March 2013

9 Kasım

“Kardeşlerim, bir kimse iyi eylemleri yok iken, imanı olduğunu söyler ise,
bu neye yarar? Böylesi bir iman onu kurtarabilir mi?”  (Yakup 2:14)

Bu günkü ayette Yakup ayette sözü geçen kişinin imanı olduğunu söylemez. Kişinin kendisi imanı olduğunu söyler. Ama bu kişi eğer gerçekten kurtaran imana sahip olmuş olsa idi, aynı zamanda iyi eylemleri de olur idi. Bu ayetteki kişinin imanı yalnızca sözcüklerden ibarettir. Ve bu tür bir iman hiç kimseyi kurtaramaz. Sözcükler, iyi eylemler ile birlikte olmadan ölüdürler.

Kurtuluş iyi eylemler ile olmaz. Yine, kurtuluş, imana ek olarak iyi eylemler gerektirmez. Kurtuluş daha çok, iyi eylemler ile sonuçlanan bir türdeki iman ile gerçekleşir.

O zaman Yakup neden 24.ayette bir kişinin iyi eylemler ile aklandığını söylüyor? Bu sözler, Pavlus’un iman aracılığı ile aklandığımızı söyleyen öğretişi ile tam bir tezat oluşturmuyor mu? Aslında burada bir tezat mevcut değildir. Her ikisi de doğrudur. Aslında Yeni Antlaşma’da aşağıda belirtilen altı farklı aklanma görünümü söz konusudur:

Tanrı tarafından aklanırız (Romalılar 8:33) – bizi doğru sayan Tanrı’dır.

Lütuf aracılığı ile aklanırız (Romalılar 3:24) – Tanrı, aklanmayı bize karşılıksız ve hak edilmemiş bir armağan olarak vermiştir.

İman aracılığı ile aklanırız (Romalılar 5:1) – bu armağanı Rab İsa Mesih’e iman ederek elde ederiz.

Kan aracılığı ile aklanırız (Romalılar 5:9) – Mesih’in değerli kanı aklanmamız için ödenen bir bedeldir.

Tanrının gücüne güvenerek aklanırız (Romalılar 4:25) – Rabbimiz İsa’yı ölümden dirilten güç, aklanmamızı mümkün kılan güçtür.

İyi eylemler aracılığı ile aklanırız (Yakup 2:24)   - iyi eylemler gerçekten aklanmış olduğumuza dair herkesin göreceği dışsal kanıtlardır. Bir tövbe deneyimine tanıklık etmek yeterli değildir. Bu deneyimi, yeniden doğuşu kaçınılmaz bir şekilde izleyen iyi eylemler aracılığı ile sergilememiz gerekir.

İman göz ile görünmez. İman, can ve Tanrı arasında meydana gelen göz ile görünmeyen bir iletişimdir. İnsanlar imanımızı göz ile göremezler. Ama kurtaran imanın ürünü olan iyi eylemleri göz ile görebilirler. İyi eylemlerimizi görünceye dek imanımızdan kuşku duymaları için yeterli nedene sahiptirler.

İbrahim’in iyi eylemi, oğlunu Tanrı’ya bir sunu olarak ölürmek konusundaki istekliliği idi (Yakup2:21). Rahav’ın iyi eylemi kendi vatanına ihanet etmesi idi (Yakup 2:25). Tüm bunların “iyi eylemler” olarak adlandırılmalarının nedeni, Yehova’ya olan imanın bu kişiler tarafından sergilenmesi idi. Aksi takdirde, bu eylemler kötü eylemler olacak idi, yani, cinayet ve ihanet.

Ruhtan ayrılmış olan beden ölüdür. Yani ölüm şudur: ruhun bedenden ayrılması. Bu nedenle, iyi eylemleri olmayan iman da ölüdür. Böyle durumlarda iman cansız, güçsüz ve işlevsel değildir.

Yaşayan bir beden içinde göz ile görülmeyen bir ruhun konut kurmuş olduğunu sergiler. Bu nedenle, iyi eylemler kişinin içinde konut kurmuş bulunan kurtaran imanın her ne kadar göz ile görünmüyor olsa dahi kesin belirtisidir.

10 Kasım

“Ruhsal gayretinizi eksiksiz olarak koruyun”
(Romalılar 12:11 Moffat versiyonu)

Fiziksel alanda işleyen yasalardan biri değerlerin önemlerini kaybetme ya da gevşeme veya yok olma gibi eğilimlere sahip olmalarıdır. Bu durum, yasanın bilimsel bir ifadesi değildir, ama genel fikri verir.

Örneğin, bize güneşin kızgın bir değer oranında yandığı ve uzun bir zaman devam edebilecek olmasına rağmen zaman süresinin sınırlı olduğu söylenir.

