July 2014

Yaratılış 26

Bu bölümün ilk ayeti kendisini Yaratılış 12.bölümdeki bir ayete bağlar. “İbrahim’in yaşadığı dönemdeki kıtlıktan başka ülkede bir kıtlık daha oldu.” Yaratılış 26:1. Tanrı halkının karşılaştıkları denemeler konuları açısından birbirlerine pek çok benzerler. Ve her zaman yüreğin “her” şeyini nasıl Tanrı’da bulduğunu göstermeye eğilimlidirler. Bu konu zor bir konudur – ender elde edilen bir durumdur. Dünyadaki değerlerden ve insanlardan tamamen bağımsız olarak Tanrı ile tatlı bir paydaşlık içinde yürümek ne hoştur. Sağımızda ve solumuzda bulunan Mısırlılar ve Gerarlılar bize doğru yoldan geri dönmemiz ya da gerçek ve yaşayan Tanrının hizmetkarları olarak Mesih’teki konumumuzu bize unutturmak için büyük ayartmalar sunarlar.

“Ve İshak Gerar’a, Filist kralı Avimelek’in yanına gitti. Mısır ve Gerar arasında büyük bir farklılık göze çarpar. Mısır, dünyanın doğal kaynaklarını ve onların Tanrıdan bağımsız oluşlarının ifadesidir. “Benim nehrim bana aittir.” Bu sözler Yehova’yı tanımayan ve ihtiyaçlarının tedariki ya da sahip olduğu emanetlerin kaynağı olarak O’na bakmayı düşünmeyen bir Mısırlının sözleridir. Gerar Kenan diyarına coğrafi açıdan daha yakın idi, Mısır ise Gerar’a kıyasla Kenan diyarından daha uzak bir konumda yer alıyor idi. Ve bu nokta mecazi açıdan Tanrıdan uzak olan bir canın durumunu ifade etmektedir. Yaratılış 10.bölüm 9.ayette Gerar’ın bulunduğu yer ile ilgili olarak şu bilgi yer alır: “Kenan sınırı Sayda’dan, Gerar, Gazze, Sodom, Gomora, Adma ve Sevoyim’e doğru Laşa’ya kadar uzanıyor idi.” Bize verilen bilgi “Gerar’dan Yeruşalim’e kadar olan mesafenin üç günlük” yol olduğu bilgisi verilir. Bu nedenle Mısır ile kıyaslandığı zaman, Gerar’ın konumu daha ilerdedir. Ama yine de bu konumu itibarı ile de çok tehlikeli etkilerin var olduğu sınırlar içinde yer alıyor idi. İbrahim’in başı Gerar’da derde girmiş idi ve bu bölümde İshak için de aynı durum aynı şekilde söz konusu olur. İbrahim karısını inkar etti, bu bölümde İshak’ın da karısını inkar ettiğini görüyoruz. Bu durum oldukça garip ve ciddidir. Hem babanın hem de oğulun aynı hataya aynı yerde düşmeleri bize çok açık bir şekilde o yerin etkisinin kötü olduğunu göstermektedir.

Eğer İshak Gerar kralı Avimelek’e gitmemiş olsa idi o zaman karısını inkar etmek gibi bir gereklilik duymak zorunda kalmayacak idi. Ama doğru tutum çizgisinden küçücük bir ayrılık bile ruhsal zayıflığa neden olur. Petrus Efendisini inkar ettiği zaman baş kahinin avlusundaki ateşin yanında duruyor ve ısınıyor idi. Şimdi İshak’ın Gerar’da gerçekten mutlu olmadığını açıkça görüyoruz. Rabbin İshak’a “Gerar’da bir süre kal’ dediği doğrudur. Ama Rab halkına ne kadar sıklıkta bu şekilde yön verir? Tanrı halkının içinde bulunduğu ahlaki konumu bilmektedir. Ve onlarda bu konular ile ilgili doğruların bilinmesi için duygular uyandırır. Tanrı, Çölde Sayım kitabının 13.bölümünde Musa’yı Kenan diyarını araştırmaları için adamlar göndermek üzere yönlendirdi, ama eğer bu adamlar düşük bir moral konumunda olmasalar idi böyle bir adımın atılması gerekli olmayacak idi. Tanrının vaadi önümüzde olmasına rağmen imanın “araştırma yapmaya” ihtiyaç duymadığını çok iyi biliriz. Tanrı yine bir defasında da Musa’yı yaptığı görevde kendisine yardım etmek üzere yetmiş ileri gelen kişi seçmesi için yönlendirmiş idi. Ama eğer Musa bu konumun saygınlığına ve bereketine tam olarak girmiş olsa idi bu tür bir yönlendirme almasına gerek kalmayacak idi. 1.Samuel 8.bölümde halk kendisi için bir insan kral istedi. Oysa bir krala ihtiyaçları olmaması gerekiyor idi. Bu yüzden bizim her zaman bir bireye ya da bir halka bir yön verildiği zaman bu yön hakkında herhangi bir doğru düşünce oluşturmadan önce o birey ya da halkın durumunu gözden geçirmemiz gerekir.

Ama yine de eğer İshak’ın Gerar’daki konumu hatalı bile olsa ayette okuduklarımız şunlardır: “İshak o ülkede ekin ekti ve o yol ektiğinin yüz katını biçti. Rab onu kutsamıştı. Yaratılış 26:12. Yine de ekleyelim, bir kişinin varlıklı koşullar içinde bulunması nedeni ile o kişi hakkında asla doğru bir kanaat edinemeyiz. Rabbin bereketi ve Rabbin varlığı arasında büyük bir farklılık olduğuna daha önce de değinmiş idik. Pek çok kişi Rabbin varlığına sahip olmadan Rabbin bereketine sahiptir. Ve ayrıca yürek birini diğerinin önüne koyarak – bereketi varlığın önüne koymaya eğilimlidir - hata yapma konusunda eğilimlidir. Ya da en azından birinin diğerine eşlik etmesi gerektiğini düşünürler. Bu, büyük bir hatadır. Tanrının varlığına sahip olmayan ya da bunu arzu etmeyen kaç kişiyi Tanrının bereketleri ile kuşatılmış olarak görürüz? Bu noktayı anlamak çok önemlidir. Bir kişi, “büyüyebilir ve ilerleyebilir ve sürülere, çobanlara ve daha başka pek çok hizmetkara sahip olarak çok varlıklı ve yüksek bir konuma gelebilir ama buna rağmen Rabbin kendisi ile birlikte olmasından kaynaklanan o engel tanımayan ve tam olan sevince sahip değildir. Koyun ve hayvan sürüleri Rab değildirler. Onlar Filistlilerin İshak’a imrenmelerine neden olacak dünyasal değerlerdir. Ama Rabbin İshak’taki varlığından dolayı İshak’a hiç bir zaman imrenmezler. İshak Tanrı ile paydaşlığın en tatlısını ve en zenginini yaşayarak bunun tadını çıkartıyor olabilir. Ve Filistliler bu konunun ne olduğu hakkında en ufak bir fikre sahip değildirler. Neden mi? Nedeni basit, çünkü böyle bir gerçekliği anlayacak ya da takdir edecek bir yüreğe sahip değildirler. Koyun ve hayvan sürüleri ve hizmetkarlar ve su kuyuları! İşte Filistlilerin takdir edecekleri şeyler bunlardır. Ancak tanrısal varlığı takdir edemezler.

Ama yine de her şeye rağmen İshak belli bir süre Filistliler arasında kendisine bir yer edindi. Ve Rehovot adlı kuyudan ayrılarak Beer-Şeva’ya gitti. “Ve Rab o gece İshak’a görünerek, ‘Seninle birlikteyim. Seni kutsayacak ve kulum İbrahim’in hatırı için soyunu çoğaltacağım.” Yaratılış 26:24. Burada dikkat etmemiz gereken nokta konunun yalnızca Rabbin bereketi değil, Rabbin Kendisinin olması idi. Ve neden böyle idi? Çünkü İshak Filistlilerden ayrılmış ve onların kıskançlıklarını, çekişmelerini ve kavgalarını arkasında bırakmış idi. Artık Beer-Şeva’da idi. Rab hizmetkarına Kendisini burada gösterebilir idi. Rabbin özgür eli İshak’ı o Gerar’da kalır iken izleyebilir idi. Ama İshak orada Rabbin varlığından zevk alamaz idi. Rabbin varlığından zevk alabilmemiz için O’nun bulunduğu yerde olmamız gerekir ve Rabbin tanrısaymaz bir dünyanın çekişme ve kavgalarının ortasında bulunmayacağı kesindir. Ve bu yüzden Tanrının çocuğu bu tür şeylerden ne kadar çabuk uzaklaşır ise kendisi için o kadar iyi olur. Ve İshak böyle bir yer buldu. Filistlilerin arasında kaldığı zaman onlara herhangi bir şekilde hizmet ettiği zaman ruhunda huzura sahip olmadığı kesin idi. Bu dünyanın insanlarının kuruluşlarında ve yollarında kendimizi onlar ile birleştirerek onlara hizmet ettiğimizi düşünmek çok rastlanan bir hatadır. Onlara hizmet etmenin gerçek yolu Tanrı ile paydaşlığın gücü sayesinde onlardan uzak durmak ve böylece onlara daha üstün bir yolun var olduğuna dair örnek teşkil etmektir.

İshak’ın canındaki ilerlemeye ve bunun yürüdüğü yoldaki moral etkisine dikkat edin. “İshak oradan gitti.” Rab İshak’a göründü. Ve İshak “bir sunak inşa etti”, Rabbin adını çağırdı, çadırını kurdu ve İshak’ın hizmetkarları bir kuyu kazdılar. Burada bereketin en ilerlemiş halini görüyoruz. İshak doğru yönde bir adım attığı anda gücü de giderek arttı. İshak Tanrının sevincinden içeri girdi. Gerçek tapınmanın tadına vardı ve Filistliler orada olmadıkları için engel olamadıkları bir kuyu kazdı ve kuyudan su çıktı; İshak bu nedenle huzur ve esenlik dolu bir tazelenme yaşadı.

Bunlar İshak’ın kendisi ile ilgili olan bereketli koşullar idi. Ve şimdi bu bereketin diğer kişiler üzerine yansıyan etkisini gözden geçirelim. “Avimelek danışmanı Ahuzzat ve ordusunun komutanı fikol ile birlikte Gerar’dan İshak’ın yanına gitti. İshak onlara, ‘Neden yanıma geldiniz?’ dedi. ‘Benden nefret ediyorsunuz ve üstelik beni ülkenizden kovdunuz..’ ‘Açıkça gördük ki, Rab seninle’ diye yanıtladılar. ‘Onun için aramızda ant olsun: biz nasıl sana dokunmadık ise ve hep iyi davranarak seni esenlik içinde gönderdik ise sen de bize kötülük etme. Bu konuda anlaşalım. Sen şimdi Rabbin kutsadığı bir adamsın.” Yaratılış 26: 28,29. Dünya insanlarının yürek ve vicdanlarında hareket etmek için doğru olan yol kararlı bir şekilde onlardan ayrı durmak ve onlara karşı mükemmel lütuf ile davranmaktır. İshak Gerar’da kalmaya devam ettiği sürece çatışma ve kavgadan başka bir şey olmadı; İshak kendisine yalnızca üzüntü biçiyor ve çevresindeki kişiler üzerinde etki yaratamıyor idi. Ama bunun aksine davranarak onlardan uzaklaştığı anda onların yüreklerine dokunuldu ve İshak’ı izlediler ve onunla bir ant içmeyi arzu ettiler. Bu olay çok eğitici bilgi verir. Burada açıklanan ilke sürekli olarak Tanrı çocuklarının öyküsünde örnek olarak gösterilir. Yüreğin her zaman öncelikle anlaması gereken ilk nokta Tanrının önünde Mesih’in doğruluğuna sahip olarak durduğumuzdur, yalnızca doğruluk konumunda değil ama aynı zamanda oğulun ahlak konumuna da sahibizdir. Mesih’te doğru kişiler olarak Tanrı ile barıştığımız zaman insanlara sağlığa yararlı bir şekilde davranmayı bekleyebiliriz. İshak Beer-Şeva’ya gittiği ve tapınan bir imanlı olarak yerini aldığı anda kendi canı tazelendi ve Tanrı tarafından diğer insanlar üzerinde hareket etmesi için kullanıldı. Alçak bir konumda devam ettiğimiz sürece kendimizden bereket çalmış olur ve tanıklık ve hizmetimizde tamamen başarısız oluruz.

Ve genellikle yaptığımız gibi – “daha iyi bir şeyi nerede bulabilirim?” - yanlış bir konumda iken araştırmaktan vazgeçmememiz gerekir. Tanrının buyruğu, “Kötülük etmekten vazgeçin” dir. Ve biz bu kutsal buyruğa göre hareket ettiğimiz zaman bir diğer buyruk ile yani, “iyilik yapmayı öğren” buyruğu ile donanırız. “Ey sen uyuyan, uyan! Ve ölüler arasından diril!” (ek ton nekron, ἐκ τῶν νεκρῶν) Ve sonra ne olacak? “Mesih sana ışık verecek.” Efesliler 5:14.

Sevgili ve değerli okuyucum, eğer yanlış olduğunu bildiğiniz bir şeyi yapıyor iseniz ya da herhangi bir konuda ayetler ile uyuşmayan bir durumda iseniz Rabbin sözüne kulak verin: “Kötülük yapmaktan vazgeçin.” Ve emin olun, siz bu söze itaat ile boyun eğdiğiniz zaman, yürüyeceğiniz yol hakkında bilgisiz bırakılmayacaksınız. Bizi şu sözleri söylemeye yönlendiren yalnızca imansızlıktır: “Daha iyi bir şey buluncaya kadar kötülük yapmaktan vazgeçemiyorum.” Rab bize tek bir görüş ve yumuşak huylu bir ruh ihsan etsin.

Yaratılış 27 — 35

Bu bölümler bize Yakup’un öyküsünü anlatırlar. En azından bu öykünün önemli olaylarına değinirler. Tanrının ruhu burada bizim önümüze çok derin bir bilgi koyar, bunlardan ilki Tanrının sınırsız lütuf hakkındaki amacıdır. Ve ikinci olarak insan doğasının nihai çürüklüğü ve bozulmuşluğu ele alınır.

Yaratılış kitabının 25. bölümünde bilerek atlamış olduğum bir kısım vardır; çünkü amacım bu kısma bu bölümde yer vermek idi, öyle ki Yakup ile ilgili gerçeği burada tam olarak görebilelim. “Ve İshak karısı için Rabbe yakardı, çünkü karısı kısır idi. Rab, İshak’ın yakarışını yanıtladı ve Rebeka hamile kaldı. Çocuklar karnında itişiyorlar idi. Rebeka, ‘Nedir bu başıma gelen’ diye Rabbe danışmaya gitti. Rab onu şöyle yanıtladı: ‘Rahminde iki ulus var, senden iki ayrı halk doğacak ve biri öbüründen güçlü olacak. Büyüğü küçüğüne hizmet edecek.’” Yaratılış 25: 21-23. Bu konuya Malaki kitabında işaret edilir ve oradaki ayetlerde şu sözleri okuruz: “Rab, ‘Sizi sevdim’ diyor. Oysa siz, ‘Bizi nasıl sevdin?’ diye soruyorsunuz. Rab, ‘Esav Yakup’un ağabeyi değil mi?’ diye karşılık veriyor, ‘Ben Yakup’u sevdim. Esav’dan ise nefret ettim.” Malaki 1:2,3. Aynı konuya bir kez daha Romalılar kitabının 9.bölümünde işaret edilir: “ Çocuklar henüz doğmamış ve iyi ya da kötü bir şey yapmamış iken Tanrı Rebeka’ya, ‘Büyüğü küçüğüne kulluk edecek’ dedi. Öyle ki, Tanrının seçim yapmaktaki amacı yapılan işlere değil, kendi çağrısına dayanarak sürsün. Yazılmış olduğu gibi, ‘Yakup’u sevdim, Esav’dan ise nefret ettim.” Romalılar 9:11,12.

Böylece burada Tanrının lütuf ile seçimine uygun olarak sonsuz amacına çok kesin bir şekilde tanık oluyoruz. Bu ifadenin içeriği çok kapsamlıdır; tüm insan eylemini sahneden siler ve Tanrının dilediği gibi hareket etme hakkını ortaya koyar. Bu konu gerçekten nihai önem taşıyan bir konudur. Yaratığın başı, egemen lütfa eğdirilinceye kadar yaratık gerçek bereketin tadını çıkartamaz. Yaratık bir günahkar olarak böyle davranmak zorundadır; eyleme geçme ya da dikte etme konusunda talebi olamaz. Kişinin kendisini bu zemin üzerinde bulmasındaki büyük değer artık neyi almayı hak ettiğimiz ile ilgili bir soru olmaktan çıkar ve Tanrının neyi vermekten hoşnut olduğuna dönüşür. Kaybolan oğul bir hizmetkar olmaktan söz edebilir ama aslında hak ettiği yer bir hizmetkarın yeri değildir. Ama onun ne hak ettiği önemli değildir, çünkü babanın vermekten hoşnut olduğunu almak zorundadır. Ve babanın ona vermekten hoşnut olduğu yer de en yüce yer, hatta Tanrının kendisi ile paydaşlık yeridir. Bu, her zaman böyle olmalıdır.

