March 2013

11 Ağustos

“Eğer kendimizde değil isek, bu Tanrı içindir.
Aklımız başımızda ise bu sizin içindir.” (2.Korintliler 5:13)

Tanrı, ordusunda çetecilere sahiptir ve genellikle en büyük zaferleri kazanan kişiler bu çetecilerdir. Rab için gösterdikleri gayretlerinde alışılmışın dışında davranırlar. Geleneksel yöntemlere yapışıp kalmak yerine orijinal yöntemler kullanırlar. Her zaman beklenmeyeni söylerler ve yaparlar. İngilizce dilini katledebilir ve vaaz ve öğretiş ile ilgili bilinen her türlü kuralı ihlal ederler, yine de Tanrının Krallığı uğruna büyük kazançlar tecrübe ederler. Genellikle dramatik davranırlar, hatta heyecan dahi verebiliriler. İnsanlar şok geçirirler, ama onları asla unutmazlar.

Bu çeteciler temkinli, ağırbaşlı ve geleneksel olan, kültürel normların ihlal edilmesi düşüncesi ile korkudan titreyen kişiler için sürekli bir utanç kaynağı olurlar. Diğer Hıristiyanlar onları değiştirmeye, normal hale getirmeye ve ateşin içinden çıkartmaya çalışırlar. Ama ne yazık ki kilise için gösterdikleri bu çabaları genellikle yararsız kalır.

Bizim için Rabbimizin, dönemindeki çağdaşlarına garip göründüğüne inanmak zordur. “O, işinde öylesine gayretli idi ki, çoğu zaman yemek yemeye dahi zamanı yoktu ve O’nun annesi ve kardeşleri O’nu eve götürmek için geldiler, çünkü O’nun “aklını kaybedeceğini” düşündüler. O’nun için “kendinden geçmiş, çılgın” gibi sıfatlar kullandılar, ama sağlıklı olan kişi kardeşleri değil, O’nun Kendisi idi.” (W. Mackintosh Mackay)

İnsanların elçi Pavlus’u garip olmak ile suçladıkları aşikardır. Onların bu suçlamalarına karşılık Pavlus’un yanıtı şu idi: “Eğer kendimizde değil isek, bu, Tanrı içindir.” (2.Korintliler 5:13)

Hepimiz Tanrının ordusundaki çetecilerden birinin önünde ve arkasında yazılar bulunan bir sandviç masası taşıdığını biliriz. Masanın önünde, ‘Ben, Mesih uğruna bir akılsızım’ yazar. Arkasında ise ‘Sen kimin uğruna akılsızsın?” sorusu bulunur.

Çoğumuz ile ilgili soru, bizlerin Tanrı uğruna toplumda herhangi bir iz yaratmak için gereğinden fazla sıradan olmamızdır. Birinin söylediği gibi, “Sıradanlığı olduğu yerde bırakıyoruz. Bizler, Mesih’in yargılandığı yerde, dışarıda durup yalnızca ‘kendimizi ısıtan’ Petrus gibiyiz.

Ünlü Londralı vaiz Rowland Hill alışılagelmişin dışında biri idi. C.T. Studd da onun gibi idi. Ve Billy Bray. Ve İrlandalı müjdeci W.P. Nicholson da öyle idiler. Bu kişilerin olduklarından farklı olmalarını ister miydik? Hayır, Tanrının onları nasıl kullandığını düşündüğümüz zaman, isteyeceğimiz tek şey onlara daha çok benzeyen kişiler olmak olurdu. “Etki bırakmayan sıradan kişiler olmak yerine etkin ve garip olmak bin kat daha iyidir. İlk sevgi bazen garip olabilir, ama Tanrıya şükürler olsun ki, etkilidir; ve bazılarımız bunu yitirmişizdir” (Fred Mitchell)

12 Ağustos

“Birinci ve ikinci uyarıdan sonra bölücü kişi ile ilgini kes.
Böyle birinin sapmış olduğundan ve günah işlediğinden emin olabilirsin;
o, kendi kendini mahkum etmiştir.”  (Titus 3:10-11)

Sapmış bir kişi hakkında düşündüğümüz zaman, genellikle imanın büyük temel gerçeklerine karşı olan görüşlere sahip olan ve bunları yayan birini düşünürüz. M.S. ikinci ve üçüncü yüz yıllarda yaşayan Arius, Montanus, Marcion ve Pelagius gibi kişiler aklımıza gelir.

