oğlunun gözyaşlarını başka türlü asla anlayamayacağımız bir şekilde anlamayı öğreniriz.

Yaşamın bulutlarına girdiğimiz zaman, korku duymamıza gerek yoktur. Bu bulutlar eğiticidir. Bu bulutlar geçicidir. Ve yıkıcı değildirler. Rabbin yüzünü gizleyebilirler, ama O’nun sevgisini ve gücünü gizleyemezler. Bu nedenle William Cowper’in şu sözlerinden cesaret almamız gerekir:

Ey siz korkan kutsallar, taze bir cesaret bulun;
Sizi bu kadar çok korkutan bu bulutlar
Merhamet yüklüdürler ve
Bereketler halinde başınıza yağacaklardır.

3 Ağustos

“Ne de insanın yiğitliğinden (bacaklarından) hoşlanır.” (Mezmur 147:10)

Ne kadar ilginç bir yaklaşım! Yüce ve üstün Tanrı bir insanın bacaklarından hoşlanmaz!

Bu konu hakkında atletizm dünyası ile bağ kurarak düşünebiliriz. Yıldız koşucu, kıvrak ve süratli, elleri zafer coşkusu ile yukarı kalkmış olarak bitiş çizgisini geçiyor. Basketbol oyuncusu zaferi getiren son sayıyı, yani basketi atmak üzere sahada hızla ilerliyor. Kaslı ve güçlü futbol kahramanı durdurulması imkansız bir şekilde çizgiden ileri doğru koşuyor.

Seyirci çılgın gibi; sıçrıyorlar, bağırıyorlar ve keyifli bir şekilde alkışlıyorlar (ya da arada sırada yuhalıyor ve ıslıklıyorlar). Bu kişiler her oyuna duyguları ile müdahil olan fanatik izleyiciler. Onların bir insanın bacaklarından hoşlandıkları, yani oyuncunun oyunu oynama yeteneğinden hoşlandıkları söylenebilir.

Buradaki ayetimiz, atletizme duyulan ilgiyi engellemek amacını gütmemektedir. Kutsal Kitap bölümlerinden birinde bedenin spor yapmasının değerinden olumlu bir şekilde söz edilir. Ancak Tanrının bir insanın bacaklarına ilgi duymaması konusu bize, ayrıcalıklarımızı dengeli bir şekilde korumamız gerektiğini hatırlatmalıdır.

Genç bir imanlı için bir spor ile ona, yaşamının tutkusu haline getirecek kadar öncelik tanımasıdır. Bu konumdaki birinin en iyi çabaları en üstün seviyeye ulaşmayı hedeflemiştir. Zamanını, yediği yiyecekleri ve uykusunu kontrol altına alır ve disipline sokar. Akla gelebilecek her sporda ustalığını mükemmel kılmak için uzun saatler çalışır. Bir spor diyeti uygular, amacı en üstün fiziksel kondisyonu korumaktır. Yaptığı spor hakkında sanki bu spor onun yaşamını teşkil ediyormuş gibi düşünür ve konuşur. Ve belki de gerçekten de bu spor onun yaşamı haline gelmiştir.

Bazen böyle bir genç Hıristiyan Tanrının bir insanın bacaklarından hoşlanmadığını fark ettiği zaman, hızını keser. Eğer Tanrı ile paydaşlık içinde yürümek istiyor ise, o zaman Tanrının bakış açısına uyarlanması gerektiğini anlar.

O zaman, Tanrının hoşlandığı şey nedir? 147.Mezmurun on birinci ayeti, bize şunu söyler: “Rab kendisinden korkanlardan, sevgisine umut bağlayanlardan hoşlanır.” Başka bir deyiş ile, Tanrı fiziksel olandan ziyade ruhsal olana ilgi gösterir. Elçi Pavlus şu sözleri ile aynı değer sistemini yansıtır: “Bedeni eğitmenin biraz yararı var; ama şimdiki ve gelecek yaşamın vaadini içeren Tanrı yolunda yürümek her yönden yararlıdır.” (1.Timoteos 4:8)

Bu günden yüz yıl sonra coşkulu seyirci öldüğü zaman, stadyum boşaldığı zaman ve yapılan sayılar unutulduğunda, gerçekten önemli olan tek şeyin Tanrının egemenliğinin ve O’ndaki doğruluğun ardından yürümek olduğu anlaşılacaktır.

