Bölüm 5
Fısıh
“Birinci ayın on dördüncü günü akşamüstü Rabbin Fısıh bayramı başlar.” (Levililer 23:5)
“Ancak Tanrınız Rabbin adını yerleştirmek için Onun seçeceği kurbanı, Onun seçtiği yerde, akşam gün batınca Mısır’dan çıktığınız saatlerde keseceksiniz.” (Yasanın Tekrarı 16:6)
“Yeni bir hamur olabilmek için eski mayadan arınıp temizlenin. Zaten mayasızsınız. Çünkü Fısıh kuzumuz Mesih kurban edildi.” (1.Korintliler 5:7)
Eski İsrail’in Fısıh kuzusunun kanı neden aktı?
Onların güvencesi ve bayramları olması için
O kan serpilmeli ve İsrail o kandan beslenmeli idi.
Arayış içinde olan canım,
Artık törensel gölgelerden vazgeç;
Mesih, tamamen saf ve bütün olan Fısıh kuzusudur,
O, benim yerime kefaret eden ilk-doğandır.
Şimdi evinden içeri gir.
Kuzuyu kes, ye ve kapını meshet;
Öyle ki tehditkar düşman sana vurmak için içeri girmesin
Ve senin üzerinden geçip gitsin.
O bakar ve yukardan seslenir,
“Ölecek misin, yoksa yaşayacak mısın?”
O, kapı sövelerindeki kanın feryatlarını işitir:
“Bağışla, bağışla, bağışla!”
Ben suçlayıcının kükreyişini işitirim,
Yaptığım hataları yüzüme bağırır;
Ben bu hataları gayet iyi bilirim ve daha binlercesini de;
Ama Rabbi bende hata bulmaz.
Günah, şeytan ve ölüm yaklaşarak baskı yaparlar,
Amaçları beni rahatsız etmek ve bezdirmektir.
Kanını akıtan yüce Rabbim görünsün,
O zaman hepsi gerisin geriye gider ve yere düşerler!
Biz daha önce Şabat ve Rabbin diğer bayramları arasındaki farka zaten dikkat çekmiş idik.
Fısıh, Rabbin yıllık bayramlarının ilki idi. Ve ilk ayın on dördüncü günü kutlanır idi – Abib ayı! (Yasanın Tekrarı 16:1) Fısıh bayramı her yıl, kefareti ve Mısır’dan kurtarılışı hatırlatırdı. Fısıhımız olan Mesih bizim için kurban edildi. (1.Korintliler 5:7) Fısıh kuzusu Mesih’in örneği idi. Bu kuzunun her kurban edilişinde gelecek olan Tanrı Kuzusuna işaret edilmiş olurdu. “O’nda kurtuluşa ve günahlarımızın bağışına sahibiz.” (Koloseliler 1:14)
Fısıh İsrail’e ilk kez verildiği zaman şeytanın örneğini temsil eden Mısır kralı firavunun elinde köle idiler ve Mısırdaki putlara tapıyorlardı. İsraillilerin de aynı Mısırlılar gibi günah nedeni ile Tanrının adil yargısını almayı hak ettiklerini görmekteyiz; Mısırlılar ve İsrailliler arasında bir fark yok idi. Tanrı, Mısırdaki halkı uyardı – İsraillileri olduğu gibi Mısırlıları da uyardı, - ve onlara çok net olarak şunu söyledi: “Gece yarısı Mısırı boydan boya geçeceğim ve Mısırdaki bütün ilk doğanlar ölecek.” (Mısırdan Çıkış 11:4,5)
Ama Tanrı aynı zamanda bu yargıdan kaçılmasını sağlayan bir yol da tedarik etti. Tanrının sözüne iman eden ve itaat eden herkes kesinlikle kurtulacak idi.
Ve bu kaçış yolu ne idi? İlk ayın onuncu günü bir kuzu alacaklar ve bu kuzuyu her eve bir kuzu düşecek şekilde ayın on dördüncü gününe kadar muhafaza ederek ona bakacaklardı. Eğer bir kuzu bir aileye çok geliyor ise aile bireylerinin sayısı ve herkesin yiyeceği miktar hesaplanacak ve aile, kuzuyu en yakın komşusu ile paylaşabilecek idi. Burada dikkatinizi çekmeyi rica ettiğim nokta şudur: kuzunun ev halkı için yeterli olmayacağına dair bir söz edilmez; Tanrının Kuzusu herkes için yeterlidir – günahkarların en kötüsü için bile! İlk ayın on dördüncü gününde kuzuyu öldürdüler ve kuzunun kanını alıp etin yeneceği evin yan ve üst kapı sövelerine süreceklerdi. Ve ev halkından hiç kimse sabah olana kadar evden dışarı çıkmayacak idi.