Bedenler yaşlanırlar, ölürler ve toprağa geri dönerler. El ile hareket ettirilen bir sarkaç yavaşlar ve sonra da durur. Bir saati ya da kol saatini kurarız, ya da içlerinde pilleri vardır ve kısa bir süre sonra ya pillerinin yenilenmeleri ya da tekrar kurulmaları gerekir. Sıcak suyun ısı derecesi bulunduğu odanın sıcaklığına iner. Madenler kararırlar ve soluk renk alırlar. Renkler solar. Kalıcı olan hiç bir şey yoktur ve aynı şekilde sürekli bir devinim mevcut değildir. Değişim ve çürüme her şeyi etkiler.

Dünyanın kendisi de yaşlanır. Kutsal Yazılar, gökyüzü ve yeryüzünden söz ederken şöyle derler: “Onlar yok olacak, ama sen kalıcısın. Hepsi bir giysi gibi eskiyecek. Bir kaftan gibi düreceksin onları, bir giysi gibi değiştirilecekler. Ama sen hep aynısın, yılların tükenmeyecek.” (İbraniler 1:11,12)

Ne yazık ki, ruhsal alanda da buna benzer bir ilke var gibidir. Bu ilke, bireyler, kiliseler, akımlar ve kurumlar için de geçerlidir.

Bir kişi, Hıristiyan yaşamına harika bir şekilde başlasa bile, her zaman için gayretinin azalması, güçten düşmesi ve görüşünü kaybetmesi gibi tehlikeler var olacaktır. Bizler yoruluruz, halimizden memnun oluruz, gayretimiz soğur ve yaşlanırız.

Aynı şey kiliseler için de geçerlidir. Pek çok kişi Kutsal Ruh’un büyük bir hareketinin doruğunda bir başlangıç yapmışlardır. Ateş, yıllarca parlak bir şekilde yanmaya devam eder. Sonra devreye bozulma girer. Kilise ilk sevgisinden ayrı düşer (Vahiy 2:4). Balayı sona ermiştir.

Müjdecilik ateşi yerini rutin ve cansız hizmetlere bırakır. Öğretiş saflığı değersiz bir ünite için feda edilebilir. Sonunda boş bir bina içindeki yüceliğin ayrılmış olduğu bir sessiz tanık haline dönüşür.

Çeşitli akımlar ve kurumlar bozulmaya mahkumdurlar. Önce çok güçlü bir müjdecilik etkisi ile başlayabilirler, ama sonra sosyal hizmetlere öylesine çok önem vermeye başlarlar ki, Müjde büyük ölçüde ihmal edilir. Ya da Kutsal Ruh’un teşviki ve dürtüsü ile başlayabilirler, ama sonra soğuk, cansız törenlere dönüşür ve formalite şeklini alırlar. Ruhsal bozulmaya karşı uyanık olmamız gerekir.  Norman Grubb’un sürekli uyanış olarak ifade ettiği deneyime ihtiyacımız vardır. “Ruhsal gayretimizi eksiksiz olarak korumamız” gerekir.

11 Kasım

“Dinlemeden yanıt vermek, ahmaklık ve utançtır.” (Süleyman’ın Özdeyişleri 18:13)

Kutsal Kitap’ın Living Bible adlı İngilize versiyonu bu ayeti şöyle yazar. Bu sözler önemli bir derse işaret ederler. Tüm gerçekleri işitmeden önce zekice bir karar veremezsiniz. Ne yazık ki, bir çok Hıristiyan bir konuyu iki taraftan da dinlemeyi beklemezler. Taraflardan birinin anlattıklarını temel alarak bir yargıda bulunurlar. Ve genellikle bu yargıları tamamen yanlıştır.

1979 yılında ünlü bir isim olan Gary Brooks müjde yayan bir kilisenin Diyakoz Heyetinde yer alan bir üye idi. Kendisi çok ilgi çeken bir kişi idi. Sıcak ve dışa dönük bir kişiliğe sahip idi. Ne zaman içi insanlar ile dolu bir odaya girse sanki odaya ışık girmiş gibi olurdu. Onu diğer kişilerden ayıran fark, kendisinin bulunduğu kilisenin üyeleri ne zaman yardıma ihtiyaç duysalar onlara verdiği hizmet idi. O her zaman topluluk içinde bulunan diğer üyelerden daha yaşlı olan üyelere karşı özen gösterirdi. Eşi ve iki oğlu da kilisedeki kişilerin ihtiyaçları ile yakından ilgilenirlerdi. Brooks ailesine örnek bir aile gözü ile bakılırdı.

