3
Tanrı’nın Amacını Gerçekleştirirken Yaptığı İş
Efesliler 2
Efesliler 1.bölümde bize Tanrının, Mesih ve kilisesi için olan planları açıklanır. Elçi, bu bölüme bu sevgi planlarının yerine güç aracılığı ile geleceğini bilelim diye bir dua ile son verir.
Efesliler 2.bölümde iki şey öğrenmemize izin verilir: birincisi, Tanrının gücünün içlerimizde nasıl çalıştığı ile ilgilidir (ayetler 1-10) ve ikincisi, Tanrının bizim ile olan yolları (ayetler 11-22) hakkındadır; bizim ile ilgili planlarını yerine getirmek için topluluğun zaman içindeki oluşumundan söz eder.
(1) Tanrının imanlıdaki işi (ayetler 1-10)
(Ayetler 1-3). Bölüm, insanın eski yaratık soyunda iken düşmüş olduğu durum ve konum ile ilgili ciddi bir resmi sunarak başlar. İlk iki ayet, diğer uluslara ait dünyanın durumunu bildirir; 3.ayet ise Yahudi’yi de bu ciddi resmin içine yerleştirir. Elçi Pavlus şöyle der: “Bir zamanlar biz Yahudiler de doğal olarak ötekiler gibi gazap çocukları idik.”
Günah ve suçları içindeki Yahudiler ve diğer uluslar Tanrının önünde ölüdürler ama şeytanın-havadaki gücün prensi - gücü altındaki kötü bir dünyanın önünde diridirler. İnsan imansızlığı nedeni ile Tanrı önünde itaatsizdir, benliğin düşünce ve tutkularını yerine getirir ve doğal olarak Tanrının yargısı altındadır.
Yahudi üstün bir ayrıcalık konumunda olmasına rağmen tutkuları nedeni ile düşmüş bir doğaya sahip olduğunu ve diğer uluslar ile aynı konumda bulunduğunu kanıtlar. Hem Yahudiler hem de diğer uluslardan olanlar Tanrı önünde ölüdürler. Romalılara yazılmış olan mektupta yaptıklarımızın –günahlarımız- sonucu olarak ölüm yargısı altında olduğumuz ifade edilir. Burada ise kim olduğumuzun bir sonucu olarak –düşmüş bir doğaya sahip olan kişiler olarak – Tanrı önünde zaten ölü olduğumuzdan söz edilir. Ancak yine de bu ölü olma durumu, bir sorumsuzluk durumu değildir, çünkü elçi insanı “yürüyen”, “konuşma yapan” ve tutkularını yerine getiren bir kişi olarak tanımlar. İnsanın ölü olma durumu Tanrının önündedir. Dünyanın, benliğin ve şeytanın etkileri açısından aktif bir şekilde diridir. Ayrıca, insan Tanrıya itaatsizlik ettiği için şeytan insan üzerinde efendilik elde etmiştir ve sahip olduğumuz düşmüş doğa bu itaatsizliğin bir sonucudur –Mesih’te olmayan kişiler itaatsizlik çocuklarıdırlar.
(Ayet 4) Eğer tüm dünya Tanrının önünde ölü ise o zaman insanın kendisini böyle bir durumdan kurtarabilmesi mümkün değildir. Ölü bir kişi, önünde ölü olduğu kişi için hiç bir şey yapamaz. Ölü bir insan için herhangi bir bereketin Tanrıya tamamen bağımlı olması gerekir. Bu durum, Tanrı sevgisinin eylemleri için gerekli yolu hazırlar. Burada sözü edilen gerçek, bizim bu gibi konuları tecrübe ile yaşamaktan çok Tanrının Kendisini tatmin etmek için Kendi sevgisi ile uyumlu olarak, Kendi yolları ile işlediğidir.
İlk üç ayette insanın düşmüş doğasına uygun olarak hareket ettiğini ve kendisini yargı altına soktuğunu görüyoruz. Bu ayetleri izleyen diğer ayetlerde ise bunun tam aksi olarak Tanrının insana bereket sağlayarak Kendi doğası ile uyumlu hareket ettiğinin sunulduğunu okuruz. İnsan kendi doğasına uygun hareket ettiği zaman, Tanrıdan bağımsız olarak kendi yüreğindeki tutkuların motifleri ile davranır. Tanrı, Kendi doğasına uygun hareket ettiği zaman, insandan bağımsız olarak davranır ve Yüreğindeki sevgi motiflerini uygular. Tanrının sevgisi içimizde “biz günahlarımızın içinde ölü iken” çalışır, ihtiyaç duygumuz uyanmaya başladığı zaman ya da bu sevgiye karşılık vermeye başladığımız zaman değil!