“Lütuf sonsuza kadar kalıcı günler boyunca tüm işi taçlandıracaktır.”

Böyle olması bizim yararımızadır ve bizi mutlu etmelidir. Her gün devam eder iken kendimiz ile ilgili yeni şeyler keşfettiğimiz zaman ayaklarımızın altında Tanrının lütfunun sağlam temeline sahip olmamız gerekir: kendimiz ile ilgili olarak edindiğimiz bilgi içinde bizi bundan başka destekleyecek herhangi başka bir şeyin olması mümkün değildir. Mahvoluş umutsuzdur ve bu yüzden lütfun kesin olması gerekir. Ve lütuf kesindir çünkü lütfun kaynağı Tanrının Kendisidir; lütfun kanalı Mesih’tedir ve lütfun uygulanma gücü ve lütuftan alınan zevk Kutsal Ruhtadır. Kutsal Üçlü Birlik zavallı bir günahkarı kurtaran lütuf ile bağlantılı hale getirilmiştir. “Lütuf doğruluk aracılığı ile egemenlik sürer ve Rabbimiz İsa Mesih sonsuz yaşamımızdır.” Lütfun bu egemenliği yalnızca kurtuluşta görülebilir. Yaratılışta bilgelik ve gücün egemenliğini görebiliriz; ilahi takdirde iyiliğin ve dayanma gücünün egemenliğini görebiliriz; ama yalnızca kurtuluşta lütfun egemenliğini görürüz ve bu da doğruluk ilkesi ile mümkün olur.

Şimdi Yakup’un kişiliğinde tanrısal lütfun gücünün çok çarpıcı bir görüntüsüne sahibiz. Ve bu nedenle Yakup’ta insan doğasının gücünün çarpıcı bir görünümüne sahibiz. Yakup’ta insan doğasında mevcut olan tüm eğilimleri görürüz. Ve bu nedenle lütfu da tüm ahlak güzelliği ve gücü ile de anlarız. Yakup’un dikkat çekici öyküsündeki gerçeklere göre öyle anlaşılıyor ki Yakup’un doğumundan önce, doğumu anında ve doğumundan sonra insan doğasının olağan üstü enerjisi göze çarpmaktadır.  Yakup’un doğumundan önce çocukların “Rebeka’nın rahminde birbirleri ile itiştiklerini” okuruz. Yakup’un doğumu anında ise şunları okuruz:” Yakup’un eli Esav’ın topuğunda idi.” Ve Yakup’un doğumundan sonra – evet, hiç kuşkusuz Yaratılış kitabının 32.bölümü Yakup’un öyküsünün dönüm noktasıdır – Yakup insan doğasının en belirgin özelliklerini sergiler; ama tüm bunların hizmet ettiği tek şey, Kendisini “Yakup’un Tanrısı” olarak çağıran Tanrının özgür ve karşılıksız iyiliği ve lütfu aracılığı ile Adını en tatlı şekilde ifade ettiğine fırsat sergilemesidir.

Şimdi bölümleri birbiri ardına inceleyelim. Yaratılış 27.bölüm tutkunun, yalanın ve hilekarlığın en alçaltıcı örneğini ortaya koyar. Ve biri bu konuları Tanrının halkı ile bağlantılı olarak düşündüğü zaman bu durum çok üzücü ve acı vericidir. Ama yine de buna rağmen Kutsal Ruh ne kadar gerçek ve ne kadar sadıktır! Her şeyi dışa vurarak anlatması gerekir. Kutsal Ruh bize kısmi bir resim vermez. Eğer bize bir insanın öyküsünü veriyor ise o zaman o insanı bize hem olduğu gibi hem de olmadığı gibi tanımlaması gerekir. Bu nedenle eğer Kutsal Ruh bize Tanrının karakterini ve yollarını açıklayacak ise o zaman bize Tanrıyı Tanrı nasıl ise öyle anlatır. Söylemeye gerek yok ama yine de yazayım; Kutsal Ruhun bu anlatım şekli bizim tam ihtiyaç duyduğumuz şeydir. Kutsallıkta mükemmel olan birinin açıklamasına ihtiyaç duyarız. Kutsal olmasına rağmen yine de lütuf ve merhamet konusunda mükemmeldir; insanın ihtiyacının, sefaletinin ve alçaklığının tüm derinliklerinden aşağı iner ve onlar ile bu derinliklerde ilgilenir ve insanı Kendisi ile olan engel tanımayan paydaşlığı için yukarıya doluluğa kaldırır ve O’nun nasıl olduğu ile ilgili tüm gerçekliği açıklar. Kutsal yazıların bize verdikleri budur. Tanrı bizim neye ihtiyacımız olduğunu biliyor idi ve biz bu ihtiyacımız olanı verdi, O’nun adına övgüler olsun!

Ve şunu hatırlamamız gereklidir: İnsanın karakter özelliklerinin tümünü sadık bir sevgi ile önümüze koyar; tanrısal lütfun zenginlikleri ile canlarımızı doyurur. Bunu hiç bir şekilde günahları hatırlatmak için yapmaz; çünkü günahların tümü sonsuza kadar Tanrının gözleri önünden silinmiştir. İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un kusurları, başarısızlıkları ve hataları yetkin bir şekilde yıkanmış ve ortadan kalkmıştır. Onlar “yetkin kılınan kişilerin arasındaki yerlerini” almışlardır. Ama öyküleri esin ile yazılmış olan sayfalarda kalmıştır. Bunun nedeni Tanrının lütfunun sergilenmesi ve Tanrı halkının tüm çağlarda uyarılması içindir. Ve ayrıca kutsal Tanrının şunu görmemizi istediği kesindir: Tanrı mükemmel erkekler ve mükemmel kadınlar ile ilgilenmemiştir, ama bizim gibi aynı başarısızlıkları gösteren, aynı zayıflıklara sahip olan ve aynı hataları yapan kişiler ile ilgilenmiştir. Bu gerçek insanın yüreğine garip bir şekilde teselli verir ve insan biyografilerinin büyük çoğunluğu ile arasında çarpıcı bir farklılık var olmasına rağmen insanların hatalarının kaydedilmesi Tanrının zengin lütfunun daha da çok sergilenmesini sağlar. Kutsal yazılardaki insan öyküleri bu öyküleri okuyan kişilerde cesaret kırıcı bir etkiye neden olabilirler; çünkü insanlar genellikle hata yapmayan yetkin insanların öykülerini okumaktan hoşlanırlar. Ancak bu tür insan biyografileri biz imanlılar için yararsız ve boşturlar.

Tanrının Kendi sunumundan başka hiç bir sunum insanı gerçekte olduğundan farklı bir şekilde gösteremez. Ve Söz’ün bize öğrettiği budur. Önümüzdeki bölüm bu konuyu tam olarak resmetmektedir. Bu bölümde yaşı ilerlemiş olan atalardan İshak anlatılır. İshak sonsuzluğun kapısında durmaktadır; yeryüzü ve doğa gözlerinin önünden sönüp gitmektedir. Ama yaşlanmasına ve ölmekten söz etmesine rağmen İshak yine de “lezzetli yemekler” ile ilgilenmektedir. Ve tanrısal planın tam aksi olan bir davranışta bulunmak üzeredir; yani küçük oğlu yerine büyük oğlunu kutsamak üzeredir. İşte gerçek doğa böyledir ve İshak’ın gözleri görmez olmuştur. Eğer Esav ilk oğulluk hakkını bir kase çorba için sattı ise İshak bereketi bir av eti için vermeye hazır idi- ne kadar da alçaltıcı bir durum!

Ama Tanrının amacı yerine gelmelidir ve Tanrı tüm isteklerini yerine getirecektir. İman bunu bilir ve bu bilginin gücü sayesinde Tanrının zamanını bekleyebilir. Bu, insan doğasının asla yapamayacağı bir şeydir; kendi niyetleri ile hareket eder ve kendi sonuçlarını kazanmaya gayret eder. Yakup’un öyküsünde ortaya konan önemli konu işte bu iki noktadır. Bir yandan Tanrının lütfa dair amacı ve diğer yandan insan doğasının kendi amacına ulaşmak için her tür hilekarlık ve yalana baş vurması! Bu gerçek Yakup’un öyküsünü şaşırtıcı bir şekilde basit hale getirir ve onu yalnızca basit hale getirmek ile kalmaz ama aynı zamanda canın bu öyküye duyduğu ilgiyi de yükseltir. Kusurlu oluşumuz nedeni ile Tanrının sabırlı lütfuna muhtacız. İnsan doğası bazı şekil ve biçimler ile çalışacak ve böylece tanrısal lütuf ve gücün parlamasına elinden geldiğince engel olmak isteyecektir. Tanrının, amacını yerine getirmek için Rebeka’nın hilekarlığı ve Yakup’un büyük yalanı gibi unsurların yardımına elbette ihtiyacı yok idi. Tanrı şöyle demiş idi: “Büyük olan küçüğüne hizmet edecek.” Bu sözler yeterli idi – iman için yeterli idi, ama insan doğası için yeterli değil idi. İnsan doğası her zaman kendi yollarını uygulamak ister ve tanrıyı beklemenin ne olduğu hakkında hiç bir şey bilmez.

Şimdi, Tanrıya bir çocuk gibi bağımlı olma konumundan daha bereketli bir konum olamayacağını söylemek isterim. Tanrının zamanını beklemeye tamamen razı olmak da gerçekten bereketli bir durumdur. Evet, doğru, bu durum denemeyi kapsayacaktır. Ama yenilenmiş zihin bu konu ile ilgili derin derslerden bazılarını öğrenir. Ve Rabbi bekler iken onların bazı tatlı deneyimlerinin tadını çıkartır. Ve bizi O’nun ellerinden almak için yapılan ayartmanın baskısı ne kadar fazla olur ise kendimizi orada bırakmanın bereketi de o kadar zengin olacaktır. Bizi bereketlemekten sınırsız sevinç duyan Biri’ne kendimizi tamamen bağımlı halde bulmak çok hoş bir deneyimdir. Bu harika konumun gerçekliğini takdir edebilecek kişiler yalnızca bu sevinci az dahi olsa yine de tatmış olan kişilerdir. Bu sevinci mükemmel bir şekilde ve kesintisiz olarak yaşamış olan tek kişi, Rab İsa’nın Kendisi idi. O, her zaman tanrıya bağımlı idi ve düşmanın buna karşı olan getirdiği her teklifi kesinlikle reddetti. Rab İsa’nın sözleri şöyle idi: “Yalnızca Sana güveniyorum” ve yine “Gözlerin beni ana rahminde iken gördü”. Bu yüzden Rab İsa şeytan tarafından açlığını gidermesi için çaba sarf etmesi konusunda ayartıldığı zaman Rab İsa’nın ona yanıtı şu oldu: “Yazılmıştır: İnsan yalnız ekmek ile değil, ama tanrının ağzından çıkan her bir söz ile yaşar.” Kendisini tapınağın tepesinden aşağı atması için ayartıldığı zaman şeytana verdiği yanıt şu idi: “Yine yazılmıştır: Tanrın olan Rabbi denemeyeceksin.” Dünyanın krallıklarını tanrının elinden değil de bir başkasının elinden alması ve Tanrıdan başka birine sadakat yemini etmesi için ayartıldığı zaman ise düşmana verdiği karşılık şu sözlerden oluşuyor idi: “Yazılmıştır: Yalnızca Tanrın olan Rabbe tapacak ve O’na kulluk edeceksin.” Tek bir sözcük ile açıklayacak olur isek, hiç bir şey mükemmel İnsan’a Tanrıya olan bağlılığı konumundan kıpırdaması için çekici gelmedi. Evet, Tanrının Oğlu’nu destekleme konusundaki amacı gerçek idi; O’nun Tanrının tapınağına aniden gelmesi gerektiği Tanrının amacı idi, aynı şekilde yine dünyanın krallıklarını O’na vermek de Tanrının amacı idi, ama Rab İsa tüm bu amaçların yerine gelmesi için müdahale etmeden sakin bir şekilde, Tanrının zamanına ve Tanrının yollarına uygun olarak Tanrıyı bekleyecek idi. O, Kendi amaçlarını yerine getirmek için yola çıkmamış idi. O, kendisini tamamen Tanrının ellerine bıraktı. Yalnızca Tanrı O’na ekmek verdiği zaman yiyecek idi; tapınağa yalnızca Tanrı O’nu gönderdiği zaman girecek idi; zamanı Tanrı atadığında tahta oturacak idi. “Ben düşmanlarını ayaklarının altına serinceye kadar sağımda otur.” Mezmur 110:1. Oğulun Babaya olan bu mutlak boyun eğişi ifade edilemeyecek kadar hayranlık vericidir. Oğul, Tanrı ile tamamen eşit olmasına rağmen insan olarak O’na bağımlılık konumunu aldı ve Babanın isteğinde her zaman sevinç duydu; durumlar Kendisine karşı gibi göründüğü zamanlarda bile Babaya hamtlar sundu. Her zaman Babayı hoşnut eden şeyler yaptı; O’nun en büyük ve değişmez isteği daima Babanın yüceltilmesi için idi. Ve sonunda her şey tamamlandığı zaman, yani Babanın verdiği işi mükemmel bir şekilde tamamladığı zaman ruhunu Babasının eline teslim etti ve bedeni vaat edilen görkem ve yüceliğin umudu içinde dinlendi. İşte bu yüzden esin ile yazan elçi şu sözleri söyleyebilir: “Mesih İsa’da  olan düşüncenin aynısı sizde de olsun; Mesih Tanrı özüne sahip olduğu halde Tanrıya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı. Ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı – Kendini boş kıldı. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçalttı. Bunun için de Tanrı O’nu pek çok yükseltti. Ve O’na her adın üstünde olan adı bağışladı, öyle ki, İsa’nın adı anıldığı zaman gökteki, yerdeki ve yer altındakilerin hepsi diz çöksün ve her dil Baba Tanrının yüceltilmesi için İsa Mesih’in Rab olduğunu açıkça söylesin.” Filipeliler 2:5-11.

Yakup, öyküsünün başlangıcında bu bereketli düşünce hakkında ne kadar da az şey biliyor idi! Tanrının zamanını ve Tanrının yolunu beklemek için hemen hemen hiç hazır değil idi. Yakup daha çok Yakup’un zamanını ve Yakup’un yolunu tercih ediyor idi. Oysa Tanrı seçen lütfu ve her şeye gücü yeten gücü ve kudretli bilgeliği ile onun için her şeyi tamamlayacağına dair ona güvence vermiş idi, ama Yakup berekete ve mirasa hile ve yalanların tüm çeşitlerini kullanmak aracılığı ile sadece Tanrıya bağlı olmak ve O’na boyun eğmek yerine kendisinin varmasının daha iyi olacağını düşünmüş idi.

Ama ah! İnsan yüreğinin tüm bunlara nasıl da karşı olduğunu ne kadar iyi biliriz! Sabır ile Tanrıyı beklemek dışında her şeyi yaparız. İnsan doğası kendisini Tanrının tüm kaynaklarından mahrum etmek ya da yoksun bırakmak için nerede ise kendisini yıkıma uğratacak her davranışta bulunur. Bu gibi durumlar bize insan doğasının gerçek karakterini gösterir. İnsan doğasının ne olduğunu bilmek için alışılmış tüm ahlak anlayışını haklı olarak şoka uğratan o kötülük ve suç sahnelerine yolculuk etmem gerekmez. Hayır, gerekli olan tek şey bağımlılık yerinde kalarak bir an için bunu denemek ve bunun o yerde nasıl sonuçlanacağına bakmaktır. İnsan doğası Tanrı hakkında gerçekten hiç bir şey bilmez ve bu yüzden Tanrıya güvenemez ve tüm sefalet ve ahlak düşüklüğünün nedeni de işte bu noktada bulunur. İnsan doğası gerçek Tanrıdan tamamen habersizdir ve bu nedenle elinden boş ve değersiz şeyler yapmaktan başka bir şey gelmez. Tanrıyı bilmek yaşamın kaynağıdır – evet, Tanrıyı tanımak yaşamın kendisidir ve bir insan yaşama sahip olana kadar nedir ya da ne olabilir?