Kan, evin dışında bulunacaktı. Evin içindeki insanlar kanı görmeyeceklerdi. Kan yalnızca ve öncelikle Tanrının görmesi için idi. Gece yarısının karanlığında Tanrının gözü kapıya kan sürülüp sürülmediğini görebilir idi. Ve Tanrı şöyle dedi: “bulunduğunuz evlerin üzerindeki kan sizin için belirti olacak. Kanı görünce üzerinizden geçeceğim. Ölüm saçan size hiç bir zarar vermeyecek.” (Mısırdan Çıkış 12:13)
Burada lütfen şu noktaya dikkat edin; diri bir kuzu onları kurtaramazdı. Aynı zamanda teknenin içindeki kan ile ölü kuzunun da onları kurtaramayacağına dikkat edin. Eğer İsrailliler evlerine kurtuluş gelmesini istiyorlar ise o zaman bu kanı alıp kapılarının üzerine sürmeleri gerekiyor idi. Kanın acı otlar ile birlikte uygulanması gerekiyor idi ve bu acı otlar bize tövbe eden bir canın acılığını ifade etmektedir; çünkü Tanrı Kuzusunun beni kurtarmak için ölmesine benim günahlarımın neden olduğunun farkına varırım. Sevgili okuyucu, size şu soruyu sormama izin verin lütfen: kanı kapınızın üzerine sürdünüz mü yoksa kan hala teknenin içinde mi? Tanrı Kuzuyu – Mesih’i – tedarik etmiştir; Tanrı Kuzusu ölmüştür ve Onun Kanı sizin için geçerlidir. Yani, şöyle ifade edelim, bu kan sizin için teknenin içinde sizin için durmaktadır. Bu kanı tekneden alıp kendiniz için uygulamayacak mısınız? Uygulamadığınız takdirde bu kan size yarar sağlamayacaktır!
Evet, Tanrı merhameti sayesinde kuzunun kanına güvenen günahkarların “üzerinden geçmiştir.” Ve ölüm yargısı günahkarların yerine lekesiz kuzunun üzerine inmiştir. Evin kapı söveleri üstündeki kan, o yargı gecesinde Rab Mısırdan geçerken evin içinde bulunan herkesi ölümün yıkımından korudu.
Tanrının Kendisi şu sözlerini söylemişti: “Kanı görünce üzerinizden geçeceğim.” (Mısırdan Çıkış 12:13) Kuzunun kanı onları korudu. Tanrının sözü onlara kesinlikle güvende olduklarını bildirdi. Kuzu onların yaşayabilmesi için öldü. Kendilerine mal edip sahip çıktıkları kuzunun kanını kendi kapılarına Rabbin sözü aracılığı ile sürdüler ve bu yaptıkları onlara güven ve sevinç verdi. Kuzunun kanı Tanrının kurtarılmış halkı olarak onların Rab ile olan yeni konumlarının temeli idi. Kan aracılığı ile kurtulmuş olmaları onların daha sonra Rabden aldıkları tüm bereketleri geçerli kılan ünvanları idi. Çünkü onlar Tanrının halkı idiler. Kan, her şeyin temelini teşkil eder. Bayramların ilki olan Fısıh bu neden ile tüm diğer bayramların temelini teşkil eder.
Ancak bu bayram ile ilgili bizler için bir başka ders daha mevcuttur. Bu ay, biçimsel olarak ilk ay idi. Tanrı onların takvimini değiştirdi. Yılın takvimdeki diğer ayları silindi ve Fısıh’ın geldiği ay yılın ilk ayı yapıldı.
Aynı konu günahkar için de benzer şekilde geçerlidir! Geçmiş yaşamı değerli kan aracılığı ile silinir ve artık Tanrı Kuzusu İsa Mesih’in kanı altında sığınak bulduğu için yeni bir yaşama başlar. Yukardan yani Kutsal Ruh’tan yeniden doğar ve zaman onun için taze bir şekilde yeniden başlar. Gerçekten de o ay yılın ilk ayıdır, - bütünüyle yeni bir başlangıç, “eski şeyler geçti.” Artık yeni bir doğum gününe sahip olmuştur.