Sapkınlık tanımını reddetmeyi değil, ama genişletmeyi teklif ediyorum. Yeni Antlaşma’daki anlamı ile bir sapkın, aynı zamanda ikinci derecede bir öneme sahip olsa dahi, inat ederek bir öğretişin değerini artıran herhangi biri olabilir; bu tür bir tutum kilisede bölünmeye neden olacaktır. Bu kişi, temel öğretişlere sadık olabilir, ama yine de çatışmaya neden olan bazı diğer öğretişler üzerinde ısrar edebilir, çünkü bu öğretiş, kişinin içinde bulunduğu paydaşlıkta kabul edilen inançtan farklılık göstermektedir.

Modern çevirilerin çoğu, “sapkın kişi” ifadesi yerine, “hizipçi ya da bölücü kişi” ifadesine yer verirler. Hizipçi kişi, kilisede bir bölünmeye neden olsa bile kendisinin merakla izlediği konudaki öğretişi sürdürme konusunda inatçı bir kararlılığa sahiptir. Konuşmalarında kaçınılmaz olarak sürekli bu çok ilgilendiği konuya yer verir. Kutsal Kitap’ın hangi bölümüne baksa, kendi görüşünü destekleyen ayetler bulunduğunu görür. Söz’ü herkesin önünde paylaşır iken, bu konuyu ortaya koymadan hizmet edemez. Zihni tek bir konuya takılmış olan kişidir. Kemanında yalnızca tek bir teli vardır ve o bu tel üzerinde yalnızca tek bir nota çıkartarak kemanını çalar.

Davranışı had safhada sapkındır. Kutsal Kitap’ta kutsalları imanları konusunda bina eden bin bir tane öğretişi tamamen göz ardı eder ve yalnızca bir hizip yaratılması için hizmet eden düzene aykırı bir ya da iki öğretiş üzerinde yoğunlaşır. Peygamberliğin belirli bazı görünümleri üzerinde ısrarla durabilir. Ya da Kutsal Ruh’un armağanlarından birini gereğinden fazla vurgulayabilir. Ya da takıntılı olduğu nokta Kalvinizm’in beş ilkesi ile ilgili olabilir.

Kilise önderleri, kendisini bu irade savaşına son vermesi için uyardıkları zaman, bu davranışından vazgeçmez. Bu konuları öğretmediği takdirde Rabbe sadık kalmamış olacağını söyler. Böyle bir kişi susturulamayacaktır. Kendisine karşı söylenen her kanıt için olağanüstü ruhsal bir yanıta sahiptir. Kilise içinde çatışma ve bölünmeye neden olduğuna ilişkin gerçek, onu hiç bir şekilde durdurmaz. “Kim Tanrının tapınağını yıkarsa Tanrı da onu yıkacak” (1.Korintliler 3:17) ayetindeki tanrısal buyruktan hiçbir şekilde etkilenmemiş gibidir.

Kutsal Yazılar böyle bir kişinin harap edici olduğunu söyler; günah işlemekte ve kendini mahkum etmektedir. Harap edicidir, çünkü bir “ahlaki çarpıtma” yapmaktadır (Phillips), “çarpık bir zihne” sahiptir (NEB), “doğru yoldan sapmıştır” (NIV). Günah işlemektedir, çünkü Kutsal Kitap bu tür davranışı mahkum eder. Ve bu kişinin kendisi de, dindarca karşı koymalarına rağmen, günah işlediğini bilir. Topluluk, ona iki kez uyarıda bulunduktan sonra ondan sakınmalıdır; kendisi ile ilişki kestikten sonra belki bunun o kişinin sapkınlığını terk etmesi için bir neden sağlayacağını ümit ederek ondan uzak kalmalıdır.

13 Ağustos

“Nerede iki ya da üç kişi benim adım ile toplanır ise,
ben de orada, aralarındayım.” (Matta 18:20)

İsa bu sözleri söylediği zaman, tövbe etmeyi reddeden günah işlemiş bir üye ile ilgilenmek için yapılan bir kilise toplantısına işaret etmektedir. Gücendiren kişi ile ilgilenmek için sarf edilen diğer çabalar başarısız kalmıştır ve bu kişi şimdi kilisenin önüne getirilir. Eğer hala tövbe etmeyi reddediyor ise, o zaman topluluktan çıkartılması gerekir. Rab İsa Mesih kilise içindeki disiplin ile ilgili olarak yapılan bir toplantıda bizzat bulunacağını vaat eder.

Ancak bu ayetin elbette daha geniş bir anlam ifade ettiği kesindir. Bu ayet, O’nun adında her yerde ve her zaman toplanmış olan iki ya da üç kişi için geçerlidir. O’nun adında toplanmak, bir Hıristiyan topluluğu olarak bir araya gelmek anlamını taşır. O’nun yetkisi aracılığı ile, O’nun adında hareket ederek bir araya toplanmak demektir. “Kendilerini elçilerin öğretişine, paydaşlığa, ekmek bölmeye ve duaya adadılar” ayetinde (Elçilerin İşleri 2:42) belirtildiği gibi, ilk Hıristiyanların uyguladığı şekilde uyumlu bir biçimde bir araya gelmekten bahseder. Mesih’i merkez alarak O’nda toplanmak anlamına gelir (Yaratılış 49:10; Mezmur 50:5).

