9
Çatışma
Efesliler 6:10-21
Efesliler’e yazılan mektup, imanlı çatışmasını ortaya koyan çarpıcı bir bölüm ile sona erer. Bu çatışma gerçeğe sıkıca sarılmak için tecrübe etmemiz gereken bir can uygulaması değildir. Ve mektubun harika gerçeklerini bilmemiz ve takdir etmemiz içindir ve çatışma çıkmasının nedeni bu gerçekleri karşı çıkan her gücün önünde muhafaza etmeyi istemektir.
Mektubun içeriğinde elçi bize göksel çağrımızı, önceden belirlenmiş olan yücelik mirasımızı, kilisenin gizemini ve bu büyük gerçekler ile uyumlu olan pratik yaşamı açıklar. Ama yine de her şeye rağmen eğer biz göksel bereketlerimize sahip olacak ve onlar ile uyum içinde yürüyecek isek o zaman hemen görürüz ki, şeytan tüm gücü ile bize karşı durur. Şeytan Mesih’ten nefret ettiği için bizden gerçeği çalmak için uğraşacak ya da bunu başaramaz ise Mesih’in adına onursuzluk getirmek isteyecektir ve böylece gerçeğe yapışmış olanlar arasında ahlaki çöküşler getirerek gerçeğe saldıracaktır. Bu neden ile çatışma ile karşılaşmak için hazırlıklı olmalıyız ve sahip olduğumuz gerçek ne kadar fazla ise çatışma da o kadar büyük olacaktır.
Bu çatışma konusunda önümüze getirilen üç şey vardır: birincisi, gücümüzün kaynağı; ikincisi, mücadele ettiğimiz düşmanın karakteri ve üçüncüsü düşmanın saldırılarına karşı durmak için bizi güçlendirmek amacı ile sağlanmış olan zırh!
(1) Rabbin Gücü
(Ayet 10) Elçi ilk olarak bize karşı olan gücü tanımlamadan önce düşüncelerimizi, bizden yana olan güce yönlendirir. Bu çatışmanın karşısında direnmek için tüm gücümüzün Rabde olduğunu her zaman hatırlamalıyız. Pavlus bu neden ile şu sözleri yazmıştır: “Rab’de, Onun üstün gücü ile güçlenin.” Genellikle karşılaştığımız zorluk kendimizde hiç bir güç olmadığının farkına varmamızdır. Sayılar konusunda güçlü olmak, armağanlar konusunda güçlü olmak ya da bazı güçlü önderlerin gücünde güçlü olmak doğal olarak hoşumuza gidebilir ama bizim gerçek ve tek gücümüz, “Rab’de ve Onun üstün gücündedir.”
İlk bölümün duası, önümüze Tanrının üstün gücünün kudretini getirir. Mesih ölümden dirilmiş ve göksel yerlerde Tanrının sağında oturmuştur. “Tüm hükümet, yönetim ve karanlık dünyanın güçleri ve kötülüğün göksel yerlerdeki ruhsal orduların ve yalnız bu dünyada değil gelecek olan dünyada da var olan tüm adların üstünde ada sahip olan Rabbimiz İsa Mesih yerde ve gökte tüm yetkiye sahip Olan’dır. Elçi, Onun gücünün iman edenler için geçerli olduğunu bildirir. Bize karşı olan güç, bizim gücümüzden daha büyüktür ama bizden yana olan güç, Yaratan’ın eşsiz gücüdür – bize karşı olan güç ile asla kıyaslanamaz bile! Ayrıca, en üstün güce sahip Olan, aynı zamanda ”ulaşılamaz zenginliklere” de sahip olan Güç’tür ve bizi “bilgiyi çok aşan” bir sevgi ile sever (Efesliler 3:8,19)
Eski günlerde, Gidyon çatışmaya kendisine önce şu sözler söylenerek hazırlandı: “Tanrı seninle beraber”; sonra kendisine “kendi gücü ile gitmesi” söylendi. Gidyon’un ailesi, Manaşşe’nin en yoksulu olabilir idi ailesi olabilir ve Gidyon’un kendisi de ailenin en küçük çocuğu olabilir idi ama eğer zengin ve kudretli olan Rab, ondan yana ise ve onun ile birlikte ise Gidyon’un yoksulluğunun ve zayıflığının ne önemi olabilirdi ki? (Hakimler 6:12-15). Aynı şekilde daha sonraki bir tarihte Yonatan ve onun silahını ve zırhını taşıyan genç hizmetkarı Rabbin gücü sayesinde büyük bir düşmanın karşısına çıktılar. Ve Yonatan şöyle dedi: “Gel, şu sünnetsizlerin ordugahına gidelim, belki Rab bizim için bir şeyler yapar. Çünkü gerek çoklukta, gerekse azlıkta Rabbin zafere ulaştırmasına engel yoktur.” (1.Samuel 14:6)
Ve günümüzdeki bize bakalım: geçmişimizde hatalar, aramızdaki zayıflıklar ve çevremizdeki çürümüşlük nedeni ile Rabbin yüceliğinin, Rabbin gücünün, Rabbin zenginliklerinin ve Rabbin sevgisinin taze bir dokunuşuna ihtiyaç duyarız. Ve önümüzden giden Rab ile “Onun kudretinin üstün gücü ile ilerleriz.”