Bu nedenle, kilisedeki ihtiyar heyetinin Gary’e disiplin cezası vererek onu diyakozluk görevinden azletmeleri ve toplantılara katılmasına engel oldukları haberi duyulduğu zaman, bu haber adete patlayan bir bombanın etkisini yaptı. Gary’nin dostları onu savunmak için yarıştılar ve kilisenin diğer üyelerini ihtiyar heyetinin almış olduğu bu karara karşı çıkmaya davet ettiler. İhtiyar heyeti kendilerinin bildikleri her şeyi başkalarının duymasını istemedikleri için zor durumda kaldılar. Bu nedenle, aynı öykünün bir başka yanı daha olduklarını bilerek Gary hakkında kendilerine anlatılan iyi şeyleri dinlemek zorunda kaldılar. Ve bu geçen süre içinde gerçekten hatırı sayılır bir üzüntü yaşadılar.

İhtiyar heyetinin bildiği şey ne idi? Bildikleri şu idi: Gary’nin evliliği sallantıda idi, çünkü Gary sekreteri ile bir ilişki sürdürmekte idi. Kilise kasasını sürdüğü pahalı yaşam tarzı yüzünden zarar veren bir şekilde kullanmış olduğunu bilmekte idiler. Aynı zamanda yine Gary’nin ahlaka uygun olmayan bazı işler ile ilgilendiğinden ve iş dünyasında olumsuz bir tanıklık verdiğinden haberdardılar. Aynı zamanda hatalarını ona kanıtlar ile gösterdikleri zaman Gary’nin kendilerine yalan söylediğini biliyorlardı.

Gary, ihtiyar heyetinin disiplinine boyun eğmek yerine kilisede bölünme riski yaratacak olmasına rağmen, arkadaşlarını kendisini arkadaşlarının önünde savunmaları için organize etti. Sonunda Gary’i izleyen kişilerden birkaç tanesi ihtiyar heyetinden bir kişi ile görüştü ve üzücü gerçeklerden bazılarını öğrendi, ama sonra öncekinden farklı bir davranış içine girmekten utandılar ve bu yüzden Gary’nin yanında onun için savaşmaya devam ettiler.

Tüm bunlardan bizim için çıkan üç değerli ders şunlardır: İlki, tüm gerçekleri bilmeden asla bir yargıda bulunmaya kalkmayın. İkincisi, eğer tüm gerçekleri elde edemedi iseniz, o zaman bir yargıda bulunmaya kalkışmayın. Son olarak ise, dostluk bağlarının sizi haksız bir savunma içine sokmasına izin vermeyin.

12 Kasım

“Duruşmada ilk konuşan haklı görünür, başkası çıkıp onu sorgulayana dek.”
(Süleyman’ın Özdeyişleri 18:17)

Bu ayetin ilk kısmı genellikle hepimizin yaptığı bir hataya işaret eder – Kendimizi mümkün olan en iyi ışık altına yerleştirmek ile ilgili her zaman değişmez olarak kanıtlar ortaya koyarız. Böyle yapmamız bize oldukça doğal bir davranış olarak görünür. Örneğin, bize zarar vereceği kesin olan gerçekleri gizler ve iyi taraflarımıza odaklanırız. Kendimizi başarısızlıkları daha göz önünde olan diğer kişiler ile karşılaştırırız. Kendi eylemlerimiz ile ilgili utancı diğer kişilerin üzerine atarız. Kendi eylemlerimize diğer kişilerin tamamen hatalı olduklarını öne süren dindar motifler ekleriz. Olup bitenler gerçeklik ile yalnızca soluk bir benzerliğe sahip olana dek onları çarpıtır ve bozarız. Daha iyi bir resim çizmek için duygusal olarak renkli sözcükler kullanırız.

Adem Havva’yı ve Tanrı’yı suçladı: “Yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim.” (Yaratılış 3:12) Havva ise şeytanı suçladı: “Yılan beni aldattı. O yüzden yedim.” (Yaratılış 3:13)

Saul Amalekliler’in koyun ve sığırlarını şu dindar düşünce ile koruyarak kendi itaatini savundu: “Askerler en iyi davar ve sığırları Tanrın Rabbe kurban sunmak üzere aldılar.” (1.Samuel 15:21) Saul aynı zamanda elbette şu düşüncesini de belirtti: eğer suçlanacak biri var ise o kendisi değildi, askerleri idi.

Davut silah almak için Ahimelek’e şu sözleri ile yalan söyledi: “Kralın işi acele idi.” (1.Samuel 21:8) Aslıda Davut o sırada kralın görevinde hizmet vermiyordu; kral Saul’den kaçmakta idi.

Kuyu başındaki kadın gerçeği gizledi. “Kocam yok” dedi (Yuhanna 4:17). Aslında daha önce beş kocası olmuş idi. Ve şimdi evli olmadığı bir adam ile beraber yaşıyordu

Bu konu böylece devam edip gider! Düşmüş Adem tabiatımız nedeni ile bir konudaki davranışımızı sunduğumuz zaman, tamamen yansız davranmak bizim için zordur. Kendimizi en iyi ışıkta resmetmeye eğilim gösteririz. Başka birinin işlediği günahları acımasızca yargılar iken, kendi hayatımızdaki günahlara karşı daha hoşgörülü bir tutuma sahip olabiliriz.