4 Ağustos

“Çünkü Rab doğrudur, doğruları sever.”

Rabbin Kendisi doğrudur ve halkının doğru davranışlar ile hareket ettiğini görmeyi sever. İmanlılar içgüdüsel olarak tanrısal ya da ahlaksal yasa ile uyumlu seçimler yaptıkları zaman, Tanrı bu durumdan hoşlanır.

Ama yaşadığımız dünya gibi bir yerde her zaman böyle davranmak hiç de kolay değildir. İyilik etmek ve ahlak gibi konularda ödün vermek için sürekli olarak ayartma ile karşılaşırız. Ayartmaların bazıları açık ve aşikardır; bazıları ise gizli ve sinsidirler. Doğru çizgide yürümek hem kararlılık hem de karakter gücü gerektirir.

Sorunlu alanların hepsini sınıflandırmak mümkün olmayacaktır, ama belki seçici bir liste, gelecek ile ilgili kararlar verme konusunda bir temel sağlayacaktır.

Rüşvetler ve ters tepki göstermek, kötülüğe ait davranışlardır. Bir ticari firmanın kararını etkilemek için verilen bir armağan da doğru bir davranış değildir. Hesapta yeterli para olmamasına rağmen, ödeme tarihi gelmeden yeterli parayı sağlama umudu ile çek imzalamak da yanlıştır. Ticari bir paketin içine posta ücreti ödenmemiş bir mektup koymak ve paketi bu şekilde postalamak da yasal değildir. Patron yakınında oturur iken, onu telefon ile arayan birine patronun büroda olmadığını söylemek de aldatıcı bir davranıştır. Şirketteki çalışma zamanını herhangi bir şekilde kötüye kullanmak ya da iş ile ilgisi olmayan kişisel harcamaları şirket masrafı listesine geçirmek de doğru değildir. Ve ayrıca elbette bir de çok yaygın görülen şu önemli konu mevcuttur: gelir ve giderleri doğru göstermeyip gelir vergisi ile ilgili ödemeleri yanlış göstermek. Sigorta formunu yanlış bilgiler ile doldurmak çok üst düzeylere ulaşmış bir kötü davranıştır. İşi yavaşlatmak ve standardın altında çalışma yapmak yanlıştır. Ve belki de en sık görülen tacizlerden biri, kişisel işleri halletmek için işverenin zamanını yetkiye uygun olmayan bir şekilde kötüye kullanmaktır.

Hatalı oldukları aşikar olan dostlar ve akrabaların yanında yer almak doğru değildir. Bu tür bir davranış, yanlış yönlendirilmiş bir sevgi ve sahte sadakattir. Suçlu olan kişi kim olur ise olsun, günaha karşı gerçekten yana olduğumuz zaman, doğruluk amacına hizmet etmiş oluruz.

Benzer şekilde gücendiren kişinin bir dostu olması gerekçesi ile duygusal davranarak topluluk dışı bırakılmış olan birinin yanında yer almak da yanlıştır. Bu tür bir davranış yalnızca kilisede bölünme yaratan ve gücendiren kişinin kötülüğünü sürdürmesi gibi bir sonuç getirir.

Son olarak söyleyeceğimiz şudur: birinin yapmadığı bir şey için başka birinin yerine utancın sorumluluğunu yüklenmesi asla doğru değildir. Suçlu kişinin öne çıkıp suçunu itiraf etmesi gerektiği zaman, utancı üstlenmeye istekli olan bazı barışsever canlar mevcuttur. Barış fedakarlık ederek kazanılamaz.

Cesaret kardeşim, sendeleme!
Yolun gece kadar karanlık olsa bile
Alçakgönüllülere rehberlik eden bir yıldız vardır:
“Tanrıya güven ve doğru olanı yap.”
— Norman MacLeod

5 Ağustos

“Çünkü insanın öfkesi Tanrının istediği doğruluğu sağlamaz.”  (Yakup 1:20)