Önümüze Tanrının dört özelliği konur – sevgi, merhamet, iyilik ve lütuf (4 ve 7.ayetler). Sevgi, zaten Tanrının doğasıdır, tüm eylemlerinin kaynağı ve tüm bereketlerimizin kaynağıdır. Eğer Tanrı Yüreğinin sevgisi ile uyumlu davranıyor ise bunun sonucunda ortaya çıkan bereket yalnızca Onun sevgisi aracılığı ile ölçülebilir. O zaman soru, hangi ölçüdeki bereketin ihtiyaçlarımızı karşılayacağı değil ama Tanrının sevgisini tatmin edecek olan bereketin büyüklüğü olacaktır. Lütuf, hak etmeyen objelere karşı gösterilen sevgidir ve herkese verilmiştir. Merhamet, bireysel günahkara gösterilir. İyilik, bereketin imanlılar üzerine boca edilmesidir. O halde Tanrı bizim ile ilgili özellikler nedeni ile değil, “bize olan büyük sevgisi” nedeni ile hareket eder. Onun “yüce sevgisini” kim ölçebilir? Ve Onun bu sevgisi ile uyumlu olan bereketi kim ölçebilir?
(Ayet 5) Bu sevgi bize ilk kez bireyler olarak Mesih ile birlikte dirilten lütfun eylemleri olarak ifade edilir. Eğer biz ölü isek o zaman bizim tarafımızdan Tanrıya doğru bir hareket mümkün olamaz. Bu durumda ilk hareketin Tanrıdan gelmesi gerekir. Bize yeni bir yaşam verilmiştir ancak bu yaşam Mesih ile bağlantısı olan bir yaşamdır. Bu yaşam aslında bizi dirilten Onun Kendi yaşamıdır. Böylece lütuf aracılığı ile geldiğimiz konum, doğamız aracılığı ile sahip olduğumuz konumun tam aksidir. Doğamız nedeni ile dünyayla birlikte Tanrının önünde ölü idik. Ama şimdi Mesih ile birlikte lütuf aracılığı ile Tanrının önünde diriyiz.
(Ayet 6) Ancak değişen yalnızca durumumuz değil, aynı zamanda konumumuzdur da. Dirilmek, yaşam ile iletişimdir; diriliş diriltilen kişiyi yaşayanların yani dirilerin konumuna ya da yerine getirir. Bu yer, Mesih’te ortaya konulmuştur; Yahudiler ve diğer uluslardan olan imanlılar birlikte dirilirler ve Mesih ile birlikte Mesih’te göksel yerlerde birlikte otururlar. Canlanma “Onun ile” birlikte olur ama dirilme ve oturtulma “O’nda” olur. Aslında bizler henüz diriltilmedik ve göklerde oturtulmadık; ama yine de bizi temsil eden bu Kişinin yeni konumunda Tanrının önündeyiz. Bizler “Mesih’te” temsil ediliyoruz.
(Ayet 7) Hristiyan konumunun yüksekliğine ulaştıktan sonra bize şimdi Tanrının sevgisi nedeni ile hakkımızda sahip olduğu görkemli amaçtan söz edilir. Tanrı bunu, “Mesih İsa’da bize gösterdiği iyilik ile lütfunun sonsuz zenginliğini gelecek çağlarda sergilemek için” yaptı. Tanrı bu sözleri ile sanki şöyle demektedir: “Gelecek olan çağlarda Mesih’in işinin ürününün ne olduğunu ve yüreğimde nasıl bir amaç olduğunu göstereceğim.” Bir insanın böyle yüce sonuçlar içinde bulunabilecek yeterlilikte olmamasına rağmen getirildiği durum ve konumun yüceliği aşikardır. Melekler ve yönetimler, “çaresiz bir günahkarı ve tüm kiliseyi Tanrı Oğlunun sahip olduğu yücelik içinde gördükleri zaman bu kişileri o konuma getiren lütfun üstün zenginliğini anlayacaklardır.”