Mesih olmadan hiç bir gücümüz yoktur. Rab, “Bensiz hiç bir şey yapamazsınız” der ama elçi şu sözleri de ekler:” Beni güçlendiren Mesih’in aracılığı ile her şeyi yapabilirim.”(Filipeliler 4:13) O zaman, Onun içinde bulunan gücü kendimiz için uygulayabilmemiz ancak canlarımız Mesih ile yakın paydaşlıkta muhafaza edildiği zaman mümkün olabilir. Durum böyle olduğu için şeytanın tüm gücü canlarımızı Mesih ile paydaşlıktan uzaklaştırmaya hedeflenecektir. Ve şeytan, Ondan beslenmememiz ve Onun ile paydaşlıkta yürümememiz için bizi Ondan uzak tutmaya uğraşacaktır. Şeytan bizi Mesih ile olan paydaşlıktan çekip çıkartmak planını günlük yaşamın işlerini ve görevlerini ya da bedenin hastalık ve zayıflığını kullanmak aracılığı ile uygulayabilir. Ayrıca yaşam yolundaki zorlukları, Tanrı halkı arasındaki çekişmeleri ya da yüzümüze söylenen çirkin hakaretleri ruhu bunaltarak ve canı korkutarak kullanmak da isteyebilir. Ama her şeye rağmen yine de biz bu gibi hilelerin canlarımız ve Rabbin arasına girmelerine izin vermeyecek olur isek ve tam aksine onları rabbe daha çok yaklaşmak için fırsatlar haline getirir isek o zaman Rab’de güçlü olmanın ne demek olduğunu öğreneceğiz ve aynı zamanda kendi zayıflığımızın da farkına varmış olacağız. Ve şu sözlerdeki bereketin anlamını da öğrenmiş olacağız. “Yükünü Rabbe bırak, O sana destek olur ve asla izin vermez doğru insanın sarsılmasına.” (Mezmur 55:22)
(2) Düşmanın Gücü
(Ayetler 11,12) Öncelikle, bize hatırlatılan, ete ve kana karşı savaşmadığımız konusunda verilen öğüttür. Şeytan gerçekten imanlıya düşmanlık etmek ve gerçeği inkar etmek için erkek ve kadınları kullanabilir ama bizim bu aradaki kişilere değil, onların ötesinde bulunan yani onları kullanan şeytana bakıp onu ayırt etmemiz gerekir. Filipe’de Pavlus’a etten ve kandan oluşan bir kadın karşı geldi ama Pavlus kadını harekete geçiren kötü ruhun farkına vardı ve Rab İsa Mesih’in Adının gücü ile ruhsal kötülük ile çatışmaya girdi ve kötü ruha kadından çıkmasını emretti. (Elçilerin İşleri 16:16-18)
Etten ve kandan oluşan gerçek bir imanlı öğrenci yani Petrus, Rabbin çekeceği acıları reddettiği zaman- “Tanrı korusun Rab, senin başına asla böyle bir şey gelmeyecek” - Rabbe karşı gelmiş oldu, ama aracı olarak kullandığı Petrus’un arkasındaki şeytanın gücünü bilen Rab, ona “Çekil önümden, Şeytan! Bana engel oluyorsun. Düşüncelerin Tanrıya değil, insana özgüdür” diyerek onu azarladı. (Matta 16:22,23)
O zaman çatışma, kullanılan aracı ne olur ise olsun, şeytana ve onun ordularına karşıdır. Yönetimler ve hükümranlıklar, isteklerini güç ile yerine getirmek için kurallı bir konumda bulunan ruhsal varlıklardır. Ruhsal varlıklar iyi ya da kötü ruhsal varlıklar olabilirler; burada sözü edilenler kötü varlıklardır ve kötülükleri iki görünümlü bir yön almış gibidir. Dünyanın bakış açısından onlar bu karanlık dünyanın hükümranlarıdırlar; imanlılar açısından ise “kötülüğün göksel yerlerdeki ruhsal ordularıdırlar”. Dünya karanlıktadır, Tanrıyı inkar eder ve bu ruhsal varlıklar putperestliğin karanlığını, felsefeyi, sözde bilimi ve sadakatsizliği ve batıl inançları, çürümüşlükleri ve Hristiyanlığın modernizmini kontrol eder ve yönlendirirler. İmanlı ışığa getirilir ve göksel yerlerdeki tüm ruhsal bereketler ile kutsanır. Bu durumda imanlıya gösterilen düşmanlık, ondan göksel çağrısının gerçeğini çalmak isteyen ruhsal varlıklar aracılığı ile dinsel bir özellik şeklini alır. Bu kötü ruhsal varlıklar imanlıyı gerçeği inkar eden bir yola sürüklemek ya da gerçek ile bağdaşmayan bir davranışa itmek isterler.
