Bölüm 11

Kefaret Günü


“Çünkü o gün, Kahin Harun siz pak kılmak için günahlarınızı bağışlatacaksınız. Rabbin huzurunda bütün günahlarınızdan arınacaksınız.” (Levililer 16:30)

“Mesih birçoklarının günahlarını yüklenmek için bir kez kurban edildi. İkinci kez günah yüklenmek için değil, kurtuluş getirmek için kendisini bekleyenlere görünecektir.” (İbraniler 9:28)


“Orada doğruluğu ile parlar,
İşte, O, gökyüzünde görünmekte!
Kefaretinin kanını gösteriyor
Ve senin ünvanın da orada O’nunki ile aynı olacak!”


Rab her yıl, yedinci ayın onuncu gününü Kefaret Günü olarak ayırdı. O gün ulusun günahları için kefaret edildi ya da ulusun günahları örtüldü. Çünkü “kefaret” sözcüğünün anlamı “örtmektir.” Rab ancak bu şekilde İsrail’in ortasında konut kurabilir idi.

Hatırlayacağınız gibi, İsrail Mısır’dan çıktığı zaman yedinci ay birinci ay olarak değiştirildi. Böylece ilk ayın onuncu gününde bir kuzu seçildi ve on dördüncü gününde bu kuzu boğazlandı ve kanı kapı sövelerine sürüldü. Bu kuzunun ölümü, ilk doğanları ölümden ve yargıdan kurtardı. Şimdi yedinci ayın onuncu gününde yine bir kuzu seçilir ve boğazlanır. Bu kuzunun ölümü şimdi İsrail’i yargıdan kurtarmak için değil idi. Bu kuzunun kanı perdeden içeri taşınır ve merhamet tahtının üzerine serpilir.

Fısıh kuzusu, Tanrı Kuzusu Mesih’in örneğidir; O, biz zavallı ve çaresiz günahkarları Tanrının gazabından kurtarmak için günahlarımızı yüklendi. Kefaret Gününde Kuzunun Kanı aynı zamanda Tanrıya sunulan Mesih’in değerli kanına da işaret eder ama aynı zamanda da O’nun Tahtının nasıl doğruluk içinde inşa edildiğini gösterir. Öyle ki, O Halkının ortasında konut kurabilsin.

Levililer kitabının 16.bölümünde Rab bize günümüz kurbanları hakkında tam olarak bilgi verir ama incelediğimiz bölümde Bayramı Tanrının tarafından görürüz.

Levililer 23.bölümdeki ayetleri gözden geçirmeden önce Levililer 16.bölüme çok kısa olarak bakacağız. 1.ve 2.ayetlerde şunları okuruz: “Rabbin huzuruna yaklaştıkları için ölen Harun’un iki oğlunun ölümünden sonra Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘Ağabeyin Harun’a de ki, perdenin arkasındaki En Kutsal Yer’e ikide bir girmesin. Antlaşma Sandığının üzerindeki Bağışlanma Kapağına yaklaşmasın. Yoksa ölür. Çünkü ben kapağın üstünde bulut içinde görünüyorum.” (Levililer 16:1,2)

Bu ayetler çok aşikar şekilde şunu öğretirler: “En Kutsal Yere giden yol, Baş Kahin için bile her zaman içeri girmesi için açık değil idi.” Aynı şekilde orada her zaman kalabilmeleri için de herhangi bir yol yok idi. Perde, Tanrıyı insan gözünden ve insanı Tanrı gözünden gizlerdi. Sığırların ve keçilerin kanı en kutsal yere giden o yolu açamaz idi. Rab İsa’nın öldüğü zamanı hatırlarsınız, bu olaydan sonra perde yukardan aşağı doğru yırtıldı ve şimdi en kutsal yere giden yol, günahları o değerli kan tarafından temizlenmiş olan herkes için sonuna kadar açıldı. “Bu neden ile ey kardeşler, İsa’nın kanı sayesinde perdede yani kendi bedeninde bize açtığı yeni ve diri yoldan kutsal yere girmeye cesaretimiz vardır. Tanrının evinden sorumlu büyük bir kahinimiz bulunmaktadır. Öyle ise yüreklerimiz serpme ile kötü vicdandan arınmış ve bedenlerimiz temiz su ile yıkanmış olarak imanın verdiği tam güvence ile yürekten bir içtenlik ile Tanrıya yaklaşalım.” (İbraniler 10: 19-22)

Ama çarmıhtaki ölümü gerçekleşene kadar bu yol kapalı idi. Yalnızca yılda bir kez bir adam tek başına en kutsal yere giden bu perdeden içeri girebilir idi. “Harun, en kutsal yere ancak günah sunusu olarak bir boğa ve yakmalık sunu olarak da bir koç sunarak girebilir.”(Levililer 16:3)

Şimdi de şunu okuyalım:” İsrail topluluğu, günah sunusu olarak Harun’a iki teke, yakmalık sunu olarak bir koç verecek. Harun boğayı kendisi için günah sunusu olarak sunacak. Böylece kendisinin ve ailesinin günahlarını bağışlatacak.” (Levililer 16:5,6) Harun ve ev halkı, Efesliler ve Koloseliler mektuplarında olduğu gibi “tek beden” olarak değil, ama yine de kiliseyi temsil ederler.”(Levililer 16:5,6) Ama 1.Petrus ayetlerinde yazılı olan şekilde kiliseyi temsil ederler, yani, “O, sizi diri taşlar olarak ruhsal bir tapınağın yapımında kullansın.” (1.Petrus 2:5) Aynı zamanda İbraniler 3:6 ayetinde de okuruz: “Oysa Mesih O’nun evi üzerinde yetkili oğul olarak sadıktır. Eğer cesaretimiz ve övündüğümüz umudu gevşemeden sonuna dek sürdürür isek O’nun evi biziz.”