(Ayetler 8,9) Bunların hepsi Tanrının lütfu aracılığı ile başarılmıştır ve tadını çıkardığımız her bereket Tanrının armağanıdır. Aracılığı ile kurtuluşun alındığı en önemli iman, Tanrının bir armağanıdır. İnsan işlerinin bu bereketi sağlayacak güçleri sıfırdır; her şey Tanrıdandır ve bu yüzden hiç kimse iyi işler ile asla övünemez.
(Ayet 10) Bu gerçek, daha derin bir gerçeğe ışık tutar. Bizim işlerimizin hiç bir öneminin olmaması tek neden değildir çünkü tüm işi yapan zaten Tanrıdır ama bizler Onun ellerinin yapıtlarıyız ve böyle olduğumuz için İsa Mesih’teki yeni yaratılışın bir kısmını oluştururuz. Ama yine de eğer yasanın işleri bir kurtuluş aracı olarak dışarda bırakılsa da Hristiyan yaşamında işlere yer verilmediğini söylemek istemiyoruz; Çünkü Onun önceden hazırladığı iyi işleri yapmak üzere Mesih İsa’da yaratıldık; bu işler, getirilmiş olduğumuz bereket yeri ile gerçekten uyumlu olan işlerdir. Tanrı Mesih’teki bu iyi işlerde yürümemiz için onları önceden hazırlamıştır. Bu işlerin neler olduğunu mektubun son bölümünde göreceğiz; sahip olduğumuz konuma uygun bir şekilde sevgide ve ışık çocukları olarak özenli bir şekilde yürümemiz için bize öğütler verilecek (Efesliler 4:1; Efesliler 5:2, 8, 15).
Bu ayetlerde sözü edilen “iyi işler”, iyi bir iş yapmanın daha ötesinde olan işlerdir; doğal bir insanın kendi iyi işleri ile yapmasının imkansız olduğu işler! Bu noktada imanlılar yalnızca iyi işler yapan kişiler olarak görülmezler, ama aynı zamanda iyi işlerin yolunda yürüyen kişiler olarak görülürler. Ayrıca bu iyi işler insan tarafından değil, Tanrı tarafından hazırlanmıştır ve kişiyi tanrısal bir yürüyüşe yönlendirirler.
(2) Tanrı’nın İmanlılar ile olan İşi (ayetler 11-22)
İkinci bölümün temel konusu, Tanrının sonsuzluk ile ilgili planları açısından kilisenin zaman içindeki oluşumudur. Bölümün ilk kısmında bize açıklanan şudur: hem Yahudi hem de diğer ulustan olan kişi için Tanrının içimizde yaptığı bireysel iş! Bölümün diğer kısmında sunulan ise Tanrının Yahudiler ve diğer uluslardan olan imanlılar ile olan işidir, öyle ki Tanrı onları “tek bir bedende” birleştirsin ve Tanrının konut kurduğu tek bir evi olsun.
(Ayetler 11,12) Mesih’teki imanlıların hali hazırdaki konumunu ortaya koymadan önce elçi benlikteki diğer uluslardan olan kişilerin daha önceki konumlarını onların yeni yerleri ile kıyaslar. Dünyanın başlangıcından itibaren tüm imanlılar geçmiş zamanlarda (yani çarmıhtan önceki zamanlarda da) yaşadılar ve Yahudiler ve diğer uluslar arasında var olan farklılık devam ettiği sürece kilisenin var olmasını imkansız hale getirmiş idi.