“Davasını ilk kez öne süren haklı gibi görünür, ama sonra komşusu gelir ve onun söylediklerine eklerde bulunur”, yani, komşusunun aynı konuda tanıklık etme fırsatı söz konusu olduğu zaman, o, gerçekler ile ilgili daha doğru bir sunumda bulunur. Komşusu ört bas edilmiş olan tüm gizli girişimleri ve kendini haklı çıkarmayı ifşa eder; öyküyü hiç bozmadan ya da çarpıtmadan anlatır.

Nihai olarak, Komşumuz Tanrı’dır – karanlıktaki gizli şeyleri açığa getiren ve yüreğin düşüncelerini ve niyetlerini açıklayan Kişi. Tanrı ışıktır ve O’nda asla karanlık yoktur. Eğer O’nunla tam bir ışıkta birlikte yürüyecek isek, içten olmamız ve tüm tanıklığımızda hilesiz davranmamız gerekir. Bu davranışımızın sonuçları bizim mahvolmamıza neden olacak olsa bile böyle davranmaktan vazgeçmememiz doğrudur.

13 Kasım

“Elde edemiyorsunuz, çünkü Tanrı’dan dilemiyorsunuz.” (Yakup 4:2)

Bu ayet ilginç bir sorunun ortaya çıkmasına neden olur. Eğer dilemediğimiz için elde edemiyor isek, o zaman yalnızca isteklerimiz için dua etmememiz nedeni ile yaşamda ne kadar büyük şeyler kaçırıyoruz demektir?

Benzer bir soru Yakup 5:16 ayetinde ortaya çıkar: “Doğru kişinin yalvarışı çok güçlü ve etkilidir.” Eğer bu doğru kişi dua etmiyor ise, o zaman bundan çıkacak sonuç, bu doğru kişinin dileklerini elde edemeyişi olacaktır.

Çoğumuzun yaşadığı sorun, yeterince dua etmeyişimiz ya da dua ettiğimiz zaman, çok az şey isteyişimizdir. Bizler, C.T.Studd’ın söylediği gibi, “imkansız olanı tutan kişiler olmak yerine mümkün olanı kemiren” kişiler olmaktayız. Dualarımızın cesur ve cüretkar olmaları gerekir iken, bunun aksine dualarımız korkakça edilen dualardır ve hayallerimizi içermezler.

Daha büyük şeyler için dua ederek Tanrı’yı onurlandırmamız gerekir. John Newton2un söylediği sözleri okuyalım.

Bir Kral’ın huzuruna geliyorsunuz,
O’ndan büyük ricalarda bulunun.
Çünkü O’nun lütfu ve gücü büyüktür,
Hiç kimse hiç bir zaman yeterince fazla isteyemez.

Büyük ricalarda bulunduğumuz zaman Tanrı’yı yalnız onurlandırmak ile kalmayız; ruhsal olarak kendimizi de zenginleştirmiş oluruz. Tanrı bizim için göğün hazinelerini açmayı sever, ama bu günkü ayet Tanrının bize göğün hazinelerini yalnızca dualarımıza yanıt olarak açtığını ifade etmektedir.

Bana öyle geliyor ki, bu ayet çok sık işittiğimiz bir soruyu yanıtlamaktadır. Bu soru şudur: dua gerçekten ancak edildiği zaman mı Tanrı’yı harekete geçirir ya da dua bizi yalnızca Tanrının nasıl olsa yapacağı bir şey ile uyum haline mi getirir? Burada verilecek yanıt net gibidir: Tanrı dua ile istenmediği takdirde yerine getirilmeyecek olan dilekleri duaya yanıt olarak yerine getirir.

Bu konu üzerinde düşündüğümüz zaman, zihnimizde canlanan şeyler iki yönde ilerleyebilirler. Öncelikle, duanın doğrudan bir sonucu olarak gelmiş olan muazzam başarılar üzerinde düşünebiliriz. İbraniler 11:33,34 ayetlerini ödünç alarak, iman ile “krallıkları ellerine geçirenleri, adaleti sağlayanları, vaat edilenlere kavuşanları, aslanların ağızlarını kapatanları, kızgın ateşi söndürenleri, kılıcın ağzından kaçıp kurtulanları, güçsüzlükte kuvvet bulanları, savaşta güçlenenleri ve yabancı orduları bozguna uğratanları” hatırlayalım.

