July 2014

Bölüm 20

Saf Altından Kandillik

Mısır’dan Çıkış 25:31-40

Üstünde ekmek sunulan masadan sonra sıra saf altından kandilliğe gelir. Kutsal yere ait olmasına rağmen, buhur sunağı bu bölümde atlanmıştır. Çünkü buhur sunağı, bir gösteri kabından çok bir yaklaşma kabı idi. Ve daha önceden de işaret edilmiş olduğu gibi, Tanrı’nın görünümü ile bağlantılı olan her şey O’nun huzuruna gelebilmek için gerekli olan tanımlamadan önce verilir. Düzen ve yöntem yerine bu farklılık akılda tutulmadığı sürece, her şey karmaşa olarak görünecektir.

“Saf altından bir kandillik yap. Ayağı, gövdesi dövme altın olsun. Çanak, tomurcuk ve çiçek motifleri kendinden olsun. Kandillik üç kolu bir yanda, üç kolu öteki yanda olmak üzere altı kollu olacak. Her kolda badem çiçeğini andıran üç çanak, tomurcuk ve çiçek motifi bulunacak. Altı kol da aynı olacak. Kandilliğin gövdesinde badem çiçeğini andıran dört çanak, tomurcuk ve çiçek motifi olacak. Kandillikten yükselen ilk iki kolun, ikinci iki kolun, üçüncü iki kolun altında kendinden birer tomurcuk bulunacak. Toplam altı kol olacak. Tomurcukları, kolları tek parça olan kandillik saf dövme altından olacak. Kandillik için yedi kandil yap; kandiller karşısını aydınlatacak biçimde yerleştirilsin. Fitil maşaları, tablaları saf altından olacak. Bütün takımları dahil kandilliğe bir talant (yaklaşık 34.5 kg) saf altın harcanacak. Her şeyi sana dağda gösterilen örneğe göre yapmaya dikkat et.” (31-40. ayetler)

Öncelikle, gövdesi olan bir kandillik vardır. Eğer bu konudaki tanım özenli okunur ise, kandilliğin altı kolu olduğu görülecektir; yani, üç kolu bir yanda, diğer üç kolu öteki yanda olmak üzere altı kollu bir gövdesi vardır. (bakınız 31,32, aynı zamanda Mısır’dan Çıkış 37:17,18) Bu nedenle, bir kandillik için yedi kandil (ışık) bulunuyordu. Kandilliğin süslemesinde aynı zamanda yedi sayısının önemli bir rolü vardı. “Her kolda badem çiçeğini andıran üç çanak” vardı (ayet 33), ve kandilliğin gövdesinde yani, kolların çıktıkları ana gövdede “badem çiçeğini andıran dört çanak” bulunuyordu (ayet 34); yedi sayısı böylelikle dikkat çekici bir özellik haline geliyor.

Konu üzerinde düşünülecek bundan sonraki nokta, kandilliğin yapıldığı malzeme ve ışığının özelliği idi. Bağışlanma kapağında olduğu gibi, kandillikte de kullanılan malzeme sadece saf altındı. (ayet 31) Kandilliğin yapısında akasya ağacı yoktu ve bu yüzden kandillik hiç bir insani örnek yansıtmamaktadır. Her şey tanrısaldır. Mısır’dan Çıkış 27. bölümden anladığımıza göre, “kandilin sürekli yanıp ışık vermesi için saf sıkma zeytinyağı getirilerek” kullanılacaktı. (ayet 20) Kutsal Yazılar’da zeytinyağı her zaman Kutsal Ruh’un sembolüdür. Elçi, bu nedenle imanlılara şöyle der: “Ssizler ise Kutsal Olan tarafından mesh edildiniz.” (1. Yuhanna 2:20)

Ve Pavlus Tanrı tarafından mesh edildiğimizden söz eder. (2. Korintliler 1:21) Bu nedenle, bu üç şeyi kendilerine özgü anlamlarına göre bir araya getirir isek – yedi sayısı, altın ve zeytinyağı – kandilliğin önemi ile ilgili varılan sonuç şudur: Ruh’un gücündeki mükemmelliğinde tanrısal ışık. Kutsal Ruh’un ışığını veren Tanrı’dır ve yedi katlı bir mükemmellik içinde sergilenir. Rab, Sart’taki kiliseye hitap ederken, “Tanrı’nın yedi Ruhuna sahip olduğundan” söz eder; yani, mükemmelliği (yedi sayısı tarafından belirtildiği gibi) ve enerjisi içindeki Ruh (Vahiy 3:1); ve aynı zamanda “tahtın önünde alev alev yanan yedi meşale vardı” sözlerini de okuruz.” (Vahiy 4:5)

O zaman şimdi kandilliğin amacının ne olduğu nasıl araştırılabilir? Bu, iki yönlü bir araştırma gibi görünür. İlki, kandillik masanın karşısına, konutun güney tarafına konacaktı. (Mısır’dan Çıkış 26:35; Mısır’dan Çıkış 40:24) Kandillik masanın karşısına konduğu için ışığı, üstünde ekmek duran masanın üzerine düşüyordu. Yerleştirildiği yer bu nedenle kandilliğin anlamını ifade edebilir. Şimdi, son bölümde de açıklanmış olduğu gibi, üstüne ekmek konan masa, yöneten hükümetin mükemmelliğine sahip, insandaki Tanrı’nın (Mesih) görünümünü sembolize eder; ve masanın üstündeki on iki ekmek İsrail’i temsil ederler ve aynı zamanda Mesih ile birlikte Tanrı’nın önündeki imanlılara da işaret ederler. Sonra, kandilliğin masanın üzerine parlayan ışığı, Mesih’in egemenliği sırasında ırmaktan başlayarak yeryüzünün tüm köşelerine kadar hüküm sürecek olan gelecekteki yönetimine tanıklık eden Kutsal Ruh’tur; aynı şekilde, imanlı için olduğu gibi İsrail için de Mesih ile birlikte duracağı gerçek yeridir. Bu gerçekler, yeryüzünde anlaşılmayacak şekilde gözden saklanır ya da unutulur, ama orada kutsal yerde, Tanrı’nın gözü önünde tamamen sergilenirler ve Kutsal Ruh’un mükemmel ışığı aracılığı ile ortaya konurlar. Ama ikinci olarak, ışık, kandilliğin kendisi için gerekliydi. “Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘Harun’a de ki, yedi kandili, kandilliğin önünü aydınlatacak biçimde yerleştirsin.’ Harun söyleneni yaptı. Rabbin Musa’ya buyurduğu gibi, kandilleri kandilliğin önüne yerleştirdi.” (Çölde Sayım 8:1-3) Kutsal Ruh’un ışığını vermesi, ışığın göründüğü kabın güzelliğini açıklar. Bu konu ile ilgili mükemmel bir örnek

Kutsanmış Rabbimizin yüceliğinin görünmesinde ortaya çıkar; ilgili ayeti okuyalım: “Onların gözü önünde İsa’nın görünümü değişti. Yüzü güneş gibi parladı, giysileri ışık gibi bembeyaz oldu.” (Matta 17:2) Gözleri açık olan kişiler için O’nun bu kutsanmış yolu her zaman aynıdır; (bakınız Yuhanna 1:4; Yuhanna 2:11); ama O’nun güzelliği dağda tam olarak gözler önüne serildi. Aynı durum İstefanus’un olayında da söz konusu oldu. “İstefanus, iman ve Kutsal Ruh ile dolu biri idi” diye okuruz ve “Kurul’da oturanların hepsi, İstefanus’a baktıkları zaman, yüzünün bir melek yüzüne benzediğini gördüler.” (Elçilerin İşleri 6:5,15) Kutsal Ruh’un ışığının parladığı elçiye göre, bu durum her imanlı için geçerlidir – Mesih, yürüyüşü ve konuşması aracılığı ile gerçekten parlar.

Ama şöyle bir soru daha sorulabilir: Kutsal yerdeki yedi kandilli kandillik tarafından sembolize edildiği gibi, Kutsal Ruh’un mükemmel ışığını yeryüzünde yanıtlayan nedir? Mesih burada iken buna mükemmel bir şekilde yanıt verdi. O böylelikle, insanların ışığı, dünyanın ışığı oldu. (Yuhanna 1:4; Yuhanna 8:12) Ruh’un ışığı hiç bir zaman için bir an bile O’nda karanlık yapmadı; saf ve sürekli bir şekilde parladı, tüm hayatı boyunca yaşam veren parlaklığı ile arasından geçtiği karanlığı aydınlattı. O, mükemmel bir kap idi. Bu olaydan ayrılmasından ve Göğe alınmasından sonra, kilise, O’ nun sağ elindeki kandillikten meydana getirildi. (Vahiy 1:20)

Bu, onun karakteridir, hatası ne kadar üzücü de olsa – sonunda tanıklık kabı olarak yeryüzünde tamamen reddedilecektir. (bakınız Vahiy 3:16) Bireysel imanlı buna aynı zamanda Mesih’in yürüyüşünü ve yollarını temsil ettiği ölçüde yanıt verir. Pavlus, bu nedenle Filipeliler’e şöyle yazar: “Her şeyi söylenmeden ve çekişmeden yapın ki, yaşam sözüne sımsıkı sarılarak aralarında evrendeki yıldızlar gibi parladığınız bu eğri ve sapık kuşağın ortasında kusursuz ve saf, Tanrı’nın lekesiz çocukları olasınız.” (Filipeliler 2:14,15)

Aynı zamanda ışığın nasıl elde edildiğini gözlemlemek de ilginçtir. “Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına buyruk ver, kandilin sürekli yanıp ışık vermesi için saf sıkma zeytinyağı getirsinler. Harun, kandilleri benim huzurumda, Buluşma Çadırı’nda, Levha Sandığı2nın önündeki perdenin dışında, akşamdan sabaha kadar sürekli yanar biçimde tutacak. Kuşaklar boyunca sürekli bir kural olacak bu. Rabbin huzurunda saf altın kandillikteki kandiller sürekli yanacaktır.” (Levililer 24:1-4; aynı zamanda Mısır’dan Çıkış 27: 20,21) İsrailoğullarının önce saf sıkma zeytinyağını getirmeleri gerekiyordu. Bu, yeryüzündeki Tanrı halkının sorumluluğuna işaret eder, içinde gösterilmesi gereken kap – o zaman İsrail, şimdi ise kilise. Kandilleri, Harun düzenleyecekti. Bununla öğretilen, Ruh’un ışığının yalnızca Mesih’in Kahinliği ve Aracılığı ile elde edilebileceğinin gösterilmesidir. Yalnızca O, her ikisi de saf altından yapılmış olan, fitil maşalarını ve tablalarını kullanabilirdi. (ayet 38) Aşağıdan dışarıya kilise ya da bireysel imanlı aracılığı ile parlayan her ışık huzmesi O’nun Kahinlik görevinin bir yanıtı idi. Bu bağlamda, kandilin sürekli yanıp ışık vermesi için zeytinyağı ile doldurulmalı idi (Mısır’dan Çıkış 27:20). Ve kandillik “dövme” altından yapılmalı idi. Bu, şu gerçeğe işaret edebilir: Mesih’in aracılığının temeli, O’nun çarmıh üzerinde tamamladığı işinin yeterliliğinden kaynaklanır, “dövme” ifadesi, üzerine inen bereler ile şifa bulduğumuz Mesih’in acılarını ifade etmektedir.

Son olarak, ışığın sürekli yandığına dikkat edin. “sabahtan akşama kadar yanması gerekiyordu.” Kandil gece içindir; ve İsrail’in imansızlığının gecesi boyunca, gün doğana ve gölgeler ortadan kaybolana dek, altın kandillik Rabbin huzurunda yanar halde tutulacaktı. Reddettikleri ve çarmıha gerdikleri Mesih’in aracılığı ile imansızlıklarının karanlığının tüm bezgin yılları boyunca onların gerçek yerinin ne olduğuna ilişkin tanıklık korunmuş olur. Ama sonunda Mesih onlar için “bulutsuz bir sabah, şafakta görünen gün ışığı gibi, parlaklığı ile yağmurdan sonra topraktan ot bitiren” Biri olacaktır. (2. Samuel 23:4) Hıristiyan’ın umudu, daha da çabuktur; çünkü “gece uzaklaşmış ve gündüz yaklaşmıştır.” Ama beklerken, kandillerimiz, saf zeytinyağı ile dolu olsun ve Rabbin önünde sürekli yansın – Rabbin dönüşüne kadar her geçen gün daha çok parlasın!

Bölüm 21

Buluşma Çadırı’nın Perdeleri

Mısır’dan Çıkış 26:1-14

Son bölüm itaat edilmesi için verilen bir buyruk ile sona erer. İnsan düşüncesinin ya da planının Tanrı’nın evinde yer almaması gerekir. Tanrı’nın evinde O’nun yetkisine uyulmalı ve O’nun yetkisi en üstün yetki kabul edilmelidir. Bu ilke çok önemlidir ve bu önemine uygun olarak ifadelerde tekrar tekrar beyan edilmelidir. Rab, Musa’ya dağda göstermiş olduğu örneğe uygun olarak hareket etmesini hatırlattıktan sonra, şimdi, konutu, çadırı ve örtüleri oluşturacak olan perdelerin düzenlenmesi ve ölçüleri ile ilgili buyruklar vermeye devam eder.

“Tanrı’nın Konutu’nu on perdeden yap. Perdeler lacivert, mor, kırmızı iplik ile özenle dokunmuş ince ketenden olsun, üzeri Keruvlar ile ustaca süslensin. Her perdenin boyu yirmi sekiz (yaklaşık 12.6 m), eni dört arşın (yaklaşık 1.8 m) olmalı. Bütün perdeler aynı ölçüde olacak. Perdeler beşer beşer birbirine eklenerek iki takım perde yapılacak. Birinci takımın kenarına lacivert ilmekler aç. Öbür takımın kenarına da aynı şeyi yap. Birinci takımın ilk perdesi ile ikinci takımın son perdesine ellişer ilmek aç. İlmekler birbirine karşı olmalı. Elli altın kopça yap, perdeleri kopçalayarak çadırı birleştir. Böylece konut tek parça haline gelecek.

Konutun üstünü kaplayacak çadır için keçi kılından on bir perde yap. Her perdenin boyu otuz (yaklaşık 13.5 m) eni dört arşın (yaklaşık 1.8 m) olacak. On bir perde de aynı ölçüde olmalı. Beş perde birbirine, altı perde birbirine birleştirilecek. Altıncı perdeyi çadırın önünde katla. Her iki perde takımının kenarlarına ellişer ilmek aç. Elli tunç kopça yap, kopçaları ilmeklere geçir ki, çadır tek parça haline gelsin. Çadırın perdelerinden artan yarım perde konutun arkasından sarkacak. Perdelerin uzun kenarlarından artan kumaş çadırın yanlarından birer arşın (yaklaşık 45 cm) sarkarak konutu örtecek. Çadır için kırmızı boyalı koç derilerinden bir örtü, onun üstüne de deriden (yunus balığı derisi olabilir) başka bir örtü yap. (1-14. ayetler)

Görüleceği gibi, dört dizi perde mevcuttur. İlki, çadırı birleştirecek olan perdedir (1-6. ayetler); keçi kılından yapılacak ikinci perde, konutun üstünü kaplayacak çadır içindir (11,12. ayetler); ve geri kalan iki tanesi sadece “örtüler” olarak adlandırılırlar. Dört dizi perdeye üç ifade (ve bu, aynı zamanda orijinal için de aynıdır) uygulanır; demek oluyor ki., hepsinden içerde olana “konut”, ikincisine “çadır” ve dışarıdaki iki tanesine – kırmızı boyalı koç derilerinden yapılanlar ve muhtemelen yunus balığı derisinden yapılanlar - “örtüler” denir.

Ayetlerin düzeni izlendiği zaman, iç dizi – konut – ilk önce gözden geçirilebilir. Bunlar dört malzemeden yapılmışlardır – lacivert, mor, kırmızı iplik ile özenle dokunmuş ince keten. Bunun yanı sıra, perdelerin üzeri Keruvlar ile ustaca süslendiler (sayfa kenarına bakın). Perdelerin özel öğretişleri bu malzemeleri ile bağlantılıdır. Özenle dokunmuş ince keten lekesiz saflığın bir sembolüdür. Kahinler bu nedenle bu kumaştan yapılmış giysiler giyerlerdi (Mısır’dan Çıkış 28: 39-43); ve büyük kefaret gününde Harun bu kumaştan yapılmış bir giysi giyerdi (Levililer 16:4), öyle ki, yalnızca gölgesini temsil ettiği Kişi’nin doğasının mutlak saflığının örneğini sunabilsin. Yeni Antlaşma’da ince ketenden kutsalların doğruluğu olarak söz edilir. (Vahiy 19:8) Lacivert renk, her zaman göksel olanın bir sembolüdür – göksel olanın önemine hatasız olarak işaret eden tek renk. Mor renk, Ulusların kraliyet özelliğini temsil eder. Örneğin Yuhanna müjdesi, “askerlerin dikenlerden bir taç örüp O’nun başına geçirdiklerini, sonra O’na mor bir kaftan giydirdiklerini” yazar. (Yuhanna 19:2) Kırmızı renk, insanın yüceliğini ortaya koyar ve aynı zamanda da Yahudilerin kraliyet özelliğini temsil eder. Davut bu yüzden, Saul’ün İsrail kızlarını al renkli, süslü giysiler ile donattığından söz eder (2.Samuel 1:24) – onlara verdiği bir saygının ifadesi olarak; ve Matta’nın müjdesinde, İsa’nın özellikle Mesih olarak sunulduğu bölümde, “askerlerin İsa’yı soyup üzerine kırmızı bir kaftan geçirdikleri, dikenlerden bir taç örüp başına koydukları, sağ eline de bir kamış tutturdukları, sonra önünde diz çöküp, ‘Selam sana, ey Yahudilerin Kralı!’ diyerek O’nun ile alay ettikleri” yazılıdır. (Matta 27:28,29) tüm bu anlatılanlar, Mesih’e uygulandığı zaman ortaya çıkan gerçek çarpıcı olmaktadır. Mesih’in doğasının mutlak saflığı, göksel karakteri, İsrail’in Kralı olması (ve İsrail’in Kralı olarak tüm insan yüceliği ile kuşatılmış olması) ve son olarak, aynı zamanda Ulusların üzerinde egemen olan Mesih olması. Son iki özellik, birleşip tek vücut olurlar, çünkü Mesih, atası Davut’un tahtının üzerinde oturacağı zaman, O2nun tüm dünyada egemenlik süreceği dönem olacaktır; tüm yeryüzü kralları O’nun önünde yere kapanacak ve tüm uluslar O’na hizmet edeceklerdir. (Mezmur 72:11) Bu nedenle, Mesih, bu dünyada İnsan olarak yaşadığı gibi ve gelecekte bu dünya üzerinde yüceliğini gösteren Mesih olacağı gibi, hem Davut oğlu hem de İnsanoğlu’dur. Ancak başka bir şey daha vardır. Bu perdelerin üzerine Keruvlar süslenecek idi. Keruvlar, adil yetkinin önemini belirtmek için açıklanmışlardır. Bu durum, Mesih’in ayrıca ek olarak temsil edilmesine neden olur – Mesih aynı zamanda yargılama yetkisine de sahiptir. Çünü O, İnsanoğlu’dur. (Yuhanna 5:27) Böylelikle Mesih’in, özünde insan olduğu ve yeryüzü ile bağlantılı olan yüceliği ve saygınlığı tam olarak gösterilir. Kutsal yerin bölgesi içindeki kahinlik görevlerinin uygulamasını kabul eden kişiler mutludurlar; Tanrı’nın Mesihi’nin harikalarının ve yüceliklerinin bu çeşitli görünümlerini izleme ayrıcalığına sahiptirler!

Perdelerin boyutları bir anlam taşırlar. Her perdenin boyu yirmi sekiz, eni dört arşın olmalıdır ve bütün perdeler aynı ölçüde olmalıdırlar. (ayet 2) Şimdi 28 = 7x4; ve sonuç olarak boy, yedi çarpı dörttür; ve en aynı şekilde dört arşın olarak boyu yediye böler; yani, 28:4 = 7. Yedi ve dört rakamlarının böylelikle önemli oldukları ifade edilir. Yedi, mükemmel sayıdır; kendi dışında hiç bir sayıya kesinlikle bölünemez ve en üstün sayıdır; ve dört rakamı, yeryüzündeki bütünlüğü ifade eder – örneğin, yeryüzünün dört köşesinde, dört rüzgarda, dört karede ve dört müjdede görüldüğü gibi. Perdelerin boyutları bu durumda yeryüzünün bütünlüğü içinde gösterilen mükemmelliğin ifadesidirler; ve böyle bir anlam yalnızca kutsanmış Rabbimizin yaşamı için söz konusu olabilir.

Konutun perdeleri bu nedenle, O’nun bu olaydan geçtiği zaman, İnsan olarak sahip olduğu mükemmelliklerin eksiksiz bir şekilde gözler önüne serilişinden söz ederler.

Daha sonra perdelerin düzenlemelerini ve sayılarını görürüz. Perdeler “beşer beşer birbirine eklenerek” iki takım perde yapılacaktır, öyle ki, beşerlik iki takım perde olsun. Toplam sayıları ondur. On rakamı, Tanrı’ya olan sorumluluğu ifade eden bir sayıdır. Örneğin, on buyrukta olduğu gibi (aynı zamanda bakınız Mısır’dan Çıkış 30:13); ve beş rakamı insana olan sorumluluğun sayısıdır. (bakınız Yaratılış 47:24; Çölde Sayım 5:7) Böylelikle bize öğretilen şudur: Mesih, İnsan olarak hem Tanrı’ya hem insana olan sorumluluğunun tamamını yerine getirmiştir. Tanrı’yı tüm yüreği ile, ve Komşusunu Kendisini sevdiği gibi sevmiştir – bildiğimiz gibi bu konuda sınırsızlığın ötesine geçmiştir. Ve bu sorumluluk görevini tam ve mükemmel olarak ifa eden tek Kişi, yalnızca O idi.

Sonra aynı şekilde bağlamaların önemi açıklanır. Lacivert elli ilmek ve altından elli kopça yapıldı; perdeler bunlar aracılığı ile birbirine bağlandı. Laciverdin göksel renk, altının ise tanrısal olduğunu ve biraz önce açıklanmış bulunan iki rakamın, on ve beş sayılarının elli sayısının bileşimine girdiğini hatırlayalım; kutsanmış Rabbimizin göksel ve tanrısal karakterinin Tanrı’ya ve insana karşı İnsan olarak iki yönlü sorumluluğunun mükemmel uyarlamasını garantilediğini öğreniyoruz; ya da onların O’nun tanrısal ve göksel enerjisi aracılığı ile mükemmel bir şekilde birleştiklerini görüyoruz. Okuyucuyu uyaralım, bu anlamlar önerilerdir, ama Kutsal Yazıların ışığında dikkatli bir gözleme değer önerilerdir ve eğer Tanrı’nın huzurunda incelendikleri takdirde, hem ilginç hem de yararlı olacaklardır.

(2) Keçi kılından perdeler. Konutun üstünü kaplayacak çadır için keçi kılından on bir perde yapılacak idi. Bu örtü de aynı zamanda Mesih’e işaret eder – O’nun olumlu saflığına ya da O’na peygamber karakteri veren, çevresinde bulunan kötülükten ayrılmış olmasının ciddiyetine – O’nun zavallı günahkarlara doğru olan Yollarında değil, ama Kendisi hakkında ödün vermeyen ciddiyetinin günahkarlardan ayrı olmasında ahlak konusundaki yetkisine işaret edilir; peygamberi diğerlerinden farklı kılan, çuldan yapılmış ahlak giysisi. Bu yorum tasdik eden Zekeriya’nın sözlerini okuyalım: “O gün, her peygamber peygamberlik eder iken, gördüğü görümden utanacak; insanları aldatmak için çuldan giysi (sayfa kenarında, keçi kılından giysi) giymeyecek,” (Zekeriya 13:4; Matta 3:4 ayeti ile kıyaslayınız). Bu perdelerin boyutları aynı boydaki konutun perdelerinden farklıdırlar, iki arşın daha uzundurlar – yirmi sekiz arşın yerine otuz arşın – ve bir perde daha vardı. Sayılara özgü herhangi bir değer önermek mümkün değilse de, daha uzun olmalarının nedeni yine de aşikardır. Konutun perdelerini tam olarak korusunlar diye, her yandan geniş tutulmalıydılar. “Ve çadırın perdelerinden geriye kalan (keçi kılından perdeler) yarım perde konutun arkasından sarkacaktı ve yanlarından birer arşın sarkarak konutu örtecekti. (12, 10. ayetler) O zaman bunun anlamı şöyledir: iç perdeler tarafından sembolize edildiği gibi, Mesih, olumlu ve mutlak saflığından ortaya çıkan mükemmel ayrılma aracılığı ile kötüden korunuyordu. O, bu yüzden, düşmanlarına şu sözleri ile meydan okuyabilirdi: “Hanginiz bana günahlı olduğumu kanıtlayabilir?” (Yuhanna 8:46) Evet, O, Kendisine ait olanlara şöyle diyebilirdi: “Bu dünyanın egemeni geliyor. Onun benim üzerimde hiç bir yetkisi yoktur.” (Yuhanna 14:30)

O’nun tüm kötülükten ahlaki açıdan ayrı olması öylesine tamdı ki, cüzamlıya dahi dokunabilirdi ve kirlenmezdi.