Rab baş kahine şu buyruğu verdi: “Sonra iki tekeyi alıp Rabbin huzuruna, Buluşma Çadırının giriş bölümüne götürecek. İkisi üzerine kura çekecek. Biri Rab için biri Azazel için. Harun kurada Rabbe düşen tekeyi getirip günah sunusu olarak sunacak. Azazel’e düşen tekeyi ise halkın günahlarını bağışlatmak için canlı olarak Rabbe sunacak. Onu çöle salıp Azazel’e gönderecek.” (Levililer 16:7-10)

Bu örneklerdeki iki teke, kefaret konusuna bakabileceğimiz iki şekilden söz ederler. Rabbin payı bir teke üzerine düşer ve halkın payı ise diğer tekenin üzerine düşer.

Rabbin payının üzerine düştüğü teke belirli bir halkın özel günahlarını taşımaz. Bu günahlar çok önemlidirler ama bu tekenin üzerine inen günahlar değildirler. Bu teke, Tanrıyı yüceltmek için ölen Mesih’in örneğidir. Günah ile ilgilidir ama özel günahlar ile ilgili değildir; bu dünyaya giren günah ve toprağa bile bir lanet getiren günah ile ilgilidir.

Tanrı, Mesih’in ölümünde özel bir paya sahiptir. Öyle ki, Mesih’in ölümü, kurtuluş elde eden herhangi bir günahkardan ayrı olarak Tanrıyı yüceltebilsin. O günah için kefaret etmiştir. O, bir lanet yapıldı ve böylece bu dünyayı lanetten kurtardı. O, şeytanı yendi ve “güçlü adamı” bağladı ve gelecekteki bir günde adaleti yerine getirerek şeytanı dipsiz kuyulara atacak. Tanrı, bu kurbanı temel alarak hepimizi ateş gölüne atmak yerine bize merhamet sunabilir. Bu kurbanın temelinde Tanrı insana hala tahammül etmektedir. Bizler bu kurbanın temelinde cehennemde büyük acı çekmek yerine, yiyeceğe, havaya ve güneş ışığına sahibiz. Sadık olmayan birinin soluduğu hava, küfürbaz birinin yediği yiyecek, kısaca onların keyif aldıkları her şeyi, nefret ve alay ettikleri birine, Mesih’in kurbanına borçlular. Eğer “Rabbin payında” görmüş olduğumuz gibi bu Mesih’in kefareti için olmasa idi bu kötü insanlar, yeryüzünde küfür etmek yerine cehennem azabı içinde olacaklar idi.

Bu kurbanın herhangi bir insanın bağışlanmasından ya da kurtulmasından söz etmediğini lütfen net olarak anlayın. Bu oldukça farklı bir konudur ve bildiğimiz gibi, ağzımız ile İsa’yı Rab olarak ilan ettiğimiz ve yüreğimizde Tanrının O’nu ölümden dirilttiğine inandığımız zaman, bağışlanma ve kurtuluşu alırız. (Romalılar 10:9) Bu, gerçekten de Mesih’in çarmıhtaki kurbanı sayesindedir. Ama lütfen Tanrının bir günahkarı bağışlaması ve Tanrının kötü insanlara sabır ile tahammül etmesi ve onlara nefes, yiyecek, giyecek ve güneş ışığı vermesi arasında büyük bir fark vardır. Her ikisi de Mesih’in çarmıhta tamamladığı iş sayesinde mümkün olur. Ama bu harika işe iki farklı bakış şekli olduğunu görüyoruz.

Bazı kişiler bu farklılıkların önemli olmadığını düşünürler ama insanlar bu farklılıkları anlamadıkları için korkunç hatalar yaparlar. Bazı kişiler bu tekenin şeytanın örneği olduğunu öğretirler. Ve şeytanı, günahlarını kaldırması için kurtarıcıları yaparlar. Bu korkunç bir öğretiştir ve biz tüm okurlarımızın bu tür öğretişlerden kurtarılmalarını ümit ediyoruz.

Eğer Kutsal Kitaptaki birkaç ayete bakar isek belki bu konuyu daha iyi anlayacağız. Örneğin: “İşte dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrının kuzusu.” (Yuhanna 1:29) Bu ayeti 1.Yuhanna 2:2 ayeti ile karşılaştırın; bu ayette Rab İsa’dan şöyle söz edilir: “O, günahlarımızı, yalnız bizim günahlarımızı değil bütün dünyanın günahlarını da bağışlatan kurbandır.” Bu ayetlerde, Mesih’in kurbanının tüm dünya için olduğunu görürüz. Ama bu dünyadaki herkesin kurtulacağı anlamına gelmez çünkü başka bir çok ayet kanalı ile yalnızca gerçekten iman edenlerin kurtulacağını biliriz ama bu kutsal yazılarda Rab İsa’yı Rabbin payına düşen tekenin örneğini yerine getiren Biri olarak görürüz. Bu gerçek, düşünebileceğimiz en geniş şekli ile gelişir ve tüm dünyaya merhamet ve bereket getirir. Eğer bu kutsal yazılardaki bazı kesin kişileri ve onların bu kutsal yazılardaki günahlarının bağışlanmasını düşünür isek aklımızın karışacağı kesindir. Tüm dünyadan ya da tüm insanlardan söz eden başka pek çok kutsal yazı vardır. Rabbin payına düşen teke konusunu bu özel açıdan gördüğümüz zaman Mesih’in kurbanı ile ilgili olduğunu anlarız.