Bu konu bize kurtuluş ve yeni doğumun bir birleri ile nasıl bağlantı içinde olduklarını gösterir. Mesih’in değerli kanına güvenmek, “yeniden doğmak” demektir.
Bu, yazgısal olarak Adem’den Mesih’in ölümüne kadar insanın deneme dönemine işaret ediyor olabilir. Geçmişte her şey başarısız olmuştu ve şimdi bu başarısızlığın ortadan kaldırılması gerekiyor idi. Çarmıhta yepyeni bir başlangıç vardı. Bildiğiniz gibi, dünya ülkelerinin çoğu yıllarını Mesih’in zamanından itibaren hesaplarlar. Çarmıh, gerçekten de yeni bir başlangıçtır; “yılın ilk ayıdır.”
Bireysel imanlı için Mesih’e iman ettiği zaman, bu imanı, onun yeniden doğduğunu gösterir. O artık, Adem çocuklarından biri yani düşmüş bir günahkar olarak görülmez. O, şimdi Mesih’te yeni bir yaratık olarak durmaktadır. Ve yeni bir yaşam sürmeye başlar. Eski benliği çarmıha gerilmiş ve gömülmüştür.
O, Tanrı için satın alındı
O, Tanrı’dan doğdu
Tanrı için yaşamak üzere ilerliyor
Ve artık günah, dünya ve şeytana hizmet etmeyecek güce sahip.
Kilise, çarmıhtan sonra var oldu. Aynı zamanda kilisenin temeli de Kuzunun Kanıdır ama bu konuyu tam olarak daha sonra gözden geçireceğiz.
Fısıh’ın söünü ettiği çarmıh aracılığı ile gerçekten de her şey yepyeni oldu. Bu neden ile şu sö çok yerindedir: “Fısıh, sizin için yılın ilk ayıdır.”
Mesih’in ölümünden, ölmüş ve dirilmiş olan O’na imandan, Mesih’in kişiliğinden ve O’nun işinden ayrı olarak yeryüzünde gerçek Hristiyanlık diye bir şey olamaz ve aynı şekilde bundan sonraki yaşamda sonsuz yaşamın varlığından söz edilemez. Kan aracılığı ile kurtuluş her şeyin temelidir. Çarmıh, tahta giden yolun başlangıç noktasıdır. Tanrının yüceliği adına var olan tek unvan, Kuzunun kanıdır. Ve Rab bu yüzden büyük kurtuluş bayramının her yıl, kuşaktan kuşağa kutlanması gerektiğini buyurdu (Mısırdan Çıkış 13:10).
Böylelikle Yeni Yıla hemen girmişlerdi, Fısıh bayramını kutlamaları gerekiyordu. Ve bu kutlamayı Kenan diyarına ulaştıktan ve Şeria nehrinin ötesindeki mirasa kavuştuktan sonra da devam ettirmeli idiler. Bu anıları taze tutan bayramın hala kutlanması gerekliydi (Yeşu 5.bölüm ve Yasanın Tekrarı 16.bölüm) ve çocukları da kuşaktan kuşağa bu bayramı kalıcı bir kural olarak kutlamalıydılar; çocukları bu bayramın anlamı nedir diye sordukları zaman, ‘Bu töre Rabbin Fısıh kurbanıdır’ demeleri gerekiyor idi. (Mısırdan Çıkış 12:24-27.ayetler)
Ama diyelim ki, aile kanı tekneden aldı ve evin yan ve üst kapı sövelerine sürdü ve evden içeri girerek kanın altına sığınmış oldu; peki ondan sonra ne yapacaklardı? Sonra, kanı yaşamlarını kurtarmış olan boğazlanmış kuzuyu aldılar ve onu ateşte kızarttılar. Onu mayasız ekmek ve acı otlar ile yediler. Eti yerken durumları şöyle olmalı idi: Belleri kuşanmış, çarıkları ayaklarında, değnekleri ellerinde! Eti çabuk yemeliydiler. Kan, onların güvenliğini sağladı, onlara güvence oldu, et ise onlara yiyecek oldu. Ancak etin ateşte kızartılması gerekiyor idi; eti çiğ ya da haşlanmış olarak değil, kızartarak yiyeceklerdi. Tanrının ateşli yargısını ve gazabını Tanrı Kuzusu üstüne aldı. O’nun ve yargı ateşinin arasına başka hiç bir şey girmedi. Bizim günahlarımızı ağaçta Kendi bedeninde üstlendiğinde karanlığın o hain acımasız saatleri sırasında çektiği acıların derinliğini kim bilebilir, kim söyleyebilir? O’na, “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?” diye feryat ettiren can çekişmesinin ne kadar derin olduğunu biz hiçbir zaman asla bilemeyiz! Nasıl bilebiliriz? Bu feryat bize Tanrının lekesiz Kuzusu tarafından üstlenilen ateşin korkunçluğu hakkında az da olsa bir fikir vermektedir. Ve bu kuzunun acı otlar ile birlikte yenmesi gerekiyor idi. Bu acı otlar, benim canıma O’nun bu acıları benim için çekmiş olduğunu fark ettiriyor. O’nu o çarmıha çivileyen, benim günahlarım idi. O’nu seven bir can için böyle bir düşünce ne kadar da acı verir! Ama aynı zaman da bu düşünce ne kadar da değerlidir!
