July 2014

Yaratılış 16

Burada İbrahim’in ruhunun üzerine imansızlığın kötü gölgeler attığını ve onu tekrar Tanrı ile olan sade ve mutluluk veren güvenlikli yoldan ayırdığını görürüz: “Ve saray Avram’, ‘Rab çocuk sahibi olmamı engelledi’ dedi.” Yaratılış 16:2. Bu sözler imansızlığın alışılmış sabırsızlığını ifade etmektedirler. Ve bu sözleri duyan İbrahim’in daha farklı davranması ve Rabbin kendisine vermiş olduğu lütufkar vaadin yerine gelmesi için sabır ile Rabbi beklemesi gerekir idi. Zavallı yürek doğal olarak “beklemekten” başka her türlü tutumu tercih eder. Bir vaade başlangıçta inanmak bir şeydir ve daha sonra bu vaadin yerine gelmesini sessizce beklemek çok farklı bir şeydir. Bu farkı bir çocuk ile ilgili bir örnekte sürekli olarak görebiliriz. Eğer ben çocuğuma herhangi bir şey için vaatte bulunur isem onun benim sözümden kuşku duyması için hiç bir düşüncesi yoktur. Ama yine de ben olası en büyük huzursuzluğu ve sabırsızlığı sözüm yerine gelinceye kadar göreceğimi bilirim. Çünkü en bilge kişi bile gerçek aynada kendisini bir çocuğun tutumunu yansıtır iken görebilir. Bu gerçekten de böyledir. İbrahim ,Yaratılış 15.bölümde iman sergiler, ama yine de Yaratılış 16.bölümde sabretme konusunda başarısızlığa düşer. İbraniler kitabının 6.bölümünde elçinin yazmış olduğu sözler bu nedenle büyük bir güce ve güzelliğe sahiptirler. “İman ve sabır ile vaatlere kavuştular.” Tanrı bir vaatte bulunur, umut bu vaadin görünmesini bekler; sabır ise vaadi sessizce bekler.

Ticari dünyada bir hesabın ya da bir bononun “hali hazırdaki değeri” diye bir şey vardır. Çünkü eğer insanlara beklemeleri söyleniyor ise o zaman bekledikleri için kendilerine ödeme yapılması gerekir. Ama şimdi imanın dünyasında Tanrının vaadinin şimdiki değeri gibi bir değer mevcuttur ve bu değerin düzenlendiği bir ölçü vardır. Bu da, yüreğin tanrı hakkında tecrübe sonucu edindiği bilgidir. Çünkü Tanrının vaadinin takdiri benim tanrıyı takdir edişime göredir. Ve ayrıca buna ek olarak boyun eğmiş ve sabırlı bir ruh zengin ve eksiksiz ödülünü O’nun vaat etmiş olduğu her şeyi yerine getirmesi için bekler iken almış olur.

Ama yine de her şeye rağmen Sara’nın İbrahim’e söylemiş olduğu sözler tam olarak şöyledir: “Rab çocuk sahibi olmamı engelledi. Lütfen cariyem ile yat. Belki bu yoldan bir çocuk sahibi olabilirim.” Yaratılış 16:2. Tanrıya olan imansızlığın etkisi olan yürekten başka hiç bir şey değil. Bir kez Tanrının yakınlığını, O’nun sarsılmaz ve tükenmez sadakatini ve hatasız yeterliliğinin duygusunu kaybettiğimiz zaman, kendi başımıza gelmesine neden olduğumuz önemsiz şeyleri düşündüğümüzde gerçekten şaşırırız. Canın o sakin ve iyi dengeli halini kaybederiz. Oysa canın bu durumu iman adamının tanıklığı için öylesine gereklidir ki! Ve aynı diğer insanların yaptıkları gibi kendimizi dilediğimiz sonuca ulaşmak için herhangi ya da her çareye başvurmaya zorunlu hissederiz. Ve bu durumu “araçların övgüye değer bir kullanımı” olarak adlandırırız.

Ama kendimizi Tanrıya olan mutlak bağlılık konumundan dışarı çıkarmak acı bir şeydir. Bu tutumun sonuçları feci olur. Eğer Sara: “Doğa çocuk sahibi olmamı engelledi, ama benim kaynağım Tanrı’dır” dese idi, her şey ne kadar farklı olacak idi! Yüreğindeki düşüncelerin temeli bu uygun sözleri ile ifade edilmeli idi. Çünkü doğa onu gerçekten engellemiş idi. Ama Sara doğayı kaynak olarak düşündü ve bu nedenle doğayı başka bir şekilde denemeyi arzu etti. Sara, doğanın her şeklinden uzağa bakmayı öğrenmemiş idi. Tanrının yargısına ve imanın yargısına göre Hacer’deki doğa Sara’daki doğadan daha iyi değil idi. Doğanın yaşlı ya da genç olması Tanrının gözünde değişmez, aynıdır. Ve bu yüzden iman doğayı kabul etmez. Ama, ah! Bizler bu gerçeğin gücüne ancak tecrübelerimiz sonunda Tanrının Kendisini yaşam merkezimiz yaptığımız zaman vakıf olabiliriz. Gözler Görkemli Varlık’tan çekildikleri zaman, imansızlığın en kötü şekli için hazır hale gelmiş oluruz. Her tür yaratık akımından gözlerimizi çekebilecek gücü yalnızca tek gerçek, tek bilge ve tek diri Tanrıya bilinçli olarak dayandığımız zaman bulabiliriz. Burada Tanrının yarattıklarını araç olarak kullandığı gerçeğini küçümsemiyoruz. Asla, hiç bir şekilde! Böyle yaptığımız takdirde iman etmemiş oluruz ve kayıtsızlık ya da dikkatsizlik sergileriz. İman, aracıya değer verir ama aracının kendisi için değil, o aracıyı Kullananın Kendisi için değer verir. İmansızlık ise yalnızca aracıya bakar ve lütuf ile kendisini kullanan Tanrının yeterliliği yerine aracının görünen başarısının yeterliliğini yargılar. Kral Saul de önce Davut’a sonra Filistinli deve baktığı zaman şu sözleri söylemiş idi: “Sen bu Filistinli ile savaşacak güçte değilsin, çünkü sen sadece bir çocuksun.” Ama buna rağmen Davut’un yüreğindeki düşünce kendisinin bu konuda gücü olup olmadığı değil idi; Davut Tanrının gücünün Filistinliyi alt edecek yeterlilikte gücü olduğunu düşünüyor idi.

İman yolu çok basit ve çok dar bir yoldur. İman bir yandan aracıya ne kafa tutar ne de diğer yandan onu küçümser. İman aracıyı yalnızca değerlendirir – aracının Tanrının aracısı aşikar olduğu sürece – ve bundan başka bir şey yapmaz. Tanrının, yaratığı bana hizmet etmek için kullanması ile benim aracıyı Tanrıyı dışarda bırakmam arasında çok büyük bir farklılık vardır. Bu farklılık konusunda yeterince bilinçli olmak gerekir. Tanrı kargaları İlyas’a hizmet etmeleri için kullandı, ama İlyas kargaları Tanrıyı dışarda bırakmak için kullanmadı. Eğer yürek Tanrıya gerçekten güveniyor ise Tanrının aracıları ile ilgili olarak sıkılmayacaktır. Yürek O’nu bekler; çünkü O’nun Kendisini hoşnut eden bir aracı ile bereketleyeceğini, hizmet edeceğini ve sağlayacağını bilir ve bu bilginin tatlı güvencesini duyar.

Şimdi bu bölümde önümüzde bulunan olayda Hacer’in, Tanrının İbrahim’e vermiş olduğu vaadin yerine gelmesi için Tanrının aracısı olmadığı belirgin idi. Evet, Tanrı hiç kuşkusuz İbrahim’e bir oğul vaat etmiş idi, ama bu oğlun Hacer’den olacağını söylememiş idi; ve aslında öyküden öğrendiğimiz ders şudur: İbrahim Hacer ile yattığı için hem İbrahim’in hem de Sara’nın “sıkıntıları çoğaldı.” “Çünkü Hacer hamile olduğunu anladığı zaman hanımını küçük görmeye başladı.” Yaratılış 16:4. Bu sıkıntı, doğanın kaynaklarının peşinden gittikten sonra çoğalan sıkıntıların başlangıcı olmuş idi. Sara’nın saygınlığı Mısırlı bir cariye kadın tarafından ayaklar altına alınmış idi ve Sara kendisini bir güçsüzlük ve aşağılanma konumunda buldu. Saygınlığın ve gücün tek gerçek yeri hissedilen zayıflık ve bağlılığın yeridir. Gerçekten iman aracılığı ile yürüyen ve Tanrıyı bekleyen kişi kadar tamamen bağımsız hiç kimse yoktur. Ama Tanrı çocuğu kendisini doğaya ya da dünyaya borçlu bir duruma düşürdüğü anda   saygınlığını kaybeder ve çok geçmeden kaybı kendisine hissettirilir. İman yolundan en küçük bir ölçüde ayrılışın getireceği kaybı takdir etmek kolay bir görev değildir. İman yolunda yürüyen herkesin hiç kuşkusuz denemeler ve tecrübeler yaşayacakları kesindir. Ama mutlak olan bir şey vardır; o da özel bir şekilde kendilerine ait olan bereketlerin ve sevinçlerin mukabil bir ağırlıktan ya da dengeden kesinlikle daha fazla olduklarıdır. Oysa iman yolundan farklı bir yola döndükleri zaman bu denemeden daha ağır bir deneme il karşı karşıya kalacakları mutlaktır.

“Saray, Avram’a, ‘bu haksızlık senin yüzünden başıma geldi’ dedi.” Yaratılış 16: 5. Yanlış hareket ettiğimiz zaman genellikle bu yanlış hareketin sonucunu ya da utancını bir başkasının üzerine atmaya eğilim gösteririz. Aslında Sara kendi teklifinin ürününü biçiyor idi ve yine de buna rağmen İbrahim’ e bu sözleri söyledi: “Senin yüzünden başıma geldi!” Ve Sara sonra İbrahim’in izni ile kendi sabırsızlığının neden olduğu denemeden kurtulmak istedi. “Ama Avram, ‘cariyen senin elinde’ dedi. Neyi uygun görür isen yap.’ Böylece Saray cariyesine sert davranmaya başladı ve Hacer de Saray’ın yanından kaçtı.” Yaratılış 16:6. Ama bu işe yaramadı. “Köle kadın” sert davranıştan kurtulamaz. Hatalar yaptığımız zaman ve kendimizi bu hataların sonuçları ile yüzleşmeye çağrılır iken bulduğumuzda kendimize amirlik taslayarak onlar ile yüzleşemeyiz. Bu yöntemi sık sık deneriz ama bu yöntem ile aslında her şeyi daha kötü hale getirdiğimiz kesindir. Eğer hata yaptı isek kendimizi alçaltmamız ve hatayı itiraf ederek Tanrının bizi kurtarmasını beklememiz gerekir. Ancak Sara’nın olayında böyle bir durum görülmedi. Aksine tam karşıtı görüldü. Sara hata yaptıktan sonra Tanrının kendisini kurtarmasını beklemek yerine kendi çabaları ile kendini kurtarmak istedi. Ama yine de her şeye rağmen yaptığı ve itiraf ettiği hatanın sonuçlarından kurtulmak için sarf edilen insan çabası yolumuzu yalnızca daha da zor hale getirir. Böylece Hacer’in geri dönmesi ve çocuğunu doğurması gerekti; bu çocuğun asla vaat edilen oğul olmadığı kanıtlanmış idi, ama daha sonra görecek olduğumuz gibi İbrahim’i ve ev halkını çok büyük bir deneme bekliyor idi. Şimdi tüm bu olanlara çifte bir görünüm açısından bakmamız gerekir; ilk görünüm bize doğrudan çok büyük değere sahip bir ilke öğretir ve ikinci görünüm öğretişe özgü bir bakış açısı taşır. Ve önce, doğrudan ve pratik ilke hakkında öğreneceklerimiz şudur: yüreklerimizin imansızlığı nedeni ile hatalar yaparız, ama onlara hemen bir anda ve kendi çabalarımız ile çözüm getiremeyiz. Her şey kendi akışında gitmek zorundadır. “bir insan ne eker ise aynı zamanda onu da biçecektir. Benliğe eken benlikten çürüme biçecektir. Ama Kutsal Ruha eken Kutsal Ruhtan sonsuz yaşam biçecektir.” Bu ilke her zaman karşımıza çıkar ve değiştirilemez bir ilkedir ve hem esin sayfasında hem de kişisel öykümüzün sayfalarında yer alır. Lütuf günahı bağışlar ve canı yeniler ama ekilenin biçilmesi gerekir. İbrahim ve Sara bu köle kadının ve oğlunun varlığına birkaç yıl dayanmak zorunda kaldılar ve sonra onlardan Tanrının yoluna uygun şekilde kurtuldular. Kendimizi Tanrının ellerine teslim etmekte garip bir bereket vardır. Sözü edilen olayda İbrahim ve Sara böyle yapmış olsalar idi, köle kadın ve onun oğlunun varlığı nedeni ile asla sıkıntı çekmeleri gerekmeyecek idi. Ama davranışları ile kendilerini doğaya borçlandırdılar ve bu yüzden sonuçlara katlanmak zorunda kaldılar. Ama ne yazık ki bizler genellikle bir boyunduruğa vurulmuş hayvanlar gibi hareket ederiz, ancak annesi tarafından sütten kesilmiş bir çocuk gibi davranır ve kendimizi sükunet içinde nuhafaza eder isek aslında daha uygun hareket etmiş oluruz. İnatçı bir hayvan ve sütten kesilmiş bir çocuk kadar birbirlerine zıt olan başka iki örnek yoktur. İnatçı hayvan örneği koşulların boyunduruğu altında çaresizlik içinde mücadele eden bir kişiyi temsil eder ve bu insan çabaları ile boyunduruğundan kurtulmak için ne kadar çok gayret sarf eder ise boyunduruğu  o kadar daha sıkı hale getirecektir. İkinci örnekte bulunan anne sütünden kesilmiş çocuk ise her şeye yumuşak huyluluk ile boyun eğdikçe bu boyun eğişi aracılığı ile payını daha tatlı hale getirecektir.

Şimdi bu bölümün öğretiş ile ilgili görünüşü hakkında incelemeye geçelim. Hacer’e ve oğluna işler ile ilgili antlaşmanın örnekleri olarak bakmalıyız ve onlar gibi kendi çabaları ya da işleri aracılığı ile esaret altına giren herkes bu örnek ile temsil edilebilir. (Galatyalılar  4:22-25) Bu önemli bölümde “benlik”, “vaat” ile zıtlık içindedir ve böylece yalnızca benlik ifadesi ile ilgili ima edilen tanrısal düşünceye ulaşmak ile kalmayız, ama aynı zamanda İbrahim’in Tanrının “vaadinde” dinlenmek yerine Hacer aracılığı ile soyunu sürdürme çabasını da görmüş oluruz. Her iki antlaşma böylece Hacer ve Sara aracılığı ile ifade edilirler. Ve ikisi de birbirlerine tamamen zıt konumdadırlar. Köle kadın Hacer örneği, insanın “yapmak” ve “yapmamak” ile ilgili gücünü ima eder. Ve yaşamı tamamen bu güç üzerine bağımlı kılar. “Bu işleri yapan onlar aracılığı ile yaşayacaktır.” Hacer’in ifade ettiği antlaşma budur. Ama özgür kadın Sara antlaşması Tanrıyı, vaat Tanrısı olarak açıklar ve bu antlaşmayı yerine getirmek tamamen Tanrının isteği üzerinde temellenmiştir ve vaat insandan tamamen bağımsızdır. Tanrı bir vaatte bulunduğu zaman, bu vaadine bir “eğer” sözcüğü ekli değildir. Tanrı vaadini koşulsuz olarak verir ve onu yerine getirmek ile yükümlüdür. Ve iman, yüreğin mükemmel özgürlüğü içinde Tanrıda dinlenir; tanrısal bir vaadin yerine getirilmesi için doğanın çabasına ulaşmaya ihtiyaç duymaz. İşte İbrahim ve Sara’nın başarısızlığı uğradıkları nokta tam olarak burasıdır. Belirli bir sona ulaşmak için doğanın çabası ile hareket ettiler. Aslında bu son Tanrının vaadi aracılığı ile kesinlikle güvence altında idi. İmansızlığın en büyük hatası budur. İmansızlığın huzursuz aktifliği aracılığı ile canın çevresinde koyu bir sis oluşur ve bu sis tanrısal yüceliğin ışınlarının cana ulaşmasına engel olur. “İsa, orada onların imansızlığı nedeni ile güçlü işler yapamadı.” İmanın büyük karakteristik erdemlerinden biri şudur: sahneyi her zaman boş bırakır, öyle ki, sahnede yalnızca Tanrı Kendisini gösterebilsin. Ve gerçekten de Tanrı sahnede Kendisini gösterdiği zaman, insanın mutlu bir şekilde tapınan imanlı konumunu alması gerekir.

Galatyalılar şu hataya düşmelerine izin verdiler; Mesih’in çarmıh aracılığı ile zaten kendileri için tamamlamış olduğu işe doğa ile ekleme yapmaya kalktılar. Onlara vaaz edilen ve kabul etmiş oldukları müjde Tanrının mutlak, değişmez ve koşulsuz lütfunun basit ve sade bir sunumu idi. “İsa Mesih gözlerinin önünde çarmıha gerilmiş idi.” Bu, yalnızca tanrısal bir vaadin verilişi değil, ama tanrısal ve en görkemli şekilde tamamlanan vaadin yerine getirilişi idi. Hem Tanrının taleplerine hem de insanın ihtiyaçlarına her türlü çözümü getiren çarmıha gerilmiş bir Mesih idi. Ama sahte öğretmenler bu sade müjdeyi alt üst ettiler ya da şu sözler ile onu bozmaya çalıştılar: “Musa’nın yasasına göre sünnet edilmedikçe kurtulamazsınız.” Burada elçinin aslında onlara öğrettiği, “Mesih’in tamamladığı işe hiçe saymak idi.” Mesih y a tam bir Kurtarıcı olmalıdır ya da hiç bir şekilde Kurtarıcı olmamalıdır. Bir kişi, “şunu ya da bunu yapmadığın zaman kurtulamazsın’ dediği zaman Hristiyanlığı tamamen alt üst etmiş olur, çünkü Hristiyanlıkta Tanrı bana “olduğum gibi”, yani kaybolmuş, suçlu ve kendini mahvetmiş bir insana aşağı gelir ve aşağı gelmesinden de öte bana çarmıhta mükemmel bir kurtuluş sağlayarak beni kaybolmuş konumumdan tamamen kurtarır ve günahlarımı ortadan kaldırır.

Bu nedenle eğer bir kişi bana, “Kurtulman için şöyle ya da böyle olmalısın” der ise çarmıhın tüm yüceliğini çalmış olur ve benim de esenliğimin tümüne el uzatmıştır. Eğer kurtuluşumuz yaptığımız ya da yapmadığımız şeylere bağlı olsa idi, o zaman kaçınılmaz bir şekilde kaybolur idik. Tanrıya şükürler olsun ki böyle olmadı; çünkü müjdenin büyük temel ilkesi Tanrının HER ŞEY olduğudur – insan HİÇ BİR ŞEYDİR! Müjde Tanrının ve insanın bir karışımı değildir. Müjdenin tamamı Tanrı’dır. Müjdenin esenliği kısmen Mesih’in işine kısmen insanın işine bağlı değildir. Müjde tamamen Mesih’in işidir. Çünkü yalnız O’nun işi mükemmeldir – ve sonsuza kadar kalıcı olarak mükemmeldir. Ve müjde, kendisine güvene herkesi Mesih’te kendisi gibi mükemmel kılar.

Tanrı yasa altında insanın ne yapabileceğini görmek için sessizce durdu, ama müjdede Tanrının harekete geçtiği görülür ve insana gelince onun yapacağı şey, “sakin durmak ve Tanrının kurtarışını izlemektir.” Gerçek bu olduğu için esin ile yazan elçi Galatyalılara hiç tereddüt etmeden şu sözleri yazmıştır: “Yasa (en nomo, ἐν νόμῳ)aracılığı ile aklanmaya çalışanlar lütuftan düşmüşlerdir ve Mesih’in onlara hiç bir yararı olmaz.” Eğer bu konuda insan bir şey yapacak olur ise Tanrı dışarda kalmış olur ve eğer Tanrı dışarda kalır ise o zaman kurtuluş olamaz, çünkü kaybolmuş bir yaratık olan insanın kendi kendisini kurtarması mümkün değildir. Ve ayrıca eğer konu lütuf ise, o zaman tamamen lütuf olması gerekir. Yarı lütuf yarı yasa olamaz.

Her iki antlaşma birbirlerinden mükemmel şekilde farklıdırlar. Yarı Hacer yarı sara olamaz. Ya birinin ya da diğerinin olması gerekir. Eğer Hacer olacak ise o zaman Tanrının bu konu ile hiç bir ilgisi olamaz. Ve eğer Sara olacak ise o zaman insanın bu konu ile hiç bir ilgisinin olmaması gerekir. Durum yeterince aşikardır. Yasa insana hitap eder, onu dener ve gerçekten değerli olanın ne olduğunu görür, insana bir enkaz olduğunu kanıtlar ve onu lanet altına koyar ve onu yalnız lanet altına koymak ile kalmaz ama aynı zamanda insan yasa ile ilgilendiği sürece yasa onu lanet altında tutmaya devam eder – bunu insanın ömrü boyunca yapar. “Yasanın insan üzerindeki egemenliği insan yaşadığı sürecedir.” Ama insan öldüğü zaman yasanın egemenliği de ölen insan için zorunlu olarak sona erer; ama yasanın egemenliği yaşayan diğer her kişi için tam güç ile o kişiyi lanetlemeye devam eder.

Müjde ise bunun aksine, kaybolmuş, mahvolmuş ve ruhu ölü insana Tanrıyı olduğu gibi – kaybolanların Kurtarıcısı – suçluları Bağışlayan – ölüleri dirilten Tanrı olarak açıklar. Tanrıyı insana açıklayan Müjdedir. (Çünkü iflas etmiş olarak ölen bir kişiden ne beklenebilir?) Tanrı, insana kurtarışını bağımsız lütfu ile sergiler. Bu durum maddesel bir farklılığa neden olur ve Galatyalılar’a yazılan mektupta kullanılan dilin sıra dışı gücü ile ilgilidir. ”Şaşırıyorum” – “Sizi kim büyüledi?” – “Sizin için kaygı duyuyorum” – “sizden kuşku duyuyorum” – “hatta böyle bir sıkıntının sizden kesilip atılmasını dilerdim.” Bu dil, doluluğa sahip bir Mesih’in ve tam kurtuluşun değerini bilen Kutsal Ruh’un kullandığı dildir. Kutsal Ruh aynı zamanda her iki noktanın da kaybolmuş bir günahkar için ne kadar elzem olduğunu bilir. Diğer mektuplardan hiç birinde böyle bir dile rastlamayız. Hatta Korintlilere yazılan bir mektupta bile böyle bir dile rastlanmaz; oysa düzeltilmesi gereken en büyük hatalar Korintliler topluluğunda bulunmaktadır. Tüm insan başarısızlığı ve hatası Tanrının lütfu çözüm olarak getirilerek düzeltilebilir. Ama bu bölümde İbrahim’in yaptığı gibi Galatyalılar da Tanrıdan uzaklaşıyor ve benliğe geri dönüş yapıyorlardı. Böyle bir konuda nasıl bir çözüm üretilebilir idi? Herhangi bir hatayı düzeltebilecek tek Kişi Olan’dan ayrılarak bir hata nasıl düzeltilebilir? Lütuftan düşmek tekrar yasa altına girmektir; yasadan ise “lanet” ten başka hiç bir şey biçilemez. Rab yüreklerimizi lütfunun en yüce şekli ile bina etsin diye dilekte bulunuyorum.