“.. ben orada aralarında olacağım.” Yerel topluluğun tüm toplantılarına neden sadık bir şekilde katılmamız gerektiğine dair en güçlü neden budur. Rab İsa’nın kendisi özel bir şekilde o toplantıda bulunur. Bizler, pek çok kez O’nun bize vaat etmiş olduğu bu Varlığını bilinçli şekilde hissetmeyebiliriz. Bu gibi zamanlarda bu gerçeği O’nun vaadini temel alan iman aracılığı ile kabul ederiz. Ama yine de O’nun kendisini bize alışılmışın dışında gösterdiği diğer başka zamanlar vardır. Gökyüzünün çok aşağılara eğilir gibi göründüğü zamanlar. Tüm yüreklerin Söz’ün etkisi altında kalarak yere eğildiği zamanlar. Rabbin yüceliğinin yeri, insanları saygılı bir huşu duygusu ile sımsıkı kavradığı ve gözyaşlarının özgürce aktığı zamanlar. Yüreklerimizin içimizde yandığı zamanlar.

Bizler bu kutsal ziyaretlerin ne zaman yapılacağını asla bilmeyiz. Bize önceden bir bildiri yapılmadan ve hiç beklemediğimiz zamanlarda yapılırlar. Eğer o anda orada değil isek, bu ziyaretleri kaçırabiliriz. O zaman Tomas’ınkine benzer bir durumu paylaşmak zorunda kalırız. Dirilmiş ve yüceltilmiş Rab İsa, dirildiği günün akşamında öğrencilerine göründüğü zaman, Tomas diğer öğrenciler ile birlikte orada değildi (Yuhanna 20:24). O an, bir daha asla geri alınamayacak olan bir yücelik anı idi.

Eğer Halkı O’nun adında bir araya toplandığı zaman Mesih’in Halkının arasında bulunduğuna gerçekten inanıyor isek, o zaman Başkan’ın orada olacağını bildiğimiz için toplantıya katılmayı istemekten çok daha fazla bir istek duyarak toplantıya katılma konusunda kararlı olmamız gerekir. Ölüm ya da ölümcül hastalık dışında hiç bir şey toplantıdaki varlığımıza engel olmayacaktır.

14 Ağustos

“Senin kabul ettiğin kurban alçakgönüllü bir ruhtur,
alçakgönüllü ve pişman bir yüreği hor görmezsin, ey Tanrı.”
 (Mezmur 51:17)

Tanrının ruhsal yaratılışında, gerçekten alçakgönüllü bir ruh sergileyen bir imanlıdan daha güzel hiç bir şey olamaz. Tanrının Kendisi bile böyle bir kişiyi dayanılmaz çekici bulur. Tanrı kibirlilere karşıdır, ama alçakgönüllülere lütfeder (Yakup 4:6), ama pişman bir yüreğe ve alçakgönüllü bir kalbe karşı koyamaz.

Doğal halimiz ile hiç birimiz kırılmış pişman yüreklere sahip değilizdir. Yabani bir eşeğin sıpasına – isyankar, inatçı, sert ve düşünmeden hareket eden - benzeriz. Tanrı isteğinin gemine, dizginine ve semerine karşı dururuz. Yalnızca kendi yolumuzdan gitmek isteyerek koşum takımının üzerimize vurulmasını reddederiz. Yüreklerimiz kırılıp pişman olmadığı sürece hizmet için uygun olamayız.

Değişim, kırılma sürecinin başlangıcına benzer. Pişman olan günahkar şu sözleri söyleyebilir: “Şimdiye kadar atmış olan en kibirli yürek beni baskı altında tuttu,/ Senin davan ile alay etmek ya da düşmanlarına yardım etmek,/ bir yürekte yükselebilecek en vahşi istektir,/ Ey Tanrım, bu yüreği ancak sen yumuşatabilirsin!” Değişim içinde, Mesih’in boyunduruğunu üzerimize takarız.

Ancak yine de, hem bir imanlı olmak hem de dizginlere rağmen kendisinin doğru bildiği yönde gitmek isteyen pişman olmamış bir sıpa gibi davranmak da mümkündür. Yaşamın dizginlerini Rab İsa’ya devretmeyi öğrenmemiz gerekir. Tekme atmadan, sıçrayıp itaatsizlik etmeden, O’nun yaşamlarımız için öngördüğü yöne boyun eğmemiz gerekir. Aşağıdaki şu sözleri söyleyebilmeliyiz:

O’nun yolu en iyisidir
Gereksiz planlar yapmaktan vazgeçmeli
Ve yaşamımızın yönetimini O’na teslim etmeliyiz.