Elçi burada diğer uluslardan olan imanlılara şunu hatırlatır: o dönemde Yahudi ve diğer uluslardan olan kişiler arasındaki farklılık çok keskin idi. Yahudi, Tanrının yeryüzündeki yollarında diğer uluslardan olan kişilerin tamamen yabancı oldukları bir ulusal ayrıcalık konumunun tadını çıkartıyorlar idi. İsrail yersel bir ortaklık oluşturmuş idi ve yersel vaatler ve yersel umutlar ile Tanrıyla dışsal bir ilişki sürdürmekte idi. İsrail’in dinsel tapınması, siyasi düzeni ve yaşamının en ufak ayrıntısından tapınmasının en yüce eylemine kadar Tanrının buyrukları tarafından yönlendiriliyor idi. Bu durum, diğer uluslardan olan kişilerin sahip olamadıkları çok büyük bir ayrıcalık idi. Bunun nedeni, Yahudilerin diğer uluslardan olan kişilerden daha iyi olmaları değil idi çünkü Tanrının gözünde Yahudiler en az diğer uluslardan olan kişiler kadar hatta bazıları onlardan da daha kötü idiler. Öte yandan, Eyüp gibi gerçekten tövbe etmiş olan diğer uluslardan olan bireyler de var idi. Tanrı, yeryüzündeki yollarında yine de İsrail’i diğer uluslardan ayırdı ve ona özel bir ayrıcalık yeri verdi çünkü tam topluluk olarak tövbe etmemiş olsalar bile tüm ilişkileri Tanrının mükemmel bilgeliği ile uyumlu olarak düzenlenmiş bir ayrıcalığa sahip idi. Diğer uluslardan olanlar dünyada böyle bir konuma sahip değiller idi; herkesin önünde Tanrı tarafından kabul edilmenin keyfini yaşamıyorlar idi.
Gerçekten de Yahudi yaşamını düzenleyen bu buyruklar Yahudileri ve diğer uluslardan olanları keskin bir şekilde birbirlerinden ayırıyor idi. Bu yüzden Yahudi, Tanrıya dışsal yakınlıkta bir yere sahip idi ve diğer uluslardan olanlar bu dışsal yakınlığın bile çok daha fazla uzağında idiler.
Ama tüm bunlara rağmen İsrail ayrıcalıklarına karşılık verme konusunda tamamen başarısız oldu ve Yehova’dan putlara dönüş yaptı. Kendilerine eşsiz konumlarını veren Tanrı buyruklarını ve düzenlemelerini tamamen göz ardı etmişler idi. Tanrının, onların vicdanlarına ulaşmak için gönderdiği peygamberleri taşlamışlar idi. Alçalarak lütuf ile aralarına gelen kendi Mesihlerini çarmıha gerdiler ve dirilmiş ve yüceltilmiş bir Mesih’e tanıklık eden Kutsal Ruh’a karşı koymuşlar idi. Ve bunun sonucu olarak bir süre için yeryüzündeki özel ayrıcalık konumlarını yitirdiler ve uluslar arasına dağıtıldılar.
(Ayet 13) İsrail’in bir kenara ayrılması, Tanrının yeryüzündeki yollarındaki büyük değişime yol hazırlar. 11 ve 12. Ayetlerde Tanrının Ruhu aracılığı ile verilmiş olan geçmişe dönük canlı bir bakış, hali hazırdaki imanlıların konumunu karşılaştırma yolu ile daha da çarpıcı hale getirir. Tanrı, İsrail’in reddedilişini izleyen dönemden sonra Kendi yollarını izler iken kiliseyi ışığa çıkarmış ve böylece Yahudilerin ve diğer uluslardan olan kişilerin çevrelerinin tamamen dışında bulunan bir yeni bereket çevresi inşa etmiştir.
İmanlıların bu yeni konumu, artık onları benlikte görmez ama Mesih’te görür. Elçi bu neden ile bu yeni konum hakkında şu sözler ile konuşmaya devam eder: “Ama şimdi Mesih’te…”, ve benlikteki daha önceki konum ile bir kıyaslama yapmayı sürdürür. Diğer uluslardan olan kişi, benlik ile olan bağlantıda, dışsal açıdan Tanrıdan tamamen uzaktadır ve dışsal olarak yakın olmasına rağmen Yahudi, ahlaki açıdan diğer uluslardan olan kişi kadar Tanrıdan uzak idi. Yahudilere konuşan Tanrının şu sözleri söylemesi gerekiyor idi: “Bu halk, dudakları ile beni sayar ama yürekleri ile benden uzaktırlar.” (Matta 15:8)
Elçi daha sonra Tanrının kiliseyi oluşturmak amacı ile nasıl çalıştığını göstermek için sözlerine devam eder. Öncelikle, imanlılar, “Mesih’in kanı sayesinde Tanrıya yakın kılınmışlardır.” Günahın kendilerini içine koymuş olduğu uzak bir yerden getirilen diğer uluslardan olan kişiler, Mesih’te ortaya konan yakınlık yerine yerleştirilirler. Bu durum, yalnızca buyruklar ve törenler aracılığı ile sağlanan dışsal bir yakınlık değildir, aksine, ölümden dirilen ve bizim adımıza Tanrının önünde görünen Mesih’in Kendisinde var olan diri bir yakınlıktır. İşte bu yüzden, “İsa Mesih’te, Onun kanı aracılığı ile yakın kılındınız” denir. Günahlarımız bizi Tanrıdan çok uzaklaştırmıştır ama Mesih’in değerli kanı günahlarımızı yıkar ve bizi Tanrıya yakın kılar. Mesih’in kanı, günahın ortadan kaldırılması için talep edilen bedelin büyüklüğü ile günahın dehşetini beyan etmiş olur. Mesih’in kanının paha biçilmez değeri Tanrının kutsallığını ilan eder; bu kutsallığın tatmin edilmesi Mesih’in kanından daha düşük bir bedel ile mümkün olamaz idi. Ve Mesih’in kanı aynı zamanda bu bedeli ödemeye hazır olan sevginin büyüklüğünü açıklar. İmanlı, yalnızca Tanrıya yakınlaşabilmek ile kalmaz ama aynı zamanda imanlı Mesih’te “yakın kılınmıştır.”