Şimdi Rebeka ve Yakup’un öyküsünde insan doğasının İshak ve Esav’da nasıl üstün geldiğini görüyoruz. Gerçekten de bu öykünün konusu bu idi. Tanrı hiç bir şekilde beklenmiyor idi. İshak’ın gözleri görmüyor idi. Bu yüzden hileli davranmak için onun bu zayıflığı kullanılabilir idi ve onlar da tamamen Tanrı’ya bakmak yerine öyle yapmaya hazırlandılar, Tanrı, İshak’ın Kendisinin bereketlemeyeceği kişiyi bereketleme amacını tamamen yok edebilir idi- insan doğasında ve çok kötü olan insan doğasında mevcut olan amaç; çünkü “İsahk Esav’ı sevdi”, ama Esav ilk doğan oğul olduğu için değil, ama İshak Esav’ın hazırladığı yemekten yediği için! Ne kadar alçaltıcı!

Ama biz kendimizi, koşullarımızı ya da yazgılarımızı Tanrının ellerinden aldığımız zaman kendi üzerimize katışıksız bir üzüntü getireceğimizden eminiz. Biraz sonra göreceğimiz gibi aynı şey Yakup için de geçerli oldu. Yakup’un yaşamını inceleyen herkes onun sinsi bir şekilde babasının bereketini elde ettikten sonra dünyasal mutluluğun tadına çok az vardığını anlayacaktır. Kardeşi Yakup’u öldürmek istedi, çünkü babasının evinden kaçmak zorunda kalmak istemiyor idi; o babasını nasıl aldattı ise amcası Lavan da onu aldattı ve ona karşı çok zalim davrandı. Yirmi bir yıllık bir hizmetten sonra Yakup gizli bir şekilde amcasının yanından ayrılmak zorunda kaldı ve öfkeli kardeşi Esav tarafından geri getirilme ve öldürülme tehlikesinden korktu ve bu korkuları yatağını kirleten oğlu Ruben’in alçaklığını tecrübe edinceye kadar sürdü; sonra Şimon ve Levi’nin Şekemlilere karşı yaptıkları hile ve zulüm nedeni ile acı çekmesi gerekti. Daha sonra sevdiği karısını kaybederek onun acısını yaşamak zorunda kaldı; sonra da kendi oğulları tarafından rahatsız edildi ve aldatıldı ve yaşamının son yıllarına kadar çok sevdiği oğlu Yusuf için yas tutmak zorunda kaldı. Ve son olarak da kıtlık yüzünden ülkesini bırakıp Mısır’a gitmek zorunda kaldı ve orada yabancı bir ülkede öldü. Görüldüğü gibi tanrısal takdirin tüm yolları adil, doğru, harika ve eğiticidirler. Yakup ile ilgili, görünen gerçek resim budur. Ama bu resim bize yalnızca tek bir yönü ve resmin o hüzünlü yönünü gösterir. Tanrıya övgüler olsun ki, bu resmin bir de parlak yönü vardır. Çünkü Tanrının Yakup ile yapması gereken bir işi var idi. Ve Yakup yaşamının her olayında kendi hile ve meyvelerinin ürünlerini biçmeye çağrıldı. Yakup’un Tanrısı kötülükten iyilik çıkardı ve O’nun zavallı hizmetkarının tüm günah ve akılsızlığının üzerine lütfu ile örttü. Yakup’un öyküsünde ilerlediğimiz zaman bu lütuf hakkında bilgi edineceğiz.

Şimdi burada hemen  İshak, Rebeka ve Esav hakkındaki bir düşüncemi aktarmak istiyorum. Yaratılış kitabının 27.bölümünün başında insan doğasının yoğun zayıflığının gösterilişine rağmen yine de İshak’ın iman aracılığı ile Tanrının onun üzerine koyduğu saygınlığı muhafaza ettiğini görmek çok ilginçtir. Tanrı, bereketleme gücünün tüm bilinci ile ihsanda bulunarak alabildiğine bereketler. Şöyle der: “Onu bereketledim ve evet, o bereketlenecek. … Onu sana egemen kıldım. Bütün kardeşlerini onun hizmetine verdim. Ve onu buğday ve yeni şarap ile besledim ve şimdi senin için ne yapabilirim ki, oğlum?” Yaratılış 27: 29,37. İshak iman aracılığı ile yeryüzünün tüm hazinelerine sahip biri olarak konuşmaktadır. Burada sahte alçakgönüllülük yoktur. İnsan doğasının sergilenmesi yüzünden alçak bir konuma düşülmez. Evet, İshak’ın çok ciddi bir hata yapmış olmanın eşiğinde bulunduğu doğrudur – ama İshak Tanrının tasarısına karşı hareket etmiş olsa bile yine de Tanrıyı biliyor idi ve buna uygun olarak bereketleri imanın tüm saygınlık ve gücü içinde dağıtarak lütuf konumunda kaldı. “Onu kutsadım ve evet, artık o kutsanmış oldu.” Yaratılış 27: 33b. “Onu buğday ve yeni şarap ile besledim.” Yaratılış 27: 37b. Bu konum imanın uygun yetki alanıdır; iman, bir kişinin tüm başarısızlıklarının ve bununla ilgili sonuçların üzerine yükselecek yetkiye sahiptir ve bu nedenle Tanrı lütfunun bizi yerleştirmiş olduğu konuma yükselir.

Rebeka’ya gelince, o hilekar eylemlerinin tüm üzücü sonuçlarını hissetmeye çağrıldı. Rebeka hiç kuşkusuz meseleleri en usta şekilde halletmiş olduğunu düşünüyor idi.  Ama, hayır, ne yazık ki, düşündüğü gibi olmadı; Rebeka sonra bir daha asla Yakup’u görmedi. Meseleleri hallettiğini düşünmesinin sonucu bu oldu. Eğer Rebeka bu konu ile ilgili her şeyi tamamen Tanrının ellerine bırakmış olsa idi, her şey nasıl da tamamen farklı olur idi! İman, meseleleri Tanrının ellerine bırakma yolunu seçer ve her zaman kazanır. “Hangi biriniz kaygılanmak ile ömrünü bir anlık – ya da boyunu bir arşın uzatabilir?” Matta 6: 27. Kaygılarımız ve yaptığımız planlar ile hiç bir şey kazanmayız. Yalnızca Tanrıyı dışarda bırakmış oluruz ve bu da bir kazanç değildir. Kazancımızın olmayışı, bizi hatalarımızın ürünlerini biçmeye bırakan Tanrının elinin adil bir yargısıdır. Bu durum çok üzücü bulduğum birkaç şeyden biridir; yani, bir Tanrı çocuğunun ilişkilerini kendi elleri ile düzenleyerek konumunu ve ayrıcalıklarını tamamen unutması, bu tutum beni çok üzer. Tanrıya olan koşulsuz ve kesin bağımlılık konumumuzu unuttuğumuz zaman belki gökteki kuşlar ve tarladaki kır zambakları bizim öğretmenimiz olabilirler.

Ve şimdi tekrar Esav’a dönelim: elçi ondan “ilk oğulluk hakkını bir tabak çorba için satan kutsal olmayan biri” olarak söz eder ve daha sonra Esav mirasa sahip olamayacağını ve reddedildiğini anladığı zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Ama babasının düşüncesini değiştirememiştir. Böylece biz de kutsal olmayan olarak nitelenen bir insanın her iki dünyaya da tutunmaktan hoşlandığını anlıyoruz; hem şimdiki zamandan keyif almaktan hoşlanan hem de gelecekteki ünvanını ceza olarak kaybetmek istemeyen bir kişi! Bu durum hiç bir şekilde alışılmamış bir olay değildir. Ve bize yalnızca dünyasal ikrarı ifade eder. Böyle bir ikrarda bulunan kişinin vicdanı tanrısal gerçeğin eylemini asla hissetmemiştir ve yüreği de tanrısal lütfun etkisini asla hissetmemiştir.

Yaratılış  28

Şimdi baba evinin çatısı altından ayrılan Yakup’un ne yaptığını izlemeye çağrılırız ve onu yeryüzünde yuvasız ve yalnız bir yolcu olarak görürüz. Tanrının Yakup ile ilgili özel tutumunun başladığı yer bu noktada bulunur. Yakup şimdi bir ölçüde bazı şeylerin farkına varmaya başlamıştır – Esav’a karşı olan davranışının acı ürünü! Ama aynı zamanda Tanrının, hizmetkarının tüm zayıflığının ve akılsızlığının üzerine yükseldiği görülür ve Tanrı Yakup’a olan davranışlarında Kendi egemen lütfunu ve engin bilgeliğini göstermeye başlar. Tanrı hangi araç aracılığı ile olur ise olsun Kendi amacını yerine getirecektir. Ama eğer Tanrının çocuğu pişman olmamış bir ruh ve imansız bir yürek ile kendisini Tanrının ellerinden çekip alır ise o zaman üzücü deneyimler ve acı veren disiplin ile karşılaşmayı beklemelidir. Bu durum Yakup için de böyle idi: eğer Tanrının kendisi için hareket etmesine izin vermiş olsa idi o zaman Haran’a kaçmak zorunda kalmayabilir idi. Tanrı kesinlikle Esav ile ilgilenir idi ve onun yazgısına düşen yer ve payı bulmasını sağlar idi. Ve Yakup da o zaman her konuda yalnızca Tanrının eline ve planına boyun eğmek ile sahip olabileceği o tatlı esenliğin tadını çıkartabilir idi.

Ama burada yüreklerimizin yoğun zayıflığının sürekli ortaya çıktığını bir kez daha görmekteyiz. Tanrının ellerinde hiç hareket etmeden yatmayız; hareket ederiz ve bu hareket edişimiz ile Tanrının lütfunun ve gücünün bizim adımıza gösterilmesine engel olmuş oluruz. “Sakin ol” ve benim Tanrı olduğumu bil! Bu ifade tanrısal lütfun gücü dışında itaat edemeyeceğimizi söyleyen bir buyruktur. “alçakgönüllülüğünüz tüm insanlar tarafından bilinsin.” Rab yakındadır. (eggus, ἐγγύς) “Hiç bir konuda kaygı çekmeyin; her konudaki dileklerinizi Tanrıya dua edip yalvararak şükran ile bildirin.” Filipeliler 4:6. Bu ayette belirtilen eylemin sonucu ne olacaktır? “O zaman Tanrının her kavrayışı aşan esenliği Mesih İsa aracılığı ile yüreklerinizi ve düşüncelerinizi koruyacaktır (phrouresei, φρουρήσει).” Filipeliler 4:7.

Ama yine de her şeye rağmen Tanrı lütufkar bir şekilde bizim zayıflıklarımız ve akılsızlıklarımız üzerinde egemendir ve imansız ve sabırsız yollarımızın ürünlerini biçmeye çağrılmamıza rağmen Tanrı bu durumları bizim yüreklerimize Kendi yumuşak lütfu ve mükemmel bilgeliği ile ilgili daha derin dersler öğretmek için fırsat olarak kullanır. Bu durumun imansızlık ve sabırsızlık ile ilgili hiç bir teminatı meydana getirmediği kesindir, aksine bu durum Tanrımızın iyiliğini harika bir şekilde sergiler ve başarısızlığımızın sonucu olan acı veren koşullardan geçiyor iken bile yüreği rahatlatır. Tanrı, var olan her şeyin üstündedir. Ve ayrıca “kötülükten iyilik çıkartmak” Tanrının özel yetkisi ve ayrıcalığıdır; yemek yiyeni ete boyun eğdirmek ve güçlüyü tatlılığa boyun eğdirmek ve bu yüzden Yakup’un kendi huzursuz ve aldatıcı eyleminin sonucu olarak babasının evinin çatısından bir sürgün olarak ayrılmak zorunda kalması tamamen doğrudur, ama eşit şekilde doğru olan bir başka gerçek daha vardır, o da, Yakup’un, eğer sessiz bir şekilde evde kalmış olsa idi “Beytel” sözcüğünün anlamını asla öğrenemeyeceği idi. Böylece Yakup’un öyküsünde resmin her iki yanının da güçlü bir şekilde belirtildiğini anlıyoruz. Yakup’un “Tanrı evinin” bereketini ve heybetini bir ölçüde tatmaya yönlendirilmesi kendi akılsızlığı aracılığı ile İshak’ın evinden gönderilmesi ile başlamış oldu.

“Ve Yakup Beer-Şeva’dan ayrılarak Harran’a doğru yola çıktı. Bir yere varıp orada geceledi, çünkü güneş batmış idi. Oradaki taşlardan birini alıp başının altına koyarak yattı.” Yaratılış 28:10,11. Burada evsiz barksız yolcuyu tam Tanrının onun ile karşılaşabileceği bir konumda buluyoruz. Tanrı, bu konumdaki Yakup’a lütfu ve yüceliği ile ilgili amaçlarını açıklayabilir idi. Burada önümüze konan örnekte yer alan Yakup’un çaresizliğini ve hiçliğini daha iyi ifade edebilecek başka hiç bir örnek olamaz. Açıkta, gökyüzü altında başı taş bir yastığın üzerinde içinde bulunduğu çaresiz durumda uyumaya çalışmak! Beytel’in Tanrısı Yakup’a kendisi ve soyu ile ilgili amaçlarını işte bu şekilde açıklıyor idi: “Yakup, düşte yeryüzüne bir merdiven dikildiğini ve başının göklere eriştiğini gördü. Tanrının melekleri merdivenden inip çıkıyorlar idi. Rab yanı başında durup, ‘Atan İbrahim’in ve İshak’ın Tanrısı Rab Ben’im’ dedi. ‘Üzerinde yattığın toprakları sana ve soyuna vereceğim. Yeryüzünün tozu kadar sayısız bir soya sahip olacaksın. Doğuya, batıya, kuzeye ve güneye doğru yayılacaksınız. Yeryüzündeki tüm halklar sen ve soyun aracılığı ile kutsanacaklar. Seninle birlikteyim. Gideceğin her yerde seni koruyacak ve bu topraklara geri getireceğim. Verdiğim sözü yerine getirinceye kadar senden ayrılmayacağım.” Yaratılış 28: 10-15.

Burada gerçekten “lütfa ve yüceliğe” sahibiz. “Yeryüzüne dikilen bir merdiven” insanın yüreğini doğal olarak Tanrının, Kendisinde lütfunu sergilemiş olduğu Oğlu’nun Kişiliğini ve işini düşünmeye yönlendirir. Güçlü ve sonsuza kadar kalıcı olan temele şekil veren o harika – İsrail, Kilise ve tüm dünya ile ilgili olan tüm tanrısal planlar -iş yeryüzünde yerine getirilmiş idi. İsa yeryüzünde çalıştı ve yeryüzünde öldü; öyle ki, O’nun ölümü aracılığı ile tanrısal amacın insana vermek istediği bereketin yerine gelmesine engel olacak her şeyi yoldan uzaklaştırabilsin.

“Merdivenin başı göklere erişiyor idi.” Bu ifadede yer alan ima, gök ve yeryüzü arasındaki iletişimin aracısının şekline ilişkindir. Ve “Tanrının melekleri merdivenden inip çıkıyorlar idi.” – Tanrının, aracılığı ile dünyaya geldiği Kişi ile ilgili çarpıcı ve güzel bir örnek. Tanrı, insanın ihtiyaçlarının tüm derinliklerine kadar indi ve yine aynı zamanda Oğlu aracılığı ile insanı göğe getirdi ve onu tanrısal doğruluğun gücü aracılığı ile sonsuza kadar Kendi huzuruna yerleştirdi. Tanrı insanın akılsızlığına ve günahına rağmen tüm planlarının yerine getirilmesi için sağlayışta bulunmuştur. Ve bu sağlayış Kutsal Ruhun öğretişi aracılığı ile Tanrının lütufkar amacının sınırları içinde her canın sonsuza kadar sevinç bulması içindir.

Peygamber Hoşea, Yakup’un düşünde gördüğü merdivenin tam olarak yerine getirilmesi ile ilgili zamana dair bizi yönlendirir. “Kırdaki hayvanlar ile, gökteki kuşlar ile, toprakta yaşayan canlılar ile halkım için o gün antlaşma yapacağım. Ülkeden yayı, kılıcı ve savaşı kaldıracağım. Güvenlik içinde yatıracağım onları. Seni sonsuza dek kendime eş alacağım. Doğruluk, adalet, sevgi ve merhamet temelinde seninle evleneceğim. Sadakat ile seninle evleneceğim. Rabbi tanıyacaksın. ‘Ve o gün yanıt vereceğim’ diyor Rab, göklere yanıt vereceğim; onlar da yere yanıt verecek. Yer ise tahıla, yeni şaraba ve zeytinyağına yanıt verecek. Onlar da Yizreel’e yanıt verecekler. Onu ülkede kendim için ekeceğim. Merhamete ermemiş olana acıyacağım. Halkım olmayana ‘Halkımsın’ diyeceğim. Onlar da bana, ’Tanrım’ diyecekler.” Hoşea 2:18-23.