Yaratılış 17

Burada İbrahim’in başarısızlığına Tanrının nasıl bir çözüm sağladığı önümüze getirilir. “Ve Avram doksan dokuz yaşında iken Rab ona görünerek ’Ben Her Şeye Gücü Yeten Tanrıyım’ dedi. ‘ ‘Benim yolumda yürü, kusursuz ol.’”  Yaratılış 17:1. 1  Bu çok anlamlı bir ayettir. İbrahim Sara’nın Hacer ile ilgili önerisini kabul ettiği zaman Her Şeye Gücü Yeten Tanrının yolunda yürümüyor idi. Bir insana Her Şeye Gücü Yeten Biri’nin önünde aşağı yukarı yürümesi için güç sağlayan yalnızca imandır. İmansızlık her zaman benliğin bir özelliğine, koşullar ile ilgili bir noktaya, ikinci nedenlere ve benzer şeylere bakacak ve can böylece sevincini çaldıracak, sakin yücelik ve kutsal bağımsızlıktan yoksun kalacaktır; tüm bunların kaynağı ise elbette her şeyi yapabilecek güçte olan Biri’nin koluna dayanmaktan kaynaklanır. Bu konu üzerinde derin düşünmemiz gerektiğine inanıyorum. Eğer daha sade bir iman ve bağımlılık ile yürüyor olsa idik o zaman Tanrı canlarımız için olması gerektiği gibi bir gerçeklik olabilir idi.

“Önümde yürü.” Gerçek güç budur. Bu şekilde yürümek Tanrının yüreklerimizden üstün olduğunu ima eder. Eğer beklentimi insanlar ve şeyler üzerine kurdu isem, o zaman Tanrının önünde değil, insanların ve şeylerin önünde yürüyorum demektir. Önümde bir nesne olarak kime ya da neye göre yürüdüğüm nihai bir önem taşır. Baktığım şey ya da kişi kimdir? Şu anda kime ya da neye dayanmaktayım? Tanrı geleceğimi “tamamen” dolduruyor mu? İnsanlar ya da koşullar geleceğime yön mü veriyorlar? Geleceğimde yaratığın belirlediği bir yer mevcut mu? Dünyanın üzerine çıkmanın tek yolu, iman ile yürümektir. Çünkü iman görüntüyü Tanrı ile öylesine doldurur ki, yaratık için de dünya için de hiç bir yer kalmaz. Eğer Tanrı benim tüm görüş alanımı doldurur ise o zaman başka hiç bir şey göremem ve sonra Mezmur yazarı  ile birlikte şu sözleri söyleyebilirim: “Ey canım, yalnız Tanrıda huzur bul, kurtuluşum O’ndan gelir. Tek kayam, kurtuluşum, kalem O’dur; asla sarsılmam.” Mezmur 62:5,6. Bu “tek” sözcüğü derinlemesine araştırılması gereken bir sözcüktür. Doğa, bu sözcüğü söyleyemez. Doğa bunu doğrudan bir küstah ve küfürbaz bir kuşkuculuk etkisi altında kalarak Tanrıyı dışarda bırakmaz, ama doğanın “yalnızca O” diyebilmesi mümkün değildir.

Şimdi kurtuluş konusunda yer alan bazı noktalara bakmamızda yarar var; her günkü yaşamın tüm ayrıntılarının içinde Tanrı, yüceliğini yaratık ile paylaşmayacaktır. En başından en sonuna kadar yalnızca O’nun “tek” olması gerekir. Ve zaten gerçek de budur. Yüreklerimiz gerçekte bazı yaratık kaynaklarına dayanır iken dudaklarımız ile Tanrıya olan bağımlılığımızı ifade etmek boştur. Tanrı tüm  bunların hepsini sergileyecektir. Yüreği deneyecek ve imanı kızgın fırına koyacaktır. “Önümde yürü ve kutsal ol.” Böylece Kutsal Ruh’un işleyişi işe uygun noktaya ulaşırız. Can, lütuf aracılığı ile yaratıklardan beklentisi olması sorunundan kurtulduğu zaman ve yalnız o zaman Tanrıya harekete geçmesi için izin vermeye hazırlanır. Ve Tanrı harekete geçtiği zaman her şeyin iyi olması gerekir. Tanrı her şeyi tam yapacak ve eksik hiç bir şey bırakmayacaktır. Yalnızca Kendisine güvenen kişiler için her şeyi mükemmel olarak halledecektir. Hatasız bilgelik, her şeye gücü yeten kudret ve sınırsız sevgi bir araya geldiği zaman güvenlik içindeki yürek sakin bir şekilde dinlenecektir. “Her Şeye Gücü Yeten Tanrı” için bir koşulu yeterinden fazla küçük ya da yeterinden fazla büyük bulamadığımız takdirde üzerinde tek bir kaygılı düşünce bulunacak uygun bir zemine sahip olmayız. Kısaca, O’na yalnızca O’na güvendiğimiz zaman zihnimizde kaygılı bir düşünce barınamaz. Bu durum şaşırtıcı bir gerçektir ve bu bölümde İbrahim’i içinde bulduğumuz bereketli konum bu gerçeğe inanan herkes için geçerlidir. Aslında Tanrı İbrahim’e şu sözleri söylemiş idi: “Her şeyi bana bırak. Ve Ben her şeyi senin için en üstün arzu ve beklentilerinin üstünde halledeceğim; soyun ve mirasın ve bunlar ile ilgili her şey tam ve sonsuza kadar kalıcı şekilde Her Şeye Gücü Yeten Tanrının antlaşmasına uygun olarak halledilecek” – ve sonra Avram yüz üstü yere kapandı. Gerçekten de kutsanmış bir tutum! Tamamen boş, güçsüz ve yararsız bir günahkar için yerin ve göğün Yaratıcısı, var olan her şeyin Sahibi Gücü Her Şeye Yeten diri Tanrının huzurunda bulunulacak en uygun tutum; yüz üstü yere kapanmak!

“Ve Tanrı onun ile konuştu.” Tanrının insana lütuf ile konuşabilmesi için en uygun insan tutumu budur; toprağın üzerinde olmak. İbrahim’in buradaki tutumu ve yere kapanması onun Tanrının huzurundaki nihai zayıflığı ve hiçliğini ifade eden güzel bir harekettir. Ve bu hareket görüldüğü gibi Tanrının Kendisi hakkında bir açıklama yapması için kesin bir habercidir. Yani yaratık yere aşağı uzandığı zaman Tanrı kim olduğunu Kendisi çok net ve belirgin bir şekilde gösterebilir. Tanrı yüceliğini bir başkasına vermeyecektir. Tanrı Kendisini açıklayabilir ve insana bu açıklamaya göre tapınması için izin verebilir. Ama günahkar uygun yerini alıncaya dek tanrısal karakterin açıklaması mümkün olamaz. Bu bölümde ve bir önceki bölümde İbrahim’in davranışı ne kadar farklıdır! Bir önceki bölümde İbrahim’in önünde olan doğadır; burada ise İbrahim’in önünde olan Her şeye Gücü Yeten Tanrıdır. Bir önceki bölümde İbrahim bir aktör idi, buradaki bölümde ise tapınan biridir. Önceki bölümde İbrahim kendisinin ve Sara’nın öneri ya da düzenine göre hareket eder; burada bu bölümde ise kendisini ve koşullarını, hali hazırdaki zamanını ve geleceğini Tanrının ellerine bırakır ve Tanrıya onda, onun için ve onun aracılığı ile hareket etmesi için izin verir. İşte bu yüzden tanrı şöyle diyebilir: “Ben yapacağım” “Ben bina edeceğim “ “Ben vereceğim” “Ben bereketleyeceğim.” Tek bir söz ile belirtecek olur isek, her şey Tanrıdır ve Tanrının eylemleridir. Ve bu durum kendisi hakkında hiç bir şey öğrenmemiş olan zavallı yürek için gerçek bir dinlenmedir.

Şimdi bu noktada sünnet antlaşması devreye girer. Ev halkının her üyesinin bedeninde bu antlaşmanın mührünü taşıması gerekir. Bu konuda hiç bir istisna olmaması gerekir. “Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu. Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza kadar sürecek antlaşmamın simgesi olacak. Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir.” Yaratılış 17: 12-14. Romalılar kitabının 4.bölümünde bize sünnetin “iman doğruluğunun bir mührü” olduğu öğretilir. İbrahim Tanrıya iman etti ve bu ona doğruluk sayıldı. “İbrahim Tanrıya iman etti ve böylece doğru sayıldı; Tanrı “mührünü” onun üzerine koymuş oldu.

Şimdi imanlının da mühürlenmiş olduğu mühür bedendeki bir işaret değildir, ama “Kutsal Ruh’un imanlıyı kurtuluş gününe kadar mühürlemiş olduğuna dair bir vaattir. Bu mühür imanlının Mesih ile birlikte sonsuza kadar bağlanmış olduğunun temelidir. Aynı zamanda Koloseliler kitabında okuduğumuz gibi ölümde ve dirilişte imanlının Mesih ile olan mükemmel özdeşliğinin de temelidir. “Siz de her yönetimin ve hükümranlığın başı olan Mesih’te doluluğa kavuştunuz. Ayrıca Mesih’in gerçekleştirdiği sünnet sayesinde  bedenin benliğinden soyunarak el ile yapılmayan sünnet ile O’nda sünnet edildiniz. Vaftizde O’nun ile birlikte gömüldünüz, O’nu ölümden dirilten Tanrının gücüne iman ederek O’nun ile birlikte dirildiniz. Sizler suçlarınız ve benliğinizin sünnetsizliği yüzünden ölü iken Tanrı sizi Mesih ile birlikte yaşama kavuşturdu. Bütün suçlarımızı O bağışladı.” Koloseliler 2:10-13. Bu bize sünnetin neyin örneği olduğunu açıklayan gerçek düşünceyi bildiren en görkemli Kutsal Kitap ayetlerini içeren bir bölümdür. Her imanlı çarmıh aracılığı ile Mesih ile olan beraberliğinden dolayı “sünnete” dahildir. Mesih2in dökülen kanı sayesinde O’nun kilisesinin mükemmel aklanmasına giden yol açılmıştır. O’nun halkının vicdanında günahın tek bir lekesi ya da O’nun halkının doğasında günahın hiç bir ilkesi yoktur. Çünkü Mesih çarmıhta bu uğurda yargılandı. Ve şimdi Tanrının halkına Mesih ile birlikte ölmüş, Mesih ile birlikte mezarda yatmış, Mesih ile birlikte dirilmiş ve O’nda mükemmel bir şekilde kabul edilmiş olarak bakılır – günahları, zayıflıkları, suçları, düşmanlıkları, sünnetsizlikleri çarmıh aracılığı ile tamamen ortadan kaldırılmıştır. Ölüm infazı benlik üzerine yazılmıştır, ama imanlı dirilmiş Başı ile yücelik içinde birlikte olarak yeni bir yaşama sahiptir.

Elçi, yukardaki bölümde Kilisenin Mesih’in mezarından dirilmiş olduğunu öğretir. Ve ayrıca buna ek olarak tüm suçları Mesih’in tamamladığı iş aracılığı ile bağışlanarak ortadan kaldırılmıştır; Mesih nasıl ölümden dirildi ise kilise de O’nun ile birlikte ölümden dirilmiştir. Ve bu sonuncusunun Tanrının güçlü kudreti sayesinde olduğunu biliyoruz ya da yine de bu konu ile ilgili olarak şu ayete bir göz atalım, “kudretinin aşkın büyüklüğüne göre” Efesliler 1:19.  – gerçekten de harika bir ifade; üzerine dayandığı sağlam temel gibi kurtuluşun üstünlüğünü ve görkemini ortaya koymak için gözlerimizin bu ifade konusunda aydınlanmasını diliyorum.

Burada yürek ve vicdan için ne büyük, ne mükemmel bir dinlenme ve huzur vardır! Ağır yük altındaki ruh için nasıl da eksiksiz bir rahatlama! Günahlarımızın hepsi Mesih’in mezarında gömülü kaldı. Tek bir tanesi bile – en küçüğü bile- dışarda kalmadı, tümü mezarda gömülü kaldı. Tanrı bunu bizim için yaptı! Tanrı, araştıran gözlerinin bizde gördüğü tüm hataları Mesih çarmıha gerildiği zaman O’nun başının üzerine koydu. Tanrı çarmıhta bizi sonsuza kadar cehennemde kalmaktan kurtarmak için bizim yerimize orada Mesih’i yargıladı! O’nun kurtaran sevgisinin sonsuz planları, bu hayran olunacak değerli lütuf armağanını bizlere sundu. Ve bizler bedenimizdeki belirli bir kesik işareti ile değil Kutsal Ruh’un mührü ile “damgalandık.” İmanın tüm ev halkı bu şekilde mühürlendi. İşte Mesih’in kanının saygınlığı, değeri ve değişmez etkinliği böyle üstündür; öyle ki, Kutsal Ruh Mesih’e güvenmiş olan herkeste konut kurabilir.

Ve şimdi tüm bu gerçekleri bilen kişiler için geriye kalan nedir? Yalnızca “Rabbin işinde her zaman sabit ve kımıldamadan durmak.” Evet Rab, Senin Kutsal Ruhunun lütfu aracılığı ile böyle olsun.


1. Burada “mükemmel” sözcüğü hakkında bir açıklamada bulunmak istiyorum. İbrahim “mükemmel” olmaya çağrıldığı zaman, bu onun kendi içinde mükemmel olması gerektiği anlamına gelmiyor idi. Çünkü o asla mükemmel değil idi ve de asla mükemmel olamaz idi. Bu “mükemmel” sözcüğünün buradaki anlamı İbrahim’in yüreği ile ilgili olarak söylenmiş idi; umutları ve beklentileri mükemmel olmalı ve yüreği Her Şeye Gücü Yeten Tanrıyı bölünmez bir şekilde merkez almalı idi.

Yeni Antlaşma’nın tamamına baktığımız zaman “mükemmel” sözcüğünün burada en azından dört farklı şekilde kullanıldığını görürüz. Matta 5:48 ayetinde şu sözleri okuruz: “Bu nedenle göksel Babanı yetkin olduğu gibi siz de yetkin olun.” Burada konunun içeriğinden öğrendiğimiz şudur: “mükemmel ya da yetkin” sözcüğü yürüyüşümüzün ilkesine işaret eder. 44.ayette okuduklarımız ise şunlardır: “Düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. Öyle ki, göklerdeki Babanızın oğulları olasınız. Çünkü o güneşini hem kötülerin hem de iyilerin üzerinde doğdurur; yağmurunu hem doğruların hem de eğrilerin üzerine yağdırır.” Bu nedenle Matta 5:48 ayetindeki “mükemmel” sözcüğünün anlamı şudur: herkese karşı lütuf ilkesi ile hareket etmek; hatta kötü ve düşmanca davranan kişilere bile iyilik etmek. Yasaya yönelen ve haklarını savunmayı tercih eden bir imanlı “göksel Babası gibi mükemmel ya da yetkin” değildir. Çünkü göksel Babası hem doğruluk ile hem de lütuf ile hareket eder.

Buradaki mesele dünyasal insanlar ile yasaya yönelme konusundaki doğruluk ya da yanlışlık değildir (kardeşler hakkında nasıl davranılacağı konusunda 1.Korintliler 6.bölümde bilgi verilir.) Burada önemli olan bir imanlının Babasının karakterine doğrudan bir karşıtlık ile davranmaması gerektiğidir. Çünkü Tanrının dünyaya yasa ile gitmeyeceği ya da dünyaya yasa ile davranmayacağı kesindir; O lütuf ile davranan bir Tanrıdır. O şimdi bir yargı tahtında değil, bir merhamet tahtında- bir lütuf tahtında oturmaktadır. Eğer dünyaya karşı lütuf ile değil yasa ile davranmış olsa idi bereketlerini üzerlerine boca ettiği kişilerin cehennemde olmaları gerekir idi. Bu yüzden bir imanlı bir kişiyi yargı tahtının önüne getiriyor ise onun “göklerdeki Babası gibi mükemmel ya da yetkin olmadığı” ortada olan bir gerçektir.

Matta 18.bölümün sonunda bir benzetme yer alır ve bu benzetme bize lütfun karakterinden ve uygun etkisinden bilgisi olmayan bir kişinin haklarını nasıl talep ettiğini anlatır. Hizmetkar hakkı olan şeyi talep etme konusunda yanlış davranmamaktadır. Ama davranışında lütuf yer almaz. Efendisinden tamamen farklı hareket etmektedir. Kendisine, on bir talant tutarında olan borcu bağışlanmıştır ve o yine de bundan çok daha az bir tutar için kendisine borcu olan kişiye kötü davranır. Ve bunun sonucu ne olur? Kendisi efendisi tarafından işkencecilere teslim edilir; lütfun mutluluk veren duygusunu yitirmiştir ve kendisi lütfun bir öznesi olmuş olmasına rağmen haklarını savunma konusundaki davranışı nedeni ile bunun acı meyvelerini biçmeye terk edilmiştir. Ve ayrıca dikkat etmemiz gereken nokta şudur: ondan “kötü hizmetkar” olarak söz edilmesinin nedeni “on bir talant” borcu olduğu için değildir; neden, kendisine borcu olan kişiyi bağışlamadığı içindir. Efendisi ona lütuf göstererek borcunu bağışlamıştır ama o kendisine borcu olan kişiye aynı lütfu göstermemiş ve onu bağışlamamıştır. Bu benzetme yasaya yönelen tüm imanlılar için işitmeleri gereken ciddi bir sestir. Ve ona şu sözleri söyler: “eğer kardeşinin günahlarının hepsini yürekten bağışlamaz isen göksel Babam da sana aynı şekilde davranacaktır.” Adil davranmak isteyen bir kişinin lütuf duygusunu yitireceği genel uygulamada yer alan ilkelerden biridir.

İbraniler kitabının 9.bölümünde “mükemmel” sözcüğü ile ilgili bir başka anlam görürüz. İçerik, burada da bu sözün önemini ortaya koymaktadır. Buradaki sözcük “vicdan ile ilgili mükemmel” anlamında kullanılır. Burada ifadenin çok derin anlam taşıyan bir şekli kullanılmıştır. Yasa altında tapınan kişi asla mükemmel bir vicdana sahip değildir. Bunun en basit olası nedeni şudur: çünkü vicdanı huzursuz olan kişi asla mükemmel bir kurbana sahip olmadığı için vicdanı huzursuzdur. Bir dananın ve bir tekenin kanı bir süre için durumu idare ediyor gibi idi, ama bu bağışlamanın sonsuza kadar olması mümkün değil idi ve bu yüzden kişiye mükemmel huzurlu bir vicdan sağlayamaz idi. Neden mi? Kişi, yasa altında tapınan kişiden daha iyi bir insan olduğu için mi? Hayır; ama kişi “daha iyi bir kurbana” sahip idi. Eğer Mesih’in kurbanı sonsuza kadar mükemmel ise, o zaman imanlının vicdanı da sonsuza kadar mükemmeldir. Bu iki şey, yani mükemmel kurban ve mükemmel vicdan her zaman bir arada bulunurlar. Bir imanlının mükemmel bir kurbana sahip olmaması Mesih2in kurbanına gösterilen bir saygısızlıktır. Mesih’in kurbanının yalnızca geçici olduğunu ve etkisinin sonsuza kadar kalıcı olmadığını söylemek ile aynı anlama gelir. Ve o zaman Mesih’in kurbanı Musa dönemindeki kurbanlar ile aynı alt seviyeye getirilmiş olur.

Benlikteki mükemmellik ve vicdandaki mükemmellik arasında mevcut olan ayrımı kavramak çok önemlidir. Benlikteki mükemmelliğe dayanmak insanın kendisini yüceltmesi anlamına gelir; vicdandaki mükemmelliği reddetmek ise Mesih’e saygısızlık anlamına gelir. Mesih’teki bir bebeğin mükemmel vicdana sahip olması gerekir; elçi Pavlus’un da mükemmel benliği diye bir şey yoktur, olamaz da! Benlik ifadesi, mükemmel olması gereken bir şey olarak sunulmaz. Benlik, çarmıha gerilmesi gereken bir şey olarak sunulur. Bu nokta ile ilgili olarak çok büyük bir farklılığın söz konusu olduğunu önem ile belirtmemiz gerekir. Günah imanlının üstünde değil içindedir; neden mi? Çünkü içinde asla hiç bir günah olmayan Mesih çarmıha çivilendiği zaman günahı üzerine almış idi.

Son olarak Filipeliler kitabının 3.bölümünde “mükemmel” sözcüğünün iki farklı anlamını daha görürüz. Elçi şöyle der: “Bunlara şimdiden kavuştuğumu ya da yetkinliğe eriştiğimi söylemek istemiyorum… bunun için olgun olanlarımızın hepsi bu düşüncede olsun.” Filipeliler 3:12,15a. İl ayet elçinin yücelikte Mesih’e tam ve sonsuza kadar benzeyecek olduğuna işaret eder. İkinci ayet ise Mesih’in yüreğin duygularından önde gelen bir üstünlüğe sahip olduğunu ifade etmektedir.

Yaratılış 18

Bu bölüm itaatkar ve ayrılmış bir yürüyüşün sonuçlarının güzel bir örneğini gözler önüne serer. “İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açar ise onun yanına gireceğim. Ben onunla o da Benim ile birlikte yemek yiyeceğiz.” Vahiy 3:20. Ve yine başka bir ayet okuyalım: “İsa ona şu karşılığı verdi: ‘Beni seven sözüme uyar ve Babam da onu sever. Biz de ona gelir ve onunla birlikte yaşarız.” Yuhanna 14:23. Bu bölümleri bizim bölümümüz ile birlikte bağlantılı olarak ele alır isek şunu öğreniriz: itaat eden bir can dünyasal bir atmosfer içinde hareket eden bir kişinin hiç bir şekilde bilmediği bir paydaşlık özelliğinin tadını çıkartır.

Bu hiç bir şekilde ne uzaktan ne yakından bağışlanma ya da aklanma meselesi ile ilgili değildir. Tüm imanlılar aynı lekesiz Tanrı doğruluğu elbisesi ile giyinmişlerdir. Tanrının bakışları altında hepsi tek bir ortak aklanma içinde dururlar. Göklerdeki Baş’tan tek bir yaşam yeryüzündeki Bedeninin tüm üyelerine akar. Bu anlaşılır netliktedir. Yukarda belirtilen önemli noktalar ile ilgili olan öğretiş sözde eksiksiz bir şekilde bina edilmiştir. Ve bu kitabın daha önceki bölümlerinde açıklanmış olduğu gibi tekrar tekrar belirtilmiştir. Ancak hatırlamamız gereken aklanmanın bir şey ve bu nedenle ürünün oldukça farklı bir şey olduğudur. Bir çocuk olmak başka bir şeydir ve itaatkar bir çocuk olmak oldukça başka bir şeydir. Şimdi, bir baba itaatkar bir çocuğu sever ve böyle bir çocuğu düşüncelerinin ve planlarının emanetçisi olarak görecektir. Ve aynı şey bizim göksel Babamız ile ilgili olarak da aynı şey değil midir? Sorgusuz sualsiz, evet! Yuhanna 14:23 ayeti bu konuyu oldukça açık bir şekilde belirtir ve ayrıca Mesih’i sevdiğini söyleyen biri eğer O’nun sözlerini yerine getirmiyor ise, bu iki yüzlülük olarak görülecektir. “Beni seven sözlerimi yerine getirir.” Bu nedenle, eğer Mesih’in sözlerini yerine getirmiyor isek o zaman bu davranışımız O’nun adının sevgisinde yürümediğimizin kesin bir kanıtıdır. Mesih’e olan sevgi O’nun buyurduğu şeyleri yapmak ile kanıtlanır. Yalnızca “Rab, Rab!” demek ile O’na olan sevgimizi kanıtlayamayız. Eğer O bize “Git!” dediği zaman yüreğimizde gitme düşüncesi yok ise o zaman “Giderim efendim!” dememizin bir anlamı yoktur.