Daha sonra bize ayrıca çatışmanın karakteri hakkında da bilgi verilir. Bu çatışma yalnızca bir zulüm ya da gerçeğin doğrudan bir inkarı değildir; bu çatışma, “iblisin hileleri” olarak tanımlanan daha sinsi ve tehlikeli bir çatışmadır. Hile, başlangıçta doğru ve masum gibi görünen bir şeydir ve daha sonra canı itaat yolundan ayırır. Bu karışık zamanda şeytan çok sık olarak imanlıları yarı gerçeğin yer aldığı bir yola sürüklemek ister ve imanlılar başlangıçta gerçekten çok az farkı olan bu yola girmekten kuşku duymayabilirler. Her bir hileyi ortaya çıkarmak için her birimizin kendimize soracağı şu tek basit soru yeterli olacaktır. “Eğer bu yolu izler isem bu yol beni nereye götürecek?”
Şeytan, Rabbe ihtiyaçlarını karşılamak için taşları ekmeğe çevirmesi gerektiğini söylediği zaman bu öneri yerine getirilmesi çok masum bir öneri gibi görünüyor idi. Ama yine de her şeye rağmen bu öneri bir hile idi ve Tanrıya itaat etme yolundan ayırmak için sunulmuş idi ve Tanrı sözünün bir inkarını içermekte idi. İnsan yalnız ekmek ile yaşamaz ama Tanrının ağzından çıkan her bir söz ile yaşar.”
Şeytan, Galatyalı imanlıları Müjdenin gerçeğinden geri döndürmek için yasayı hile olarak kullandı ve imanlıları yasal yoldan kendilerine güvenmeleri için tuzağa düşürmeye çalıştı. Topluluğun Şeytan Korintli kutsalları topluluğun gerçeğinden geri döndürmek için onları dünyasal tutkulara yönlendiren bir hile kullandı. Koloseli kutsalları sırrın gerçeğinden döndürmek için şeytan aldatıcı sözleri, batıl inançları ve felsefeyi hile olarak kullandı, amacı onları dini bir yücelik konusunda tuzağa düşürmek idi. Bizlerin de bugün hala aynı hileler ile karşılaşmamız gerekiyor.
(3)Tanrının Zırhı
(Ayet 13) Bu tür bir çatışmada insan zırhı yeterli olmayacaktır. Şeytana karşı durabilmemizin tek yolu, “Tanrının zırhını” kuşanmaktır. Doğal güç ve doğal karakter gücü gibi insan kaynakları bu çatışmada hiç bir işe yaramayacaktır. İnsan zırhına duyulan güven ile düşman ile karşı karşıya gelebiliriz ama bunun sonucu ancak yenilginin acısı olacaktır. Elçi Petrus kendi gücüne duyduğu güven ile çatışmaya girdiği zaman bunun sonucunda hizmetçi bir kızın yanında küçük düşmek zorunda kaldı. Tanrı, gerçekten de hizmetinde insan gücünü ve bilgisini kullanabilir; ama yine de burada da önemli olan, Tanrının, hizmetinde ne kullandığı değil, ama Tanrının bize çatışmada düşmanın hilelerine karşı ne vermiş olduğudur. Karşılaşmamız gereken düşman et ve kan değildir bu yüzden savaşımızın silahları da dünyasal değildirler. (2.Korintliler 10:4)
Ayrıca bu çatışmada “Tanrının tüm zırhı” talep edilir. Eğer bu zırhın bir parçası eksik ise şeytan bu açığı hemen ortaya çıkartacak ve bize, yaralayabileceği bir şekilde saldıracaktır.