Örnek, bize yabancı olan bir örnek değildir. Kilise ile ilgili bir iş hakkında bir toplantı süreci söz konusudur. Bir karar alınması gerekmektedir. Verilecek karar, iman ile ilgili önemli bir öğretiş hakkında değildir, ama belki ek bir bina yapmak, ya da mutfağı boyamak ya da bazı bağışlar konusunda katkı sağlamaktır. Bir anlaşmazlık ortaya çıkar, öfke yükselir, kontrol kaybedilir ve patlamalar yaşanarak konuşmalar bağırmaya dönüşür. Bir kaç düşüncesinde kararlı ve bildiğinden şaşmayarak sesini yükselten birey sonunda üstün duruma gelirler ve sonra da Tanrının işini ileri götürdüklerini sanarak toplantıdan ayrılırlar. Tanrının işini ileri götürmemişlerdir ya da O’nun isteğini yerine getirmemişlerdir; insanın gazabı, tanrının istediği doğruluğu sağlamaz.

Emerson ile ilgili şöyle bir öykü anlatılır: Emerson bir çok tartışma ve zihinsel çatışmanın yaşandığı bir komite toplantısından hızla dışarı koşar. Halen öfke içinde kıvranmaktadır, ama sanki yıldızlar ona şu sözleri söylemektedirler: “Neden bu kadar öfkelisin, küçük adam?” Leslie Weatherhead bu konuda şu yorumu yapar: “Görkemli güzellikleri içindeki yıldızların sessizliği ne kadar harikadır! Sanki şu sözcükleri söyleyerek ruhlarımızı yatıştırmak istemektedirler, ‘Tanrı, seninle ilgilenecek yeterli güce sahiptir’ ve ‘Senin canını sıkan hiç bir şey göründüğü kadar önemli değildir.’

Elbette doğru öfke için de bir zaman olduğunu biliriz. Tanrının onuru tehlikeye atıldığı zaman öfke doğrudur. Ama bu ayette Yakup, insanın öfkesinden söz eder iken, düşündüğü konu bu değildir. Yakup, kendi yolunda gitme konusunda ısrar eden ve kendisine engel olunduğu zaman, öfke ile patlayan kişidir. Yakup burada kendi düşüncesinin doğru olduğuna karar vermiş ve bu yüzden kabullenme konusunda hoşgörülü davranmayan kibirli kişiden bahseder.

Bu dünyaya ait bir kişi için, çabuk öfkelenen bir yapı bir güç belirtisidir. Bu kişi için öfke onun önderliğinin bir işaretidir, saygı gösterilmesini buyuran bir araçtır. Böyle bir kişi yumuşak huylu olmanın güçsüzlük ya da zayıflık anlamına geldiğini sanır.

Ama Hıristiyan bu konu ile ilgili gerçeği bilir. Öfkesine hakim olamadığı zaman, saygınlığını yitirdiğinin farkındadır. Her öfke patlaması bir başarısızlıktır.  Öfke, Ruh’un ürünü değildir, benliğin işidir.

Mesih, Hıristiyan’a daha iyi bir yol öğretmiştir. Bu yol, özdenetimdir; Tanrının öfkesine yer bırakmaktır ve tüm insanlara yumuşak huylu davranmaktır. Yanlışa sabır ile katlanma ve diğer yanağı çevirmedir. Hıristiyan öfkesini sergilemek ile Tanrının işine engel olduğunu bilir, kendisi ve imansız kişi arasında göz ile görülen herhangi bir fark kalmaz ve tanıklığı ile ilgili olarak ağzını mühürlemiş olur.

6 Ağustos

“Ey sizler, yoldan geçenler, sizin için önemi yok mu bunun
(ya da bunlar sizin başınıza da gelmesin)?
Bakın da görün, başıma gelen dert gibisi var mı?
Öyle bir dert ki, Rab öfkesinin alevlendiği gün başıma yağdırdı onu.”
 (Ağıtlar 1:12)

Bazen Rabbin sofrasında oturur iken kendime şu soruyu sormam gerekir:”Bana ne oluyor? Burada oturuyor ve Kurtarıcının acısı üzerinde düşünüyorum ve neden gözyaşı dökmüyorum?”