Ama şimdi bir an için o kuzuya bakalım. Ve bunu yapar iken Rab bize Tanrı Kuzusunda var olan güzelliği daha çok görebilmemiz için yardımcı olsun!
Kuzunun mükemmel olması gerekiyor idi. (Mısırdan Çıkış 12:5) Adem’in çocukları arasında kusursuz olduğunu iddia edebilecek tek kişi dahi yoktur! Yalnızca, Tanrı Oğlu, İnsanoğlu ve tanrı Kuzusu Mesih, yalnızca O, “kusursuzdur!”
“Bir yaşındaki erkek kuzu,” (Mısırdan Çıkış 12:5), bize bereketli Kuzumuzun gücü ve enerjisi hakkında bilgi verir. Seçtikleri kuzunun yaşlı ve yorgun olmaması gerekiyor idi. Ve Rabbimiz önündeki ölümü, insan yaşamındaki tüm yıllarında biliyor ve acısını duyuyordu. O, 33 yaşında idi. Mezmurlarda şu sözleri söyleyebilmiş idi: “Rab gücümü kırdı yaşam yolunda, ömrümü kısalttı. ‘Ey Tanrım, ömrümün ortasında canımı alma’ dedim.” (Mezmur 102:23,24) O, ölüme gider iken gençliğinin baharında idi. “Seherin bağrından doğan çiy gibi!” (Mezmur 110:3)
“Bu yılın sonunda herkes ailesine göre kendi ev halkına birer kuzu alacak. Ayın on dördüne kadar bu kuzuya bakacaksınız. O akşamüstü bütün İsrail topluluğu hayvanları boğazlayacak.” (Mısırdan Çıkış 12:3,6) Rab tüm bunları ne kadar harika bir şekilde yerine getirdi. İlk ayın on dördüncü gününde Rab İsa’nın Yeruşalim’e geldiğini görüyoruz. Ve orada on dördüncü güne hatta öldüğü güne kadar (kentin dışında uyumasına rağmen) kaldı.
Rabbimiz öğrencileri ile son akşam yemeğini on dördüncü günün ilk saatlerinde yedi çünkü bir Yahudi günü güneş batımından güneş batımına kadar sürerdi. Yahuda odadan çıktığı zaman gece olmuş idi. Aynı gece daha sonra Rab ve öğrencileri Getsemani bahçesine gittiler. Ve Yahuda o gece sessizce bir çok kişiyi peşine takıp Rabbin olduğu yere getirdi; amacı O’nu tutuklatmak idi. Rab İsa üçüncü saatte çarmıha gerildi (Markos 15:25), ya da bizim zamanımıza göre saat dokuzda! Altıncı saatten dokuzuncu saate kadar geçen zamanda karanlık hakim idi; bizim zamanımıza göre saat on ikiden saat üçe kadar. Ve Tanrının Kuzusu dokuzuncu saat civarında öldü. Öldüğü saat halen ilk ayın on dördüncü gününe ait bir saat idi. Fısıh kuzusunun “iki akşam arasında” boğazlanması gerekiyor idi, (Mısırdan Çıkış 12:6; sayfa kenarı). Bize bu ifadedeki anlamın öğleden sonra saat 3 ve 6 arasına denk geldiğini söylerler. Bu nedenle Tanrı Kuzusu tam fısıh kuzularının öldürülmeye başladığı zamanda onlarla aynı saatte öldü.