Kırılmış ve yumuşamış yüreklerimizi yalnız Tanrıya karşı değil, aynı zamanda diğer kişilere karşı da uygulamamız gerekir. Bu sözler, kibirli, iddiacı ve gurulu olmayacağımız anlamına gelirler. Haksız yere suçlandığımız zaman, haklarımızı ya da kendimizi savunmak için bir mecburiyet hissetmeyeceğiz. Bize hakaret edildiği zaman, bizimle alay ettiklerinde, tacize uğradığımız zaman ya da iftira atıldığında geri dönüp bunları yapan kişiler ile savaşmayacağız. Yüreği kırılmış kişiler yanlış bir şey söyledikleri ya da yaptıkları zaman, özür dileme konusunda çabuk davranırlar. Kin tutmazlar ya da kendilerine yapılan kötülüklerin hesabını tutmazlar. Diğer kişilere bakar iken, onları kendilerinden daha iyi olarak görürler. Ertelemeler, gecikmeler, kesintiler, hayal kırıklıkları, kazalar, program değişiklikleri ve sinir çöküntüleri ile yüz yüze geldikleri zaman, taşkınlık, panik, histeri ya da zihin karışıklığı ile karşılık vermezler. Yaşamın krizli dönemlerinde sakin ve dingin kalırlar.

Eğer evli bir çift gerçekten kırılmış yüreklere sahip ise, boşanmak için mahkemeye gitmeye asla gerek duymayacaklardır. Yüreği yumuşamış anne babalar ve çocuklar asla bir kuşak uçurumu tecrübe etmezler. Alçakgönüllü komşuların bahçelerinin aralarına asla çit kurmaları gerekmez. Yumuşak yürekli olmayı öğrenmiş olan kilise üyeleri sürekli olarak uyanış tecrübesi yaşarlar.

Rabbin Sofrasına geldiğimiz ve Rabbin, ‘Bu, sizin uğrunuza kırılmış olan bedenimdir’ sözlerini işittiğimiz zaman, bu sözlere vereceğimiz tek uygun karşılık, “Rab İsa, işte yaşamım, senin uğruna kırılmıştır” sözleri olacaktır.

15 Ağustos

“Dikkatli olun! Her türlü açgözlülükten sakının.”  (Luka 12:15)

Açgözlülük, zenginlik ya da mal mülk için duyulan yoğun arzudur. İnsanları pençesine düşüren, her zaman giderek çok daha fazlasını istemelerine neden olan aşırı bir düşkünlüktür. Açgözlülük, aslında insanların gerçekten ihtiyaç duymadıkları şeyler için şiddetli bir arzu duymalarına neden olan bir hastalığa benzer.

Örneğin, asla tatmin olmayan bir iş adamında açgözlülük görürüz. Böyle bir iş adamı belli miktarda bir parayı bir araya getirdikten sonra duracağını söyler, ama o zaman geldiğinde, daha fazlasını toplamak için duyduğu açgözlülük artmıştır.

Açgözlülüğü, elindeki tüm parayı alış verişte harcayan ev hanımında da görürüz. Tavan arası, deposu ve garajı yığılmış bir çok eşya ile doluncaya kadar tonlarca şey satın alır.

Noel armağanları ve doğum günü armağanları ile ilgili gelenek konusunda da açgözlülüğe rastlarız. Hem gençler hem yaşlılar başarıyı topladıkları kazancın miktarına göre tanımlarlar.

Açgözlülüğü gördüğümüz başka bir alan bir malın paylaşılması konusu ile ilgilidir; Biri öldüğü zaman akrabaları ve dostları törensel bir şekilde gözyaşı dökerler ve sonra ortadaki yemi paylaşmak için akbabalar gibi yeme doğru alçalırlar ve genellikle süreç içinde yasal bir savaş başlatılır.

Açgözlülük putperestliktir (Efesliler 5:5; Koloseliler 3:5). Açgözlülük, Tanrının isteği yerine kendi isteğini koyar; Tanrının vermiş olduğu ile tatmin olmadığını ifade eder ve bedeli ne olur ise olsun daha fazlasını almak için kararlıdır.