(Ayet 14) İkinci olarak, Yahudilerden ve diğer uluslardan olan imanlılar “bir kılınmışlardır.” Hiç kimse kan aracılığı ile yakın kılınmanın öneminin büyüklüğünü takdir edemez. Ama kilisenin oluşturulması için çok daha fazlasına ihtiyaç duyulur. Kilise yalnızca “yakın kılınan” bir imanlı grubundan ibaret değildir. Çünkü bu her çağda, kan ile satın alınan her kutsal için geçerli olacaktır. Kilise Yahudilerin ve diğer uluslardan olan kişilerin “bir kılınması” ile ortaya çıkan imanlılardan oluşur. Mesih, bunu ölümü aracılığı ile başarmıştır. İsa Mesih’in “bizim esenliğimiz” olmasının iki anlamı vardır. İsa Mesih, Tanrı ve imanlı arasında bizim esenliğimizdir ve aynı zamanda Yahudi ve diğer uluslardan olan imanlılar arasındaki Esenliğimizdir.
(Ayet 15) Mesih, ölümü aracılığı ile Tanrı ve insan arasındaki ve Yahudi ve diğer uluslar arasındaki uzaklığın nedeni olan “buyruklar yasasını” uzaklaştırdı. Yasa, kendisini yerine getiren kişilere yaşam vaat eder iken kendisini ihlal edenleri mahkum ediyor idi. Yasayı herkesin ihlal ettiği anlaşıldıktan sonra yasa, kendisi altında olan kişiler için kaçınılmaz olarak onlara mahkumiyet getirdi ve böylelikle insanları Tanrıdan uzaklaştırdı. Ayrıca buna ek olarak keskin bir engel – aradaki engel duvarı – Yahudi ve diğer uluslardan olan kişi arasında – oluşturdu. Bu engel ortadan kaldırılana kadar ne Tanrı ve insanlar arasında ne de Yahudiler ve diğer uluslardan olan kişiler arasında barış ya da esenlik olamaz idi. Çarmıhta ihlal edilmiş olan yasanın getirdiği mahkumiyet taşındı ve böylece insanlar ve tanrı arasındaki ve Yahudiler ve diğer uluslardan olan kişiler arasındaki düşmanlık uzaklaştırılmış oldu. Bunun sonucu olarak gelen esenlik İsa Mesih’te mevcuttur: İsa Mesih Esenliğimizdir. Çarmıha dönerek geriye bakalım ve Tanrı ve canlarımız arasındaki her şeyin – günahın, günahların, ihlal edilmiş bir yasanın lanetinin ve yargının – Tanrı ve Yerimize Geçen Mesih arasında kaldığını görelim. Yukarı bakalım ve yüceliği içindeki Mesih’i görelim; tanrı ve Mesih arasında Mesih’in kanı ile sağlamış olduğu sonsuz esenlikten başka hiç bir şey yoktur. Bu neden ile Tanrı ve imanlı arasında da Mesih sayesinde yalnızca esenlik ya da barış vardır. Esenliğimiz, “Esenliğimiz” olan Mesih’te ortaya konmuştur.