Bu örnek ve yerine gelişi arasında dikkat çekici bir başka bağlantı daha vardır. Eski antlaşmanın Grekçe çevirisinde Mısırdan Çıkış kitabının 12:13 ayetinde kullanılan “üzerinden geçmek” sözcüğü “korumak, savunmak” anlamına gelir. Rabbimiz bu sözcüğü Matta 26:39 ayetinde, Getsemani bahçesinde dua eder iken kullanır. “Eğer mümkün ise bu kase üzerimden geçsin.” Tanrı o ölüm gecesinde Mısırda evlerin yanından geçer iken İsa da bu kasenin Ondan geçmesi için dua etti. Ama o duanın sonu ne kadar da değerlidir! “Ama yine de benim değil, senin isteğin olsun.” Şimdi tekrar Fısıh Kuzusu ile ilgili yazılan diğer sözlere bakalım: “Fısıh eti evde yenecek ve evin dışına çıkarılmayacak. Kemikleri kırılmayacak!” – Mısırdan Çıkış 12:46. Yahudiler taşlayarak ölüm cezası uygulardı ve böyle bir ceza kemikleri kırardı. Ama Tanrı, Tanrı Kuzusunun nasıl çarmıha gerilmesi gerektiğini önceden planlamış idi. Ve İsa Mesih ile birlikte çarmıha gerilen iki haydudun bacakları kırılmasına rağmen Tanrının Ruhu Yuhanna aracılığı ile bize net olarak şunu söyler: “askerler İsa’ya gelince O’nun ölmüş olduğunu gördüler. Bu yüzden bacaklarını kırmadılar. Ama askerlerden biri O’nun böğrünü mızrak ile deldi. Böğründen hemen kan ve su aktı. Bunu gören adam tanıklık etmiştir ve tanıklığı doğrudur. Doğruyu söylediğini bilir. Siz de iman edesiniz diye tanıklık etmiştir. Bunlar, ‘O’nun bir tek kemiği kırılmayacak’ diyen kutsal yazıların yerine gelmesi için oldu.”(Yuhanna 19:32-36)
Eğer fısıh bayramında Kenan ülkesinin esenlik ve bolluğu ortasında İsrail oğulları Mısırdaki çevrelerindeki tüm ölüm ve acı dolu feryatların ortasında o karanlık yargı gecesine dönüp bakmaktan zevk alsalardı kurtulurlardı – Cennetteki en yüce yere layık olan ama yeryüzündeki en alçak konuma inen ve ölüme hatta çarmıh üzerinde ölüme razı olan Tanrı Kuzusuna gözlerimizi dikip geriye bakmak bize ne kadar çok keyif verir. Ve yüreklerimiz için Tanrının Ruhunun bizi mükemmel bir şekilde çekmiş olduğu örnekteki tüm bu ayrıntılar ne kadar da değerlidirler!
Ama lütfen bundan daha fazlası üzerinde düşünelim; Fısıh Bayramı, “Rabbin Bayramı” idi. Bu, gerçek Fısıh’ın gölgesi olan büyük olayda örnek, Rabbin Kendi Sevinci idi. Ve O’nun kurtarmış olduğu halk O’nun varlığındaki sevinci paylaşmak için O’nun çevresinde toplanmış idi. Bu düşünce ne kadar harika bir düşüncedir! Rab, Mesih’in ölümünün beklentisi içinde bir bayram kutlar. Bu, tüm insan düşüncelerinin ötesine geçen bir durumdur! Biz bunu anlayamayız. Hiç bir kutsal ve hiç bir melek asla Tanrı Kuzusunun ölümünün değerini bilemez. Ya da Tanrı yüreğinde ölümün ne anlam ifade ettiğini anlayamaz. Çarmıhta ölmekte olan Kuzu Tanrının tek ve biricik Oğlu idi. Şu sözlerdeki anlamın derinliğine bakalım: “İshak’ı, oğlunu, sevdiğin biricik oğlunu al!” (Yaratılış 22:2); ve tekrar, “tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlunu verdi”, (Yuhanna 3:16); ve yine “Biricik Oğlunu esirgemeyen ve O’nu bizim uğrumuza feda eden”, (Romalılar 8:32); ve tekrar “Bağcılara en son sevgili Oğlunu yolladı”, (Markos 12:6); ve yine “Tanrı biricik Oğlu aracılığı ile yaşayalım diye O’nu dünyaya gönderdi, böylece bizi sevdiğini gösterdi. Tanrıyı biz sevmiş değildik ama O bizi sevdi ve Oğlunu günahlarımızı bağışlatan kurban olarak dünyaya gönderdi. İşte sevgi budur.” (1.Yuhanna 4:9,10)
Tanrının Kuzusu, Tanrının “sevgili Oğlu” (Koloseliler 1:13), “ölüme hatta çarmıh üzerindeki ölüme bile boyun eğdi; O’nun bu adanmışlığı Tanrının huzurunda “hoş bir koku” oldu. Çarmıh, Rab için bir bayram idi. Çarmıh, günahın O’ndan çaldığından çok daha fazlasını Ona geri verdi.