Buna ek olarak söylenen, “zırhın giyilmesinin “gerektiğidir. Biz zaten imanlılar olduğumuz için bu zırhı giymiş durumdayız diyemeyiz. Bu zırh biz imanlılar için tedarik edilmiştir ama bu zırhı üzerimize giyip giymemek bize kalmıştır. Zırha yalnızca bakmak, ona hayran olmak ya da onu tanımlayabilmek yeterli değildir. “Tanrının tüm zırhını üzerimize giymemiz gerekir.”
Daha sonra ise zırha “kötü günde” ihtiyaç duyulduğunu öğreniriz. Aslında Mesih’in olmadığı tüm süreç genel anlamda “kötü bir gündür.” Ama yine de her şeye rağmen düşmanın Tanrı halkına özel saldırılar yaptığı ve özel gerçekleri onlardan çalmak istediği zamanlar da vardır. Bu tür saldırılar Tanrı halkı için kötü bir gün teşkil ederler. Böyle saldırılara karşı durabilmek için Tanrının tüm zırhını üzerimizde taşımamız gerekir. Eğer çatışmanın ortasında zırhı giyer isek çok geç kalmış olunur.
Zırha ihtiyaç duymamızın nedeni, “karşı koymak” ve “ayakta durmaktır.” Herhangi bir özel saldırıda düşmana direnerek karşı koyduktan sonra savunma için zırha tekrar ihtiyaç duyacağız. Gerekli olan her şeyi yaptıktan sonra ayakta durmak için zırha yine ihtiyaç duyarız. Tehlikelerin en büyüğü içinde bulunduğumuza dair bazı zafer işaretleri elde ettiğimiz zaman genellikle bir avantaj noktasına tutunmaktansa bir avantaj noktası kazanmak daha kolaydır. Üzerimize giydiğimiz zırhın ruhsal kötülük göksel yerlerde olduğu ve bizler şeytanın hileleri ile karşı karşıya olduğumuz sürece çıkartılması asla güvenli olamaz.
Eğer duayı da zırhın parçalarından biri haline getirir ve zırha dahil eder isek o zaman zırhın yedi ayrı parçası olacaktır.
(Ayet 14) 1. Gerçek Kuşağı. Belimizi gerçek ile kuşatmamız gerekir. Bunun ruhsal açıdan anlamı düşünce ve duyguların gerçek ile uyumlu halde tutulması gerektiğidir. Gerçeği kendimize uygulamak aracılığı ile ve böylece yüreğin düşünce ve duygularını gerçek aracılığı ile yargılar iken benliğin yalnız içsel işleyişinden özgür kılınmak ile kalmayacak ama aynı zamanda duygularımızı gerçek ile uyumlu bir hale sokmuş olacağız. Ve böylelikle duygularımız yüzünden alçalan zihnimiz gökteki değerlere yükseltilmiş olacaktır.
Bu neden ile zırhın bu ilk parçası içsel varlığı güçlendirir ve düşünce ve duygularımızı düzene koyar ve böylece davranış, konuşma ve yollarımız da düzene girmiş olur. Bazen bir birimize karşı doğru bir dışsal davranışı korumak amacı ile büyük çaba sarf ederiz, bazen de düşünce ve duygularımız konusunda özensiz davranırız. Eğer düşmanın hilelerine karşı duracak isek o zaman önce içsel varlığımızın doğru olması ile başlamamız gerekir. Vaiz bizi şu konuda uyarır: dudaklarınız ile ne söylediğinize, gözleriniz ile nereye baktığınıza ve ayaklarınız ile hangi yolda yürüdüğünüze dikkat edin; ama her şeyden önce şu sözleri yazmıştır: “Her şeyden önce de yüreğini koru. Çünkü yaşam ondan kaynaklanır” (Süleyman’ın Özdeyişleri 4:23-27) Yakup ise aynı konuda bizi şöyle uyarır: “ama yüreğinizde, kin, kıskançlık ve bencillik var ise övünmeyin ve gerçeği yadsımayın.” (Yakup 3:14) Kardeşler arasındaki çatışma yürekte başlar ve çatışmanın kökü kıskançlıktır. Ama gerçek duygulara hakim olduğu zaman çatışma, kıskançlık ve benliğin diğer kötülükleri yargılanacak ve yargılandıkları zaman kötü günde şeytanın hilelerine karşı durabileceğiz.