Açgözlülük, mutluluğun maddesel şeylere sahip olmak ile bulunduğu izlenimini yaratan bir yalandır. Bir adam hakkında şu öykü anlatılır: bu adam, istediği her şeyi yalnızca arzu ederek elde edebilen bir adamdır: büyük bir ev, hizmetkarlar, bir Cadillac bir yat istedi veanında istediklerini elde etti! Başlangıçta bu durum adam için çok heyecan verici idi, ama artık aklına yeni fikirler gelmemeye başladığı zaman, bu durum onu tatmin etmemeye başladı. Sonunda şöyle dedi: “Bu durumdan kurtulmak istiyorum, bir şey yaratmak istiyorum, bir şeyler için acı çekmek istiyorum. Burada olmak yerine cehennemde olmayı tercih ederim.” Adamın yanında bulunan kişi ona şöyle dedi: “Nerede olduğunu sanıyorsun ki?”

Açgözlülük, insanları istedikleri şeyi elde etmeleri için ödün vermeye, aldatmaya ve günah işlemeye yönlendirir.

Açgözlülük, kilisede önderlik yapacak olan bir kişi için hiç de uygun değildir (1.Timoteos 3:3). Ronald Sider şu soruyu sorar, “Kilise disiplinini obur açgözlülükleri kendilerini ‘yaşlılar heyetine seçilmek yerine ekonomik başarıya’ yönlendirmiş olan kişilere uygulamak Kutsal Kitap’ a daha uygun olmaz mıydı?”

Açgözlülük zimmete geçirmek, gasp etmek ya da diğer toplum skandalları gibi noktalara ulaştığı zaman, kiliseden uzaklaştırma gerektirir (1.Korintliler 5:11).

Ve eğer açgözlülük itiraf edilmez ve vazgeçilmez ise, Tanrının Krallığından mahrum edilmeye kadar götürebilir.

16 Ağustos

“Ve yiyeceğimiz ve giyeceğimiz var ise bunlar ile yetiniriz.” (1. Timoteos 6:8)

Bu sözleri ciddiye alan çok az Hıristiyan vardır. Ancak bu sözler yine de Yuhanna 3:16’da olduğu gibi Tanrının gerçek sözleridirler. Bize, yiyecek ve giyecek ile tatmin olmamızı söylerler. Bu “giyecek” sözcüğü, üzerimize giydiğimiz giysiler kadar başımızı sokacak bir çatı anlamına da gelir. Başka bir deyiş ile, elzem ihtiyaçlarımızın karşılanması ile tatmin olmamız gerekir ve bunun dışındaki her şeyi Rabbin işine katkıda bulunmak için kullanmalıyız.

Gönlü hoşnut olan kişi, paranın satın alamayacağı bir şeye sahiptir. E.Stanley Jones şöyle dedi: “Her şey, birkaç şey istemeyen kişiye aittir. Hiçbir şeye sahip olmamak ile, yaşamda, yaşamın kendisi dahil olmak üzere her şeye sahiptir. İsteklerinin azlığı ile, sahip olduklarının bolluğundan daha fazlasına sahiptir.”

Yıllarca önce Rudyard Kipling, Mcgill Üniversitesi’nde bir mezuniyet sınıfına konuşma yaptığı zaman, maddesel zenginliğe çok fazla önem vermemeleri konusunda uyarıda bulundu. Ve şöyle dedi: “Bir gün bu tür şeyler ile hiç ilgilenmeyen birine rastlayacaksınız ve o zaman kendinizin ne kadar yoksul olduğunuzu anlayacaksınız.”

“Yeryüzündeki bir Hıristiyan’ın en mutlu durumu birkaç isteğinin olması gerektiği bir durum gibi görünür. Eğer bir kişi yüreğinde Mesih’e sahip ise, cennet gözlerinin önünde ise, ve yaşamda kendisini güvenle taşıyacak olan ihtiyaç duyduğu geçici bereketlere yeterince sahip ise, o zaman acı ve üzüntü konusunda çok az çaba gösterecektir; böyle bir kişinin kaybedeceği çok az şey vardır.” (William C.Burns)

Bu gönül hoşnutluğu ruhu Tanrının pek çok devini tanımlıyor gibidir. David Livingston şöyle dedi: “Tanrının Krallığı ile ilişkisi olmasının dışında sahip olduğum hiç bir şeye bakmamaya kararlıyım.” Watchman Nee ise şöyle yazdı: “Kendim için birkaç şey istemiyorum; istediğim her şey Rab için.” Ve Hudson Taylor, “ilgileneceği bir kaç şeye sahip olmanın lüksünden” keyif aldığını söyledi.

Bazı kişiler için gönül hoşnutluğunun anlamı, güdü ve hırsa sahip olmamaktır. Bu kişiler gönlü hoşnut olan bir insanı, başkasının sırtından geçinen biri ya da bir otlakçı olarak tanımlarlar. Ancak bu tanımlama, tanrısal bir gönül hoşnutluğu değildir. Gönlü hoşnut olan Hıristiyan, çok sayıda güdüye ve hırsa sahiptir, ama bunlar maddesel olana değil, ruhsal olana yöneliktirler. Gönlü hoşnut Hıristiyan bir otlakçı olmak yerine ihtiyaç içinde olan kişilere verebilmek için çalışır. Jim Elliots’ın sözlerine göre, gönlü hoşnut kişi, Tanrının “sımsıkı kavrayan elin tansiyonunu gevşetmiş olduğu” kişidir.