Ama Harun, söz etmekte olduğumuz Rabbin payına düşen bu tekeyi halkın bir günah sunusu olması için öldürmeden, öncelikle kendisi ve ev halkı için bir günah sunusu olması gereken boğayı öldürmesi gerekiyor idi. “Harun kendisi için günah sunusu olan boğayı getirecek. Böylece kendisinin ve ailesinin günahlarını bağışlatacak. Bu günah sunusunu kendisi için kesecek. Rabbin huzurunda bulunan sunağın üzerindeki korları buhurdana koyup iki avuç dolusu ince öğütülmüş güzel kokulu buhur ile perdenin arkasına geçecek. Orada, Rabbin huzurunda bulunan buhuru korların üzerine koyacak. Buhurun dumanı Levha Sandığının üzerindeki Bağışlanma Kapağını kaplayacak. Öyle ki, Harun ölmesin. Sonra boğanın kanını alıp parmağı ile kapağın üzerine, doğuya doğru serpecek. Kapağın önünde yedi kez bunu yineleyecek.” (Levililer 16:11-14)

Daha önceden de belirtilmiş olduğu gibi kutsal yazılar, “Harun ve ev halkından” söz ettikleri zaman bu ifade, kilise ile ilgili “tek bir beden” olarak değil ama bir kahinler evi olarak sunulan bir örnektir.

Rab İsa’nın kendisini Tanrıya kabul ettirmek için bir kurban sunmasına ihtiyacı yok idi. Tanrı O’ndan her zaman şu sözler ile söz edebilir idi: “O, kendisinden hoşnut olduğum sevgili, biricik Oğlumdur!” Ancak biz Mesih ile özdeşleştiğimiz zaman O’nun kabul edildiği gibi biz de kabul edilmiş oluruz. Bağışlanma Kapağını örten o hoş koku bulutu bize Rab İsa Mesih’in tatlılığını ve değerliliğini gösterir. Baş kahin en kutsal yere o hoş kokunun bulutu ile tamamen örtülmüş olarak girer. Bu buhuru yakmak için gerekli ateş “Rabbin sunağından” geldi ve bize kabul edilişimizin temelinin Mesih’in ölümü olduğunu anlatır.

Baş kahin sonra kendisi ve ev halkı için sunulan boğanın kanını Bağışlanma Kapağının üzerine ve merhamet yerinin önünde yedi kez serpti. Harun bu şekilde kendisi ve ev halkı için bir kefarette bulundu. Kefaret, örtme anlamına gelir. Kan, can için bir kefarette (bir örtü) bulunur. (Levililer 17:11) Levililer kitabında, kefaret sözcüğüne yedi kere yedi, yani kırk dokuz kez rastlarız. Bu durum bize, mutlak ve tam bir tanrısal mükemmellik gösterir. Kan, buhar bulutunun da merhamet yerini örtmesi gibi, merhamet yerini örter. Burada, Rab İsa’nın işini ve kendi kişiliğinin değerini görürüz. İmanlı, Rab İsa Mesih’in kendisinin kişiliğinde kabul edilir: bizler “Sevgili’de kabul edildik.” (Efesliler 1:6)

İsa Mesih’te kabul edilmiş olduğumuzu düşünmek ne kadar harika bir şey! O’nun kabul edildiği şekilde biz de O’nda kabul edildik. Sevinç ile şu sözleri söyleyebiliriz: “Yargı gününde cesaretimiz olsun diye sevgi böylelikle içimizde yetkin kılınmıştır. Çünkü Mesih nasılsa biz de bu dünyada öyleyiz. (1.Yuhanna 4:17) Sevgili imanlı kardeşim, dur ve şu sözler hakkında düşün: “Mesih nasıl ise biz de bu dünyada öyleyiz!” Mesih, Tanrının önünde kabul edilmiş midir? Bizler de öyle! Mesih, Tanrının huzuruna çıkabilir mi? Biz de çıkabiliriz! O Tanrıya yaklaştırılmış mıdır? Biz de öyle!

Ben bir çocuk iken sürekli şu güzel ezgiyi söylerdik:


“Düşüncelerinde Tanrı ile “mükemmel bir huzura” sahip olan bir zihin,
Ah, bunlar ne kadar da güzel sözler!
O’nun kanı aracılığı ile Tanrı ile barışmış bir günahkar;
İşte huzur gerçekten ve yalnızca budur!

 

Doğa ve yapılan işler, Tanrıdan nasıl da uzaktır!
Ama şimdi lütuf aracılığı ile İsa’nın kanına iman ederek O’na yakın getirildik.

 

Hem de o kadar yakına getirildik ki, daha yakına getirilemezdik.
Çünkü O’nun Oğlunun kişiliğinde, Ona Oğlu kadar yakınım.

 

Tanrı beni çok, öylesine çok seviyor ki,
Bundan daha çok sevilemem.
Tanrı, Oğlunu sevdiği sevginin aynısı ile beni de seviyor!


Ben eskiden ilk iki ayeti hep söylerdim ama Tanrıya Mesih’in kendisi kadar yakın olduğumuzu söyleyen üçüncü ve dördüncü ayetlere geldiğim zaman, şarkıyı kesip dururdum çünkü bu . ayetlerde söylenene inanmazdım. Bu ayetlerdeki içerikler bana gerçek olamayacak kadar harika gelirlerdi ama daha sonra bu kadar harika olmalarına rağmen yine de gerçek olduklarını anladım. Çünkü, “Mesih nasıl ise bu dünyada biz de öyleyiz.”