Perdelerin bağlamaları altından değil tunçtan yapılmış elli kopça idi. İlmiklerin renklerinden söz edilmez. Tunç, bu bağlamda, altında olduğu gibi, tanrısal doğruluğa işaret ediyor gibi idi. Tanrı’nın Kendi içinde ne olduğuna göre, ama insanı da sorumluluğu açısından deneyerek. Tunç sunak üzerinde konuşulduğu zaman, bu konu hakkında daha fazla bilgi verilecek. Keçi kılından perdeler ile bağlantılı olarak bu önemin uygunluğu hemen kavranacaktır. Bu perde Mesih’i önümüze ahlaki açıdan günahkarlardan ayrı olarak getirir, ama O’nun yeryüzünde geçirdiği tüm konukluk süresi boyunca yürüdüğü yolda tanrısal doğruluk tarafından denendi – ve denendi, bu ifadenin eklenmesi pek gerekli değildir, yalnızca O’nun tanrısal doğruluğun her talebine mükemmel bir şekilde yanıt verdiği sonucu keşfedildiği zaman bu ifade eklenebilir.

(3) “Çadırın” üstünde - yani keçi kılından yapılmış perdeler iki örtü bulunuyordu; ilki, kırmızı boyalı koç derilerinden bir örtü ve ikincisi ise muhtemelen yunus balığı derisinden yapılmış olan örtü idi. Koç, kahinlerin görevlerine atanması için seçilen sunu idi. “Adanma koçu” olarak adlandırılırdı. (Mısır’dan Çıkış 29:27) Kırmızı ile boyanmış olmasının ölüme işaret ettiği açıktır. Bu yüzden anlamı tam bir adanma, ölüm derecesinde bir adanmadır. Ve böyle bir durum, Kendisini alçaltan ve çarmıh üzerindeki ölüme itaat edecek kadar bile söz dinleyen Kişi’nin mükemmelliğinin dışında nerede görülmüştür? Muhtemelen yunus balığı derileri O’nu tüm kötülükten koruyan Yürüyüşünde ve Yollarında gösterilen kutsal uyanıklığın bir işareti olabilir. Yeruşalim’den, “muhtemelen yunus balığı derileri giydirilmiş” olarak söz edilir, Rab, kentin yürüyüşünü kötülükten korumak için sağlayışta bulundu. Bu şekilde sembolize edilen uyanıklık genellikle Mezmurlar’da ifade edilir: “Senin dudaklarından çıkan sözler ile kendimi yok edicinin yollarından korudum”; ve “Sana karşı günah işlememek için sözünü yüreğimde sakladım.” Örtüler bu nedenle aynı şekilde sembolize ettikleri Kişi’nin mükemmelliğini beyan ederler. Aynı zamanda unutulmaması gereken bir nokta daha vardır: resmini çizdikleri özelliklerin, her imanlıda görülmeleri gerekir. Çünkü Mesih dünyadaki yürüyüşü ile bize örnek olmuştur. Bu yüzden eğer O’nda gösterilen mükemmelliklere ve harikalara hayran olur isek, O’nun bizim önümüze sorumluluğumuzun ölçüsü olarak konmuş olduğunu hatırlamamız gerekir.

“Kurtarıcım, seni izlemesi için muhafaza et;
Ben beyaz muhteşem giysiler içinde
Senin yücelik içindeki yüzünü görünceye kadar.”

Eğer bir an için Konut’un tamamlanmış hali varsayılacak olsa idi, o zaman muhtemelen yunus balığı derilerinden yapılan örtünün yalnızca dış kısmı kapladığı görülecek idi. Ama kutsal yere girme ayrıcalığının tadını çıkartan kahin lacivert, mor ve kırmızı iplik ile özenle dokunmuş, ince ketenden, üzeri Keruvlar ile süslü perdelerin tam güzelliğini gördü. Dışarıda olan da Mesih idi, içerde olan da Mesih idi; ama dışarıda doğal göz tarafından görülen Mesih idi – insanın O’nu arzulaması için hiç bir güzelliği yoktu; Tanrı’nın Ruh’u tarafından açılan göz tarafından içeride görülen de Mesih idi; bu nedenle Mesih gibisi yoktur.

Bölüm 22

Buluşma Çadırının Çerçeveleri

Mısır’dan Çıkış 26:15-30.

Bu kısımda kıyaslanan çeşitli farklı konular mevcuttur. Öncelikle, Buluşma Çadırının temelleri ile birlikte çerçeveleri tanımlanır.

“Konut için akasya ağacından dikine çerçeveler yap.Her çerçevenin boyu on (yaklaşık 4.5 m), eni bir buçuk (yaklaşık 70 cm) arşın olacak. Çerçevelerin birbirine uyan iki paralel çıkıntısı olacak. Konutun bütün çerçevelerini aynı biçimde yapacaksın. Konutun güneyi için yirmi çerçeve yap. Her çerçevenin altında iki çıkıntı için birer taban olmak üzere, yirmi çerçevenin altında kırk gümüş taban yap. Konutun batıya bakacak arka tarafı için altı çerçeve yap. Arkada konutun köşeleri için iki çerçeve yap. Bu köşe çerçevelerinin alt tarafı ayrı kalacak, üst tarafı ise birinci halka ile birleştirilecek. İki köşeyi oluşturan iki çerçeve aynı biçimde olacak. Böylece sekiz çerçeve ve her çerçevenin altında iki taban olmak üzere on altı gümüş taban olacak.

Konutun bir yanındaki çerçeveler için beş, öbür yanındaki çerçeveler için beş, batıya bakan arka tarafındaki çerçeveler için de beş olmak üzere akasya ağacından kirişler yap. Çerçevelerin ortasındaki kiriş çadırın bir ucundan öbür ucuna geçecek. Çerçeveleri ve kirişleri altın ile kapla. Kirişlerin geçeceği halkaları da altından yap. Konutu, dağda sana gösterilen plana göre yap.” (15-30. ayetler)

Verilen bilgilere dikkat edildiği zaman, konutu oluşturan çerçevelerin sayısının kırk sekiz olduğu görülür. Konutun güneyi için yirmi çerçeve (ayet 18); konutun kuzeyi için yirmi çerçeve (ayet 20); konutun batıya bakacak altı tarafı için altı çerçeve (ayet 22) ve arkada konutun köşeleri için iki çerçeve (ayet 23) yapacaktı – bu çerçevelerin toplamı kırk sekiz yapıyordu. Sonra bu çerçevelerin her birinin birbirine uyan iki paralele çıkıntısı olacaktı (ayet 17); ve her çerçevenin altında iki çıkıntı için birer taban olmak üzere kırk gümüş taban yapılacaktı; böylece sekiz çerçeve ve her çerçevenin altında iki taban olmak üzere on altı gümüş taban olacaktı (ayet 19,25). Bunlara ek olarak, perde, dört gümüş taban üstünde duran akasya ağacından altın kaplı dört direk üzerine asılacak ve çengelleri altından olacaktı (ayet 32); öyle ki, altında yüz gümüş taban bulunacak ve konutun çerçevelerini destekleyecekti.

(1) O zaman temelde başlandığında, gümüş tabanlar ile ilgili özel öğretişin öncelikle gözden geçirilmesi gerekiyordu. Ancak yine de 30. bölümdeki konuya ulaşıncaya kadar, öğretişin ana hatlarının belirlenmesi şimdi için yeterli olacaktır. O zaman şunu görüyoruz; kişiler sayıldıkları zaman, her birinin Rabbe canı için bir kefaret olarak yarım şekel gümüş vermesi gerekiyordu. “Rab, Musa’ya şöyle dedi: ‘İsraillilerin sayımını yaptığın zaman, herkes canına karşılık bana bedel ödeyecektir. Öyle ki, sayım yapılırken başlarına bela gelmesin.Sayılan herkes armağan olarak bana yarım kutsal yerin şekeli (yaklaşık 5 gr) verecektir. Bu paralar buluşma çadırının hizmetinde kullanılacak.” (Mısır’dan Çıkış 30:11-16) Bir başka ayette, direklerin çengelleri, başlıkların kaplanması ve çemberleri için 1 775 şekel (yaklaşık 3.2 ton) harcandı. Adanan tunç 70 talant 2 400 şekel (yaklaşık 2.1 ton) idi. (Mısır’dan Çıkış 38:28) Direklerin çengelleri ile çemberlerinin gümüşten yapılmış olması, bir kefaret örneğidir; “canını bir çokları için fidye olarak vermeye gelen Mesih’in kanının bir örneğidir. (Matta 20:28) Bununla ve Çölde Sayım 31:49-54 ayetleri ile ilgili bir ima olarak Petrus,Yahudi imanlılara şunları yazar, “Biliyorsunuz ki, atalarınızdan kalma boş yaşayışınızdan altın ya da gümüş gibi geçici şeyler ile değil, kusursuz ve lekesiz kuzuyu andıran Mesih’in değerli kanının fidyesi ile kurtuldunuz.” (1.Petrus 1:18) Bu nedenle kutsal gerçek hakkında şu öğretilir: Tanrı’nın konutu, Mesih’in değerli kanı aracılığı ile sağlanan kefaretin üzerinde temellendirilmiştir. Ama Tanrı’nın konutu şimdi imanlılardan oluşur ve bu yüzden kilise ve kiliseyi biçimlendiren her bireysel imanlı (çünkü belirli bir yaşa gelmiş her İsrailli’den fidye parası alındı), Tanrı’nın önünde tamamlanmış her kefaretin sağlam ve etkili temeli üzerinde yerleştirilmiştir. Her imanlının üzerinde durduğu zemin, Mesih’in değerli kanıdır ve bu yüzden her imanlı, Tanrı’nın önünde söz ile anlatılamaz ve sınırsız değerinin tümü içinde görünür.

Şimdi, açıklanmış olduğu gibi, bu çengellerden yüz tane vardı – yani, on çarpı on. On rakamı, Tanrı’ya olan sorumluluğun sayısıdır. Bu nedenle gümüş aracılığı ile temsil edilen Mesih’in kanı, Tanrı’ya karşı olan sorumluluğumuzu en yüksek derecede karşılamıştır – Tanrı’nın tüm taleplerini karşılayan, yeterli, tam yeterli bir kefaret sağlamıştır ve böylelikle bizi tam olarak ve sonsuza kadar temizlemiştir. O zaman, yapılan bu mükemmel işi algılayan can sevinç ile şöyle haykırabilir –

“Ben sağlam Kaya Mesih’in üzerinde duruyorum,
O’nun dışındaki tüm diğer zeminler yıkılan kumdur.”

(2) Çerçevelerin malzemesi, biçimi ve uzunluğuna gelince, onlar da sandık ve üstüne ekmek konan masa gibi akasya ağacından yapıldılar ve üzerleri altın ile kaplandı. Bu nedenle, öncelikle Mesih’e işaret ederler; ama aynı zamanda görüleceği gibi, imanlıya da işaret ederler. Her çerçevenin iki geçme parçası vardır – ve gümüşten yapılmış çengelleri ile uyumludurlar. İki rakamı, Kutsal Yazılar’da yeterli tanıklığı ifade eden sayıdır: örneğin, “Her suçlama iki ya da üç tanığın tanıklığı ile doğrulanmalıdır.” (2. Korintliler 13:1; Yasa’nın Tekrarı 19:15) Her çerçeve bu nedenle kendi içinde üzerinde bulunduğu kefaretin değerine ve bütünlüğüne ilişkin yeterli bir tanıklık içerir. (1. Yuhanna 5:6 ile kıyaslayın) Her birinin boyu on arşın (yaklaşık 4.5 m) idi. (ayet 16) Bu durum tekrar, Tanrı’ya karşı olan sorumluluğa işaret eder – bu durumda imanlılara uygulanabilir. Tanrı’nın önünde kefaret zemini üzerinde bir konuma sahip olmak, asla unutulmaması gereken bir sorumluluktur. Konum, aslında bunun ölçüsüdür; ve bunun ile uyumlu olarak her çerçeve on arşın boyunda idi.

Görmüş olduğumuz gibi, hepsi birlikte kırk sekiz tane idiler – yani, on iki çarpı dört. On iki rakamı, yöneten mükemmelliğin sayısıdır; ve dört yeryüzündeki bütünlüğün sayısıdır. Bu nedenle sayının tamamı, Mesih’teki tüm bütünlüğünde sergilenen yönetime özgü mükemmellik olacaktır. Ya da eğer çerçeveler Tanrı’nın evi aracılığı ile kutsal konutla bağlantılı olarak ele alınırlar ise, on iki rakamı yönetime özgü mükemmelliğe işaret edecektir. Önceki duruma bin yılık dönem sırasında tanıklık edilecektir; ve bir açıdan, ikincisi de Mesih olarak, kiliseden ayrı bir şekilde egemenlik sürmeyecektir. İki rakam, yani on iki ve dört, böylelikle kutsal kent Yeruşalim’in özelliklerine işaret ederler. Belki de, Yeruşalim’deki Pentikost kilisesi, on iki elçi tarafından organize edilmiş olarak bu yönetime özgü mükemmelliğin geçici bir gölgesi idi.

Dikkat çeken bir nokta daha bulunur – çerçevelerin güvenlikleri altlarındaki gümüş tabanlar tarafından sağlanır. Konutun bir yanındaki çerçeveler için beş, öbür yanındaki çerçeveler için beş, batıya bakan arka tarafındaki çerçeveler için de beş olmak üzere akasya ağacından yapılmış kirişler vardı. Çerçeveler ve kirişler altın ile kaplı idi, kirişlerin geçeceği halkalar da altından yapılmıştı (25-29. ayetler); ve konutun arkadaki çerçevelerinin alt tarafı ayrı idi, üst tarafı ise birinci halka ile birleştirilmişti (ayet 24). Halka güvenliğin bir sembolüdür; halkanın sonu yoktur; ve kirişler çerçeveyi güçlendirmek ve sağlamlaştırmak için var olduklarından, her ikisi birlikte sonsuz güvenliği ifade ediyor olabilirler. Ve bu durumdan hem kilise hem de bireysel imanlı sevinç duyar. Önceki ile ilgili olarak Rabbin Kendisi şöyle dedi: “Ben de sana şunu söyleyeyim, sen Petrus’sun (Grekçe: Petra, yani büyük taş kütlesi, kaya) ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım. Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek.” (Matta 16:18); ve ikincisi ile ilgili olarak: “Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler. Onlara sonsuz yaşam veririm; asla mahvolmayacaklar. Onları hiç kimse elimden kapamaz.” (Yuhanna 10:27,28)

Çerçeveler tamamlandıktan sonra yerlerine yerleştirilmeleri gerekiyordu. Ve bir kez daha dikkat etmeniz gereken nokta şudur: Musa’ya, her şeyi, dağda kendisine gösterilen modele uygun olarak yapması söylendi. Buluşma çadırı gerçekten, “göksel değerlerin bir örneği ve gölgesi” olmalı idi ve bunun bir sonucu olarak da buluşma çadırında insan düşüncelerine ya da hayallerine yer yoktu. İtaat etmek, ve göksel plana sadık kalmak Musa’nın sorumluluğu idi. Bu nedenle Tanrı’nın sözüne bağlı kalmak, onun her kısmına itaat etmek, Tanrı’nın, kilisesi ile bağlantılı olarak imanlılardan talep ettiği şeydir. Kilise, bir kez insan uygulamalarını ve insan yetkisini kabul ettiği takdirde, Tanrı’nın gerçek bir tanığı olmaya son verir. Buyruk, buraya kadar üç kez verilmiştir ve bu da Tanrı’nın gözünde, itaat etmenin ne kadar önemli olduğunu gösterir.

Bölüm 23

Özenle Dokunmuş Perde V.B.

Mısır’dan Çıkış 26: 31-37

Son bölümde gözden geçirilen buluşma çadırının çerçevesi, konutu uygun bir şekilde ihtiva eder; yani kutsal yer ve en kutsal yer. Bunun dışında yakında görüleceği gibi, üç yönlü bölünmeyi tamamlayan buluşma çadırının avlusu vardı. Ama çerçevenin iç kısmında yalnızca bu ikisi – kutsal yer ve en kutsal yer - vardı. Ama yine de bu bölüme kadar, bu bölünmeden söz edilmemiştir; ama şimdi aşağıdaki ayetlerde perde ile ilgili bilgi verilirken, bu bölünme konusuna da değinilir.

“Lacivert, mor, kırmızı iplik ile özenle dokunmuş ince ketenden bir perde yap; üzerini Keruvlar ile ustaca süsle. Dört gümüş taban üstünde duran akasya ağacından altın kaplı dört direk üzerine as. Çengelleri altın olacak. Perdeleri kopçaların altına asıp Levha Sandığı’nı perdenin arkasına koy. Perde, Kutsal Yer ile En Kutsal Yer’i birbirinden ayıracak. Bağışlanma Kapağı’nı En Kutsal Yer’de bulunan Levha Sandığı’nın üzerine koy. Masayı perdenin öbür tarafına, konutun kuzeye bakan yanına yerleştir; kandilliği masanın karşısına, konutun güney tarafına koy.

Çadırın giriş bölümüne lacivert, mor, kırmızı iplik ile özenle dokunmuş ince ketenden nakışlı bir perde yap. Perdeyi asmak için akasya ağacından beş direk yap, altın ile kapla. Çengelleri de altın olacak. Direkler için tunçtan beş taban dök.” (31-37.ayetler)

(1) Perdenin tanımı ile ilgili çeşitli farklı noktaların gözden geçirilmeleri gerekir. Malzemeleri açısından Konut’u oluşturan o perdeler ile her açıdan uyumlu oldukları algılanacaktır. (Mısır’dan Çıkış 26:1)Bu nedenle, bunlarda olduğu gibi perde ile de temsil edilen yine Mesih’tir – doğası ve karakteri açısından Mesih, bin yıllık egemenliğinin gelecekteki görkemleri içinde Mesih, İnsanoğlu ve Davut Oğlu olarak Mesih, ve ayrıca üstün adalet gücüne sahip İnsanoğlu Mesih. Dikkat edilmesi gereken tek bir farklılık vardır. Buluşma çadırının perdelerinde önce özenle dokunmuş ince keten kumaş gelir; lacivert renk, burada üstünlüğe sahiptir, ve ince keten kumaş daha sonra gelir. Bunun nedeni, perdelerin Mesih’i yeryüzü ile bağlantılı olarak göstermeleridir ve bu yüzden beyan edilecek olan ilk şey O’nun doğasının mutlak saflığıdır. Oysa, perde, Mesih’i daha çok gökyüzü ile bağlantılı olarak gösterir ve sonuç olarak O’nun göksel karakterini sembolize eden lacivert renk önde gelir. Perde ile ilgili yorum, İbraniler’e yazılan mektupta yer alır: “Bu nedenle, ey kardeşler, İsa’nın kanı sayesinde, perdede, yani kendi bedeninde bize açtığı yeni ve diri yoldan kutsal yere girmeye cesaretimiz vardır.” (İbraniler 10:19,20) Bu konu, iki noktayı ortaya getirir. İlki, buluşma çadırındaki perde nasıl Tanrı’nın oradaki varlığını ve görünümünü gizliyor ise, aynı şekilde Mesih’in bedeni, bedendeki Mesih’in de tanrısal görünümü gizlenmektedir. Mesih, bedende görünen Tanrı idi; ama aynı zamanda bedeni, bu şaşırtıcı gerçeğe karşı, insanların gözlerini kör etmek için hesaplanmış idi. İkincisi, en kutsal yere giden tek yol nasıl perde ise, aynı şekilde Mesih de Tanrı’ya giden tek yoldur. İsa, bu nedenle, Tomas’a şunları söyledi: “Yol, Gerçek ve Yaşam Ben’im. Benim aracılığım olmadan Baba’ya kimse gelemez.” (Yuhanna 14:6)

Perdeyi destekleyen üç şey vardı. İlki, direkler, sonra çengeller ve son olarak gümüşten kopçalar. (ayet 32) Direkler akasya ağacından yapılmışlardı ve altın ile kaplı idiler – çerçevelerde görüldüğü gibi.. birden fazla kez gösterilmiş olduğu gibi, bu, Mesih’in iki doğasındaki – insan ve tanrısal –kişiliğini sembolize eder – Tanrı-insan. O zaman öğretilen ders şudur – perde bu direkler tarafından desteklendiğine göre – kurtuluş konusuna dahil olan her şey Mesih’in kişiliğine bağlıdır. Eğer İsa insan olmasa idi, bizim günahlarımız uğruna ölemezdi; ve eğer yalnızca insan olsa idi, Kurban olması tüm halkı için geçerli olamazdı. Ama hem Tanrı hem de insan olarak O, günahlarımızı, yalnız bizim günahlarımızı değil, bütün dünyanın günahlarını da bağışlatan kurbandır. (1. Yuhanna 2:2) Yaptığı işin tüm diğeri, O’nun kişiliğinden kaynaklanır; ve bu yüzden bu konudaki Kutsal Yazılar’ın gerçek öğretişine sımsıkı yapışmak çok önemlidir. Ve bu kutsanmış öğretişi her açıdan korumak gerekir. Eğer Mesih’in kişiliğindeki gerçek göz ardı edilir ise, kurtuluşun tüm dokusu ve yapısı tehlikeye atılmış olur. Bu yüzden bu gerçeğe özen gösterilmelidir ve Tanrı’nın Ruhu’nun bu gerçeğe farklı sözcükler ile olduğu gibi, her şekil ve biçim içinde tanıklık ettiği eklenmelidir. Halkalar altındandı. Altın, tanrısal doğruluktur. O zaman eğer gösterildiği gibi, kurtuluş ile ilgili her şey Mesih’in kişiliğine bağlı ise, o zaman perde, bu altın halkalar tarafından desteklendiği için aynı şekilde her şeyin de Tanrı’nın, Mesih’teki doğruluğunun gösterilişine bağlı olduğu eşit şekilde doğrudur. Ya da Mesih’in tanrısal doğruluk içinde Tanrı’ya giden yolun yerine sahip olduğu daha doğrudan bir şekilde tasdik edilebilir. Çünkü O, yeryüzünde Tanrı’yı yücelttiği ve Tanrı’nın, yapması için Kendisine vermiş olduğu görevi tamamladığı için Tanrı’nın doğruluğu, O’nun ölümden diriltilişinde ve O’nu, Tahtının sağında oturtuluşunda görüldü. Tanrı’nın, O’nu şimdi bulunduğu konuma yerleştirmesi ve desteklemesi Tanrı’nın ilgilendiği şeyin adalet olduğunu ortaya koyar. Tabanlar gümüşten yapıldı – kefaret kanının örneği. Tüm bunlar bizi, aşağıya temelin kendisine götürür – Mesih’in çarmıhta tamamladığı iş. Bu iki şey – kan ve perde – daha önce İbraniler mektubundan alıntısı yapılan bölümde gösterilmiştir. Tanrı, çarmıhın her şeyin temeli olduğunu asla unutmuş olamaz; çarmıh, hem kilisenin hem İsrail’in ve barışmanın gerçekleştiği her şey için berekettir. Mesih’in kim olduğu ve ne yaptığı Tanrı’nın yüreğini hoşnut eden konulardır. Ve bu, şu gerçek içinde yeterince açıklanır: O’nun kutsal yeri ile bağlantılı olan anlık her şey, bunlardan ya birine ya da diğerine işaret eder – farklı görünümlerde olsa bile hepsi, Mesih’i ve O’nun yaptığı işi açıklarlar.