17 Ağustos

“.. beni onurlandıranı ben de onurlandıracağım..” (1.Samuel 2:30)

Rabbi onurlandırabileceğimiz pek çok yoldan bir tanesi, tanrısal ilkelere sadık kalmak ve ödün vermeyi sürekli olarak reddetmektir.

Adam Clarke, gençlik yıllarında bir ipek tüccarının yanında çalıştı. Bir gün patronu ona bir müşteri için kumaş ölçtüğü zaman, ipek kumaşı nasıl esnetmesi gerektiğini gösterdi. Adam, patronuna şu yanıtı verdi: “Efendim, sizin ipek kumaşınız esneyebilir, ama benim vicdanım esnemeyecektir.” Tanrı, yıllar sonra bu dürüst kişiyi, kendi adını taşıyan bir Kutsal Kitap yorumu yazması için destekleyerek onurlandırdı.

Eric Lidell Olimpiyat Oyunlarında koşacağı 100 m. için gün almıştı. Ama koşacağı günün Pazar gününe denk geldiğinin farkına vardığı zaman, müdüre o gün koşmayacağını söyledi. Rabbin gününü onurlandırmadığı takdirde, Rabbin Kendisini de onurlandırmamış olacağını hissetmişti. Bunun üzerine büyük bir eleştiri fırtınası başladı. Eric Lidell, ülkesini yarı yolda bırakan bir oyunbozan ve dindar bir fanatik olmak ile suçlandı. Ama kararından vazgeçmeyecekti.

220 m.lik koşunun hafta içi bir günde yapılacağını öğrendiği zaman, bu kategoride olmamasına rağmen menajerinden 220 m. Koşmak için izin istedi. İl ve ikinci koşuyu kazandı ve yarı finalde de başarılı oldu. Final koşusunun yapılacağı gün, başlangıç yerine doğru ilerler iken, biri eline küçük bir kağıt parçası sıkıştırdı. Eric Lidell, kağıtta yazanları göz ucu ile okudu: “Beni onurlandıranı ben de onurlandıracağım.” Ve o gün yalnızca yarışı kazanmak ile kalmadı, ama aynı zamanda yeni bir dünya rekoru da kırdı.

Rab, ona Uzak Doğu’daki elçilerinden biri olarak hizmet vermek gibi daha büyük bir onur sundu. II. Dünya savaşı sırasında Japonlar tarafından yakalandı ve bir toplama kampında öldü ve böylece şehitlik tacını kazandı.

Adam Clarke ve Eric Lidell, Tanrıyı onurlandıran ve Tanrı tarafından bir kıtlık zamanında halkının kurtarıcısı yapılarak onurlandırılan Yusuf gibi kişilerin örnek listesinde yer aldılar. Musa gibi bir adamın sadakati Tanrı tarafından İsrail ulusunu Mısır esaretinden kurtarma onuru ile ödüllendirildi. Daniel gibi bir adam, inancından ödün vermeyi reddettiği için Pers Krallığında üstün bir konuma getirildi. Ve – herkesten en büyük olan – Babasını hiç kimsenin onurlandırmadığı bir şekilde onurlandıran Rab İsa’ya her adın üstünde olan bir Ad verildi.

18 Ağustos

“Zırhını kuşanmadan önce değil, kuşandıktan sonra övünsün.” (1.Krallar 20:11)

Bu sözler kötü kral Ahav tarafından söylenmiş olmasına rağmen, gerçeğe ait olan sözlerdir.  Bazen tanrısaymaz insanlar bile gerçeğe gömülürler.

Suriye kralı, Ahav’dan, itaat etmediği takdirde askeri bir felakete uğrayacağı tehdidi ile ona hakaret eden ve onu küçük düşüren taleplerde bulunmuştu. Ancak bu durumu izleyen savaşta Suriyeliler geri çekilmek zorunda kaldılar ve kralları da yaşamını kurtarmak için kaçmaya mecbur oldu. Kralın gücü ve kibiri birbirleri ile uyumlu değildiler.

Bu gün yazdığımız metin, aynı zamanda Golyat için de iyi bir öğüt olmuştur. Golyat, Davut’un kendisine yaklaştığını gördüğü zaman, şöyle dedi: “Bana gelsene! Bedenini gökteki kuşlara ve kırdaki hayvanlara yem edeceğim.” (1.Samuel 17:44) Ama Davut sapan ile fırlattığı bir taş ile onu kolayca yere düşürdü. Dev çok övüngen davranmıştı.