Yedi mükemmel sayıdır ve kanı, merhamet yerinin önünde yedi kez serpilmiş olarak gördüğümüz zaman kanın kefaret için serpildiğini öğreniriz, o halde Tanrının gözünde her şey mükemmeldir.

Boğanın kanı, en kutsal yere getirildikten sonra “halk için günah sunusu olarak tekeyi kesecek. Kanını perdenin arkasına götürecek. Boğanın kanı ile yaptığı gibi tekenin kanını da Bağışlanma Kapağının üzerine ve önüne serpecek. Böylece en kutsal yeri İsrail halkının kirliliklerinden, isyanlarından ve bütün günahlarından arındıracak. Buluşma çadırı için de aynı şeyi yapacak. Çünkü kirli insanların arasında bulunuyor.” (Levililer 16:15, 16)

Böylece görüyoruz ki, kilisenin, gerçek Harun’un “evini” gerçek yapan, kandır. İsrail topluluğunu kesin kılan da aynı şekilde kandır. Son günde bereketi tüm yaratılışa kesin kılan yine kandır. Her şey çarmıhta dökülen kana bağlıdır. Yürek ve vicdanlarımıza huzur konuşan da kandır. Bu kan Tanrının tahtının üzerine serpilmiştir ve Tanrının tahtının önünde de yedi kez serpilmiştir. Tanrıya ne kadar çok yaklaşır isek Rab İsa’nın kanının işini ve değerini o kadar çok anlarız.

Bronz sunak üzerindeki kanı perde üzerinde görüyoruz. Ama kan hakkında en fazla bilgi okuduğumuz yer burası; perdenin iç tarafında, en kutsal yerde ve Tanrının tahtı hakkında kan ile ilgili bilgi burada verilir.

Kutsal Tanrı, eğer kan olmasa idi topluluğun ortasında bir an bile duramaz idi. Murdar ve günahkar bir halkın ortasında Tanrının konut kurmasını ve işlemesini ve egemenlik sürmesini mümkün kılan kan idi.

Ama şimdi bir an için Levililer kitabının 16.bölümün 17.ayeti hakkında düşünelim. Harun, kendisi, ailesi ve tüm İsrail topluluğunun günahlarını bağışlatmak (kefaret etmek) için en kutsal yere girdiğinde dışarı çıkıncaya kadar Buluşma Çadırında hiç kimse bulunmayacak idi.” Gerçekten de bulunduğumuz bu yer kutsal topraklardır. Bu sözlerin anlamlarının derinliği üzerinde düşünür iken gelin başlarımızı önümüze eğelim. Hiç kuşkusuz bu sözler bize Rab İsa çarmıhta yalnız, hatta çok yalnız iken bizim günahlarımız için kefaret eder iken yaşadığı o karanlık saatleri anlatırlar. “Tüm öğrencilerinin onu terk ettiklerini ve kaçtıklarını” okuruz. (Matta 26:56) Mezmurlarda, O’nun çektiği acıların derinliğini ve bu yalnızlığı ne kadar derin hissettiğini okuruz. “Hakaret kalbimi kırdı, dertliyim. Acılarımı paylaşacak birini aradım, çıkmadı. Avutacak birini aradım, bulamadım.” (Mezmur 69:20) Ama tüm bu duygularının içinde en derin yaralayan feryadı şu idi: “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?” (Mezmur 22:1, Matta 27:46) Hiç bir yürek asla O’nun, karanlığın bu korkunç saatleri boyunca çektiği acının ve sıkıntının derinliğini algılayamaz. Rab İsa çarmıhta günah Taşıyıcı olarak sizin ve benim günahlarımız için kefaret eder iken ve kutsal kutsal kutsal bir Tanrının günaha karşı olan yargısını taşır iken bu günahı tek başına taşıdı. “Topluluğun buluşma çadırında O, kefaret etmek için içeri girdiği zaman tapınakta hiç kimse bulunmayacak idi.

Daha önce söylemiş olduğumuz gibi, Rab İsa çarmıhta yalnızca günahlarımızı taşımak ile kalmadı ama ayrıca günah, tüm evreni etkilediği zaman O, günah ile ilgili tüm sorunu tamamen ortadan kaldırdı. Burada gördüğümüz Mesih’in ölümünün konusu budur!

Sonra Harun, tekeyi getirecek ve “iki elini tekenin başına koyacak, İsrail halkının tüm suçlarını, isyanlarını ve günahlarını açıklayarak bunları tekenin başına aktaracak. Sonra bu iş için atanan bir adam ile tekeyi çöle gönderecek. Teke İsrail halkının tüm suçlarını yüklenerek ıssız bir ülkeye taşıyacak. Adam tekeyi çöle salacak.” (Levililer 16:21,22)

Burada doğduktan sonra işlemiş olduğumuz günahları görürüz. Ve böylece tüm günah sorununun sonsuza kadar tamamen çözülmüş olduğunu görürüz.

Şimdi Levililer kitabının 23.bölümüne – burada Kefaret günü, Rabbin bakış açısı ile önümüze getirilir - dönecek olur isek öncelikle bunun yedinci ayın onuncu gününde olduğunu görürüz. Kutsal yazılarda on sayısı insana karşı ve Tanrıya karşı olan sorumluluğu bildirir. On buyruk vardı. Tüm bu sorumlulukları yerine getirme konusunda şimdi düşünülmesi ve yerine getirilmesi gereken tüm başarısızlıkların örtülmesi gerekir. Buna “kutsal bir toplantı” adı verilir. Tam üç kez okuruz; onların canlarına sıkıntı vermeleri gerekir. (ayetler 27, 29,32) Bunu üç kez okuruz, “çalışmayacak,  hiç bir iş yapmayacaksınız!” (ayetler 28, 30, 31) Kefaret ya da örtü sözcüğünü tam üç kez okuruz. Ve 32.ayette şu sözleri okuruz:” Bu size bir Şabat dinlenmesi olacaktır.”