Perdenin konumu, en önemli konudur. “Perdeyi kopçaların altına asıp Levha Sandığı’nı perdenin arkasına koy. Perde, Kutsal Yer ile En Kutsal Yer’i birbirinden ayıracak.” (ayet 33) Daha önce açıklandığı gibi, Levha Sandığı’nın içinde bulunduğu en kutsal yer – Tanrı’nın yeryüzündeki tahtı - böylece gözlerden ırak olarak gizlendi, öyle ki, büyük kefaret gününde Harun’dan başka hiç kimse oraya giremesin. (Levililer 16) Ve şöyle bir soru sorulabilir: “Bunun anlamı ne idi?” Kutsal Yazılar’daki sözcükler bu sorunun yanıtını verebilirler: “Kutsal Ruh, bununla çadırın ilk bölmesi durdukça, kutsal yere giden yolun henüz açıkça gösterilmediğini belirtiyor.” (İbraniler 9:8) Eğer o zaman, bir taraftan görmüş olduğumuz gibi Mesih’in bir örneği olan perde Tanrı’nın huzuruna girişin yalnızca Mesih aracılığı ile elde edilebileceği konusundaki kutsanmış gerçeği öğretir; öte yandan perdenin kendisi uzaklık ve gizlilikten söz eder. Günah sorunu ele alınıp, ilk ve son kez olarak çözümleninceye kadar, Tanrı, gerçekten Kendisini tam olarak açıklayamaz , adil bir şekilde günahkara yaklaşamaz ya da günahkarı Kendisine getiremezdi. Bunu Mesih yaptı ve bunun bir sonucu olarak da ruhunu teslim ettiği anda tapınağın perdesi, yukarıdan aşağıya doğru ikiye yırtıldı. (Matta 27) Bu nedenle konuttaki perde, en kutsal yere giden yolun henüz açıkça gösterilmediğini ve aynı zamanda günah sorununun çözümlendiğinin henüz kanıtlanmadığını ve bu yüzden halkın hala günahkar olduğunu ve böyle olduğu için de Tanrı’nın huzuruna çıkmak için uygun olmadıklarını ortaya koyuyordu. Halkın günahları uğruna hem sunular hem kurbanlar veriliyordu, ama bunlar vicdanı yetkinleştiren hizmetler ya da en kutsal yere girmek için iptal edilemez bir ünvana sahip olan yeterlilikte sunular değillerdi. Hayır, tekelerin ya da danaların kanının, günahları silmesi mümkün değildi. Ve bu yüzden, vicdanlarındaki suçluluk duygusunun bağı ile kutsal bir Tanrı’nın huzuruna gelmeye cesaret edemezlerdi; ve O (derin bir saygı ile söylüyoruz), onlara gidemezdi, çünkü Kutsallığı içindeki Tanrı yakıp tüketen bir ateştir.

Bu nedenle, perdenin varlığı, İsraillilerin ve imanlıların konumu arasındaki karşıtlığı açıklar. İsrail dışarıda bırakıldı, en kutsal yere hiç bir zaman kabul edilmedi. Lütuf sayesinde Musa aracı ve Harun yılda yalnızca bir kez en kutsal yere girmesine izin verilen baş kahin oldu. Ama şimdi her imanlı bu değerli ayrıcalığın tadını çıkartır. (bakınız İbraniler 10:19-22) Perde, çadırdır; çünkü “Mesih, gelecek olan iyi şeylerin baş kahini olarak ortaya çıktı. İnsan eli ile yapılmamış, yani bu yaratılıştan olmayan daha büyük, daha yetkin çadırdan geçti. Tekeler ile danaların kanı ile değil, sonsuz kurtuluşu sağlayarak kendi kanı ile kutsal yere ilk ve son kez girdi.” (İbraniler 9:11,12) Bu nedenle, tapınacağımız tek yer çadır perdenin içindedir ve tam cesaret ile içeri girebiliriz, çünkü Mesih kutsal kılınanları tek bir sunu ile sonsuza dek yetkinliğe erdirmiştir. Başka herhangi bir karşıtlığın da unutulmaması gerekir. Harun bile en kutsal yere girdiği zaman, imanlının, Tanrı’nın huzurunda şimdi sahip olduğu konuma sahip değildi. Tanrı, o zaman yalnızca Yehova olarak açıklandı; ama imanlılar şimdi O’nu Tanrıları ve Babaları olarak tanıyorlar. Elçi, bu yüzden şöyle der: “O’nun (Mesih’in) aracılığı ile hepimiz tek Ruh’ta Baba’nın huzuruna çıkabiliriz.” (Efesliler 2:18, aynı zamanda bakınız Yuhanna 20:17) Bu nedenle, biz, çadırdaki Mesih’e ait görkemleri ve imaları görerek Tanrı’nın bilgeliğine hayranlık ile dolduğumuz zaman, O’nun önünde hayranlık ve övgü ile eğilmekten başka bir şey yapamayız; O’nun lütfu burada bildirilen ve hatta bunlardan daha büyük bereketleri ile sevincimizi tam yapar.

(2) Sırada kutsal mobilyanın düzenlenmesi yer alır. (33-35. ayetler) Buhur sunağının şimdiye kadar tanımlanmamış olduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Çünkü buhur sunağı, bir yaklaşma sembolüdür (ve bu yüzden bu kısmın son bölümüne aittir). Burada değinilen eşyaların hepsi gösterinin sembolleridirler. Bu konu hakkında hali hazırda herhangi bir ayrıntılı açıklama bu ayetteki düzen içinde kısaca verilebilir. Her şeyden önce Levha Sandığı’nın en kutsal yere konulması gerekiyordu, ve bağışlanma kapağı sandığın üzerine konacaktı – “Keruvlar sandığın üstündeki bağışlanma kapağının üzerine idiler.” En kutsal yerde bundan başka hiç bir şey bulunmuyordu, çünkü önceden de açıklanmış olduğu gibi, en kutsal yer, Tanrı’nın varlığının ve görünümünün bulunduğu yer idi. Orada Keruvların arasında duran O’na altın sunaktan alınan buhur ile ve kefaret günü kurbanlarının kanı ile yaklaşılırdı; ve Musa orada halk için mesaj almak üzere durdu. Özenle dokunmuş perde, kutsal yerden, en kutsal yeri ayırıyordu. Bu yüzden perde, çadırın iç bölmesi idi. Perdenin dış kısmındaki kutsal yere, üstünde ekmek sunulan masa ve altın kandillik konulmuştu. Masa perdenin öbür tarafına, konutun kuzeye bakan yanına, kandillik ise masanın karşısına, konutun güney tarafına konmuştu. Birinin sözlerini ödünç alarak aktaralım: “Perdenin dış kısmında on iki ekmek ile birlikte masa ve altın kandillik bulunuyordu. On iki rakamı, insandaki yönetim mükemmelliğinin sayısıdır; yedi ise, hem iyi hem de kötü içindeki ruhsal bütünlüğün sayısıdır. İkisi perdenin dışında bulunurlar, perdenin iç kısmında En Üstün Olan’ın, Tanrı’nın görünümü vardır; ama sanki karanlıkta imiş gibi Kendisini gizler. Burada ışık ve beslenme mevcuttu; insanlık ile bir olan güçlü Tanrı; ve Kutsal Ruh’a ışık veren Tanrı. On iki elçinin Rabbe bedende bağlı olmaları ve Tanrı’nın yedi Ruhu’na sahip olan O’nun yedi kilisesi olmasının nedeni budur. O zaman için, on iki oymak bu görünümü dışsal olarak yanıtlıyordu. Yanıt, yeni Yeruşalim’de idi. Öncelikli düşünce, Tanrı’nın insandaki ve Ruh tarafından görünümüdür.” Ve bu iki gerçek birbirleri ile ilişki içindedirler – masanın ve kandilliğin ilgili konumları ile bağlantılı olmaları gerektiği gösterilir; kandilliğin ışığı üstüne ekmek konan masada cisim alan gerçeğe her zaman tanıklık eder.

(3) Konunu bu yanı ile ilgisi olan son nokta, “çadırın giriş bölümünde asılı bulunan nakışlı perde.” Bu “perde” konutun avlusunu kutsal yerden ayırırdı ve onun girişini oluştururdu. En kutsal yerin özenle dokunmuş perdesi gibi kutsal yer için aynı konumu meydana getirirdi. Bu nedenle, kahinler avludan (henüz tanımlanmadı) geldikleri zaman, görevlerini tamamlamak için kutsal yere bu “perde” arasından geçerlerdi. Bu nakışlı perdenin malzemeleri, özenle dokunmuş perdenin malzemeleri ile uyum içinde idiler.. Ama yine de önemli bir farklılık mevcuttur. Bu “perdenin” üzerine Keruvlar işlenmemişlerdir. Bunun dışında her şey aynı idi; ve bu yüzden birine özgü öğretiş, diğerine de uygulanacaktır. O zaman, bu perdenin üzerine Keruvlar neden işlenmemişlerdir? Hatırlanacağı gibi, Keruvlar İnsanoğlu’nun adil karakterini temsil ederler. O zaman özenle dokunmuş perde ile eşit olan diğer “perde” Mesih’in bir örneğidir – adil karakterinin özenle dışarıda tutulmuş halini temsil eder. Bunun nedeni açıktır. Bu “perdede” Mesih lütfu içinde temsil edilir; kahinlerin konumuna ve ayrıcalıklarına götüren yol olarak, bu karakterdeki bir Tanrı’nın huzuruna giden yol olarak lütuf sunar. Aynı zamanda direkler de çengeller gibi aynı malzemeden yapılmışlardır; ve aynı şekilde Mesih’in kişiliğine, tanrısal doğruluğa, Tanrı’nın sağındaki Kişi’nin tamamladığı işe işaret ederler. Ancak, dört yerine beş direk vardır. Bu durum, daha önce ifade edilmiş olan bir nedenden kaynaklanabilir – “perde” Mesih’in dünyaya sunuluşudur ve böylelikle beraberinde insana olan sorumluluk düşüncesini getirir. Halkalar, gümüş yerine tunçtan yapılmıştır. Tunç, her zaman olduğu gibi, insanı sorumluluğu açısından deneyen tanrısal doğruluktur. Bu konu, bir sonraki bölümde daha ayrıntılı olarak açıklanacaktır; ama sunulan Mesih’in lütuf içinde sunulan Mesih olduğu kolayca anlaşılır ve bu yüzden sorumlu insan için bir deneme söz konusudur. Ancak yine de, yalnızca Tanrı’nın önünde değil, ama aynı zamanda kendi vicdanı için de günah sorunu çözümlendiği anda, Mesih onun için Tanrı’nın huzuruna giden yol haline gelir. Ondan sonra her şey gümüş ile kaplanır, çünkü imanlı artık tamamlanmış kefaret üzerinde durur; Mesih’te O’nun kanı aracılığı ile kurtuluşa sahiptir.

Her şey hala Mesih’in portresini çizmektedir. Anlık ayrıntıların bazılarını yorumlamak hiç kuşkusuz zor olabilir ve zor olacaktır; eğer yine de, Mesih, canın önünde ise, O’nun yüceliğinin bazı ışınları çok geçmeden keşfedileceklerdir. Sabırlı ve bilinçli bir bağımlılık olmasını dileyelim, zihnin eylemlerine karşı uyanıklık ile birleşmiş olsun ve Tanrı’nın Ruh’u, Halkının canlarına bu gölgeleri açıklamaktan zevk alacaktır.

Bölüm 24

Tunç İle Kaplı Sunak

Mısır’dan Çıkış 27:1-8

Kutsal yerden dışarı çıktıktan sonra karşılaştığımız ilk şey, çadır ve tüm düzenlemeleri uygun olarak yerine getirildikten sonra ortaya çıkan yıkanma kazanıdır. Ama yıkanma kazanı son bölümde tanımı yapılmayan buhur sunağı gibi, aynı nedenden dolayı burada atlanmıştır. Yıkanma kazanı bir yaklaşma gösterisi değil, bir yaklaşma sembolü idi; ve bu bölümde yer verilen tunçtan yapılmış yakalık sunu sunağıdır. Görüleceği gibi, bu, garip bir özelliğe sahipti. Tanrı’nın bir görünümü idi ve aynı zamanda O’nun ve günahkarın arasındaki buluşma yeri idi. O bu görünüm ile sınırlı olarak gösterilir; yani, bu sınırın ötesindeki bir görünümün dışına çıkmaz; çünkü günahkar ile burada görüşmek, günahkar (yani onun adına hareket eden kahin) her şey hazır olduğu zaman, bu noktadan itibaren içeri girme özgürlüğüne sahiptir ve bu yüzden yaklaşma sembollerine ihtiyaç duyacaktır.

“Sunağı akasya ağacından kare biçiminde yap. Eni ve boyu beşer arşın (yaklaşık 2.3 m) yüksekliği üç arşın (yaklaşık1.4 m) olacak. Dört üst köşesine kendinden boynuzlar yaparak hepsini tunç ile kapla. Sunak için yağ ve kül kovaları, kürekler, çanaklar, büyük çatallar, ve ateş kapları yap. Tümü tunç olacak. Ağ biçiminde tunç bir ızgara da yap, dört köşesine birer tunç halka tak. Izgarayı sunağın kenarının altına koy. Öyle ki, aşağı doğru sunağın yarısına yetişsin. Sunak için akasya ağacından sırıklar yap, tunç ile kapla. Sırıklar halkalara geçirilecek ve sunak taşınır iken iki yanında olacak. Sunağı tahtadan, içi boş yapacaksın. Tıpkı dağda sana gösterildiği gibi olacak.” (1-8. ayetler)

Sunağın nasıl kullanılacağı konusuna girmeden önce, onun kendine özgü anlamını açıklamak gerekli olacaktır. Sandık ve masada olduğu gibi burada da akasya ağacından söz edildiğini görürüz. Ancak, sunak, altın yerine tunç ile kaplıdır. Tunç, sunağın karakteristiğidir. Tunç, tanrısal doğruluktur, altın O’nun Kendi içinde ne olduğunu sembolize eder, yani tanrısal doğası ile uyumludur, ama insanı sorumluluğu açısından dener. Altın, her zaman insan sorumluluğu ile birleşmiştir, bundan dolayı belirli bir adalet görünümünün insanı sorumluluğu konusunda yargılaması gereklidir, çünkü insan bir günahkardır. Bu durumda sunak, bir bütün olarak doğruluğu içinde görünen Tanrı’dır. Bu yüzden sunak, Tanrı ve insan arasındaki buluşma yerini oluşturdu; çünkü günahkar günahlarının içinde kaldığı sürece, Tanrı onunla ancak onun sorumluluk altında bulunduğu yerde buluşabilir. Bu nedenle sunak, dünyadan ayrılıp konutun avlusuna girildiği zaman, günahkarların gözüne çarpan ilk şeydi. Ama bir sunak vardı- ve bu, Mesih’in çarmıhının bir sembolü idi. Bu yüzden günahkar sunağa geldiği zaman, sunağın onu sorumluluk konusunda denemesine rağmen, günahkar, kurbanın yeterliliğine iman ederek geldiği zaman, tüm günahlarının silinmiş olduğunu görürdü ve sunakta yakılan kurbanın tüm tatlı kokusu içinde Tanrı’nın önünde durabilirdi.

Sunağın bulunduğu yer, onun karakterini ortaya koyar. Dünyanın dışında, ve tam avlunun içinde idi. Bu nedenle Mesih reddedildiği zaman, O bu dünyadan atıldı – utanç veren ağaca çivilendiği zaman, dünyadan yukarı kaldırıldı. Ama orada çarmıhta, sunaktaki örnekte olduğu gibi, insanın sorumluluğunun tamamını üstlendi ve taşıdı “Tanrı’nın, günaha karşı olan kutsal yargısının altına girdi ve O’nun yüceliğinin gerektirdiği her talebe öylesine bolluk ile yanıt verdi ki, sunağın üzerinde tamamı yanan kurban ateşi besledi, Tanrı’nın önüne kabul edilmenin tatlı bir kokusu olarak yükseldi. Tunç sunak üzerine yerleştirilen sunu, günah sunusu değil, yakmalık sunu idi. Günah sunusu ordugahın dışında yakıldı. Tunç sunak Mesih’in ölümünde daha çok Tanrı’nın – Kendi açısından – ne bulduğunu öğretir; ve biz bu gerçeği öğrenene kadar O’nun huzuruna kutsal bir cesaret ile yaklaşamayız. 1

Eğer şimdi sunağın kullanımlarını gözden geçirir isek, bu konu ile ilgili daha çok bilgi ortaya çıkacaktır. Belirtilmiş olduğu gibi yakmalık sununun sunağı, en üstün şekilde hazırlanmalı idi. (Levililer 1) Bunun yanı sıra, tahıl sunusunun, esenlik sunusunun ve günah sunusunun kısımları da aynı şekilde “yakmalık sunu sunağının” üzerinde yakılacaktı. (bakınız Levililer 2:2; Levililer 3:5; Levililer 4:10) Şu anda bu çeşitli kurbanların kendilerine has özelliklerine değinmeden, onların Mesih’in ölümünün farklı görünümlerini ima ettiklerini söylemek yeterli olacaktır; ve bu yüzden tüm bunların bileşimi içinde hepsinin sembolize ettiği o tek kurbanın sınırsız değerini ve sözle anlatılamayan eşsizliğini öğreniriz. Tunç sunak bu nedenle Mesih’i anlatır. Kendisini, Kutsal Ruh aracılığı ile Tanrı’ya lekesiz olarak sunan Mesih’in o ilk ve son kez kurban oluşunu ifade eder. Bu yüzden bir günahkar (bir İsrailli) bir kurban getirdiği zaman, bu eylemi ile, Tanrı’nın adil taleplerini kendisinin karşılayamayacağını, bir günahkar olduğunu ve bu yüzden ceza olarak yaşamını kaybettiğini; ve bu yüzden kendisinin yaşamı yerine sunmak üzere bir başka yaşam getirdiğini kabul etmiş olur. Elini yakmalık sununun başına koyduğu zaman, kendisini kurban ile özdeşleştirmiş olur. (Levililer 1:4) Eğer bir günah sunusu getirdi ise, sununun iç organlarının yağları bu sunağın üzerinde yakılacaktı (Levililer 3). Elini, kurbanın başı üzerine koyduğu zaman, suçu (mecazi anlamada) kurbanın üzerine aktarılacaktı ve sonunda ordugahın dışında kurbanı sunan kişinin günahları nedeni ile murdar bir şey olarak yakılacaktı. Sunu, eğer bir yakmalık sunu ise, aynı şekilde kişinin elini kurbanın başı üzerine koyması ile günahları kurbana aktarılacak ve kurbanın kabul edilişi ile özdeşleşecekti. Böylelikle iki şey gerçekleşmiş oluyordu. Bir yandan, kişinin günahları Tanrı’nın gözü önünden siliniyordu; diğer yandan kişi, Tanrı’nın önüne, Mesih’in kabul edildiği gibi kabul edilerek geliyordu. Böylece eğer sunak, insanı doğruluk açısından deniyor ise, kişinin adına mükemmel bir kurban sağlamış olan lütfu açıklamış oluyordu; öyle ki, Tanrı kişi ile adalet ile olduğu gibi, lütuf ve sevgi ile de buluşabilsin ve ona Kendi kutsal huzurunda durabilmesi için bir unvan verebilsin. Sunağın büyüklüğü bile bu gerçeği resmeden bir örnektir. Sunağın eni ve boyu beşer arşın olan bir kare idi. Bununla sorumluluğun tamamen insan ile ilgili olduğu gösteriliyordu ve bu sorumluluk Mesih’in çarmıhında yerine getirildi.

Tanrı’nın, günahkara verdiği teşvik ne kadar da bol! O’nun Tahtının ve Adaletinin talepleri sunak aracılığı ile karşılanmıştır; çünkü kan sunağa serpilmiştir ve kurban yanıp tükenmiştir.

Tanrı bu nedenle, sunağa iman ile yaklaşan herkesi lütuf ve adalet ile kabul edebilir; müjde her ülkeye gönderildiği zaman ilan edilmesi gereken sevinçli haberler bunlardır. Şimdi Mesih’in çarmıhı artık Tanrı ve günahkar arasındaki buluşma yeridir. Tanrı, çarmıhta yerine getirilenin temeli üzerinde adil olabilir ve İsa’ya iman eden herkesin Aklayıcısı olabilir. Günahı Huzuruna getirebilmesini sağlayacak başka hiç bir temel yoktur. Eğer bir İsrailli tunç sunağı reddeder ise, kendisini sonsuza kadar Tanrı’nın merhametinin dışında bırakmış olur. Ve aynı şekilde her kim Mesih’in çarmıhını reddeder ise, kendisini sonsuza kadar kurtuluş umudunun dışında bırakmış olur.

Aynı zamanda sunağın boynuzları üzerinde düşünmek gerekir. Dört üst köşenin her birinde birer tane olmak üzere dört boynuz vardı. (ayet 2) Belirli durumlarda kurbanın kanı bu boynuzların üzerine serpilirdi, örneğin aynı kahinin günah sunusunun kanına parmağını batırıp yakmalık sunu sunağının boynuzlarına sürmesi gibi. (Levililer 4:25, 30 v.b.) Boynuz, bir güç sembolüdür. Bu nedenle kan boynuzların üzerine serpildiği zaman, ona karşı olmuş olan sunağın tüm gücü (ve tüm bütünlüğü içinde gösterildi) şimdi günahkarın istifade etmesi için kullanılır. Sunağın boynuzları böylelikle bir sığınma yeri, şeref ve onuruna dokunulamaz bir kutsal yer haline gelirler; çünkü serpilen kanın temeli üzerinde haklı olarak koruma altındadırlar. Süleyman’dan kaçan Yoav, bu korunmayı istedi (1. Krallar 2:28); ama bir katil olduğu için bu korunma için bir hak talep edemedi ve öldürüldü. Bu durum, yüreğinde Mesih’ten hala uzak olmasına rağmen, yargıdan kaçmak için Mesih’in ölümünün yararlarına sahip olmak isteyen günahkarın durumu gibidir. Ama sunak üzerinde Tanrı’ya sunulan kurbanın değerine her nerede güven duyuluyor ise, onun sığınağı ve koruması altında dinlenen cana ne yeryüzünde ne de cehennemde dokunabilecek hiç bir güç yoktur.

“Dinlenmek ve güvenmek için İsa’ya yaslanan canı,
düşmanlarına terk etmeyeceğim;
cehennemin tümünün bu canı sarsmak için çaba göstermesine rağmen,
Ben, bu canı asla, asla terk etmeyeceğim.”

Çölde Sayım kitabının 4. bölümünde ayrıntılı olarak verilen sağlayışa bir an için göz atmak ilgin olacaktır. “ Sunaktan yağı, külü kaldıracak, sunağı mor bir bez ile örtecekler. Sonra üzerine hizmet için kullanılan bütün takımları, ateş kaplarını, büyük çatalları, kürekleri, çanakları yerleştirip deri bir örtü ile örtecek, sırıklarını yerine koyacaklar.” (13,14. ayetler) Mor bezin, sunağın üzerine hemen konması gerekiyordu. Mor renk, kraliyeti temsil eder ve bu yorumu net bir hale getirir. Bunlar, sunakta görüldüğü gibi, Mesih’in acılarıdırlar ve aynı zamanda mor rengin gösterdiği gibi, acılarını izleyecek olan yücelikleridir. Önce çarmıh ve sonra taç. Ama sunak çölde idi ve bu yüzden, mor bez deri bir örtü ile örtülü idi. Mesih’in kraliyet yüceliği ile ilgili zaman henüz gelmemişti. Bu arada O’nu reddedilerek çölden geçerken kötülükten koruyan kutsal uyanıklığın sembolü bu deri örtü idi ve O, egemenliğinin gelmesini beklerken görülen yalnızca bu deri örtü idi.

Sunağın kaplarının hepsi, onun kendine özgü özellikleri ile uyumlu olarak tunçtan yapılmışlardı. Sunağın taşınacağı sırıklar, akasya ağacından yapılmış ve sunağın kendisi gibi tunç ile kaplanmışlardı. Son olarak, Musa’ya tekrar her şeyi dağda kendisine gösterilen örneğe uygun olarak yapması gerektiği hatırlatıldı. Yalnızca Tanrı’nın bilgeliği, böylesine bereketli pek çok gerçeği cisimlendirmesi gereken sunağı tasarlayabilirdi. Şam’da gördüğü sunağın güzelliği ile aklı başından gitmiş olan Ahaz adlı bir kral Tanrı’nın sunağını reddedebilir (2. Krallar 16); ama bu tutumu onun ve tüm İsrail’in yıkımı oldu. ( 2. Tarihler 28:23) Bu nedenle, insanlar şimdi Mesih’in çarmıhının öğretişini reddedebilirler, kendi düşüncelerine göre onu bir sürçme taşı ya da akılsızlık olarak algılayabilirler ve kendi estetik zevklerine uygun bir sunak seçip orada tapınabilirler ve böylelikle doğal insanın ön yargılarını gücendirmiş olmazlar; ama kral Ahaz’ın durumunda olduğu gibi, varacakları sonuç, yalnızca sonsuz yıkımları olacaktır. Yalnızca Tanrı Kendi huzuruna kabul edilmenin uygun yolunu ve yöntemini takdir edebilir ve emredebilir.