Adı bilinmeyen bir şair aynı sorular ile karşılaştı ve şunları yazdı: “Ben taş değilim ki dayanabileyim, ben bir insanım/ ey Mesih, Çarmıhının altındayım ve yavaş yavaş akan kanını damlalarını sayıyorum, nasıl ağlamayayım? / Bir gece yarısı gökyüzünde yüzlerini gizleyen güneş ve ay gibi yapamam,/ yeryüzü şiddet ile sarsılır iken ve inlerken – yine de yalnızca ben etkilenmemiş ve kederlenmemiş gibi görünebiliyorum./ yüce Tanrı, böyle olmamam gerekir ya da O’nun üzerine aldığı gazabı anlamam gerekir./Ey Rab, Senden dönmeni ve bir kez daha bakmanı diliyorum, dön, bak ve bu kayaya yani yüreğime vur.”

Bir başka şair benzer bir ruh ile şunları yazdı: “Kendime nasıl da şaşırıyorum/ Sen, sevecen, kanını akıtan ve ölen Kuzu,/ gizemini inceden inceye tetkik edebileyim ve Seni daha çok sevmek için harekete geçebileyim.”

Ölmekte olan Kurtarıcının acıları ile yürekleri parçalanan ve ağlayan duyarlı canlara hayranlık duyuyorum. Hıristiyan olan berberim Ralph Ruocco aklıma geliyor. Onun dükkanına gittiğim zaman benimle ilgilenir iken genellikle Kurtarıcının katlandığı acılar hakkında konuşur ve sonra üzerime koyduğu berber örtüsünün üstüne gözyaşları damlar ve şöyle der: “Benim için ölmeye neden istekli olduğunu bilmiyorum. Ben çok sefil biriyim. Ama O yine de, Çarmıh üzerindeki bedeninde benim günahlarımı üstlendi.”

Kurtarıcının ayaklarını gözyaşları ile yıkayan günahkar kadını düşünüyorum. Sonra O’nun ayaklarını saçları ile kuruladı ve onları öptü ve değerli yağı üzerlerine sürdü.(Luka 7:38) Bu kadın çarmıhın öte tarafında yaşıyordu, ama buna rağmen benim sahip olduğum üstün bilgi ve ayrıcalıklara sahip olmaksızın çarmıh konusunda benden daha duygusal davrandı.

Ben neden böyle bir buz gibi soğuğum? Bunun nedeni acaba erkeklerin ağlamasının ayıp olduğu bir kültürde yetiştirilmiş olmam olabilir mi? Eğer böyle ise, o zaman böyle bir kültürü hiç tanımamış olmayı isterdim. Golgota’nın gölgesinde ağlamak bir utanç değildir; asıl utanç ağlamamaktır.

Yeremya’nın sözlerinden alıntı yaparak şu şekilde dua etmeliyim: “Keşke başım bir pınar, gözlerim bir gözyaşı kaynağı olsa! Ağlasam gece gündüz!” (Yeremya 9:1); günahımın günahsız Kurtarıcımın üzerine koyduğu acılar ve ölüm için ağlamak1 Ve Isaac Watts’ın şu ölümsüz sözlerini kendi sözlerim olarak kabul ediyorum: O’nun biricik çarmıhı göründüğü zaman, ben utanç içindeki yüzümü saklamalıyım; yüreğim şükran ile dolmalı ve gözlerimden yaşlar akmalı.

Rab, gözleri kuru bir Hıristiyanlığın lanetinden kurtar.

8 Ağustos

“… iyilik yapın, hiç bir karşılık beklemeden ödünç verin..” (Luka 6:35)

Rabbimizin bu buyrukları, iman etmiş ya da iman etmemiş tüm insanlara, karşı olan davranışlarımıza işaret eder; ama biz bu konuyu tüm insanlar, özellikle bireysel Hıristiyanlar arasındaki parasal ilişkiler ile ilgili olarak düşüneceğiz. Ne yazık ki, imanlılar arasındaki en ciddi çatışmaların bazılarının para konuları ile ilgili olduklarını söylemek zorundayız. Elbette bu durumun bu şekilde olmaması gerekir, ama ne yazıktır ki, şu eski atasözü halen geçerlidir: para, kapıdan içeri girince, sevgi pencereden dışarı çıkar.

Bu konuya getirilebilecek en basit çözüm, kutsallar arasındaki tüm para ile ilgili ilişkileri yasaklamak olabilir. Ancak, Kutsal Kitap’ın şu sözleri nedeni ile bunu yapamayız, “Sizden bir şey dileyen herkese verin, malınızı alandan onu geri istemeyin” ve “.. hiç bir şey beklemeden ödünç verin.” (Luka 6:30,35) Bu nedenle, hem Tanrının sözüne itaat etmemizi sağlayacak hem de çekişmeden uzak kalmamızı ve arkadaşlıklarımızın bozulmasını engelleyecek çeşitli ilkeler uyarlamamız gerekir.

