March 2013

19 Kasım

“Sıkıntılarını, yoksulluğunu biliyorum.”  (Vahiy 2:9)

Rab İsa, Asya ilindeki yedi kiliseye yazdığı mektuplarında yedi kez “biliyorum” der ve bu sözcükler genellikle olumlu anlamda kullanılırlar. “İşlerini.. emeğini..sabrını..sıkıntılarını…yoksulluğunu ve yaptığın iyilikleri…ve imanını biliyorum.” Bu “biliyorum” sözcüklerinde Tanrı halkı için muazzam bir teselli ve sempati ve teşvik mevcuttur.

Lehman Strauss İsa’nın “biliyorum” derken hangi sözcüğü kullandığına işaret eder: “İsa, ginoske sözcüğünü kullanmadı; bu sözcüğün genel anlamı şudur: bilgide geçirilen süreç aracılığı ile farkında olarak bilmek. İsa burada oida sözcüğünü kullandı; bunun anlamı bilginin tamlığıdır, yalnızca gözlem sonucu değil, tecrübe ederek, yani mükemmelen bilmektir. Acı çeken kutsallar dünya tarafından tanınmasalar ve nefret edilseler bile, Rab tarafından tanınır ve sevilirler. Mesih, Kendisine ait olan kişilerin sıkıntılarını ve çektikleri yoksulluğu bilir; dünyanın onlara hangi göz ile baktığını da bilir. Pek çok yorgun, tükenmiş ve sıkıntı içindeki kutsal O’nun “biliyorum” ifadesindeki bu sözcük ile güçlenmiş ve teşvik olmuşlardır. Kurtarıcımızın ağzından çıkan bu sözcük, sıkıntılarımıza Tanrının gülümseyişi ile dokunur ve bize “bu anın acılarını, gözümüzün önüne serilecek yücelik ile karşılaştırılmaya değmeyeceğini” açıklar. Romalılar 8:18.

Sempati içeren sözcükler vardır. Yüce Baş Kahinimiz çektiğimiz sıkıntıları bilir, çünkü aynı sıkıntılardan Kendisi de geçmiştir. O acılar Adamı olmuş ve yasın ne olduğunu tatmıştır. Ayartılarak acı çekmiştir.

Paylaşım sözcükleri vardır. Rab İsa, bedenin Başı olarak bedenin üyelerinin denemelerini ve zulümlerini paylaşır. “Yüreği acıtan her darbeden, acılar Adamı olarak payını almıştır.” O, ne tür sıkıntılardan geçtiğimizi yalnızca zihni ile bilmek ile kalmaz, ama aynı zamanda anlık bir tecrübe konusu olarak da bilir. Bunları hisseder.

Vaat edilen yardım sözleri vardır. Yardımcımız olarak yüklerimizi taşımak ve akan gözyaşlarımızı silmek için yanımıza gelir. Her zaman yaralarımızı sarmaya ve düşmanlarımızı bizden uzaklaştırmaya hazırdır.

Son olarak, garanti edilmiş ödül sözcükleri vardır. O, yaptığımız her şeyi bilir ve O’nun ile özdeşleşmiş olduğumuz için çektiğimiz her sıkıntıyı bizim ile birlikte çeker. Her sevgi, itaat ve sabır eyleminin özenli olarak kaydını tutar.Yakınlarda bir gün bunların hepsini kat kat geri ödeyecektir.

Eğer şu anda bir üzüntü ya da sıkıntı vadisinden geçiyor iseniz, size, “Biliyorum!” diyen Kurtarıcının sesini ve söylediğini işitin. Yalnız değilsiniz, O da sizinle birlikte vadidedir; ve sizi güvenilir bir şekilde buradan kurtaracak ve arzu ettiğiniz hedefe doğru salimen götürecektir.

20 Kasım

“Dikkatli olun. Mesih’e değil de insanların geleneğine,
dünyanın temel ilkelerine dayanan felsefe ile boş ve aldatıcı sözler ile
kimse sizi tutsak etmesin.” (Koloseliler 2:8)

Phillips versiyonunun “münevverlik” olarak tercüme ettiği burada kökünü bizim “felsefe” olarak aktardığımız sözcükten alır. Temel anlamı, bilgeliğe duyulan sevgidir. Ama daha sonra farklı bir anlam kazanmış ve gerçeklik arayışı ve yaşamın amacı olarak algılanmıştır.