Ama aynı zamanda eğer yalnızca dilemiş olsa idik, bizim kendimizin Mesih için neler başarabileceğimizi de düşünebiliriz. Tanrı’nın Sözünde yerine gelmeyen aşırı büyük ve değerli pek çok vaadi düşünebiliriz. Güçlü olabileceğimiz zaman, güçlü olduk. Binlerce ya da hatta milyonlarca yaşama dokunabilecek iken, bir kaç yaşama dokunduk. Kıtaları dileyebileceğimiz yerde tarlalar diledik. Servetinden dolayı aşırı nüfuzlu kişiler olabilecek iken, ruhsal fakirler olduk.

14 Kasım

“Sizin aranızda böyle olmayacak.
Aranızda büyük olmak isteyen ötekilerin hizmetkarı olsun.” (Matta 20:26.27)

Yeni Antlaşma’da iki tür büyük yücelik vardır ve onların birbirlerinden ayırt edilmeleri yararlı olur. Bir tür büyüklük kişinin konumu ile bağlantılıdır ve diğer tür büyüklük ise, bireyin kişisel karakteri ile ilgilidir.

İsa, Vaftizci Yahya’dan söz eder iken, ondan daha büyük bir peygamber olmadığını söyledi (Luka 7:28). Kurtarıcı burada Vaftizci Yahya’nın konumunun büyüklüğü hakkında konuştu. Ondan başka hiçbir peygamber Mesih’in yolunu hazırlama gibi bir ayrıcalığa sahip değil idi. Bu sözler, Yahya’nın diğer Eski Antlaşma peygamberlerinin herhangi birinden daha iyi bir karaktere sahip olduğu anlamına gelmez. Ama o dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu’nu takdim etme gibi eşsiz bir göreve sahipti.

Yuhanna 14:28 ayetinde İsa, öğrencilerine şöyle dedi: “Babam Benden daha büyüktür.” Babasının kişisel olarak daha büyük olduğunu mu kast etti? Hayır, çünkü Tanrılığın tüm üyeleri eşittirler. İsa’nın burada kast ettiği şu idi: Kendisi yeryüzündeki insanlar tarafından küçümsenerek reddedilir iken, Babası, göksel yücelikte taht üzerinde idi. Öğrencilerin, İsa’nın, Babasına geri döneceğini bildikleri için sevinmeleri gerekiyordu. Çünkü o zaman İsa, aynı Babası gibi görkemli konuma sahip olacak idi.

Tüm imanlılar, İsa Mesih ile özdeşleşmeleri sonucu, yüce bir konuma sahip olmaktan dolayı sevinirler. İmanlılar, Tanrının çocukları, Tanrının mirasçılarıdırlar ve İsa Mesih ile birlikte ortak mirasçılardır.

Ama Yeni antlaşma daha sonra aynı zamanda kişisel büyüklükten de söz eder. Örneğin, Matta 20:26,27 ayetlerinde İsa şöyle der: “Sizin aranızda böyle olmayacak. Aranızda büyük olmak isteyen ötekilerin hizmetkarı olsun. Aranızda birinci olmak isteyen, ötekilerin kulu olsun.” Burada sözü edilen büyüklük kişisel karaktere dair sözü edilen büyüklüktür; bu büyüklük diğer kişilere verilen hizmet aracılığı ile sergilenir.

Dünyada yaşayan pek çok kişi yalnızca konumları ile ilgili olan büyüklükleri ile ilgilenirler. Rab İsa, şu sözleri ile bu kişilere hitap eder: “Ulusların kralları kendi uluslarına egemen kesilirler. İleri gelenleri de kendilerine iyilik sever ünvanını yakıştırırlar” (Luka 22:25). Ama konu kişisel karakterleri ile ilgili olunca büyüklükten tamamen uzak olabilirler. Zina eden kişiler, zimmetlerine para geçiren insanlar ve alkolik kişiler olabilirler.

Hıristiyan karakter büyüklüğü olmaksızın bu konum ile ilgili büyüklüğün değersiz olduğunun farkına varmıştır. Önemli olan, insanın iç varlığında ne olduğudur. Ruh’un meyvesi, bir şirketin merdivenindeki yüksek bir yerden daha önemlidir. Yıldızların listesinde yer almaktan ise, kutsalların arasında yer almak daha iyidir.

15 Kasım

“…Ancak şunu yapıyorum: Geride kalan her şeyi unutup ilerde olanlara uzanıyorum..”
(Filipeliler 3:13b)

Normal olarak bu sözcükleri okuduğumuz zaman, Pavlus’un geçmişteki günahları ile ilgili konuştuğunu düşünmeye eğilim gösteririz. Pavlus, bu günahların bağışlandığını, Tanrının onları arkasına attığını ve onları bir daha asla hatırlamayacağını biliyordu. Bu nedenle, Pavlus da geçmişteki günahlarını unutma ve “geride kalan her şeyi unutup ilerde olanlara uzanarak Tanrının Mesih İsa aracılığı ile yaptığı göksel çağrıda öngörülen ödülü kazanmak için hedefe doğru koşma “ konularında kararlı idi.