Ama yine de her şeye rağmen İbrahim ayrıntılar konusunda hata yapmış olsa da onun temelde Tanrı ile yakın, sade ve yüce bir yürüyüş içinde olduğunu biliriz. Ve şimdi önümüzde olan incelediğimiz ilginç öyküsünde sahip olduğu üç özel ayrıcalık nedeni ile sevinir iken görüyoruz; yani, Rabbe tedarik ettiği tazelenme için! Rab ile tam bir paydaşlığın tadını çıkarttığı için! Ve üçüncü olarak da Rabbin önünde diğer kişiler için aracılık etmesi nedeni ile sevinç duyuyor. Bunlar yüce ayrıcalıklardır. Ve yine de her zaman yalnızca itaatkar, dünyadan ayrılmış ve kutsal bir yürüyüş sonucu ortaya çıkan ayrıcalıklardır. İtaat, yüreklerimizdeki Tanrı lütfunun meyvesi olarak Rabbi tazeler. Şimdiye kadar var olmuş olan tek mükemmel  itaatkar İnsan’ın Babayı sürekli olarak nasıl tazelediğini ve O’nu her zaman nasıl hoşnut ettiğini görürüz. Tanrı defalarca göklerden O’nun için tanıklık etmiş ve O’ndan “işte hoşnut olduğum biricik Oğlum” olarak söz etmiştir. Mesih’in yolu Cennete giden sürekli bir şenlik oluşturdu. O’nun izlediği yollar Tanrının tahtının huzuruna her zaman hoş bir koku olarak gönderildi. Mesih beşikten çarmıha kadar her zaman Babasını hoşnut eden şeyler yaptı. İtaatinden hiç bir zaman kesilme, duraklama ya da suskun bir nokta olmadı. Mesih, tek mükemmel Olan idi.

“O’nun mükemmel yaşamını izleyebilecek olan yalnızca Kutsal Ruh’tur.”

Arada bir esinin nasıl aktığına baktığımız zaman arada bir Cennetin düşüncesini tazeleyen tek tük kişilerin var olduğunu görürüz. Böylece önümüzde bulunan bölümde Mamre meşeliğindeki çadırının önünde oturan İbrahim’i görürüz. İbrahim orada üç yabancı adam gördü ve sevecenlik ile onlara tazelenme sundu ve üç yabancı adam İbrahim’in bu konukseverliği isteyerek kabul ettiler. (1-8.ayetler)

Sonra İbrahim’i, önce kendi kişisel ilgileri ile bağlantılı olarak (9-15.ayetler) Rab ile yüce bir paydaşlığın tadını çıkartır iken görürüz ve ikinci olarak Sodom’un yazgısı yer alır (16 ve 21.ayetler). İbrahim’in yüreği için Sara’dan bir oğlu olacağına dair aldığı kesin vaat ne kadar harika bir onaylamadır! Ama yine de böylesine harika bir vaat Sara’nın yalnızca gülmesine neden olmuştur. Bir önceki bölümde de İbrahim aynı konu ile ilgili olarak gülmüş idi.

Kutsal yazılarda söz edilen iki tür gülme vardır. İlk gülme Rabbin ağzımızı bu gülüş ile doldurması ile gerçekleşir; Bazı denenme anlarındaki krizlerde Rab bizim rahatlamamız için belirgin bir şekilde görünür. “Rab sürgünleri Siyon’a geri getirince – ya da Siyon’u eski gönencine kavuşturunca – rüya gibi geldi bize. Ağzımız gülüşler ile ve dilimiz sevinç çığlıkları ile doldu. Rab onlar için büyük işler yaptı diye konuşuldu uluslar arasında.” Mezmur 126: 1,2.

Bir de ağzımızı gülüşler ile dolduran diğer şey imansızlıktır; Tanrının vaatleri bizim dar yüreklerimiz tarafından kabul edilemeyecek kadar harika oldukları ya da O’nun büyük tasarılarının yerine getirilmesi bizim yargımız açısından imkansız görüldüğü zaman inanmadığımız için güleriz. Gülüşlerden ilki nedeni ile asla utanç duymayız ya da ilan etmekten korkmayız. Siyon’un oğulları, “ağzımız gülüşler ile doldu” demekten utanmadılar. Mezmur 126:2. Yehova gülmemizi sağladığı zaman yürekten gülebiliriz. “Ama Sara korktu ve ‘gülmedim’ diyerek yalan söyledi.” İmansızlık bizi korkaklar ve yalancılar haline getirir. İman ise bizi cesur ve doğru yapar. İman “cesaret ile ve içten yürekler ile O’na yaklaşmamızı sağlar.”

Ama bunun da ötesinde İbrahim Tanrının Sodom hakkındaki düşüncelerinin ve öğütlerinin emanetçisi yapılır. İbrahim’in bu konu ile ilgili kişisel bir ilgisi olmamasına rağmen Rabbe o kadar yakındı ki, Tanrı İbrahim’in O’nun bu konudaki düşüncelerini bilmesine izin verdi. Hali hazırdaki kötü dünya hakkındaki tanrısal amaçları bilmenin yolu dünyaya, onun planlarına ve spekülasyonlarına karışmamaktan ve dünyadan tamamen ayrılmaktan geçer. Tanrı ile ne kadar yakın yürür isek ve O’nun sözüne ne kadar çok boyun eğer isek o zaman O’nun her konudaki düşüncesini daha çok bileceğiz. Dünyada neler olup biteceğini bilmek için gazeteleri incelemem gerekmez. Tanrının Sözü bana bilmek istediğim her şeyi açıklar. Tanrı Sözünün saf ve kutsal sayfalarında dünyanın karakteri, gidişatı ve yazgısı hakkında her şeyi öğrenirim. Oysa haber almak için dünya insanlarına gidecek olur isem, şeytanın onları gözlerime toprak atmak için kullanmasını bekleyebilirim.

İbrahim Sodom ve onun gerçekleri ile ilgili bilgi elde etmek için önde gelen zeki adamlarından bazılarını Sodom’un şimdiki durumu ve gelecekteki planlarını öğrenmek için göndermiş olsa idi, bu kişiler İbrahim’e ne gibi yanıtlar verecekler idi? Hiç kuşkusuz araştırmak için giden bu kişiler İbrahim’in dikkatini önce onların zirai ve mimari tasarılarına ve ülkenin zengin kaynaklarına çekecekler idi; alış veriş, bina dikme, ekin ekme, yeme ve içme ve evlenme ve evlendirme gibi konulardaki durumları ile ilgili bilgiler aktaracaklar idi. Hiç kuşkusuz aralarından hiç biri yargı düşüncesini aklına dahi getirmeyecek idi ve eğer biri böyle bir yargı konusundan söz edecek olsa idi ağızları imansız gülüşler ile dolacak idi. Bu yüzden Sodom, Sodom’un sonu ile ilgili bilgi edilmesi mümkün olmayan bir yerdir ve bu aşikardır. Hayır, bu konu için İbrahim’in önünde durduğu yer tek uygun yer idi; İbrahim Rabbin önünde durduğu için konunun tamamını biliyor idi. İbrahim Rabbin önünde Sodom’un ufkunda toplanmış olan sislerin ve karanlık dumanların tamamen üstünde durabiliyor idi. Orada tanrısal huzurun netliği ve huzuru içinde İbrahim her şeyi anlayabiliyor idi. Ve İbrahim bu bilgisinden ve yüce konumundan nasıl yararlandı? Rabbin huzurunda iken ne ile meşgul oldu? Bu soruların yanıtı bizi atamızın bu bölümde tadını çıkardığı üçüncü özel ayrıcalığa yönlendirir. Yani,-

Rabbin “önünde” diğer kişiler için aracılık. İbrahim, Sodom’un kirliliğine karıştırılmış olan ve Sodom’un yargısına dahil olma tehlikesi içinde bulunan kişiler için yalvarma gücü buldu. Tanrıya olan yakın konumunu mutlu ve kutsal bir şekilde kullanmış oldu. Bu durum her zaman için böyledir. İmanın güvencesi sayesinde “Tanrıya yaklaşabilen can” yüreği ve vicdanı mükemmel bir huzura sahip olarak geçmiş, şimdi ve gelecek için Tanrıya dayanabilir. Böyle bir can diğer kişiler adına aracılık etmek için güçlü ve istekli olacaktır. Tanrının “tüm zırhını kuşanmış” olan biri tüm kutsallar için dua etme gücü bulacaktır. Ve, ah! Bu durum bize göklerden geçmiş olan yüce Baş Kahinimizin aracılığına ilişkin nasıl da net bir görüş sağlar! Yüce Baş Kahinimiz tüm tanrısal öğütlerinden nasıl da keyif alır. Göklerdeki görkeminin parlaklığının ortasında tahtında ne kadar bilinçli bir kabul ediliş ile oturmaktadır. Ve şu anki sahnenin kirliliğinin ortasında zahmet çeken kişiler için ne büyük bir etkinlik ile yalvarıyor. Yüce baş kahinin bu üstün aracılığının özneleri olan kişiler ne kadar da mutlu kişilerdir. Hem mutlu hem de güvence altındadırlar. Keşke tüm bunları anlayacak yüreklere sahip olsa idik – Tanrı ile kişisel paydaşlık sonucu genişleyen yürekler O’nun lütfunun sınırsız doluluğunu ve O’nun sağlayışının uygunluğunu tüm ihtiyaçlarımız için daha fazla içlerine alabilseler idi!

Bu ayette şunu görüyoruz: İbrahim’in aracılığı ne kadar bereketli olabilir idi, ama yine de sınırlı idi, çünkü o yalnızca bir adam idi; ihtiyacı karşılayamazdı. İbrahim, Tanrıya, “Ben bir toz ve külüm, bir hiçim. Ama senin ile konuşma yürekliliğini göstereceğim” dedi. Tanrının sınırsız lütfunun hazinesinde fazla ilerlemekten korkuyor gibi idi ya da iman çekinin Tanrı bankasında asla geri çevrilmediğini unutmuş idi. İbrahim Tanrı tarafından sınırlanmıyor idi; kesinlikle böyle bir şey yok idi. Tanrı, sevgili hizmetkarına kulak verecek kadar lütuf ve sabır bolluğuna sahip idi, ama hizmetkar sınırlı idi. Hesabında bulunandan daha fazlasını çekmeye çekiniyor idi. İbrahim istemeyi bıraktı ve Tanrı vermeyi bıraktı. Bizim kutsal Baş Kahinimiz ve Aracımız ile durum böyle değildir. O’nun hakkında yazılmış olan sözler şunlardır: “O, Kendisine gelen herkesi kurtarır… onlara aracılık etmek için sonsuza kadar yaşamaktadır.” Tüm ihtiyaçlarımızda, zayıflıklarımızda ve çatışmalarımızda yüreklerimizin O’na sımsıkı yapışmasını diliyorum.

Bu bölüme son vermeden önce burada yer alan gerçekten kaynaklanan ve her şeye rağmen üzerinde derin düşünmeye değer bir konu hakkında bir teklifte bulunacağım. Bu konu kutsal yazıların incelenmesinde Tanrının dünyanın ahlak yönetimi ve kilisenin özel umudu arasında var olan farkı ayırt etmek çok büyük önem taşır. Eski Antlaşma peygamberliklerinin tamamı ve Yeni Antlaşma peygamberliklerinin çoğunda her imanlıya ilginç gelecek olan bir konunun varlığından ve özelliğinden söz etmek istiyorum. Tanrının yeryüzündeki tüm uluslar ile ilgili olarak ne yaptığını ve ne yapacağını bilmek ilginçtir. Tanrının Tyre, Babil, Ninova ve Yeruşalim; Mısır, Asur ve İsrail ülkesi hakkındaki düşüncelerini okumak ilgi çekicidir. Özetleyecek olur isek, Eski Antlaşma peygamberliklerinin tamamı her gerçek imanlının dua ederek dikkatli olmasını talep eder. Ancak burada hatırlanması gereken bir nokta vardır: Burada kilisenin uygun umudunun içeriğini bulamayız. Nasıl bulabilirdik ki? Eğer kilisenin varlığının doğrudan açıklamasına sahip değil isek, o zaman kilisenin umuduna nasıl sahip olabiliriz? Mümkün değil. Mesele kilisenin çok mutlu ve yararlı bir şekilde kullanabileceği tanrısal ahlak ilkelerinin orada zengin bir hasat bulamayışı değildir. Kilise hiç kuşkusuz bunu bulabilir ama bu orada onun kendi uygun varlığını ve özel umudunu bulmasından oldukça farklı bir şeydir. Ve yine de buna rağmen Eski Antlaşma peygamberliklerinin geniş bir kısmı kiliseye uygulanmıştır. Ve bu uygulama tüm konuyu öyle bir karanlık ve karmaşaya dahil etmiştir ki, bunu incelemekten korkar ve kaçarlar; bu nedenle peygamberliğin incelenmesi ihmal edildiği zaman peygamberlikten oldukça farklı olanı ve hatta kilisenin umudunu da ihmal etmişlerdir. Bu aşamada çok iyi hatırlanması gereken nokta şudur: bu umut, Tanrının yeryüzündeki uluslar ile ilgili yapacağı bir şey değildir; bu umut sonsuza kadar Rab İsa ile beraber olmak ve sonsuza kadar O’nun gibi olmak için göklerdeki bulutların üstünde Rab İsa ile buluşmak umududur.

Bazı kişiler, “Benim aklım peygamberliğe ermez” diyebilirler. Belki aklınız ermez, ama Mesih’e yer veren bir yüreğe sahip misiniz? Eğer Mesih’i seviyor iseniz, peygamberlik araştırması yapabilecek bir kapasiteye sahip olmamanıza rağmen O’nun size görünmesini seversiniz. Kocasını seven bir eş kocasının işlerine erdirecek bir akla sahip olmasa bile yüreği kocasının geri dönmesini ister. Kocasının işlerini ve kullandığı muhasebe defterinin içeriğini anlayamayabilir ama kocasının ayak sesini bilir ve sesini tanır. Eğer en cahil kutsal bile Rab İsa’nın Kişiliği için sevgiye sahip ise O’nu görmek için en yoğun arzuya da sahip olabilir. Ve işte, kilisenin umudu budur. Elçi selanikliler’e yazdığı mektupta şunları söyleyebildi: “Yaşayan gerçek Tanrıya kulluk etmek ve O’nun ölümden dirilttiği ve bizleri gelecek gazaptan kurtaran Oğlu İsa’nın göklerden gelişini beklemek üzere putlardan Tanrıya nasıl döndüğünüzü anlatıyorlar.” 1.Selanikliler 1:9,10. Belirgin olan bir nokta vardır, o da bu Selanikli kutsalların tövbe ettikleri anda çok az şey biliyor olduklarıdır; peygamberlik ya da özel bir konu hakkında o anda çok az şey biliyor olabilirler ama yine de tam o anda kilisenin özel umudunun varlığına ve gücüne tam olarak sahiptirler – hatta Oğul’un geleceğinden de haberleri vardır. Yeni Antlaşmanın tümü için bu konuda söyleyeceklerimiz bu kadar. Hiç kuşkusuz orada peygamberliğe ve Tanrının ahlak yönetimine sahibiz, ama aynı zamanda oraya bu konudaki gerçeğin kanıtı ile ilgili sayısız sayfalar eklenebilir – Hristiyanların elçilerin zamanındaki ortak umudu – basit, engellenmemiş ve sorumluluk altında bırakılmamış umut, DAMADIN GERİ DÖNECEĞİDİR. Kutsal Ruhun bu kutlu umudu kilise içinde açıklamasını diliyorum – seçilenlerin sayısını tamamlasın ve “Rab için seçilmiş bir halkı hazır hale getirsin.”

Yaratılış 19

Tanrının yüreği, hali hazırdaki dünyadan çekmek için lütufkar bir şekilde uyguladığı iki yöntem mevcuttur. Bu yöntemlerden ilki, yüreğin önüne “gökteki değerlerin” çekiciliğini ve sabitliğini getirmektir. İkinci yöntem ise yeryüzündeki değerlerin çabuk solan ve sarsılabilir doğalarını sadık bir şekilde beyan etmektir. İbraniler kitabının 12.bölümünün sonu bu iki yöntemin her biri için güzel bir örnek sunar. Elçi Siyon dağına geldiğimize dair gerçeği tüm sevinçleri ve ayrıcalıkları ile ilgili olarak belirttikten sonra sözlerine şöyle devam eder. “bunları söyleyeni reddetmemeye dikkat edin, çünkü yeryüzünde kendilerini uyaranı reddedenler kurtulamadılar ise, göklerden bizi uyarandan yüz çevirir isek bizim de kurtulamayacağımız çok daha kesindir. O zaman O’nun sesi yeri sarsmış idi. Ama şimdi, ’Bir kez daha yalnız yeri değil, göğü de sarsacağım’ diye söz vermiştir. ‘Bir kez daha sözü’, sarsılanların yani yaratılmış olan şeylerin ortadan kaldırılacağını ve böylelikle sarsılmayanların kalacağını anlatıyor.” İbraniler 12: 25-27. İmanlının şimdiki çağda sarsılanları beklememesi gerekir. İmanlının dünya kendisinden vazgeçmeden önce dünyadan vazgeçmesi gerekir. İmanlı dünyadan göksel değerlerin varlığının gücü ile vazgeçmelidir. İman aracılığı ile Mesih’e sımsıkı bağlandığımız zaman dünyadan vazgeçme konusunda bir güçlük yoktur. Zorluk, dünyadan vazgeçilmediği zaman ortaya çıkar. Eğer bir çöpçü yılda on bin kez bir yeri süpürse idi, sokakları süpürmeye devam etmeyi istemeyecek idi. Böylelikle eğer biz göklerin sarsılmaz gerçekliklerinin ortasındaki payımızın farkına varır isek yeryüzünün geçici sevinçlerinden vazgeçme konusunda karşılaşacağımız zorluklar büyük olmaz idi. Şimdi burada önümüze konulmuş olan esin aracılığı ile yazılmış olan öykünün ciddi içeriğine bakalım.

Bu öykünün başlangıcında Lut’un “Sodom kentinin kapısında”, yani yetki yerinde oturduğunu görürüz. Lut’un konumunda ilerleme gösterdiği aşikardır. Lut, “dünyaya girmiştir.” Dünyasal bir bakış açısından duruma bakıldığı zaman, Lut’un dünyasal kariyerinde başarılı olduğu görülür. Lut, başlangıçta “Sodom’a yakın bir yere çadırını kurmuş idi.” Sonra hiç kuşkusuz işleri yolunda gitti ve biz onu şimdi kentin kapısında önemli, etkili ve yetkin bir yerde oturur iken görüyoruz. Tüm bu olanlar bir önceki bölümün başlangıcında gördüğümüz sahneden ne kadar da farklıdır! Ama ah, değerli okuyucum, bunun nedeni bellidir! “İbrahim iman sayesinde bir yabancı olarak vaat edilen ülkeye yerleşerek çadırlarda yaşadı.” Lut ile ilgili olarak şöyle bir ifade kaydına rastlamayız. 1 “Lut iman sayesinde Sodom kentinin kapısında oturdu. Ne yazık ki, hayır! Lut soylu imanlı ordusu arasında bir yer edinememiştir; imana güçlü bir şekilde tanıklık edenler arasında yer almaz. Dünya ona felaket getiren bir tuzak idi ve içinde bulunduğu koşullar ona bir afet hazırlıyor idi. Lut” görünmeyeni görür gibi davranarak” katlanmadı. O, “görünen ve geçici olan şeylere” bakmayı seçti. İbrahim ve Lut yola birlikte başlamışlar idi, ama aralarında çok büyük bir maddesel farklılık var idi ve her ikisi de bu yüzden tanıklıkları ile ilgili olarak farklı hedeflere vardılar. Hiç kuşkusuz Lut kurtuldu, ama bu kurtuluş “ateşten geçmişçesine” oldu. Çünkü gerçekten de “işi yanmış idi.” Öte yandan İbrahim Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in sonsuza kadar kalıcı krallığına hizmet eden bol bir girişe sahip oldu.

Ayrıca, Lut’un İbrahim’e gösterilen iyilikler ile ilgili yüce farklılık ve ayrıcalıkların hiç birinden keyif almasına izin verilmediğini görmekteyiz. Lut, Rabbi tazelemek yerine kendi doğru canını sıkkın hale getirir; Rab ile paydaşlığın tadını çıkartmak yerine Rab ile arasında üzücü bir mesafenin oluşmasına neden olur. Ve son olarak Lut diğer kişiler için aracılık etmek yerine kendisi için aracılık edecek fazlası ile şey bulur. Rab İbrahim ile paydaşlığa devam etmek için gitmedi ve orada kaldı ve Sodom’a yalnızca meleklerini gönderdi. Melekler “geceyi kent meydanında geçirmek istediler.” Ama Lut çok diretti ve sonra Lut ile birlikte onun evine gittiler. Sodom’daki tüm erkekler Lut’un evinin çevresini sardılar. Lut dışarı çıktı ve arkasından kapıyı kapadılar. Daha sonra melekler zorluk içinde Lut’u evine sokmak durumunda kaldılar ya da Lut’u evinin içine yanlarına aldılar ve kapıyı kapadılar ve kapıya dayanan Sodomlu adamların hepsini kör ettiler. Melekler geceyi kent meydanında geçirmek istediklerinde bu istekleri ile Lut’u azarlamış olmuşlar idi ya da onun konukseverliğini istememişler idi; bu durum İbrahim’in Mamre’deki çadırında gösterdiği konukseverliğin istek ile kabul edilişinden ne kadar farklı bir durum idi ve şu sözler ile ifade edilmiş idi: “Peki, dediğin gibi olsun.”

Burada bir kişinin konukseverliğini kabul etme ile ilgili büyük bir gerçek ifade edilir. Konuya zekice bakıldığı zaman bu sözler İbrahim ile tam bir paydaşlığın ifadesidirler. “Ona geleceğim; o Benim ile Ben de onun ile yemek yiyeceğiz.” “Eğer Rabbe sadık olduğuma karar verdi isen o zaman evime gel ve kal.” Eğer onu bu şekilde yargılamamış olsalar idi, davetini kabul etmeyecekler idi.

Bu yüzden meleklerin Lut’a söyledikleri onun Sodom’daki konumuna ilişkin ağır bir yargı içerir. Melekler, doğru olmayan bir çatı altında geceyi geçirmekten ise tüm gece boyunca sokakta kalmayı tercih etmişler idi. Gerçekten de meleklerin Sodom’a gelmelerinin tek nedeni Lut’u kurtarmak idi ve bunu yapmalarının nedeni de İbrahim için idi; ayetleri okuyalım: “Tanrı ovadaki kentleri yok eder iken İbrahim’i anımsamış ve Lut’un yaşadığı kentleri yok eder iken Lut’u bu felaketin dışına çıkartmış idi.” Yaratılış 19:29. Bu konu üzerinde özen ile durulur. Lut’un kurtarılması yalnızca İbrahim uğruna sağlanmış idi. Rab dünyasal bir zihne sempati duymaz. Ve işte böyle dünyasal bir zihin Lut’u o suçlu kentin ortasında yerleşmesi için yönlendirmiş idi. Lut’u oraya yerleştiren asla iman değil idi; onu oraya yerleştiren asla ruhsal bir zihin değil idi. Lut’un “doğru canı” onu Sodom’a yerleştirmedi; onu oraya yönlendiren yalnızca şimdiki kötü dünyaya duyduğu sevgi idi. Önce “seçim yaptı” ve sonra çadırını Sodom’a yakın bir yere kurdu ve son olarak da Sodom” kentinin kapısında oturdu.” Ve, ah, Lut nasıl da bir pay seçmiş idi! Seçtiği yer gerçekten de su tutmayan çatlak bir su sarnıcından farksız idi; onun elini delen ezilmiş bir kamış gibi idi. Ne şekilde olur ise olsun kendimiz için düzenleme yapmayı istemek acı bir şeydir. Böyle davrandığımız zaman en üzücü hataları yapacağımızdan emin olabiliriz. Tanrıya tüm yollarımızı düzenlemesi için izin vermemiz kesinlikle çok daha iyidir; küçük bir çocuk ruhu ile her şeyi O’nun ellerine bırakmalıyız; Tanrı bizim için düzen yapma konusunda çok isteklidir ve bu konudaki gücü sonsuzdur. İfade yerinde ise kalemi O’nun kutlu eline bırakmamız ve O’na Kendi hatasız bilgeliği ve sınırsız sevgisi uyarınca tüm yaşamımızı çizmesine izin vermemiz doğru olandır.