İhtiyacın gerçekten var olduğu her durumda vermemiz gerekir. Armağanın koşulsuz olması gerekir. Koşulsuz bir armağan, armağanı verdiğimiz kişinin, bir kilise toplantısında ne bizim için oy vermesine ne de hata yaptığımız zaman bizi savunmasına neden olmamalıdır. “İyiliklerimiz” ile insanları “satın almaya” çalışmamalıyız.

Sizden dileyen herkese verin ifadesindeki buyruk belirli istisnalar ile uygulanır. Hiç kimseye, kumar oynaması, içki ya da sigara içmesi için para vermemeliyiz. İnsanın açgözlülüğüne tedarikte bulunan bazı akılsızca zengin olma planlarını destekleyen bir girişimin masrafını ödemek için vermememiz gerekir.

Değerli bir dava uğruna ödünç verdiğimiz zaman, paramızı geri alıp alamayacağımız konusunda bir kaygı içinde olmamamız gerekir. Paranın geri ödenmemesi durumunda dostluğumuz etkilenmeyecektir.  Ve bizden borç alınan paradan faiz istemememiz gerekir. Eğer yasa altında yaşayan bir Yahudi, bir başka Yahudiden faiz alamıyor ise (Levililer 25:35-37), lütuf altında yaşayan bir Hıristiyanın imanlı kardeşinden faiz almayacağı çok daha kesindir.

İhtiyacın gerçek olup olmadığından emin olamadığımız bir durum ortaya çıkar ise, ihtiyacı karşılamaya çalışmak genelde daha iyi bir davranış olacaktır. Eğer Hata yapmamız gerekecek ise, o zaman bu hatayı lütuf tarafında yapmak daha iyidir.

Diğer kişilere verir iken, bağışı alan kişilerin genellikle bağışta bulunan kişiye karşı güceniklik duygusu hissedecekleri gerçeği ile yüzleşmemiz gerekir. Bu, ödemek için istekli olmamız gereken bir bedeldir. Disraeli’ye bir gün, belirli bir kişinin kendisinden nefret ettiği hatırlatıldığı zaman, şu sözleri söyledi: “Neden bunu yapıyor bilmiyorum. Son zamanlarda onun için hiç bir şey yapmadım.”

7 Ağustos

“Kül yerine çelenk, yas yerine sevinç yağı,
çaresizlik ruhu yerine onlara övgü giysisini vermek için..” (Yeşaya 61:3)

Bu yücelik ile dolu bölümde Mesih Kendisini kabul eden kişilere getirdiği bazı harika değiş tokuşları tanımlıyor. Kül yerine çelenk, yas yerine sevinç yağı ve çaresizlik ruhu yerine övgü giysisi veriyor.

Biz O’na yanan bir yaşamın küllerini, likör ya da uyuşturucular yüzünden mahvolmuş bir bedenin küllerini getiririz. Çölde boşa geçen yılların küllerini ya da kırılmış umutların ve bozulmuş düşlerin küllerini getiririz. Ve bunların karşılığında o bize ne verir? O, bize, güzelliği, pırıl pırıl parlayan bir gelinlik tacının güzelliğini verir. Ne muhteşem bir değiş tokuş! “Günahtan perişan olmuş zavallı bezgin, kutsal Tanrının eşi olmak ile onurlandırılır.” (J.H.Jowett) Yedi cin tarafından kontrol altında tutulan Mecdelli Meryem yalnızca kurtarılmak ile kalmaz, ama aynı zamanda bir Kral kızı haline getirilir. Korintte yaşayan halk tüm sefilliği ile O’na gelir ve yıkanır, kutsal kılınır ve aklanır.