Ayrıca Mesih, hem Yahudi hem de diğer uluslardan olan imanlıları temsil eder; bu yüzden O, bir kılınan tüm imanlılar arasında esenliğimizdir. Mesih çarmıhta Tanrıya bir yaklaşma aracı olarak görülen buyrukların yasasını tamamen ortadan kaldırmıştır. Tanrıya Mesih’in kanı temelinde yaklaşan Yahudi’nin artık Yahudilere özgü buyruklar ile işi kalmamıştır. Diğer uluslardan olan kişi ise Tanrıya uzak bulunduğu yerden yakına getirilmiştir; Yahudi de dışsal yakınlıktan uzaklaştırılmış ve gerçek yakınlığa ulaştırılmıştır; böylelikle her ikisi de Tanrının önünde daha önce asla sahip olmadıkları ortak bir bereketin tadını çıkartmak amacı ile bir kılınmışlardır. Diğer uluslardan olan imanlılar, Yahudilerin sahip oldukları ayrıcalık seviyesine yükseltilmediler, aynı şekilde Yahudiler de diğer uluslardan olanların seviyesine indirilmediler. Her ikisi de ölçülemeyecek kadar yüksek bir başka alanda tamamen yeni bir konuma getirildiler.
Üçüncü olarak, Yahudilerden ve diğer uluslardan olan imanlılar, Mesih’te “tek bir yeni insan” yapıldılar. Daha önce bir kılındıklarını zaten görmüş idik ama bu yine de kilise ile ilgili tam gerçeği ifade etmez. Eğer elçi bu noktada durmuş olsa idi imanlıların kan aracılığı ile ve tüm düşmanlık uzaklaştırıldıktan sonra yakın kılındıklarını anlamamız gerekir idi. Ama burada aklımıza mutlu bir birlikte tek kılındığımız düşüncesi gelebilir ve bu düşünce çok bereketli bir şekilde gerçektir ancak yine de kilise hakkındaki tam gerçekten çok uzaktadır. Elçi bu neden ile sözlerine devam eder ve bize yalnızca “yakın kılındığımız” ve “ bir yapıldığımız” konularından söz etmek ile kalmaz ve “tek bir yeni insan” olduğumuzu da bildirir. “Yeni yaratık” ifadesi, insan ile ilgili yeni bir düzeni belirtir ve bu düzende Mesih’in güzelliği ve göksel lütufları aracılığı ile işaret edilen yeniliği açıklar. Hiç bir Hristiyan, Mesih’in lütuflarını ortaya koymak için yeterli değildir. Talep edilen, yeni insanı tüm kilisenin ortaya koymasıdır.
(Ayet 16) Dördüncü olarak, daha ileri seviyede bir gerçek mevcuttur: imanlılar “tek bir bedende” oluşturuldular. Yahudiler ve diğer uluslardan olan imanlılar yalnızca yeni insanın lütuflarını ortaya koymak için bir olmadılar; Mesih, tüm ahlak üstünlükleri ile bu imanlılara Kendi özelliklerini lütfetti. Ama imanlılar aynı zamanda tek bir bedende de oluşturuldular. Bu durum, birlik olan bir insan grubundan çok daha fazlası anlamına gelir. Bu, birlik içinde olan bir insanlar grubudur. Bu imanlı kişiler Kutsal Ruh aracılığı ile birbirleri ile birleştirilmişlerdir, öyle ki yeryüzünde yeni insanı ortaya koyan birleşmiş bir beden olabilsinler. Böylece yalnızca Yahudilerin ve diğer uluslardan olan imanlıların bir birleri ile barıştıklarını görmek ile kalmıyoruz ama aynı zamanda tek bir bedende toplanmış olarak Tanrı ile barıştırıldıklarını da anlamış oluyoruz. Tanrının yüreği, hem diğer uluslardan olan kişinin uzakta olmasına hem de Yahudilerin dışsal bir yakınlık içinde kalmasına razı olamaz idi. Tanrı yüreğinin isteği, Yahudi ve diğer uluslardan olan imanlıları çarmıh aracılığı ile tek bir bedene yerleştirdikten ve hem Yahudi ve diğer uluslardan olan imanlılar arasındaki ve aynı zamanda hem de Tanrıya karşı olan düşmanlığa neden olan her şeyi uzaklaştırdıktan sonra rahat edebilir idi.