Fısıh, Çarmıhı dört göz ile bekliyor idi. Rabbin sofrası Çarmıha dönüp bakar ve bu sofra hakkında bizler Fısıh’tan çok değerli dersler öğrenebiliriz.
Kuzunun nerede yenmesi gerekiyor idi? “Fısıh kuzusunu Tanrınız Rab için kurban edeceksiniz. Ve eti Tanrınız Rabbin seçeceği bir yerde pişirip yiyeceksiniz.” (Yasanın Tekrarı 16:6,7)
Rab bayram ile ilgili öyküde üç kez, “Rabbin seçeceği bir yerde” sözlerini kullanır. Böyle olması hiç kuşkusuz bu konunun Tanrının gözünde ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Ama ne yazık ki bu gün, pek çok kişinin Rabbin sofrasını insanın seçmiş olduğu yerde yaptığını görüyoruz. İnsanların ya da ülkelerin ya da hükümet biçimlerinin adları ile çağrılan insan toplulukları bulunmakta. İnsanların yapmış ve insanların seçmiş olduğu bu yerler kesinlikle Rabbin adını vermeyi seçeceği yerler değildir, yoksa ortada böylesine bir karmaşa olmaz idi ve her biri, Rabbin sofrasının yapılacağı yer olduğunu iddia eden bu kadar çok yer bulunmazdı.
Eğer tüm bu karmaşa ve çelişkiyi bir kenara bırakacak olur isek Tanrının günümüzde seçerek adını vermek istediği yere gitmemiz için Tanrının sözü aracılığı ile bize rehberlik edecek herhangi bir ışık bulabilir miyiz? Kesinlikle evet, bulabiliriz.
Şu sözleri okuruz:” Nerede iki ya da üç kişi benim adım ile toplanır ise ben de orada, aralarındayım.” (Matta 18:20) “İki ya da üç” büyük sayılar değildir ya da herhangi bir kişisel güç ya da yetki ifade etmezler. Ama “benim adımla” sözleri, bize O’nun adındaki güç ve yetkiyi anlatır.
Uzak ve yabancı bir ülkede bulunan bir İngiliz vatandaşı yardım ve koruma alma amacı ile o yabancı ülkedeki İngiliz Konsolosluğuna gidebilir, çünkü o konsolosluğun Adını taşıyan, o ülkenin bir vatandaşıdır. Konsolosun gücü ve yetkisi hiç bir şey ifade etmeyebilir: ama temsil ettiği İsim nedeni ile hem güç hem de yetki mevcuttur. Ancak bu gücün ve yetkinin Egemen Olan’ın istek ve arzuları ile uyumlu olarak kullanılması gerekir. Bir konsolosun kendi isteğine göre hareket etmesi gerektiğini düşünmek imkansızdır. Kendisine iş vermiş olan ve İsmini temsil ettiği üzerindeki Yetkilinin isteğine saygı göstereceği kesindir. Bu neden ile eğer biz O’nun adı ile bir araya toplandı isek o zaman her şeyin Tanrının isteği ve Sözünde bize vermiş olduğu talimatlara uygun olması gerektiği aşikardır. Eğer Rabbin sofrasından yiyen insanların bu farklı kurumlarını Tanrının sözü ile karşılaştırır isek o zaman onların kendi isteklerine göre mi yoksa Tanrının sözüne göre mi hareket ettiklerini söylememiz mümkün olur.