Şimdi Yakup’un bu görümü İsrail’e verilen tanrısal lütfun çok bereketli bir örneğidir. Yakup’un gerçek karakteri ve onun gerçek durumu ile ilgili bir şey görmek için yönlendirilmiş bulunuyoruz. Her ikisinin de bize göstermek istediği şey kesindir: Yani, Yakup için ya tanrısal bir lütuf olmalıdır ya da hiç bir şey! Ne doğumu ne de karakteri ile ilgili hiç bir talebi olamaz idi. Esav bu her iki alanda da bazı talepler ileri sürebilir idi. Ve bu yüzden Esav yalnızca Tanrının öncelik hakkının mahrumiyeti üzerinde durabilir idi, Yakup ise bunun yalnızca sunuluşu ve bina edilişi üzerinde durabilir idi. Yakup hem doğum hem de uygulama itibarı ile öylesine bir günahkardı ki ve hem de tüm taleplerden öylesine yoksun bırakılmıştı ki, Tanrının saf, özgür ve egemen lütfunun amacının dışında üzerinde dinlenebileceği bir şeye sahip değil idi. Bu nedenle Rabbin seçilmiş hizmetkarına vermiş olduğu ve şimdi bu bölümde alıntısı yapılmış olan açıklaması Tanrının Kendisinin ne yapacağına ilişkin basit bir kaydı ya da ön bilgisidir. “Ben’im… Ben vereceğim…. Ben koruyacağım… Ben getireceğim… sana yerine getireceğime dair söz verdiğim şeyi yerine getirene kadar seni bırakmayacağım.” Her şeyi Tanrının Kendisi yapacak idi. Herhangi bir konuda bir koşul mevcut değil idi. “Eğer” sözcüğünden söz edilmiyor idi; çünkü “lütuf” hareket ettiği zaman böyle bir şey olamaz. “Eğer” sözcüğünün mevcut olduğu bir yerde lütfun var olması mümkün değildir. Tanrı insanı bir sorumluluk konumuna yerleştirebilir ve o insana bir “eğer” sözcüğü ile de hitap etmesi gerekebilir; biz bunun aksinin imkansız olduğundan söz etmiyoruz. Bunu yapabileceğini biliyoruz, ama taş bir yastığın üzerinde uyumaya çalışan Yakup bir sorumluluk konumunda değil idi ve bu  nedenle onun bulunduğu konum tamamen en dolu, en zengin ve en koşulsuz lütfu almasının gerekli olduğu bir konum idi.

Ama şimdi belirtmemiz gereken şudur: Böyle bir konumda bulunmanın bereketine sahip olabilmemiz için Tanrıdan başka dinleneceğimiz hiç bir şeyin olmaması gerekir. Ve ayrıca tüm gerçek sevinç ve bereketimizi elde ettiğimiz en mükemmel dayanak Tanrının kendi karakteridir ve ayrıcalığı ya da öncelik hakkıdır. Bu ilke ile uyumlu olarak Tanrının dışında başka bir temel üzerinde durmaya çalışır isek o zaman tamir edilmesi imkansız kayıplar söz konusu olacaktır. Çünkü böyle bir durumda Tanrının bize bir sorumluluk temeli üzerinde hitap etmesi gerekir ve o zaman kaçınılmaz olarak başarısızlık ile karşı karşıya kalırız. Yakup öyle kötü bir durumda idi ki, onun için bir şeyler yapabilecek olan tek Kişi Tanrının Kendisi idi.

Ve hatırlamamız gereken nokta ise şudur; onun böylesine bir sıkıntı ve baskıya yönlendirilmesinin nedeni, Yakup’un başarısızlığı idi. Tanrının Kendisini açıklaması bir şeydir ve bizim bu açıklama içinde dinlenmemiz ise oldukça başka bir şeydir. Tanrı Kendisini Yakup’a sınırsız bir lütuf içinde gösterir ama Yakup uykusundan uyanır uyanmaz onu yine gerçek karakterini geliştirir iken ve Kendisini ona böylesine harika bir şekilde açıklamış Olan hakkında uygulamada ne kadar az bir bilgisi olduğunu kanıtlar iken görürüz. “Yakup uyanınca, ‘Rab burada ama ben farkına varamadım’ diye düşündü. Korktu ve ‘Ne korkunç bir yer’ dedi. ‘Bu, Tanrının evinden başka bir yer olamaz. Burası göklerin kapısı.’” Yaratılış 28:16,17. Yakup’un yüreği, Tanrının huzurunda kendisini yuvasında hissetmiyor idi; tamamen boşalmış ve kırılmış bir hale gelinceye kadar hiç bir yürek böyle hissedemez. Tanrının adına övgüler olsun ki, O, kırılmış bir yürek ile yuvasındadır ve kırılmış bir yürek de Tanrı ile birlikte kendisini yuvasında hisseder. Ancak Yakup’un yüreği henüz bu duruma gelmiş değil idi ve ne de “Yakup’u sevdim” diyebilenin mükemmel sevgisinden haberdar idi. “Mükemmel sevgi korkuyu dışarı atar.” Ama bu mükemmel sevginin bilinmediği ve tam olarak farkına varılmadığı yerde her zaman bir zorluk ve ıstırap mevcut olacaktır. Tanrının evinin ve Tanrının varlığının, kendisini Mesih’in kurban edişinde mükemmel bir şekilde ifade etmiş olduğunu bilen bir can için korkutucu değildir. Aksine, böyle bir durumdaki can şu sözleri söylemeye yönlendirilir: “Severim ya Rab yaşadığın evi, görkeminin bulunduğu yeri.” Mezmur 26:8. Ve yine bazı ayetlere bakalım: “Rabden tek dileğim ve tek isteğim şu: Rabbin güzelliğini seyretmek. Tapınağında O’na hayran olmak için ömrümün tüm günlerini O’nun evinde geçirmek.” Mezmur 27:4. “Ey Her Şeye egemen Rab, ne kadar severim konutunu! Canım senin avlularını özlüyor, içim çekiyor hatta bayılıyor avlularında olmak için.” Mezmur 84: 1,2. Yürek, Tanrının bilgisinde bina edildiği zaman, o evin özelliği ne olur ise olsun – o ev ister Beytel olsun, ister Yeruşalim’deki tapınak olsun – ya da ister şimdi tüm gerçek imanlılardan oluşan, Kutsal Ruh tarafından Tanrının bir konutu olarak bir araya getirilmiş kilise olsun – O’nun evini seveceği kesindir. Ancak her şeye rağmen Yakup’un yine de hem Tanrı hem de O’nun evi hakkında sahip olduğu bilgi bizim şimdi bulunduğumuz dönem ve Yakup’un öyküsünün yaşandığı dönem ile kıyaslandığı zaman göre çok sığ bir bilgidir.

Şimdi burada Beytel ile bağlantılı olan bazı ilkelere işaret etmek için tekrar fırsatımız var. Ve şimdi bu bölüm ile ilgili düşüncelerimizi Yakup’un Tanrı ile yaptığı pazarlık ile ilgili kısa bir not ile sona erdireceğiz. Kısaca söz edeceğimiz Yakup’a ait özellikler onun tanrısal karakter hakkındaki bilgisinin sığlığını ifade eden gerçeği tam olarak sergilerler. “Ve Yakup sonra bir adak adayarak şöyle dedi: ‘Tanrı benimle olur, gittiğim yolda beni korur, bana yiyecek ve giyecek sağlar ise ve ben babamın evine esenlik içinde döner isem, Rab benim Tanrım olacak. Anıt olarak diktiğim bu taş Tanrının evi olacak. Bana vereceğin her şeyin ondalığını sana vereceğim.” Yaratılış 28:20-22. “Eğer Tanrı benimle olur ise” ifadesine dikkat edelim. Oysa Rab Yakup’a net bir şekilde söylemiş idi: “Seninle birlikteyim. Gideceğin her yerde seni koruyacak ve bu topraklara geri getireceğim. Verdiğim sözü yerine getirinceye kadar senden ayrılmayacağım.” Ve yine de zavallı Yakup’un yüreği Tanrının iyiliği ile ilgili düşüncelerinde bir “eğer” sözcüğünün ötesine geçemez. Ve “yediği ekmek ve giydiği giysi” konularından yukarı boyutlara yükselemez. Kısa bir süre önce düşünde yeryüzüne bir merdiven dikildiğini ve başının göklere eriştiğini, Tanrının meleklerinin merdivenden çıkıp indiklerini ve Rabbin yanı başında durduğunu gören, Yakup’a yeryüzünün tozu kadar sayısız bir soya sahip olacağını ve yeryüzündeki tüm halkların onun aracılığı ile kutsanacağı vaadini işiten Yakup’un tüm bunlara rağmen düşünceleri yine de böyledir. Yakup’un Tanrının düşüncelerinin doluluğuna ve gerçekliğine inanma gücünün olmadığı ortada idi. Yakup Tanrı ile kendisini aynı ölçüde görmüş ve bu nedenle O’nu anlayabilme konusunda tamamen başarısız olmuş idi. Kısaca özetleyecek olur isek, Yakup henüz tam olarak kendi sonuna gelmemiş yani tamamen tükenmemiş idi ve bu yüzden Tanrı ile paydaşlığa gerçekten başlayamamış idi.

Yaratılış 29 — 31

“Sonra Yakup yoluna devam ederek doğu halklarının ülkesine vardı.” Yaratılış 29:1. Yaratılış kitabının 28. bölümünde biraz önce görmüş olduğumuz gibi, Yakup Tanrının gerçek karakterini anlama konusunda nihai bir şekilde başarısız olur ve Beytel’in tüm zengin lütfuna bir “eğer” ile ve yiyecek ve giysi konusunda sefil bir pazarlık ile karşılık verir. Şimdi Yakup’u gerçek bir pazarlık yaptığı bir sahnede izliyoruz. “Bir insan ne eker ise onu biçecektir.” Bu durumdan kaçma olasılığı mevcut değildir. Yakup henüz Tanrının huzurundaki gerçek seviyesini bulamamıştır. Ve bu yüzden Tanrı onu terbiye etmek ve yüreğini kırmak için koşulları kullanır.

Dünyadaki sıkıntımızın ve denenmemizin en büyük gerçek sırrı budur. Yüreklerimiz Rabbin önünde asla gerçekten kırılmamıştır. Kendimizi asla kendimiz yargılamamış ve boşaltmamış bulunuyoruz. Ve bu yüzden tekrar tekrar başlarımızı duvara vururuz. Kendi gücünün dibine vurmadıkça hiç kimse Tanrıdan gerçekten keyif alamaz. Ve bu basit nedenden ötürü Tanrı, tam et ve kanın sonunun göründüğü o anda Kendisini göstermeye başlamıştır. Ve işte bu yüzden eğer canımın derin ve olumlu deneyimi içinde ben et ve kanımın sonuna ulaşmadı isem Tanrının karakterini doğru bir şekilde anlamam manevi açıdan anlamam imkansızdır. Ama ben de şu ya da bu şekilde doğanın gerçek ölçüsüne göre davranmak zorundayım. Bu sona ulaşılması için Rab ne oldukları önemli olmayan çeşitli aracılardan yararlanır. Bu çeşitli araç ya da aracılar yalnızca Tanrı tarafından yüreklerimizde bulunan her şeyin O’nun tarafından bize gösterilmesi amacı ile kullanıldığı zaman etkili olurlar. Kendimizi ne kadar da sık Yakup ‘un yerinde buluruz; Rabbin bizim çok yakınımıza gelmesine ve kulaklarımıza konuşmasına rağmen biz yine de O’nun sesini anlamayız ya da O’nun huzurundaki gerçek yerimizi almayız. “Rab burada, ama ben farkına varamadım. Burası ne korkunç bir yer!” Yakup tüm bu yaşadıklarına rağmen hiç bir şey öğrenmedi ve bu nedenle onun bu dehşet verici dersi öğrenmesi yirmi yıl sürdü. Bu dersler tamamen onun benliğine uygun olarak harika bir şekilde ayarlanmışlar idi. Ve göreceğimiz gibi bu dersler bile Yakup’un yüreğinin kırılması için yeterli olmadı.

Ama yine de her şeye rağmen Yakup’un onun ahlak durumuna uygun olan böyle bir atmosfere geri döndüğünü görmek dikkat çekicidir. Pazarlık yapan Yakup kendisi gibi pazarlık yapan bir Lavan ile karşılaşır ve her ikisinin de birbirlerini sinirlendirmek ve germek için her şeyi yaptıklarını görürüz. Lavan’ın davranışlarına şaşıramayız çünkü Lavan asla Beytel’de bulunmamıştır; göklerin açıldığını ve oradan yeryüzüne bir merdiven indiğini hiç bir zaman görmemiştir. Yehova’nın ağzından harikulade vaatler işitmemiştir. Lavan’a, sahip olacağı sayısız bir soy ile Kenan ülkesinin tamamı garanti edilmemiştir. Bu yüzden onun aç gözlü ve kendini alçaltan bir ruh sergilemesine hayret etmemek gerekir; o başka bir kaynağa sahip değil idi. Dünyasal insanlardan beklenmesi gereken dünyasal bir ruhtur ve dünyasal ilkeler ve yollardır; onlardan bunun aksini beklemek boştur. Ve kirli olan bir şeyden iyi bir şey çıkartamazsınız. Ama Yakup’un Beytel’deki her şeyi görmesinden ve işitmesinden sonra Yakup’un dünyaya ait bir insan ile nal mülk yapmak için mücadele etmesi ve bu konuda gayret etmesi ne olur ise olsun garip bir şekilde alçaltıcıdır.

Ve yine de buna rağmen, ah, ne yazık! Tanrı çocuklarının bu şekilde yüce yazgılarını ve göksel miraslarını unuttuklarını ve bu dünyanın çocukları ile aynı yere alçaldıklarını ve bu yerde mahvolmuş ve günah tarafından vurulmuş bir yeryüzünün zenginlik ve onurları için çekiştiklerini görmek hiç de alışılmamış bir şey değildir. Gerçekten de Tanrı çocuklarının pek çok olayda bu durumda oldukları doğrudur. Elçi Yuhanna’nın bize “dünyaya üstün gelmek” ile ilgili o ilke konusunda söylemiş olduğu tek bir kanıtın varlığını izlemek genellikle çok az rastlanılan bir durumdur. Yakup ve Lavan’a baktığımız ve onlar hakkında doğal ilklere göre bir yargıda bulunduğumuz zaman aralarında bir farklılık olduğunu izlemek güçtür. Olayların arkasına geçip Tanrının her ikisi hakkındaki düşüncelerine vakıf olunması gerekir, öyle ki, her ikisi arasında ne kadar büyük bir fark olduğu görülsün. Ama onları farklı kılan tanrı değil, Yakup idi. Ve bu durum şimdi için de aynı şekilde geçerlidir. Işığın çocukları ve karanlığın çocukları arasındaki herhangi bir farkı izlemek ne kadar zor olur ise olsun, her şeye rağmen aralarında çok büyük bir farklılık mevcuttur. Bu farklılık şu ciddi gerçeğin üzerinde temellenmiştir. Işığın çocukları, “Tanrının zamanın başlangıcından önce yücelik için hazırlamış olduğu merhamet kaplarıdır; karanlığın çocukları ise “Tanrının gazabını göstermek ve gücünü tanıtmak ister iken, gazabına hedef olup mahvolmaya hazırlanan kaplardır.” Romalılar 9:22,23. 1 Bu durum ciddi bir farklılık yaratır. Yakuplar ve Lavanlar maddesel açıdan farklıdırlar ve farklı olmuşlardır ve sonsuza kadar farklı olacaklardır; her ne kadar ışığın çocukları gerçek karakter ve saygınlıklarının farkına varma ve pratikte bunu gösterme konusunda çok üzücü bir şekilde başarısız olsalar bile karanlığın çocuklarından her zaman ve sonsuza kadar farklıdırlar.

Şimdi Yakup’un önümüzdeki üç bölümde göreceğimiz durumunda onun tüm zahmeti ve çalışması aynı daha önce yapmış olduğu sefil pazarlık gibi Tanrının lütfu hakkındaki bilgisizliğinin ve Tanrının vaadine tam olarak güvenme konusundaki yetersizliğinin bir sonucudur. Tanrının Yakup’a tüm Kenan ülkesi ile ilgili olarak vaat etmiş olduğu kesin sözlere, Yakup, “EĞER Tanrı bana yiyecek ve giyecek sağlar ise” şeklindeki sözler ile karşılık veriyor ise, o zaman bu kişi Tanrının kim olduğuna ve O’nun vaadinin ne olduğuna dair çok sönük bir kavrayışa sahip olduğunu kanıtlıyor demektir.  Ve biz onu bu yüzden kendi yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışır iken görüyoruz. Lütuf anlaşılmadığı zaman yürünen yol her zaman budur. Lütfun ilkeleri ağız ile ikrar edilebilirler, ama bizim lütfun gücü ile gerçek deneyimimizin ölçüsü oldukça farklı bir şeydir. Bir kişi, Yakup’un gördüğü düş ile ona bir lütuf masalı anlatıldığını düşünebilir, ama Tanrının Beytel’deki açıklaması ve Yakup’un Harran’daki eylemleri gerçekten de çok farklı iki şeydirler. Ama yine de Yakup’un Harran’daki davranışları Tanrının Beytel’deki açıklamasına rağmen hiçbir şey anlamadığını ortaya koyar. Ağız ile yapılan ikrar her ne olur ise olsun karakter ve davranış canın deneyiminin ve kanaatinin gerçek ölçüsünü kanıtlarlar. Ama Yakup henüz asla kendisini Tanrının huzurunda ölçme noktasına getirilmemiş idi ve bu nedenle lütuf konusunda bilgisi yok idi ve kendisini Lavan ile ölçmek aracılığı ile ve onun davranış ve yollarını uyarlayarak bu konudaki bilgisizliğini kanıtladı.