Bu ifade bize nasıl bir öykü anlatır! Harun her iki elini tekenin başına koyar iken ve topluluğun günahlarını sayar iken halk nasıl da utanç içinde başlarını önlerine eğmiş olmalılar; bu arada büyük olasılık ile geçmiş yılın tüm korkunç başarısızlıklarını ve günahlarını düşünmüşlerdi. Gerçekten de ciddi bir şekilde canlarını geçmiş ile ilgili sıkıntıya soktular.

Günahların bu uzayıp giden listesine nasıl davranmak gerekiyor idi? “O aynı günde bir iş yapan can hangi can ise o canı halkının arasından alıp mahvedeceğim.” “Hiç bir iş yapmayacaksınız.” O zaman tüm günah ve kötülük ile ne yapılması gerekiyor? Her şey kan tarafından örtülmüştür. Kefaretin anlamı, örtmektir.” “Bir Kefaret Günü olacaktır” ya da “bir Örtme Günü.” “Rabbin önünde, sizin için kefaret etmek (örtmek) üzere bir Kefaret (ya da örtme) günü vardır.”

Tanrıya şükürler olsun ki, “Tanrı can almaz. Sürgüne gönderilen kişi kendisinden uzak kalmasın diye çözüm yolları düşünür.”(2.Samuel 14:14)

Ve tüm bunlar bize gelecek hakkında neler anlatır? İsrail, ülkesine geri götürüldüğü zaman kutlanacak olan Boru Çalma bayramı henüz yerine gelmemiştir. Ve Kefaret günü Boru Çalma bayramından hemen sonra gelir. Boru Çalma bayramı, Mesih egemenlik süreceği zaman, bin yıl boyunca yaşanacak huzurun sevinçlerini anlatan Çadır bayramından önce gelir.

O zaman Kefaret Günü neye örnek teşkil eder? Yersel İsrail halkı için bu günün Rab İsa
Mesih’in, kendi Mesih’leri oldu gerçeğine gözleri açıldığı zaman duydukları acı üzüntüyü ifade ettiğine inanıyoruz. Rab İsa Mesih daha önceden onlara gelmiştir ve onlar O’nu kabul etmemişler ve hatta O’nu öldürmüşlerdir. Daha sonra O’nu kabul edecekler ama aynı zamanda da şu soruyu soracaklardır: “biri, ‘bağrındaki bu yaralar ne?’ diye sorduğu zaman ‘bunlar, dostlarımın evlerinde aldığım yaralar’ diye yanıtlayacak.”(Zekeriya 13:6)

O zaman Yaşam Prensini öldürdüklerini ve O’nun yerine bir katilin ölüm cezasından kurtulmasını talep ettiklerini istediklerini anlayacaklardır. Sonra Rab şöyle der: “Davut soyu ile Yeruşalim’de oturanların üzerine lütuf ve yakarış ruhunu dökeceğim. Bana, yani deştiklerine bakacaklar; biricik oğlu için yas tutan biri gibi yas tutacak, ilk oğlu için acı çeken biri gibi acı çekecekler. O gün Yeruşalim’de tutulan yas, Megiddo ovasında, Hadat-Rimmon’da tutulan yas gibi büyük olacak. Ülkede her boy kendi içinde yas tutacak: Davut, Natan, Levi ve Şimi boyundan ve geri kalan boylardan aileler. Her boyun erkekleri ayrı, kadınları ayrı yas tutacak.” (Zekeriya 12:10-14)

Tüm bunlar bize çok kolay anlaşılan bir dil ile arta kalan İsrail’in “canlarına acı çektireceklerini” anlatır. Yeşaya 53. bölümde 3.ayette canın çektiği sıkıntı hakkında daha fazlasını okuruz: “İnsanlarca hor görüldü, yapayalnız bırakıldı. Acılar adamı idi, hastalığı yakından tanıdı. İnsanların yüz çevirdiği biri gibi hor görüldü. O’na değer vermedik.” Ah, canın çektiği acı! İsrail’in Mesihi’nin geldiğini düşünmek ve aynı korkunç davranışa maruz kalmak! Yuhanna müjdesindeki Kutsal Ruhun açıklamasına kulak verelim: “O, kendisine ait olanlar için geldi ama O’na ait olanlar O’nu kabul etmediler.” Yalnızca Levililer’de çok net bir şekilde işaret edilen cana gelen zulüm ve günah itirafı ile yukarda alıntısını yaptığımız Zekeriya 12.bölümdeki bu satırlar, İsrail halkının “deştiklerine baktıkları” zaman tutacakları acıyı anlatır. Ama hemen, çok geçmeden, şu bereketli sözleri okuruz: “O gün Davut soyunu ve Yeruşalim’de yaşayanları günahtan ve ruhsal kirlilikten arındırmak için bir pınar açılacak.” (Zekeriya 13:1)

Tanrının Oğlu olan kendi Mesihlerini katletmeleri gibi korkunç bir suçtan mahkum olmalarına rağmen günahları için açılan bu pınarı fark ettikleri an, canlarında tüm suçlarını örtmek için kefaretin değerli kanını kabul ettiklerinde Yeşaya 53. Bölümdeki diğer ayetleri benimseyerek devam edebilirler. “aslında hastalıklarımızı O üstlendi ve acılarımızı O yüklendi. Biz ise O’nun Tanrı tarafından cezalandırıldığını ve vurulup ezildiğini sandık. Oysa, bizim isyanlarımız yüzünden O’nun bedeni deşildi. Bizim suçlarımız yüzünden O eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza O’na verildi ve bizler O’nun yaraları ile şifa bulduk. Hepimiz koyun gibi yoldan sapmıştık, her birimiz kendi yoluna döndü. Yine de Rab, hepimizin cezasını O’na yükledi.” (Yeşaya 53:4-6) Arta kalan İsrail’in Mesihlerini, hor görülen ve reddedilen İsa’yı sonunda görmek için gözleri açıldığında duydukları acının derinliğini bu değerli sözcüklerde görmüyor muyuz? Ama Kefaret gününün ya da Örtme gününün harika gerçeklerini de aynı zamanda okumuyor muyuz?