Ne yazık! Çünkü kötü gün bizi genellikle hazırlıksız yakalar. Gerçeğin kuşağını belimize takmayı ihmal etmişizdir ve bu neden ile bazı ani tahrikler karşısında benlik ile hareket ederiz. Ve tahrik edildiğimiz zaman tahrik ile karşılık veririz ve sabır ile acı çekmek yerine tahrik edeni tehdit ederiz. O zaman gerçeğin kuşağını takmayı hep hatırlayalım ve böylece gerçek aracılığı ile kontrol edilen düşünce ve duygular ile yürümeyi kendimiz için alışkanlık haline getirelim.
2. Göğsümüze Doğruluk Zırhı. Zırhın ikinci parçası ile uygulamadaki davranışımıza geçiş yapalım. Pratikteki doğruluk, imanlının konumu ve ilişkileri ile uyumlu olarak yürüyüşü aracılığı ile ifade edilir. Düşmanın önünde bizi suçlayan bir vicdan ile duramayız. Pratikte inkar ettiğimiz bir gerçek için ayakta duramayız. Göğsümüze doğruluk zırhını taktıktan sonra pratikteki doğruluk ile yürüdüğümüz zaman kötü günde düşman ile karşılaşmaya çağrıldığımızda korkusuz olacağız.
(Ayet 15) 3. Ayaklarımıza Giydiğimiz. Pratik doğruluk, esenlik içindeki bir yürüyüşe yönlendirir. Almış olduğumuz esenlik müjdesi, huzursuz bir dünyanın ortasında bizi huzur içinde yürümeye hazırlar. Ancak yürek gerçek tarafından yönetildiği zaman ve yollarımız gerçek ile uyumlu olduğunda bu dünyada canımızda esenlik ile yürümemiz ve kötü günü bir esenlik ve sükunet ruhu içinde karşılamamız mümkün olabilir. Dünyadaki karmaşaya kayıtsız kalmayacağız ama olup biten olaylar ile ilgili olarak heyecan duymayacak ve kaygı ile dolmayacağız. Doğal insanlar hakkında kutsal yazılarda şunlar yazılıdır: “Esenlik yolunu da bilmezler.” (Romalılar 3:17) Ama ayakları esenlik müjdesini yayma hazırlığını giymiş olanlar olarak çatışmada yerinizde durun.
(Ayet 16) İman Kalkanı. Evet, düşünce ve duygularımızı gerçeğin kuşağını takarak kontrol etmemiz ve göğsümüze taktığımız doğruluk kalkanı ile davranışlarımızda sakin kalmamız ve bu dünyada esenlik içinde yürümemiz gereklidir ancak çatışmada ihtiyaç duyduğumuz bir başka şey daha vardır. Bunların hepsine ek olarak, şeytanın bütün ateşli oklarını söndürebileceğimiz iman kalkanını da almamız gerekir. Burada, aracılığı ile kurtulduğumuz Mesih ile ilgili olarak Tanrının tanıklığını kabul etmek, iman değildir. İman, Tanrının bize, bizden yana olduğunun güvencesini veren, tanrıya duyduğumuz günlük iman ve güvendir. Üzerimize gelen çok çeşitli denemelerin baskısı altında; hastalık, yas ya da Tanrı halkı arasında sürekli ortaya çıkan pek çok zorluk ile bağlantılı olarak düşman, Tanrının bize karşı kayıtsız olduğu ve hatta bizden yana olmadığı gibi dehşet veren yalanlar ile canlarımızı bulutlandırmak ve gerçeğe gölge düşürmek isteyebilir. Öğrencilerin göldeki o fırtına ile karşılaşmak zorunda kaldıkları karanlık gecede dalgalar teknenin içinde dolar iken İsa onlar ile birlikte aynı teknede idi, ama sanki öğrencilerinin içinde bulundukları tehlikeye karşı kayıtsız gibi görünüyor idi çünkü uyuyor idi. Bu durum bir iman denemesi idi. Ne yazık! Öğrenciler iman kalkanı tarafından korunmuyorlar idi, ateşli bir ok zırhlarını delmiş ve içeri geçmiş idi ve akıllarda şu korkunç düşünce uyandı; her şeye rağmen Rab onların durumu ile ilgilenmiyor idi, çünkü Onu uyandırdılar ve Ona,” Öleceğiz, hiç aldırmıyor musun?” dediler. (Markos 4:37,38)