1. Yakmalık sunu, Tanrı’nın, Mesih’in ölümündeki rolünü ortaya koyarken, kurbanı sunan kişinin onun için kefarette bulunmasının kabul edildiği hiç bir zaman unutulmamalıdır. (Levililer 1:4)

Bölüm 25

Buluşma Çadırının Avlusu

Mısır’dan Çıkış 27:9-19

Tunç sunağın tanımlanmasından sonra sıra, buluşma çadırının avlusuna gelir. Hatırlanacağı gibi bu avlu, bu ayette ayrıntılı olarak tanımlandığı gibi, özenle dokunmuş ince keten örtüler ile çevrili ve buluşma çadırını çevreleyen açık alan idi. Buluşma Çadırı’nın bir kısmı ya da daha çok onunla bağlantılı olarak düşünüldüğü zaman, bu avlu, üçüncü bölümü oluşturuyordu. Bu avlunun içinde, daha önce de gösterilmiş olduğu gibi, en iç bölümde yer alan en kutsal yer bulunuyordu; sonra dışarı geçildiği zaman, kutsal yer; ve sonra burada anlatılan avlu vardı. Aynı zamanda bu da Tanrı’nın bir görünümüdür – Mesih’in, kutsal yerin her kısmında nasıl her zaman Ruh’un zihninde bulunduğunu öğretir; ve böylelikle Mesih’in kutsal yerin gizemlerini çözmek için tek anahtar olduğunu ifade eder.

“Konuta bir avlu yap. Avlunun güney tarafı için yüz arşın (yaklaşık 45 m) boyunda, özenle dokunmuş ince keten perdeler yapacaksın. Perdeler için yirmi direk yapılacak; direklerin tabanları tunç, çengelleri ve çengel çemberleri gümüş olacak. Kuzey tarafı için yüz arşın boyunda perdeler, yirmi direk, direkleri için yirmi tunç taban yapılacak. Direklerin çengelleri ile çemberleri gümüşten olacak.

Avlunun batı tarafı için elli arşın (yaklaşık 22.5 m) boyunda perde, on direk, on taban yapılacak. Doğuya bakan tarafta avlunun eni elli arşın olacak. Girişin bir tarafında on beş arşın (yaklaşık 6.8 m) boyunda perde, üç direk ve üç taban olacak. Girişin öbür tarafında da on beş arşın boyunda perde, üç direk ve üç taban olacak.

Avlunun girişinde lacivert, mor ve kırmızı iplik ile özenle dokunmuş ince ketenden yirmi arşın (yaklaşık 9 m) boyunda nakışlı bir perde olacak. Dört direği ve dört tabanı bulunacak. Avlunun çevresindeki bütün direkler, gümüş çemberler ile donatılacak. Çengelleri gümüş, tabanları tunç olacak. Avlunun boyu yüz, eni elli, çevresindeki perdelerin yüksekliği beş arşın (yaklaşık 2.3 m) olacak. Perdeleri özenle dokunmuş ince ketenden, tabanları tunçtan olacak. Konutta her türlü hizmet için kullanılacak bütün aletler, konutun ve avlunun bütün kazıkları da tunçtan olacak.” (9-19. ayetler)

Bu tanımdan anlaşıldığına göre, Buluşma Çadırının boyu yüz arşın, eni ise elli arşın idi. (9-13. ayetler) Belirtilen şekilde yapıldı: önce, iki tarafın her yanında, kuzeyde ve güneyde yirmi tane direk vardı (10,11. ayetler), ve doğu ve batıda olmak üzere her iki yanda yirmi tane direk bulunuyordu – Girişin bir tarafında üç direk ve avlunun girişinde dört direk yer alacaktı (12-16. ayetler) Direklerin toplam sayısı altmış idi. Bu direklerin üzerinde – ya da kesin olarak konuşmak gerekirse, elli altı tanesinin üzerinde - avlunun girişinde bulunan dört tanesinin dışında – avluyu oluşturan özenle dokunmuş ince ketenden nakışlı bir perde olacaktı. Perdenin boyu avlunun güney tarafı için yüz arşın idi, batıya bakan avlunun girişindeki perdenin boyu on beş arşın, kuzey tarafı için yüz arşın, doğuya bakan avlunun girişindeki perdenin boyu ise on beş arşın olacaktı (9-15. ayetler) - tümü bir arada iki yüz seksen arşın idi. Doğuya bakan tarafta avlunun girişinde lacivert, mor ve kırmızı ilik ile, özenle dokunmuş ince ketenden yirmi arşın boyunda nakışlı bir perde olacak idi – kutsal yerin girişinde asılı olan perdeye her konuda benzeyen bir perde. Avlunun çevresindeki bütün direkler gümüş çemberler ile donatılacak ve çengelleri gümüş, tabanları tunçtan yapılacak idi. (ayet 17) tüm bu anlatılanlara özgü öğretiş, Mesih’i ve imanlının iki yönlü sunumundan kaynaklandığı algılanacaktır.

Özenle dokunmuş ince keten,birden fazla kez gösterildiği gibi, Mesih’in lekesiz saflığının, O’nun doğasındaki olumlu saflığın bir belirtisidir. Bu durum, burada farklı bir şekilde görülebilir. Özenle dokunmuş ince ketenden yapılmış bu perdelerin ölçüsü iki yüz seksen arşın idi. Bu iki perdenin ölçüleri bu nedenle eşittiler. Buluşma çadırının perdeleri, Mesih’in, doğasını ve karakterini ve gelecekteki yüceliklerini ve adalet yetkisini temsil ederler. Ama O’nun bu şekilde temsil edilmesi,Tanrı’nın gözü ve kahinin gözü için idi. Böyle olduğu için O, dışarıdan değil, yalnızca içeriden görülebilirdi. Özenle dokunmuş ince keten perdeler aynı zamanda Mesih’i de temsil ederler, ama bunu içerden bakanlardan ziyade dışarıdan bakanlar için yaparlar. Ordugahtaki herkes tarafından görülebilirlerdi. Bu nedenle Mesih’in bu sunumu, doğasının saflığı içinde, dünya için yapılır. O, böylelikle düşmanlarına, günah konusunda meydan okuyabilirdi. Pilatus, defalarca, O’nda hiç bir suç bulamadığını itiraf etmek zorunda kalmıştı. Ve Yahudi yetkililerin kartal gibi keskin bakışları ile yaptıkları araştırmalara rağmen, hiç biri O’nun hatalı olduğuna ilişkin tek bir kanıt bile bulmayı ya da hatta üretmeyi başaramadılar. O’nun kutsal yaşamının, varlığının saflığından akan uygulamadaki doğruluk yaşamının özenle dokunmuş ince ketenlerinde tek bir leke bile bulunamadı.

Burada değineceğimiz bir başka konu daha var. Bu perdelerin boyları beşer arşın idi (ayet 18); ve her iki yanlarında enleri yüz arşın idi ve son kısımları ise elli ve otuz arşın idiler. Bu belirtilen son rakamların hepsi, ona ve beşe bölünebilirler. O zaman bu sayıların Tanrı’ya olan sorumluluk ve insana olan sorumluluk konusundaki güçleri kabul edildiğinde, O’nun yaşamının lekesiz saflığının bu iki yönlü sorumluluğu mükemmel bir şekilde karşılamış olmasından kaynaklandığı görülür. O, Tanrı’yı ve komşusunu tüm yüreği ile, evet, hatta Kendisinden bile daha çok sevdi. Bu nedenle, gözleri açılmış olan kişiler için bu perdeler yaşamında ve yürüyüşünde Tanrı’nın her talebine mükemmel bir şekilde yanıt vermesi gereken Kişi’nin gelişini ilan ederler.

Direkler, tabanları, çengelleri, v.b. direklerin malzemesi belirtilmemiştir. İlk bakışta, onuncu ayete göre, tunçtan yapıldıkları düşünülebilir; ama Mısır’dan Çıkış 38:10 ayeti ile karşılaştırıldığı zaman, yalnızca tabanlarının tunçtan yapılmaları gerektiği anlaşılır. Kıyaslama üzerinde durulduğu takdirde, direklerin akasya ağacından yapılıp sonra tunç ile kaplandıkları sonucu çıkartılır. Ama Kutsal Yazıların sessiz kaldıkları yerlerde insanların vardıkları sonuçlar, izin verilebilir dahi olsalar, belirsizdirler. Ancak, her şeye rağmen yine de iki şeyden söz edilmiştir. Direklerin tabanları tunç,çengelleri ve çemberleri gümüştü. Başlıkları da gümüş kaplama idi. Avlunun bütün direkleri gümüş çemberler ile donatılmışlardı. (Mısır’dan Çıkış 38:17) Tunç,insanın sorumluluğunu deneyen, tanrısal doğruluktur. Bu yüzden, buluşma çadırında, altın nasıl iç kısmın özelliği ise, tunç da dış kısmın özelliğidir. İnsana düşen sorumluluğun denenmesi ve Tanrı’nın huzuruna çıkartılmadan önce bu sorumluluğun yerine getirilmesi gerekir.Özenle dokunmuş ince keten perdeler tarafından sembolize edilerek Mesih’in Kendisini dünyaya sunması, tanrısal doğruluğun her talebini karşılamış olmasının temeli üzerinde durur. Bu, O’nun Kurtarıcı olarak sahip olduğu karakterinin temelidir. Gümüş, kurtuluştan söz eder. Direklerin çengelleri ve çemberleri gümüştü; başlıkları da gümüş kaplama idi. Ve perdeler onların üzerinde duruyorlardı. Bu nedenle Mesih, yaptığı işin yeterli olduğunu gösterir. Bu, O’nun, Tanrı’nın sağındaki yerinde bile yüceliğinin tacıdır. Bu yüzden, eğer Mesih günahkarı, tunç tabanlar aracılığı ile araştırıyor ise, ona aynı zamanda gümüş aracılığı ile gösterilen kanın değerini de ilan eder. İnsanı deneyen tunç, onun ihtiyacını ortaya çıkartır. Ve bu ihtiyaç ortaya çıkar çıkmaz, gümüş onu karşılamaya hazırdır. Direklerin sayısı altmışaltı idi – girişte bulunanlar dışında – ve üzerlerinde perdeler asılı idi. Elli altı sayısı, yedi çarpı sekizin sonucudur. Yedi rakamı, mükemmel rakamdır; ve sekiz dirilişin sayısıdır. O’nun yeryüzündeki yaşamında mükemmel bir şekilde gösterilen Mesih’in uygulamalı doğruluğu, O’nun dirilişi aracılığı ile mühürlenir. “Rabbimiz İsa Mesih, beden açısından Davut’un soyundandır; kutsallık ruhu açısından ise ölümden dirilmek ile Tanrı’nın Oğlu olduğu kudretle ilan edildi.” (Romalılar 1:4)

Avlunun girişindeki perde kutsal yere girişi oluşturan perdenin aynısıdır. Ve aynı şekilde Mesih’in yeryüzü ile olan tüm bağlantısını, O’nun göksel karakterini, İnsanoğlu ve Davut oğlu olarak sahip olduğu kraliyet yüceliklerini ve lekesiz saflığını ima eder. Burada da bir kez daha Keruvların bulunmadığını görürüz ve bunun nedeni, O’nun burada dünyaya sunulan, Kapı ve Yol olmasıdır; çünkü bize söylenen şudur: “Tanrı, Oğlu’nu dünyayı yargılamak için göndermedi, dünya O’nun aracılığı ile kurtulsun diye gönderdi.” (Yuhanna 3:17) Artık yaşam ağacının yolunu korumak için Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yoktur, çünkü bu alevli kılıç Golgota tepesinde Tanrı’ya sunulan kutsal kurbanın, Mesih’ üzerine inmiştir. Ve böylelikle O, Tanrı’nın kutsallığını sonsuza kadar tatmin etmiş olarak Kendisini kişiliğinin ve lütfun tüm çekiciliği ile dünyaya, yol, yaşam ve gerçek olarak sunabilir. Orada, herkesin gözü önünde girişteki bu perde gösterilir ve her renk Mesih’i anlatırken, hepsi uyum ve güzellikleri içinde, hep birlikte şu duyuruda birleşirler, “Benim aracılığım ile giren herkes, kurtulacaktır.”Aynı zamanda gözlemlenmesi gerekli olan bir nokta daha vardır: Mesih, avluya olduğu gibi, kutsal yere ve en kutsal yere giden yoldur. Biri şu ifadede bulunmuştur: “Yeryüzünde, göklerde, ya da göklerin göklerinde gözler önüne serilecek olan yüceliğin çeşitli alanlarına girişi sağlayan tek yoldur.”

Ancak şimdi Buluşma Çadırının avlusunun bir başka görünümü daha karşımıza çıkar. Eğer avlu bir yandan Mesih’i temsil ediyor ise, öte yandan Mesih’i temsil ettiği için imanlının sorumluluğunun da ölçüsü olur. Hiç kimse bundan daha aşağıya yükseltilemez ya da kabul edilemez. Çünkü O, bize, O’nun adımlarında yürümemiz için bir örnek bırakmıştır. Aynı zamanda, bu görünüm içinde gözden geçirilen ölçüler de önemlidirler. Belirtilmiş olduğu gibi, Buluşma Çadırının perdeleri, iki yüz seksen arşındır. Bunlar, Tanrı’nın gözündeki Mesih’i ortaya sererler. Ama Mesih bu dünyada nasıl ise, bizler de öyleyiz. (1. Yuhanna 4:17) Bu yüzden bu perdeler, ayrıcalık perdeleridirler – Tanrı’nın huzurundaki mükemmel kabul edilişimizi açıklarlar. Aynı zamanda, özenle dokunmuş ince keten perdeler, iki yüz seksen arşındırlar ve böyle olduğu için Mesih’in yaşamının, kusursuz yürüyüşünün ve O’nun lekesiz saflığının uygulamalı doğruluğunu gösterirler; bu perdeler, sorumluluğun perdeleridirler. Vahiy kitabında, ince beyaz ketenin kutsalların doğruluğu olduğu söylenir. (Vahiy 19:8) Kutsalın sorumluluğu, Tanrı’nın huzurunda ne olduğu konusundaki ayrıcalığı ile ölçülür. Burada bir başka düşünce daha mevcuttur. Bize düşen sorumluluk, Mesih’in yürüdüğü gibi yürümemizdir ve bu yürüyüş bizim Tanrı’ya olan sorumluluğumuzdur. (1. Yuhanna 2:6) Ama bu perdeler, beş arşın boyunda idiler. Beş rakamı, hatırlanacağı gibi, insana olan sorumluluğun sayısıdır; ve bununla Tanrı’ya olduğu gibi, insana da sorumlu olduğumuz öğrenilebilir – yürüyüş ve konuşmalarımızda Mesih’i temsil etme konusundaki sorumluluğumuz.

Direkler, aynı zamanda imanlıya da işaret ediyor olabilirler. Tunç tabanlı, tanrısal doğrulukta temellenmiş, talepleri karşılanmış ve kurtuluşun değerine sahip olarak, başlarımızın üzerindeki gümüş aracılığı ile sembolize edilmiş olarak direkler, Mesih’in böyle bir sunumu için önceden gerekli olan şeylerdir. Aynı zamanda kazıklar ve iplerden de söz edilir. (Mısır’dan Çıkış 27:19; Mısır’dan Çıkış 35:18) Bu kazıklar ve ipler, dengenin sağlanması içindir – özenle dokunmuş keten perdeler ile direkleri yerlerinde muhafaza etmek için. Bunu imanlı hakkında yorumlamak, imanlının gücünün kaynağının kendisi olmadığı, eğer dünyanın önünde uygulamalı doğruluk göstermeyi elde etmek ister ise, imanlının dışarıdan bir güce ihtiyaç duyduğunu öğretecektir; ve kendisine tanrısal doğruluğun temeli üzerinde duran bir konum verilmesine ve kurtuluşun değeri altında olmasına rağmen, asıl gerçek, imanlının kendi kaynaklarına bırakıldığı takdirde, tek bir an için bile bu konumu elde edemeyecek oluşudur. Bu nedenle, kazıklar ve ipler, imanlının “zaman sona ererken, açığa çıkarılmaya hazır olan kurtuluşa kavuşması için iman sayesinde Tanrı’nın gücü ile korunuyor” olduğunu açıklarlar. (1. Petrus 1:5) Her şey Tanrıdandır; İmanlı her ne ise, her neye sahip ise ve her neden zevk alıyor ise, bunların hepsi O’nun lütfu sayesindedir. Sorumluluğu gibi konumu da yalnızca Rabbe olan bağımlılığı sayesinde elde edilir. Tüm bu kazıklar, buluşma çadırında diğer hizmetler için kullanılan tüm aletler ile eşit olarak tunçtan yapılacaklardı (ayet 19). Böylece kutsal yerin ve en kutsal yerin dışındaki her şey, tanrısal doğruluk tarafından karakterize edildi, ama tanrısal doğruluk Tanrı ve insanlar arasındaki buluşma yeri olduğu için insan sorumluluğunu dener. (bakınız Mısır’dan Çıkış 29:42) ama yine de insan kendi başına tanrısal doğruluğun taleplerini karşılayamayacağı için, Tanrı’nın doğruluğu inanan eden herkes için yalnızca İsa Mesih’e iman aracılığı ile elde edilir. İman eden, lütuf ile kurtulduğu için Tanrı’nın huzurunda kurtulmuş olarak tanrısal doğruluğun hareket ettirilemez temeli üzerinde durur. “Öyle ki, günah nasıl ölüm yolu ile egemenlik sürdü ise, Tanrı’nın lütfu da Rabbimiz İsa Mesih aracılığı ile sonsuz yaşam vermek üzere doğrulukla egemenlik sürsün.” (Romalılar 5:21)

Bölüm 26

Kahinlik

MISIR’DAN ÇIKIŞ 28

Bu konuya girmeden önce, varmış olduğumuz noktayı hatırlamamızda yarar olabilir. Buhur sunağı ve yıkanma kazanı dışında, buluşma çadırı şimdi kutsal hizmet kapları açısından tamamlanmış bulunmaktadır. Antlaşma Sandığı ile başladık, daha sonra üstünde ekmek sunulan masa ve altın kandillik tanımlandı. Konut (özenle dokunmuş perde), çadır (keçi kılından perde) ve daha sonra bunları kırmızı boyalı koç derilerinden bir örtü ve onun üstünde de deriden bir başka örtü izledi. Daha sonra konutun çerçeveleri ve yerlerine konmaları ve perde aracılığı ile en kutsal yer ve kutsal yer arasındaki bölme ve “çadırın giriş kapısındaki perde”, yani, dışarıdan kutsal yere olan giriş. Sonra kutsal hizmet kapları düzenlendi: sandık, bağışlanma kapağı ve onun “yücelik Keruvları” en kutsal yere kondular ve masa ve altından kandillik kutsal yere yerleştirildi. Daha sonraki bölümde tunç sunak tanımlandı ve son olarak çadırın avlusundan söz edildi. Buraya kadar verilen her şey Tanrı’nın bir görünümü ile ilgili idi; ya da genellikle ifade edildiği gibi O’nun görünümünün bir sembolü; yani, Mesih’te bulunan Tanrı ile ilgili bir şeyi örnek ya da figür olarak açıklamak. Deyim yerinde ise, burada söylenecek olan, Tanrı’nın çıkıp halkına gelmesidir. O zamandan beri düzen tersine dönmüştür. Şimdi konu olan, Tanrı’nın çıkıp gelmesi değil, Tanrı’nın yanına gidilmesidir. Bu yüzden, bundan sonraki her şey, O’nun huzuruna giriş ile ilgilidir. Ve sonuç olarak arada atlanmış olan tüm kaplar yaklaşım ile ilgili sembollerdir; yani Tanrı’ya yaklaşmak için gerekli olan kaplar. Ama bu konulara girmeden önce bir ara bulunur ve kahinlik ile ilgili atanma ve adanma konuları ayrıntılı olarak sunulur. Bunun nedeni şudur: kapların kullanılabilmesinden önce yaklaşmak için planlanmış kişilerin bulunası gerekir. Bu nedenle, karmaşa gibi görünen bu konuda tanrısal bir düzen mevcuttur. Tanrı çıkıp halkına gelmiştir; sonra kutsal yerinde hizmet için atanması gereken kişileri belirler – O’nun huzuruna kabul edilmenin özel ayrıcalığından zevk alan kişiler; ve son olarak Tanrı’nın evinde yapılacak olan kutsal görevde ihtiyaç duyulacak olan kaplara sıra gelir. Bu düzenleme aynı zamanda bize Mısır’dan Çıkış 27. bölümün sonundaki altın kandilliğe yağ sağlamak ile ilgili buyruğun neden verildiğini anlamamıza da yardımcı olacaktır. Daha önceden de açıklanmış olduğu gibi yağ, Kutsal Ruh’un bir örneğidir. İsrailoğulları Musa aracılığı ile yağı sağlamakla görevlidirler ve böylelikle Harun ve oğulları tarafından sabahtan akşama kadar Rabbin önünde kandilliğin ışığını sürekli yakmak için hizmet verilir. Başka bir deyişle, kahinler atanmadan önce, kahinlerin kendileri için hareket edeceği kişiler (kefaret parasına geldiğimiz zaman bu konu daha ayrıntılı olarak ifade edilecek olmasına rağmen) ayrıntılı olarak görülecektir ve her ayetin konumu, konuların düzeninde olduğu gibi, tanrısal bilgelik ve önem ile mühürlenmiştir. Her şey bu şekilde düzenlendikten sonra, kahinlerin kutsal görevleri için ayrılmaları gerekir.

“Bana kahinlik etmeleri için İsrailliler arasından ağabeyin Harun’u, oğulları Nadav, Avihu,Elazar ve İtamar’ı yanına al.” (ayet 1)

Bu konuyu anlamamız için iki ya da üç başlangıç sözü yeterli olacaktır. Kahinlerin atanmasının gerekli olmasının nedeni, insanların günahkar olmaları gerçeğinden kaynaklanır. Ve böyle olduğu için onları günahın suçundan arıtacak bir sağlayış henüz mevcut olmadığından Tanrı’nın huzuruna gelmek için gerekli bir unvan yoktur. İnsan günahlı hali ile, bunu yapamaz, yapmaya cesaret edemez; Tanrı’nın huzuruna gelemez. Bu nedenle, kahinlik görevinin objesi, Tanrı’ya hizmettir (ayet 1);ama insanların adına Tanrı’ya hizmet etmek. (İbraniler 5:1,2) Bu ilahi takdirde, Tanrı halkının bazılarının bu özel şekilde diğerleri adına kahinler olarak hareket etmeleri gibi bir şey yoktur. Şimdi tüm imanlılar kahindirler (bakınız 1. Petrus 2:5,9). İmanlıların hepsi, en kutsal yere kabul edilme özgürlüğünün tadını çıkartırlar (İbraniler 10). Harun bu nedenle, Mesih’in bir örneğidir – tek başına olduğu zaman Mesih’in bir örneği, ama oğulları ile birlikte olduğu zaman, kahinler ailesi olarak kilisenin bir örneğidir; ama aynı zamanda Mesih ile birleşmiş olan kilisenin bir örneği. Buradaki farklılık, bir sonraki bölümde daha net olarak ortaya çıkacaktır. Çünkü gerçeğe aldırmamak ya da gerçeği umursamamak nedeni ile imanlı olduğunu ağzı ile ifade etmiş olan binlerce imanlı Yahudiliğe geri dönmüştür ve daha binlerce imanlı da Yahudiliğe geri dönmektedir, Harun ve oğulları gibi halkları adına Tanrı’nın huzuruna gitmek gibi özel bir ayrıcalığa sahip olduklarını iddia eden bir insani düzene kanarak bu düzeni kabul ederler. Böyle bir iddiada bulunmak Hıristiyanlığın özünün temeline saldırmaktır; çünkü bu, Mesih’in ilk ve son kez olmak üzere bir defa kurban edilişinin sürekli yeterliliğini inkar eden bir iddiadır. O zaman, hatırlanacağı gibi, Harun, Mesih’in bir örneğidir; ama eğer Harun oğulları ile birlikte düşünülür ise, o zaman kahin ailesi olarak Mesih ile birleşmiş olan kilisenin ayrıcalıkları sunulur. Harun’un ve oğullarının seçilmesinin nedeni saf lütuf idi. Görev için gerekli olan nitelik, tanrısal atanma idi (İbraniler 5:4). Ama Harun kendi çabasının temelinde seçilmedi; onun kahin olmasının tek nedeni, tanrısal ve egemen lütfun bir objesi olması idi. Böyle bir onur elde etmek için Tanrı’dan hiç bir talebi olmadı; ama Tanrı bu görevi ona Kendi egemen yetkisini uygulayarak verdi.