İnsan felsefelerinin çoğu karışık ve zor anlaşılır bir dil ile ifade edilirler. Bu düşünceler, sıradan bir insanın düşüncelerinin çok ötesindedirler. Bu düşünceler, zihinsel güçlerini insan spekülasyonlarını anlaşılması çok zor olan sözcükler kullanarak ifade etmekten hoşlananlar kişilere hitap ederler.

Özetleyecek olur isek, insani düşünceler yetersizdirler. Phillips tercümesi bu insan felsefelerinden “münevverlik ve şatafatlı saçmalık” olarak söz eder. Bu düşünceler, insanların değerler hakkındaki düşüncelerini temel alırlar ve Mesih’i göz ardı ederler. Bertrand Russell gibi ünlü bir düşünür bile yaşamının son döneminde söylediği şu sözleri ile anılır: “Felsefe bana bir bitkinlik olduğunu kanıtladı.”

Bilge imanlı, modern münevverliğin şatafatlı saçmalığından etkilenmez, insan bilgeliğinin türbesinin önünde eğilmeyi reddeder. Bunun yerine, bilgelik ve bilginin tüm hazinelerinin Mesih’te bulunduğunun farkındadır. Tüm insan düşüncelerini Tanrının sözü aracılığı ile kontrol eder ve dener. Ve Kutsal Yazılara aykırı olan her düşünceyi reddeder.

Filozoflar ya da düşünürler bazı yeni ataklar ile Hıristiyan düşüncesine saldırdıkları zaman, bundan etkilenmez. Onlardan bu gibi düşüncelerden daha iyisini bekleyemeyecek olduğunu fark edecek bir yargı olgunluğuna sahiptir.

Düşünürler ile pek çok hecelerden oluşan sözcükler aracılığı ile sohbet edemeyeceği ya da onların mantıklarını izleyemeyeceği için kendisini değersiz hissetmez. Düşünürlerin fikirlerini sade bir dil ile ifade etme konusundaki yetersizliklerinden kuşku duyar ve dünyada yolculuk eden insanlar akılsız olsalar bile Müjdeyi kavrayabilecek olmaları ile sevinir.

Modern felsefelerde yılanın oltasına taktığı yemlerin varlığını ortaya çıkarır, “..tanrı gibi olacaksınız..” (Yaratılış 3:5)İnsan, kendi zihnini, Tanrının zihninin ötesine yükseltmek için ayartılır. Ama bilge imanlı şeytanın yalanını reddeder, kabul etmez. Ve safsataları, Tanrı bilgisine karşı diklenen her düşünceyi tutsak edip Mesih’e bağımlı kılar. (2.Korintliler 10:5)

21 Kasım

“Öyle ki, İsa’nın adı anıldığı zaman, gökteki, yerdeki ve yer altındakilerin hepsi diz çöksün
ve her dil Baba Tanrının yüceltilmesi için İsa Mesih’in Rab olduğunu açıkça söylesin.”
(Filipeliler 2:10,11)

Burada yazılanların gerçekleştiği bir sahne ne kadar da harika olacak! Evrendeki her dizin İsa’nın kutsal adının önünde diz çökmesi! Tanrı bunu buyurmuştur ve bu buyruğunun yerine geleceği kesindir.

Bu, evrensel bir kurtuluş değildir. Pavlus burada yaratılmış olan her varlığın sonunda Mesih’i diri, sevgili Rableri olarak kabul edip O’nu kucaklayacaklarını belirtmiyor. Burada kast ettiği bu yaşamda büyük iman ikrarında bulunmayı reddedenlerin bu iman ikrarını bundan sonraki yaşamda yapmak zorunda kalacaklarını bildiriyor. İşte o zaman evrensel bir boyun eğiş söz konusu olacak.

İsa Rab’dir adlı mesajlarından birinde John Stott şunları anlatır: “Westminster Abbey’de Majesteleri Kraliçe’nin taç giyme töreni sırasında en heyecanlı anlardan biri, tacın Kraliçe’nin başının üzerine konuldu andı ve ayrıca ülkenin baş vatandaşı olan Canterbury Başpiskopos’u Abbey’deki pusulanın her noktasına doğru kuzeye, güneye, batıya ve doğuya doğru dört kez seslendi: “Efendiler, size bu bölgenin kuşku duyulmayan Kraliçesini takdim ediyorum. Ona itaat etmek için istekli misiniz?” Westminster Abbey’in yüksek, uzun ve dar orta kısmından aşağı doğru dört kez evet onayı geldiği zaman, ancak o zaman tacı Kraliçe’nin başına yerleştirdi. “

John Stott daha sonra şu sözleri ekler: “Ve baylar ve bayanlar, ben size bu gece İsa Mesih’i kuşku duymayacağınız Rabbiniz ve Kurtarıcınız olarak takdim ediyorum. O’na itaat etmeye istekli misiniz?”