Aynı zamanda tüm bunların işler aracılığı ile olmadığını da görmekteyiz. Onların suçlarını örten canlarının çektiği acı değildir; Tanrı Kuzusunun değerli kanıdır! Kendilerinin çarmıha gerdikleri bu Tanrı Kuzusunun kanı onların tüm kötülüklerini, hatta günahların en büyüğü olan Mesih’in reddedilmesi ve öldürülmesini dahi örter.

Ama Kefaret gününde meydana gelen bir başka olay daha vardır. Bu olayı Levililer 25:9 ayetinde okuruz. “Sonra yedinci ayın onuncu günü, yani günahları bağışlatma günü, bütün ülkede yüksek ses ile boru çalınacak.”

“Özgürlük yılının borazanı” ne idi? On gün önce kutlanmış olan Boru Çalma bayramından farklı idi. Tanrı, özgürlük yılından şöyle söz eder: “Yedi yılda bir kutlanan Şabat yıllarının yedi kez geçmesini bekleyin. Yedi kez geçecek Şabat yıllarının toplamı kırk dokuz yıldır.” Yedi kez yedi yılın hiç kuşkusuz Tanrının zamanının dolmasından söz eder. O zaman özgürlük yılının borusu çalınır ve ne olur? Tutsak köle özgür kılınır. Kaybedilmiş ülkeye geri dönülür. Onlar, “ellinci yılı kutsal sayacak ve bütün ülke halkı için özgürlük yılı ilan edecekler idi. O yıl onlar için özgürlük yılı olacak ve herkes kendi toprağına ve ailesine dönecek idi.” (Levililer 25:10)

Borazan yedinci ayın ilk gününde onları ülkelerine geri çağırmak için çalınmış idi. Ama geri dönüşleri kefaret gününe kadar tamamlanmadı, tüm günahları yargılandı ve örtüldü; özgürlük yılı borazanı o zaman çalındı ve “tüm ülkede yaşayan herkese” özgürlük ilan edildi.

Ve o günün sonu ne kadar tatlı oldu! Huzur! Dinlenme! Her şey önce can sıkıntısı ile başladı ve sonra örtülmüş olan her günah ile devam etti ve sonsuza kadar sürdü, ama işler aracılığı ile değil; sonra özgürlük geldi ve sonunda huzur! Zavallı ve ezilmiş İsrail için ne büyük bir başarı! Ve söylenenlerin hepsinin gerçekleşeceği kesin idi.

Bunun Kefaret gününe doğru işaret ettiğine inanıyoruz; ama ilk uygulama Tanrının yersel halkı İsrail ile ilgili idi. Ancak biz, aynı zamanda belki de Tanrının göksel halkına kiliseye bir uyarlamanın var olduğuna inanıyoruz. Öyle görünüyor ki bu bize Mesih’in yargı kürsüsü ile ilgili bir şey anlatmaktadır.

2.Korintliler 5:10 ayetinde şu sözleri okuruz: “Çünkü bedende yaşar iken gerek iyi, gerek kötü, yaptıklarımızın karşılığını almak için hepimiz Mesih’in yargı kürsüsü önüne çıkmak zorundayız.” Sevgili imanlı kardeşim, bu ayet üzerinde durup düşünelim. Önce bunun, Vahiy 20:11 ayetinde okuduğumuz “büyük beyaz tahttan” tamamen farklı bir yer ve zamana ait olduğu tarafımızdan net olarak anlaşılsın. Mesih’in yargı kürsüsü, Mesih’in egemenlik süreceği zamandan bin yıl öncedir. Büyük beyaz taht ise bu zamandan sonradır. (Vahiy 20:7) Mesih’in yargı kürsüsünde, “bizler- diriliş yaşamına sahip olan hepimiz – bulunacağız. “İyilik yapmış olanlar yaşamak, kötülük yapmış olanlar yargılanmak üzere dirilecekler.” (Yuhanna5:28,29) Ve görmüş olduğumuz gibi, bu iki diriliş arasında bin yıllık zaman farkı olacaktır.