Bölüm iki konuyu kapsar – kahinlik giysisi, ve kahinin görevi. Her ikisi birbirine karışmıştır, ama öncelikle üzerinde durulacak olan, kahinlik giysisidir.

“Ağabeyin Harun’a görkem ve saygınlık kazandırmak için kutsal giysiler yap. Bilgelik verdiğim becerikli adamlara söyle, Harun’a giysi yapsınlar, öyle ki, bana kahinlik etmek için kutsal kılınmış olsun. Yapacakları giysiler şunlardır: Göğüslük, efod, kaftan, nakışlı mintan, sarık, kuşak. Bana kahinlik etmeleri için ağabeyin Harun’a ve oğullarına bu kutsal giysileri yapacaklar. Altın sırma, lacivert, mor, kırmızı iplik, ince keten kullanacaklar. Efodu altın sırma ile, lacivert, mor, kırmızı iplik ile özenle dokunmuş ince ketenden ustaca yapacaklar. Bağlanabilmesi için iki köşesine takılmış ikişer omuzluğu olacak. Efodun üzerinde efod gibi ustaca dokunmuş bir şerit olacak. Efodun bir parçası gibi lacivert, mor, kırmızı iplik ile, altın sırma ile, özenle dokunmuş ince ketenden olacak.” (2-8. ayetler)

Toplam altı kutsal giysi olacaktı (ayet 4), ya da eğer üzerine mühür oyulmuş saf altından levhayı da ekleyecek olur isek (ayet 36), yedi giysi olacaktı; bunlar yücelik ve güzellik giysilerini oluşturacaklar idi. İlk sırada efod geliyordu, çünkü kahinlik giysisinde öncelik efoda aitti. Efod olmaksızın kahin görevini tam olarak yerine getiremezdi. Efod, dört malzemeden yapılırdı – lacivert, mor, kırmızı iplikler ve özenle dokunmuş ince keten; bunlara altın sırma da eklenirdi. (ayet 5)

Önce altın sırmadan söz edilir ve altın, giysinin tanrısal olduğu anlamına gelir. Ancak yine de eğer altını tanrısal doğruluğun bir işareti olarak ele alır isek, Mesih’in bunun üzerinde Kahin olarak görevini uyguladığı temel olduğunu ortaya koyacaktır; Tanrı’nın önündeki aracılığını buna uygun olarak yapar ve bu nedenle, aracılığının yeterli hükmü vardır. Geri kalan dört malzemede Mesih’in göksel karakteri (lacivert), İnsanoğlu ve Davut oğlu olarak yücelikleri (mor ve kırmızı) ve kusursuz saflığı (özenle dokunmuş ince keten), günahkarlardan ayrı olduğu için kutsallığı, zararsızlığı, kirli olmayışı sembolize edilir. Tüm bunlar aracılığı ile iki şey öğretilir. Birincisi, İsa, Tanrı ve insan doğası ile – Tanrı-insan olarak – bizim için Kahin olarak görev yapar. Kişiliğinin tüm değeri, görevinin uygulamasına yansır – O’nun tanrısal olarak ne olduğundan söz eden altın ve insan olarak O’nun mükemmelliğinin ve saygınlığının çeşitli renklerine değinilir. Elçi, bu iki noktayı İbranilere yazdığı mektupta dile getirir: “Tanrı Oğlu İsa, gökleri aşan büyük baş kahinimiz olduğu için açıkça benimsediğimiz inanca sımsıkı sarılalım.” (4:4) O, İsa’dır ve Tanrı’nın Oğlu’dur. Efodun malzemelerinde örnek olarak gösterilen, en değerli gerçek budur. O’nun Kendi içinde ne olduğunu hatırlamak ve O’nun İsa ve Tanrı Oğlu olarak Kahinlik görevi aracılığı ile bizim için yaptığı işin değerinin farkına varmak, bu konudaki algılamamızı nasıl da genişletecektir! İkinci olarak, bu malzemeler O’nun kahinliğinin karakterini açıklarlar. O’nun öz doğası ve karakteri ile birlikte kraliyet yücelikleri de resmedilir. O, gerçekten Tahtında oturan bir Kahin olacaktır. (Zekeriya 6:13) O, şimdi Kahinliğini, imanlılar adına Harun’un, büyük kefaret gününde perdenin içindeki görev modeline göre uygular; ama O’nun İsrail için kahinlik görevi, tam ifadesi ile Melkisedek karakterinde görülecektir. (Mezmur 110; İbraniler 7) Harun’un efodu, Mesih hem doğruluk Kralı hem de esenlik Kralı olacağı zaman, gözler önüne serilecek olan bu gelecekteki yüceliklerden söz ediyordu. Bu nedenle, tam olarak ifade edecek olur isek, Harun’un en kutsal yere sergilediği karakter yüzünden hiç bir zaman gitmemiş olmasına rağmen, giysi, Mesih’in İsrail için Kahinliğini sembolize eder; çünkü Nadav ve Avihu hata yaptılar ve bunun bir sonucu olarak, Harun’un, Tanrı’nın huzuruna gitmesi yasaklandı; yalnızca yılda bir kez girebilirdi ve üzerindeki giysiler yücelik ve güzellik giysileri olmazdı.(Levililer 10,16) Ama Mesih bu giysilerin sembolize ettiği her şeyi üstlenecek ve o zaman ilk kez olarak, Tanrı’nın, halkı için düşündüğü kahinlik görevinin tam olarak yerine geldiği görülecekti.

Efodun kuşağı efodun kendisi gibi aynı malzemeler ile süslenmişti. Bu nedenle, dikkatimizin kuşağa yönlendirilmesi önem taşır. Kutsal Yazılar’da kuşak, sürekli olarak hizmetin bir örneği olarak verilir. Bu konu ile ilgili güzel bir örnek, kutsanmış Rabbimizin Kendi söylediği sözlerde bulunur: “efendileri geldiği zaman, uyanık bulunan kölelere ne mutlu! Size doğrusunu söyleyeyim, efendileri beline kuşağını bağlayacak, kölelerini sofraya oturtacak ve gelip onlara hizmet edecek.” (Luka 12:37) O zaman, efodun kuşağı, Mesih’in Kahin olarak sunduğu hizmeti ifade eder, Tanrı’nın huzurunda bizim için verdiği hizmeti sembolize eder. Bir Hizmetkar – mükemmel Hizmetkar – olarak dünyada iken Babasının isteğini yapmaktan zevk alan, yüceltilecek bile olsa, sevgisi ve lütfu ile hala bir Hizmetkar olarak kalır. Tanrı’nın önünde bizim için görünmek üzere asıl göğe girdi. (İbraniler 9:24) Bu özelliği ile bizim adımıza sürekli Aracılık etmeyi elde eder, bu şekilde bizim için bu merhamet ve lütuf hizmetlerini sürekli olarak sunar- zayıflıklarımız için merhamet, ve ayartıldığımız zaman imdadımıza yetişmek için lütuf – bizler, çölden geçen insanlar olarak bunlara ihtiyaç duyarız. Gözlerimizi yukarı kaldırarak orada Mesih’i kahinlik kuşağını takınmış olarak görmek, en büyük teselliyi verir. Çünkü o zaman O’nun bizi tüm yol boyunca kurtaracağından, çölden güvenliğe geçireceğinden ve bize Tanrı’nın huzur diyarını

sunacağından emin oluruz, çünkü O, bize aracılık etmek için sonsuza kadar yaşamaktadır. Ve O, bizlere nasıl da Kendi yüreğinin derinliklerinde olanı açıklar! Musa, Tanrı’ya, İsrail’in yükünün - çölde onlara önderlik etmenin yükü – kendisi için gereğinden fazla ağır olduğundan yakındı. Ama Baş Kahinimiz olarak Rabbimiz İsa Mesih, her ne kadar hatalar ve imansızlıklar ile karşılaşsa da asla yorulmaz, halkının yüreğinde Mısır’a geri dönme isteği olsa bile bezmez. O, hizmet verirken asla yorulmaz ve bıkmaz, çünkü O2nun sevgisi asla tükenmez. Adına övgüler olsun!

Bundan sonra sıra oniks taşlarına ve göğüslüğe gelir.

“İki oniks taşı alacak, İsrailoğullarının adlarını, doğuş sırsına göre altısını birinin, altısını ötekinin üzerine oyacaksın. İsrailoğullarının adlarını bu iki taşın üzerine usta oymacıların mühür oyduğu gibi oyacaksın. Taşları altın yuvalar içine koyduktan sonra İsrailliler’in anılması için efodun omuzluklarına tak. Harun, anılmaları için onların adlarını Rabin önünde iki omzunda taşıyacak. Altın yuvalar ve saf altından iki zincir yap.Zincirleri örme kordon gibi yapıp yuvalara yerleştir. Usta işi bir karar göğüslüğü yap. Onu da efod gibi, altın sırma ile, lacivert, mor, kırmızı iplik ile özenle dokunmuş ince ketenden yap. Dört köşe, eni ve boyu birer karış olacak; ikiye katlanacak. Üzerine dört sıra taş yuvası kak. Birinci sırada yakut, topaz, zümrüt; ikinci sırada firuze, laciverttaşı, aytaşı; üçüncü sırada gökyakut, agat, ametist; dördüncü sırada sarı yakut, oniks ve yeşim olacak. Taşlar altın yuvalara kakılacak. On iki taş olacak. Üzerlerine mühür oyar gibi İsrailoğulları’nın adları bir bir oyulacak. Bu taşlar, İsrail’in on iki oymağını simgeleyecek.

Göğüslük için saf altından örme zincirler yap.İki altın halka yap, göğüslüğün üst iki köşesine birer halka koy. İki örme altın zinciri göğüslüğün köşelerindeki halkalara tak. Zincirlerin öteki iki ucunu iki yuvanın üzerinden geçirerek efodun ön tarafına, omuzlukların üzerine bağla. İki altın halka daha yap; her birini göğüslüğün alt iki köşesine, efoda bitişik iç kenarına tak. İki altın halka daha yap; efodun önündeki omuzluklara alttan,dikişe yakın, ustaca dokunmuş şeridin yukarısına tak. Göğüslüğün halkaları ile efodun halkaları lacivert kordon ile birbirine bağlanacak. Öyle ki, göğüslük efodun ustaca dokunmuş şeridinin yukarısında kalsın ve efoddan ayrılmasın.

Harun, kutsal yere girerken, İsrailoğulları’nın adlarının yazılı olduğu karar göğüslüğünü yüreğinin üzerinde taşıyacak. Öyle ki, ben, Rab halkımı sürekli anımsayayım. Urim ile Tummim’i karar göğüslüğünün içine koy; öyle ki, Harun ne zaman huzuruma çıksa, yüreğin üzerinde olsunlar. Böylece Harun İsrailoğulları’nın karar vermek için kullandıkları Urim ile Tummim’i Rabbin huzurunda sürekli yüreğinin üzerinde taşıyacak.” (9-30. ayetler)

Öncelikle İsrailoğullarının adlarının yazıldığı – altısı birinin, altısı ötekinin üzerine oyulmuş – iki oniks taşı vardı. Taşlar altın yuvalar içine konduktan sonra efodun omuzluklarına takılacaktı. Bu tanımın kahinlik görevinin uygulanması ile ilgili olduğu şu ifade nedeni ile aşikardır: “Harun, anılmaları için onların adlarını Rabbin önünde iki omzunda taşıyacak.”

Oniks taşları, kıymetli taşlar idi – bu değerli taşlar Mesih’in mükemmelliklerini ima ediyorlardı ve bu gerçek ile birlikte altın yuvalar içine konmaları iki noktaya işaret ediyordu; ilki, O’nun halkının adları O’nun tüm güzelliği ve harikalığı içinde Kahinin omuzlarında görünüyordu ve altın tarafından sembolize edildiği gibi, tanrısal doğruluk içine yerleştirilmişlerdi. Omuz, gücün sembolüdür. (bakınız Yeşaya 9:6; Yeşaya 22:22) Bu nedenle, Mesih burada resmedildiği gibi, tüm Halkını Tanrı’nın huzurunda her yerde mevcut olan gücü ile tutar. Ve bunu yapmak için sahip olduğu bir unvan vardır. Halkı, O’nun omuzlarının üstünde tanrısal doğruluk içinde yerleştirilmiştir ve O’nun güzelliğinin parlaklığı ile donatılmışlardır. Nihai zayıflığımızı bilen bizler için ne kadar büyük bir teselli! Kudretinin sözü aracılığı ile her şeyi elinde tutan bizi Tanrı’nın huzurunda elinde tutmaktadır. Ve O bizi, Tanrı’nın huzurunda taşırken, Tanrı bize O’nun omuzlarının üstünde inkar edilemez bir talebe sahip olarak bakar ve Baş Kahinin tüm harikalığı ile kuşatılmış olarak görür. Böylelikle O’nun huzurunda sürekli olarak anılırız; çünkü Mesih omuzlarının üzerinde bizlerin adları görünmeden Tanrı’nın huzurunda olamaz. Aynı zamanda oniks taşlarının konduğu altın yuvalar ile birlikte şuna da dikkat edin: altın yuvalar ile birlikte saf altından iki zincir yapılacaktı, zincirler örme kordon gibi yapılarak tanrısal doğruluk içinde O’nun omuzlarına bağlanacaktı.

Göğüslük konusunda devam edelim. Göğüslüğün malzemesi efodun malzemesi ile aynı idi. (ayet 15) Dört köşe olacaktı ve üzerine dört sıra değerli taşlardan oluşan taş yuvası kakılacaktı; ve bu değerli taşların üzerinde on iki oymağa göre düzenlenmiş olarak İsrailoğullarının adları oyulacaktı. O zaman, ilgili öğretiş aynı karaktere sahip olacaktı – ama yine de omuzlar ve göğüs arasındaki farklılıklara dikkat edilmeli idi. (1) Harun sonra İsrailoğullarının adlarını omuzlarında taşıdığı gibi yüreğinin üzerinde de taşıyacaktı. Göğüs, duyguları sembolize eder. Bu nedenle, bu sembol, eğer Mesih, bir yandan Halkını sonsuz gücü aracılığı ile Tanrı’nın huzurunda taşıyor ise, öte yandan sonsuz sevgisi ile yüreğinde de taşıdığını öğretir. Sonsuz güç ve sonsuz sevgi Kahin tarafından Tanrı’nın huzurunda taşınan imanlıların sunumunda bir araya gelirler. Mesih’in yüreğinin üzerinde! Bu sevginin derinliklerini kim bilebilir? Eğer güç konusunda düşünecek olur isek, O’nun şu sözlerini hatırlarız: “Onları hiç kimse elimden kapamaz.” Eğer sevgi konusunda düşünecek olur isek, o zaman bize elçinin şu meydan okuması hatırlatılır, “Bizi Mesih’in sevgisinden kim ayırabilir?” Ve bu ikisi- güç ve sevgi – Mesih’te bir araya gelmiş olarak, Tanrı’nın huzurunda sunulmamızı düzenlerler. O, bizi, her şeye gücü yeten kudreti ile - yükümüzü taşıyarak – omuzlarının üzerine bağlamıştır. Ve ölümsüz ve kavranması imkansız sevgisi ile Yüreğinin üzerinde taşır. Bu, bize uğrumuza kurban olmasının yeterliliği üzerinde bina edilmiş olan Aracılığının yetkinliği ile ilgili biraz da olsa bir şeyler anlamamız için yardımcı olacaktır. (2) İsrailoğullarının isimleri değerli taşların üzerine bir bir oyulacaktı. Tanrı’nın düşüncesi ile uyumlu olarak kahinlik görevinin uygulanması, Harun’un durumunda olduğu gibi olmasa da Mesih’in durumunda, hemen Tanrı’nın huzurunda olmaktır – O’nun tahtının kutsallığının tam parlaklığının önünde. Şimdi, değerli taşların üzerindeki ışığın hareketi onların değişik ve çeşit çeşit güzelliklerini ortaya çıkartmaktadır. Bu yüzden, oniks taşlar ile bağlantılı olarak belirtildiği gibi, kahinin yüreğinin üzerinde taşınan Tanrı’nın halkının isimleri, üzerlerinde oyulu oldukları değerli taşların tüm göz kamaştıran ışıltı ve güzelliği içinde parlarlar. Bu, imanlıların Tanrı’nın huzurunda Mesih’te tam olarak kabul edildikleri gerçeğini sembolize eder. Tanrı, yüce Baş Kahine baktığı zaman, Halkını, Gözünün sürekli olarak mükemmel bir hoşnutluk ile üzerinde olduğu Kişi’nin tüm güzelliği ile süslenmiş olarak, O’nun hem omuzlarının hem de yüreğinin üzerinde görür. Ya da bu konuya bir başka açıdan bakılır ise, Mesih’in, Halkını, Tanrı’ya, Kahinlik uygulaması aracılığı ile aynı Kendisini sunduğu gibi sunduğu söylenebilir. O, böylelikle Halkı adına aracılık ederek Tanrı’nın önünde Kendi taleplerini bina eder. Ve onları Tanrı’nın huzurunda sunmaktan ne kadar büyük bir sevinç duyar! Çünkü onlar, uğruna öldüğü kişilerdir ve onları paha biçilmez kanı ile temizlemiştir, onları Sevgisinin nesneleri yapmıştır ve onları sonsuza kadar Kendisi ile birlikte olmaları için yanına alacaktır; ve bu bağların tüm gücü ile uyumlu olarak Tanrı’nın huzurunda onlar için yalvarır. Önceden gözlemlenmiş olduğu gibi, çarmıhta tamamladığı iş sayesinde Tanrı’nın yüreği üzerinde taleplere sahiptir. (3) Göğüslük, iki saf altından örme zincir, ve “lacivert bir kordon” ile altın halkalar kullanılarak efoda bağlanacaktı. Bu durumda, göğüslüğün efoddan ayrılamayacağını anlıyoruz. Mesih’in kahinlik görevi ile efoda ayrılmaz bir şekilde bağlanır. Göğüslüğün altın halkalar ile bağlandığı efod kahinlik giysisidir; altın halkalar, Tanrı’nın doğasına yakışan tanrısal doğruluğu ve bu nedenle Mesih’in Tanrılığını belirtirler. Bu, aynı zamanda halkaların ifade ettiği gibi, sonsuz bir bağlantıdır – bir halkada son yoktur ve bu yüzden, konutun çerçeveleri üzerinde düşünüldüğü zaman görüldüğü gibi sonsuzluğun bir sembolüdür. Mesih, Kahin olarak bizi asla hayal kırıklığına uğratmaz. Eğer davamızı bir kez eline aldı ise, asla elinden bırakmayacaktır. Bu gerçeğin deneme ya da zayıflık zamanlarında yüreklerimizi güçlendireceği kesindir. Umutsuz olabiliriz, ama eğer başımızı kaldırıp yukarı bakar isek, Mesih’in omuzlarının ve yüreğinin üzerindeki yerimizin asla kaybolmayacağı düşüncesi ile sevinebiliriz. Pek çok imanlı, hiç kuşkusuz yapılan hatalar ya da yüreğin soğuması ya da ruhsal zayıflık nedeni ile yaşamlarının bazı dönemlerinde kendilerini Tanrı’nın huzuruna çıkamayacaklarmış gibi hissedebilirler. Bu gibi durumlar mazur görülmemelidirler, ama böyle dönemlerde şeytanın ayartmalarına karşı bir panzehir olarak şunu hatırlamakta yarar olduğu kanıtlanacaktır: eğer biz kendimiz dua edemiyor isek, Mesih, üstün aracılığı sayesinde bizi taşımak konusunda asla başarısız olmayacaktır ve bizler ayrılmaz bir şekilde O’nun yüreğinin ve omuzlarının üzerine bağlıyızdır. Hüznümüz ve yüreğimizdeki soğuma çok geçmeden yok olacaktır,çünkü gerçeği hatırladığımız zaman gözlerimizi kendimize dikmekten vazgeçecek ve her şeyi O’ndan ve O’nun Tanrı’nın huzurunda bizim için yerine getirdiği sürekli hizmetten beklemeye yönlendirileceğiz. Bir başka kişinin söylemiş olduğu gibi: “O, Yüreğinin üzerine bağladığı bizleri Tanrı’ya sunar. Böyle yapmadan Tanrı’nın huzurunda olamaz; ve Mesih’in yüreğinde bulunan her istek ve arzu Tanrı tarafından yerine getirilir, O’na yapılan iyilik bizim üzerimize çekilir. Kutsal yerin ışığı ve iyiliği – Tanrı orada olduğu için – bizim üzerimize parlamadan O’nun üzerine parlayamaz ve bu O’nun aracılığı ile sunulur.” (4) Harun, Urim ve Tummim ile bağlantılı olarak halkın yargısını taşıdı. Urim ve Tummim karar (yargı) göğüslüğünün içine kondular. (29, 30. ayetler) Urim ve tummim büyük olasılıkla, “ışıklar” ve “mükemmellikler” anlamına gelirler. “Bereket almak için bunlara ihtiyacımız vardır. Olduğumuz gibi Tanrı’nın huzurunda durur isek, üzerimize yargıyı çekeriz ya da Tanrı’nın bu ışığının ve mükemmelliğinin etkisini kaybederiz, onlarsız kalırız.

Ama, bunlara göre yargımızı üstlenen Mesih, bizi Kendi Mükemmelliği içinde Tanrı’ya sunar – yargımızı O taşımıştır; ama o zaman konumumuz, rehberlik, ışık ve ruhsal zeka bu aynı tanrısal ışık ve mükemmellik ile uyum içindedir. Çünkü baş kahin araştırmış ve Urim ve Tummim’e göre Tanrı’dan yanıtlar almıştır. Bu, kutsanmış bir ayrıcalıktır.” Tüm bunlar Mesih’in nasıl mükemmel bir şekilde Halkı için Kahin olarak hizmet verdiğini ve Halkı ile ne kadar harika bir şekilde ilgilendiğini öğretirler.

Bundan sonra efod giysisi tanımlanır.