Lut Sodom’a yerleştiği zaman, hiç kuşkusuz kendisi ve ailesi için doğru olanı yaptığını düşündü. Ama sonuçlar bu konuda ne kadar büyük bir hata yaptığını göstermektedir ve bu hata aynı zamanda ciddi bir şekilde kulaklarımızda çınlamaktadır. Bu ses dünyasal bir ruhun yeni başlayan işleyişlerine teslim olmamamız için uyanık olmamız konusunda bize çağrıda bulunur. “Sahip olduklarınız ile yetinin.” Neden mi? Çünkü siz dünyadasınız, ama dünyadan değilsiniz. Zavallı yüreklerinizin peşinden koştukları kalıcı değildir. Hoşnutluğumuzu dünyasal değerlerin temelinde mi bulacağız? Asla! O zaman nasıl hareket edeceğiz? “Çünkü O seni asla bırakmayacağım, seni asla terk etmeyeceğim” dedi. Payımız bereketlidir! Eğer Lut Tanrının payı ile hoşnut olsa idi Sodom’un bol sulu ovalarında asla gözü olmaz idi.

Ve sonra eğer hoşnut bir ruh uygulaması ile ilgili daha fazla ayrıntı temeline ihtiyaç duyar isek bunu gerçekten bu bölümde bulabiliriz. Lut mutluluk ve hoşnutluk yolunda ne kazandı? Gerçekten de çok az şey. Sodom’un erkekleri evini kuşattılar ve onu evinin kapısını kırmak ile tehdit ettiler. Lut kendisini çok aşağılayan bir şekilde onları yatıştırmaya çalıştı, ama tüm çabaları boşuna oldu. Eğer bir kişi itibarını yükseltme amacı ile dünyaya karışacak olur ise o zaman üzücü sonuçlara dayanmak konusunda kararını vermek zorundadır. Hem dünyadan yararlanmak hem de aynı zamanda dünyanın kötülüğüne karşı etkin tanıklıkta bulunmak mümkün değildir. “Adam buraya dışardan geldi, şimdi yargıçlık taslıyor.” Yaratılış 19:9. Bu asla böyle olamaz. Yargı için gerçek ve doğru yol, Ferisilerin dindar ruhu ile değil, lütfun ahlak gücü ile dünyadan ayrı durmaktır. Dünya ile bir araya gelerek ondan yararlandığımız zaman, dünya sisteminin yollarını azarlama girişimi boştur. Dünya bu tür azarlama ve bu tür tanıklığa fazla önem vermeyecektir. Bu ifade, Lut’un kızları ile evlenecek olan adamlara yaptığı tanıklık için de geçerli bir ifadedir; “damat adayları onun şaka yaptığını sandılar.” Yerimizi, payımızı ve hoşnutluğumuzu yargılanmak üzere olan yerde bulduğumuz zaman yaklaşmakta olan yargıdan söz etmemiz inandırıcı olmaz.

İbrahim yargıdan söz etme konusunda çok daha iyi bir konuma sahip idi. Çünkü yerleştiği yer yargı gelecek olan yerin tamamen dışında idi. Sodom alevler içinde yanıyor olmasına rağmen Mamre meşeliğindeki yabancının çadırı için hiç bir tehlike söz konusu değil idi. Ah, yüreklerimiz farkında olunan bir yabancılığın değerli ürünlerini daha çok özlese ve böylece zavallı Lut gibi dünyadan zorla çekilip alınmak ve geriye tereddüt içinde bir bakış atmak yerine azim ile yarışan bir koşucu gibi hedefe doğru kutsal bir şevk ile ilerleyebilsek!

Lut, meleklerin gücü ile zorla çekilip çıkartıldığı yere özlem duyuyor idi, bu oradan uzaklaşmak istemeyişi ile net bir şekilde aşikar idi. Çünkü yalnızca melekler onun ellerinden tutup Sodom’dan gelmek üzere olan yargıdan kaçırmak ile kalmamışlar idi; ama kendisine yaşamını (yargının neden olacağı felaketten kurtaracağı tek şey)kurtarması için ısrar edildiği ve arkasına bakmadan dağa kaçması söylendiği zaman Lut şöyle karşılık verir: “Aman efendim, ben kulunuzdan hoşnut kaldınız, canımı kurtarmak ile bana büyük iyilik yaptınız. Ama dağa kaçamam. Felaket bana yetişir ve ölürüm. İşte şurada kaçabileceğim yakın bir kent var, küçücük bir kent. İzin verin, oraya kaçıp canımı kurtarayım. Zaten küçücük bir kent.” Yaratılış 19: 18-20. Nasıl da dehşet verici bir örnek! Lut sanki boğulmak üzere olan bir adam gibidir; kurtulmak için su üstünde yüzen bir tüye tutunmaya bile hazır bir panik içindedir. Melek Lut’a dağa kaçmasını emretmesine rağmen Lut bunu reddeder ve yüreğinde hala küçücük de olsa bir kent düşüncesine yenik durumdadır. “Küçücük bir kent!” – dünyanın küçük bir parçası. Lut, Tanrının merhamet ederek onu gitmesi için yönlendirdiği yerden yani dağdan ölecek kadar korkuyor idi. Evet, Lut kötülüğün her türlü davranışından korkuyor idi ve güvenliği yalnızca küçücük bir kentte bile olsa bir kentte bulabileceğini düşünüyor idi. Lut’un düşüncesine göre güvenliği küçük bir kentte yaşamasına bağlı idi. Ah, izin verin, oraya kaçayım ve canım yaşasın. Ne kadar üzücü bir düşünce! Yükünü tamamen Tanrının üstüne bırakmıyor idi. Ne yazık! Tanrı ile yürümediği için O’na çok uzak bir mesafede kalmış idi; bir kentin atmosferinde gereğinden fazla soluk almış idi ve tanrısal varlığın ve huzurun saf havasını takdir edemiyor ya da Her Şeye Gücü Yeten Tanrının koluna yaslanamıyor idi. Canı tamamen desteksiz kalmış idi; dünyasal yuvası kırılıp dökülmüş idi ve kendisine iman aracılığı ile Tanrının kucağında bir yuva kurabilecek güce sahip değil idi. Eğer göz ile görünmeyen dünya ile paydaşlığı ihmal etmese idi şimdi göz ile görünen ayaklarının altından büyük bir hız ile çekiliyor olmayacak idi. Lut’un tüm umut ve arzularının merkezi olan yere “gökten ateşli kükürt” yağmak üzere idi. Sahip olduğu tüm mal mülk yok olmak üzere idi. Lut gerçekten de her şeyin sonuna gelmiş idi; ama dünyasal unsurlar yüreğinde güçlü oldukları için üstün geliyorlar idi ve Lut bu yüzden sığınması gerektiği yerin yalnızca küçücük bir kent olması gerektiğini düşünüyor idi. Ama yine de Soar adlı bu küçük kentte rahat edemedi ve oradan ayrılarak dağa yerleşti ve bir mağarada yaşamaya başladı. Tanrının elçisinin buyruğunu dinleyip de yapmadığını bu kez korkudan yaptı.

Ve sonra Lut’un sonuna bakın! Kendi çocukları onu sarhoş ettiler ve Lut sarhoşluğu yüzünden Tanrı halkının en keskin düşmanları olan Moavlıların ve Ammonluların var olmasının aracı haline geldi. Bu bölümde ne kadar ciddi dersler bulunmaktadır! Ah, değerli okuyucum, işte dünya sisteminin ya da düşüncesinin ne olduğunu burada görüp anlayın. Yüreğin dünya sisteminin ardından gitmesine izin vermenin ne kadar ölümcül bir şey olduğunu görün. Lut’un öyküsü şu muhteşem kısa öğüdü ne kadar net bir şekilde yorumlar:” Dünyayı sevmeyin!” Bu dünyanın Sodom’ları ve onun Soar’ları hepsi birbirinin aynıdır. Onların hiç birinde yürek için güvence, esenlik, dinlenme ve sağlam bir doyum bulunmaz. Tanrının yargısı tüm öykü üzerinde asılmıştır ve Tanrı tahammül eden merhameti ile yalnızca kılıcı vurmamaktadır, çünkü Tanrı hiç kimsenin mahvolmasını istemez, herkesin tövbe etmesini arzu eder.

O zaman dünyadan ayrılmış kutsal bir yolu izlemek için istekli olalım. Dünyanın dışında durarak Efendimizin dönüşü umudu ile yaşayalım. Dünyanın bol sulu ovaları yüreklerimiz için çekici olmasın. Dünyanın tüm onurları, tüm farklılıkları ve tüm zenginlikleri Mesih’in gelecek olan yüceliğinin ışığında gözlerimize görünmesin. Bizler de kutsal atamız İbrahim gibi Rabbin huzuruna çıkma gücüne kavuşturulalım ve o yüce yerden aşağı mahvolan ve tükenmiş yeryüzüne doğru bakalım. Ve dünyayı iman sayesinde dumanları tüten bir enkaz halinde görebilelim. Böyle olacaktır. Yeryüzü ve aynı zamanda yeryüzünde olan şeyler yanacaktır. Bu dünyanın çocuklarının böylesine yoğun bir şekilde kaygı duydukları şeyler ve büyük bir gayret ile ardından gittikleri değerler hepsi, hepsi yanıp yok olacaklardır. Ve bunun ne kadar yakında olacağını kim söyleyebilir? Sodom nerede? Gomora nerede? Bir zamanlar yaşam ve hareket dolu olan bu kentler, bol sulu ovaları olan bu kentler şimdi nerededirler? Hepsi yok olmuştur! Tanrının yargısı ile silinip gitmişlerdir. O’nun yağdırdığı ateş ve kükürt ile tükenmişlerdir. O’nun yargıları şimdi bu suçlu dünyanın üzerinde bulunmaktadır. Gün yakındır ve gelecek olan yargılar yakındır; lütfun tatlı öyküsü kulaklara duyurulmaktadır. Müjde’yi işitenler ve iman edenler mutludurlar. Tanrının kurtarışının güçlü dağına kaçanlar mutludurlar! Tanrı Oğlu’nun çarmıhının arkasına saklananlar mutludurlar. Ve orada bağışlanma ve esenlik bulmuşlardır!

Tanrım lütfen bu satırları okuyan kişiye günahtan arınmış bir vicdan ile yaşamanın ne olduğunu bilmesini ihsan et; onun yüreğinin sevgilerini göklerden gelecek olan Oğlu beklemesi için dünyanın kirleten etkisinden kurtar ve temizle.


1. Eğer kendimize yaptığımız her işe başlar iken bu iş ile ilgili olarak “Bunu iman aracılığı ile mi yapıyorum?” şeklinde bir soru sormuş olsa idik bu soru yüreğimiz için çok araştırıcı bir soru olur idi. “İman ile yapılmayan her şey günahtır” ve “İman olmadan Tanrıyı hoşnut etmek imkansızdır.

Yaratılış 20

Bu bölümde birbirinden farklı iki nokta göreceğiz. Bunlardan ilki, Tanrı çocuğunun bazen boyun eğdiği dünyanın bakış açısından ahlak düşüklüğüdür. Ve ikincisi Tanrının bakış açısından her zaman ona ait olan ahlak saygınlığıdır. İbrahim tekrar yüreğin çok kolay anlayabileceği bir şekilde koşullara karşı duyduğu korkuyu sergiler. İbrahim, Mamre’den Negev’e göç eder, Kadeş ve Sur kentlerinin arasına yerleşir. Sonra geçici bir süre Gerar’da kalır. Ve burada yaşayan insanlardan korkar. Tanrının her zaman O’nun ile birlikte olduğunu unutur veTanrının orada olmadığını düşünür. Gerar halkından çok daha güçlü Olan’dan ziyade Gerar’da yaşayan yaratıklar ile daha çok meşgul oluyor gibidir. Tanrının karısını koruma gücüne sahip olduğunu unutur ve yıllar önce Mısır’da yaptığı hatanın aynısını tekrarlar. Bu konu çok eğiticidir. İman babası olarak adlandırılan İbrahim gözlerini Tanrıdan ayırır. Tanrıda bulunduğu merkezi bir an için kaybeder ve bu nedenle hata yapar. Mükemmel zayıflığımız ile Tanrıya yapıştığımız sürece yalnızca o zaman güçlü olduğumuz ne kadar doğrudur. Tanrının planlarının içinde olduğumuz sürece bize hiç bir şey zarar veremez. Eğer İbrahim sadece tanrıya güvenip O’na yaslanmış olsa idi, Gerar’daki adamlar onun işine burunlarını sokmayacaklar idi. Ve İbrahim en büyük zorlukların ortasında bile Tanrının sadakatini haklı çıkartma ayrıcalığını göstermiş olacak idi. Bu tutumu ile aynı zamanda iman adamı olarak kendi saygınlığını da korumuş olacak idi.

Genellikle yürek için üzüntü kaynağı olan bir şey vardır: Tanrının çocukları O’nun sadakatini saymadıkları zaman bunun bir sonucu olarak dünyanın önünde kendilerini alçaltmış olurlar ve Tanrının yetkinliğinin her acil durum için yeterli olduğu duygusunu kaybederler. Tüm kaynaklarımızın Tanrıda olduğu gerçeğinin farkına vararak yaşadığımız sürece her biçim ve şekilde dünyanın üstünde oluruz. Tüm ahlak varlığını iman kadar yücelten başka hiç bir şey yoktur. İman kişiyi bu dünyanın düşüncelerinin ulaşamayacağı kadar ötelere taşır; çünkü dünya insanları hatta dünyasal düşünceli Hristiyanlar iman yaşamını başka türlü nasıl anlayabilirler? Mümkün değil! Anlayamazlar! İmanın kaynakları onların anlayabileceklerinin çok ötesindedir. Onlar şimdiki şeylerin yüzeyinde yaşarlar. Umut ve güvence temellerini görebildikleri sürece umutları vardır ve güvenlik içinde hissederler. Ama yalnızca görünmeyen bir Tanrının vaadine dayanma düşüncesini anlayamazlar. Ama iman adamı doğanın içinde hiç bir şey göremediği olayların ortasında sakindir ve bu yüzden iman her zaman doğanın kanaatine göre kendini tehlikeye atan, kayıtsız ve tedbirsiz bir şeydir. Yalnızca Tanrıyı tanıyanlar imanın eylemlerini her zaman onaylarlar çünkü yalnızca onlar bu tür eylemlerin sağlam ve doğru mantıklı temelini anlayabilirler.

Biz bu bölümde Tanrı adamının kendisini dünyanın insanlarının azarlamasına ve paylamasına maruz bıraktığını görürüz. İmansızlığın gücü altında olan dünya insanları eylemlerde mantık ararlar. Bu her zaman böyle olacaktır. İmandan başka hiç bir şey bir insanın karakterine yücelik katamaz. Yollarında doğuştan doğru ve onurlu hareket eden bazı kişiler görebiliriz, bu doğrudur, ama yine de doğanın doğruluğuna ve onuruna güvenilemez. Çünkü temelleri kötüdür ve güvenilmezlerdir, her an yoldan çıkabilirler. Gerçek bir yüce ahlak konumunu sağlayabilecek olan yalnızca imandır, çünkü iman canı Tanrı ile diri güç içinde bağlar ve gerçek ahlakın tek kaynağıdır. Ve bir de şu dikkat çekici gerçeğe değinelim: Tanrının lütufkar bir şekilde kaldırmış olduğu herkesin durumunda şunu görürüz: iman yolundan çıkıldığı zaman kişiler diğer insanlardan daha da aşağıya batarlar. Bu durum İbrahim’in bu bölümdeki tutumu için de geçerli bir durumdur.

Ama burada bir diğer ilgi ve değer noktası ortaya konur. Burada İbrahim’in birkaç yıldır kötü bir şey barındırdığını görürüz. Görünüşe göre İbrahim yola canında sakladığı belirli bir şey ile çıktı. Bu sakladığı şey Tanrıya belli bir konuda tam olarak güvenmeyişinin nedeni idi. Karısı Sara ile ilgili olarak Tanrıya tam bir şekilde güvenmiş olsa idi o zaman Tanrıdan herhangi bir şey saklamaya ya da gizlemeye ihtiyaç duymayacak idi. Tanrı her kötülüğe engel olmak için onun çevresine çit çekecek ve onu koruyacak idi. Ve asla uyumayan Tanrının bu koruması altında olanlar mutludurlar ve onlara kim zarar verebilir? Ama yine de her şeye rağmen merhamet sayesinde İbrahim bu meselenin tamamının kökünden kurtarıldı. Sakladığı şeyi itiraf etti ve onu kesin olarak yargıladı ve ondan kurtuldu. Hareket edilmesi gereken doğru tutum budur. Mayanın her bir parçası ışığa getirilene ve orada ayaklar altında ezilene kadar gerçek bereket ve güç mevcut olamaz. Tanrının sabrı tükenmeyen bir sabırdır. Ve Tanrı bekleyebilir. Bize sabır ile tahammül edebilir. Ama maya bilindiği ve yargılanmadan kaldığı sürece Tanrı bir canı asla bereket ve gücün görüneceği noktaya getirmez. Avimelek ve İbrahim hakkında bunları söyledikten sonra şimdi de İbrahim’in ahlak saygınlığını Tanrının bakış açısından inceleyelim.

Tanrı halkının tarihine bir bütün ya da bireyler olarak baktığımız zaman bu halkın Tanrının bakış açısından ve dünyanın bakış açısından nasıl oldukları arasındaki farklılığı gördüğümüz zaman genellikle hayretler içinde kalırız. Tanrı, halkını Mesih’te görür. Ve halkına Mesih aracılığı ile bakar. Ve yine bu nedenle onları “lekesiz, hatasız ya da kusursuz görür.” Tanrı halkı Tanrının önünde Mesih’in olduğu gibidir. Mesih’teki konumları ile ilgili olarak sonsuza kadar yetkin ya da mükemmel kılınmışlardır. “Tanrı halkı benlikte değil, ruhtadır.”

Ama kendi içlerinde zayıf, güçsüz, kusurlu, sendeleyen ve değişken yaratıklardır. Ve bu yüzden gerçek hakkında bilgisi olmayan dünya onların tanrısal ve insani değerleri arasındaki farkı çok büyük olarak görür.

Ama yine de Tanrının yetkisi halkının güzelliğini, saygınlığını ve mükemmelliğini ortaya koymaktır; çünkü tüm bu güzel şeyleri Mesih’te onlara ihsan eden Tanrıdır. Tanrı halkı yalnızca üzerine bu güzelliği koyan Tanrı olduğu için güzeldir. Ve bu nedenle bu güzelliğin ne olduğunu beyan etmek Tanrıya düşer. Ve tanrı gerçekten bunu Kendisine yakışan değerde bir davranış ile beyan eder; düşman yaralamak, lanetlemek ya da suçlamak için geldiği zaman Tanrı her zaman halkını bereketler. Balak İbrahim’in soyunu lanetlemek istediği zaman Yehova şöyle demiş idi: “Ne Yakup’ta ne de İsrail’de suç görmüyorum; Ey Yakup soyu, çadırların ne güzel1 Ey İsrail, konutların ne güzel!” Ve yine şeytan Yeşu’ya direnmek için ortaya çıktığı zaman: ”Seni Rab azarlasın şeytan!” Böylece Tanrı Kendisini halkının ve halkını suçlayacak olan her dilin arasına koyar; suçlamaya halkının kendi içinde ne olduğuna dair bir referans aracılığı ile ya da halkının bu dünyanın insanlarının gözleri önünde ne olduğuna dair bir yanıt ile karşılık vermez. Verdiği yanıt O’nun Kendisinin halkını nasıl bir konuma yerleştirdiği hakkındadır.

Böylece İbrahim’in olayında İbrahim Gerar kralı Avimelek’in görüşüne göre kendisini alçaltmış olabilir ve Avimelek İbrahim’i azarlamış olabilir ama mesele Tanrının olay ile ilgilenmek için gelmesi olduğu zaman Tanrı Avimelek’e şu sözleri söyler: “Şimdi kadını kocasına geri ver. Çünkü o bir peygamberdir, senin için dua eder ve ölmezsin. Ama eğer kadını geri vermez isen sen de sana ait olan herkes de ölecek, bilesin.” Yaratılış 20:7. Evet, “Yüreğinin tüm saygınlığı ve ellerinin tüm masumiyeti” ile Gerar kralı “ölü bir adam” idi ve ayrıca kendisinin ve ev halkının sağlığının yenilenmesi için hata yapan ve değişken davranan bir yabancının dualarına muhtaç kalmak zorunda idi. İşte Tanrı böyle davranır: çocuğunun yürüdüğü yolların temelinde çocuğu ile gizli bir mücadelesi olabilir, ama düşman doğrudan çocuğuna karşı bir tuzak kurar ise Yehova her zaman çocuğunun davasını savunur ve onun yanında yer alır. “Benim mesh ettiklerime dokunmayın ve peygamberlerime zarar vermeyin.” “Sana dokunan benim gözbebeğime dokunmuş olur.” “İmanlıyı aklayan Tanrıdır; onu kim suçlayabilir?” Düşmanın hiç bir oku, kan ile satın alınmış sürüsünün en zayıf bir kuzusuna bile Rabbin kalkanının arkasında saklandığı için nüfuz edemez. Tanrı, halkını kanatları altında saklar, onların ayaklarını çağların kayasının üzerine koyar, başlarını çevrelerindeki düşmanlarının üzerinde yukarı kaldırır ve yüreklerini kurtuluşunun sonsuza kadar kalıcı sevinci ile doldurur.

O’nun yüce adı sonsuza kadar övülsün!

Yaratılış 21

“Rab verdiği söz uyarınca Sara’ya iyilik etti ve sözünü yerine getirdi.” Yaratılış 21:1. Burada vaadin yerine getirildiğini görüyoruz. Tanrıyı sabır ile beklemenin sonucunda gelen bereketli ürün. Tanrıyı hiç kimse hiç bir zaman boşuna beklemedi. Tanrının vaadine iman ile tutunan can kendisini asla başarısızlığa uğratmayacak olan sabit bir gerçekliğe sahiptir. Aynı gerçek İbrahim için de geçerli idi. Her çağdaki tüm sadıklar için aynı gerçek geçerli idi. Ve diri Tanrıya güvenen herkes için aynı şey geçerli olacak. Ah, içinden geçmekte olduğumuz bu olayın tatmin etmeyen gölgeleri arasında Tanrıya payımız ve dinlenme yerimiz olarak sahip olmak ne kadar harika bir bereket! Gemi demirimiz perdenin iç kısmına atılmıştır; Tanrının sözüne ve andına sahibiz; bu iki şey canlarımızın rahatlığı ve sükuneti için yaslanabileceğimiz iki sağlam güvencedir.