Ona keder nedeni ile dökülen gözyaşlarını getiririz. Bu gözyaşlarının dökülmesine neden olan günah, yenilgi ve başarısızlıktır. Felaketlerin ve kayıpların neden oldukları gözyaşları. Parçalanmış evlilikler ve kaybolan çocuklar için dökülen gözyaşları. O, bu tuzlu ve sıcak gözyaşları ile bir şey yapabilir mi? Evet, O, bu gözyaşlarını silebilir ve onların yerine bize sevinç yağını verir. Bağışlanmanın sevincini, kabul edilmenin sevincini, O’nun ailesinin sevincini, var oluşumuzun nedenini bulmuş olmanın sevincini verir. Kısaca söyleyecek olur isek, O, bize, “can sıkıcı felaket yerine düğün şöleninin sevincini” verir.

Son olarak, O, bizdeki ağırlık ruhunu alır. Hepimiz bu ruhun – suç yükü, pişmanlık, utanç ve aşağılanma – nasıl bir ruh olduğunu biliriz. Yalnızlık ruhu, reddedilme ya da ihanet. Korku ve kaygı ruhu. O, tüm bunların hepsini alır ve bize övgü giysisi verir. Ağzımıza yeni bir övgü şarkısı koyar, tanrımıza bir övgü ilahisi koyar.” (Mezmur 40:3) Şikayet eden kişi şükran ile ve küfreden kişi tapınma ile doldurulur.

Güzel bir şey, iyi bir şey,
O benim tüm zihin karışıklığımı anladı.
O’na yalnızca kırıklığımı ve mücadelemi sunmuştum
Ve O bunları alıp benim yaşamımı güzel bir hale getirdi.
— Gaither

9 Ağustos

“O da kalktı ve her şeyi bırakıp İsa’nın ardından gitti.” (Luka 5:28)

Levi’nin ana caddenin yanında oturduğunu ve yoldan geçen kişilerden vergi topladığını gözünüzün önünde canlandırın. Eğer Levi tipik bir vergi görevlisi idi ise, topladığı vergi paralarının büyük bir kısmını küçümsenen Roma yönetimine vermek yerine kendi cebine attığı düşünülebilir.

O belirli günde İsa yoldan geçiyordu ve ona şöyle dedi: “Ardımdan gel!” Levi’nin yaşamında müthiş bir uyanış meydana geldi ve Levi günahlarının ortaya çıktığını gördü. Yaşamının boşluğunun farkına vardı. Daha iyi şeyler ile ilgili vaadi işitti. Levi,

Aldığı çağrıya hemen o anda karşılık verdi. “Kalktı, her şeyi bıraktı ve İsa’nın ardından gitti.” Böyle yapmak ile Amy Carmichael’in ilerdeki şu sözlerine katılmış oldu: “O’nun çağrısını işittim, ‘ardımdan gel!’ /Hepsi bu idi./ Yersel altınımın ışıltısı söndü./ Canım O’nun ardından gitti./ Kalktım ve O’nu izledim./ Hepsi bu idi./ O’nun çağrısını duyan/ kim O’nun ardından gitmez?”

Ama Levi ya da daha çok bilinen adı ile Matta’nın o gün, Mesih’in çağrısını yanıtladığı zaman, bu çağrıya itaat ettiği için meydana gelecek olan büyük olayların varlığından haberi bile yoktu.

Her şeyden önce elbette tecrübe ettiği, kurtuluşun paha biçilmez bereketi idi. Matta o günden itibaren sandaletlerini tabanlarının üstünde değil, ayak parmaklarının üstünde giydi. O günden itibaren, üzüntülü olduğu zamanlarda bile eskiden sevinçli olduğu zamanlardan daha sevinçli olmuştu. O günden itibaren George Wade Robinson’un şu sözlerini onunla birlikte söyleyebildi, “Mesihsiz gözlerin asla görmemiş olduğu bir şey, her bağrışmanın içinde yaşıyor.”

Ve sonra Matta da On İki Elçiden biri haline geldi. Rab İsa ile birlikte yaşadı. O’nun kıyas kabul etmez öğretişlerini işitti, O’nun dirilişinin bir tanığı oldu, görkemli çağrıyı duyurarak devam etti ve sonunda Kurtarıcı uğruna yaşamını feda etti.

Matta’ya ilk müjdeyi yazmak gibi söz ile anlatılamaz bir ayrıcalık verildi. Matta’nın her şeyi bırakarak Rabbin ardından gittiğini söyledik. Ama Rab onun kalemini yanına almasına izin verdi. Ve bu kalem Rab İsa’yı Yahudilerin gerçek kralı olarak resmetmek için kullanıldı.