Yakup’un Tanrının önünde, et ve kanının miras aldığı karakteri öğrenmek ve yargılamak konusundaki başarısızlığı ile ilgili gerçeğin dikkatleri çekmemesi mümkün değildir. Bu nedenle Yakup Tanrının ilahi takdirinin içinde idi ve bu karakterin en geniş çizgileri ile tam olarak sergilendiği bir alana yönlendirildi. Yakup, Lavan ve Rebeka’nın ülkesi Harran’a yürütüldü ve oradaki okulda öğrenmesi gereken bu ilkeler ona öğretildi, gösterildi ve muhafaza edildi. Eğer birinin Tanrının kim ve ne olduğunu öğrenmesi gerekiyor ise o zaman Beytel’e gitmesi gerekiyor idi. Ve eğer insanın ne olduğunu öğrenmesi gerekiyor idi ise o zaman Harran’a gitmesi gerekiyor idi. Ama Yakup Beytel’de Tanrının kendisine yapmış olduğu açıklamayı kavramakta başarısız olmuş ve bu nedenle Harran’a gitmiş idi. Ve orada ne olduğunu göstermiş idi. Ve ah, nasıl da itişip kakışma ve kazınma! Ne hile karıştırmalar ve ne uydurmalar! Tanrıyı kutsal ve yüce bir güven duygusu içinde beklemek ise söz konusu bile değil! Evet, Tanrının Yakup ile birlikte olduğu doğru idi. Çünkü tanrısal lütfun dışarı parlamasına hiç bir şey engel olamaz. Ayrıca Yakup bir ölçüde Tanrının varlığına ve sadakatine sahiptir. Ama yine de hiçbir şey plansız ve tasarısız yapılamaz. Yakup Tanrıya, eşleri ve onların  ücretleri ile ilgili konuda kendisine yardım etmesi için izin veremez ama her şeyi kendi kurnazlığı ve düzenlemesi ile çözümlemeyi arzu eder. Kısaca Yakup’un “birinin ayağını kaydırıp yerine geçen kimse” olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, okuyucudan Yaratılış kitabının 30:37-42 ayetlerine dönüş yapmasını rica edelim ve o da bize hilekarlık tutumunun bu bölümden başka hangi bölümde bu kadar ustaca bulunabileceğini söylesin. Bu ayetler bize Yakup hakkında mükemmel bir resim verirler. Tanrıya güvenip O’nun bunu yapacağından emin olarak “çizgili, benekli ve noktalı koyun yavrularını” çoğaltması için O’na izin vermek yerine onların çoğalmasını garanti altına almak yerine Yakup kendi zihninin içinde başlayan bir plan yaptı. Böylece Lavan ile kaldığı yirmi yıl boyunca tüm davranışlarında aynı idi ve sonunda kendi içindeki dengesini bozmadan çok özel bir şekilde “çalmaya” devam etti.

Şimdi Yakup’un sıra dışı öyküsünün bir aşamasından diğer aşamasına kadar ilerler ve Yakup’un gerçek karakterini izler iken tanrısal lütuf ile ilgili harika bir görüşe sahip olunur. Tanrıdan başka hiç kimse böyle bir insana tahammül edemez idi ve yine Tanrıdan başka hiç kimse böyle birini ele alamaz idi. Lütuf en alçak noktanın bulunduğu yerde başlar. İnsanı, olduğu şekli ile ele alır ve onun ne olduğunu yetkin bir zeka ile araştırır. Kişi, ilk başladığı zaman lütfun bu özelliğinin ne kadar önemli olduğunun bilincinde değildir. Kişisel kötülüklerin keşiflerinin ardından sabit bir yürek ile lütuf gerçeğine tahammül etmeyi öğrenmeye başlarız. Kişisel kötülüklerin keşfi ile güven sık sık sarsılır ve Tanrı çocuklarının esenliğini rahatsız eder.

Pek çok kişi başlangıçta insan doğasının nihai mahvolmuşluğunu tam olarak kavramakta başarısız olur; insan doğasına Tanrının huzurunda bakıldığı zaman yürekleri Tanrının lütfu tarafından çekilmesine ve vicdanları Mesih’in kanının uygulanması aracılığı ile bir ölçüde sakinleşse bile pek çok kişi lütuf gerçeğini hemen anlayamaz. Bu yüzden yollarında devam ettikçe içlerinde bulunan kötülük ile ilgili daha derin keşifler yapmaya başlarlar ve Tanrının lütfunu kavrama ve Mesih’in kurbanının ölçüsünü ve yetkinliğini anlama konusunda yavaş yavaş ilerlerler. Başlangıçta bunu kavrayamadıkları için de gerçekten Tanrının çocukları olup olmadıkları konusunda akıllarına hemen sorular gelecektir. Böylece Mesih’ten düşerler ve kendilerinin üzerine atılırlar. Ve sonra da adanmışlıklarının tonlarını muhafaza etmek için ya da tekrar geriye dönüp dünyasallığın içine düşmemek için ne yazık ki düzenlere bağlı kalırlar; bunlar feci sonuçlardır ve bu sonucun nedeni “yüreğin lütufta bina edilmemiş” olmasıdır.

Yakup’un insan doğasına karşı Tanrı lütfunun üstün gelmesi konusu, Yakup’un öyküsünü ilginç ve bizler için yararlı kılan en önemli unsurdur. Önümüzde bulunan üç bölümü okuyacak olan herkes Yakup birini yukarı kaldırabilen ve yalnız yukarı kaldırmak ile kalmayıp onu aynı zamanda kendi yapısında bulunan her şeyi tam olarak keşfettikten sonra şu sözleri söyleyen şaşırtıcı lütuf karşısında hayrete düşecektir. “Yakup soyunda suç bulunmadı, ne de İsrail’de kötülük.” Çölde Sayım 23:21. Rab Yakup’ta suç ve kötülük bulunmadığını söylemiyor; böyle olsa idi yüreğe asla güvence verilemez idi – Tanrı tüm diğer şeylerin üstünde olan şeyi vermeyi arzu eder. Zavallı bir günahkarın yüreğine onda hiç  bir suç bulunmadığını söylenmesi onun yüreğine asla güvence veremez idi. Çünkü ne yazık ki, günahkar yüreğinde günah bulunduğunu çok iyi bilir. Ama ona onda günah bulunmadığının söylenmesi  yeterli değildir ama ona  ayrıca Mesih’in mükemmel kurbanının temeli sayesinde Tanrının gözünde bu günahın ortadan kaldırıldığı söylendiği zaman, işte o zaman yüreği ve vicdanı huzura kavuşacaktır. Eğer Tanrı Yakup yerine Esav’ı yukarı kaldırmış olsa idi o zaman lütfun böylesine bereketli bir sergilenişini asla göremeyecek idik. Bu nedenle Esav Yakup’u gördüğümüz ışık içinde önümüzde görünemez. Bir insan ne kadar batar ise, Tanrının lütfu o kadar yükselir. Benim değerlendirmeme göre, borcum beş liradan beş yüz liraya yükseldiği zaman borcumu silen o sevginin değerini daha çok tecrübe ederim. “Farklı tutarlardaki borçlara sahip iki kişinin borçları bağışlandığı zaman, borcu az olan mı yoksa borcu fazla olan mı borcunu bağışlayanı daha çok sever?” Luka 7:42. “Çeşitli garip öğretilerin etkisine kapılıp sürüklenmeyin. Yüreğin yiyecekler ile değil Tanrının lütfu ile güçlenmesi iyidir. Yiyeceklere güvenenler hiç bir yarar görmediler.” İbraniler 13:9.


1. Ruhsal zihin açısından bu konuda çok derin ilgi çeken bir nokta vardır; Romalılar kitabının 9.bölümünde Tanrının Ruhunun nasıl da azimli bir şekilde kutsal yazıların tümünde Tanrının seçtiklerine ilişkin öğretişten insan zihninin çektiği korkunç bir sonuç çıkarmaya karşı koruma yaptığına dikkat etmek gerekir. Kutsal Ruh “gazap kaplarından” söz ettiği zaman söylemek istediği “mahvolmaya hazırlananlardır.” Kutsal Ruh, “onları Tanrının hazırladığını” söylemez.

Oysa, öte yandan Kutsal Ruh “merhamet kaplarına” işaret ettiği zaman “zamanın başlangıcından önce yücelik için hazırlamış oldukları” olarak söz eder. Bu ifade en dikkat çekici ifadedir.

Eğer okuyucum bir an için Matta kitabının 25: 34-41 ayetlerine dönecek olur ise aynı konuda bir başka çarpıcı ve güzel olay ile karşılaşacaktır.

O zaman kral, sağındaki kişilere, ‘Sizler, Babamın kutsadıkları, gelin!’ diyecek. ‘Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan egemenliği miras alın!’ (ayet 34.)

Ama solunda duran kişilere hitap ettiği zaman, Rab şöyle der: “Ey lanetliler, çekilin önümden! İblis ile melekleri için hazırlanmış olan sönmez ateşe gidin!” (ayet 41.)

Tek bir kelime ile söyleyecek olur isek, Tanrının bir “yücelik krallığı” hazırlamış olduğu aşikardır. Ve “merhamet kapları” bu krallığı miras alacaklardır. Ama Tanrı “sönmez ateşi” insanlar için hazırlamamıştır. O ateş “şeytan ve onun melekleri” için hazırlanmıştır. Aynı şekilde “gazap kaselerini hazırlayan” da Tanrı değildir; ama kendilerini hazırlayanlar yine onlar yani kendileridir.

Tanrı Sözü, nasıl “seçilmiş” sözünü net bir şekilde bina ediyor ise aynı şekilde “lanetleme” sözüne karşı da azim ile karşı durur. Kendisini cennette bulan herkes bunun için Tanrıya teşekkür etmek zorunda kalacaktır ve kendisini cehennemde bulacak olan herkes ise bunun için ne yazık ki kendisine teşekkür etmek zorunda kalacaktır.

Yaratılış 32

“Ve Yakup yoluna devam eder iken Tanrının melekleri ile karşılaştı.” Yaratılış 32:1 Her şeye rağmen Tanrının lütfu onu hala izlemektedir. “Tanrının sevgisini hiç bir şey değiştirmez.” Tanrı herkesi sonuna kadar her zaman aynı şekilde sever. Tanrının sevgisi Kendisi gibidir; “dün, bu gün ve sonsuza kadar aynıdır.” Ama burada okuduklarımızdan gördüğümüz gibi Tanrının sevgisinin Yakup üzerindeki etkisi ne kadar da az idi, bunu Yakup’un davranışlarından anlıyoruz. “Yakup Edom topraklarında, Seir ülkesinde yaşayan ağabeyi Esav’a önceden haberciler gönderdi.” Yaratılış 32: 3. Yakup’un Esav ile karşılaşmaktan çekindiği aşikar idi, çünkü çekinmesi için haklı nedenlere sahip idi. Yakup Esav’a kötü davranmış idi ve bu yüzden vicdanı rahatsız idi. Ama yine de kendisini tamamen Tanrının korumasına bırakmak yerine Esav’ın gazabını söndürmek için alışıldığı gibi yine kendisi için planlar yapar. Ve sırtını Tanrıya yaslanarak O’na güvenmek yerine bir şekilde Esav’ı yumuşatmak için düzenler kurar.

“Yakup gönderdiği habercilere şu buyruğu verdi: ‘Efendim Esav’a şöyle deyin, ‘Kulun Yakup diyor ki, şimdiye kadar Lavan’ın yanında konuk olarak kaldım. Öküzlere, eşeklere, davarlara, erkek ve kadın kölelere sahip oldum. Efendimi hoşnut etmek için önceden haber gönderiyorum.” Yaratılış 32: 4,5. Bu sözleri, merkezinde Tanrıya tamamen yer vermeyen bir can söylemiştir. “Efendim” ve “kulun” gibi sözler bir kardeşin diğer bir kardeşi ile konuşur iken kullanacağı ya da hitap edeceği sözler olamaz. Ya da Tanrının varlığının bilinçli bir saygınlığına sahip olan bir kişi bu sözcükler ile bir insana hitap edemez. Ama Yakup bir insan olan kardeşine bu sözler ile hitap etti, çünkü vicdanı huzursuz idi.

“Haberciler geri dönüp Yakup’a, ‘ağabeyin Esav’ın yanına gittik’ dediler. ‘Dört yüz adam ile seni karşılamaya geliyor. O zaman Yakup çok korktu ve çok sıkıldı.” Yaratılış 32: 6,7. Ama önce yaptığı ilk şey ne oldu? Kendisini hemen tanrının gücüne ve yardımına mı bıraktı? Hayır, yine düzen kurmak için kendisi harekete geçti. “Yanındaki adamları, davarları, sığırları ve develeri iki gruba ayırdı. ‘Esav gelir bir gruba saldırır ise, hiç değil ise öteki grup kurtulur’ diye düşündü.” Yaratılış 32: 7,8. Yakup’un ilk düşüncesi her zaman bir plan kurmak idi ve bizler onun bu davranışında zavallı insan yüreğinin gerçek durumunu görmekteyiz. Planını yaptıktan sonra tanrıya döndüğü ve O’na kendisine yardım etmesi için feryat ettiği doğrudur. Ama dua etmeyi bitirir bitirmez hemen planını uygulamaya koyar. Şimdi belirtmemiz gerekiyor ki, dua etmek ve plan yapmak asla bir arada yürüyemezler. Eğer plan yapar isem o zaman az ya da çok planıma güveniyorum demektir, ama dua ettiğim zaman yalnızca Tanrıya dayanmam ve O’nu umudum yapmam gerekir. Bu yüzden plan yapmak ve dua etmek bir arada bulunamazlar, çünkü bu takdirde birbirlerini yıkıma uğratırlar. Eğer benim düşüncelerim kendi planlarım ile dolu ise o zaman Tanrının benim için harekete geçeceğini görmeye hazır değilim demektir. Ve böyle bir durumda dua, ihtiyacımı karşılayacak söz değildir, ama yapılması gerektiğini düşündüğüm bir şeyin performansı ya da Tanrıdan planlarımı kutsamasını istemek asla işe yaramayacaktır. Mesele, Tanrının benim planlarımı kutsaması ya da bereketlemesi için O’ndan istekte bulunmak değil, her şeyi Tanrının yapması için O’ndan istekte bulunmaktır. 1

Yakup tanrıdan kendisini ağabeyi Esav’dan kurtarmasını istedi, ama buna rağmen bununla yeterince tatmin olmadığı aşikardır. Ve bu yüzden Yakup Esav’a bir kölesi ile armağan olarak hayvanlar gönderdi; böylece onun gazabını yatıştıracağını düşünüyor idi. Görüldüğü gibi güvendiği şey tamamen Tanrı değil idi; gönderdiği armağan idi. “Yürek her şeyden ziyade aldatıcıdır ve düzelmeyecek kadar kötüdür.” Yüreğin güvencesinin gerçek zemininin ne olduğunu bulmak genellikle çok zordur. Tanrıya güvendiğimizi düşünürüz ya da kendimizi Tanrıya güvendiğimiz konusunda ikna etmeye çalışırız ama aslında kendi tasarılarımızın bazı planlarına güvenmekteyizdir. Yakup’un duasına tekrar kulak verelim; Yakup şöyle dua etmiş idi: “Yalvarırım beni ağabeyim Esav’dan koru. Gelip bana, çocuklarıma ve annelerine saldırmasından korkuyorum.” Ettiği bu duasından sonra şimdi ise Esav’ın gazabını “bir armağan ile yatıştıracağım” dediğini düşünebiliyor musunuz? Yakup, duasını unutmuş muydu? Tanrıyı bir armağan ile eş mi tutuyor idi? Birkaç tane hayvana biraz önce kendisini teslim etmiş bulunduğu Tanrıdan daha mı fazla güveniyor idi? Bu sorular doğal olarak Yakup’un Esav ile ilgili olarak bulunduğu eylemler nedeni ile ortaya çıkıyor. Ve bizler bu sorulara kendi yüreklerimizin aynasına bakarak yanıt verebiliriz. Yakup’un öyküsünün sayfalarından olduğu gibi yüreklerimizden de Tanrıdan daha çok kendi planlarımıza dayanmaya ne kadar eğilimli olduğumuzu öğreniriz; ama bu işe yaramayacaktır; kesinlikle akılsızca olan planımızın sonunu görmeye getirilmek zorundayız. Bilgeliğin gerçek yolunun Tanrıya tam bir güven içinde dayanmak ve O’nda dinlenmek olduğunu bize anlatması ve bu konuda söz verdiği gibi bize istek ve güç sağlaması için Tanrıya yalvarıyorum.