Bu ısrarlı soru yüzlerce yıldır kulaklarda çınlar durur. Pek çok kişiden yüksek bir evet yanıtı yükselir:” İsa Mesih Rabbimizdir!” Diğer kişilerden yükselen cüretkar karşılık ise: “Bu adamın üzerimizde egemenlik sürmesine izin vermeyeceğiz.” Sıkılmış olan yumruk bir gün açılmaya zorlanacak ve çökmeyen diz de aynı şekilde Adı her adın üstünde olan Ad’a boyun eğecek. Ama buradaki trajedi o zaman çok geç kalınmış olacağıdır. Tanrının lütuf günü sona ermiş olacaktır. Günahkarların Kurtarıcısına güvenme fırsatı ortadan kaybolmuş olacaktır. Rabliği inkar edilmiş olan O, o zaman büyük bir beyaz tahtın önünde oturmuş olarak Yargıçlık yapacaktır.

Eğer O, bu gün sizin Rabbiniz değil ise, o zaman O’nu Rabbiniz olarak kabul edin. O’na itaat etmeye istekli olun!

22 Kasım

“İnsanların ve meleklerin dilleri ile konuşsam, ama sevgim olmasa,
ses çıkaran bir bakırdan ya da çınlayan zilden farkım kalmaz.”
(1.Korintliler 13:1)

Genç bir soprano opera sahnesinde ilk konserini vermişti; bir eleştirmen onun eşsiz performansının, eğer konserinde sevgi ile şarkı söylemiş olsa idi daha da iyi olacağını yazdı..Bu eleştirmen sevginin var olmadığının farkına varmış idi. Genç soprano teknik olarak doğru şarkı söylemişti, ama şarkılarında sevginin sıcaklığı yok idi.

Yaşamımız, her şeyi kurallara uygun olarak yapan kişiler olarak devam eder. İçten, güvenilir, doğru, enerjik ve alçakgönüllü olabiliriz. Ama yine de tüm bu erdemler, eksik olan sevginin yerini tutamazlar.

Çoğumuz, sevgiyi nasıl vereceğimiz ve sevgiyi nasıl alacağımızı bilmek konusunda zor zamanlar yaşarız. Geçenlerde ünlü birinin şu sözleri yazdığını okudum: “bir kişi sevdiği insanlar hakkında ne hissettiğini ifade etmenin dışında her şeyi yapabilir.”

John White, ‘dua eden Kişiler’ adlı kitabında şunları yazar: “yıllarca sevilmekten korktum. Sevgi vermeye karşı değildim (ya da verdiğimin sevgi olduğunu düşünüyordum), ama herhangi biri, bir erkek, bir kadın ya da bir çocuk bana çok fazla sevgi gösterdiği zaman, hemen hastalanıyordum. Ailemizde sevgi konusunda nasıl davranacağımızı hiç bir zaman öğrenmedik. Sevgiyi gösterme ya da kabul etme konusunda pek uzman olduğumuz söylenemezdi. Birbirimizi sevmediğimizi ya da birbirimize olan sevgimizi gösterme konusunda yollar bulamadığımızı söylemek istemiyorum. Ama bizler fazla İngiliz idik. Ben on dokuz yaşında iken ve savaşa gitmek için evden ayrıldığım zaman, babam oldukça beklenmedik bir davranışta bulundu. Ellerini omzuma koydu ve beni öptü. Şaşkınlıktan afallamıştım. Ne söyleyeceğimi bilemediğim gibi ne yapacağımı da bilemedim. Bu durum benim için çok utandırıcı idi, oysa babam için çok üzücü olmuş olmalı.”

Bir gün Mesih’in onun önünde çivi delikli ellerini ona uzatmış olarak durduğuna dair bir görüm gördüm. Önce Mesih’in sevgisini kabul etmek konusunda çaresizlik hissetti. Sonra şöyle dua etti: “Ey Rab, ellerini kavramak istiyorum. Ama yapamıyorum.”