Evet, Matta her şeyi bıraktı, ama böyle yapmakla her şeyi kazandı ve varoluşu ile ilgili gerçek amacı buldu.

Mesih’in çağrısının her erkeğe, kadına, erkek çocuğa ve kız çocuğa gelişinin bir anlamı mevcuttur. Bu çağrıya yanıt verebilir ya da bu çağrıyı reddedebiliriz. Eğer karşılık verir isek, bizi en büyük hayallerimizin dahi çok ötesinde bir şekilde bol bereketler. Eğer reddeder isek, ardından gelecek diğer kişileri bulur. Ama biz ardından gideceğimiz daha iyi bir Mesih’i asla bulamayız.

10 Ağustos

“Orada duran ve bunu işiten kalabalık ‘Gök gürledi’ dedi.” (Yuhanna 12:29)

Tanrı biraz önce gökyüzünden açık bir ifade şekli ve tonu ile konuşmuştu. Bazı kişiler gök gürlediğini söylediler. Bu kişiler, tanrısal ve mucizevi olan şeyler için doğal bir açıklama getirdiler.

Bu günümüzde de mucizelere karşı takınılan bir tutumdur. Onlara doğal bazı olaylardan başka hiç bir şey olmadığını açıklamaya çalışabiliriz.

Ya da çok net bir şekilde mucizeler döneminin sona erdiğini söyleyebiliriz. Mucizeleri hasıraltı eden bir düzeni uygun bir şekilde belirleyebiliriz.

Üçüncü tutum ise, diğer aşırı uca gitmek ve aslında canlı bir hayal ürününden başka bir şey olmayan mucizelerin tecrübe edildiğini iddia etmektir.

Uygun yaklaşım, Tanrının günümüzde de mucizeler yapabildiğini ve yaptığını kabul etmektir. O, egemen Rab olarak Kendisini hoşnut eden her şeyi yapabilir. Kendisini açıklamak için bir araç olarak mucizelerden vazgeçmiş olması gerektiğine dair Kutsal Kitap’ta yer alan hiç bir ayet yoktur.

Bir kişi yeniden doğduğu zaman, bir mucize meydana gelmiş olur. Ruh’tan doğmak, Ruh’tan doğan o kişinin karanlığın krallığından kurtarılarak Tanrının Oğlunun sevgisinin krallığına aktarıldığını gösteren güçlü bir tanrısal kudretin sergilenişidir.  Tıp biliminin çare bulamadığı ve tüm insan umudunun yok olduğu zaman, şifa mucizesi görülür. O zaman Tanrı iman ile edilen duaya yanıt olarak bedene dokunmayı ve kişiye şifa vermeyi seçer.

Cüzdanlar bomboş olduğu zaman, sağlayış mucizesi gerçekleşir. Yol çaprazlarında durduğumuz ve hangi yoldan gideceğimizi bilmediğimiz zamanlarda Tanrı rehberlik eder ve mucizesini gösterir.

Ya da biri, örneğin, bir zamanlar otomobil olarak kullanılan bir hurda yığınından en ufak bir çizik dahi almadan çıktığı zaman, Tanrının koruma mucizesine tanık oluruz.

Evet, Tanrı hala mucizeler yapar. Ama bu mucizelerin ille de aynı mucizeler olmaları gerekmez. Tanrı Mısır’ın üzerine gönderdiği on belayı yeniden tekrar etmeyi asla seçmemiştir. İsa Mesih dün, bugün ve sonsuza kadar hep aynı olmasına rağmen, bu, O’nun yöntemlerinin her zaman aynı olduğunu göstermez. Yeryüzünde iken ölüleri dirilttiği gerçeği, O’nun bu gün ölüleri dirilteceği anlamına gelmez.

Bitirmeden son bir söz daha söyleyelim! Her mucize tanrısal değildir. Şeytan ve cinleri de mucizeler yapabilirler. Gelecekteki bir günde, Vahiy kitabının on üçüncü bölümünde yer alan ikinci canavar yapacağı mucizeler ile yeryüzünde yaşayanları aldatacaktır. Bu gün bile gösterilen tüm mucizeleri Tanrının Sözü aracılığı ile ve bu mucizelerin insanları hangi yöne götürdükleri ile kontrol etmemiz gerekir.

Pages