Dualarımızı planlarımızın bir parçası haline getirmek de işe yaramayacaktır. Planlarımıza dua eklediğimiz zaman kendimizi genellikle çok tatmin olmuş hissederiz. Ya da tüm doğru olan araçları kullandığımız ve Tanrıya bunları bereketlemesi için seslendiğimiz zaman kendimizi iyi hissedebiliriz. Ama o zaman bu durumda planlarımız dualarımız ile aynı değerde olacaktır. Yani, Tanrıya dayanmak yerine onlara dayanmış olacağız. Kendimiz ile ilgili her şeyin sonuna gerçekten getirilmemiz gerekir, çünkü o zamana kadar Tanrı Kendisini gösteremez. Ama kendimizin sonuna getirilmedikçe planlarımızın sonuna da asla gelemeyiz. “İnsan soyu ota benzer, tüm vefası ya da güzelliği kır çiçeği gibidir.” Yeşaya 40:6.

Bu konuyu bu ilginç bölümde görmekteyiz: Yakup insan sağduyusuna dayanarak tüm düzenlemelerini tamamladığı zaman şu sözleri okuruz: “Böylece Yakup arkada tek başına kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar onun ile güreşti.” Yaratılış 32: 24. Bu olay dikkat çekici bir kişi olan Yakup’un öyküsündeki dönüm noktasıdır. Tanrı ile yalnız bırakılmak kendimiz ve yollarımız ile ilgili doğru bilgiye ulaşmak için tek gerçek yoldur. Kutsal yerin dengesine göre onları tartmadığımız sürece insan doğasının ve onun tüm eylemlerinin doğru takdir edilmesini asla elde edemeyiz. Ancak kutsal yerde onların gerçek değerleri ortaya çıkar. Kendimiz hakkında ne düşünür isek düşünelim ya da insanlar bizim hakkımızda ne düşünürler ise düşünsünler en önemli olan “Tanrının bizim hakkımızda ne düşündüğüdür!” Ve bu sorunun yanıtını yalnızca “Tanrı ile yalnız bırakıldığımız zaman” alabiliriz. Dünyadan ayrı, kendimizden ayrı, tüm düşüncelerden, mantık yürütmelerinden, hayallerden ve yalnızca insan doğasına ait duygulardan uzak olmak ve tanrı ile “yalnız” kalmak – böylece ve yalnızca böylece kendi hakkımızdaki doğru düşünceyi elde edebiliriz.

“Yakup yalnız kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar onun ile güreşti.” Burada dikkat edilmesi gereken Yakup’un bir adam ile değil, bir adamın Yakup ile güreşmesidir. Bu olaya çok sık olarak Yakup’un duadaki gücünün bir örneği olarak işaret edilir. Ama bu düşüncenin doğru olmadığı bölümde yer alan net sözcüklerden aşikardır. Benim bir adam ile güreşmem ve bir adamın benim ile güreşmesi akla birbirinden tamamen farklı iki düşünce sunar. Ben bir adam ile güreştiğim zaman sondan bir şey kazanmak isterim, ama bir adam benim ile güreştiği zaman o adam benden bir şey kazanmak ister. Şimdi burada Yakup’un olayında tanrısal kazanç Yakup’u onun ne kadar zavallı, zayıf ve değersiz bir yaratık olduğunu ona göstermek olacaktır ve Yakup kendisine gösterilen tanrısal davranışa karşı öyle bir azim ve inat ile karşı koydu ki, “adam Yakup’u yenemeyeceğini anladığı zaman, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşir iken Yakup’un uyluk kemiği çıktı.” Yaratılış 32: 25. Ölüm infazının benliğin üzerine yazılması gerekir – düzenli ve mutlu bir şekilde Tanrı ile yürüyebilmemizden önce çarmıhın gücü devreye girmelidir.  Buraya kadar Yakup’un sıra dışı karakterinin tüm hileli işleri arasında onu izlemiş bulunuyoruz. Lavan ile kaldığı yirmi yıl boyunca Yakup’un hep plan yaptığını ve düzen kurduğunu gördük. Ama Yakup “tek başına” bırakılıncaya kadar kendisinin tamamen çaresiz biri olduğu konusundaki doğru düşünceye sahip olamadı. Sonra, gücünün oturacak yerine dokunulduğu zaman “Seni bırakmam” demeyi öğrendi.

“Senden başka sığınağım yok;
Çaresiz canım Sana yapışır.”

Bu olaydan sonra düzen kuran ve plan yapan Yakup’un öyküsünde yeni bir dönem başladı. Bu noktaya kadar Yakup kendi düzenlerine ve planlarına sımsıkı yapışmış idi, ama şimdi öyle bir noktaya getirildi ki, “Seni bırakmayacağım” demektedir. Değerli okuyucum şimdi lütfen şu noktaya dikkat et; Yakup’un “uyluk kemiğinin başına” dokunuluncaya kadar Yakup bu ifadede bulunmamış idi. Bu basit gerçek tüm olayın gerçek yorumunu belirtme konusunda oldukça yeterlidir. Tanrı, Yakup’u bu noktaya getirmek için onun ile güreşiyor idi. Daha önce Yakup’un duadaki gücü hakkında şunu görmüş idik: Yakup Tanrıya birkaç söz söyledikten hemen sonra şu sözleri ile canının bağlı olduğu gerçek sırrını ortaya koydu: “Esav’ın öfkesini bir armağan ile yatıştıracağım.” Eğer gerçekten duasının anlamını bilse idi ya da Tanrıya gerçekten tam bağımlı olsa idi böyle bir şey söyler miydi? Kesinlikle söylemez idi. Eğer Esav’ın öfkesini yatıştırmak için tamamen Tanrıya güvenmiş olsa idi “Esav’ın öfkesini bir armağan ile yatıştıracağım” diyebilir miydi? İmkansız! Diyemez idi! Tanrının ve yaratığın birbirlerinden ayrı tutulmaları gerekir. Ve bir iman yaşamının kutsal gerçekliği hakkında bilgisi olan her can tanrı ve yaratığı birbirinden ayrı tutmayı bilir.

Eğer bir diğerimiz adına konuşabilir isek o zaman ne yazık ki işte hataya düştüğümüz yer buradadır. Araç ya da aracılar kullanmanın makul ve görünürde inançlı formülü altında zavallı aldatıcı yüreklerimizin kesin sadakatsizliğini gerçekten ortaya konan kanıtlar bulunur. Biz araçlarımızı bereketlemesi için Tanrıya baktığımızı ya da O’na güvendiğimizi düşünürüz ama aslında Tanrıya dayanmak yerine araçlara dayanarak Tanrıyı olayın dışında bırakmış oluruz. Ah, Kutsal ruhun yüreklerimize bunun ne kadar kötü olduğunu öğretmesini diliyorum! Daha basit olarak “Yalnızca” Tanrıya bağlanmayı öğrenebilelim. Öyle ki, öykümüz içinden geçmekte olduğumuz koşulların üstündeki o kutsal yükseltme tarafından daha çok karakterize edilebilsin. Bir yaratığın sonuna varması hiç bir şekilde öyle kolay bir mesele değildir; her şekil ve biçim içinde iken “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diyebilmek kolay bir şey değildir. Bu sözleri yürekten söylemek ve bu sözlerin gücü içinde kalmak tüm gerçek gücün sırrıdır. Yakup bu sözleri uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpıldığı zaman söyleyebildi, daha önce söyleyemedi. Teslim olana kadar uzun süre mücadele etti, çünkü kendi benliğine duyduğu güven güçlü idi. Ama Tanrı en sert ya da en cesur karakteri bir toz haline getirebilir. O, insan doğasının gücünün kaynağına nasıl dokunacağını ve onun üzerine ölüm infazını nasıl yazacağını bilir ve bu durum gerçekleşinceye kadar “Tanrı ya da insan ile güç” gerçek olamaz. “Güçlü” olabilmemiz için önce “zayıf” olmamız gerekir. “Mesih’in gücü” üzerimizde yalnızca “zayıflıklarımız ile” ilgili bilgi ile bağlantılı olarak “dinlenebilir.” Mesih bilgeliğini ya da yüceliğini onaylayacağı mührünü insan doğasının gücü üzerine vuramaz. Mesih’in yükselmesi için insanın tüm gücünün ve bilgeliğinin batması gerekir. Doğa, asla Mesih’in gücünü ya da lütfunu göstermesi için hiç bir şekilde bir temel teşkil edemez. Çünkü eğer bunu yapabilse idi o zaman Tanrının huzurunda insan övünebilir idi. Ama biliyoruz ki böyle bir şey asla olamaz.

Ve Tanrının yüceliği ve Tanrının adı ya da karakterinin görünmesi insan doğasının tamamen bir kenara bırakılması ile bağlantılıdır. Ve bu gerçekleşmediği sürece can asla Tanrının yüceliğinden, adından ya da karakterinden zevk alamaz. Bu yüzden Yakup’tan adının söylenmesi istenmesine rağmen Yakup kendisi ile güreşene adını sorduğu zaman Yakup ile güreşen ona adını söylemez. “ayağını kaydırıp yerine geçen” anlamına gelen Yakup’un adı ise, Yakup kendisi ile güreşen kişi tarafından yenildiği ve toza dönüştüğü zaman, adı “İsrail” olarak değiştirilir. İsrail ya da prens adı Yakup’un ilerlemesinde büyük bir adımdır. Ama Yakup adama “Lütfen adını söyler misin?” dediği zaman adamdan şu karşılığı aldı: “Neden adımı soruyorsun?” Rab burada ona adını söylemeyi reddeder, ama Yakup’a kendisi hakkındaki gerçeği göstermiştir ve buna uygun olarak onu bereketler. “Artık sana Yakup değil, İsrail (Tanrı ile güreşir) denecek. Çünkü Tanrı ile insanlar ile güreşip yendin.” Tanrının halkının başından geçen tarihi olaylarda bu durum ile çok sık karşılaşılır. Bu olaylarda benlik tüm ahlak bozukluğu ile kendisini gösterir ama biz Tanrı bize çok yakın gelmiş ve kendimiz ile ilgili keşiflerimiz ile bağlantılı olarak bizi bereketlemiş olsa da bizler uygulamada Tanrının ne olduğunu unutup O’na sımsıkı yapışmakta başarısız oluruz. Yakup’un uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpıldığı zaman Yakup adı İsrail adına çevrildi ve ona böylece yeni bir ad verilmiş oldu. Kendisine zayıf bir adam olduğu bildirildiği zaman Yakup güçlü bir prens oldu. Ama Rabbin şu sözleri yine de söylemesi gerekiyor idi; “Neden adımı soruyorsun?” O’nun adı ifşa edilmedi, O, Yakup’un gerçek adını ve durumunu ortaya çıkartmış olan Tanrı idi.

Tüm bunlardan öğrendiğimiz şudur: Rab tarafından bereketlenmek bir şeydir ve O’nun Ruhu tarafından yüreklerimize O’nun karakterinin açıklanması başka bir şeydir. Tanrı Yakup’u orada bereketledi ama ona Adını söylemedi. Ne ölçüde olur ise olsun bize kendimizi ifşa etmek bize sunulan bir berekettir. Çünkü böylelikle Tanrının bizim için ne demek olduğunu daha net olarak anlayabileceğimiz bir yola yönlendirilmiş oluruz. Aynı durum Yakup için de geçerli idi. Uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpıldığı zaman Yakup kendisini öyle bir durumda buldu ki, artık Tanrı onun için her şey idi. Öyle ki, artık Yakup için Tanrı yok ise hiçbir şey yok idi. Zavallı, duraksayan bir insan az şey yapabilir idi ve bu yüzden yapışmak için her şeye gücü yeten kudretli biri gerekli idi.

Bu bölüme son vermeden önce bir şeye dikkat çekeceğim: Eyüp kitabı, belirli bir anlamda Yakup’un öyküsündeki bu olay ile ilgili ayrıntılı bir bölüm içerir. Eyüp kitabının ilk otuz üç bölümü boyunca yanında dostları ile yüz üstü yere serilidir. Ve onların düşüncelerine karşı kendi düşüncesini muhafaza ede, ama Eyüp kitabının 32.bölümünde Tanrı Elihu adlı kişi aracılığı ile Eyüp ile güreşmeye başlar. Ve Eyüp kitabının 38.bölümünde Tanrı, gücünün tüm görkemi ile doğrudan aşağı iner ve Eyüp’e büyüklüğünü ve yüceliğini göstererek üstünlüğü ile ona baskın gelir ve sonunda Eyüp’ün şu çok iyi bilinen sözleri söylemesine neden olur: “ Kulaktan duyma idi bildiklerim senin hakkında, şimdi ise gözlerim ile gördüm seni. Bu yüzden kendimi hor görüyor, toz ve kül içinde tövbe ediyorum” Eyüp 42: 5,6. Burada da gerçekten Eyüp’ün uyluk kemiğinin başına dokunuluyor idi. Ve buradaki şu ifadeye lütfen dikkat edin: “Şimdi ise gözlerim ile gördüm seni.” Eyüp burada “kendimi gördüm” demez; hayır! “Seni” gördüm der. Tanrıya yalnızca bir an bakmak bile kişiyi tövbeye ve kendini hor görmeye gerçekten yönlendirebilir.  Öyküleri Eyüp’ün öyküsüne çok benzeyen İsrail halkı için de aynı şey olacaktır. Deldikleri Kişi’ye baktıkları zaman yas tutacaklar ve sonra tam bir yenilenme ve bereket gerçekleşecektir. Onların sonu da aynı Eyüp’ün sonu gibi başlangıçlarından daha iyi olacaktır. Şu sözlerin tam anlamını öğreneceklerdir, “Ey İsrail, bana, yardımcına karşı çıkman yıkıma uğratıyor seni.” Hoşea 13:9.


1. İman Tanrının eyleme geçmesine izin verdiği zaman hiç kuşkusuz Tanrı Kendi aracısını kullanacaktır. Ama bu durum, imansızlık ve sabırsızlığın planlarını ve düzenlemelerini Tanrının Kendisinin yapması ve bereketlemesinden tamamen farklı bir şeydir. Buradaki farklılık yeterince anlaşılmaz.

Yaratılış 33 — 34

Bu bölümlerde Yakup’un tüm korkularının ne kadar temelsiz ve tüm planlarının ne kadar yararsız olduğunu görebiliriz. Güreşe, uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpılmasına ve tereddüde karşı çıkmayan Yakup’u burada hala plan yapar iken görmekteyiz. “Ve Yakup gözlerini kaldırıp baktı, işte Esav dört yüz adamı ile birlikte geliyor idi. Çocukları Lea ile Rahel’e ve iki cariyeye teslim etti. Cariyeler ile çocuklarını öne, Lea ile çocuklarını arkaya ve Rahel ile Yusuf’u da en arkaya dizdi. Yaratılış 33:1-3. Yaptığı bu düzenleme Yakup’un korkularının devam ettiğini kanıtlıyor idi. Yakup hala Esav’ın elinden intikam gelmesini bekliyor idi ve ailesini onlara duyduğu sevginin derecesine göre düzenler iken cariyelerini ve onlardan olma çocuklarını bu intikamın ilk darbesine uğrayacakları bir yere koydu. İnsan yüreğinin derinlikleri ne kadar da şaşırtıcı? İnsan yüreği Tanrıya güvenmekte ne kadar da yavaş davranıyor! Eğer Yakup Tanrıya gerçekten güvense idi kendisi ve ailesi için bir yıkımı asla beklemeyecek idi. Ama ne yazık ki, yürek sakin bir güven içinde her şeye hakim ve egemen, her şeye gücü yeten ve lütfu sınırsız olan ve bizi çok seven bir Tanrıya güvenmekte ağır davranır!