(Ayet 17) O gelip hem uzakta olan sizlere hem de yakındakilere esenliği müjdeledi. Tüm bu bereketli gerçek bize uzakta olan diğer uluslardan olanlara hem de yakındakilere yani Yahudilere vaaz edilen esenliğin Müjdesi aracılığı ile getirildi. Bu noktada, kilisenin oluşumu hakkında söz edilen bir bölümde neden vaazdan bahsedildiğini anlayabiliriz. Elçi biraz önce çarmıhtan söz etmiştir çünkü çarmıh olmadan vaaz olamaz idi ve vaaz olmadan da kilise olamaz idi. Mesih’in vaaz ettiği müjde diğer kişiler tarafından da duyurulmasına rağmen Mesih burada Vaiz olarak görülür.
(Ayet 18) Mesih’in aracılığı ile hepimiz tek Ruh’ta Babanın huzuruna çıkabiliriz. Hem Yahudi hem de diğer uluslardan olan imanlılar Babanın huzuruna çıkabilirler. Uzaklık yalnızca Tanrı tarafından uzaklaştırılmamış, aynı zamanda bizim tarafımızdan da uzaklaştırılmıştır. Mesih’in çarmıhta tamamladığı iş aracılığı ile Tanrı esenlik vaaz ederek bize yaklaşabilir ve aynı zamanda biz de içimizde konut kurmuş olan Kutsal Ruh aracılığı ile Babaya yaklaşabiliriz. Çarmıh bize Babaya yaklaşabilmemiz için yetkili ünvanı vermiştir. Kutsal Ruh bu ünvanımızı kullanarak Babaya uygulamada yaklaşabilmemizi sağlar. Eğer Kutsal Ruh aracılığı ile Babanın huzuruna çıkabiliyor isek o zaman bu konuda benliğin hiç bir rolü olmadığı aşikardır. Kutsal Ruh her konuda benliğin çok üstündedir, kıyas dahi yapılamaz. Babanın huzuruna girebilmemiz, çabalar, törenler, aracılar ya da belli özel bir insan sınıfı aracılığı ile gerçekleşemez, bu imkansızdır! Babanın önünde ancak Kutsal Ruh aracılığı ile durabiliriz ve ayrıca “tek Ruh”tan söz edilmektedir ve bu yüzden Babanın huzurunda her şey tek bir uyum içindedir.
Bu önemli bölümde daha sonra ilk olarak kilisenin oluştuğu iki sınıfı görürüz, yani, bir zamanlar uzakta ve bir zamanlar yakında olanları! İkinci olarak, tanrının bu iki grup insanı tek bir insan yaptığını anlarız ve Tanrı onları tek bir bedene koymuştur. Üçüncü olarak şunu öğreniriz: Tanrı bu yüce işi, Mesih’in kanı aracılığı ile, “çarmıh aracılığı ile”, vaaz ederek ve Kutsal Ruh aracılığı ile yerine getirmiştir.
(Ayetler 19-22) Buraya kadar kiliseyi Mesih’in bedeni olarak gördük, ama Tanrının yeryüzündeki yollarında kiliseye farklı görünümlerde bakılır; bu farklı görünümlerden iki tanesi bölümün son ayetlerinde önümüze gelir. İlk olarak kilise, Rabbe ait kutsal bir tapınak olmak üzere Mesih’te kenetlenip yükselmektedir. İkinci olarak da kilise, Kutsal Ruh aracılığı ile Tanrının konutu olmak üzere hep birlikte Mesih’te inşa edilir.