Ben bunun bu ayet için hala geçerli bir uygulama olduğunu düşünüyorum. Ama Pavlus bu bölümde günahları hakkında düşünmüyor. Aksine, geldiği soy, daha önceki inancı, gayreti ve kişisel yasal doğruluğu gibi övünebileceği şeyler hakkında düşünüyor ve bu şeylerin artık kendisi için hiç bir şey ifade etmediğini belirtiyor. Onları unutma konusundaki kararlılığını ifade ediyor.

Bu konu bana, eğitim için Amerika’ya gelmiş olan adanmış Çinli müjdeci John Sung’ı hatırlatıyor. John Sung Çin’e gitmek üzere geri döner iken, Leslie Lyall şunları yazar: “bir gün, gemi yolculuğu sona ermek üzere iken, John Sung aşağı inerek kabinine girdi ve çantasından diplomalarını, madalyalarını ve kendisine verilmiş olan kardeşlik cemiyeti anahtarlarını aldı ve hepsini güverteden denize attı;  atmadığı tek şey doktora diploması idi, çünkü onu babasının tatmin olması için babasına götürecekti. Bu diploma daha sonra çerçevelenerek onun eski evinin duvarına asıldı. Vaiz W.B.Cole yaklaşık 1938 yılında bu diplomayı orada gördü. Dr.Sung bir gün vaiz Bay Cole’ün bu diplomaya baktığını gördü ve şöyle dedi: “Bunun gibi şeyler boş. Benim için hiç bir anlamları yok.”

“Eğer büyük Hıristiyan kariyerleri olacaksa, o zaman büyük fedakarlıkların da olması gerekir!”Dr. Denney’in bu sözcükleri kendisi John Sung’ı düşünür iken yazılmış olabilirler. John Sung’ın kariyerindeki en büyük sır belki de budur: bu dünyanın çok değer verdiği şeylerden bu şekilde vazgeçebilmesi.

Tanrım Mesih’in Çarmıhından başka
Bir şey ile övünmemi yasakla, Rabbim.
Bana en çekici gelen tüm boş şeyleri
O’nun kanı uğruna feda ediyorum.

İnsanlar, geçici ve boş şeylere değer verirler. Bu gibi şeyler bir an için çekicidirler, sonra tozlanır giderler. Bizim tüm yüceliğimiz, Çarmıh’tır. Çarmıh, uğrumuza ölen ve tekrar dirilen Rabbimizi hoşnut edecek olan tutkumuzdur. Önemli olan tek şey, O’nun “aferin!” dediğini işitmek ve Tanrı tarafından onay görmektir. Ödülü kazanmak için her şeyden vazgeçmeye istekliyiz.

16 Kasım

“..bilgisiz ve kararsız kişiler öbür Kutsal Yazıları olduğu gibi bunları
da çarpıtarak kendi yıkımlarını hazırlıyorlar.” (2.Petrus 3:16b)

Dr. P.J. Van Gorder tahta işi yapan bir dülgerin dükkanının üzerine astığı levha ile ilgili şunu anlatırdı: “Burada her tür çarpıtma ve dönüş yapılır.” Bu gibi konularda usta olan yalnızca dülgerlik yapan kişiler değildirler. Ağızları ile iman ikrarında bulunan pek çok Hıristiyan kendilerine uygun geldiği takdirde Kutsal Yazıları çarpıtırlar ve değiştirirler. Hatta bu günkü ayetimizde söylendiği gibi pek çok Hıristiyan Kutsal Yazıları çarpıtmak ile kendi yıkımlarını da hazırlarlar.  

Mantık ile sonuca varma konusunda hepimiz oldukça uzman olmuşuzdur. Örneğin, eylemlerimize makul açıklamalar ya da göze değerli görünen motifler katmak aracılığı ile günahlı itaatsizliğimizi mazur gösteririz. Davranışlarımız ile uyum sağlaması için Kutsal Yazıları sık sık eğip bükmek için gayret sarf ederiz. Davranış ya da tutumlarımız için görünüşte makul ya da haklı olan ama gerçekten uzak nedenler ileri süreriz. Bu konuya dair bir kaç örnek verelim.

Bir Hıristiyan iş adamı bir başka imanlıya dava açmasının doğru olmadığını bilir (1.Korintliler 6:1-8). Ancak yine de bu konuda bir meydan okuma ile karşılaştığı zaman, şöyle der: “Evet, doğru, ama o kişi kesinlikle hatalı idi ve Tanrı onun bu şekilde hiç ceza görmeden bu işten sıyrılmasını istemez.”