Tanrının vaadi yerine getirilmiş bir gerçek olarak İbrahim’in canının önünde durduğu zaman İbrahim bu vaade kendi çabaları ile ulaşmaya çalışmasının ne kadar boş olduğunu iyice öğrenmiş olabilir. Söz konusu olan Tanrının vaadi olduğu sürece İsmail’in ya da herhangi bir şeyin hiç bir yararı olamaz idi. İbrahim’in çabaları daha sonra kendisi için bir dert haline gelmiş idi. Ama Tanrının amacının gelişerek yerine gelmesine engel olunamamış idi. Aksine! Tanrının yaptığını benlik asla yapamaz. Rab ziyaret etmelidir ve Rabbin “yapması” gerekir. Ve imanın beklemesi gerekir. Doğanın da bu arada sessiz kalması lazımdır. Evet, doğa ölü ve değersiz bir şey olarak tamamen bir kenara bırakılmalıdır, işte o zaman tanrısal yücelik parlayabilir ve iman tüm zengin ve tatlı ödülünü bu parlaklık içinde bulacaktır. “Sara hamile kaldı ve İbrahim’in yaşlılık döneminde, tam Tanrının ona belirttiği zamanda bir erkek çocuk doğurdu.” Yaratılış 21:2. “Tanrının belirlemiş olduğu zaman” diye bir şey vardır ve sadık olanların bu zamanı beklemeye razı olmaları gerekir. Zaman uzun gibi görünebilir ve geciken umut yüreği hasta edebilir ama ruhsal zihin huzurunu her zaman her şeyin Tanrının yüceliğinin nihai gösterilişi olarak gerçekleşeceğine güvenerek bulur. “Bu olayların zamanı gelmedi henüz. Gecikiyormuş gibi görünse de bekle olacakları. Kesinlikle olacak, gecikmeyecek. Ama doğru kişi bana olan iman ile yaşayacaktır.” Habakkuk 2:3,4. Ah, bu harika iman! Tanrının geleceğinin tüm gücünü şimdiki zamanımıza getirir ve şimdiye ait bir gerçeklik olarak Tanrının vaadinden beslenir. Dışardaki her şey Tanrının vaadine karşı gibi göründüğü zaman can iman gücü ile Tanrıya yapışmaya devam eder. Ve “belirlenen zamanda” “ağız gülüşler ile dolar.” “Oğlu İshak doğduğu zaman İbrahim yüz yaşında idi.” Böyle bir durumda doğa hiç bir şekilde kendisine yücelik alamaz idi. İnsanın aşırı sıkıntısı, Tanrının fırsatıdır. Ve Sara şöyle dedi: “Tanrı yüzümü güldürdü.” Tanrının Kendisini göstermesine izin verildiği zaman her şey zaferlidir.

Şimdi İshak’ın doğumu Sara’nın ağzını gülüşler ile doldurduğu zaman İbrahim’in evinde yeni değişiklikler oldu. Özgür kadının oğlu köle kadının oğlunun gerçek karakterini çok hızlı bir şekilde geliştirdi. İshak gerçekten de İbrahim’in ev halkına ait olduğunu prensip açısından kanıtladı; o da bir günahkarın canında bulunan yeni doğaya sahip idi. İsmail değiştirilmedi, ama İshak doğdu. Köle kadının oğlu asla olduğundan başka bir şey olamaz idi. Büyük bir ulus olabilir idi, çölde konut kurup usta bir okçu olabilir idi, on iki erkek çocuğun babası olabilir idi, ama yine de köle kadının oğlu idi. Bunun aksine İshak ne kadar zayıf da olsa ve ne kadar küçümsense de özgür kadının oğlu idi. Onun karakteri ve konumu, duruşu ve hedeflerinin hepsi Tanrıdan idi. “Bedenden doğan bedendir, Ruh’tan doğan ruhtur.”

Yeniden doğmak eski doğanın bir değişimi değildir, ama yeni bir doğanın sunuluşudur. Kutsal Ruh aracılığı ile İkinci İnsan’ın doğasının ya da yaşamının Mesih’in tamamladığı kurtuluş üzerinde temellenen yerleştirilişidir. Ve Tanrının egemen isteği ya da buyruğu ile sonsuza kadar muhafaza edilir. Bir günahkar Rab İsa’ya yüreğinde inandığı ve ağzı ile onu ikrar ettiği anda yeni bir yaşamın sahibi haline gelir ve bu yaşam Mesih’tir. Tanrıdan doğar ve Tanrının çocuklarından biri olur ve özgür kadının oğludur. (Bakınız Romalılar 10:9; Koloseliler 3:4; 1.Yuhanna 3:1,2; Galatyalılar 3:26; Galatyalılar  4:31.)

Bu yeni doğa hiç bir şekilde eski doğanın gerçek ve elzem karakterini değiştirmez. Eski doğa ne ise ya da neden yapıldı ise öyle olmaya devam eder; hiç bir şekilde daha iyi olmaz; evet, onun kötü karakteri yeni doğaya karşı gelerek kendini tam olarak göstermeye devam eder. “Benlik Ruh’a aykırı olanı arzu eder ve Ruh’da benliğe karşı olanı arzu eder.” Her ikisi de tüm farklılıkları ile varlıklarını sürdürürler ve ya biri ya da diğeri üstün gelir.

Ben imanlıdaki bu iki doğa ile ilgili öğretişin genelde anlaşılmadığına inanıyorum. Ve yine de bu konudaki bilgisizlik devam ettiği sürece zihnin Tanrı çocuğuna ait olan gerçek duruş ve ayrıcalıklar ile ilgili uyanık kalması gerekir. Bazı kişiler bu konuda şöyle düşünürler; yeniden doğuş eski doğaya üstün gelen kesin bir değişimdir. Ve ayrıca bu değişim işleyişi içinde insanın tamamı değişime uğrayıncaya kadar dereceli olarak uzayıp gider. Bu düşüncenin sağlıksız olduğu Yeni Antlaşma’da var olan çeşitli alıntılar aracılığı ile kanıtlanabilir. Örneğin, “Dünyasal zihin Tanrıya karşı düşmanlıktır.” Kendisinden bu şekilde söz edilen bir şey nasıl olur da herhangi bir gelişime maruz kalabilir? Elçi bu konudaki sözlerine şöyle devam eder: “Benlik Tanrının yasasına itaat etmez, edemez.” Eğer benlik Tanrının yasasına boyun eğemiyor ise o zaman nasıl iyiye doğru gelişebilir? Herhangi bir değişime nasıl uğrayabilir? Yine tekrar edelim: “Bedenden doğan bedendir.” Benlik için ne yaparsanız yapın, o yine aynı kalacaktır. Süleyman’ın söylediği gibi, “Ahmağı buğday ile birlikte dibekte tokmak ile dövsen bile, ahmaklığından kurtulmaz.” Süleyman’ın Özdeyişleri 27:22. Ahmaklığı bilgelik haline getirmek için sarf edilen çabaların hiç bir yararı yoktur. Ahmaklığı yönetecek olan tek şey yüreğe göksel bilgeliğin yerleşmesidir. “Çünkü eski yaradılışı kötü alışkanlıkları ile birlikte üzerinizden çıkarıp attınız.” Koloseliler 3:9. Bu ayette şu sözler yer almaz: ”Eski yaradılışı geliştirdiniz ya da geliştirmek için çaba sarf ediyorsunuz.” Bu ayetteki sözler gayet nettir: “Eski yaradılışı üzerinizden çıkarıp attınız.” Bu sözler zihnimizi tamamen farklı bir düşünceye götürür. Eski bir giysiyi tamir etmek ve onu tamamen bir kenara atarak yeni bir giysi giymek arasında çok büyük bir fark mevcuttur. İşte son olarak alıntı yapılan kısımda yer alan düşünce budur. Eski giysiyi üzerimizden çıkartmak ve üzerimize yeni bir giysi giymek. Hiç bir şey bundan daha basit ve aşikar olamaz.

Bölümler eski yaradılışın dereceli olarak geliştirilmesi ile ilgili yanlış teoriyi kanıtlamak için sayıca çok  arttırılabilirler – eski yaradılışın günahlar içinde ölü olduğunu kanıtlamak ve kesinlikle tamamen yenilenemez ve geliştirilemez olduğunu kanıtlamak ve ayrıca eski yaradılış ile yapabileceğimiz tek şeyin onu yalnızca göklerdeki yüceltilmiş Başımızın birliği içinde sahip olduğumuz o yeni yaşamın gücü ile ayaklarımızın altında muhafaza etmek.

İshak’ın doğumu İsmail’i geliştirmedi, ama yalnızca onun vaadin çocuğuna olan gerçek düşmanlığını ortaya çıkardı. İsmail, İshak görünene kadar çok sessiz ve sakince davranmaya devam etmiş olabilir; ama İshak göründükten sonra ne olduğunu açıkça gösterdi. Ve diriliş çocuğuna zulmederek onun ile alay etti. O zaman bu durumda çözüm ne idi? İsmail’i daha iyi olması için geliştirmek mi? Kesinlikle hayır, “Kutsal Yazı ne diyor? Köle kadın ile oğlunu kov, çünkü köle kadının oğlu özgür kadının oğlu ile birlikte asla mirasa ortak olmayacaktır.” Galatyalılar 4:30. Tek çözüm yolu bu idi. “eğri olan düzgün hale getirilemez”; bu yüzden eğri olan şeyden tamamen kurtulmanız ve tanrısal olarak düz olan ile ilgilenmelisiniz. Eğri bir şeyi düzeltmek için harcanan çaba boşa sarf edilen çabadır. Bu yüzden eski yaradılışın düzeltilmesi için gösterilen tüm çabalar Tanrı açısından tamamen boş çabalardır. İnsanlar tarafından kendilerine yararlı olan bir şeyi beslemek ve geliştirmek için uğraşmak yararlı bir tutum olarak görülebilir. Ama Tanrı, çocuklarına yapmaları için kesinlikle çok daha iyi bir şey vermiştir. Tanrının Kendi yarattığı bir şeyi beslemek dahi yanlıştır; çünkü asla onun ürünlerini yüceltmek için hizmet ettirmez; ürünler tamamen Kutsal Ruh’tan, yani,  O’nun övülmesi ve yüceltilmesi için olmalıdır.

Şimdi Galatya’daki kilisenin düştüğü hatanın ne olduğuna bakalım: “Musa’nın yasasına uygun olarak sünnet edilmediğiniz takdirde kurtulamazsınız.” Kurtuluş burada saptırılır ve sanki insanın olabileceği, ya da insanın yapabileceği ya da insanın muhafaza edebileceği bir şeye bağlı hale getirilmiş olur. Böyle bir tutum kurtuluşun tüm görkemli yapısını bozar çünkü imanlının da bildiği gibi kurtuluş yalnızca Mesih’in ne olduğuna ve O’nun ne yaptığına bağlı olan bir gerçektir. Kurtuluşu insanın ne olduğuna ya da ne yaptığına bağlı bir hale getirmek yanlıştır ve tamamen bir kenara atılması gerekir. Başka bir deyiş ile İsmail’in tamamen atılması gerekir ve İbrahim’in tüm umutları Tanrının İshak’ın kişiliğinde yaptıklarına ve verdiklerine bağımlı hale getirilmelidir. Bu sözlerin belirttiği hiç kuşkusuz şudur: insan kendisini yüceltmek için hiç bir şey yapamaz. Eğer şimdiki ya da gelecekteki bereketleme yaradılışta işleyen tanrısal bir değişikliğe bile bağımlı olarak sağlansa idi, benlik kendini yüceltecek idi. Benim yaradılışım geliştirilse idi o zaman bu “bana” ait bir şey olacak idi ve böylelikle Tanrı Kendisine ait olan “tüm” yüceliği alamayacak idi. Ama bana yeni bir yaradılış “sunulduğu” zaman ben bu yaradılışın tamamının Tanrı tarafından tasarlanmış, olgun hale getirilmiş ve yalnızca Tanrı tarafından geliştirilmiş olduğunu anlarım. Tanrı aktördür ve ben tapınan bir yaratığım. Tanrı bereketleyendir ve ben bereketlenenim; ben değil, Tanrı “daha iyi ya da daha üstün” Olan’dır. (İbraniler 7:7) Tanrı verendir ve ben alanım; Hristiyanlığı Hristiyanlık yapan bu gerçeklerdir ve ayrıca bu gerçekler Hristiyanlığı güneşin altında var olan insan dininin her sisteminden farklı kılar; insan dini az ya da çok yaratığa yer verir; köle kadını ve onun oğlunu evde tutar; insana kendisini yüceltmesi için fırsat tanır. Hristiyanlık ise bunun tamamen aksine yaratığı kurtuluş işinin tamamen dışında tutar; köle kadını ve onun oğlunu evden dışarı atar ve “tüm” yüceliği yalnızca O’na, yüceliğin yaraştığı tek Kişi olan Tanrıya verir.

Ama biz şimdi bu köle kadının ve onun oğlunun gerçekten kimler olduklarını ve ortaya koyduklarının ne olduğunu araştıralım. Galatyalılar kitabının 4.bölümü bu iki nokta hakkında ayrıntılı öğretiş sunar. Tek bir sözcük ile açıklayacak olur isek, köle kadın yasa antlaşmasını temsil eder ya da bu antlaşmanın prensibinin sembolüdür (ex ergon nomou, ἐξ ἔργων νόμου, 2:16). Bu durum çok net olarak anlaşılmaktadır. Köle kadın yalnızca tutsaklığa işaret eder ve asla özgür bir kişi doğuramaz. Nasıl doğursun ki? Yasa asla özgürlük veremez idi, çünkü bir insan yaşadığı sürece yasa tarafından yönetilir. Romalılar 7:1. Ben herhangi birinin egemenliği altında olduğum sürece asla özgür olamam. Ama yaşadığım sürece yasa beni yönetir. Ve ölümden başka hiç bir şey beni yasanın egemenliğinden kurtaramaz. İşte Romalılar 7.bölümde yer alan kutlu öğretiş budur: “aynı şekilde, siz de kardeşlerim, bir başkasına yani ölümden dirilmiş olan Mesih’e varmak üzere Mesih’in bedeni aracılığı ile Kutsal Yasa karşısında öldünüz. Bu da Tanrının hizmetinde verimli olmamız içindir.” Romalılar 7:4. İşte özgürlük budur, çünkü “Eğer Oğlu sizi özgür kıldı ise o zaman gerçekten özgürsünüz.” Yuhanna 8:36. “İşte böyle kardeşler, bizler köle kadının değil, özgür kadının çocuklarıyız.” Galatyalılar 4:31.

Şimdi, buyruğa itaat etmek için bizi güçlendiren bu özgürlüğün gücü “köle kadını ve onun oğlunu dışarı atmaktadır.”  Eğer bilinçli olarak özgür değil isem o zaman özgürlüğü elde etmek için mümkün olan en garip şekilde hareket ediyorum demektir; köle kadını evde tutmamam gerekir. Başka bir deyiş ile yasayı yerine getirerek yaşam elde etmenin peşinden gitmem yanlıştır; o zaman kendi doğruluğumu bina etmiş olurum. Hiç kuşkusuz, bu tutsaklık unsurunu dışarı atmak bir mücadele gerektirecektir. Çünkü yasacılık yüreklerimizin çok doğal bir eğilimidir. “Bu, İbrahim’i çok üzdü, çünkü İsmail de öz oğlu idi.” Yaratılış 21:11. Bu durum yine de her şeye rağmen ne kadar üzücü olur ise olsun bizler tanrısal zihin ile uyumlu kalmalıyız; “Mesih bizi özgür olalım diye özgür kıldı. Bunun için dayanın. Bir daha kölelik boyunduruğuna girmeyin.” Galatyalılar 5:1. Sevgili okuyucu, Tanrının bizim için Mesih’teki sağlayışının kutluluğuna öylesine tam ve deneyimli bir şekilde erişelim ki, benlik ile ilgili tüm düşüncelerimizden kurtulalım ve benliğin yapabileceklerinden, ne olduğundan ya da üretebileceklerinden tamamen kurtulabilelim. Mesih’teki doluluk eski yaradılışı evden kovar, çünkü ondan üstündür!

Yaratılış 22

İbrahim şimdi yüreğinin daha ciddi bir denemeye tabi tutulması için ahlak açısından daha uygun bir konumdadır. Uzun zamandır yüreğinde gizli tuttuğu şey, Yaratılış 20.bölümde yüreğinden alınmıştır – köle kadın ve oğlu Yaratılış 21.bölümde evden dışarı gönderilmişlerdir. İbrahim şimdi bir canın yerleştirilebileceği en onurlu konumda bulunmaktadır ve Tanrı İbrahim’i Kendi eli ile bu denemeye yerleştirmiştir. Denemelerin çeşitli türleri mevcuttur – şeytanın elinden gelen deneme; çevremizi kuşatan koşulların biz koyduğu deneme; ama denemenin en yüce karakteri doğrudan Tanrının elinden gelen denemedir, bu deneme Tanrının, sevgili çocuğunu imanının gerçekliğini deneme amacı ile fırına koyduğu zaman gerçekleşir. Tanrı şunu yapacaktır: Tanrının gerçekliğe sahip olması gerekir. “Rab, Rab”, ya da “Peki Efendim, giderim” sözleri yeterli olmayacaktır. Yüreğin en dip noktasına kadar denenmesi gerekir, öyle ki iki yüzlülük ya da sahte ikrar ile ilgili hiçbir şeyin yürekte kalmasına izin verilmesin. “Oğlum, Bana yüreğini ver.” Tanrı şöyle demez: “ Bana aklını, ya da zihnini ya da yeteneklerini, ya da dilini ya da paranı ver” demez; ama “Bana yüreğini ver” der. Ve bizim bu lütufkar buyruğa verdiğimiz karşılığın içten olup olmadığını kanıtlamak için Elini yüreklerimizin çok yakınındaki bir şeyin üzerine koyacaktır. Bu nedenle İbrahim’e şu sözleri söyler: “İshak’ı, sevdiğin biricik oğlunu al ve Moriya bölgesine git. Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun.” Yaratılış 22:2. Bu talep İbrahim’in yüreğinin ta içine işleyen bir taleptir. İbrahim adeta maden eriten kızgın bir kabın içine konulmaktadır. Tanrı, “iç kısımlarda gerçeği görmek ister.” Dudaklarda ya da düşüncelerde pek çok gerçek mevcut olabilir, ama Tanrı yürekteki gerçeği talep eder. Yüreklerimizdeki sevgi ile ilgili sıradan kanıtlar Tanrıyı tatmin etmeyecektir. Kendisi de sevgisi hakkında sıradan bir kanıt vermek ile yetinmemiştir. Tanrı Kendi Oğlunu verdi ve biz günahlarımız ve suçlarımız içinde ölü iken bile bizi bu kadar çok seven O’na sevgimiz ile ilgili çok çarpıcı kanıtlar vermeyi hedeflememiz gerekir.

Ama yine de her şeye rağmen Tanrı yüreklerimizi denediği zaman üzerimize belirgin bir onur ihsan ettiğini görmek iyidir. Hiç bir yerde Rabbin Lut’u ayarttığını asla okumadık. Hayır, Lut’u asla Tanrı ayartmadı, onu ayartan Sodom idi. Lut hiç bir zaman Yehova’nın eli tarafından denenecek yücelikte bir yeterliliğe sahip olmadı. Lut’un yüreği ve Rab arasında büyük bir uzaklık olduğu gereğinden fazla görünüyor idi. Bu yüzden Lut’un yüreğindekileri yüzeye çıkartmak için kızgın bir fırına gerek yok idi. Sodom İbrahim’i ayartmak için bir nedene sahip değil idi. Bu konuyu 14.bölümde İbrahim Sodom kralı ile görüştüğü zaman görmüş ve anlamış idik. Tanrı, İbrahim’in Kendisini Sodom’dan daha fazla sevdiğini biliyor idi. Ama Tanrı İbrahim’in Kendisini herhangi birinden ya da herhangi bir şeyden çok daha fazla sevdiğini görünür hale getirmek için şimdi elini İbrahim’e en yakın olan ve İbrahim’in en çok sevdiği birinin üzerine koyacak idi. “İshak’ı, sevdiğin, biricik tek oğlunu al ve yakmalık sunu olarak sun.” Evet, vaat çocuğu olan İshak; İshak, uzun zaman ertelenmiş umudun objesi, anne ve baba sevgisinin objesi ve yeryüzündeki tüm ulusların, aracılığı ile bereket alacakları İshak! İşte bu İshak’ın yakmalık sunu olarak sunulması talep ediliyor idi. Bu talep, hiç kuşkusuz imanın denemeye konması için idi; öyle ki, iman ateş ile denenerek altından daha değerli olarak ortaya çıksın. Ateş ile denenmesine rağmen iman övgü, onur ve yücelik kazandıracak idi. Eğer İbrahim tüm canı ile Rabbe bağlı olmamış olsa idi böylesine ağır bir buyruğa hiç tereddüt etmeden itaat ederek asla boyun eğemez idi. Ama İbrahim’in yüreğinin kalıcı ve diri desteği Tanrının Kendisi idi. Be bu yüzden İbrahim Tanrı için her şeyden vazgeçmeye hazırlıklı idi.

Tüm kaynaklarını Tanrıda bulmuş olan bir can tüm yaratık akıntılarından tereddüt etmeden vazgeçebilir. Yaratıktan vazgeçebiliriz ya da deneysel olarak ona bağımlı hale gelebiliriz ama tek Kaynak Yaratan’dır ve başka kaynak yoktur. Görünen şeylerden bir başka şekilde vazgeçmeye girişmek var olan en ürünsüz en boş gayrettir; iman enerjisi görünmeyene güvenir. Her şeyimi tanrıda buluncaya kadar İshak’tan vazgeçmem mümkün değildir. İman aracılığı ile “Tanrı sığınağımız ve gücümüzdür, sıkıntıda hep yardıma hazırdır” sözlerini söylemek için güçlendirildiğimiz zaman, işte ancak o zaman “Bu yüzden korkmayız yeryüzü alt üst olsa, dağlar denizlerin bağrına devrilse” sözlerini de aynı anda söyleyebiliriz. Mezmur 46:1,2.

“Ve İbrahim sabah erkenden kalktı, eşeğine palan vurdu.” Burada hazır bir itaat görüyoruz. “acele ettim ve buyruklarını yerine getirmekte gecikmedim.” İman asla koşullara bakmak için ya da sonuçlar üzerinde düşünmek için durmaz.; iman yalnızca tanrıya bakar ve kendisini şöyle ifade eder: “ama beni daha annemin rahminde iken seçip lütfu ile çağıran Tanrı uluslara müjdelemem için Oğlunu bana göstermeye razı olunca hemen insanlara – ete ve kana – danışmadım.” Galatyalılar 1:15,16. Ete ve kana danıştığımız an tanıklığımız ve hizmetimiz lekelenir, çünkü et ve kan asla itaat edemez. Sabah erkenden kalkmamız ve lütuf aracılığı ile tanrısal buyruğu yerine getirmemiz gerekir. Böylece biz bereketlenmiş oluruz ve Tanrı da yücelmiş olur. Eylemimizin temeli olarak Tanrının Kendi sözüne sahip olmak eylemimize her zaman güç ve denge sağlayacaktır. Eğer yalnızca ani duygular ile hareket eder isek ani duygu yatıştığı zaman aynı anda eylem de duracaktır.