“Bu sözleri izleyen sessizlikte, çevremde örmüş olduğum savunma duvarının giderek kaybolduğuna dair üzerime bir güven hissi geldi ve Mesih’in sevgisinin çevremi sarmasını ve beni doldurmasını öğreneceğimi anladım.”

Eğer çevremizde, sevginin bize ve bizden akışına engel olan savunma duvarları bina etti isek, Rabbin bu duvarları yıkmasına ve bizleri soğuk imanlılar yapan korkulardan kurtarmasına izin vermemiz gerekir.

23 Kasım

“..hainlerin yolu ise yıkıma götürür.” (Süleyman’ın Özdeyişleri)

Eğer hainlerin yolunun yıkıma götürdüğüne ilişkin bir kanıta ihtiyaç duyulsa idi, o zaman yalnızca sıradan bir günlük gazeteye bakmamız yeterli olur idi. Ve bu konuda bol bol örnek görebilirdik. Ben bunu sadece bir tecrübe edinmek için yaptım ve işte elde ettiğim sonuçlar:

Yakalanıp tutuklanmamak için Güney Amerika’ya kaçan ve orada otuz beş yıl yaşayan bir Nazi savaş suçlusu intihar etmişti. Yakalanma korkusu ve akabindeki olası infaz düşüncesi daha fazla yaşamasını çekilmez hale getirmişti.

Yetmiş dört yaşındaki yaşlı bir adam, oğlundan $90.000 para isteyen üç adam tarafından silah zoru ile kaçırılmış idi. Yaşlı adamın oğlu bir uyuşturucu kaçakçısı idi ve polisten ve federal uyuşturucu ajanlarından kaçıyordu.

U.S. House of Representative üyelerinden biri politik bir iyilik ihsan etme vaadi yüzünden rüşvet kabul etmişti ve bu nedenle üyelikten atılmıştı. Görünüşe göre üyelikten çıkartılması kalıcı olacak idi.

Afgan isyancılar istilacı Rus birliklerine karşı savaşmaya devam ederler. Gazetedeki haber, Afganistan yönetiminin ülkedeki tek Hıristiyan kilise binasını buldozer ile yerle bir ettiği gerçeğinden söz etmez. Acaba bu Rus istilası tanrısal bir geri ödeme olabilir mi?

Bir polis şefi yalan yere, arabasının çalındığına dair rapor verdi. Beklentisi sigortadan para almaktı. Kendisine değerli bir memur gözü ile bakılırdı. Ama şimdi şeflik yaptığı polis gücü tarafından tutuklandı ve hakkında soruşturma açıldı.

Bazen bizler de Mezmur yazarı gibi, kötülere imrenme konusunda ayartılırız. Dünya sanki onların istiridyesi gibidir ve her şey onların yararına gelişir. Ama onların kaçınılmaz bir suçluluk, utanç ve korku ifşası hasadı biçecek olduklarını unuturuz. Genellikle şantaj ve zorbalığa uğrama kurbanları haline gelirler. Kendi yaşamlarının ve aile bireylerinin yaşamlarının sona ermesi korkusu ile yaşarlar. Modern ve pahalı koruma sistemlerine sahip olmak zorunda kalırlar. Her zaman tutuklanma, ceza ödeme ya da hapse atılma gibi konular ile yüz yüze yaşarlar. Yaşamları umut ettikleri düş yerine bir kabusa dönüşür.

Bu dersi iyi öğrenmiş olan bir adam, vaiz Sam Jones’a derin bir inanç duyarak şu sözleri söylemiştir: “Kutsal Yazılar’da bir ayet biliyorum ve bu ayetin doğru olduğunu da biliyorum: ‘hainlerin yolu yıkıma götürür.’” Bu adam, günahın bina etmiş olduğu sonuçların kaçınılmaz olduklarını ve had safhada nahoş şeyler olduklarını kanıtlamıştır.

24 Kasım

“Sonra lanet okumaya ve ant içmeye başladı.” (Matta 26:74)

Bir gün bir piskopos bahçesinde tek başına yürüyor ve geçen hafta olan olaylar üzerinde düşünüyordu. Çok utanç verici bir olayın anısı zihninde bir flaş gibi patladığı zaman, düşündüklerini kaba bir şekilde dışarı vurarak yüksek sesle söyledi. Yüksek bahçe duvarının öte tarafında yürümekte olan kilise üyelerinden biri b,r vaize yakışmayan bu sözleri işitti ve kulaklarına inanamadı.