Burada net bir şekilde farkına varmamız gereken özel bir bina ya da özel bir yerden söz edilmediğidir. Biz bir yerde değil, bir KİŞİ’de toplanırız. Kutsal Yazıların hiç bir yerinde diğerlerinden daha kutsal olan “kutsal binalardan” söz edildiğini okumayız. Çünkü yazmaz. Şu sözleri okuruz: “evinde toplanan kilise (imanlılar topluluğu)” (Filemon 2): öyle görünüyor ki, öğrenciler Rabbin sofrasından yemek için Filemon’un evinde toplanıyorlardı. (Aynı zamanda 16:5; 1 Korintliler 16:19; Koloseliler 4:15 ayetlerindeki ifadeler ile de karşılaştırın.) Burada bir vaiz ya da ruhban sınıfından biri hakkında bir şey yazılmamış. Eğer Rab gerçekten aralarında ise o zaman kontrolü bir kişi nasıl ele geçirebilir? Böyle bir durum düşünülemez.
Bu yüzden görüyoruz ki, Rabbin sofrasından yemek için bir müjdeleme salonu ya da bir vaiz ya da bir hizmetkar ya da bir müjdeci ya da ruhban sınıfından biri gerekli değildir. Yalnızca iki ya da üç kişi eğer Rabbin adı ile bir araya geldiler ise bunu bir kişiye ait olan özel bir evde de yapabilirler. Çünkü önemli olan aralarındaki Mesih’tir, kutsal binalar ya da insanlar tarafından atanan kişiler önemli değildir.
Ancak Fısıh bize aynı zamanda şunu da net olarak bildirir: Bu bayramda kimlerin yemesi gerekir? Mısırdan Çıkış 12:43,44,45 ayetlerinde şunları okuruz: “Hiç bir yabancı Fısıh etini yemeyecek. Ama satın aldığınız köleler sünnet edildikten sonra ondan yiyebilir. Konuklar ve ücretli işçiler ondan yemeyecek.” Efesliler 2:19 ayetinde şu sözleri okuruz: “Böylece artık yabancı ve garip değil, kutsallar ile birlikte yurttaş ve Tanrının ev halkısınız.” Yalnızca Tanrının çocuklarının Mesih’in kanı aracılığı ile yakın kılındıkları gerçeği aşikardır (Efesliler 2:13). Ve bu sofradan yalnızca onlar yiyebilirler; tövbe etmemiş kişilerin bu sofradan yalnızca bereket elde etmek amacı ile yediklerini görmek ne kadar da üzücüdür! Böyle bir durum Tanrının sözü ile uyuşmamaktadır.
Sünnet töreni, her erkeğin etinden bir parçanın kesilmesi ile yapılırdı. Tanrının İsrail için yasası, her erkeğin sünnet edilmesi gerektiği idi; bu sünnetin imanlılar için ruhsal anlamı, benliği “kesip atmamızdır!” Tanrı, yeni antlaşmada benlikten her zaman kötü işler yapmaya eğilimi olan o kötü Adem doğasından “benlik” olarak söz eder. İmanlının buna izin vermemesi gerekir: benliği kesip atmalı ya da ölüm yerinde tutmalıdır. Ama benlik aslında Rab bizi Yuvaya alıncaya dek her zaman bizimledir. Ancak onun harekete geçmesine izin vermemiz gerekmez!
Sünnet töreni, Tanrının halkına dahil olmayı arzu eden kişilere açık bir tören idi. Ve o zaman bu kişiler de fısıhtan yiyebilirlerdi. Şimdi bizler İsa Mesih’e iman aracılığı ile Tanrının çocukları ve Tanrının ev halkının üyeleri olduk. Benliğimiz ölüm yerinde kesildi öyle ki, biz de o sofradan yiyebilelim.
Aynı zamanda bu sofradan nasıl yenmesi gerektiğini de görelim. Mısırdan Çıkış 12:11 ayetinde şunları okuruz, “ Beliniz kuşanmış, çarıklarınız ayağınızda, değneğiniz elinizde olmalı. Eti çabuk yemelisiniz. Bu, Rabbin Fısıh kurbanıdır.” Eti, üzüntü ve esaret içinde yaşadıkları ülkeden ayrılmak üzere iken çabucak yemeli idiler. Ve her ne kadar biz bu ülkeden Tanrının merhameti aracılığı ile kurtarılmış olsak da yine de o sofradan yeriz; bu üzüntü ve ölüm dünyasından ayrılmaya hazır olarak sofradan yeriz! Tanrının sözü şöyle der: “Bu ekmeği her yediğinizde ve bu kaseden her içtiğinizde Rabbin gelişine dek Rabbin ölümünü ilan etmiş olursunuz.” (1.Korintliler 11:26)O sofradan Rabbin gelmesini bekleyerek yer ve içeriz.