“Efodun altına giyilen kaftanı salt lacivert iplikten yap. Ortasında baş geçecek kadar bir boşluk bırak. Yırtılmaması için boşluğun kenarlarını yaka gibi dokuyarak çevir. Kaftanın kenarını çepeçevre lacivert, mor, kırmızı iplikten nar motifleri ile beze, aralarına altın çıngıraklar tak. Eteğin ucu bir altın çıngırak, bir nar, bir altın çıngırak, bir nar, bir altın çıngırak, bir nar olmak üzere çepeçevre kaplanacak. Harun hizmet ederken bu kaftanı giyecek. En Kutsal Yer’e, Huzuruma girip çıkarken duyulan çıngırak sesi onun ölmediğini gösterecek.” (31-35 ayetler)

Efod giysisinin tamamı lacivert idi – göksel olanı ifade ediyordu; Kahinin göksel karakterini belirtiyordu ve aynı zamanda O’nun işlevlerinin uygulaması ya da daha ziyade O’nun karakterinin yere olan uygunluğunu gösteriyordu. Böyle bir baş kahinimiz – kutsal, suçsuz, lekesiz, günahkarlardan ayrılmış, göklerden daha yücelere çıkarılmış bir baş kahinimiz – olması uygundur. (İbraniler 7:26) “Yırtılmaması için” özen gösterilmeli idi. (ayet 32), çünkü göksel karakteri olan mükemmelliği içinde bölünemez olmalıdır. Kaftanın eteğinin ucunda lacivert, mor ve kırmızı iplikten nar motifleri ve aralarında altın çıngıraklar takılı olmalı idi; ve Harun hizmet ederken bu kaftan üzerinde olmalı idi, Tanrı’nın huzuruna girip çıkarken duyulan çıngırak sesi, Harun’un ölmediğini gösterecekti. (ayet 35) Bu iki şeyin sembolik önemine açıkça işaret edilir; Ruh’un meyveleri ve tanıklığı. Ve bu yüzden, “içeri girmek” ve “dışarı çıkmak” iki farklı dönemi ifade eder. Harun’un örneği olduğu Mesih’ten şimdi konuşurken, O’nu göğe alındığı zaman içeri girdiği ve sonra elçilerin ağızları aracılığı ile yükselen Tanrı’nın Ruhu’nun Pentikost günündeki tanıklığında sesinin duyulduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda bu tanıklık ile bağlantılı olan meyveler de vardı – Tanıklık aracılığı ile tövbe etmiş olan kişilerin yürüyüş ve yaşamlarındaki Ruh’un meyveleri. (bakınız Elçilerin İşleri 2) Aynı şey O dışarı çıktığı zaman gerçekleşecek ve her ikisi de benzer şekilde Mesih’in göksel karakterinden akacaklar. Petrus, bu iki dönemi birbirlerine bağlar. Ruh’un tanıklığı karşısında hayretler içinde kalan kalabalığa şöyle seslenir: “Bu gördüğünüz, peygamber Yoel aracılığı ile önceden bildirilen olaydır: ‘son günlerde’ diyor Tanrı, bütün insanların üzerine Ruhum’u dökeceğim. Oğullarınız ve kızlarınız peygamberlikte bulunacaklar. Gençleriniz görümler, yaşlılarınız düşler görecekler.’” (Elçilerin İşleri 2: 16, 17) Kalabalığın şaşkın bakışları önünde gerçekleşen şey, farklı bir karakterde olmasına rağmen, Kahin İsrail için bereket ile birlikte dışarı çıktığı zaman, tanıklık edilmesi gereken şeyin bir örneği idi. Nar motiflerindeki renklerin anlamı bu son bağlantı içinde kavranabilir. Ruh’un meyveleri özellik açısından gökseldirler ve bunun sonucu olarak “lacivert” birinci renktir. Ama aynı zamanda “mor” ve “kırmızı” da vardır, çünkü bunlar o zaman Mesih’in krallık yücelikleri ile birleştirileceklerdir; evet, O’nun İnsanoğlu ve Davut oğlu olarak miras alacağı kraliyet yücelikleri. Her iki dönem – içeri girmek ve dışarı çıkmak – böylelikle en sonunda İsrail ile birlik olunduğu zaman, gelecek olan ilk ve son yağmurun yanıtı olabilirler. (bakınız Hoşea 6:1-3)

Sonra sırada af altından levha yer alır.

“Saf altından bir levha yap ve üzerine mühür oyar gibi ‘Rabbe adanmıştır’ sözünü oy; lacivert bir kordon ile sağrın ön tarafına bağla. Harun onu alnında taşıyacak. İsrailliler kutsal bağışlarını getirirken, suç işlemişler ise, suçlarını Harun taşıyacak; onlar önümde kabul görsün diye levha sürekli Harun’un alnında bulunacak.” (36-38. ayetler)

Bu, Tanrı’nın bizim hizmet ve tapınmalarımızın kusurları ve hatalarını örtmek için sağlayışıdır. Tanrı, yalnızca Kendi doğasına uygun olanı kabul edebilir. Bu nedenle, O’na sunulan her şeyin kutsallık ile mühürlenmesi gerekir. Böyle olduğu için de, eğer bize bırakılır ise temizlenmedikçe ve O’nunla ilişkiye girmedikçe ve yaklaşmak için bir ünvana sahip olmadıkça , sunularımız O’nun tarafından asla kabul edilemezler. Ama O, bizim ihtiyacımızı karşılamıştır. Kahin olarak Mesih, bizim kutsal şeylerimizin günahını taşır; ve O, Kendisi Rab için kutsallıktır, öyle ki, bizim O’nun aracılığı ile sunulan tapınmamız Tanrı tarafından kabul edilebilir olsun. Kutsanmış teselli, çünkü bu sağlayış olmasa idi, Tanrı’nın huzuruna asla giremeyecektik! Elçi bu yüzden, yalnızca kandan ve çadırın perdesinden konuşmak ile kalmaz, aynı zamanda Tanrı’nın evi üzerindeki Baş Kahinden de söz eder. (İbraniler 10)

İnce ketenden işlemeli mintan hakkında şunlar söylenir:

“İnce ketenden işlemeli bir mintan doku, ince ketenden bir sarık, bir de nakışlı kuşak yap.” (ayet 39)

İnce keten her zaman olduğu gibi, kişisel bir örnektir ve Mesih’e mutlak kişisel saflık olarak uygulanır; ve onun işlemeli olarak dokunması bize İsa’nın her tür lütuf ile süslendiğini anlatır. Bu nedenle, tüm giysilerin hepsi Mesih’ten söz ederler; ancak yine de hatırlanması gereken bir şey vardır: bunların hepsi gelecek olan iyi şeylerin gölgesi idiler ve aslı değillerdi. Örnekler ve figürler gözden geçirildiği zaman, bu tedbirin göz önüne alınması gerekir. Aynı zamanda yine ifade etmemiz gereken bir şey var, o da, bu yücelik ve güzellik giysilerinin hiç bir zaman perdenin içinde giyilmedikleridir. Bu gerçek,onları konumumuz için daha uygulanabilir hale getirir; çünkü Harun en kutsal yere girmenin sevincini tattı; bu, onun temsil ettiği halkın tam olarak kabul edildiğinin işareti idi. Bizler, Sevgili’de kabul edildik. Ve yüceltilmiş olarak Mesih, gerçek kutsal yerde Halkının Baş Kahini olarak hizmet verir. Ve bunun sonucu olarak burada önceden bildirilen tüm bereketlerin sevincini yaşamamızı sağlar. Bu konu, İbranilere mektupta işlenir ve bize Mesih’in orada nasıl her şekilde sunulduğu açıklanır; kişiliği, görevi, ya da işi ile ilgili önceden bilgi verilir.

Harun’un oğullarının Harun ile birlikte nasıl hizmet ettikleri (40-43. ayetler), kahinlerin atanması hakkındaki konu ile bağlantılı olarak bir sonraki bölümde daha uygun şekilde işlenir.

Bölüm 27

Kahinlerin Atanması

Mısır’dan Çıkış 29:1-35

Kahinlerin giysileri ile ilgili ayrıntıları verdikten sonra Rab şimdi Musa’ya, kahinlerin atanması konusunda dikkat edilmesi gereken törenler hakkında bilgi verir. Şu an için ilk üç ayet atlanabilir, çünkü sunulması gereken kurbanlar konusu hakkındaki genel talimatlar, bölümde daha sonra zaten işlenmektedir.

“Harun ile oğullarını Buluşma Çadırı’nın giriş bölümüne getirip yıka. Giysileri al; mintanı, efodun altına giyilen kaftanı, efodu ve göğüslüğü Harun’a giydir. Efodun ustaca dokunmuş şeridini bağla. Başına sarığı sar, üzerine de kutsal tacı koy. Sonra mesh yağını al, başına dökerek onu mesh et. Harun’un oğullarını öne çıkarıp onlara mintan giydir Bellerine kuşak bağla, başlarına başlık koy. Kalıcı bir kural olarak kahinlik onların işi olacak. Böylece Harun ile oğullarını atamış olacaksın.” (4-9. ayetler)

İşlemin ilk bölümü, Buluşma Çadırı’nın ilk bölümünde onları su ile yıkamak idi. Bu yıkama eylemi çok büyük öneme sahiptir, çünkü su, Tanrı Sözü’nün bir sembolüdür; örnek, Yuhanna 3:5; Efesliler 5:26, v.b. Bu nedenle, bu, sembolik olarak yeniden doğuş, ya da Tanrı’nın hizmeti için ayrılmak üzere Söz tarafından kutsal kılınma anlamına geliyordu. Rabbimiz, bu konu ile ilgili olarak şöyle dua etti: “Onlar da gerçek ile kutsal kılınsınlar diye kendimi onların uğruna adıyorum [ya da kutsal kılıyorum].” Harun su ile yıkandı – eğer kendisi tarafından düşünülecek olur ise – ve bunun amacı, onun Mesih’in kesin saflığının sembolik bir örneği yapılması idi. Mesih’in kendisi, kusursuz ve lekesiz idi; Harun, Petrus tarafından da ifade edildiği gibi, Söz’ün uygulanması ile Ruh tarafından kutsal kılındı. (1. Petrus 1:2) Eğer Harun oğulları ile birlikte kutsal kılınmak için alındı ise, yıkanma eylemi şu gerçeği ilan etmektedir: yalnızca yeniden doğmuş olan, Söz’ün canlarına uygulanması sonucunda Tanrı için ayrılmış olan kişiler kahinlik görevini elde edebilir ve en kutsal yerde “hizmet etme” ayrıcalığının tadını çıkartabilirler. Kahinler, insan tarafından atanmazlar ve bunun aksi şekilde hareket etmek, Kutsal Yazıların en basit ve en temel öğretişini tamamıyla önemsememek olur. Kahinler yalnızca Tanrı tarafından atanabilirler ve yeniden doğmuş olan, Mesih’in değerli kanı ile temizlenmiş ve kendisinde Kutsal Ruh’un konut kurduğu her kişi, bir kahindir. Bu nedenle, kahinlerin atanması ile ilgili haksız yere iddiada bulunmak - ve bunu, onların Tanrı önündeki konumunu dahi sorgulamadan yapmak – tüm Tanrı halkının haklarını ve ayrıcalıklarını inkar etmek ve söz ile saygısızlık eğilimi göstererek, bir bölgeye izin almadan girmek ile aynı şeydir.

Harun’a bundan sonraki eylemde oğullarından farklı davranılır; yalnızca Harun’a giysi giydirilir ve yalnızca o mesh edilir. İlk önce, son bölümde tanımlanan kahinlik giysileri, Harun’a giydirilir – görkem ve saygınlık giysileri. Daha sonra başı üzerine dökülen yağ ile mesh edilir.

Harun tek başına olduğu zaman, bizim önümüzde Mesih’in bir örneği olarak durur: bu durum, daha önce de açıklanmıştır ve burada bu eylemin anlaşılması için yeniden hatırlanması gerekir; ama Harun, oğulları ile birlikte olduğu zaman, kahinlik ailesi olarak Kilise ima edilir. Harun, kahinlik giysilerini giyer giymez, yağ ile mesh edilmesi anlamlıdır. Daha sonra, yağ ile mesh edilmeden önce, oğulları ile birlikte iken, üzerine kan serpildiği görülecektir. Kan serpilmeden mesh edilmesi, Mesih’in bir örneğini teşkil eder. Çünkü Harun’un gelecek olan büyük örneği, tamamen kutsal olduğu için kana ihtiyacı yoktu ve bu yüzden şöyle yazılmıştır: O, İsrail’deki görevine başlarken, Kutsal Ruh ile ve kudret ile mesh edildi. (Matta 3; Elçilerin İşleri 10:38) O, Kutsal Ruh’u aldı, mutlak kutsallığı temelinde mesh edildi, oysa O’nun halkı (görüleceği gibi) mühürlendi ve O’nun değerli kanı aracılığı ile elde ettikleri mükemmel temizliğin temelinde mesh edildi. Harun’un, kan olmadan mesh edilmesi, Mesih’i ima eden bir örnektir – Melkisedek düzenine göre sonsuza kadar Kahin, Kahin olarak tam karakteri içindeki Mesih.

Harun ve Bu oğullar kahinlik ailesi olarak Kilise’yi temsil ederler. Ama Mesih ile birlikte. Önce, Harun’un bu tek başına olduğu durumdaki gibi hepsi giysiler içindedir. Bu giysiler,son bölümde ayrıntılı olarak tanımlanan giysilerin aynısı değildirler, ama en sonda kısaca belirtilen giysilerdir. İnce ketenden işlemeli bir mintan doku, ince ketenden bir sarık ve nakışlı bir kuşak ve bunların da aynı zamanda görkem ve saygınlık kazandırdıkları söylenir. (Mısır’dan Çıkış 28:39, 40; Mısır’dan Çıkış 29:9) İnce keten ile işlenmiş giysiler, her tür lütuf ile süslü olan Mesih’in doğasının saflığını ortaya koyarlar. Harun’un oğullarının giysileri gerçekten Mesih’in suretini giyinmektir; ve bu, aslında Harun’un oğullarını Mesih ile bir araya getirir; çünkü Kilise, Mesih’ten ayrı olarak hiç bir şeye sahip değildir. Örneğin, eğer imanlılar kahinlik konumuna ve kahinliğin ayrıcalıklarının tadını çıkarma durumuna getirilirler ise, bu, O’nunla olan bağlantıları ile ilgilidir. Mesih, Kahindir ve kahinleri kahin yapan O’dur. (bakınız Vahiy 1:5,6) Her şey O’ndan kaynaklanır. Böylelikle, Harun oğulları ile birlikte olduğu zaman, kahinlik ailesi ile birleşmiş hale gelmiş sayılmaz, ama kahinlik ailesinin tüm bereketlerinin ve ayrıcalıklarının Mesih’ten kaynaklandığını öğretmiş olur. Ama bunun için önce onların görkem ve saygınlık giysileri – kendilerini Mesih’in görkemi ve saygınlığı ile süsledikleri giysiler - ile kuşanmış olmaları gerekir.

Bundan sonraki aşama, günah sunusunun kurban edilmesi idi. Harun ve oğulları, günahkar insanlardı ve zayıflık ile kuşatılmışlardı. Ve halkın günahları için kurban sunarken kendi günahları için de kurban sunmaları gerekiyordu. Kutsal görevlerine başlamadan ve kutsal yerde hizmet etmeden önce kanın değerinin altına getirilmeleri gerekiyordu. Bu yüzden aşağıda yazılı olan talimat verildi:

“Boğayı Buluşma Çadırı’nın önüne getir, Harun ile oğulları ellerini boğanın başına koysunlar. Boğayı huzurumda, Buluşma Çadırı’nın giriş bölümünde keseceksin. Kanını parmağın ile sunağın boynuzlarına sür, artan kanı sunağın dibine dök. Hayvanın bağırsak ve işkembe yağlarını, karaciğer perdesini, böbreklerini ve böbrek yağlarını, sunağın üzerinde yakacaksın. Etini, derisini, gübresini de ordugahın dışında yak. Bu günah sunusudur.” (10-14. ayetler)

Günah sunusu, Halkının günahlarını taşıyan Mesih’in bir örneğidir. Harun’un ve oğullarının önce ellerini boğanın başına koymaları gerektiğine dikkat edin. Bu eylem, kurbanı sunan kişilerin kurban ile özdeşleştiklerinin ifadesidir. (Levililer 4:4,v.b. ile karşılaştırın) Boğanın üzerine ellerini koyduktan sonra kesilmek üzere olan boğa bu nedenle Tanrı’nın önünde günahlarının içindeki Harun’un ve oğullarının yerine geçen bir temsilci olarak dururdu. Onların suçları sembolik olarak kurbana yüklenir ve bu nedenle kurbana artık onların günahlarını taşıyan olarak bakılırdı. Bu eylem bu yüzden onların suçlarını, hak ettikleri ölümü ve yerlerine geçecek olan birine duydukları ihtiyacı gösterirdi. İkinci aşamada boğanın, Tanrı’nın önünde öldürülmesi gerektiği bildirilir. Harun’un ve oğullarının günahları yargılanırken, adaletin darbesi, belirlenmiş olan kurbanın üzerine indi, bununla ilan edilen günahın cezasının ölüm olduğu idi. Eğer bu eylemin anlamını tam olarak anlamış olsalar idi, bu eylem, onların gözlerine ne kadar ciddi görünecekti! Boğa getirildiği zaman ve ellerini sessizce boğanın başına koyduktan sonra, boğanın esirgenemeyeceğini ve ölmesi gerektiğini, bu yüzden günahın Tanrı’nın önündeki gerçek karakterine ilişkin bir anlayışa sahip olmaları gerekirdi. Kurban edilen bu hayvan, canı günah için bir sunu yapılan Rab İsa’nın çarmıhtaki ölümünün yalnızca bir gölgesidir. Ve biz ruhta orada durup, O’nun: “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?” şeklindeki feryadını işittiğimiz zaman, günahın korkunç doğasını anlamak zorunda bırakılırız – Tanrı, günahtan, biricik Oğlu’nun ölümünü gerekli kılacak kadar nefret eder. Dönüp bu ciddi sahneye bakan imanlılar şöyle diyebilirler: “O’nun Kendisi, günahlarımızı Kendi bedeninde ağaç üzerinde taşıdı; “ ve aynı zamanda Tanrı’nın lütfu aracılığı ile ne kadar korkunç bir gazaptan kurtarıldıklarını öğrenirler. Kurbanı sağlayanın, lütuf, yalnızca lütuf olduğu kesindir; ve aynı zamanda kurbanı sağlayan sevgidir de, ölümsüz, tükenmeyen sevgi, bizi Tanrı ile barıştırmak için bir kuzu olarak kesicisine götürülen ve yerimize geçerek Kendisinin acı çektiği Kurban’ın sevgisi.

Kurban kesildikten sonra kan serpildi. Kan, sunağın boynuzlarının üzerine sürüldü ve geri kalanı sunağın dibine döküldü. (ayet 12) Kan, tamamen Tanrı içindi. Kanda yaşam vardır. (Levililer 17:11) Ve bu eylem, sonuç olarak, kurbanın yaşamının Harun’a ve oğullarına değil, Tanrı’ya sunulduğunun kanıtıdır. Bu eylem, kefaret ilkesine uygun olarak yapıldı – Tanrı, lütfu ile, günah sunusunun ölümünü kurbanı sunan kişinin yerine sayarak kabul eti. Ayrıca, hayvanın bağırsak ve işkembe yağları, karaciğer perdesi, böbrekleri ve böbrek yağları sunağın üzerinde yakıldı. Yağ, aynı kan gibi, İsrailoğullarına yasaklandı. Yağ, içsel enerji ve irade gücünün bir sembolüdür. Yağ, sunağın üzerinde yakıldı, çünkü günah sunusu Mesih’in bir örneği idi ve bu nedenle, şunu öğretir: O, Halkının günahları nedeni ile suçu üstlenir iken, Tanrı O’nda, günah sunusu örneğinde olduğu gibi, kendi zihnine tamamen yanıt veren içsel kısımlardaki gerçeği de buldu. Tanrı’nın O’nu sınırsız bir şekilde kabul ettiği, O, Halkının günahlarının altında iken başını eğdiği zaman kesin olarak kanıtlandı. O, lütfederek yerimize geçti, ama bu yüzden bizim üzerimize inmesi gereken yargı darbesini kabul etmiş oldu; O’nun yüreğinin her düşüncesi, İradesinin her hareketi, Canının her enerjisi Tanrı’nın önünde mükemmeldi. O’nun itaatini, en son noktaya kadar kanıtladığını gösteren, çarmıhtaki ölümü idi. Kendisini ölüme teslim etmesinin tek nedeninin Tanrı’nın yüceliğini göstermek olduğu öylesine kesindi ki, yargının büyük ve kaba dalgaları bile O’nu kararlılığından döndüremediler. Son olarak, boğanın eti, derisi ve gübresi ordugahın dışında yakıldı. Bu bir günah sunusu idi ve böyle olduğu için ordugahın dışına çıkartılıp yakılmalı idi, çünkü kurbana Harun’un ve oğullarının suçunun töhmeti olarak bakılıyordu. Böylelikle, her konuda Mesih’in bir örneği idi – ordugahın dışında acı çeken, insanlar tarafından reddedilen, Tanrı tarafından terk edilen Mesih.

Çünkü O, lütfu ve sevgisi içinde günahlar uğruna acı çekti, Adil Olan adil olmayanların yerine eziyet gördü, öyle ki, bizi Tanrı’ya ulaştırabilsin. Bu süreç tamamlandı. Harun ve oğulları artık günah sunusunun tam etkisi ve değeri altında idiler.

Günah sunusunu yakmalık sunu takip eder.

“Bir koç getir. Harun ile oğulları ellerini koçun başına koysunlar. Koçu sen kes. Kanını sunağın her yanına dök. Koçu parçalara ayırıp bağırsaklarını, işkembesini, ayaklarını yıka, baş ile öteki parçaların yanına koy. Sonra koçun tümünü sunağın üzerinde yak. Bu Rabbe sunulan yakmalık sunu, Rabbi hoşnut eden koku, O’nun için yakılan sunudur.” (15-18. ayetler)

Günah sunusunun durumunda olduğu gibi, Harun ve oğulları, ellerini yakmalık sununun başının üzerine koyarlar; ama suçlarının transfer edilmesi ya da töhmeti yerine kendileri

transfer edilirler, şöyle diyelim, kesilmek üzere olan koç ile özdeşleşmiş hale gelirler. Başka bir deyişle, eylemler birbirine benzer, ama eylemlerin etkileri farklıdır. Üzerine el koyduktan sonra, günah sunusu olarak kesilen kurbana şu şekilde bakılır: bir kurban olarak sunulmak üzere olan hayvan, kendisini sunan kişilerin suçunu yüklenir; oysa Harun ve oğulları, aynı eylem sayesinde kurbanın tüm kabul edilebilirliği ile kuşatılmış olarak görülürler. Günahları ilk anda transfer edilir ve ikinci olarak, sununun değeri temel alınarak Harun ve oğullarının konumu değiştirilir. Sonra koç kesilir ve kanı sunağın her yanına dökülür; böylelikle, yaşam Tanrı’ya sunulmuş olur. Hepsi bu kadar değildi; parçalara ayrılmış olan koçun tamamı, ve iç organları, Mesih’in kusursuzluğunun örneğine daha çok uyum sağlaması için yıkanır, sonra koçun tümü sunağın üzerinde yakılır. “Bu, Rabbe sunulan yakmalık sunu, Rabbi hoşnut eden koku, O’nun için yakılan sunudur.”Günah sunusu olarak sunulan boğanın eti, ordugahın dışında ateşte yakıldı, ama yakmalık sunu olan koçun tamamı, sunağın üzerinde yakıldı, çünkü tümü Tanrı tarafından kabul edilebilir idi. Yakmalık sunu, Mesih’in ölüm derecesinde gösterdiği mükemmel adanmışlığın bir örneğidir; ve bu görünüm açısından sunuya günahları taşıyan sunu olarak değil, Tanrı’nın isteğine ve yüceliğine tamamen adanmış olan sunu olarak bakılır. Bu nedenle, çarmıhta kutsal ateş ile denenen Mesih, Tanrı’nın yargısının kutsallığı tarafından araştırılarak Tanrı’yı hoşnut eden bir koku oldu. Mesih, günahları yüklendiği zaman, Tanrı O’ndan Yüzünü gizledi; ama sonsuz Ruh aracılığı ile Kendisini lekesiz olarak Tanrı’ya sunduğu zaman, çarmıh üzerindeki ölüme bile itaat etti ve Baba’nın yüreğine yeni bir sevgi motifi döşedi. “Canımı tekrar geri almak üzere veririm. Bunun için Baba beni sever.” (Yuhanna 10:17). Bu açıdan, “O, günahın yerinde idi, ve Tanrı hiç bir yaratığın, hiçbir günahsızlığın yapamayacağı şekilde yüceltildi. O yerdeki her şey hoş bir koku idi ve doğruluk ve sevgi konusunda her şey Tanrı ile uyum içinde idi.” Her iki sunu arasındaki farklılık, kullanılan sözcükler aracılığı ile gösterilir. Yakmalık sunu sözcüğündeki “yakmalık” günah sunusu ile bağlantılı olarak kullanılan sözcüğün aynısı değildir, ama yakmalık buhur için kullanılan sözcük ile kullanılabilir. Bu kendi başına yakmalık sunu olarak Mesih’in sonsuz kokusunu ve kabul edilişini belirtir. Ama ayetteki düşünce, kurbanın, Harun ve oğulları için sunulduğudur; ve bununla uyumlu olarak kurban sunağın üzerinde yanıp tükenir tükenmez onlar da aynı şekilde kurbanın etkisi altına getirildiler. Günahları, günah sunusu tarafından temizlendi, ama şimdi onlar yakmalık sununun tüm olumlu kabul edilişinde ve kokusunda Tanrı’nın önünde durabiliyorlardı – bu iki sonuç da imanlı için Mesih’in ölümü sayesinde kazanıldı, çünkü bu sunular, O’nun bir kez kurban edilişinin çeşitli görünümlerini temsil ederler.