Ama şimdi görüyoruz ki yüreğin kaygıları tamamen boştur. “Ve Esav koşarak Yakup’u karşıladı, kucaklayıp boynuna sarıldı ve öptü. Ve her ikisi de ağlamaya başladı.” Yaratılış 33:4. Armağan tamamen gereksiz idi ve plan tamamen yararsız idi. Tanrı nasıl daha önce Lavan’ı yatıştırdı ise şimdi de aynı şekilde Esav’ı yatıştırmış idi. Tanrı her zaman zavallı, imansız ve korkak yüreklerimizi azarlamaktan hoşlanır ve tüm korkularımızın uçup gitmesinden zevk alır. Yakup, Esav’ın tehdit edici kılıcı yerine onun kucaklaması ve öpüşleri ile karşılaşır. Kavga etmek ve çekişmek yerine göz yaşı dökerler ve bu göz yaşları birbirine karışır. İşte Tanrının yolları böyledir. Tanrıya güvenilmez mi? Yürek en dolu güvence ile O’nu onurlandırmaz mı? Tanrı her zaman Kendisine güvenenlerden sadakatinin tüm tatlı kanıtını esirgemez iken bizler neden her fırsatta kuşku duyar ve tereddüt ederiz? Yanıt basittir: Çünkü tanrıyı yeterince tanımayız. “Tanrı ile dost ol, barış ki, bolluğa eresin.” Eyüp 22:21. Bu gerçek hem tövbe etmemiş günahkar hem de Tanrı çocuğu için geçerli olan bir durumdur. Tanrı hakkında gerçek bilgiye sahip olmak ve O’nu gerçekten tanıyor olmak yaşam ve esenliktir. “ Sonsuz yaşam tek gerçek Tanrı olan Seni ve gönderdiğin İsa Mesih’i tanımalarıdır.” Yuhanna 17:3. Tanrıyı ne kadar yakından tanıyor isek, esenliğimiz o kadar sağlam olacaktır ve canlarımız her yaratığa olan bağımlılığından o kadar yukarı yükselecektir. “Tanrı bir Kaya’dır” ve O’nun bizi beslemek için ne kadar istekli, hazır ve güçlü olduğunu bilmemiz için yapmamız gereken tek şey tüm ağırlığımız ile O’na yaslanmaktır.

Tanrının tüm bu iyiliğinin sergilenişinden sonra Yakup’un Sukkot’a yerleştiğini görüyoruz. Ve Yakup göçmen bir yaşam ruhunun ve ilkelerinin aksine orada kendine bir ev yaptı. Aslında Sukkot Yakup’un tanrısal bir şekilde atanmış olan hedefi olmadığı aşikar idi. Tanrı Yakup’a: “Ben, Sukkot’un Tanrısıyım” dememiş idi; hayır! Tanrı, “Ben Beytel’in Tanrısıyım!” demiş idi. Bu nedenle Yakup’un yerleşeceği yer Sukkot değil, Beytel olmalı idi. Ama ne yazık ki, öyle olmadı! Yürek her zaman Tanrının lütufkar bir şekilde atadığı konum ve pay ile tatmin olup huzur bulmaya eğilim göstermez.

Yakup sonra Şekem kentine vardı. Ve orada arsa satın aldı. Orada kurduğu sunak ve sunağa verdiği ad Yakup’un canının ne durumda olduğu konusunda bize bilgi vermektedir. Yakup sunağa El-Elohe-İsrail –Tanrı İsrail’in Tanrısı - adını verdi. Bu durum Tanrı hakkında çok yetersiz bir görüşü ortaya koyuyor idi. Evet, tanrıyı bizim Tanrımız olarak bilmenin bir ayrıcalık olduğu doğrudur. Ama Tanrıyı Tanrı evinin Tanrısı olarak bilmek daha yüce bir şeydir. Ve doğru olan kendimizi o evin bir parçası olarak görmektir. Mesih’i Başı olarak bilmek imanlının ayrıcalığıdır, ama Mesih’i kilisenin bedeninin Başı olarak bilmek ve bizlerin bu bedenin üyeleri olduğumuzdan haberdar olmak daha yüce bir bilgidir.

Yaratılış kitabının 35.bölümüne geldiğimiz zaman Yakup’un Tanrı ile daha yüce ve daha büyük bir görüşe sahip olması için yönlendirildiğini görürüz. Ama Şekem’de iken bu konuda daha düşük bir seviyede olduğu aşikar idi; ama Tanrının Kendi temelinden uzak kaldığımız her zaman hepimizin bu durumda olduğunu biliriz. İki oymak ve bir oymağın yarısı Şeria nehrinin o kenarında konumlarını aldılar ve düşmanın eline ilk düşenler oldular. Yakup için de aynı durum söz konusu oldu. Yaratılış kitabının 34.bölümünde Yakup’un Şekem’de kaldığı için sonunda aldığı acı ürünleri görürüz. Yakup’un ailesinin üzerine bir leke sürülmüştür ve Şimon ile Levi bu lekeyi silmek için insan doğasının enerjisi ve şiddeti ile karşılık verirler ve bu da onları daha da derin bir üzüntüye götürmekten başka bir işe yaramaz. Ve bu durum Yakup’u kızına edilen hakaretten daha sıkıntılı bir duruma sokar: “Ve Yakup Şimon ile Levi’ye, ‘Bu ülkede yaşayan Kenanlılar ile Perizliler’i bana düşman ettiniz ve başımı belaya soktunuz. Sayıca azız. Eğer her ikisi de birleşir ve bana saldırırlar ise ailem ile birlikte yok olurum’ dedi.” Yaratılış 34:30. Böylece görüyoruz ki, Yakup’u en çok etkileyen şeyler kendisi ile ilgili olayların sonuçları idi. Öyle görünüyor ki Yakup kendisi ve ailesi ile ilgili olarak sürekli bir tehlike tehdidi altında yaşadı. Tanrıya olan içten bir imanın sağladığı bir yaşamı sürekli devam ettiremedi, çünkü ruhu kaygılı, tedbirli, korkak ve hesap yapan bir ruh idi.

Ama burada Yakup’un temelde bir iman adamı olmadığını söylemek istemiyoruz. O, kesinlikle bir iman adamı idi. Ve böyle olduğu için İbraniler kitabının 11.bölümünde yer alan “iman tanıkları” kısmında adı kaydedilmiştir. Ama sonra bu tanrısal ilkeyi alışkanlık ederek sürekli uygulamadığı için üzücü başarısızlıklar sergiledi. İman, onu şu sözleri söylemeye yönlendirebilir miydi? “Bana saldırırlar ise ailem ile birlikte yok olurum.” Hayır, kesinlikle yönlendiremez idi. Tanrının Yaratılış kitabının 28:14,15 ayetlerinde Yakup’a vermiş olduğu vaatlerin onun zavallı ürkek ruhundaki her korkuyu yok etmiş olması gerekir idi. “seni koruyacağım… seni bırakmayacağım.” Bu vaatlerin Yakup’un yüreğini sakinleştirmeleri gerekir idi. Ama gerçek şu ki, Yakup’un zihni Tanrının ellerinde güvenlik içinde olduğundan çok Şekemliler konusundaki tehlike ile ilgili idi. Yakup’un “Tanrı izin vermedikçe saçının tek teline bile hiç kimsenin dokunamayacağını biliyor olması” gerekir idi. Ve bu yüzden yapması gereken şey Şimon ve Levi’ye bakmak ya da onların ani tepkilerinin sonuçlarına bakmak yerine neden bu onumda bulunduğuna dair kendisi hakkında düşünmesi daha doğru olur idi. Eğer Yakup Şekem’de yerleşmemiş olsa idi, o zaman kızı Dina bu şekilde bir onursuzluk yaşamamış olacak idi. Ve iki oğlunun gösterdiği vahşet de bu şekilde sergilenmemiş olacak idi. Hristiyanların sürekli olarak kendi sadakatsizlikleri aracılığı ile derin üzüntü ve sıkıntılara girdiklerini görürüz. Ve sonra da bu konuda kendilerini yargılamak yerine koşullara bakmaya başlar ve suçu ve utancı koşulların üstüne atarlar.

Örneğin, Hristiyan anne ve babaların sık sık çocuklarının vahşiliği, itaatsizliği ve dünyasallığı ile ilgili olarak canlarının yandığını görürüz. Ve tüm bunlardan aileleri ile ilgili Tanrının önünde sadakat ile yürümedikleri için kendileri sorumludurlar. Bu durum şimdi Yakup için de geçerli idi. Yakup Şekem’de iken düşük bir ruh seviyesinde idi ve Tanrı sadakati aracılığı ile onun bu içinde bulunduğu koşulları onu terbiye etmek için kullandı. “Tanrı alaya alınmaz, çünkü bir insan ne ekti ise onu biçecektir.” Bu durum, Tanrının ahlak yönetiminden kaynaklanan bir ilkedir. Bir insanın bu ilkenin uygulanmasından kaçması mümkün değildir. Ve bu ilke aynı zamanda Tanrının çocukları için olumlu bir merhamet sergiler, öyle ki çocuklar hatalarının ürünlerini biçmek zorunda kalsınlar. Yaşayan diri Tanrıdan herhangi bir şekilde ayrılarak acı yaşamamaları ve O’ndan kopmamaları için öğretilmesi gereken bir merhamettir. Öğrenmemiz gereken şey bunun bizim için bir dinlenme olmadığıdır, çünkü Tanrıya övgüler olsun ki, huzursuz bir dinlenme vermeyecektir. O, bizim her zaman O’nun ile ve O’nda dinlenmemizi ister. Bu, O’nun mükemmel lütfudur ve yüreklerimiz iflas ettiği ya da çöktüğü zaman bize söylediği sözler şunlardır: “Eğer geri dönecekseniz, Bana geri dönün.” Yalnızca bir imansızlık ürünü olan sahte alçakgönüllülük yolcuyu ya da düşmüş kişiyi daha alçak bir zemine götürecektir, çünkü Tanrının yenilemesinin ilkesini ya da ölçüsünü bilmez. Kaybolan oğul bir hizmetkar yapılmayı arzu ediyor idi, çünkü kendisi hakkındaki gerçekleri bilmiyor idi. O bir oğul olduğu için bir hizmetkar konumuna geçemez idi. Ve ayrıca onu öz oğlunu bu tür bir konuma yerleştirmek öyküdeki babanın karakterine hiç bir şekilde yakışmaz idi. Tanrının önüne ya O’nun ilkesine ve karakterine yakışır bir şekilde gitmemiz gerekir ya da aksi halde hiç gitmememiz daha doğrudur.

Yaratılış 35

“Tanrı Yakup’a,’Git, Beytel’e yerleş’ dedi.” Yaratılış 35:1. Bu ifade, sözünü ettiğimiz ilkeyi onaylayan bir ifadedir. Başarısızlık ya da çökme olduğu zaman Rab canı Kendisine geri çağırır. “Bunun için nereden düştüğünü anımsa. Tövbe et ve başlangıçta yaptıklarını sürdür.” Vahiy 2:5. Yenilemenin tanrısal ilkesi budur. Canın en yüce noktasına yeniden çağrılması gerekir. Canın tanrısal ölçülere geri getirilmesi lazımdır. Rab, “Nerede olduğunu hatırla” demez, hayır! Ama “nereden düştüğünü anımsa” der. Bir kişi ancak bu şekilde doğru yoldan ne kadar uzaklaştığını ve adımlarını nasıl geri yönlendireceğini öğrenebilir.

Şimdi böylelikle Tanrının yüce ve kutsal ölçüsü hatırlandığı zaman o kişi düşmüş olduğu durumun üzücü kötülüğünü gerçekten görmeye yönlendirilir. Yakup’un canı, “Beytel’e git!” çağrısı ile harekete geçinceye kadar Yakup’un ailesinin çevresinde Tanrı tarafından yargılanmayan ahlak kötülüğünün miktarı korkutucu idi. Şekem kenti, tüm bu kötülüğün araştırılacağı bir yer değil idi. Şekem’in içinde bulunduğu atmosfer can için hiç de uygun ve saf olmayan unsurlar ile dolu idi. Kötülüğün gerçek karakteri her aşamada netlik ile kendini göstermiş idi. Ama Yakup Beytel’e gitmesi çağrısını duyduğu zaman hemen o anda “ailesine ve yanındakilere, ‘Yabancı ilahlarınızı atın’ dedi. ‘Kendinizi arındırıp giysilerinizi değiştirin. Beytel’e gidelim. Sıkıntı çektiğim günlerde yakarışımı duyan ve gittiğim her yerde benim ile birlikte olan Tanrıya orada bir sunak yapacağım.” Yaratılış 35:2,3. Yakup’un canı, Tanrının evinden söz edilir edilmez harekete geçti ve ona, göz açıp kapatana kadar geçen kısa bir süre içinde olaylar ile dolu yirmi yıllık geçmişini hatırlattı. Yakup Tanrının ne olduğunu Şekem’de değil, Beytel’de öğrenmiş idi ve bu nedenle tekrar Beytel’e gitmesi ve orada tamamen farklı bir temel üzerinde bir sunak dikmesi ve bunu bütünü ile farklı bir ad ile yapması gerekiyor idi; bu sunak Şekem’de yaptığı sunaktan her açıdan farklı olacak idi. Şekem’deki sunağın ne yazık ki murdarlık ve putperestlik ile bağlantısı vardı.

Yakup, Tanrının evinin kutsallığı ile ilgisi olmayan bir çok şey tarafından çevrili iken ”El-Elohe-İsrail” den söz edebildi. Bu nokta ile ilgili olarak net davranabilmek önemlidir. Ancak “Tanrı evinin” verdiği duygu,  canı, devam eden ve zihinsel bir şekilde etkileyen yolda yürür iken kötülükten koruyabilir. Kendim ile ilgili olarak yalnızca Tanrıya bakar isem, Tanrının evi ile olan ilişkisine uygun bir farklılıktan akan tüm o tanrısal duygu hakkında tam ve net bir duygu sahibi olamam. Bazı kişiler kendilerinin doğru ve yüreklerinde dürüst olduğunu düşünerek Tanrıya saf olmayan araçlar ile tapınırlar iken zihinlerinin ne kadar karışık olduğunu fark etmezler ve bunun ne kadar önemli bir konu olduğunu gözden kaçırırlar. Başka bir deyiş ile Tanrıya Şekem’de tapınabileceklerini düşünürler ve adı “El-Elohe-İsrail” olan bir sunağın Tanrının gözünde adı “El-Beytel” olan bir sunak kadar yüce olduğunu sanırlar. Bu tür bir düşüncenin hatalı olduğu aşikardır. Zihni ruhsal olan bir okuyucu hemen bir anda Yakup’un Şekem’deki durumu ve Beytel’deki durumu arasında büyük bir ahlak farklılığı bulunduğunu görecektir. Ve bu aynı farklılık her iki sunak arasında da mevcuttur. Tanrıya tapınma ile ilgili olan düşüncelerimiz mecburen ruhsal durumumuz tarafından etkilenmek zorundadır. Ve sunduğumuz tapınma ya düşük ve kasılmış ya da yüksek ve anlama yeteneği olan bir tapınma olacaktır. Tapınmada Tanrının karakterinin ve ilişkisinin doğru kavranması büyük önem taşır.

Şimdi sunağımızın adının ve tapınmamızın karakterinin aynı düşünceleri ifade ettiklerini söylemeliyim. El-Beytel tapınmasının, El-Elohe-İsrail tapınmasından daha yücedir, nedeni ise şudur: El Beytel sunağı Tanrı hakkında daha yüce bir düşünceye sahiptir. Tanrıdan, tek başına bireysel bir gerçeğin Tanrısı olarak söz etmekten ise O’ndan “evinin Tanrısı” olarak söz etmek bana daha yüce bir düşünce veriyor. “Tanrı, İsrail’in Tanrısı” ünvanında lütfun çok güzel bir ifade edilişi mevcuttur. Ve can, her zaman Tanrının karakterine bakmaktan mutluluk duymalıdır. Tanrı lütfu ile evinin her bir taşını ve bedenin her bir üyesini Kendisine bağlamıştır. Tanrının evinde yerleştirilmiş olan her taş “diri köşe taşı” ile bağlantılı olarak “canlı bir taştır”. “Yaşam Ruhunun “ gücü aracılığı ile diri Tanrı ile paydaşlığa sahiptir. Ama tüm bunlar bereketli bir şekilde doğru olsa da Tanrı Kendi evinin Tanrısı’dır. Ve biz geliştirilmiş ruhsal zeka aracılığı ile O’na böyle bir şekilde bakmak için güçlendirildiğimiz zaman daha yüce bir tapınma karakterine sahip olur ve onun tadını çıkartırız; Tanrının yalnızca bizim için bireysel olarak ne olduğunu anlamak yukarda söz ettiğimiz tapınma karakteri kadar yüce değildir.