Dengeli ve sürekli bir eylem yönü için iki şeye ihtiyaç vardır; eylemin gücü olarak Kutsal Ruh ve eyleme uygun yönü vermek için Tanrının sözü. Bu konuyu açıklar iken daha basit bir örnek kullanalım: bir tren yolu üzerinde buhar (dizel/elektrik) bulmamız gerekir, aksi takdirde demir raylar iş göremezler. Birincisi, aracılığı ile hareket ettiğimiz güçtür ve ikincisi ise yöndür. Tren raylarının buhar olmadan pek işe yaramayacaklarını eklememize gerek yok. Şimdi İbrahim bu olayda her ikisi ile de bereketlenmiş idi, hem Kutsal Ruh hem de Tanrının sözü ile! İbrahim tanrı tarafından verilmiş olan eylemin gücüne sahip idi ve aynı zamanda Tanrı tarafından verilmiş olan harekete geçme buyruğuna da sahip idi. İbrahim’in adanmışlığı çok sağlam bir karakteri ortaya koymaktadır ve bunun önemi çok büyüktür. Genellikle adanmışlık gibi görünen çok şey görürüz; ama aslında bunlar Tanrı sözünün güçlü eylemi altına getirilmemiş olan bir isteğin boş eylemleridirler. Görünürde böyle olan tüm adanmışlık değersizdir ve bu eylemin harekete geçtiği ruh çok büyük bir hız ile sönüp gidecektir. Şu ilke ile hareket edebiliriz; adanmışlık ne zaman tanrısal olarak atanmış olan sınırların ötesine geçer ise o zaman o adanmışlıktan kuşku duymak gerekir. Eğer tanrısal sınırlar içinde değil ise kusurlu ve hatalıdır. İtiraf etmem gerekir ki, Tanrının Ruhunun çok sıra dışı işleri ve yolları mevcuttur. Tanrı bunlar aracılığı ile Kendi egemenliğini ortaya koyar ve sıradan sınırların üstüne yükselir. Ama böyle durumlarda tanrısal eylemin kanıtı her ruhsal zihni ikna etmek için yeterince güçlü olacaktır. Ve hiç bir şekilde gerçek adanmışlığın ilkesinin doğruluğu ile birbirlerine karışmazlar ve ancak tanrısal ilke tarafından yönetilirler. Bir oğul kurban etmek çok sıra dışı bir adanmışlık eylemi gibi görünebilir ama hatırlanması gereken bir şey vardır ve o da şudur: bu eyleme Tanrının gözündeki tüm değerini veririz, çünkü temeli Tanrının buyruğundaki gerçektir.

Sonra gerçek adanmışlık ile bağlantılı olan bir başka şeye daha sahibizdir. Ve bu şey, evlatlık ruhudur. “Ben ve oğlum tapınmak için oraya gidip döneceğiz.” Gerçekten adanmış hizmetkar gözlerini hizmetine değil ama hizmetinden daha büyük olan Efendisi’nin üzerinde tutacaktır ve bu onda bir tapınma ruhu uyandıracaktır. Eğer et ve kana göre efendimi sever isem onun ayakkabılarını mı temizliyorum yoksa arabasını mı sürüyorum gibi konular beni rahatsız etmeyecektir. Ama eğer ben ondan çok kendimi düşünüyor isem o aman bir ayakkabı temizleyicisi değil bir araba şoförü olmayı tercih edeceğimdir. Aynı durum tam olarak göksel Efendi’ye hizmet konumunda da geçerlidir: eğer yalnızca O’nu düşünür isem kiliseler kurmak da çadır dikmek de benim için aynı şey olacaktır. Aynı durumu meleklerin hizmetinde de görebiliriz. Bir melek bir orduyu bozguna uğratmak için gönderilebilir ya da kurtuluşun bir mirasçısına hizmet etmek için yollanabilir; bu melek için fark etmez. Çünkü meleğin görüşünü tamamen dolduran yalnızca Efendi’dir. Biri şu ifade de bulunmuştur: “Eğer gökyüzünden iki melek dünyaya gönderilmiş olsa idi ve meleklerden birinin görevi bir imparatorluğu yönetmek, diğerinin ise sokakları süpürmek olsa idi melekler görevlerinin saygınlıkları konusunda tartışmazlar idi.” Bu ifade çok doğru bir ifadedir ve aynı davranışın bizler için de geçerli olması gerekir. Hizmetkarın her zaman tapınan ile bir olması gerekir. Ve ellerimizin işleri ruhlarımızın hoş kokulu solukları ile kokmalıdır. Başka bir deyiş ile şu hatırda kalacak olan sözlerin ruhu ile görevimizi yerine getirmemiz gerekir. “Tapınmak için oğlum ile birlikte oraya gidip döneceğiz.” Yaratılış 22:5. Böyle bir ruh bizi yalnızca mekanik bir hizmet yapmaktan etkin bir şekilde koruyacaktır; görevimizi mekanik hale getirmeye çok eğilimliyizdir. Sırf bir şeyler yapmak adına bir şeyler yapmak ve Efendimiz ile ilgilenmek yerine işimiz ile meşgul olmak gibi huylara sahibizdir. Her şeyin Tanrıya olan sade imanımızdan ve O’nun sözüne olan itaatimizden kaynaklanması gerekir.

“İbrahim sınandığı zaman iman ile İshak’ı kurban olarak sundu. Vaatleri almış olan İbrahim biricik oğlunu kurban etmek üzere idi.” İbraniler 11: 17. Tanrıdaki işlerimize başlayabilmemiz, devam edebilmemiz ve sona erdirebilmemiz ancak iman aracılığı ile yürümemiz sayesinde mümkün olur. İbrahim oğlunu kurban olarak sunmak için yalnızca yola çıkmak ile kalmadı ama yola devam da etti ve Tanrının gitmesi için belirlemiş olduğu noktaya ulaştı. “Ve İbrahim yakmalık sunu için yardığı odunları oğlu İshak’a yükledi. Ateşi ve bıçağı kendisi aldı. Ve birlikte gittiler.” Yaratılış 22:6. Ve daha sonraki ayette şu sözleri okuruz: “Tanrının kendisine belirttiği yere varınca İbrahim bir sunak yaptı ve üzerine odun dizdi. Oğlu İshak’ı bağlayıp sunaktaki odunların üzerine yatırdı. Onu boğazlamak için uzanıp bıçağı aldı.” Yaratılış 22:9,10. Bu, gerçek bir görev idi. En yüksek aşamada bir “iman eylemi ve bir sevgi işi.” Ağızdan çıkan söz yürekten uzak değil idi; bu sahte ya da taklit bir eylem değil idi. “Olur, giderim efendim” deyip de sonra gitmeyen birinin işi değil idi. Yapılanların hepsi derin bir gerçeklik içeriyor idi; İman her zaman üretmekten zevk duyar ve Tanrı bu imanı kabul etmekten hoşnut olur. Hiç bir talep mevcut değil iken bir adanmışlık gösterisinde bulunmak kolaydır. Ya da şu tür sözler söylemek kolaydır: “Onların hepsi senden dolayı gücenseler bile ben asla senden dolayı gücenmeyeceğim. ….. Senin uğruna ölmem gerekse bile ben yine de seni inkar etmeyeceğim.” Ama önemli olan, deneme esnasında ayakta kalmaktır. Petrus denemeye tabi tutulduğu zaman tamamen çöktü. İman asla ne yapacağından söz etmez, ama Rabbin gücü ile ne yapabileceğinden söz eder. Boş taklitler yapan bir ruh kadar değersiz başka hiç bir şey olamaz. Böyle bir ruh dayandığı temel kadar değersizdir. Ama iman, “denendiği zaman” eyleme geçer. Ve o zamana kadar iman görünmez ve sessiz bir şekilde kalmaya razıdır.

Şimdi Tanrının imanın bu kutsal eylemleri aracılığı ile yüceltildiğini söylemeye gerek yoktur. İman, kutsal eylemlerin her zamanki objesidir. Çünkü bu eylemlerin ortaya çıktıkları kaynak imanın kendisidir. İbrahim’in tüm yaşam öyküsünde Tanrıyı en çok yücelttiği olay Moriya dağında gerçekleşen olaydır. İbrahim sahip olduğu tüm taze kaynakları Tanrıda bulmuş olduğuna dair gerçeğe tanıklık etmek için Moriya dağında güçlendirildi. İbrahim bu taze kaynakların Tanrıda olduklarını İshak’ın doğumundan önce değil İshak’ın doğumundan sonra anlamış idi. Bu çok dokunaklı bir noktadır. Tanrının bereketlerinde dinlenmek bir şeydir, Tanrının Kendisinde dinlenmek ise başka bir şeydir. Bereketin aktığı kanala gözlerimin önünde sahip olduğum zaman Tanrıya güvenmek bir şeydir ve bu kanal tamamen durdurulduğu zaman O’na güvenmek başka bir şeydir. İbrahim’in imanının üstünlüğünü kanıtlayan şey bu idi. İbrahim, Tanrıya yalnızca İshak sağlık ve neşe içinde gözlerinin önünde durduğu zaman sayılamayacak kadar çok bir soy için güvenmek ile kalmadı; İshak sunak üzerinde dumanlar çıkaran bir kurban olarak yatsa idi, İbrahim Tanrıya yine tam olarak güvenecek idi. Bu iman Tanrıya güvenmenin çok yüksek bir düzeyi idi; bu, değeri asla azalmayan bir güven idi. Bu güven kısmen Yaratan’a kısmen yaratığa dayanan bir güven değil idi. Hayır, bu güven tek sarsılmaz temele, Tanrının Kendisine dayanıyor idi. İbrahim, Tanrının gücünü hesaba kattı. Ve asla İshak’ın gücü olduğunu düşünmedi. Tanrısız, tek başına İshak hiç bir şey idi; İshaksız Tanrı ise tek başına her şey idi. Bu ilke nihai önem taşıyan bir ilkedir ve yüreği en derinden deneyen bir testtir. Benim için, tüm bereketlerimin görünen kanalının kuruduğunu görmek fark eder mi? Ben, kaynağın başında ona yeterince yakın olarak tapınan bir ruh ile tüm yaratık akıntılarının kuruduğunu görerek durabiliyor muyum? Bunun çok derin araştıran bir soru olduğunu hissediyorum. “Elimi uzatmak ve uzun yıllar doğmasını beklediğim biricik oğlumu boğazlamak için bıçağı almak!” Bunu kimse yapamaz; İbrahim bunu yapmak için güçlendirildi çünkü gözleri yalnızca diriliş Tanrısını görüyor idi. “İbrahim, tanrının ölüleri bile diriltebileceğini düşündü; nitekim İshak’ı simgesel şekilde ölümden geri aldı.” İbraniler 11: 19.

Tek bir sözcük ile açıklayacak olur isek İbrahim’in işi Tanrı ile idi ve bu oldukça yeterli idi. İbrahim darbeyi vurmak için sıkıntı duymadı. İbrahim gerçekten nihai sınırlara gitmiş idi. Tanrı onun devam edip acı çekme çizgisinin ötesine geçmesine izin vermedi. Kutlu Olan Kendi yüreğinden esirgemediği acıyı İbrahim’in baba yüreğinden esirgedi. Rab bize vurmamak için Kendi Oğlu’na vurdu. Adına övgüler olsun, yüce Rab nihai sınırların ötesine geçti, çünkü “Biricik Oğlu’nu bizden esirgemedi ve uğrumuza O’nu feda etti.” “Rab O’nun ezilmesini uygun gördü, acı çekmesini istedi.” Baba, Golgota tepesinde biricik Oğlu’nu sunduğu zaman göklerden hiç bir ses gelmedi. Hayır! Bu kurban mükemmel olarak yerine getirilen bir kurban idi ve bu Kurban sayesinde bizim sonsuza kadar kalıcı esenliğimiz mühürlendi.

Ama yine de her şeye rağmen İbrahim’in adanmışlığı tam olarak kanıtlandı ve tam olarak kabul edildi. “Şimdi Tanrıdan korktuğunu – Tanrıya tapındığını – anladım. Biricik oğlunu benden esirgemedin.” Yaratılış 22: 12. “Şimdi anladım” sözcüklerine dikkat edin. Daha önce bu hiç bir zaman kanıtlanmamış idi. Hiç kuşkusuz orada idi ve eğer orada ise o zaman Tanrı da bunu zaten biliyor idi, ama burada önemli değere sahip olan nokta şudur: Tanrı bunun Moriya dağındaki sunakta kanıtlanmasından hoşnut oldu; iman her zaman eylem ve Tanrı korkusu da (Tanrıya tapınma)bu eylemden akan ürünler aracılığı ile kanıtlanır. “Atamız İbrahim oğlu İshak’ı sunağın üzerinde Tanrıya adama eylemi ile aklanmadı mı?” Yakup 2:21. Onun imanını sorgulamaya çağırmayı kim düşünebilir idi? Bu olaydan İbrahim’i çıkartacak olur isek o zaman İbrahim Moriya dağındaki bir katilden ve bir çılgından farksız hale gelecektir. İmanı devreye koyalım; o zaman İbrahim adanmış ve tapınan bir imanlı olarak görülecektir. Tanrıdan korkan, O’na tapınan, aklanmış bir kişi. Ama imanın kanıtlanması gerekir. “Kardeşlerim, bir kimse iyi eylemleri yok iken imanı olduğunu söyler ise, bu neye yarar?” Yakup 2:14. Güçsüz ve yararsız bir ikrar ile ne Tanrı ne de insan tatmin olabilir mi? Kesinlikle tatmin olmaz. Tanrı gerçekliği arar ve onu gördüğü yerde onurlandırır. Ve insan ise kendisini eylemler aracılığı ile gösteren bir imanın gerçekliğini anlar. Bizler din ikrarı tarafından kuşatılmış durumdayız. İman sözcüğü herkesin ağzındadır ama imanın kendisi kıymetli bir mücevher taşı gibi enderdir – böyle bir iman kişiye onu hali hazırdaki koşulların kıyısından dışarı itme ve dalgalar ve rüzgarlar ile karşılaşma ve yalnızca onlar ile karşılaşma değil, aynı zamanda onlara dayanma gücü verecektir – Efendi’nin yastığın üzerinde uyuyor gibi görünmesine rağmen!

Ve şimdi burada aklanma konusu ile ilgili olarak Yakup ve Pavlus arasındaki güzel uyuma dikkat çekmek isterim. Kutsal yazıların esin ile yazıldığına dair önemli gerçeği kabul etmiş zeki ve ruhsal okuyucu bu konunun Pavlus ya da Yakup ile ilgili değil ama Kutsal Ruh ile ilgili olduğunu çok iyi bilir. Kutsal Ruh bu onurlu insanlardan her birini düşüncelerini yazacak birer kalem olarak lütufkar bir şekilde kullanmıştır. Ben de düşüncelerimi yazmak için iki değişik türde kalem kullanabilirim ve her iki durumda da iki kalem arasında bir farklılık olması üzerinde durulacak bir konu değildir, çünkü yazar iki tane değil, tektir. Bu yüzden bu iki tanrısal esin ile yazan kullanan kişilerin aynı konuda farklı şeyler yazmaları iki göksel bedenin tanrısal bir şekilde belirlenmiş olan yörüngelerinde çarpışmaları kadar imkansızdır.

Ama normal bir beklenti olarak bu iki elçi arasında tam ve mükemmel bir uyum bulunduğu bir gerçektir. Sözü edilen aklanma konusunda biri diğerinin tamamlayıcısıdır. Pavlus bize içsel ilkeyi verir, Yakup ise bu içsel ilkenin dışsal gelişmesini vermektedir. Pavlus saklı olan yaşamı, Yakup ise görünen yaşamı bildirir. Pavlus insana Tanrı ile ilişkili olarak bakar ve Yakup ise insana insan ile ilişkili olarak bakar. Ve şimdi biz her ikisini de isteriz: içsel olan dışsal olan olmadan yapamaz ve dışsal olan içsel olan olmaksızın değersiz ve güçsüz olacaktır. İbrahim Tanrıya iman ettiği zaman aklandı ve İbrahim oğlu İshak’ı sunduğu zaman aklandı. İlk olayda İbrahim’in gizli duruşuna sahibiz ve ikinci olayda ise gök ve yer tarafından bilinen duruşunu görmekteyiz. Bu ayırımı anlamak yararlıdır. İbrahim Tanrıya iman ettiği zaman gökten ses gelmedi, ama Tanrının görüşüne göre İbrahim orada idi ve sonra bu ona doğruluk sayıldı, ama İbrahim sunak üzerinde oğlunu sunduğu zaman Tanrı şu sözleri söyleyebildi: “Şimdi biliyorum.” Ve tüm dünya İbrahim’in aklanmış bir kişi olduğu gerçeği ile ilgili güçlü ve kesin kanıta sahip oldu. Bu, her zaman böyle olacaktır. İçsel ilke nerede ise dışsal eylem de orada olacaktır. Ama dışsal ilkenin tüm değeri içsel değer ile olan bağlantısından kaynaklanır.

Bir an için İbrahim’in eylemini Yakup tarafından ortaya konan eylemden ayırın ve İbrahim’in imanını Pavlus tarafından ortaya konandan bağımsız kılın ve o zaman iman hangi aklanma eylemine sahip olacaktır? Hiç birine. Tüm değeri, tüm yeterliliği ve tüm erdemi o imanın dışsal görünüşü olduğu gerçeğinden kaynaklanır. Tanrının önünde doğru sayılması zaten bu yüzdendir. Pavlus ve Yakup arasındaki bu hayran kalınacak uyumdan ya da daha doğrusu Kutsal Ruhun sesi – bu sesi çıkartan Pavlus ya da Yakup olabilir, önemli değil - hakkındaki bu güzel uyumdan söz etmeye burada son veriyoruz.

Şimdi bölümümüze geri dönelim. İbrahim’in canının imanının denenmesi aracılığı ile Tanrının karakteri ile ilgili yeni bir keşfe yönlendirilmesinin ne kadar ilginç olduğuna işaret etmek isteriz. Tanrının elinden gelen denemelere tahammül etmek için güçlendirildiğimiz zaman O’nun karakteri ile ilgili bazı yeni deneyimlere yönlendirileceğimiz kesindir. Ve bu gerçek bize denemenin ne kadar değerli olduğunu bildirir. Eğer İbrahim oğlunu boğazlamak için bıçağı almak üzere elini uzatmamış olsa idi burada Yahve yire olarak adlandırdığı Tanrının bu adının zenginliğini ve derinliğini asla bilmeyecek idi. Tanrının ne olduğunu gerçekten yalnızca denenmeye konduğumuz zaman keşfederiz. Denenmeler olmadan yalnızca teoristler olabiliriz ve Tanrı böyle olmamızı istemez. O bizim O’nun Kendisindeki diri derinliklere girmemizi ister – O’nun ile kişisel paydaşlıktan kaynaklanan tanrısal gerçeklikler. İbrahim o gün Moriya bölgesine doğru gider iken her adım atışında kim bilir nasıl farklı duygular ve düşünceler içinde idi! Ve yine aynı şekilde Moriya’dan Beer  Şeva’ya ya da Rabbin dağından ant kuyusuna doğru döner iken duygu ve düşünceleri ne kadar farklı idi! Tanrı ile ilgili düşünceleri ne kadar farklı idi! Ve oğlu İshak hakkındaki düşünceleri ne kadar farklı idi! Aslında her konudaki düşünceleri ne kadar farklı olmalı idi! Gerçekten de “denenmeye dayanan kişiye ne mutlu!” diyebiliriz. Denenme Rabbin Kendisi tarafından kişinin üzerine konan bir onurdur. Ve böyle bir deneyimin verdiği derin ruhsal bereketin takdir edilmesi zordur! Mezmur 107 de yer alan sözcükleri kullanacak olur isek insanlar çözüm yolu bulamayıp tamamen çaresiz kaldıkları yere getirildikleri zaman Tanrının ne olduğunu keşfettikleri zamandır. Ah, lütuf denenmelere tahammül için güç versin, Tanrının ustalığı ortaya çıkabilsin ve Adı bizde yüceltilsin.

Bu bölüm ile ilgili düşüncelerime son vermeden önce dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta daha var ve o da şudur: yapmak için hazır olduğunu tam olarak göstermiş olduğu eylem için Tanrı itimadı İbrahim’e verir. “Rab diyor ki, ‘Kendi üzerime ant içiyorum. Bunu yaptığın için biricik oğlunu esirgemediğin için seni fazlası ile kutsayacağım; soyunu göklerin yıldızları ve kıyıların kumu kadar çoğaltacağım. Soyun düşmanlarının kentlerini mülk edinecek. Soyunun aracılığı ile yeryüzündeki tüm uluslar kutsanacak. Çünkü sözümü dinledin.” Yaratılış 22:16-18. Bu sözler İbraniler kitabının 11.bölümünde ve aynı zamanda Yakup kitabının 2.bölümünde önümüze konulduğu gibi Ruhun İbrahim ile ilgili sözü ile güzel bir birlik içindedir. Ayetlerin her ikisinde de İbrahim’e oğlu İshak’ı sunak üzerinde sunmuş olarak bakılır. Bu konunun tamamında işlenen büyük ilke şudur: İbrahim Tanrının eli tarafından konduğu denenmeye hazır olduğunu kanıtladı ve ayrıca onu aklanmış kişi konumuna getiren de bu aynı ilke idi. İman, tam anlamı ile O’nun yeterliliğidir. Ve bu yüzden her şeyi bir kenara atabilir. Bu yüzden İbrahim şu sözlerin değerini tam olarak takdir edebildi: “Kendi üzerime ant içiyorum.” Evet, bu harika sözcükler, “kendi üzerime” sözcükleri iman adamı için her şey anlamına geliyor idi. Çünkü Tanrı İbrahim’e söz verdiği zaman ant içebileceği daha yüce biri olmadığı için Kendi üzerine ant içmiş idi. Çünkü insanlar kendilerinden daha yüce bir şey üzerine ant içerler ve onaylanması gereken bir ant onlar için tüm mücadelenin sonu anlamına gelir. Tanrı Kendi üzerine bir ant içerek şunu onayladı: Tanrı, amacının değişmezliğini mirasçılarına göstermek için çok istekli idi. Diri Tanrının sözü ve andı insan isteğinin tüm mücadelelerine ve işlerine bir son vermelidir. Ve bu fırtınalı dünyanın tüm fırlatmaları ve kargaşasının ortasında can için hareket ettirilemez bir gemi demiri oluşturmalıdır.

Şimdi sürekli olarak kendimizi yargılamamız gerekir, çünkü Tanrının vaadi yüreklerimizde çok küçük bir güce sahiptir. Tanrının vaadi gerçektir ve biz bu vaade inandığımızı ikrar ederiz, ama ah! Bu ikrarımız olması gerektiği kadar derin, kalıcı ve etkileyici bir gerçeklik değildir. Tanrının vaadinden o “güçlü teselliyi” çekip alamayız. İman gücü, Tanrı vaadi açısından İshak’’ımızı boğazlamak için ne kadar az hazırız! Tanrıya feryadımız şu olmalıdır: bize O’ndaki imanın bir yaşamının kutlu gerçekliğini anlayabilmemiz için daha derin bir anlayış ihsan etmek üzere lütufkar davranmaktan hoşnut kalsın, öyle ki Yuhanna’nın şu sözünün değerini daha iyi kavrayabilelim: “Dünyaya karşı bize zafer kazandıran imanımızdır.” Dünyayı yalnızca iman aracılığı ile yenebiliriz. İmansızlık bizi hali hazırdaki değerlerin altına koyar. Başka bir deyiş ile dünyaya bizim üzerimizde zafer verir. Kutsal Ruhun öğretişi aracılığı ile Tanrının yeterliliğini anlamış olan bir can buradaki değerlerden tamamen bağımsızdır. Sevgili okuyucu, bu gerçeği Tanrıdaki sevincimiz ve esenliğimiz için ve O’nun bizdeki yüceliği için bilelim.

Yaratılış 23

Bu esin ile yazılmış olan kısa bölüm cana çok tatlı ve yararlı bilgi sağlar. Bu bölümde Kutsal Ruh önümüze güzel bir örnek koyar; iman adamı bu güzel örneği hedef almalıdır. İmanın, bir kişiyi dünya insanlarından bağımsız hale getirdiği doğru iken, tanrısal bir gerçek iken imanın aynı zamanda bu insanlara her zaman içtenlikle davranılmasını öğrettiği de doğrudur. “Öyle ki, kimseye muhtaç olmadan öbür insanların önünde saygın bir yaşam süresiniz.” 1.Selanikliler 4:12. “Çünkü yalnız Rabbin gözünde değil, insanların gözünde de doğru olanı yapmaya çalışıyoruz.” 2.Korintliler 8:21. “birbirinizi sevmekten başka hiç kimseye bir şey borçlu olmayın.” Romalılar 13:8. Bunlar önemli konulardır; Mesih’in sadık hizmetkarları tarafından tüm çağlarda gözlemlenmiş konulardır. Ama ne yazık ki günümüz dönemlerinde bu konulara yeterince önem verilmemektedir.