Bu sunular, bir ölçüde hazırlık niteliğinde idiler, daha çok kendi kişisel uyumları ile ilgiliydiler. Şimdi burada konuya koçun adanması eklenir. Genel bir ifade kullanacak olur isek, bu sunu, esenlik sunusunun (Levililer 3) özelliğine sahiptir ve Mesih’in ölümünün bir başka görünümünü temsil eder ve bizim açımızdan değeri, bize yüklenilen zorunluluklar ve Tanrı ile paydaşlık, içine konduğumuz bütün Kilise ve Kahin ile olan ilişkimizdir. Ama burada ayetten de görüleceği gibi, bu sunu, Harun’un ve oğullarının görevi ile ilgili özel bir ilişkiye sahiptir.

“Öteki koçu getir. Harun ile oğulları ellerini koçun başına koysunlar Koçu sen kes. Kanını Harun ile oğullarının sağ kulak memelerine, sağ el ve ayaklarının baş parmaklarına sür. Artan kanı sunağın her yanına dök. Sunağın üzerindeki kanı ve mesh yağını Harun ile oğullarının e giysilerinin üzerine serp. Böylece Harun ile oğulları ve giysileri kutsal kılınmış olacak. Koçun yağını, kuyruk yağını, bağırsak ve işkembe yağlarını, karaciğer perdesini, böbreklerini, böbrek yağlarını ve sağ budunu al. – Çünkü bu, biri göreve atanırken kesilen koçtur. – Huzurumdaki mayasız ekmek sepetinden bir somun, yağlı pide ve yufka al, hepsini Harun ile oğullarının eline ver. Bunları benim huzurumda sallamalık sunu olarak salla, sonra ellerinden alıp sunakta yakmalık sunu ile birlikte beni hoşnut eden koku olarak yak. Bu, Rab için yakılan sunudur.

Harun’un atanması için sunulacak koçun döşünü huzurumda sallamalık sunu olarak salla. O döş senin payın olacak. Harun ile oğullarının atanması için kesilen koçun sallanmış döşü ile bağış olarak sunulan budunu bana ayır. İsrailliler bunu sürekli Harun ile oğullarının payına ayıracak. Bu, İsraillilerin Rabbe sunduğu esenlik kurbanlarından biridir.

Harun’un kutsal giysileri, kendinden sonra, oğullarına kalacak. Mesh edilip atanırlarken bu giysileri giyecekler. Harun’un yerine kahin olan oğlu, Kutsal Yer’de hizmet etmek üzere Buluşma Çadırına girdiğinde bunları yedi gün bu giysileri giyecek.

Harun ile oğulları göreve atanırken kesilen koçun etini kutsal bir yerde haşlayacaksın. Haşlanan eti ve sepetteki ekmeği, Buluşma Çadırının giriş bölümünde yiyecekler. Atanıp kutsal kılınmaları için günahları bağışlatan bu sunuları yalnız onlar yiyebilir. Yabancı biri yiyemez, çünkü bu sunular kutsaldır. Atanmaları için kesilen kurbanın etinden ya da ekmekten sabaha artan olur ise, yakacaksın. Bunlar yenmeyecek, çünkü kutsaldır. Harun ile oğulları için sana buyurduklarımın hepsini yap. Atanmaları yedi gün sürecek.” (19-35. ayetler)

Önceki iki sunuda olduğu gibi, burada da, Harun ile oğullarının elleri adanmış koçun başının üzerine konur ve böylelikle Tanrı’nın önünde sununun değeri ile tanınırlar. Bundan sonra, kan ile ilgili olarak iki farklı eylemden söz edilir. Birincisi, koç öldürüldükten sonra, kanı Harun’un ve oğullarının sağ kulak memelerine, sağ el ve ayak parmaklarına sürülür; ve aynı anda kan, sunağın her yanına da sürülmüştür. Onlar böylelikle, kefaret eden kanın değeri altına getirildiler; çünkü onların adına Tanrı’ya sunulmuş olan kan, onları aynı zamanda Tanrı’nın talepleri altına da soktu, öyle ki o andan itibaren onlar artık kendilerine ait değillerdi, çünkü bir bedel ile satın alınmışlardı. Bedenlerinin bu çeşitli bölümlerine, o andan sonra artık tek başlarına işiteceklerine, tek başlarına hareket edeceklerine ve tek başlarına yürüyeceklerine dair bir işaret olarak kan serpildi; değerli kan aracılığı ile kurtarılmış kişiler olarak artık bedenlerinin bu bölümleri ile Rabbin isteğine göre hareket edeceklerdi. Aynı şey, bu düzene ait olan imanlılar için de geçerlidir. Kurtarılmış olduklarına göre Kurtarıcı’ya aittirler ve Şeytan’ın esaretinden ve gücünden özgür kılınmışlardır, kendileri uğruna ölmüş ve dirilmiş Olan için yaşamanın değerli ayrıcalığının tadını çıkartırlar. Kulakları, elleri ve ayakları O’nun için, O’nun hizmetinde kullanılmalıdırlar. Bundan sonra ikinci bir konuda talimat verilir. Hem onların hem de giysilerinin üzerine sunaktaki kan ve mesh yağı serpilmesi gerekir. (ayet 21) Böylece kan ve Kutsal Ruh’un yağ ile mesh etmesi aracılığı ile bir kenara ayrılırlar. “Ve burada Kutsal Ruh’un mührünün su ile yıkandıktan sonra değil, kan serpildikten sonra gerçekleştiğini belirtmek önem taşır. Gerekli olan budur. Yeniden doğmamız gereklidir; ama bizi Tanrı’nın mühürleyebileceği bir konuma getiren bu yıkanma değil, Mesih’in kanıdır. Böylelikle, kar gibi bembeyaz olarak mükemmel bir şekilde temizleniriz ve Kutsal Ruh, Tanrı’nın dökülen bu kanın değerini takdir ettiğine tanık olarak gelir. Bu yüzden, Harun ile birlikte herkesin üzerine kan serpildi. Mesih’in kanı ve Kutsal Ruh, bizi Mesih ile birleştirmiştir; Tanrı bu noktada o mükemmel kurbanın (koçun adanması) kabul edilebilirliğine uygun olarak Kutsal Ruh’un varlığını, özgürlüğünü ve gücünü verir.” Çarmıh ve Pentikost aslında birbirlerine en azından figür olarak – kanın etkinliği ve Kutsal Ruh armağanı ve burada her ikisinin de tadına varılır – bağlıdırlar. 1 Bu üç adım bizi Hıristiyan konumuna götüren adımlardır. Önce su ile yıkanmak, sonra kan ile temizlenmek ve son olarak Kutsal Ruh’un meshi gelir. “Ne var ki Tanrı’nın Ruh’u içinizde yaşıyorsa, benliğin değil, Ruh’un denetimindesiniz. Ama içinde Mesih’in ruhu olmayan kişi Mesih’in değildir. (Romalılar 8:9)

Daha sonraki bölümde, adanmış koçun bölümleri (ayet 22), “İnce buğday unundan mayasız ekmek, zeytinyağı ile yoğrulmuş mayasız pideler, üzerine yağ sürülmüş mayasız yufkalar, Harun ile oğullarının ellerine, Tanrı’nın huzuruna sallamalık sunular olarak sallasınlar diye verildi. Somun, “yağlı pide” (2. ayet, Levililer 2. bölüm ile kıyaslanır) bir et sunusu idi; Mesih’in mükemmel insanlığını ya da daha çok, Tanrı’ya adanmış olan hayatının kutsallığını, Canının her zerresini Tanrı’nın isteğine ve yüceliğine tamamen adadığını temsil ediyordu. Koçun parçaları ile bağlantılı olarak düşünüldüğü zaman, aslında elleri Mesih ile, Tanrı için yaşamda ve ölümde Mesih’in olan her şey ile dolu idi.

Bu bölümde “adanmış” olarak tercüme edilen sözcüğün anlamına gelince, sayfa kenarından da görülebileceği gibi, anlamının “eli doldurmak” olduğu görülür. Bu, bize adanmanın Kutsal Yazılar’daki önemini gösterir. Bu konu hakkındaki genel düşünce şudur: adanma, Tanrı’ya teslim etme ile ilgili bir şeydir ve bu nedenle, can, kendini ve tüm enerjilerini Tanrı’nın hizmetine adamak için güç aramak üzere geri çekilir; ve bu görüş açısına göre can, kendini ciddi bir şekilde teslim etme aracılığı ile sık sık bu adanmaya çağrılır. Kutsal Yazılar, daha iyi bir yol açıklarlar. Bu bölümde de görüldüğü gibi, konu Mesih ile dolmak hakkındadır. Canlarımıza sahip olan, onlara nüfuz eden ve onları kontrol eden Mesih’tir. Bu nedenle bizden hiç bir çaba talep edilmez. Ama yine de, sürekli öz sınamanın ve benliğin her şekilde kalıcı reddedilişinin muhafaza edilmesini talep eder. Çünkü Mesih, bize tamamen sahip olmaya isteklidir, evet, Mesih bunu arzu eder ve eğer Kutsal Ruh kederlendirilmez ise, iman aracılığı ile yüreklerimizde konut kuracaktır; ve O, bu şekilde yaşamlarımızın tek objesi haline gelir, böylelikle yürüyüşümüzde ve konuşmamızda yalnızca O ifade edilmiş olacaktır. Tanrı’ya göre, adanma budur – Harun’un ve oğullarının ellerini doldurarak önceden örnek verildiği gibi.

Elerinde tuttuklarını Rabbin elinde salladıktan sonra, Musa Harun’u ve oğullarını kabul etti ve ellerindekini sunağın üzerinde yakmalık bir sunu olarak yaktı, Rabbin önüne hoş bir koku yükseldi. Bu sunu, Rabbe, ateş aracılığı ile takdim edilen bir sunudur. Bu, bize iki şey öğretir: Tanrı’nın, tapınma sırasında neyi kabul ettiği ve bunu sonucu olarak gerçek kahinlik görevinin ne olduğu. Bu, Mesih’in sunulmasıdır – çarmıhta bizim için günah yapılarak yargının kutsal ateşi arasından geçmiş olan Mesih – Tanrı’ya hoş bir koku olarak yükselen budur. Bu, gerçekten, Oğlu’nun ölümü ile ilgili olarak Tanrı ile paydaşlık etmektir; canlarımız Kutsal Ruh aracılığı ile hem O’nun, Tanrı’nın gözünde ne olduğuna hem de ölümündeki özelliğine, O’nu ve O’nun işini temsil ederek girerler. Biz sunmaktan zevk alırız, O ise kabul etmekten zevk alır. Ve O’nun adı kutsansın, çünkü ellerimizi önce O doldurur ve yalnızca O kabul etmekten zevk aldığı şey ile ellerimizi önce doldurabilir. O zaman, kahinler olarak bizim görevimiz budur, tapınanlar olarak ayrıcalığımız, Tanrı’nın önünde her zaman Mesih’i sunmaktır. Bu nedenle, benliğin böyle bir işte bir paya sahip olamayacağı ve aslında tapınmanın yalnızca Kutsal Ruh’un gücü aracılığı ile ve Kutsal Ruh’un gücünde yapılabileceği kolayca anlaşılabilir.

Son olarak, adanmış koçun farklı parçalarını yemek ile ilgili verilen çeşit çeşit talimatlara değineceğiz. Rabbin önünde sallamalık sunu olarak sallandıktan sonra Musa’nın payını- koçun döşü – alması gerekiyordu. (ayet 26) Harun ve oğulları için ayrılan paylar da vardı. (27, 28, 31, 32. ayetler) Böylece Tanrı, Kahin olarak Mesih ve tüm Kilise, Harun ve oğulları tarafından sembolize edildiği gibi, sunulan aynı kurban ile beslenirler. Tamamlanmış kefaretin içinde Tanrı’nın, Mesih’in ve O’nun halkının paydaşlığı – hepsi paylarına sahip olarak – vardı. Aynı zamanda yalnızca Mesih’in, Kendi halkının yiyeceği olduğunu da öğreniriz. O’nun kusursuz değerdeki kurbanının altına getirilerek adanırlar ve kutsal kılınırlar. O, onların sağlayıcısı ve gücü olur. (ayet 33) Burada iki yasaklama eklenir. Birincisi, bu kahinlere özgü yiyecekten hiç bir yabancının yememesi gerekir. Bu yiyecek, ancak kahinlerin görevi için kutsanmış olan kişiler tarafından yenilmelidir. İkincisi, adanmış olan yiyeceklerin aynı gün yenmeleri gerekir. (ayet 34) Kahinlere özgü yiyeceğin sunak ile bağlantılı olarak yenmesi lazımdır. Eğer Mesih’i çarmıhtan ayırırsanız, aynı şekilde siz de Mesih’ten beslenemezsiniz. O, tamamladığı iş nedeni ile O’na sunulmuş ve O’nun tarafından yüceltilmiştir. O, bizim yiyeceğimizdir ve Tanrı ile paydaşlık sırasında bu yiyecek ile besleniriz.

Bu törenlerin yedi gün süre ile tekrarlanmaları gerekiyordu; ve sunak yedi gün boyunca arındırılmalı ve kutsal kılınmalı idi. (36,37. ayetler) Kahinlerin mükemmel bir adanma sunmaları gerekiyordu ve üzerinde hizmet edecekleri sunağın mükemmel bir şekilde kutsal kılınması lazımdı. Adanma ve kutsal kılma kutsal bir Tanrı’nın taleplerinin mükemmelliği ile uyumlu olmak zorundadır.


1. Levililer 14. bölümdeki cüzam hastalığının temizlenmesi ile ilgili yasayla karşılaştırın, ve bunu yaparken orada, burada olduğu gibi kahinliğe atanma konusunun değil, günahlardan temizlenme konusunun yer aldığını hatırlayın.

Bölüm 28

Sürekli Sunulan Yakmalık Sunu

Mısır’dan Çıkış 29:38-46

Kahinlerin göreve atanması konusundan sonra, sürekli sunulan yakmalık sunu ile ilgili talimatları gözden geçireceğiz. Sürekli, çünkü bu sunuların İsrailoğullarının tüm kuşakları tarafından her sabah ve her gece sunulmaları gerekiyordu. Aslında bu sunu, sürekli bir günlük sunu idi.

“Düzenli olarak her gün sunağın üzerinde bir yaşında iki erkek kuzu sunacaksınız. Kuzunun birini sabah, öbürünü akşamüstü sunun. Kuzu ile birlikte dörtte bir hin (yaklaşık 0.9 litre) sıkma zeytinyağı ile yoğrulmuş onda bir efa (yaklaşık 1.3 kg.) ince un ve dökmelik sunu olarak dörtte bir hin şarap sunacaksınız. Öbür kuzuyu akşamüstü, beni hoşnut eden koku, yakılan sunu olarak, sabahki gibi tahıl sunusu ve dökmelik sunu ile birlikte bana sunacaksınız.

Bu yakmalık sunu, Buluşma Çadırı’nın giriş bölümünde, Rabbin huzurunda, kuşaklar boyu sürekli sunulacaktır. Musa ile konuşmak için orada İsrail halkı ile buluşacağım.İsrailliler ile buluşurken, çadır görkemim ile kutsal kılınacak.

Buluşma Çadırı’nı ve sunağı kutsal kılacak, Harun ile oğullarını bana kahinlik etmeleri için görevlendireceğim. İsrailliler arasında yaşayacak, onların Tanrısı olacağım. Anlayacaklar ki, aralarında yaşamak için onları Mısır’dan çıkaran Tanrıları Rab benim. Tanrıları Rab benim.” (38-46. ayetler)

Bu ayetlerde, gözlemleneceği gibi, üç şey vardır; yakmalık sunu ve ona eşlik eden şeyler; Tanrı ve Halkı arasındaki buluşma yeri; ve onların Tanrıları olarak Yehova’nın aralarında yaşaması.

Yakmalık sunu, bir yaşında iki erkek kuzudan oluşuyordu, biri sabah, diğeri ise akşamüstü sunulmalı idi. Sunuya hiç bir zaman ara verilmeyecekti. (Bakınız Çölde Sayım 28:3, 6, 10, v.b; Ezra 3:5) Son bölümde açıklandığı gibi, bunun anlamı – örneğin, bu özellik içinde Mesih’in kurbanının bir sembolü olarak – O’nun ölüme dek giden adanmışlığıdır, Kendi halkı için günah dahi yapılarak nihai itaatini kanıtladı; günahı üstlendi ve Tanrı’nın yüceliği için itaat etti. Bu yüzden sunağın üzerindeki her şey yanıp tükendi ve Rabbin önüne, hoş bir koku olarak yükseldi (bakınız Levililer 1); ve bu hoş koku Tanrı’nın, O’nun ölümünü kabul ettiğini ortaya çıkarttı, evet, Tanrı, Mesih’in ölümünde, Kendi isteğine itaat edilmesinin sonsuz zevkini tattı. Bu nedenle, sunu bizi önümüzde sürekli sunulur iken, Tanrı bunun aracılığı ile İsrail’in üzerinde durabileceği ve sununun kokusu ile kabul edileceği bir temel attı. Bu durum, böylelikle imanlının konumunun, Sevgili’deki kabul edilişinin temelini açıklayan bir örnek haline gelir; çünkü nasıl sürekli sunulan yakmalık sununun hoş kokusu İsrail adına Tanrı’nın önüne yükseliyor ise, aynı şekilde Mesih’in tam olarak kabul edilmesi de Kendininkilerin adına her zaman gözlerinin önündedir. Bu nedenle, şöyle diyebiliriz:

“Mesih bu dünyada nasıl ise, biz de öyleyiz;” çünkü O’nun kurbanının tüm hoş kokusu içinde ve Oğlu’nu tam kabul edişinde tanrısal huzurda durabiliriz.

Yakmalık sunuya eşlik eden şeyler iki tane idi; önce, dörtte bir hin sıkma zeytinyağı ile yoğrulmuş onda bir efa ince un;” ve ikinci olarak, “dörtte bir hin şarap.” Birincisi bir yiyecek sunusu ve ikincisi ise bir içecek sunusu idi. Kahinlerin adanması ile bağlantılı olarak işaret edilen yiyecek sunusu, Mesih’in yaşamdaki adanmışlığının bir sembolüdür, O’nun, Tanrı’nın isteğine ve yüceliğine olan tüm adanması. İnce un, Mesih’in, İnsanlığı ile ilgili Kutsal Ruh tarafından vücuda getirildiğine dair gizemli gerçeği ima etmek için yağ ile karıştırıldı. (Levililer 2) Ve bunun sonucu olarak O’nun dünyadaki yaşamının mükemmelliğini temsil etti – mükemmel bir şekilde itaat eden Yaşamı, bu kanalda akan Canının her enerjisi, Babasının isteğini yapmasının O’nun yiyeceği olması ve O’nun, işini tamamlaması. İsrail, tüm bunların sonucunda O’nun yaşamının ve ölümünün tüm değeri ve kabul edilişi içinde Tanrı’nın önünde idi – çarmıhta günah yapıldığı zaman, sergilenen itaatinin mükemmelliğinin en yüksek derecedeki ifadesi ya da Yaşamının mükemmel adanmışlığı gözden geçirildiğinde Tanrı için ifade ettiği her şey. İçecek sunusu, şaraptan oluşuyordu. Şarap, bir sevinç sembolüdür. – “Tanrı’yı ve insanı neşelendirir;” ve şarap burada Tanrı’ya sunulduğu için O’nun sevincinden, sunulan kurban için duyduğu sevinçten söz edilir. Ancak, şarap O’nun halkı adına kahin tarafından sunuldu. Bu nedenle, aynı zamanda O’nun biricik Oğlu’nun yaşamındaki mükemmellik ve ölümündeki adanmışlık, onların Tanrı’nın duyduğu sevinç ile olan paydaşlıklarını da ifade etti. Tanrı’nın yüreği böyledir. O, bizi Kendisi ile paydaşlığa getirir, bize Kendi zevklerinden tattırır, öyle ki O’nun yüreğinden dışarı akan sevinci, aynı zamanda bizi de doldursun ve övgü ve hayranlık ile dolup taşabilelim. Yuhanna bu yüzden şöyle der, “Bizim paydaşlığımız da Baba ile ve Oğlu İsa Mesih’ledir.” 1. Yuhanna 1:3)

Bundan sonraki konu, Tanrı’nın, Halkı ile buluşma yeridir. Musa’ya, Bağışlanma Kapağı’nın üzerinde lütuf aracılığı ile Yehova ile buluşma izini verildi. (Mısır’dan Çıkış 25:22; Çölde Sayım 12:8); ama halk, buluşma çadırının kapısının ötesine geçemezdi. Yakmalık sununun tunç sunak üzerinde sunulduğu yer burası idi; ve bu yüzden, kurban temel alınarak Tanrı ve İsrail arasındaki buluşma yeri burası idi. Bunun dışında olası başka hiç bir yer olamazdı; aynı şimdi Mesih’in Tanrı ve günahkar arasındaki tek buluşma yerini oluşturması gibi. Mesih olmaksızın Tanrı’ya yaklaşabilmenin mümkün olamayacağı – özellikle kurtarılmamış olan kişiler için – gerçeğini görmek en önemli konudur. “Yol, Gerçek ve Yaşam Ben’im. Benim aracılığım olmadan Baba’ya kimse gelemez.” (Yuhanna 14:6) Buna ek olarak, çok iyi anlamanız gereken, Tanrı’ya, Mesih’in kurbanının temeli dışında yaklaşılamayacağıdır. Yakmalık sunu ile bağlantılı olarak ima edilen gerçek budur. Eğer çarmıh ve çarmıha gerilen Mesih önemsenmez ise, suçlu bir günahkar ve kutsal bir Yargıç arasında var olabilecek engellerden dolayı Tanrı ile bir ilişki kurulamaz. Ama, günahkar, Tanrı’nın kurbanının “hoş kokusu” üzerindeki konumuna götürüldüğü an, Mesih’in, ölümü aracılığı ile tamamladığı etki sayesinde Tanrı, günahkar ile lütuf ve sevgi içinde bir araya gelebilir.

Bunlara ek olarak bir başka şey daha vardır – Tanrı’nın, halkı ile buluşmak ve onlarda konut kurmak için gelmesinin sonucu. Tanrı, buluşma çadırını Yüceliği ile kutsal kılacaktır; topluluğun buluşma çadırını ve sunağı kutsal kılacaktır; ve aynı zamanda Kendisine kahinlik görevi hizmeti sunmaları için hem Harun’u hem de oğullarını kutsal kılacaktır. (43,44. ayetler) O, kurbandan dolayı her şeyi talep etti ve her şeyi Kendisi için ayırdı. Buluşma çadırı, sunak ve kahinler de aynı şekilde kutsal kılınırlar – Yehova’ya hizmet için O’nun hizmetine ait olanlar olarak talep edilirler. Buluşma çadırı ile ilgili söylenen “görkemimle kutsal kılınacak “ ifadesi dikkat çekicidir. O’nun yüceliği tüm yeryüzünde yalnızca orada en kutsal yerde sergilenir – varlığının sembolü olan Şekina [Tanrı’nın tecellisi] adlı parlak bulut içinde. Bu şekilde gözler önüne serilerek, buluşma çadırını yeryüzünde var olan diğer her şeyden ayırmış oldu, onu kutsal bir yer yaptı ve kutsal kıldı. Ama yalnızca bu kadar değil. Oradaki görkemi, sunulan her şeyin ölçü birimi haline geldi. Şimdi sahip olunan gerçeğin ışığında O’nun yüceliğinin erişilmezliği ortaya çıkar. Sunulan her şeyin O’nun yüceliğine uygun olması gerekir.Bu yüzden, Romalılar’a mektupta “herkesin günah işlediğini ve O’nun yüceliğinden yoksun kaldığını” okuruz; bu ayet, O’nun yüceliğinin taleplerine yanıt vermediğimiz sürece suçlu günahkarlar olarak, yüceliğinin önünde asla bir an dahi durmamız mümkün değildir. Konu, ilerlemeye devam eder. Buluşma çadırı yeryüzünde idi ve Tanrı’nın yersel halkının ortasında idi. Bu nedenle, O’nun yüceliği tarafından kutsal kılınmış olan, buluşma çadırı bu durumda aynı zamanda peygamberliğe özgü bir hal de aldı – tüm yeryüzünün O’nun yüceliği ile doldurulacağı gün ile ilgili peygamberlik. Bu, böylelikle bin yıllık bereket ile ilgili parlak bir vaat belirtiyordu.