Ateşli bir ok, içerdeki benlikten uyanan bir tutkuyu yerine getirmek için beliren ani bir arzu değildir. Aksine, Tanrının iyiliği hakkında bir kuşku uyandıracak olan ve dışardan gelen şeytani bir düşüncedir. Şeytan, Eyüp korkunç bir şekilde denendiği zaman ona ateşli bir ok attı ve karısını aracı olarak kullanarak Eyüp’e, “Tanrıya söv, Ona lanet et de öl bari!” Eyüp ise bu ateşli oku iman kalkanı ile geri püskürttü, çünkü karısına şu sözleri söyledi: “Aptal kadınlar gibi konuşuyorsun. Nasıl olur? Tanrıdan gelen iyiliği kabul edelim de kötülüğü kabul etmeyelim mi?” (Eyüp 2:9,10) Şeytan hala Tanrıya duyduğumuz güveni sarsmak için yaşamın sarsıcı koşulları ile bizi kandırmak istemekte ve Tanrıdan ayırmak için çaba göstermek amacı ile bu ateşli okları kullanır. İman, bu koşulları Tanrıya daha yakınlaşmak için kullanır ve böylelikle şeytan üzerinde zafer kazanır. Şeytan her zaman imanlının zihnine iğrenç bir düşünce göndermenin peşindedir ve böylece canı yakan ve düşünceyi karartan bazı yalan önerilerde bulunur. Bu tür düşüncelerdeki ateş, insan mantığı ile söndürülmez ya da duygu ya da tecrübelere dayanarak bastırılamaz; tek çare, Tanrıya ve Onun sözüne sade bir iman duymaktır.
(Ayet 17) 5. Kurtuluş Miğferi. Kurtuluş başlığını takmak imanlıya düşmanın karşısında başını cesur bir şekilde dik tutması için güç verecektir. İman aracılığı ile şeytanın ateşli oklarına karşı direnerek denem koşullarımızın ortasında Tanrının bizden yana olduğunu bulabiliriz ve Onun bizi yalnızca denemelerden değil ama fırtınadaki öğrencilerin durumunda olduğu gibi denemeler aracılığı ile de kurtardığını anlarız. Böylece cesaret ile ilerlemek için gücümüz ve enerjimiz olur; kendi içimizde ne kadar zayıf olur isek olalım, Tanrının kurtuluşumuzun Tanrısı olduğu bilincine sahip oluruz ve Mesih’in bizi sonsuza kadar kurtaracak gücü olduğunu biliriz (İbraniler 7:25).
6. Ruhun Kılıcı. Bize, zırhın bu parçasının Tanrının Sözü olduğu net olarak bildirilir. Ama yine de yalnızca Söz değil, aynı zamanda Ruhun gücü ile kullanılan Söz de önemlidir! Bu, savunma silahlarının en büyüğüdür. İçsel varlığımızdaki düşünceleri, dışsal yürüyüşümüzü düzene koyan ve bizi Tanrıya güvenmemiz için bina eden zırhı üzerimize giyinceye kadar Ruhun kılıcını savurmak için doğru bir konumda bulunuyor olamayız. Tanrı sözü, düşmana karşı Ruhun gücü içinde kullanıldığı zaman düşmanın karşı koyması imkansızdır. Şeytanın hileleri ile ayartılmaya çalışıldığı zaman Rab, her fırsatta düşmana Ruhun gücünde kullandığı Tanrı sözü ile karşı koydu. “Yazılmıştır” ifadesini kullandı ve şeytanı püskürttü. İçimizde konut kurmuş olan Tanrı Sözü gücümüzdür çünkü elçi Yuhanna genç erkeklerden söz eder iken şu sözleri kullanmıştır: “Gençler size yazıyorum, çünkü kötü olanı yendiniz. Çocuklar size yazdım çünkü Baba’yı tanıyorsunuz.” (1.Yuhanna 2:13)
Biri şöyle demiştir: “Bizim işimiz her ne olur ise olsun söze göre davranmaktır; sonuçta Tanrının bilgeliği orada yani olayın içinde olduğunu gösterecektir.” Sözü kullanan kişi zayıf olabilir ve doğal zekası çok düşük olabilir ama Tanrı sözünün canlı ve güçlü olduğunu ve Tanrının sözü aracılığı ile düşmanın her hilesinin açığa çıkarılacağını görecektir.