Genç imanlılar olduğumuz zaman, kendi gücümüzü abartmak bizim için çok kolaydır. Dünyayı, benliği ve şeytanı sanki tek elimiz ile devirecekmişiz gibi hareket ederiz. Hatta, daha yaşlı imanlıları müjdeyi dünyaya duyurma konusunda başarısız olduklarını söyleyerek azarlayabiliriz dahi. Onlara bu işin nasıl yapılacağını göstermek isteriz. Ama bu övüngenliğimiz zamanından önce yapılan bir davranıştır. Savaş yalnızca başlamıştır ve bizler sanki savaş sona ermiş gibi hareket ederiz.

Resmi olmayan bir imanlılar toplantısında bir akşam, tüm dikkatler orada bulunan genç ve zeki bir vaiz üzerinde toplanmıştı. Bu genç vaiz ilgi odağı olmaktan oldukça hoşnut idi. Bu grupta aynı zamanda, onun yaşamı üzerinde derin bir etki bırakmış olan bir Pazar okulu öğretmeni de bulunmakta idi. Biri bu öğretmene şöyle dedi: “Eski öğrenciniz ile oldukça gurur duyuyor olmalısınız.” Öğretmen şu karşılığı verdi:”Evet, eğer sonuna kadar iyi devam eder ise.” O zaman bu sözleri duyan genç vaiz şöyle düşünmüş idi: “Her şeyin yolunda gittiği bir akşam bu tür sözler söylenmese daha iyi olur idi.” Ama daha sonra, geçen yılların getirdiği anlayış ile, eski öğretmeninin haklı olduğunun farkına vardı. Önemli olan, zırhınızı nasıl giyindiğiniz değildir. Önemli olan, savaşı nasıl bitirdiğinizdir.

Aslında bu yaşamda savaş, asla bitmez. Cennetteki yüce Komutanımızın önünde duruncaya kadar, savaş bitmeyecektir. O zaman O’nun hizmetimiz ile ilgili onayını işiteceğiz – gerçekten önemli olan tek onayı. Ve O’nun onayı ne olur ise olsun, biz övünmek için bir temele sahip olmayacağız.  Yüreğimizde hissettiğimiz alçakgönüllülük ile şöyle diyeceğiz: “Biz değersiz kullarız, sadece yapmamız gerekeni yaptık.” (Luka 17:10)

19 Ağustos

“Tanrıya sövmeyeceksiniz, halkınızın önderine lanet etmeyeceksiniz.”
(Mısır’dan Çıkış 22:28)

Tanrı Musa’ya yasayı verdiği zaman, yetki konumuna sahip olan kişilere karşı sövgü ya da lanet dolu sözler sarf edilmesine yasak koydu. Bunun nedeni aşikardır. Bu egemen kişiler ve önderler Tanrının temsilcileridirler. “Herkes, baştaki yönetime bağlı olsun. Çünkü tanrıdan olmayan yönetim yoktur.” (Romalılar 13:1) “Çünkü yönetim senin iyiliğin için Tanrıya hizmet etmektedir. (Romalılar 13:4) Sözü edilen önder Rabbi kişisel olarak tanımıyor olsa bile, yine de Rabbin hizmetinde olan bir kişidir.

Tanrı ve insan önderler arasındaki bağlantı öylesine yakındır ki, O, bazen onlara tanrılar olarak işaret eder. Böylece bu günkü ayetimizde şunu okuruz: “tanrılara sövmeyeceksiniz”; buradaki anlamı ile yönetimdeki yetkililere sövmeyeceksiniz denmektedir. Ve Mezmur 82:1,6 ayetlerinde Rab, onlardan kuruldaki ilahlar olarak söz eder – ama onların tanrılar olduklarını ifade etmez, ama yalnızca Tanrının temsilcileri olduklarını belirtir.

Kral Saul’un Davut’u öldürmek için yaptığı saldırılara rağmen, Davut adamlarına krala hiçbir şekilde zarar vermemeleri için uyarıda bulundu, çünkü kral Rabbin mesh etmiş olduğu kişi idi.(1.Samuel 24:6)

Elçi Pavlus, baş kahini tanımayarak onu azarladığı zaman, hemen tövbe etti ve şu sözleri söyleyerek özür diledi: “Kardeşler, baş kahin olduğunu bilmiyordum. Nitekim, ‘halkını y önetenleri kötüleme’ diye yazılmıştır.” (Elçilerin İşleri 23:5)