Bu konu bizi üçüncü noktaya götürür – Tanrı, halkının arasında yaşıyor. Bu, kutsal bir yerin bina edilmesi ile ilgili beyan edilen bir konudur (25:8), ve halkının arasında yaşamasının sonucunda, halkı O’nunla ilişki kurabilecek ve O’nu kurtuluş Tanrısı, onları Mısır ülkesinden dışarı çıkartmış Olan olarak bilecekti. Aralarında yaşamasının temeli, tamamlanmış kurtuluş idi. Böylelikle, daha önce de söylenmiş olduğu gibi, O, asla Adem, Nuh, İbrahim ya da diğer ataların arasında yaşamadı, ama bu kişilerin hepsine O’nunla yakın ilişkinin tadını çıkartmaları için izin verişmişti. İsrail, Mısır ülkesinde iken İsrail’in arasında yaşamadı, yaşayamazdı; ama onları tutsaklıklarının evinden çıkarttıktan ve Kızıl Deniz’den geçirdikten sonra, kutsal yerinin halkının arasında olmasını arzu etti. Kurbanın hoş kokusu – Mesih’in kurbanının Tanrı tarafından kabul edilmiş olmasının sembolü – çevresine kurtarmış olduğu kişileri yerleştirmesini mümkün kıldı. Ama, aslında onların arasında yaşamasından daha fazlası da söz konusu idi: aynı zamanda ilişki de mevcuttu. “Onların Tanrısı olacağım.” Burada dikkat edilmesi gereken nokta, O’nun lütfu aracılığı ile Kendi halkı olmalarına rağmen, halkının O’nun nesi olacağı değil, O’nun halkı için ne olacağı idi. “Onların Tanrısı” – söz ile anlatılamayan bereketler ile dolu ifadeler; çünkü Tanrı, halkının Tanrısı olmayı üstlendiği zaman, onlar ile ilişkiye girmeye tenezzül eder, rehberlik, destek olmak, savunmak ve sıkıntıdan kurtarmak gibi ihtiyaç duydukları her şeyi onların Tanrısı olarak onlar için garantiler. Mezmur yazarı, böyle harika bir ilişkinin bereketini görerek coşku içinde: “Ne mutlu Tanrısı Rab olan halka!” dedi. (Mezmur 144:15) Ama her şeye rağmen, görmüş olduğumuz gibi, O’nun halkının arasında yaşamasının nedeni, halkının O’nu tanıyabilmesi ve kurtuluş aracılığı ile O’nu bilmesi idi. O’nun yüreğinin arzusu bu idi ve bu arzusunun peşinden giderek, onları Mısır’da ziyaret etti; firavunu, ülkesini ve halkını bir çok yargı ile vurdu ve halkını yüce eli ve uzattığı kolu ile Kendisine getirdi ve şimdi buluşma çadırının bina edilmesi gerektiğini buyurdu. O, kurtardıklarının mutluluğu ve sevinci ile sevindi ve çevresini mutlu ve sevinçli insanlar ile kuşattı. Tanrı’nın düşüncesi böyle idi, ama yine de çok az kişi bu sevince dahil oldu. Ama ertelenmiş olsa bile, bu düşünce bir gün tam ve mükemmel bir şekilde gerçekleşecektir. İsrail oymakları tarafından çevrelenmiş olan çöldeki buluşma

çadırı, sonsuzluk konumunun bir örneğidir. Tanrı’nın burada ifade ettiği amaç tekrar edildi (Levililer 26:12) ve bin yıl ile ilgili olarak yeniden onaylandı. (Hezekiel 37: 27,28) ancak tüm bunların hepsi Tanrı’nın, halkı için planlamış olduğu tam bereketin yalnızca gölgeleri idiler. Ve daha fazlası olmaları mümkün değildi ve bu yüzden sonsuz konuma ulaşılıncaya dek mükemmelliğin frakına varılmaz. Tanrı şimdi bile yeryüzünde yaşıyor, çünkü kilise Ruh aracılığı ile O’nun evidir; ve evlatlık Ruhu’nu almış olan her imanlı, Kutsal Ruh’un bir tapınağıdır. Ama Tanrı’nın, Mesih’teki tüm amaçları tamamlandığı zaman, bu düzenin kurtarılmışları yeni Yeruşalim gibi Tanrı’nın sonsuz buluşma çadırını ve konut yerini biçimlendirirler. (Vahiy 21)

“Ama kim, yaşayan ışığın
o görkemli parlaklığını anlatacak!
Orada Tanrı’nın tüm parlaklığı görünür
Ve Kuzu’nun yücelikleri konut kurmuştur.
Tanrı ve Kuzu oradaki ışık
Ve tapınak olacaklardır.
Ve oradaki parlak kalabalık
Örtülü gizemi sonsuza kadar paylaşacaktır.”

Bölüm 29

Buhur Sunağı

Mısır’dan Çıkış 30:1-10

Musa’ya verilen talimatlarda yer alan buhur sunağının bulunduğu yer, çok eğitici bir özellik taşır. Mısır’dan Çıkış 27. bölümün sonuna kadar her şey, Tanrı’nın görünümü ile ilgili olarak düzenlenmiştir – bazen ifade edildikleri gibi gösterme sembolleri. Bundan sonra konu, Tanrı’ya yaklaşma ile ilgili bir durum arz eder; ve bu yüzden bundan sonraki aşama kahinlerin atanması ve kutsal kılınmasıdır – bu kahinlerin tek ayrıcalıkları kutsal yere girebilmeleridir. Ama daha ileriye gitmeden önce sürekli yakmalık sunu konusuna değinilir; bu konu son bölümde gözden geçirilmişti; çünkü halk, sununun hoş kokusunun kabul edilmesi ile Tanrı’nın önüne gelene kadar ve Tanrı’nın Kendisi onların arasında yaşayana, Yüceliği aracılığı ile buluşma çadırını kutsal kılana ve her şeyi Kendisine ayırana kadar O’na yaklaşmak mümkün değildi – O’nun huzuruna kabul edilme yoktu. Başka bir deyişle, kurbanın hoş kokusu olmadan ve Yehova’nın huzuruna girilmeden tapınma yapılamazdı. Böylelikle her şey hazırlandı ve yaklaşma sembollerine sıra geldi – örneğin, Tanrı’nın huzuruna girmek ile bağlantılı olarak kullanılan o kutsal kaplar; ve bunlardan ilki altın sunaktır – ya da buhur sunağı.

“Üzerinde buhur yakmak için akasya ağacından bir sunak yap. Kare biçiminde, boyu ve eni birer arşın (yaklaşık 45 cm), yüksekliği iki arşın (yaklaşık 90 cm), boynuzları kendinden olacak. Üstünü, yanlarını, boynuzlarını saf altın ile kapla. Çevresine altın pervaz yap. İki yandaki pervazın altına iki altın halka yap. Bunlar sunağın taşınması için sırıkların geçmesine yarayacak. Sırıkları akasya ağacından yap ve altın ile kapla. Sunağı Levha Sandığı’nın karşısındaki perdenin, sandığın üzerindeki Bağışlanma Kapağı’nın önüne, seninle buluşacağım yere koy.

Harun her sabah kandillerin bakımını yaparken sunağın üzerinde güzel kokulu buhur yakacak. Akşamüstü kandilleri yakarken yine buhur yakacak. Böylece huzurumda kuşaklar boyunca sürekli buhur yanacak. Sunağın üzerinde başka buhur, yakmalık sunu ya da tahıl sunusu sunmayacaksınız, üzerine dökmelik sunu dökmeyeceksiniz. Harun yılda bir kez sunağın boynuzlarını arındıracak. Kuşaklarınız boyunca yılda bir kez günahları bağışlatmak için sunulan sununun kanı ile sunağı arındıracak. Sunak, ben Rab için çok kutsaldır.” (1-10. ayetler)

Buhur sunağı, levha sandığını, üzerine ekmek konulan masayı karakterize eden iki malzemeden – akasya ağacından ve altından – yapıldı. (1-5. ayetler). Bu nedenle sunağın kendisi –kullanımının dışında – Mesih’in kişiliğinin bir örneği idi – hem Tanrı hem de insan olarak Mesih, bedende görünen Tanrı. Bu konu, sunak ile bağlantılı olarak önem taşır – yalnızca Mesih aracılığı ile Tanrı’nın huzuruna kabul edileceği öğretilir. O’nun, gerçekten hem Tanrı’ya yaklaşmanın hem de tapınmanın temeli olduğu açıklanır. Kahin (tapınan kişi), sunakta altından başka hiç bir şey görmedi. Ve Tanrı yalnızca altını – O’na uyan, Kendi doğası ile uyum sağlayan – gördü. Bunu hatırlamak, Tanrı’nın önünde eğilen bir kişiye cesaret verir. Mesih’in, Tanrı’nın gözünün önünde ve tapınan kişinin gözünün önünde bulunması, gerçekten de harika bir merhamettir – Mesih’in kendisi, Tanrı ve Tanrı’nın halkı arasındaki buluşma yeridir; ve aynı zamanda O’nun halkının kabul edilmesi için gerekli temeldir.

Bu sunağın yeri altıncı ayette belirtilmiştir. Levha Sandığı’nın karşısındaki perdenin, sandığın önündeki Bağışlanma Kapağı’nın önüne konulması gerekiyordu. Tunç sunak ise, belirtilmiş olduğu gibi, buluşma çadırının avlusunda – ilk şey – dışarıdan, ordugahtan avlunun girişine gelen birinin gözüne ilk çarpan şey idi. Burada verilen ders şu idi: huzura kabul elde edilmeden önce günah sorununun çözümlenmesi gerekiyordu. Buhur sunağı iç bölümde idi – kutsal yerde – ve kahinlerin dışında hiç kimse oraya giremezdi. Aslında arada yıkanma kazanı vardı; ama yıkanma kazanından henüz söz edilmedi, çünkü tunç sunak üzerindeki kurbanın değeri hemen (mecazi olarak) altın sunağın varlığını zorunlu kılar. Tunç sunak, insanı sorumluluk açısından denedi; ve Tanrı’nın adaletinin talepleri kurban aracılığı ile karşılandığı için, O, insanı hemen Tanrı’nın huzuruna takdim edebilir – ona kahinlerin ayrıcalıklarını ve bunun sonucu olan kahin kişiliğinde buhur sunağına kabul edilmesini sağlayabilirdi. Tunç sunağın talepleri bir kez karşılandıktan sonra, tapınan kişinin altın sunağa ulaşmasına hiç bir şey engel olamazdı. Tapınan kişi mükemmel bir ünvana sahip olurdu. Aynı konu, İbranilere mektupta görülür. Çarmıhta dökülen kan, en kutsal yere girmek için cesaret verir. (İbraniler 10) Bu nedenle, iki sunak arasında bağlantıların en yakını mevcuttur.

Şimdi sunağın kullanımını gözden geçirelim. Harun’un, her sabah kandillerin bakımını yaparken, sunağın üzerinde güzel kokulu buhur yakması ve akşamüstü olduğunda kandilleri yakarken yine buhur yakması gerekiyordu. (7,8. ayetler) Buhuru oluşturan baharatlar, 34. ayette belirtilir. Burada sözü edilen güzel bir koku, bir parfümdür. Bunun sunağın üzerinde yakıldığına dikkat edin. Baharatlardan güzel kokunun çıkmasının nedeni ateşte yakılmaları idi; ve bu amaç için kullanılan ateş, tunç sunağın üzerindeki ateşten alınırdı. (bakınız Levililer 16:12,13) Bu nedenle, kurbanı yakıp tüketen aynı ateş, buhurun kokusunu ortaya çıkartırdı. Bu durum, buhurun önemini gözler önüne serer. Ateş, Tanrı’nın araştıran yargısının bir örneğidir – yargısında uygulanan Kutsallığının örneğidir, ve kutsanmış Rabbimizin, çarmıh üzerinde iken, arasından geçtiği ateş bu idi. Ama O’nun üzerindeki kutsal ateşin eyleminin tek etkisi, hoş kokulu bir parfüm “bulutunu” ortaya çıkartmak idi. Buhar, bunun örneğidir – Mesih’in Tanrı’ya ulaşan kokusu ve bundan dolayı buharın Tanrı’nın huzurunda sürekli olarak yakılması gerekiyordu (ayet 8), bu süreklilik, kokunun tahtın önüne her zaman yükseldiğini gösterir. Eğer Mesih’in işinin etkisi, kurbandan çıkan koku ile temsil ediliyor ise, O’nun kişiliğinin kabul edilmesi buhur aracılığı ile ifade edilir. Bu iki konu, kefaret gününde birbirlerinden ayırt edilirler. Harun, kanı, Bağışlanma Kapağı’nın üzerine ve önüne dökmeden önce, elinde buhur ile en kutsal yere girerdi. Bu nedenle, Mesih’in Kendisi kendi kanı ile girdi; ama eğer şu ifade yerinde olur ise, her şeyin birbirinden ayrılamaz şekilde bağlı olduğu yerde Mesih’in Kendisi Kendi kanının üzerinde bile üstünlüğe sahiptir. Kana söz ile anlatılamayan eşsizliği sağlayan aslında Mesih’in Kendi içindeki kimliğidir.

Ama akla şöyle bir soru gelebilir: Harun açısından bu eylemin anlamı nedir? Öncelikle, Harun, hem Mesih’in hem de kutsal yerde bulunan sunaktaki Mesih’in bir örneğidir. Böylelikle Harun, buhuru yakması ile, Mesih’in üstün aracılığına bir örnek teşkil eder. Hatırlanacağı gibi Harun, tunç sunakta yanıp tükenmiş olan kurbanın değeri sayesinde kutsal yere girer. Ayrıca buna ek olarak kutsal ateş ile yaktığı buhur, Tanrı’nın önünde her zaman kabul edilebilirdir. Bu yüzden Mesih’in aracılığının, O’nun kimliğinin ve yaptığı işin etkinliği sayesinde Tanrı’ya yükseldiği öğretilir. Bu nedenle, bu aracılık başarısız olamaz. Ve bu buhur sürekli yakıldığı için, O da aynı şekilde bize aracılık etmek için sonsuza kadar yaşamaktadır; ve Bu nedenle O, Halkını sonsuza kadar – başından sonuna kadar – kurtaracak güçtedir, hatta halkının çöl yolculuğunun sonuna kadar bile. Böyle bir güvence zayıflıklar, güçlükler ve çölde yürüdükleri yolda karşılaştıkları denemeler ile kuşatılmış olan Halkı için ne kadar teselli edicidir! İkinci olarak, buhur sunağındaki Harun imanlının bir örneğidir, bundan dolayı tüm imanlılar, kahinlerdir. Bu görünüm çok eğiticidir; çünkü böylelikle buhurun yakılması, tapınmanın bir örneğini teşkil eder. O zaman önce, Harun’un (ve onun tarafından temsil edilen imanlının) yakmalık sununun tüm hoş kokusu içinde altın sunağın önünde bulunmasının tekrar gözden geçirilmesi gerekir. Çünkü bu kurbanın değeri sayesinde kutsal yere kabul edilmenin keyfi yaşanır. Bunun önemi çok büyüktür. Ve burada öğretilen şudur: Mesih’in tüm kabul edilişi içinde biz, Tanrı’nın önüne neyin getirilmesi gerektiğini bilinceye kadar gerçek bir tapınma mümkün olamaz. Yalnızca günahlarımızın silindiğini bilmemiz değil, ama aynı zamanda Tanrı’nın önünde, Mesih’in Kendisinin tüm kabul edilişi ile – O’nun söz ile ifade edilemeyen tüm kokusu içinde- durduğumuzu kavramış olmamız gerekir. İkinci olarak, Tapınma sırasında Tanrı’ya sunulan, kendi duygularımızın ve kendi düşüncelerimizin değil, Tanrı’nın yüreğini hoşnut edenin, yani, Mesih’in Kendisinin olduğunun farkında olmamız gerekir. Tanrı’yı yeryüzünde yücelten ve O’nun, kendisine verdiği görevi tamamlayan olarak Mesih! Üçüncü olarak, tüm tapınmanın özü, Mesih’in tüm kimliği ve yaptığı her şey ile Tanrı’yla paydaşlığı sağlıyor olmasıdır. Çünkü Kutsal Ruh aracılığı ile tapındığımız zaman, Tanrı’ya O’nun hoşnut olduğu şeyi sunarız ve sunduğumuz şeyden zevk alırız ve böylelikle duygularımız, düşüncelerimiz ve gösterdiğimiz sevgi, Tanrı’nın Kendisinin duygu, düşünce ve gösterdiği sevgisi ile bir hale gelir. O zaman, bunun sonucu, tapınma – en yüce karaktere duyulan hayranlık – olur. Bizlerin sunaktaki kahinlik görevi budur – Mesih’in çabalarının sürekli sunumu; ve eğer biz orada aracılık eder isek, aynı zamanda bizim aracılığımızın değeri, Mesih’in aracılığının değerine göre olur. Mesih bu nedenle şu sözleri söyleyebildi: “Size doğrusunu söyleyeyim. Benim adım ile Baba’dan ne dilerseniz, size verecektir.” (Yuhanna 16:23)

Gözlemleneceği gibi, buhur ve kandiller arasında bir bağlantı mevcuttur. Harun’a sabah ve akşamüstü kandillerin bakımını yaparken, güzel kokulu buhur yakması talimatı verildi. Kandilliklerden söz edilirken açıklandığı gibi, kandiller Tanrı’nın, Ruh’un gücündeki görünümüdür. Bu, dünyanın ışığı olan Mesih’in mükemmelliğinde görüldü ve aynı şekilde hem Kilisede hem de imanlıda gösterilmesi gerekir. Ancak buradaki düşünce, ışığın kahinin yaptığı bakım aracılığı ile elde edilmiş olmasıdır. Harun, kandillerin bakımını yaptı. Aynı şey şimdi de geçerlidir. Ruh’un gücünün Tanrı’daki görünümü, her zaman Mesih’in kahinlik işine bağlıdır; ve buhurun yakılması – aracılık ya da tapınma – her zaman Ruh’un gücünün gösterilişi ile orantılı olacaktır. Şu üç şey gerçekten de birbirlerinden ayrılamazlar – Mesih’in kahinlik görevi, Tanrı’nın, Ruh’un gücündeki görünümü ve O’nun halkının tapınması. Başka bir deyişle, eğer imanlılar dünyada ışık olarak parlamıyorlar ise, altın sunakta buhur yakamazlar, Tapınma için güçsüz olurlar. Yürüyüş ve tapınma birbirleri ile ilintilidir; çünkü eğer imanlı hafta boyunca Tanrı’nın huzurunda değil ise, O’nun ölümünü ilan etmek için Sofrası etrafında toplanıldığı zaman, çadırın perdesinin iç kısmında olmanın ne demek olduğunu bilmeyecektir. Ya da, farklı bir açıdan bakılacak olursa, Ruh’un gücündeki Tanrı’nın görünümünün sonucu olmanın dışında tapınma olmayacaktır. Bu yüzden, buhur yakıldığı zaman, kandilleri bakımının yapılması gerekir.

Sunağın kullanımı ile ilgili uyarılar devam eder; ve eğer Levililer 10:1 ayeti, bu ayet ile birleştirilecek olursa, bu sunak üzerinde kullanılması yasaklanan üç şey mevcuttur. Birincisi, başka, yabancı bir buhur sunulmayacaktır. Sunulan buhurun tanrısal bileşime sahip olması gerekir ve bunun dışında bir buhur kabul edilemez. Eğer bir an için bu konuyu birebir anlamı ile ele alacak olur isek, günümüzdeki Hıristiyanlığın pek çok “kilisesinde” korkunç küstahlıklara tanıklık edildiği görülecektir! Bu kutsal bileşimin temel taklitleri – bu tür bileşimleri yapanın cezası halkın arasından atılmak idi (bakınız ayet 38) – kahin olduklarını iddia eden kişiler tarafından topluluk hizmetlerinde ve Tanrı’ya tapınmada kullanılırlar. Bir Yahudi bile bundan tiksinirdi, ama ağızları ile Hıristiyan olduklarını söyleyen kişiler bu yabancı buhurun kullanımını onaylayabiliyorlar! Bu tutumun hem bozulan Hıristiyanlığın hem de Şeytan’ın gücünün kanıtı olduğu kesindir. Buna bir sembol olarak bakıldığı zaman, bize Tanrı’nın, tapınmada Mesih’in kokusundan başka hiç bir şey kabul etmediği öğretilir. Mesih’ten ayrı olarak sunulan her şey, “yabancıdır” ve kabul edilemez. İkinci olarak, bu sunağın üzerinde hiç bir şekilde yakmalık sunu, yiyecek (tahıl) sunusu ve içecek sunusu sunulmamalıdır. Bu, altın ile tunç sunağı birbirine karıştırmak olacaktır ve bunun sonucu olarak gerçek kahinlik konumumuz unutulur. Şimdi de, eğer tapınma için bir araya gelindiği zaman, çadırın perdesinin iç kısmı yerine çarmıhtaki yerimizi alırsak, aynı hata yapılmış olur. Bu hata, pek çok can tarafından farkına varılmadan yapılan bir hatadır. Sonucu ise, Tanrı’ya, Mesih’in tamamladığı iş sayesinde getirilmenin sevincini asla tatmamalarıdır ve bu yüzden gerçek kahin konumlarını işgal edemezler. Son olarak, Levililerdeki ayet, yabancı ateş kullanımını yasaklar. Ateşin, Tanrı’nın ateşi olması gerekir. Rabbin önünden, gökten gönderilen ateş (Levililer 9:24) ve başka bir ateş değil. Bu konu, imanlılar için uygulandığı zaman, alınacak ders, yalnızca Tanrı’nın Ruh’u aracılığı ile tapınabilecekleridir. Doğal hararet ve insani duygular üretildiği takdirde, bunlar, “yabancı” ateş” anlamına gelir. Kahinlere, buluşma çadırına girdikleri zaman, şarap ya da sert bir başka içki içmelerinin yasaklanmış olmasının nedeni, hiç kuşkusuz bu idi. Şarabın etkileri, Tanrı’nın Ruhu’nun ürettiklerini taklit ederler. (Bakınız Elçilerin İşleri: 13-15) Altın sunağın üzerinde kabul edilebilir olması için ateşin de aynı buhur gibi tanrısal olması gerekir – günümüzdeki Hıristiyanların görünümler ve sesler aracılığı ile doğal insan üzerinde çalışarak, Tanrı’ya tapınırken doğal insana yardım etmek için her türlü girişimde bulundukları zaman, yaptıkları hatayı görüp almaları gereken ders budur. Tüm bu şeylerin Tanrı’nın gözünde gerçekten tiksindirici olduğunu öğrenmelerini diliyoruz!

Yılda bir kez günah sunusunun kanı ile sunağın boynuzlarının arındırılması gerekiyordu. (ayet 10) Bu konu hakkındaki anlatımı Levililer kitabının 16. bölümünde bulabilirsiniz. Bunun nedeni, kahinlik görevinin kusurlu oluşu idi. Kahinin durması gereken yer, altın sunağın önü idi; ve günahkar olduğu için Tanrı’ya yaklaştığı yeri murdar kılıyordu (Levililer 4:7 ayeti ile karşılaştırın); ve bu yüzden sununun kanının sürekli uygulanması gerekli idi. Bunun karşıtı olan örnek, bilgi vericidir. Şimdi, tek bir kurban sonsuza kadar yeterli olmuştur. Mesih, kutsal kılınanları tek bir sunu ile sonsuza dek yetkinliğe erdirmiştir; ve bunun sonucu olarak en kutsal yere bile aralıksız, sürekli olarak girebilmenin sevincini yaşarız.

Son olarak, çölde sunağın taşınması ile ilgili olarak gerekli sağlayış için bir söz söylenebilir. Sunağın taşınması için bir pervaz ve sırıkların geçmesine yarayacak iki altın halkanın varlığından bahsedilir ve bunlar sunak ile aynı malzemeden oldukları için inceleme yapmak gerekmez. Ama Çölde Sayım 4:11 ayetinde, altın sunağın üzerine lacivert bir bez serileceği ve üzerine deri (yunus balığı derisi olabilir) bir örtü örtüleceği yazılıdır. Lacivert bezin – göksel olanın sembolü – göksel karakteri, kahinlik görevindeki aracılık ile ilgilidir ve kahinliğin konumu ile bağlantılı olarak lacivert bezin üzeri örtülür. Bu, yalnızca Tanrı’nın görmesi içindi. Sonra deri örtüden söz edilir – Mesih’in, kendisini kötüden koruduğu kutsal ihtiyatı ima eder. Bu deri örtü dışarıdadır, çünkü kötünün cirit atığı çölden geçiş hakkındadır. Bu yüzden, eğer göksel karakter elde edilecek ise, bezginliğe düşmeden uyanık kalmamız ve kendimizi bizi her yandan kuşatan pisliklerden ve murdarlıklardan korumak - Söz’ün kullanımı aracılığı ile - için sürekli bir gayret içinde olmamız gerektiğini öğretir.

Pages