(Ayetler 18-20) Dua. Zırhı tanımladıktan ve onu üzerimize giymemizi öğütledikten sonra elçi, dua edilme öğüdü ile bölüme son verir. Zırh her ne kadar mükemmel olsa da bizi Tanrıdan bağımsız yapmak için bize verilmemiştir. Bu zırh yalnızca zırhı tedarik eden Kişi aracılığı ile bağımlılık ruhu içinde doğru olarak kullanılabilir.
Rab bize her zaman şunu öğütler: “Hiç usanmadan her zaman dua edin” (Luka 18:1). Ve Pavlus “erkeklerin her yerde dua etmelerini istediğini” bildirerek öğüt verir. (1.Timoteos 2:8) Bize de her zaman Ruhun yönetiminde dua etmemiz için burada öğüt vermiştir. Dua, Tanrıya bağımlı olmanın sürekli ifade ediliş şeklidir. Her koşulda, her yerde ve her zaman dua etmemiz gerekir. Ancak yine de her şeye rağmen dua yalnızca ihtiyacın şekilsel bir ifadesi haline gelebilir; dua bu yüzden feryatlar ile bağlantılıdır; ihtiyacının bilincinde olan canın gayretli feryatları! Ayrıca duanın Kutsal Ruhun yönetimi altında olması ve Tanrının yanıtını gözleyen iman tarafından duaya eşlik edilmesi gerekir. Petrus hapishanede iken “onun için hiç durmadan Tanrıya dua edildi ve onun için Tanrıya yakarışlar sunuldu.” Ama öyle görünüyor ki kilise uyanık kalma konusunda bazı hatalar yapmıştı çünkü Tanrı onların duasını yanıtladığı zaman Petrus’un özgür bırakıldığına inanmakta zorluk çektiler. Ayrıca Kutsal Ruh’ta edilen dua “tüm kutsalları” kucaklayacaktır ve özel bir hizmetkarın ihtiyacını da elbette karşılayacaktır. Elçi bu neden ile Efes’teki kutsallardan yalnızca tüm kutsallar için değil, ama kendisi için de dua etmelerini ister.
Kutsallar yüzlerce yıl boyunca Tanrının zırhına ihtiyaç duymuşlardır ama bu son günlerde “bu dünyanın karanlığı derinleştiği” zaman “şeytanın hileleri” çoğalır ve Hristiyanlık putperestliğe ve felsefeye dönüşür; “gerekli olan her şeyi yaptıktan sonra kötü günde yerinde durmak” için Tanrının tüm zırhını giyinmek ne kadar da önemlidir!
O halde şunları yapmaya özen gösterelim:
- Belimize gerçeğin kuşağını takalım ve böylece düşünce ve duygularımız açısından içsel varlığımızda korunalım.
- Göğsümüze doğruluk zırhını takarak tüm uygulamalarımızda sürekli kalabilelim.
- Esenlik müjdesini yayma hazırlığını giymiş olarak duralım, öyle ki bu çatışma ve karmaşa dünyasının ortasında esenlik içinde yürüyebilelim.
- İman kalkanını elimize alalım, öyle ki her gün Tanrıya güvenerek yürüyebilelim.
- Kurtuluş miğferini giyelim ve farkına varalım ki Tanrı her durumu bizim iyiliğimiz ve kurtuluşumuz için işler.
- Kutsal Ruhun kılıcını alalım ve onun ile düşmanın her sinsi saldırısına her zaman karşılık verecek durumda olabilelim.
- Ve son olarak “her zaman dua edelim”, öyle ki zırhı Tanrıya sürekli bağımlılık ruhu ile kullanabilelim.