Bu mahrem ağız bozukluğu, Tanrının gayretli pek çok çocuğunun yaşamında yürek parçalayıcı bir denemedir. Yüzlerce kişi bu sinsi alışkanlığın baskısı altında inilti çekerler, bu davranışın Rabbe nasıl saygısızlık ettiğinin ve kişinin yaşamını nasıl kirlettiğinin farkındadırlar. Ancak bu kötü alışkanlığı yenme konusundaki tüm çabaları sonuçsuz kalır.

Hoşa gitmeyen bu sözler genellikle kişi tek başına iken (ya da tek başına olduğunu sanırken) ve sinirsel bir gerilim içine girdiği zaman, ortaya dökülürler. Genellikle ani öfkenin sözlü bir ifadesidirler. Bazen hayal kırıklığına uğrayan duygular sonucu ağızdan dökülürler. Buradaki örnekte piskoposun durumunda olduğu gibi, duyulan utanç hissine karşı verilen bir reaksiyon idiler.

Mahrem küfür etmenin verdiği acıdan daha büyük olan acı, bir gün bu kötü sözlerin herkesin önünde ağızdan kaçacak olmasıdır. Ya da uykuda iken. Ya da bir hastanede anestezi altında olunduğu zaman.

Bu eski alışkanlık kendisini Petrus’ta Rabbin denendiği gece gösterdi. Celile’de İsa’nın öğrencilerinden biri olduğu söylendiği zaman, O’nun öğrencisi olduğunu lanet okuyarak ve ant içerek inkar etti. (Matta 26:74) Gergin bir durumda olmadığı takdirde böyle bir şeyi asla yapmazdı.  Ama şimdi zor durumda kalmıştı ve büyük bir baskı altında idi. Ve bu sözler ağzından tövbe etmemiş olduğu günlerde olduğu gibi aniden çıkıverdiler.

En iyi niyetlerimize ve en gayretli çabalarımıza rağmen, sözcükler ağzımızdan, biz düşünecek bir fırsata sahip olamadan aniden çıkıverirler. Bizi tamamen korunmasız bir şekilde iken ele geçirirler.

Yaşamlarımızdaki bu Golyat’ı bir gün yenme konusunda umutsuzluğa kapılmamız gerekir mi? Hayır, tüm ayartmalar için olduğu gibi bu ayartma konusunda da zaferli olduğumuza dair vaat mevcuttur (1.Korintliler 10:13). Öncelikle her düştüğümüz zaman günahı itiraf etmemiz ve ondan vazgeçmemiz gerekir. Sonra Tanrıya dudaklarımıza bir bekçi koymazı için yalvarmamız gerekir. Yaşamın hoş olmayan koşullarına sessizce ve sakinlik ile karşılık verebilmek için Tanrıdan güç istemeliyiz. Bazen bir başka imanlıya hatayı itiraf etme eylemi güçlü alışkanlığın gücünü kırma konusunda yararlı olur. Son olarak her zaman hatırlamamız gereken şey şudur: diğer yeryüzündeki kişiler bunu işitmeyebilirler. Ama göksel Babamız göklerden işitir. Bunun O’nun gözünde ne kadar gücendirici olduğunun hatırlanması bizlere güçlü bir yardımcı olarak hizmet etmelidir.

25 Kasım

“..şükredici olun!” (Koloseliler 3:15)

Şükran dolu bir yürek yaşamın tamamına ışıltı ekler. Bir akşam yemeğinin sonuna doğru, masadaki çocuklardan biri şöyle dedi: “Anne, bu iyi bir yemekti.” Bu takdir, zaten mutlu olan bir evin sıcaklığında yeni bir sıcaklık hissi yarattı.

Genellikle teşekkürlerimizi ifade etme konusunda başarısız oluruz. Rab İsa on cüzamlı kişiyi iyileştirdi, ama bu kişilerden yalnızca bir tanesi teşekkür etmek için geri döndü. Ve bu kişi bir Samiriyeli idi. (Luka 17:17) Buradan alınacak iki ders vardır. Günahlı kişilerin dünyasında takdir etmek ender rastlanan bir durumdur. Ve takdir etme göründüğü zaman, genellikle en az beklenen kaynaklardan gelir.

Diğer kişilere iyilik yaptığımız zaman bu iyiliğimize bir teşekkür ile dahi karşılık vermemeleri bizi çok üzer. Aynı şekilde, biri bize iyilik yaptığı zaman, eğer kendisine teşekkür etme nezaketini göstermedi isek, o kişinin kendisini nasıl hissedeceğini düşünmemiz gerekir.