Bu nedenle Yaratılış kitabının 23.bölümüözel bir dikkat gerektirmeye değer bir bölümdür. Bölüm Sara’nın ölmesi ile başlar ve İbrahim2i yeni bir özelliği ile, yas tutan biri olarak sunar. “İbrahim yas tutmak ve ağlamak için Sara’nın ölüsünün başına gitti.” Yaratılış 23:2. Tanrının çocuğunun bu gibi durumlar ile karşılaşması gereklidir, ama bu gibi durumları diğer kişilerden farklı olarak karşılaması gerekir. Diriliş ile ilgili büyük gerçek onu rahatlatacaktır ve onun üzüntüsüne oldukça farklı bir üzüntü katacaktır. “Kardeşler, umudu olmayan öbür insanlar gibi kederlenmemeniz için gözlerini yaşama kapamış olanlar konusunda bilgisiz kalmanızı istemiyoruz. İsa’nın ölüp dirildiğine inanıyoruz. Aynı şekilde Tanrı İsa’ya bağlı olarak gözlerini yaşama kapamış olanları O’nun ile birlikte geri getirecektir.” 1.Selanikliler 4:13,14. İman adamı bir erkek kardeşin ya da kız kardeşin mezarı başında durabilir ve mezarın onu uzun süre tutsak edemeyeceğinin bilinçli mutluluğu içindedir. “Yalnız yaratılış değil biz de – evet Ruhun turfandasına sahip olan bizler de – evlatlığa alınmayı, yani bedenlerimizin kurtulmasını özlem ile bekleyerek içimizden inliyoruz.” Romalılar 8:23.

Ben şimdi İbrahim’in dirilişe olan imanını ifade ederek Makpela tarlasında mezar yapacağı bir toprak satın aldığına inanıyorum. “Ölüsünü kaldırıp oraya gömdü.” İman, ölümü uzun süre göz önünde tutamaz. Övgüler olsun ki diri Tanrı dirilişi sağlamıştır. İmanın görüşünü her zaman diriliş doldurur. Ve iman dirilişin gücü ile ölüler önünde yükselir. İbrahim’in bu eyleminde pek çok anlam gizlidir. Biz bu eylemin anlamını şimdi daha ayrıntılı olarak anlamak istiyoruz, çünkü bizler ölüm ve onun sonuçları ile meşgul olmaya gereğinden fazla eğilim gösteririz. Ölüm şeytanın gücünün bağıdır, ama şeytanın son bulunduğu yerde Tanrı başlar. İbrahim gidip Makpela’daki tarlada bulunan bir mağarada Sara için bir uyku yeri satın aldığı zaman bunu anladı. İbrahim’in gelecek ile ilgili düşüncesinin ifadesi bu şekilde oldu. İbrahim gelecek olan çağlarda Tanrının Kenan ülkesi hakkındaki vaadinin yerine geleceğini biliyor idi ve “kesin ve görkemli bir dirilişin umudu ile Sara’nın bedenini mezara koyacak gücü bulabildi.

Earth as seen from space
Makpela

Hititliler bu konu hakkında hiç bir şey bilmiyorlar idi. İbrahim’in canını dolduran bu gerçek düşünceler sünnetsiz Hitit oğulları için tamamen yabancı düşünceler idi. Onlara göre İbrahim’in ölüsünü nereye gömeceği basit bir mesele gibi görünüyor idi. Ama İbrahim açısından bu mesele hiç de basit bir mesele değil idi. İbrahim Hititlere şöyle dedi: “Ben aranızda konuk ve yabancıyım. Bana mezar yapabileceğim bir toprak satın. Ölümü kaldırıp gömeyim.” Yaratılış 23: 4. Bir mezar konusunu böyle önemli bir hale getirmek Hititlilere garip görünebilir idi ve öyle de görünüyor idi. Ama sevgili okuyucu, “dünya O’nu tanımadığı gibi bizi de tanımıyor.” İmanın en güzel izleri ve özellikleri doğal ya da eski yaratılıştaki insan için anlaşılması en zor olan konulardır. İbrahim’in bu konudaki eylemlerine özellik katan değerleri ya da beklentileri hakkında Hititlilerin en ufak bir fikirleri dahi yok idi; İbrahim’in Kenan ülkesine sahip olunacağı günlere bakarak hareket ettiğini Hititlilerin anlamaları imkansız idi. İbrahim, yalnızca DİRİLİŞ SABAHINDA ölü bir kişi olarak Tanrının zamanını bekleyebileceği bir yer arıyor idi. İbrahim Hitit oğulları ile arasında herhangi bir çatışma hissetmedi ve bu yüzden başını mezara koymaya oldukça hazırlıklı idi ve Tanrıya kendisi için, kendisi ile ve kendisi aracılığı ile hareket etmesi için izin verdi.

“Bu kişilerin hepsi imanlı (kata pistin, κατὰ πίστιν) olarak öldüler. Vaat edilenlere kavuşamadılar ise de bunları uzaktan görüp selamladılar ve yeryüzünde yabancı ve konuk olduklarını açıkça kabul ettiler.” İbraniler 11:13. Bu tanrısal yaşamda gerçekten farklı bir özelliktir. Elçinin, İbraniler kitabının 11.bölümünde sözünü ettiği bu “tanıklar” yalnızca iman ile yaşamadılar, ama yaşamlarının sonuna vardıkları zaman bile Tanrının vaatlerinin canlarını ilk başlangıçta olduğu gibi gerçek ve tatmin edici olduğunu kanıtladılar. Ben şimdi ülkede bir mezar yeri almanın yalnızca yaşamak için değil ama ölmek için de iman gücünün bir gösterisi olduğuna inanıyorum. İbrahim bu satın alma konusunda neden bu kadar özel bir şekilde davrandı? İbrahim neden herkesin duyacağı bir biçimde Efron’a tarlanın parasını ödemek için ısrar etti? Ve neden Efron’un Hititlilerin önünde sözünü ettiği dört yüz şekel gümüşü “tüccarların ağırlık ölçülerine göre” tarttı? Bu soruların yanıtı, imandır! İbrahim yaptığı her şeyi iman ile yaptı. Tanrının vaat ettiği ülkeyi verdiğini biliyor idi ve soyunun bu ülkeye görkemli bir şekilde sahip olacağını biliyor idi ve o zamana kadar hiç kimseye borçlu olmak istemiyor idi.

Böylece bu güzel bölümü iki açıdan gelen ışık içinde gözden geçirebiliriz. İlki, önümüze bu dünyanın insanları ile olan ilişkilerimiz hakkında sade ve pratik bir ilke koyar. Ve ikincisi, iman adamının her zaman hatırlaması gereken kutlu umudu sunan bakış açısıdır. Bu iki noktayı bir araya getirdiğimiz zaman Tanrının çocuğunun her zaman ne olması gerektiğine dair bir örneğe sahip oluruz. Müjde’de önümüze konan umut, görkemli bir ölümsüzlüktür ve bu yüreği doğanın ve dünyanın her etkisinin üzerine yükseltir. Bu umuda sahip olmayan kişiler ile ilgili tüm ilişkileri yönetmek için yüce ve kutsal bir ilke oluşturur. “Sevgili kardeşlerim, daha şimdiden tanrının çocuklarıyız. Ama ne olacağımız henüz bize gösterilmedi. Ancak Mesih göründüğü zaman O’na benzer olacağımızı biliyoruz. Mesih’te bu umuda sahip olan, Mesih pak olduğu gibi kendini pak kılar.” 1.Yuhanna 3:2,3. Bir gün O’na tamamen benzer olacağımızı biliyor isek O’na şimdiden benzemeye başlamayı arzu ederiz. Bu yüzden imanlının her zaman herkesin önünde saflık, saygınlık ve ahlaki lütuf içinde yürümeye özen göstermesi gerekir.

Bu durum Hititliler ile ilgili olan olayda da İbrahim için söz konusu idi. Bölümümüzde ortaya konduğu gibi İbrahim’in tüm davranış ve tutumu çok saf ve ilgisizlik gibi görünen bir eylem sanılabilir idi. İbrahim Hititliler arasında önemli bir bey idi. Ve Hititliler ondan iyiliklerini esirgemek istemiyorlar idi. Ama İbrahim iyiliklerini yalnızca diriliş tanrısından almayı öğrenmiş biri idi ve Makpela tarlasındaki mağara için “onlara” para öder iken aslında Kenan ülkesi için “Tanrı’ya” bakıyor idi. Hitit oğulları tüccarların ağırlık ölçüleri ile ilgili para değerlerini iyi biliyorlar idi ve İbrahim de Makpela’daki mağaranın değerini iyi biliyor idi. Hititliler için ülkenin değeri dört yüz şekel gümüş idi, ama İbrahim için ülkenin değeri ölçülemez idi; ülke sonsuza kadar kalıcı bir miras idi ve sonsuza kadar kalıcı bir miras olduğu için de ona yalnızca dirilişin gücünde sahip olunabilir idi. İman, cana ileriye, Tanrının geleceğine doğru yol gösterir. İman her şeye Tanrının baktığı gibi bakar ve onları kutsal yerin yargısı ile uyumlu olarak değerlendirir. Bu nedenle İbrahim iman zihniyeti içinde ölüsünü kaldırdı ve onu gömecek bir yer satın aldı ve bu yerin İbrahim’in diriliş umudunu ve onun üzerinde temellenmiş olan mirası ile ilgili umudu ortaya koyar.

Yaratılış 24

Bu bölümün kendisinden önce gelen iki bölüm ile bağlantısına dikkat etmemizde yarar vardır. Yaratılış 22.bölümde oğul sunulur; Yaratılış 23.bölümde sara bu dünyadan ayrılır ve Yaratılış 24.bölümde hizmetkar, mecazi olarak ölümden diriltilmiş İshak için bir gelin tedarik etmek üzere göreve gönderilir. Bu bağlantı çok çarpıcı bir şekilde kilisenin çağrılışı ile ilgili olayların düzeni ile benzeşmektedir. Bu benzetme tanrısal bir orijin olarak düşünülebileceği gibi aynı zamanda bazı kişilerin zihinlerinde bir soru da uyandırabilir. Ama yine de bu benzetmenin en azından dikkate alınması gerekir.

Yeni Antlaşma’ya döndüğümüz zaman burada gözümüze çarpan büyük olayların ilki Mesih’in reddedilmesi ve ölmesidir. İkinci olay ise İsrail’in et ve kan olarak bir kenara ayrılmasıdır. Ve son olay olarak da gördüğümüz şudur: Kilisenin Kuzu’nun Gelini’nin yüce konumuna ulaşması için çağrılmasıdır.

Şimdi tüm bunlar bu bölümün ve önceki iki bölümün içeriği ile tam olarak uyum halindedir. Bu konudan uygun bir dil ile söz edecek olur isek Kilisenin çağrılması için Mesih’in ölümünün yerine gelmiş olan bir gerçek olması gerekir. “Yeni bir insanın “ geliştirilebilmesi için “orta duvarın parçalara ayrılarak” yıkılması gerekiyor idi. Kilisenin Tanrının yollarında işgal ettiği yeri bilebilmemiz için bu konuyu iyi anlamak önemlidir. Yahudi düzeni var olduğu sürece Yahudi ve diğer uluslar arasındaki ayrılık mevcut ayrılıkların en katısı idi. Ve bu yüzden her ikisinin tek bir insanda birleştirilmesi fikri bir Yahudi için, zihninde yer alamayacak kadar uzak bir fikir idi. “Bir Yahudinin başka ulustan biri ile ilişki kurmasının ve onu ziyaret etmesinin töremize aykırı olduğunu bilirsiniz. Oysa Tanrı bana hiç kimseye bayağı ya da murdar dememem gerektiğini gösterdi.” Elçilerin İşleri 10:28.

Eğer İsrail Tanrının kendisini lütufkar bir şekilde getirmiş olduğu ilişkinin gerçeğine uygun olarak yürümüş olsa idi, özel ayrıcalık ve üstünlük konumlarında devam edecekler idi, ama İsrail bunu yapmadı ve bu yüzden yaşam ve yücelik Rabbini çarmıha gererek suçlarının ölçüsünü tamamladıkları ve Kutsal Ruhun tanıklığını reddettikleri zaman İsrail’e tanıklığın devam ettiği süre içinde Tanrının planlarının gizli tutulduğu dönemde elçi Pavlus’un yeni bir konuya hizmet etmek üzere yükseltildiğini görürüz. “Bu nedenledir ki, ben Pavlus siz uluslar uğruna Mesih İsa’nın tutuklusu oldum. Tanrının bana bağışladığı lütfu size ulaştırmak ile görevlendirildiğimi duymuşsunuzdur. Yukarda kısaca değindiğim gibi Tanrı, sır olan tasarısını bana vahiy yolu ile bildirdi. Bu mektubu okuduğunuz zaman Mesih sırrını nasıl kavradığımı anlayabilirsiniz. Bu sır önceki kuşaklara açıkça bildirilmemiş idi. Şimdi ise Mesih’in kutsal elçilerine ve peygamberlerine (tois hagiois apostolois autou kai prophetais, τοῖς ἁγίοις ἀποστόλοις αὐτοῦ καὶ προφήταις)) Ruh aracılığı ile açıklanmış bulunuyor. Şöyle ki, öteki uluslar da mirasa ortaktır; aynı bedenin üyeleridir ve müjde aracılığı ile Mesih İsa’da vaade ortaktır.” Efesliler 3:1-6. Bu ifade kesin ve nihaidir. Yahudi ve diğer uluslardan oluşan kilisenin sırrı şudur: Kilise tek bir Ruh tarafından bir bedende vaftiz edilmiştir ve göklerdeki görkemli Baş ile birleşmiştir. Bu sır Pavlus’un gününe kadar hiç bir zaman açıklanmamış idi. Elçi bu sır ile ilgili sözlerine şöyle devam eder: “Tanrının etkin gücü ile bana verilen lütuf armağanı uyarınca bu müjdeyi yaymak ile görevlendirildim.” (ayet 7) Yeni Antlaşma’nın elçileri ve peygamberleri bilindiği gibi bu görkemli binanın ilk katı olarak oluşturuldular. “Elçiler ile peygamberlerden oluşan temel üzerine inşa edildiniz. Köşe Taşı Mesih İsa’nın Kendisidir.”(Bakınız Efesliler 2:20) Durum bu olduğu için karşımıza çıkan sonuç şudur: Bu binanın daha önceden başlatılması mümkün değil idi. Eğer bu bina Habil’in günlerinden başlayarak devam etmiş olsa idi o zaman elçi şu sözleri söyleyecek idi:  Eski Antlaşma kutsallarından oluşan temel üzerine inşa edildiniz! Ama elçi bu sözleri söylememiştir ve bu yüzden şu sonuca varıyoruz: Eski Antlaşma kutsallarına atanmış olan konum ne olur ise olsun onların Tanrının amacı dışında varlığı olmayan bir bedene ait olmaları mümkün olamaz idi; Mesih ölünceye ve dirilinceye kadar ve sonunda Kutsal Ruh’un gönderilişi gerçekleşene kadar bu imkansız idi. Eski Antlaşma kutsalları kurtulmuşlar idi; Tanrıya övgüler olsun ki Mesih’in kanı sayesinde kurtulmuşlar ve kilise ile birlikte göksel yüceliğin tadını çıkartmak için belirlenmişler idi. Ama onların zamanından yüzlerce yıl sonra var olacak olan bir bedende bir parça oluşturmaları mümkün değil idi.

Eğer şimdi burada yapabilmem mümkün olsa idi bu çok önemli gerçek ile ilgili daha ayrıntılı bir anlatıma girebilir idim ama şimdi bölümümüzde ilerlemem gerekiyor; bu konuya ilgili bir soruya yanıt vermek için burada kısaca değindim, çünkü Yaratılış 24.bölümün konumu aracılığı ile bu konunun varlığından haberdar ediliyoruz.

Bazı zihinlerde bu konu ile ilgili şöyle bir soru yer alabilir: Kutsal Yazıların bu çok derin ve ilginç kısmına kilisenin Kutsal Ruh tarafından çağrılıp çağrılmadığı açısından bakmamız gerektiği zaman ben kendi adıma bu konuya o görkemli işin bir “örneği” olarak düşünüyorum ve kendimi o zaman daha mutlu hissediyorum. Tanrının Ruhunun sıra dışı uzunluktaki bir bölümü bir aile sözleşmesinin ayrıntıları ile doldurma nedeninin bu sözleşmenin büyük ve önemli bir gerçeğin örneğini teşkil ediyor olmasına bağlıyoruz; aksi takdirde böyle yapmaz idi. “Bizden önce yazılmış olan her şey bizim öğrenmemiz için yazılmıştır.” Bu dikkat çeken güçlü ifadenin üzerinde durmak gerekir. Bu yüzden incelediğimiz bu bölümden öğrenmemiz gereken nedir? Ben, öğrenmemiz gereken şeyin güzel ve yerinde bir örnek ya da kilise ile ilgili büyük sırrın bir ön bilgisi olduğuna inanıyorum. Eski Antlaşma’da bu sır ile ilgili doğrudan bir açıklama yer almadığı için bu konuyu anlamak önemlidir. Doğrudan açıklama olmasa da bu konuya dikkat çekecek bir şekilde olaylar ve koşullar aracılığı ile imada bulunulur, örneğin önümüzdeki bölümde bu konuda imalı bir şekilde ön bilgiler yer almaktadır. Görmüş olduğumuz gibi oğul mecazi bir sunu örneği olarak sunulur ve ölümden geri alınır. Orijinal olarak alışılmışın dışında bir anne ve baba yerine baba tarafından bir elçi oğul için bir gelin tedarik etmek üzere gönderilir.

Şimdi tüm bölümün içeriğini net ve tam bir şekilde anlamak için şu noktalar üzerinde düşünmemiz gerekecektir: “.”Ant”; 2.”Tanıklık”; 3.”Sonuç.” Rebeka’nın çağrılmasının ve yüceltilmesinin temelinin İbrahim ve onun hizmetkarı arasındaki ant olduğunu gözlemlemek hoştur. Rebeka tam olarakTanrının amacı içindeki bir konumda bulunmasına rağmen kendisinin bu konumundan haberi yok idi; aynı şey bir bütün ve her bir parça olarak Tanrının kilisesi için de tam olarak geçerlidir. “Henüz döl yatağında iken gözlerin gördü beni. Bana ayrılan günlerin hiç biri gelmeden hepsi senin kitabına yazılmış idi.” Mezmur 139: 16. “Bizi Mesih’te her ruhsal kutsama ile göksel yerlerde kutsamış olan Rabbimiz İsa Mesih’in Babası tanrıya övgüler olsun. O, Kendi önünde sevgide kutsal ve kusursuz olmamız için dünyanın kuruluşundan önce bizi Mesih’te seçti.” Efesliler 1:3,4. “Çünkü tanrı önceden bildiği kişileri Oğlu’nun benzerliğine dönüştürmek üzere önceden belirledi. Öyle ki, Oğul bir çok kardeş arasında ilk doğan olsun.” Romalılar 8:29,30. Bu kutsal yazıların hepsi şu anda önümüzde olan nokta ile çok güzel bir uyum içindedirler. Çağrı, aklanma ve kilisenin görkemi, tüm bunların hepsi Tanrının sonsuz amacı üzerinde temele sahiptirler – Tanrının sözü ve andı, Oğul’un ölümü, diriltilişi ve yüceltilişi aracılığı ile tasdik edilmiştir. Zaman sınırlarının ötesindeki çok önce bir dönemde Tanrının sonsuz zihnindeki derin düşünceler kilise ile ilgili bu harika planı kurmuştur. Ve bu harika plan hiç bir şekilde Oğul’un yüceliği ile ilgili tanrısal düşünceden ayrılamaz. İbrahim ve hizmetkarı arasındaki andın konusu oğlu ile ilgili bir eş tedarik edilmesi idi. Babanın oğlu için olan arzusu hizmetkarı saygınlığı olan Rebeka’ya yönlendirdi. Bunu görmek insanı mutlu ediyor. Kilisenin güvenliğinin ve bereketinin Mesih ve O’nun yüceliği ile ayrılmaz bir şekilde nasıl bir arada bulunduğunu görmek insana huzur veriyor. “Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı.” 1.Korintliler 11:8,9. Aynı şey evlilik yemeğindeki güzel benzetme için de geçerlidir. “göklerin Egemenliği oğlu için düğün şöleni hazırlayan bir krala benzer.” Matta 22:2. Oğul, Tanrının tüm düşünce ve tasarılarının en büyük objesidir ve eğer biri bereketlenecek ya da yüceltilecek ya da saygınlık alacak ise bunlar ancak Oğul ile olan bağlantısı aracılığı ile mümkün olabilir. Bu değerler ile ilgili tüm ünvanlar ve hatta yaşamın kendisi günah yüzünden ceza olarak haklarını kaybetmişler idi, ama Mesih günah ile ilgili cezanın tümünü üzerine aldı; Bedeni olan kilise adına her konudaki tüm sorumluluğu üstlendi; kiliseyi temsil etmek için çarmıha çivilendi; kilisenin günahlarını ağaç üzerinde Kendi bedeninde taşıdı ve bu günahların tüm ağırlığı altında aşağı mezara indi. Bu nedenle kilisenin kendisine karşı olan her şey üzerinde olabilecek en tam kurtuluşa sahip olduğu kesindir. Kilise tüm günahlarının orada bırakıldığı Mesih’in mezarından dışarı çıkarak dirildi. Kilisenin sahip olduğu yaşam ölümün öte yanına geçmiş olan bir yaşamdır; var olabilecek her türlü talep karşılanmıştır. Bu yüzden bu yaşam tanrısal doğruluk ile bağlantılıdır ve bunun üzerinde temellenmiştir. Ölümün gücünü tamamen tüketen yaşam, yani kilisenin yaşamı, Mesih’in yaşamıdır. Böylece kilise tanrısal yaşamın tadını çıkartır; tanrısal doğruluğa sonsuza kadar sahiptir ve onu dirilten umut doğruluğun umududur. (diğer ayetlere de bakınız: Yuhanna 3:16; Yuhanna 5:39; Yuhanna 6:27, 40, 47,68; Yuhanna 11:25; Yuhanna 17:2; Romalılar 5:21; Romalılar 6:23; 1.Timoteos 1:16; 1.Yuhanna 2:25; 5:20; Yahuda 21; Efesliler 2:1-6,14,15; Koloseliler 1:12-22; Koloseliler 2:10-15; Romalılar 1:17; Romalılar 3:21-26; Romalılar 4:5,23,25;2.Korintliler 5:21; Galatyalılar 5:5.)