Yetkililere saygı gösterme konusu ruhsal alanda bile uygulanır. Bu ilke, Başmelek Mikael tarafından da uygulanır; Mikael Musa’nın cesedi konusunda İblis ile çekişip tartışır iken, söverek onu yargılamaya kalkışmadı ve yalnızca, “seni Rab azarlasın” dedi. (Yahuda 9)

Son günlerdeki sapkınların belirtilerinden biri de, bu küstah, dik başlı kişilerin yüce varlıklara sövmekten korkmamalarıdır. (2.Petrus 2:10)

Buradan alacağımız ders aşikardır. Politikalarını kabul etmiyor olsak bile ya da onların kişisel karakterlerini onaylamasak dahi, önderlerimize Tanrının resmi hizmetkarları olarak saygı göstermemiz gerekir. Hiç bir koşul altında politik bir kampanyanın harareti sırasında bir imanlının söylediği şu sözleri söylemememiz gerekir: “Başkan alçak bir haindir.”

Ayrıca, “Tanrı yoluna tam bir bağlılık ve ağırbaşlılık içinde sakin ve huzurlu bir yaşam sürelim diye, krallar ile tüm üst yöneticiler dahil, bütün insanlar için dilekler, dualar, yakarışlar ve şükürler sunmamız” gerekir. (1.Timoteos 2:2)

20 Ağustos

“Terbiye edilmek uğruna acılara katlanmalısınız.
Tanrı size oğullarına davranır gibi davranıyor.
Hangi oğul babası tarafından terbiye edilmez?” (İbraniler 12:7)

Terbiye etmek sözcüğü farklı gramer yapıları ile İbraniler12. Bölümün ilk 11 ayetinde yedi ez yer almaktadır. Bu nedenle, sıradan bir okuyucunun bu konuda yanlış bir izlenim edinmesi zor değildir. Tanrıyı kolayca, çocuklarını sonsuza kadar kırbaçlayan öfkeli bir Baba olarak gözünün önüne getirebilir. Bu yanlış anlayış terbiye etme konusunu sadece ceza verme olarak gören bir düşünceden kaynaklanır.

Terbiye etmek sözcüğünün Yeni Antlaşma’da bundan çok daha geniş bir anlama sahip olduğunu öğrenmek çok rahatlatıcıdır. Terbiye etmenin gerçek anlamı çocuk eğitmektir ve bir çocuğun yetiştirilmesi ile ilgili var olan her tür anne baba eylemini içine alır. Kittel terbiye etmeyi şöyle tanımlar: “Olgunluğa doğru büyümekte olan ve yönlendirilmeye, öğretilmeye ve eğitilmeye ihtiyaç duyan çocuğa uygulanan disiplin ya da hatta döverek cezalandırma şeklindeki belirli ölçüde bir zorlayış.”

İbraniler kitabının yazılmış olduğu Hıristiyanlar zulüm görerek acı çekiyorlardı. Yazar, bu zulümden Rabbin terbiyesinin bir bölümü olarak söz eder. Yazarın bu ifadesi, zulmü Tanrının gönderdiği anlamına mı gelir? Kesinlikle hayır! Bu görüş müjdenin düşmanları tarafından uydurulmuştur. Tanrı, günahları nedeni ile Hıristiyanlara ceza mı vermektedir? Hayır, zulüm görmelerinin nedeni büyük olasılıkla O’na ettikleri sadık tanıklıktır. O zaman, zulme Tanrının bir terbiyesi olarak bakmak hangi şekilde mümkündür? Şöyle düşünebiliriz; zulüm görmelerine Tanrı izin verdi ve sonra da bu zulmü Halkının yaşamındaki eğitici planının bir kısmı olarak kullandı. Başka bir deyiş ile Tanrı, çocuklarının Oğlu’nun benzerliğine dönüşmeleri için bu zulmü onları temizlemek ve olgunlaştırmak amacı ile kullandı.

Bu tür bir döverek cezalandırma hiç kuşkusuz, uygulandığı anda hiç de hoş değildir. Keski, sert bir şekilde mermere şekil verir; fırının yoğun kızgınlığı altını arıtır. Ama mermerin içinden insan yüzü ortaya çıktığı zaman ve altın maden cürufundan arındığında, çekilen bütün sıkıntıya değer.

Rabbin terbiyesini küçümsemek ya da terbiye görür iken zayıf düşüp bayılmak, insan yenilgisi ile eş değerdedir. Hatırlanması gereken tek uygun tutum, Tanrının bu durumu eğitici bir plan olarak kullandığıdır ve daha sonra bu durumdan en üstün yararı sağlayacaktır. Yazar, “Böyle eğitilenler için bu sonradan esenlik veren doğruluğu üretir” derken kast ettiği anlam budur. (İbraniler 12:11b)

Pages