Kutsal Kitap’ta yapılacak gelişi güzel bir inceleme bile bize Kutsal Yazılarda Tanrıya teşekkür etmemiz ile ilgili olarak pek çok öğüt ve şükran örneği görebiliriz. O’na şükran duymak için o kadar çok nedene sahibiz ki. Bu nedenlerin hepsini yazarak listelememiz dahi imkansızdır. Yaşamlarımızın tamamının O’na teşekkür eden mezmurlardan oluşması gerekir.

Binlerce on binlerce değerli armağan için
Her gün teşekkür ederim;
Bu armağanları sevinç ile tatmak
Her neşeli yüreğin arzusudur.

Aynı zamanda biz insanlar birbirimize teşekkür sunma alışkanlığını geliştirmeliyiz. Sıcak bir el sıkma, bir telefon etme ya da bir mektup yazma – insanların yüreklerine ne kadar da büyük sevinç getirir. Yaşlı bir doktor, hastalarından biri kendisine ödeme yaptığı zaman. Bu ödemeye bir de teşekkür notu iliştirmişti. Doktor, bu notu en çok değer verdiği eşyalarının arasına koydu ve onu sürekli orada muhafaza etti; bu not, bu güne kadar almış olduğu ilk teşekkür mektubu idi.

Aldığımız armağanlar, bize gösterilen konukseverlik, ücretsiz ulaşım, ödünç aldığımız araçlar ya da donanım, projelerimize yapılan yardım ve bize gösterilen her iyilik ve sunulan hizmet için şükranlarımızı ifade etme konusunda çabuk davranmalıyız.

Sorun, bu gibi şeyleri genellikle takdir etmeye gerek duymadan kabullenmemizdedir. Ya da oturup bir teşekkür mektubu yazamayacak kadar öz disiplinden uzağızdır. Bu durumda, teşekkür etme alışkanlığını kazanmak için çalışmamız gerekir. Sahip olduğumuz için minnettar olmamız gereken bir farkındalık geliştirmeliyiz. Sonra, kendimizi bu konuda çabuk başarı kazanma konusunda eğitmemiz gerekir. Başarının çabukluğu, teşekkürü ikiye katlar.

26 Kasım

“Tanrısal esinden yoksun olan halk sınır tanımaz olur(mahvolur).
Ne mutlu Kutsal Yasa’yı yerine getirene!” (Süleyman’ın Özdeyişleri 29:18)

Bu günkü ayetin ilk kısmında, “eğer tanrısal görüş yok ise, halk mahvolur” ifadesi yer alır. Bu ifade, genellikle kişilerin ulaşmak için uğraştıkları hedeflerinin olması gerektiğini ima eden bir ifade olarak düşünülür. Zihinlerinde arzu ettikleri sonuçların net bir resmine ve onları bu sonuca ulaştıran kesin bir programa sahip olmaları gerekir.

Ama buradaki görüşün anlamı, “Tanrı tarafından verilen bir esin”dir. Ve mahvolmak sözcüğünün anlamı, “sınır tanımamak”tır. Bu nedenle düşünce şudur: “Tanrının Sözünün bilinmediği ve saygı görmediği yerde, kişiler kendilerini kaybederler.

Ayetin ikinci yarısında bir çelişki yer alır: “Ne mutlu Kutsal Yasa’yı yerine getirene!” Başka bir deyiş ile, bereket yolu Söz’de yer aldığı gibi Tanrının sözüne itaat etmekten geçer..

Gelin, şimdi ayetin ilk kısmı üzerinde düşünelim, insanların Tanrı bilgisini terk ettikleri yerde, tutumları sınır tanımaz. Örneğin şöyle bir olayın gerçekleştiğini var sayalım: bir ulus Tanrıya sırtını çevirir ve her şeyi evrim sürecini temel alarak açıklamaya kalkar. Bunun anlamı, insanın saf doğal süreçlerin sonucu var olduğu ve doğaüstü bir Varlığın yaratığı olmadığıdır. Eğer bu doğru ise, o zaman ahlak ölçütleri için bir temel mevcut olamaz. Tüm davranışlarımız, doğal sürecin kaçınılmaz bir sonucudur. Lunn ve Lean’in Yeni Ahlak’ta işaret ettikleri gibi, “Eğer ilk canlı hücre, yaşam olmayan bir gezegenin yüzeyinde saf doğal bir süreç aracılığı ile gelişti ise, eğer insan zihni aynı bir volkan gibi doğal ve maddesel güçlerin bir ürünü olarak var ise, o zaman, lav püskürttüğü için bir volkanı suçlamak ile, ırk ayrımı yaptıkları için Güney Afrikalı politikacıları suçlamak aynı derecede mantık dışı bir durumdur.”