Korintliler’e yazılan ikinci mektupta Ahaya’nın her yanında tüm kutsallar ile bulunan Tanrının Korint’teki kilisesine hitap edilir. (2.Korintliler 1:1) Mektubu Pavlus yazdı. Ve Korint’teki kiliseye gönderdiği selamlara Timoteos’u da dahil etti. Pavlus ve Timoteos ve Korint’teki tüm kilise ve Ahaya’daki tüm kutsallar bu ayette geçen “biz” sözcüğüne dahildirler. Bu ayetlerde geçen “biz” sözcüğündeki kimdir? “Biz” şahıs zamiri, tüm Hristiyanları ifade eder. Biz! Yani Mesih’in yargı kürsüsü önünde durması gereken kişiler! Bu “biz” sözcüğünde imansızlar yer almaz, yalnızca gerçek imanlılar yer alır. Ve “biz” sözcüğü aynı zamanda yukarda da belirttiğimiz gibi, eğer Rab İsa Mesih’te gerçek imanlılar isek sizi ve beni de kapsar. Ama beyaz tahtın önünde imanlılar olmayacaktır. Yuhanna 5:24 ayetinde Rab şu sözleri söyler: “Size doğrusunu söyleyeyim: sözümü işitip beni gönderene iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Böyle biri yargılanmaz, ölümden yaşama geçmiştir.” Hiç bir gerçek Hristiyan büyük beyaz tahtın önündeki yargıya dahil olmayacak. Her gerçek imanlı bin yıl önce ölüler arasından dirilmiştir “ve yaşayıp Mesih ile birlikte bin yıl egemenlik sürmüştür.” (Vahiy 20:4) Ama ölülerin geri kalanı (yaşam kitabında adları yazılı olmayanlar ve günahları hiç bir zaman Mesih’in değerli kanı ile yıkanmamış olanlar), bu kişiler bin yıl sona erene kadar dirilmediler. (Vahiy 20:5)

Bu kişiler büyük beyaz tahtın önünde yaptıkları işlere göre yargılandılar. (Vahiy 20:13) Ve işlerine göre yargılanan herkes için sonuç, ateş gölü olacaktır. Büyük beyaz tahtın önünde hiç kan lekesi yoktur; oysa kefaret gününde perdenin içinde Tanrının tahtının önünde kan lekeleri vardı. Ancak şimdi tahtın her yeri göz kamaştıran bir beyazlık ve saflıktadır – insanın her işi bu göz kamaştıran beyazlığın önünde kirli ve lekeli olarak görünecektir. Mesih’in yargı kürsüsünde söz konusu olan durum cennete mi yoksa cehenneme mi gideceğiz konusu değildir. Söz konusu olan, ödül alıp almayacağımızdır.

Pek çok kişi dünyanın sonunda herkes Tanrının önünde göründüğü zaman tartının bir kefesine iyi işlerinin diğer kefesine de kötü işlerinin konacağını düşünürler. O yargı gününde cennete mi cehenneme mi gideceklerine terazinin ağır basan kefesi karar verecek sanırlar. Kutsal Kitapta hiç bir yerde, böyle bir öğretişe asla yer vermemiştir. Bu söz Tanrının düşüncesi ve sözü değil yalnızca insanların düşüncesi ve sözüdür. Kutsal Kitabın iki diriliş öğrettiği aşikardır. “Mezardaki olanların hepsinin O’nun sesini işitecekleri saat geliyor. İyilik yapmış olanlar yaşamak, kötülük yapmış olanlar ise yargılanmak üzere dirilecekler.” (Yuhanna 5:28)

O zaman gelin biz Hristiyanların hepimizin Mesih’in yargı kürsüsü önünde durmamız gerekecek olan zaman üzerinde düşünelim. Bu vakit, Rabbi havada karşılamak için yukarı alındığımız sonsuza kadar Rab ile birlikte olacağımızı bildiğimiz zamandan bir sonraki zamandır. Mesih’in yeryüzündeki egemenliğinin zamanından öncedir. Mesih’in yargı kürsüsünün önünde durduğumuz zaman, “bedende yaşar iken gerek iyi, gerek kötü, yaptıklarımızın karşılığını almak için hepimiz Mesih’in yargı kürsüsü önüne çıkmak zorundayız.”(2.Korintliler 5:10) Şunu iyice anlayın ki, bu bir kurtulmuş olma ya da kaybolmuş olma meselesi değildir. Orada duran hepimiz Tanrının çocuklarıyız ve şimdi çocuklar olarak yaşamımızın  - hizmetkarlar olarak yolumuzun – yeniden gözden geçirilmesi için oraya geleceğiz. Her birimizde Rabbin hem övebileceği hem de hoşlanmayacağı şeyler olacaktır. Bu durum okuldaki bir karne gününe benzer; Geçen bir yıl içinde çocukların yaptıkları işler gözden geçirilir ve bazıları ödü alır bazıları ise utanır. Bir öğrencinin işleri kabul edilebilir işlerdir, ama bir diğerinin işleri kabul edilebilir değildirler. Bu neden ile elçi Pavlus şöyle der: “Bu yüzden ister bedende yaşayalım ister bedenden uzak olalım, amacımız Rabbi hoşnut etmektir. Çünkü bedende yaşar iken gerek iyi gerek kötü, yaptıklarımızın karşılığını almak için hepimiz Mesih’in yargı kürsüsüne önüne çıkmak zorundayız.” (2.Korintliler 5:9,10