Bu ayetler şu üç noktayı tam olarak bina eden ayetlerdir: Yaşam, doğruluk ve kilisenin umudu; tüm bunların hepsinin kaynağı kilisenin ölümden dirilmiş Olan ile birleşmiş olmasıdır. Mesih’in yüceliği için kilisenin varlığının elzem olduğu konusundaki kanaat kadar kiliseye güvenlik sağlayan başka hiç bir şey yoktur. “Kadın, erkeğin yüceliğidir.” 1.Korintliler 11:7. Ve yine başka bir ayette kilise “her şeyi dolduranın doluluğu” olarak adlandırılır.” Efesliler 1:23. Bu sonuncusu çok dikkat çeken bir ifadedir. “Doluluk” olarak çevrilen sözcük, tamamlık anlamına gelir; bir şeye eklendiği zaman o şeyi tam hale getiren olarak tercüme edilebilir. Böylece Mesih Baş’tır ve kilise Beden’dir ve her ikisi birlikte “yeni bir insan” oluştururlar. Efesliler 2:15. Konuya bu görüş açısından bakıldığı zaman, kilisenin Tanrının sonsuz amaçlarının objesi olması gerektiğine şaşırmamak lazımdır. Kiliseye beden, gelin, yardımcı olarak baktığımız zaman lütuf yardımı ile hissettiğimiz şudur: dünyanın kuruluşundan önce Rebeka İshak için gerekli idi ve bu yüzden gizli tasarının öznesi idi; ama Rebeka yine de yüce yazgısı hakkında bilgiye sahip değil idi. İbrahim’in tüm zihni İshak hakkında düşünceler ile dolu idi. İbrahim uşağına, “Yerin göğün Tanrısı Rabbin adı ile ant içmeni istiyorum. Aralarında yaşadığım Kenanlılardan oğluma kız almayacaksın. Oğlum İshak’a kız almak için benim ülkeme, akrabalarımın yanına gideceksin.” Yaratılış 24:2-4. Burada gördüğümüz gibi en önemli nokta, “Oğlu İshak’a kız alınması” idi. “İnsanın yalnız olması iyi değildir.” Bu ifade, kilise ile ilgili çok derin ve bereketli bir görüşün ortaya çıkmasını sağlar. Tanrının tasarılarına göre gelin(kilise) Mesih için gereklidir. Ve Mesih’in tamamlamış olduğu işteki tanrısal sağlayış kilisenin var olmaya çağrılması için yapılmıştır.

Bu tür bir gerçeğin karakteri ile meşgul olduğumuz zaman, artık Tanrının zavallı günahkarları kurtarıp kurtarmayacağı bir soru olmaktan çıkar. Tanrı aslında “Oğlu için bir evlilik” ister ve kilise belirlenmiş olan bu gelin’dir – gelin Babanın amacının objesi, Oğul’un sevgisinin objesi ve Kutsal Ruhun tanıklığıdır. Gelinin Oğlun tüm saygınlık ve görkemine paydaş olması gerekir, çünkü gelin aynı zamanda Oğul’un sonsuza kadar kalıcı objesi olan tüm o sevgiye de paydaştır. Bu konuda Oğul’un kendi sözlerine kulak verelim: “Bana verdiğin yüceliği onlara verdim. Öyle ki bizim bir olduğumuz gibi bir olsunlar. Ben onlarda, Sen bende olmak üzere tam bir birlik içinde bulunsunlar ki, dünya beni senin gönderdiğini ve beni sevdiğin gibi onları da sevdiğini anlasın.” Yuhanna 17:22,23. Bu ifade, tüm meseleyi net olarak ortaya koyar. Burada alıntısı yapılan bu sözcükler bize yalnızca Mesih’in kilise ile ilgili olarak yüreğindeki düşünceleri bildirirler. Kilisenin Mesih gibi olması gerekir, ama yalnızca bu kadar da değil, çünkü kilise zaten şimdiden Mesih nasıl ise öyledir. Elçi Yuhanna bu konu  ile ilgili olarak bize şunları söyler: “Yargı gününde cesaretimiz olsun diye sevgi böylelikle içimizde yetkin kılınmıştır. Çünkü Mesih nasıl ise biz de bu dünyada öyleyiz.” 1.Yuhanna 4:17. Bu gerçek cana tam bir güvence sağlar. “Yine biliyoruz ki, Tanrının Oğlu gelmiş ve gerçek Olan’ı tanımamız için bize anlama gücü vermiştir. Biz Gerçek Olan’dayız. O’nun Oğlu İsa Mesih’teyiz. O, gerçek Tanrı ve sonsuz yaşamdır.” 1.Yuhanna 5:20. Burada bu konuda belirsizlik ile ilgili hiç bir temel mevcut değildir. Damatta Gelin için her şey güvence altına alınmıştır. İshak’a ait olan her şey Rebeka’ya da ait oldu, çünkü İshak Rebeka’ya ait idi ve aynı şekilde Mesih’e ait olan her şey de Kilise’ye ait oldu. “Bu nedenle hiç kimse insanlar ile övünmesin. Çünkü “her şey sizindir.” Pavlus, Apollos, Kefas, dünya, yaşam ve ölüm, şimdiki ve gelecek zaman “her şey sizindir. Siz Mesihinsiniz, Mesih de Tanrınındır.” 1.Korintliler 3:21-23. “O’nu her şeyin üzerinde Baş olmak için kiliseye verdi.” Efesliler 1:22. Kilise tüm sonsuzluk boyunca O’nun sevinci olacaktır; O’nun kilisenin üzerine boca ettiği lütuf ile kilise O’nun tüm yüceliği ve güzelliği içinde görünecektir. Melekler ve herkes kiliseye Tanrının Mesih’teki bilgeliğinin, gücünün ve lütfunun harika bir görüntüsü olarak bakacaktır.

Ama şimdi ikinci nokta olan “tanıklık” konusunu gözden geçireceğiz. “adam, ‘Ben İbrahim’in uşağıyım.’ dedi. Rab efendimi alabildiğine kutsadı. Onu zengin etti. Ona davar, sığır, altın, gümüş, erkek ve kadın köleler, develer ve eşekler verdi. Karısı Sara ileri yaşta efendime bir oğul doğurdu. Efendim sahip olduğu her şeyi oğluna verdi.” Yaratılış 24:34-36. İbrahim’in uşağı babayı ve oğulu anlattı. Tanıklığı bu şekilde oldu. Babanın sahip olduğu büyük varlıktan söz etti ve oğulun babanın sevgisinin objesi olduğundan ve babanın biricik oğlu olarak onun tüm varlığına sahip olduğundan bahsetti. Verdiği bu tanıklık aracılığı ile oğul için bir gelin elde etmek istiyor idi.

Tüm bunların Pentikost gününde gökten gönderilen Kutsal Ruhun tanıklığı ile çarpıcı bir benzerlik taşıdığını sanırım söylemem dahi gerek yok. “Baba’dan size göndereceğim Yardımcı, yani Baba’dan çıkan Gerçeğin Ruhu geldiği zaman, bana tanıklık edecek.” Yuhanna 15:26. Aynı konuda devam edelim: “Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu geldiği zaman, sizi tüm gerçeğe yöneltecek. Çünkü kendiliğinden konuşmayacak, yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olanları size bildirecek. O, beni yüceltecek, çünkü benim olandan alıp size bildirecek. Babanın nesi var ise benimdir.” Yuhanna 16:13-15. İbrahim’in uşağının tanıklığı ile bu sözler arasındaki benzerlik öğretici ve ilginçtir. Uşak, İshak’tan söz eder iken Rebeka’nın yüreğinin İshak’a çekilmesini istiyor idi. Ve aynı şekilde bildiğimiz gibi Kutsal Ruhun da İsa’dan söz eder iken zavallı günahkarları bir günah ve ahmaklık dünyasından İsa’ya ve O’nun bedeninin bereketli ve kutsal birliğine çekmek istediği aşikardır. “Benim olandan alıp size bildirecek.” Tanrının Ruhu asla hiç kimseyi Kendisine ya da Kendi yaptığı işe bakmak için yönlendirmeyecektir. Kutsal Ruh yalnızca ve her zaman herkesi Mesih’e bakmaya yönlendirecektir. Bu yüzden gerçekte herhangi biri ne kadar ruhsal ise Mesih ile o kadar çok meşgul olacaktır.

Kendi yüreklerine bakan ve orada neler bulabilecekleri üzerinde duran bazı kişiler bu yaptıklarını büyük bir ruhsallık işareti olarak görürler, oysa bu, onların değil, Kutsal Ruhun işidir. Bu kişilerin yaptıkları büyük bir hatadır. Bu davranışları ruhsallıklarının kanıtı değil, tam aksine başka bir şeyin kanıtıdır; çünkü Kutsal Ruhun beyan ettiği ifade çok kesindir. “Çünkü benim olandan alıp size bildirecek.” Bu nedenle, bir kişi ne zaman yüreğine bakar ve orada Kutsal Ruhun işleri yerine kendi düşüncelerini  görmeyi arzu eder ise böyle yaptığı zaman Tanrının Ruhu tarafından yönlendirilmediğinden kesinlikle emin olabilir. Kutsal Ruh Mesih’e dayanarak canları Tanrıya çeker. Bu gerçek, çok önemlidir. Mesih bilgisi, sonsuz yaşamdır. Ve bu Kutsal Ruh aracılığı ile Tanrının Mesih hakkında kilisenin temelini oluşturan açıklamasıdır. Petrus, Mesih’in Diri Tanrının Oğlu olduğunu söylediği zaman Mesih’in ona verdiği yanıt şu oldu: “İsa ona, ’Ne mutlu sana Yunus oğlu Simun!’ dedi. ‘Bu sırrı sana açan insan değil, göklerdeki Babam’dır. Ben de sana şunu söyleyeyim, sen Petrus’sun ve ben kilisemi bu kayanın (Grekçe: Petros yani ‘kaya parçası, taş’) üzerine kuracağım. Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek.” Matta 16:17,18. Hangi kaya? Petrus mu? Tanrı yasaklasın. Buradaki “kaya” (taute te petra, ταύτῃ τῇ πέτρᾳ)  yalnızca Babanın Mesih hakkındaki açıklaması yani, O’nun Yaşayan Tanrının Oğlu olduğuna dair açıklaması anlamına gelir. Mesih’in Bedenine üye olabilmek yalnızca Yaşayan Tanrının Oğlu aracılığı ile mümkün olabilir. Şimdi buradaki tüm bu ifadeler bize Müjde’nin gerçek karakteri hakkında pek çok bilgi verir. Bu bilgiler her şeyden önce bir açıklamadır – yalnızca bir öğretişin açıklaması değil ama bir Kişi’nin yani Oğlun Kişiliğinin açıklamasıdır. İman aracılığı ile alınan bu açıklama yüreği .Mesih’e çeker ve yaşam ve güç kaynağı haline gelir – bedene üye olmanın temeli – paydaşlığın gücü. “Tanrı, Oğlu’nu bende açıklamaktan hoşnut olduğu zaman…,” Burada Tanrının Oğlunu açıklar iken “kaya” ile ilgili geçek ilkeyi görmekteyiz. Buradaki bu olağan üstü bina ve sağlam temel Tanrının sonsuz amacına göre O’nun Oğlu’dur.

Bu nedenle Yaratılış kitabının bu 24.bölümünde Kutsal Ruhun görevinin ve kutsal tanıklığının belirgin ve güzel örneğini görmek özellikle eğiticidir. İbrahim’in uşağı İshak için bir gelin tedarik etmek üzere gittiği zaman İshak’ın babası tarafından kendisine ihsan edilen tüm saygınlık ve zenginliği ortaya koyar. İshak babasının sevgisinin objesi idi; ve kısaca söyleyecek olur isek hedeflenen amaç tam olarak yüreğe sevgi göstermek ve böylece onu hali hazırdaki değerlerden geri çekmek idi. İbrahim’in uşağı Rebeka’ya uzaklardaki bir objeyi gösterdi ve tanıklığı ile onun önüne bu çok sevilen ve çok büyük iyiliğe uğramış obje ile birleşecek olan Rebeka’ya gelecek olan bereketin gerçekliğini koydu. Rebeka İshak’ın bir parçası olduğu zaman İshak’a ait olan her şey Rebeka’ya da ait olacak idi. İbrahim’in uşağının tanıklığı işte bu şekilde idi. Aynı şekilde Kutsal Ruhun tanıklığı da böyledir. Kutsal Ruh Mesih’ten, Mesih’in yüceliğinden, Mesih’in güzelliğinden, Mesih’in doluluğundan, Mesih’in lütfundan, “Mesih’in söz ile anlatılamaz zenginliklerinden, O’nun Kişiliğinin saygınlığından ve O’nun işinin mükemmelliğinden söz eder.

Ayrıca, Mesih ile bir olmanın “O’nun Bedeninin, etinin ve kemiklerinin üyeleri olmanın” şaşırtıcı bereketini ortaya koyar. Kutsal Ruhun tanıklığı her zaman bu şekildedir. Ve biz burada her tür öğretiş ve vaazlar aracılığı ile üstün ve eşsiz bir köşe taşına – Mesih’e -  sahip olduğumuzu biliyoruz. Öğretişlerin en kutsal olanı her zaman Mesih’in tam ve sürekli bir sunumu ile karakterize edilecektir. Kutsal Ruh her zaman böyle bir öğretişin sorumluluğunu ya da yükünü üstlenecektir. Kutsal Ruh İsa’nın Kendisinden başka hiç bir şeyin üzerinde durmaz. Kutsal Ruh yalnızca İsa’dan söz etmekten keyif alır. Mesih’in çekiciliklerini ve üstünlüklerini ortaya koymaktan zevk duyar. Bu nedenle eğer bir kişi Tanrının Ruhu aracılığı ile hizmet ettiği zaman hizmetinde her zaman Mesih önce gelecektir. Böyle bir hizmette insan aklı ve insan mantığı için çok az yer bulunur. Bir kişinin kendisini ortaya koymayı arzu ettiği yerlerde insan aklı ve insan mantığı gibi şeyler işe yarıyor gibi görünebilir ama Kutsal Ruhun tek objesi tüm hizmet edenler aracılığı ile tam olarak hatırlatılmalıdır – ortaya konan her zaman Mesih olmalıdır.

Şimdi tüm bunların “sonucuna” en son yere bakalım. Gerçek ve gerçeğin pratikte uygulanması, bu iki şey birbirlerinden çok farklıdırlar. Kilisenin özel yüceliklerinden söz etmek bir şeydir ve bu yücelikler aracılığı ile pratik bir şekilde etkilenmek başka bir şeydir. Rebeka’nın durumundaki etki çok belirgin ve kesindir. İbrahim’in uşağının tanıklığı Rebeka’nın kulaklarında kaldı ve yüreğine kadar nüfuz etti ve onun yüreğinin çevresindekilere olan bağlılığını tamamen yok etti. Rebeka ülkesinden ayrılmaya ve uşağın ardından gitmeye hazır idi, öyle ki kendisi için tasarlanmış olanları elde edebilsin. Rebeka için böyle yüce hedeflerin öznesi olmak insan aklı ve yüreği ile inanabilmesi imkansız olan şeyler idi. Kararı Rebeka’nın doğal yapısına kalsa idi o içinde bulunduğu doğal koşulların ortasında hala devam eder idi. Eğer kendisi hakkındaki gelecek ile ilgili haber doğru ise bulunduğu zamana bağlı kalmak ile ahmaklıkların en kötüsüne bağlı kalmış olacak idi. İshak’ın gelini olma ve onun saygınlık ve yüceliğinin ortak mirasçısı olma umudu, eğer bu umut bir gerçeklik ise o zaman Lavan’ın hayvanlarını gütmeye devam etmesi Tanrının lütuf ile onun önüne koymuş olduğu her şeyi uygulamada küçümsemesi anlamına gelecek idi.

Ama, hayır! Konu, kolayca vazgeçilemeyecek kadar parlak bir konu idi. Evet, İshak’ı henüz görmemiş olduğu doğru idi, mirasını da görmemiş idi, ama kendisine söylenen sözlere inanmış idi; İshak hakkındaki tanıklığı işitmiş ve bu tanıklığı kabul etmiş idi. Ve tüm bunlar Rebeka’nın yüreği için yeterli idi ve bu yüzden hiç tereddüt etmeden hatırdan çıkmayacak şu sözler ile kalktı ve gitmeye hazır olduğunu söyledi: “İstiyorum, gideceğim” dedi. Kendisine çok uzaklardaki bir kişiden söz eden biri ile hiç tanımadığı yollardan tanımadığı bir kişiye gitmek için tam olarak hazır idi. Uzaklardaki bu kişinin yüceliğine bağlanmak ve onun sahip olduklarına sahip olmak istiyor idi; “Gideceğim! Bu adam ile gitmek istiyorum!” Rebeka böyle dedi. Arkasında kalacak olan her şeyi unutacak ve önündeki şeylere uzanacak ve hedefi onu çağırana varmak olacak idi. Kutsal Ruhun işleyişi altında bu ifade kilise ile ilgili çok dokunaklı ve güzel bir örnek sunar: Göksel damadı ile karşılaşmak için ileriye doğru devam etmek. Kilisenin olması gereken de budur. Ama ne yazık ki burada üzücü bir başarısızlık mevcuttur. Görevi ve zevki bize İsa’nın değerlerinden söz etmek ve onları bize göstermek olan kutsal Rehberimiz ve Yardımcımız ile yolda O’nun paydaşlığının gücü ile ilerlemek her ağırlığı ve her karışıklığı bir kenara atar. İbrahim’in uşağı nasıl İshak’ın değerlerini Rebeka’ya anlatıp ona bunları gösterdi ise Kutsal Ruh da aynı şekilde bize Mesih’in değerlerini ve yüceliğini anlatır ve gösterir. Ve İbrahim’in uşağı Rebeka’ya yolda ilerlerler iken İshak ile ilgili yeni tanıklıklar anlatmaktan sevinç duydu. Ve Rebeka da bunları işittiği için sevindi. Aynı şeyi Göksel Rehberimiz ve Yardımcımız da yapar. Bize İsa’dan söz etmekten büyük keyif alır. “Benim olandan alıp size bildirecek.” Ve “Size gelecekte olacakları bildirecek.” Şimdi gerçekten istediğimiz işte budur, yani Tanrının Ruhunun bu hizmetidir; Mesih’i canlarımıza açıklamak ve O’nu olduğu gibi görmek için bizde ciddi bir özlem uyandırmak ister. Yüreklerimizi yeryüzünden ve doğadan ayıracak olan tek şey her zaman budur. İshak ile birleşmenin dışında hangi umut Rebeka’yı şu sözleri söylemeye yönlendirebilir idi? “İstiyorum, gideceğim!” Erkek kardeşi ve annesi İbrahim’in uşağına şöyle demişler idi: “Bırak kız on gün kadar bizimle kalsın, sonra gidersin.” Ve aynı şey bizim için de geçerlidir: İsa’yı olduğu gibi görme ve O’nun gibi olma umudundan bizi hiç bir şey ayıramaz; ve bu umut bizi O’nun gibi saf olmak üzere kendimizi temiz kılmaya yönlendirecek ve bunu yapmamız için her zaman güç verecektir.

Yaratılış 25

Bu bölümün başlangıcında bize İbrahim’in ikinci evliliğinden söz edilir; bir önceki bölümde gözden geçirdiğimiz konular ile bağlantılı olarak düşündüğümüz zaman bu konu ruhsal zihin açısından çok ilgi çekicidir. Yeni Antlaşma’nın peygamberlik ile ilgili ayetleri hakkında gösterilen ışık altında anladığımız şudur: Mesih’in seçilmiş gelininin belirlenmesinden ve alınmasından sonra İbrahim’in soyu tekrar gündeme gelecektir. Böylece İshak’ın evliliğinden sonra Kutsal Ruh İbrahim’in soyunun öyküsünü yeni bir evlilik aracılığı ile ele alır ve onun öyküsündeki diğer noktalar ve et ve kana göre onun soyundaki bu evlilikten söz eder. Tüm bu konularda özel bir yorumda bulunmak istemiyorum; yalnızca bu konuların çok ilginç konular olduklarını vurgulamak istiyorum.

Yaratılış kitabının pek çok bölümünde “her şeyin soyu ile dolu olan” birinden söz edildiğinden daha önce söz etmiş idik. Ve bu kitabın sayfalarında ilerlemeye devam ettikçe Yeni Antlaşma’da daha ayrıntılı bir şekilde ortaya konan gerçeğin tüm temel ilkelerini bir araya gelmiş olarak göreceğiz. Evet, Yaratılış kitabında bu öykülerin örnekler ile ve Yeni Antlaşma’da örnekler ile ortaya kondukları doğrudur. Yine de örnekler daha derin bir ilginçliğe sahiptirler ve gerçeği cana güç içinde getirmek için titiz bir şekilde hesaplanmışlardır.

Bu bölümün sonunda bize çok ciddi ve pratik bir doğanın bazı ilkeleri sunulur. Daha sonra Yakup’un karakteri ve eylemleri Rabbin isteği ile daha dolu bir şekilde önümüze gelirler. Ama ben burada yalnızca Esav’ın ilk doğum hakkı ve bu konuyu ilgilendiren her şey hakkında dikkat çekmek istiyorum. Doğal yürek, Tanrının değerlerini takdir etmez. Doğal yüreğe göre Tanrının vaadi boş, değersiz ve güçsüzdür. Bunun tek nedeni doğal yüreğin Tanrıyı tanımamasıdır. Bu yüzden şimdiki değerler insanın takdirine göre böyle bir ağırlık ve etki taşırlar. İnsan gözü ile görebildiği her şeye değer verir, çünkü insan iman tarafından değil, gözü ile gördüğü tarafından yönetilir. İnsan için şimdi her şeydir; gelecek yalnızca tesirsiz bir şeydir – tamamen bir belirsizlik meselesidir. Aynı şey Esav için de geçerli idi. Burada boş ve yanıltıcı bir mantık söz konusudur: “İşte bakın, öleceğim zaman geldi. Ve bu ilk doğum hakkının şimdi bana ne yararı olacak? Ne kadar garip bir mantık! “Şimdi” ayaklarımın altından kaymaktadır; bu yüzden” geleceği “küçümseyecek ve ondan tamamen vaz mı geçeceğim? Zaman benim bakış açımdan sönüp gitmektedir; bu yüzden sonsuzluk ile ilgili tüm ilgimden vazgeçeceğim! “Böylece Esav ilk doğum hakkını küçümsedi.” Böylece İsrail güzel diyarı küçümsedi; (Mezmur 106:24) ve böylece onlar Mesih’i küçümsediler. (Zekeriya 11:13) Böylece düğüne davetli olanlar daveti küçümsediler. (Matta 22:5) İnsan Tanrının değerlerine önem veren bir yüreğe sahip değildir. Şimdiki zaman insan için her şeydir. Bir kase sebze çorbası, Kenan diyarındaki bir ünvandan daha iyidir! Bu nedenle Esav’ın niye hafife aldığını anlıyoruz; bunun onun için en önemli konu olduğunu neden anlayamadı? İnsanın şimdiki zamanının ne kadar boş olduğunu ne kadar net anlıyor isem Tanrının geleceğine o kadar sıkı yapışırım. İmanın yargısına göre doğru olan düşünce biçimi budur. “Her şey böylece yok olacağına göre, sizin nasıl kişiler olmanız gerekir? Tanrının gününü bekleyip o günün gelişini çabuklaştırarak kutsallık içinde yaşamalı ve Tanrı yolunu izlemelisiniz. O gün gökler yanarak yok olacak ve maddesel öğeler şiddetli ateşte eriyip gidecek, ama biz Tanrının vaadi uyarınca doğruluğun barınacağı yeni gökleri ve yeni yeryüzünü bekliyoruz.” 2.Petrus 3:11-13. Bunlar Tanrının düşünceleridirler ve bu nedenle imanın da düşünceleridirler. Göz ile görülen şeyler yok olup gideceklerdir. O zaman ne yapacağız, görünmeyen şeyleri küçümsememiz mi gerekecek? Asla, hiç bir şekilde! Şimdiki zaman hız ile geçip gitmektedir. Bizim kaynağımız nedir? “Tanrının gününün gelişini beklemek ve çabuklaştırmak.” Yenilenmiş zihnin düşüncesi budur. Ve bunun dışındaki farklı bir düşünce yalnızca Esav gibi kutsal olmayan birinin düşüncesidir; Esav ilk oğulluk hakkını bir yemeğe karşılık sattı ve kutsal değerlere saygısızlık etti. İbraniler 12:16. Rab, bizim düşüncelerimizi Kendi düşüncelerinin içinde muhafaza etsin. Bu, yalnızca iman aracılığı ile yapılabilir.

Pages