Eğer Tanrının sözü reddedilir ise, o zaman doğru ve yanlış ölçütlerine ilişkin mutlak bir standart mevcut değildir. Ahlaki gerçekler, onlara sahip olan bireylere ya da gruplara bağımlıdırlar. Kişiler kendi davranışlarının yargıcı haline gelirler. Felsefeleri şudur: “Eğer kendini iyi hissediyorsan, o zaman yap.” İhtiyaç duyulan ya da gerekli olan tek aklanma “bunu herkes yapıyor” gerçeğidir.

İnsanlar bu şekilde yıkıma giderler. Kendilerinin fuhuş, zina ve homoseksüelliğe terk ederler. Suç ve vahşet alarm veren seviyelere yükselir. İş hayatında ve yönetimde çürüklük yayılır. Yalan söylemek ve aldatmak kabul edilen davranış şekilleri haline gelirler. Toplumun kumaşı parçalar ayrılıp dağılır.

“…ama Kutsal Yasa’yı yerine getiren, mutludur.” Hatta dünyanın tamamı baş kaldırdığı zaman bile, bireysel imanlı iyi yaşamı Tanrının sözüne inanmakta ve ona itaat etmekte bulur. Gidilecek olan tek yol budur.

27 Kasım

“Evet, tez geliyorum.” (Vahiy 22:20)

Çağın sonuna yaklaştığımız bu dönemde, pek çok kişinin İsa’nın her an geri dönebileceğine dair umudu terk edecekleri peygamberlik edilmiştir. Ama insanlar gerçeği kabul etseler de etmeseler de gerçek hala mevcuttur.

Rab İsa’nın her an gelebilecek olması bir gerçektir. Damadımızın Gelini için geri döneceği günü ya da saati bilmeyiz; yani bu, O’nun bu gün gelebileceği anlamına gelir. O’nun bağırmasını, baş meleğin sesini ve Tanrının boru sesini işitmeden önce yerine gelmesi gereken bir peygamberlik yoktur. Kilisenin yeryüzündeki zamanı sırasında zulüm görmeyi beklediği doğrudur, ama Büyük Sıkıntı döneminin dehşetleri kilisenin yazgısına ait değildir. Eğer kilisenin büyük sıkıntı döneminden geçmesi gerekiyor ise, bu, Rabbin en azından yedi yıl gelemeyeceği anlamına gelirdi. Çünkü şimdi Büyük Sıkıntı döneminde olmadığımız kesindir. Ve bu dönem geldiği zaman, yedi yıl sürecektir.

Bize, Kurtarıcının görünmesine her zaman hazır olmamız gerektiğini bildiren pek çok ayet mevcuttur. Bu ayetleri aşağıda sıralayalım:

“..ilk iman ettiğimiz zamandakinden daha yakındır.” (Romalılar 13:11)

“Gece ilerledi, gündüz yaklaştı” (Romalılar 13:12).

“Rabbin gelişi yakındır.” (Filipeliler 4:5)

“Artık gelecek olan, pek yakında gelecek, gecikmeyecek.” (İbraniler 10:37)

“… Rabbin gelişi yakındır.” (Yakup 5:8)

“İşte yargıç kapının önünde duruyor.” (Yakup 5:9)

“Ama her şeyin sonu yakındır” (1.Petrus 4:7)

Bu ayetler, zihinde Rabbin gelişinin çok yakında olacağına dair bir izlenim yaratmak için tasarlanmış gibi görünürler. Rabbin gelişi, izlememiz ve beklememiz gereken bir olaydır. Sadık bir şekilde kahyalığımızı sürdürerek, O’nun hizmet etmekle meşgul olmamız gerekir.

R.A.Torrey bir defasında şöyle demişti: “Rabbimizin çok yakındaki dönüşü, saf, bencil olmayan, adanmış, dünyevi olmayan ve aktif bir hizmet yaşamını gerektiren, büyük bir Kutsal Kitap konusudur. Vaazlerimizin çoğunda kişileri kutsal yaşamaya ve gayretle çalışmaya zorlarız, çünkü ölüm hızla gelecektir. Ama Kutsal Kitap’ın büyük konusu asla bu değildir. Kutsal Kitap’ta önemle söz edilen konu, her zaman Mesih2in gelecek oluşudur; O geldiği zaman hazır olmamızdır.”