Jane, John’un bir imanlı olmadığını bilmesine rağmen yine de onunla evlenmeyi planlamaktadır. Bir imanlı dostu, Jane’e, böyle bir evliliğin 2.Korintliler 6:14 ayeti tarafından yasaklandığını söylediği zaman, Jane şöyle der: “Evet, ama Rab bana onu Mesih’e getirebileyim diye onunla evlenmemi söyledi.”

Glen ve Ruth ağızları ile imanlı olduklarını söylerler. Ama yine de evlenmeden birlikte yaşamaktadırlar. Glen’in bir arkadaşı ona bunun fuhuş olduğunu ve fuhuş yapan hiç kimsenin Tanrının Egemenliğine giremeyeceğini (1.Korintliler 6:9,10) ifade ettiği zaman, Glen ona şu karşılığı verir: “Bunu sen söylüyorsun. Ruth ve ben birbirimizi gerçekten seviyoruz ve biz Tanrının gözünde evliyiz.” Pavlus’un sade yaşamlar sürmemiz ve yiyecek ve giysi ile yetinmemiz gerektiğini söyleyen öğüdüne (1.Timoteos 6:8) rağmen, lüks ve görkem içinde yaşayan imanlı bir aileyi ele alalım. Sürdükleri yaşam tarzını şu basmakalıp yanıt ile haklı çıkartırlar: “Tanrının halkı için hiç bir şey yeterince iyi değildir.”

Ya da açgözlülük ile büyük varlık biriktirmek isteyen hırslı bir iş adamını örnek verelim. Onun düşünce biçimi şudur: “Para konusunda bir sorun yoktur. Kötülüğün kökü paranın kendisi değil, paraya duyulan sevgidir.” Para sevmek gibi bir hata işleyebileceği asla aklına gelmez.

İnsanlar, günahlarını Kutsal Yazıların izin verdiğinden daha iyi bir şekilde yorumlamak için gayret sarf ederler. Ve Söz’e itaatsizlik etmeye kararlı oldukları zaman, bir bahane bir diğeri kadar iyidir (ya da kötüdür).

17 Kasım

“Kör hayvanı kurban etmek kötü değil mi?
topal ya da hasta hayvan kurban etmek kötü değil mi?
Böyle bir hayvanı kendi valine bir sun bakalım!
Senden hoşnut kalır mı, ya da seni kabul eder mi?
Böyle diyor Her Şeye Egemen Rab.”  (Malaki 1:8)

Tanrının, kesilen kurbanların özellikleri ile ilgili ne talep ettiği konusunda hiç bir soru yoktur. Kurban edilecek hayvanların lekesiz ya da kusursuz olmaları gerekiyordu. Tanrı, halkından, Kendisine, sürülerindeki ya da ağıllarındaki en iyi hayvanları sunmasını bekliyordu. Tanrı, en iyisini ister.  

Ama buna karşılık İsrailliler ne yapıyorlardı? Tanrı’ya kör, topal ve hasta hayvanları sunuyorlardı. Ellerindeki iyi hayvanları pazarda yüksek bir fiyata satabilirlerdi ya da onları çiftleştirmek için kullanmak istiyorlardı. Bu nedenle, değersiz hayvanlar seçip sundular ve bu davranışları ile aslında söyledikleri şu idi: “Herhangi bir hayvan Rab için yeterlidir.”

İsraillilerin bu yaptıklarına çok şaşırarak ya da onları küçümseyerek bakmadan önce, biz yirminci yüz yıl Hıristiyanlarının O’na en iyiyi vermeyerek O’na saygısızlık edebileceğimizi de düşünmemiz gerekir.

Yaşamlarımızı bir servet biriktirmek, kendimize ün edinmeye gayret etmek, kent dışında büyük bir evde yaşamak ve güzel şeylerden keyif alarak sürdürmek için geçiririz, sonunda da Tanrı’ya tükenmiş bir yaşamın sonunu veririz. En iyi yeteneklerimiz işler ve meslekler için kullanılır ve Rabbe tüm bunlardan arta kalan akşamlarımızı ve hafta sonlarımızı veririz.

Çocuklarımızı dünya için yetiştirir, onları çok para kazanmaları, iyi evlilikler yapmayı ve her türlü modern konfora sahip olan ayrıcalıklı bir eve sahip olmaları için teşvik ederek büyütürüz. Onlara Rabbin işini yaşamlarını adamaları gereken arzu edilebilir bir yol olarak hiç bir zaman sunmayız. Hizmet alanı diğer kişilerin çocukları için uygundur, bu alan bizim çocuklarımıza göre değildir.