Ama Yakup’un yeniden Beytel’e çağrılması konusunda belirtilmesi gereken bir başka konu daha vardır. “ağabeyin Esav’dan kaçar iken sana görünen Tanrı’ya orada bir sunak yap.” Yaratılış 35:1. Yakup Beytel’e gittiği zaman böyle bir sunak yapmaya çağrılır. Böylelikle Yakup’a “sıkıntı çektiği günler” hatırlatılmış olur. Zihinlerimizin bazen kendimizi merdivenin en son basamağına getirilmiş haldeki zamanlarımızı hatırlamaya bu şekilde yönlendirilmesi genellikle bizler için iyidir. Saul de bu şekilde “kendi gözünde küçük olduğu” zamanlara geri götürülür. Bu nokta, hepimiz için gerçek başlangıç noktasıdır. “Kendi gözlerinde küçük olman” ifadesi, bize sık sık hatırlatılmasına ihtiyaç duyduğumuz bir noktadır, çünkü ancak o zaman yürek gerçekten Tanrı’ya dayanır. Daha sonra kendimizin bir şey olduğunu düşünmeye başlarız ve Rab bize yeniden hiçliğimizi öğretmek zorunda kalır. Bir kişi bir hizmet ya da tanıklık görevine ilk olarak girdiği zaman, nasıl da kişisel bir zayıflık ve yetersizlik duygusuna kapılır! Ve bunun sonucu olarak da Tanrı’ya nasıl da yaslanır! Kendisine yardım etmesi ve güç vermesi için Tanrı’ya nasıl da gayret ve hararet ile yalvarır. Ama daha sonra bu görevi yeterince uzun bir süredir yaptığını düşünmeye başlar ve kendi çabamız ile bu görevi yürütebileceğimizi sanırız. En azından başlangıçtaki bireysel zayıflık duygumuzu unuturuz ve sonra hizmetimiz takdis edilmemiş ve güçsüz, zayıf, zavallı, yetersiz, kusurlu ve dünyasal bir şey haline gelir – hizmetimiz Ruh’un tükenmez kaynaklarından akmamaktadır; hizmetimiz bizim zavallı sefil zihinlerimiz ile yürütülür hale gelmiştir. Bu bölümün 9-15 ayetleri arasında Tanrı Yakup’a vermiş olduğu vaadi tekrar eder ve “topuk tutan, hileci” anlamına gelen adı “prens” anlamına gelen İsrail olarak değiştirilir. Ve Yakup yere tekrar Beytel adını verir. 18.ayette imanın yargısı ve insan doğasının yargısı arasında ilginç bir örnek ile karşılaşırız. İnsan doğasının yargısı her şeye çevresini kuşatmış olan karanlık sis içinden bakar. İman yargısı ise Tanrının vaatlerinin ışığı içinde ve O’nun öğütlerine uygun şekilde bakar. “Ve Rahel ölmek üzere idi. Can verir iken oğlunun adını Ben-Oni (kederimin oğlu) koydu, babası ise çocuğa Benyamin (sağ elimin oğlu) adını koydu.” İnsan doğası çocuğu “kederin oğlu” olarak adlandırmış idi, ama iman ona “sağ elimin oğlu” adını verdi. Bu her zaman böyledir. İnsan doğasının düşünceleri arasındaki farklılık her zaman gerçekten imanın düşüncelerinden küçüktür. Ve bizlerin gayret ile canlarımızın insan doğası tarafından değil, iman yargısı tarafından yönetilmesini arzu etmemiz gerekir.

Yaratılış 36

Bu bölümde Esav’ın oğullarının çeşitli ünvanları ve yerleştikleri bölgelerin adlarına yer verilir. Bu nedenle bu bölüm üzerinde durmayacağız ve hemen diğer bölüme geçeceğiz; bu bölüm esin ile yazılmış tüm Kutsal Kitap içinde bulunan en verimli ve en ilginç bölümlerden bir tanesidir.

Yaratılış 37

Bu 37.bölüm üzerinde özellikle duracağız. Kutsal Yazılarda Mesih’in en mükemmel ve en güzel örneği olarak sunulan Yusuf’un öyküsü bu bölüm ile başlar. Mesih’i Babasının sevgisinin bir örneği olarak görürüz. Alçaltılan, acı çeken, ölen, dirilen ve yüceltilen Mesih’in tüm bu yaşadığı durumlar Yusuf’un öyküsündeki örnek ile çarpıcı bir şekilde Mesih’i ortaya koymaktadır.

Yaratılış 37.bölümde önce Yusuf’un düşü ile ilgili bilgi alırız; Yusuf’un düşü ifadesi bize onun kardeşlerinin neden Yusuf’a düşman olduklarını açıklar. Babası oğulları arasında en çok Yusuf’u sever idi; ayrıca Yusuf çok yüce yazgıların öznesi idi ve erkek kardeşlerinin yürekleri Yusuf’un yüreği gibi bu tür şeyler ile paydaşlıkta bulunmadıklarından Yusuf’tan nefret ediyorlar idi. Onların babalarının sevgisi ile paydaşlıkları yok idi. Yusuf’un yüceltilmesi ile ilgili düşünceye boyun eğmeyecekler idi. Tüm bu olayların hepsinde Mesih’in günündeki Yahudilerin durumları temsil edilmektedir. “O, Kendi halkına geldi ve Kendi halkı O’nu kabul etmedi. “Halkının gözünde bakılacak biçimden ve güzellikten yoksun idi; halkının gönlünü çeken bir görünüşü de yok idi.” Yahudiler O’nun Tanrı’nın Oğlu olduğunu da İsrail’in Kralı olduğunu da reddettiler. Yahudilerin gözleri “O’nun yüceliğini, lütuf ve gerçek doluluğu ile gelen Babanın biricik Oğlunun yüceliğini” görebilmeleri için gözleri açık değil idi. Evet, O’nu kabul etmediler ve hatta O’ndan nefret ettiler.

Şimdi tekrar Yusuf’un öyküsüne dönelim. Kardeşleri Yusuf’un düşüne karşı çıkıp bu düşü reddetmelerine rağmen Yusuf hiç bir şekilde tanıklığından vazgeçmedi. “Yusuf bir düş gördü ve bu düşü kardeşlerine anlattığı zaman kardeşleri ondan daha çok nefret ettiler.” Yaratılış 37:5. Ve daha sonra  “Yusuf bir düş daha görüp kardeşlerine anlattı.” Yaratılış 37: 9a. Bu düş, tanrısal açıklama üzerine kurulu basit bir tanıklık idi. Ama aynı zamanda Yusuf’un bir kuyuya atılmasına neden olan bir tanıklık idi. Eğer Yusuf düşü ile ilgili tanıklık etmese idi ya da düşün üstünlüğünden ya da gücünden söz etmekte ısrar etmese idi belki kendisini korumuş olacak idi; ama hayır; Yusuf kardeşlerine gerçeği söyledi ve bu yüzden kardeşleri ondan nefret ettiler.

Aynı durum Yusuf ile ima edilen Yüce Kişi için de geçerlidir. O da gerçeğe tanıklık etti – tam bir tanıklık etti ve her şeyi eksiksiz bildirdi- O yalnızca gerçeği konuşabilir idi, çünkü zaten O’nun Kendisi Gerçek idi ve O’nun gerçeğe olan tanıklığına insan tarafından verilen karşılık çarmıh, sirkeli su ve bir Romalı askerin kargısı ile oldu. Mesih’in tanıklığı da lütfun en derin, en dolu ve en zengin şekli ile oldu. Mesih yalnızca “gerçek” olarak gelmedi ama aynı zamanda Babanın yüreğinin tüm sevgisinin mükemmel ifadesi olarak geldi: “Lütuf ve gerçek İsa Mesih aracılığı ile geldi.” O, insana Tanrının ne olduğunu tam olarak gösterdi. Bu yüzden insanın ileri sürebileceği tek bir bahane bile kalmadı. İsa Mesih geldi ve insana Tanrıyı gösterdi ve insan Tanrıdan kusursuz bir nefret ile nefret etti. Tanrısal sevginin en dolu sergilenişine insan nefretinin en dolu sergilenişi ile karşılık verildi. Bu durum çarmıhta görülür. Ve bu olayın ima edilişi ise kardeşlerinin Yusuf’u kuyuya atmaları olayında dokunaklı bir şekilde ifade edilmektedir.

“Ve kardeşleri Yusuf’u uzaktan onlara doğru gelir iken gördüler. Yusuf yanlarına varmadan, onu öldürmek için bir düzen kurdular. Birbirlerine, ‘İşte düş hastası geliyor’ dediler. ‘Hadi onu öldürüp kuyulardan birine atalım. Yabanıl bir hayvan yedi deriz. Bakalım o zaman düşleri ne olacak!” Yaratılış 37: 18-20. Bu sözler bize Matta 21.bölümde yer alan sözleri güçlü bir şekilde hatırlatırlar.” Sonunda bağ sahibi, ‘Oğlumu sayarlar’ diyerek bağcılara oğlunu yolladı. Ama bağcılar adamın oğlunu gördükleri zaman birbirlerine , ‘Mirasçı bu. Gelin, onu öldürelim ve mirasına konalım’ dediler. Böylece onu yakaladılar ve bağdan atıp öldürdüler.” Matta 21:37-39. Tanrı, Oğlunu dünyaya şu düşünce ile gönderdi, “Oğluma saygı gösterirler;” ama ne yazık ki, öyle olmadı! İnsan yüreği, Tanrının ”sevgili, biricik Oğluna” saygı duymadı. Ve O’nu dışarı attılar. Yeryüzü ve gökler Mesih ile ilgili tanıklık ettiler ve hala tanıklık etmeye devam etmekteler. İnsan O’nu çarmıha gerdi ama Tanrı O’nu ölümden diriltti. İnsan O’nu iki haydut arasındaki bir çarmıha çiviledi ama Tanrı O’nu göklerde sağında oturttu. İnsan O’na yeryüzündeki en alçak yeri verdi ama Tanrı O’na göklerdeki en yüce yeri verdi.

Tüm bu olayların hepsi Yusuf’un öyküsünde ima yolu ile gösterilir. Yusuf meyveli bir dal gibidir; kaynak kıyısında verimli bir dal gibi, filizleri duvarların üzerinden aşar. Okçular acımadan saldırdı ona. Düşmanca savurdular oklarını üzerine. Ama onun yayı sağlam ve kolları esnek çıktı. Yakup’un güçlü Tanrısı, İsrail’in Kayası ve Çobanı olan Tanrı sayesinde. Sana yardım eden babanın Tanrısıdır, Her Şeye Gücü Yeten Tanrıdır seni kutsayan. Yukardaki göklerin ve aşağıdaki denizlerin bereketi ile, memelerin ve rahimlerin bereketi ile O’dur seni kutsayan. Babanın kutsamaları ebedi dağların nimetlerinden ve ebedi tepelerin bolluğundan daha yücedir; Yusuf’un başı üzerinde ve kardeşleri arasında önder olanın üstünde olacak. “ Yaratılış 49:22-26.

Bu ayetler bize çok hoş bir şekilde “Mesih’in çektiği acıları ve bu acıları izleyecek olan yüceliği” gösterirler. “Okçular” görevlerini yerine getirmişlerdir ama Tanrı onlardan daha güçlü idi. Gerçek Yusuf dostlarının evinde vuruldu ve orada çok üzücü bir şekilde yaralandı ama “ellerinin kolları dirilişin kudreti ile güçlendirildi ve iman şimdi O’nu Tanrının Kilise, İsrail ve tüm yaratılış ileilgili olan tüm bereket amaçlarının temeli olarak tanır. Kuyuya ve hapishaneye atılmış olan Yusuf’a baktığımız zaman ve daha sonra onu tüm Mısır ülkesi üzerinde egemen olan yetkisi içinde gördüğümüz zaman Tanrının düşünceleri ve insanların düşünceleri arasındaki farkı görürüz. Ve bu nedenle çarmıha ve “göklerdeki görkemli tahta” baktığımız zaman gördüğümüz şey aynıdır.

Mesih’in gelişi ile birlikte insan yüreğinin Tanrıya karşı olan gerçek konumunu anlarız; bundan başka hiç bir şey bu konumu bundan daha çok ortaya çıkartamaz idi. “Eğer gelmemiş ve onlara söylememiş olsa idim günahları olmaz idi, ama şimdi günahları için özürleri yoktur.” Yuhanna 15:22 Bu sözler onların günahkar olmadıkları anlamına gelmez. Hayır, burada kast edilen şudur: “Günahları olmaz idi.” Rab İsa başka bir yerde şu sözleri söyler: “Kör olsa idiniz, günahınız olmaz idi. Ama şimdi ‘görüyoruz’ dediğiniz için günahınız duruyor.” Yuhanna 9:41. Tanrı, Oğlunun kişiliği aracılığı ile insanın yakınına geldi ve insan O’nun için “mirasçı bu” diyebildi. Ama yine de “hadi gelin, O’nu öldürelim’ de diyebildi. İşte bu nedenle özürleri yoktur. Gördüklerini söyleyenlerin özürleri yoktur. Zor olan kesinlikle ikrar edilen körlük değildir. Zor olan ‘görüyorum’ diyebilmektir. Şimdiki çağ gibi ikrar edilen bir çağ için bu gerçekten de ciddi bir ilkedir. Günahın sürekliliği ‘görüyorum’ ikrarı ile bağlantılıdır. Kör olan ve kör olduğunu bilen bir insanın gözleri açılabilir ama aslında görmüyor iken gördüğünü sanan biri için ne yapılabilir?

Yaratılış 38

İnsanın günahı üzerinde görkemli bir zafer ile görülen tanrısal lütuf ile ilgili bazı dikkat çekici koşullara bu bölümde yer verilmiştir. “Rabbimizin Yahuda oymağından geldiği açıktır.” İbraniler 7:14. Ama bu nasıl olmuştur? “Yahuda Tamar’dan doğan Peres ile Zerah’ın babası idi.” Matta 1:3. Bu durum çok garip bir şekilde şaşırtıcıdır. Tanrı merhameti ve sevgisi ile ilgili Kendi amaçlarını yerine getirmek için yüce lütfu ile insanın günahı ve akılsızlığı üzerine yükselir. Bu nedenle bir süre sonra Matta kitabında şunları okuruz, “Davut Uriya’nın karısından doğan Süleyman’ın babası idi.” Böyle bir davranış Tanrıya yakışan bir davranıştır. Tanrının Ruhu bize Mesih’in dünyaya geldiği insan soyunu gösterir. Ve bunu yapar iken bize soy kuşağı zinciri içinde yer alan Tamar ve Batşeva’dan söz eder! Bu planlar içinde insan ile ilgili hiç bir şeyin yer almadığı nasıl da aşikardır. Matta kitabının ilk bölümünün sonuna ulaştığımız zaman yine Kutsal Ruhun kaleminden çıkmış olan şu ifadenin ima edildiğini de okuruz: “Tanrı, bedende göründü!” insan, böyle bir soy kuşağını asla tasarlayamaz idi. Burada yazılı olan soy kuşağı tamamen tanrısaldır ve ancak ruhsal bir zihin bu soy kuşağını içinde var olan tanrısal lütfun bereketini görerek okuyabilir. Ve Matta müjdesinin tanrısal esininin ikinci yerinde Mesih’in bedene göre soy kuşağının kaydını okuyup anlayabilir. Doğru düşünceye sahip bir imanlı 2.Samuel  11.bölüm ve Yaratılış 38.bölüm ile Matta 1.bölümü kıyasladığı zaman bu konuda hoş ve eğitici bir meditasyon yapmış olur.

Esin ile ilgili bu ilginç kısımları dikkat ile okur ve inceler iken ilahi takdir ile ilgili eylemlerin dikkat çekici bir zincirini algılamış oluruz. Hepsi de tek bir büyük noktaya, yani, kuyuda olan insanın yüceltilmesine işaret etme eğilimini göstermektedirler. Ve aynı zamanda da pek çok başka önemli noktayı da ortaya çıkartırlar. “Pek çok yüreğin düşüncelerinin” açıklanmaları gerekiyor idi ama aynı zamanda Yusuf’un da yüceltilmesi gerekiyordu. “Ülkeye kıtlık gönderdi, tüm yiyeceklerini yok etti. Önlerinden bir adam göndermiş idi; köle olarak satılan Yusuf idi bu. Zincir vurup incittiler ayaklarını, demir halka geçirdiler boynuna. Söyledikleri gerçekleşinceye dek, Rabbin sözü onu sınadı. Kral adam gönderip Yusuf’u salıverdi. Halklara egemen olan onu özgür kıldı. Onu kendi sarayının efendisi ve tüm varlığının sorumlusu yaptı. Önderlerini istediği gibi eğitsin, ileri gelenlerine akıl versin diye. “Mezmur 105:16-22.

İlk planda önem taşıyan konunun insanların reddetmiş olduğu birini yüceltmek olduğunu görmek iyidir. Ve sonra önemli olan ikinci konu, sözü geçen kişiyi reddeden bu aynı insanların yüreklerinde işledikleri günahı anlamalarını sağlanmasıdır. Ve tüm bunlar ne kadar hayran olunacak bir şekilde gerçekleştirilir! En önemsiz ve en önemli şeyler, en hoş ve en çirkin şeyler ve tüm koşulların hepsi Tanrının amaçlarının geliştirilmesi için görev yapsınlar diye iyilik için işlenirler.

Pages