1.Korintliler 4 ve 5 bölümlerde Rabbin, “karanlığın saklı işlerini açığa çıkaracağını ve yüreklerin amaçlarını bildireceğini” söyler. Sevgili imanlı kardeşim, siz ya da ben burada yeryüzünde yürüdüğümüz tüm yollarımızı yeniden gözden geçirebilir miyiz? Her düşüncemiz ya da yüreğimizin her niyeti ortaya çıkartılabilir mi? Soruyorum, göklerin araştıran ışığı tüm bu gizli konuları aydınlatır iken aynı zamanda canlarımızın sıkıntı çekmesini esirgeyebilir mi? Çoğumuz için bu ne kadar üzücü bir öykü olacaktır! Gurur, bencillik, ahmaklık ve hatta murdar düşünceler ile boş sözler, - ah, o zaman bu gizli şeyleri imanlı kardeşlerimizden saklamayı ne kadar çok isteyeceğiz! Her şey öncelikle Mesih’in ve benim gözlerimizin önüne serilecek. Her şey gözler önüne serilecek. Ama şükürler olsun ki, tüm bunların ortaya dökülmesinin nedeni beni sonsuza kadar cehenneme mahkum etmek için olmayacak. Ama işler yine de gözden geçirilecek. Her şey dengeli olarak tartılacak ve bizler gerçekten de bazı şeyler için üzüleceğiz. Sonra kaybetmiş olduğumuz Mesih’in uğruna utanç yaşama fırsatlarını net bir şekilde göreceğiz. O’na nasıl hizmet etmemizi istediğini anlayacak ve yapmamız gerekip de yapmadıklarımızı fark edeceğiz. Her başarısızlık ışığa getirilecek. Ama Mesih’ten sonra yüreklerimizin her arzusu da aynı zamanda hatırlanacak; O yüreklerimizdeki niyeti ortaya koyduğu zaman, o zaman, - şu sözlere kulak verin- “o zaman herkes Tanrının övgüsüne sahip olacak.” Evet, sevgili imanlı okuyucum, Tanrının lütfu sizin ve benim tarafımdan O’nun uğruna yapılmış olan şeyi bulacaktır ve herkes Tanrıdan payına düşen övgüyü alacaktır.” (1.Korintliler 4:5)

Herkes Tanrıdan övgü alacak olmasına rağmen 1.Korintliler 3:11-15 ayetlerinden bildiğimiz şudur: “ateş, herkesin işini sınayacak,” “Çünkü hiç kimse atılan temelden, yani İsa Mesih’ten başka temel atamaz. Bu temel üzerine kimi altın, gümüş ya da değerli taşlar ile kimi de tahta, ot ya da kamış ile inşa edecek. Herkesin yaptığı iş belli olacak ve yargı günü ortaya çıkacak. Herkesin işi ateş ile açığa vurulacak. Ateş her işin niteliğini sınayacak. Bir kimsenin inşa ettikleri ateşe dayanır ise o kimse ödülünü alacak. Yaptıkları yanar ise zarar edecek. Kendisi kurtulacak ama ateşten geçmiş gibi olacaktır.”

Altın, gümüş, değerli taşlar ile tahta, ot ya da kamış karşılaştırılamaz. Belki çok sayıda ot toplayıp büyük bir yığın yapmış olabiliriz. Ve bu ot yığını ile övünüyor olabiliriz, - ama ateş bu ot yığınını sınayınca yığın olduğu gibi yanacak ve yüreğimizin acısı çok büyük olacaktır.

Ama Rabbe şükürler olsun ki, kefaret günü bir örtme günü idi ve biz üzüntü dolu geçmişi yeniden gözden geçirdikten sonra hepsinin üstü örtülecek ve ıssız bir ülkeye taşınacak idi. “Teke İsrail halkının bütün suçlarını yüklenerek ıssız bir ülkeye taşıyacak. Adam tekeyi çöle salacak.” (Levililer 16:22) Bu konulardan artık bize hiç bir zaman söz edilmeyecek. Onlar değerli kan tarafından örtülmüştür. Silinmişlerdir, sonsuza kadar yok olmuşlardır.

Ama bu geçmişteki başarısızlıklarımızın silinme deneninin bizim iyi işlerimiz olduğunu düşünmeyelim. Kurtarıldığımız ve Tanrıya yakın kılındığımız aynı değerli kan, burada yeryüzündeki yürüyüşümüzde geçmişte yaptığımız tüm hataları siler; bunu yalnızca O’nun değerli kanı yapar. “O aynı günde can her ne yapar ise ben o canı halkın arasında yok edeceğim.” Bu sözler bize sözü edilen konu ile bağlantılı olarak Tanrının yaptığımız işe verdiği değeri gösterir. Her şey lütuf sayesindedir ve her şey lütuf ile olmalıdır. Belki de O’nun lütfunun zenginliğini O’nun yargı kürsüsü önünde durduğumuz zaman tüm yaşamımızda bildiğimiz lütfundan çok daha fazlasını bilmiş olacağız.

Ve İsrail için kefaret günü dinlenme ile kapanır iken bizim için de aynı şey olmayacak mı? Her şey dışarı çıkacak, her şey görünür hale gelecek ve bunu huzur ile dinlenme izleyecek. Şimdi burada yeryüzünde bile tövbeyi izleyen o huzurun birazını biliyoruz. Her şey görünür hale geldikten sonra örtüldüğünde ve sonsuza kadar ortadan yok olduğunda bu huzur nasıl da daha tam hale gelecek!

Acaba Mesih’in yargı kürsüsünü kaçırmayı ister miydik? Sanmıyorum. Bu üzücü yoldaki sorunların hepsinin cennetteki ışıkta çözülmüş olduğunu görmek bize ne büyük sevinç verecek! Belki de yıllardır büyümesine izin vermiş olduğumuz acılık köklerinin tümünün söküldüğünü ve gittiğini görmek ne kadar iyi! Ve lütuf nasıl da harika! Herkes, Tanrıdan övgüsünü alacaktır!


“Bizim iyi işler olduğunu düşündüğümüz şeylerin günah olduklarını bize O gösterecek.
Bizim O’nun için yapıp unutmuş olduğumuz küçük ve önemsiz gördüğümüz işleri
O bize hatırlatacak!


Sonra O’nun adı uğruna verilmiş olan bir bardak soğuk su, bizim tarafımızdan çoktan unutulmuş olsa bile ödülünü alacaktır. O zaman göreceğiz ki, “Tanrı adaletsiz değildir. Yedi gösterdiğiniz sevgiyi unutmaz.” (İbraniler 6:10)

Rab bize şimdiden “O günün” ışığında daha çok yaşamamız için lütuf versin!