İlk görünümde kilise yükselen bir binaya benzetilir; Mesih’te Tanrının konutu olmak üzere inşa edilir. Elçiler ve peygamberler bu binanın temelini teşkil ederler, Mesih’in Kendisi ise bu binanın köşe taşıdır. Hristiyanlık dönemi boyunca imanlılar son imanlı bedene katılıncaya kadar birer birer diri taşlar olarak ruhsal bir tapınağın yapımına eklenirler ve tüm ruhsal tapınak yücelik ile sergilenir. Burada sözü edilen binadan Rab İsa Matta 16. Bölümde bahsetmiştir. “Ben topluluğumu kuracağım ve ölüler diyarının kapıları ona direnemeyecek.” Bina eden ya da kuran insan değil Mesih’tir, bu yüzden her şey mükemmeldir ve bu ruhsal tapınak yalnızca diri taşlardan inşa edilir. Mesih bizi diri taşlar olarak ruhsal bir tapınağın yapımında kullansın. Böylelikle İsa Mesih aracılığı ile Tanrının beğenisini kazanan ruhsal kurbanlar sunmak üzere kutsal bir kahinler topluluğu olalım ve Tanrının erdemlerini duyuralım. (1.Petrus 2:5,9) Vahiy kitabının 21. Bölümünde Yuhanna bir görüm görür: Göksel kent yukardan Tanrının yanından iniyor idi ve Tanrının görkemi ile ışıldıyor idi. Bu görkemli yerden Tanrıya sürekli övgü kurbanları sunuluyor ve Tanrının üstünlükleri gözler önüne seriliyor idi. Ve böylece Tanrının üstünlüklerine verilen mükemmel tanıklık insanlardan yükseliyor idi.
Elçi daha sonra burada kilisenin bir diğer görünümünü sunmak için bu ruhsal tapınak örneğini kullanmaya devam etti. (ayet 22) Kutsalların yükselmekte olan ruhsal tapınağa eklendiklerini bildirdikten sonra onları daha şimdiden Kutsal Ruh aracılığı ile Tanrının bir konutu olmak üzere daha şimdiden tamamlanmış olarak bir binayı oluşturan kişiler olarak görür. Yeryüzündeki tüm imanlılar var olan her anda Tanrının konutunu oluşturan kişiler olarak görülürler. Yahudi ve diğer uluslardan olan imanlılar bu konutu teşkil etmek üzere “bir arada bina edilirler.” Tanrının konut kurduğu yerde sevgiye ve ışığa işaret edilir. Bu neden ile elçi bu mektubun uygulamalı bölümüne geldiği zaman bize “sevgide yürümemizi” ve “ışık çocukları olarak yürümemizi” öğütler. (Efesliler 5:2,8) Tanrının evi böylece bir bereket ve tanıklık yeridir. Bu yerde kutsallar Tanrının iyiliği ve sevgisi ile bereketlenirler ve bu şekilde bereketlendikleri için çevrelerindeki dünyaya bir tanıklık haline gelirler. Efesliler mektubunda Tanrının konutu Tanrı düşüncesi ile uyumlu olarak sunulur ve bu yüzden yalnızca gerçek olandan söz edilmiştir. Ancak ne yazık ki diğer kutsal yazılarda bu konutun insanların ellerinde ne kadar kötü haleden ile de en sonunda “ getirildiğini görürüz. Ve bu nedenle de en sonunda yargının “neden Tanrının evinden başlayacağını” okuruz. (1.Petrus 4:17)
Bu yüzden bu bölümde kilise ile ilgili üç yönlü bir sunuma sahibiz.
İlk olarak, kilise, Mesih’in Bedeni olarak görülür. Mesih ile yücelik içinde birleşmiş olan Yahudi ve diğer uluslardan olan imanlılardan oluşur. Dirilmiş İnsan ve her şeyin üzerinde Baş olarak Mesih’in sahip olduğu her şeyin kendisinde sergilendiği tek bir yeni yaratık meydana gelir. Kilisenin yalnızca tek bir beden olmadığını ama aynı zamanda kilisenin Onun Bedeni olduğunu da hatırlayalım. Kilise Onun Bedeni olarak Onun doluluğudur; Ondaki doluluğun ifade edilmesi için Onda olan her şey ile doldurulmuştur. Onun Bedeni olan kilise Onun düşüncesinin ya da zihninin ifadesi olmalıdır; aynı bizim bedenlerimizde olanın zihnimizde olanı ifade ettiği gibi.
Kilise, ikinci olarak, tüm Hristiyan dönemlerinin tüm kutsallarından oluşan ruhsal bir tapınak olarak yükselmektedir. Ve Tanrıya yükselen övgü kurbanları ile Tanrının üstünlükleri insanlara sergilenir.
Kilise, üçüncü olarak, her an bedene katılmakta olan tüm kutsallar ile birlikte yeryüzünde tam bir bina olarak görülür; kilise Tanrının konutu olarak Tanrı halkının bereketidir ve aynı zamanda dünyaya bir tanıktır.