Sorumluluğumuz aşikardır. Kuşaklarımız belimize bağlı ve kandillerimiz yanar durumda hazır olmalıyız ve Rablerini bekleyen kişiler gibi davranmalıyız. (bakınız Luka 12:35,36) O’nun her an gelmesini beklemeye hakkımız olmadığını öğreten kişiler önünde mağlup olmamalıyız. Aksine, O’nun çok yakındaki gelişine inanalım, coşku içinde bunu öğretelim ve gerçeğin yaşamlarımızda parlamasına izin verelim.

28 Kasım

“Neysem, Tanrının lütfu ile öyleyim.” (1.Korintliler 15:10)

Yaşamda insanın kendisine çektirdiği acılardan biri, olması asla tasarlanmayan bir kişi olmaya gayret etmesidir. Herkes, Tanrının eşsiz bir yaratığıdır. Biri, söylediği şu sözlerde çok haklıdır: “O, bizi yarattıktan sonra, modeli çöpe attı.” Tanrı, bizi yarattığı modeli değiştirmeye çalışmamıza asla niyetlenmedi.

Maxwell Maltz şu sözleri yazdı: “Sizin, bir kişilik olarak başka herhangi bir kişilik ile yarışmanız imkansızdır, çünkü yeryüzünde sizin gibi olan bir başka insan daha yoktur. Siz başlı başına bir bireysiniz. Eşsizsiniz. Siz, bir diğer kişi gibi değilsiniz ve asla bir diğer kişi gibi olamazsınız. Sizin başka biri gibi olmanız gerekmez ve aynı şekilde bir başkasının da sizin gibi olması gerekmez.

"Tanrı insanları yaratır iken bir ölçü kullanmadı ve herkesi aynı standart ile yaratmadı. Her kar tanesini nasıl bireysel ve eşsiz yarattı ise, insanı da aynı şekilde bireysel ve eşsiz yarattı."

Her birimiz Tanrı sevgisinin ve bilgeliğinin bir ürünüyüz. Tanrı, bizi olduğumuz gibi yaratmak ile ne yaptığını tam olarak biliyordu. Görünümümüz, zekamız ve yeteneklerimiz O’nun bizim için yaptığı en iyiyi temsil eder. Sınırsız bilgiye ve sınırsız sevgiye sahip olan herhangi biri de aynı şeyi yapardı.

Ayrıca başka biri olmayı arzu ettiğimiz takdirde, Tanrıya hakaret etmiş oluruz. Bu tür bir arzu Tanrının bir hata yapmış olduğunu ya da bizim iyiliğimiz için olan bir şeyi bizden esirgemiş olduğunu ileri sürmüş gibi oluruz.

Başka biri gibi olmayı arzu etmek yararsızdır ve boştur. Tanrının bizi nasıl yaratmış olduğu ve bize ne vermiş olduğu hakkında bir nihailik mevcuttur. Diğer kişilerin erdemlerini elbette taklit edebiliriz, ama burada üzerinde düşündüğümüz konu, bizim Tanrının yaratığı olarak ne olduğumuzdur.

Yaşamlarımızı Tanrının yaşamlarımız ile ilgili tasarısından hoşnut olmayarak geçirdiğimiz takdirde, aşağılık duygusu tarafından felce uğratılırız. Ancak konu, yine de bir aşağılık duygusu konusu değildir. Bizler aşağılık değiliz – yalnızca bireysel ya da kendimize özgü ve eşsiziz.

Başka biri olmak için yapılan girişim başarısızlık ile sonuçlanmaya mahkumdur. Bu küçük bir parmağın, kalbin yaptığı işi yapmaya çalışmasına benzer.Böyle bir şey Tanrının tasarımı değildir ve işe yaramayacağı kesindir.

Buradaki doğru tutum Pavlus ile birlikte şu sözleri söylemek olacaktır: “Neysem Tanrının lütfu ile öyleyim.” (1.Korintliler 15:10) Tanrının farklı bir tasarımı olarak halimizden keyif almalı ve bunu ve sahip olduğumuzu en üst derecede O’nun yüceliği olarak kullanmak için kararlı olmamız gerekir. Yapamayacağımız pek çok şey vardır, ama diğer kişilerin yapamayacağı başka şeyleri biz yapabiliriz.

Pages