Aynı zamanda Fısıh’ın tam olarak ne zaman yerine getirilmesi gerektiğine dair bilgi de dikkatimizi çekebilir. Ve eğer yeni antlaşmaya bakacak olur isek orada Rabbin sofrasından ne zaman yememiz gerektiğini görürüz.
Kutsal Yazılarda bu konuya büyük bir özgürlük tanındığı doğrudur. Söz şöyle der: “Bu ekmeği her yediğinizde ve bu kaseden her içtiğinizde Rabbin gelişine dek Rabbin ölümünü ilan etmiş olursunuz.”(1.Korintliler 11:26) Bu bize, herhangi bir zamanda ”bu ekmeği yemek ve bu kaseden içmek” için özgürlük verildiğini ima etmektedir; ve ilk imanlıların döneminde onların her gün ekmek böldüklerini okuruz. (Elçilerin İşleri 2:46)
Ama kutsal yazılar elçilerin günlerindeki ilk kilisenin bu konudaki uygulamasına net bir şekilde işaret eder ve bizler de bunu bir öğüt olarak kabul edebiliriz. Elçilerin İşleri 20:7 ayetinde şunu okuruz: “Haftanın ilk günü ekmek bölmek için bir araya toplandığımız zaman”. 1.Korintliler 16:2 ayetinde kutsallar için biriktirilen para ile ilgili sözleri okuyalım: “Haftanın ilk günü herkes tanrının ona verdiği kazanca göre bir miktar para ayırıp biriktirsin.” İbraniler 13:15 ayetinde bu para verme “kurbanı” İsa’nın ölümü ile bağlantılıdır.
Böylece ilk kilisenin haftanın ilk günü bir araya toplandığını öğreniyoruz. Biriktirilen para o gün verilir, iyilik yapma ve iletişim kurbanları yine haftanın ilk günü sunulur ve yine aynı günde yani haftanın ilk gününde ekmek bölmek için bir araya gelirlerdi. Kutsal yazılarda hiç bir yerde ayda yalnızca bir kez ya da üç ayda bir kez ya da yılda bir kez ekmek bölündüğü gibi insanlar tarafından düzenlenmiş olan ifadeler veya öneriler yer almaz. Haftanın ilk gününün Rabbin O’nu anmak için ekmek bölmemizi istediği zamanın haftanın ilk günü olduğu aşikardır. Bu amaç için haftanın ilk günü ne kadar da uygun bir gündür! Diriliş günü! Rabbin öldüğü günü O’nun dirildiği günde anmamız ne kadar harikadır!
Ve Fısıhın “gün batımı esnasında” yendiğini hatırlar isek iyi yaparız. Rabbin hatırlanması, ”Rabbin sofrası” olarak anılır. Öğrenciler ekmek bölmek için birlikte Troas’a geldikleri zaman akşam saatleri olmalı idi çünkü Pavlus onlara gece yarısına kadar vaaz etti (Elçilerin İşleri 20:7)
Haftanın ilk günü için özel bir Grekçe sözcüğün kullanılmış olması, dikkat çekicidir. “Rabbin Günü” (Vahiy 1:10) ve “Rabbin Sofrası” (1.Korintliler 11:20) sözcüklerinin Grekçe karşılığı” kuriakos” sözcüğüdür. Bu sözcük Kutsal Kitabın başka herhangi bir yerinde kullanılmaz. Anlamı, “Rabbe ait olan” demektir. İlk gün Rabbe aittir. Rabbin sofrasına Rabbin gününde katılmamız ne kadar uygun bir davranıştır!
Şimdi, Rabbin sofrası ile ilgili bu bayramdan neler öğrendiğimiz hakkında kısa bir özet yapalım.
Rabbin sofrasını nerede yeriz?
İki ya da üç kişinin İsa Mesih’in adı ile bir araya toplandığı yerde!
Bu sofradan kim yiyebilir?
Yalnızca gerçekten yeniden doğmuş olanlar bu sofradan yiyebilirler.
Bu sofradan ne zaman yiyebiliriz?
Haftanın ilk gününde.
Rabbin bu büyük ve temel bayramı hakkında derin düşündüğümüz zaman ve bu bayramın her ayrıntısını tam olarak yerine getirmiş Olan’a döndüğümüzde tüm yüreklerimiz ile şöyle feryat edebiliriz:—
“Boğazlanmış Kuzu, gücü, zenginliği, bilgeliği, kudreti, saygıyı, yüceliği ve övgüyü almaya layıktır!” (Vahiy 5:12)