Paramızı pahalı arabalara, eğlence kabilinden araçlara, yelkenli teknelere ve lüks spor donanımlarına harcarız, sonra da Rabbin işi için bir kaç kuruş veririz. Pahalı giysiler giyeriz, sonra da elimizde arta kalan son kuruşları Kurtuluş Ordusuna bağış olarak verdiğimiz zaman, kendimizi aşırı derecede zinde hissederiz.

Aslında burada söylediğimiz şey, herhangi bir şeyin Tanrı için yeterince iyi olduğudur. Ama kendimiz için en iyisini isteriz. Ve Rab bize şöyle der: “Git ve yeterince iyi olmayan bir şeyi Başkan’a sun ve bak bakalım bu sunduğundan hoşnut olacak mı?” Başkana hakaret edilmiş  olur. O zaman, aynı şey hali ile Rab için de geçerli olacaktır. Başkana davranmayı düşünmeyeceğimiz bir şekilde Tanrı’ya nasıl davranırız?

Tanrı, en iyiyi ister. O, en iyiyi hak eder. Şimdi gelin, tüm içtenliğimiz ile O’nun en iyimize sahip olacağına karar verelim.

18 Kasım

“İşte sizi, koyunlar gibi kurtlar arasına gönderiyorum.
Yılan gibi zeki, güvercin gibi saf olun.” (Matta 10:16)

Uygulamalı bilgeliğin önemli bir unsuru anlayışlı olmaktır. Bunun anlamı şudur: güceniklikten sakınmak ve iyi ilişkilerin temelini atmak için ne yapmak ya da ne söylemek konusunda hassas bir duyarlılık geliştirilmesi gerekir. Anlayışlı kişi, kendisini diğer kişinin yerine koyar ve kendisine şu soruyu sorar: “aynı şeyin bana nasıl söylenilmesini ya da nasıl yapılmasını isterdim?” Anlayışlı kişi, diplomatik, düşünceli, lütufkar ve zeki davranmaktan yanadır.

Ne yazık ki, Hıristiyan imanı anlayışsız kişilerden payını almıştır. Bu konuda bilinen bir örnek verelim: küçük bir orta batı kentinde imanlı bir berber vardır. Bir gün şanssız bir müşteri bu berberin dükkanına girer ve tıraş olmak istediğini söyler. Berber onu koltuğa oturtur ve her zaman yaptığı gibi beyaz örtüyü alır ve adamın boynuna koyar, sonra da koltuğu geriye indirir. Müşteri dükkanın tavanında şu sözlerin yazılı olduğunu görür: “Sonsuzluğu nerede geçireceksin?” Berber, tıraş sabununu köpürtür ve sonra usturayı bilemeye başlar, aynı zamanda müjde için tanıklığına şu soru ile başlar, “Tanrı ile karşılaşmaya hazır mısın?” Müşteri, üzerindeki örtü ile birlikte anında koltuktan fırlar ve kendini dükkandan dışarı atar- ve kendisinden bir daha hiç bir haber alınamaz.

Bir de tek başına müjde yaymak için bir gece sokağa çıkan gayretli bir öğrenciden söz edelim. Karanlık sokaktan aşağı yürür iken, önündeki gölgelerin içinde yürüyen genç bir hanım görür. Ona yetişmeye çalışır ve hızlı yürür, o sırada genç hanım koşmaya başlar. Genç hanım hızlandıkça müjdeci öğrenci de hızlanır. Genç hanım sonunda bir şok yaşayarak  bir evin verandasına doğru koşar ve evinin anahtarlarını bulmak için çantasını karıştırmaya başlar. Öğrenci, verandadaki genç hanımın yanına vardığı zaman, genç hanım korkudan çığlık atamayacak hale gelmiş, adeta felç geçirmektedir. Öğrenci gülümseyerek genç hanıma elindeki broşürü uzatır ve bir günahlı kişiye daha Müjdeyi ulaştırmış olmanın mutluluğu ile onun yanından ayrılır.

Hastaları ziyaret etmek için büyük anlayışa gerek duyulur. “gerçekten de hasta görünüyorsun” ya da “ aynı hastalığı olan bir kişi tanıyorum-geçenlerde öldü” gibi sözler hastaya yarar sağlamaz. Bu tür ahmakça söylenmiş sözler ile kim teselli edilir?

Aynı zamanda yas tutan kişileri de ziyaret ettiğimiz zaman, anlayışlı olmamız önem taşır. Katledilmiş bir politikacının dul eşine, “Yalnızca şunu düşün, bu olayın Texas’ta mı olması gerekiyordu, bir bu eksikti!” diyen bir Texaslı gibi davranmamalıyız.

Tanrı, her zaman lütufkar ve uygun sözü söylemeyi bilen seçkin kutsalları bereketlesin. Ve Tanrı bize anlayışsız acemiler olmak yerine anlayışlı diplomatlar olmayı öğretsin.

Pages