“Kurtulmam için ne yapmam gerekir?”
Bölüm 6
Tanrının canlarımızın ihtiyaçlarına verdiği sağlayışa işaret ettikten sonra, şimdi konuyu insanın bakış açısı yönünden gözden geçirebiliriz. Bir can günah konusunda ikna olur olmaz, yüreğinde şu ya da bu şekilde bir soru oluşur. “ Ne yapmam gerekir?” Petrus’un vaazi sonucu Kutsal Ruh’un gücü aracılığı ile Pentikost gününde Yahudilerin yüreklerine bir hançer saplanmış gibi oldu. “Efendiler, kurtulmamız için ne yapmamız gerekir?” dediler. Gardiyan, Pavlus ve Silas’a aynı soruyu sordu: “Kurtulmam için ne yapmam gerekir?” (Elçilerin İşleri 16:30). Rabbimize iki kez aynı soru soruldu: “Sonsuz yaşamı elde edebilmem için ne yapmam gerekir?” (Markos 10:17; ve Luka 10:25) Rabbimize Pavlus ya da Saul tarafından aynı soru ile hitap edildi – “Rab, ne yapmam gerekiyor?” (Elçilerin İşleri 9:6). Saul ya da Pavlus’un sorduğu soru farklıdır ve bu nedenle gözden geçirilmesi gerekmez.
Bu soruların garipliği “BEN” sözcüğünün ne yapılması gerektiği düşüncesinden daha ön planda yer almasıdır. Bu soruyu soran kişiler henüz Tanrıyı ya da O’nun önündeki gerçek yerlerinin ne olduğunu daha öğrenmemiş olduklarına dair kesin bir belirti vermektedirler.
Bu durumda sorunun yanıtı daha önemlidir, çünkü pek çok canın tarihçesinin farklı bir aşamasını belirler. Canları endişeli olan kişilerin bazı dönemlerde aynı soruyu sormamış olmaları gerçekten ender rastlanan bir durumdur. Bu yüzden belirtmiş olduğumuz bazı örnekleri incelemeyi öneririz. Öyle ki, yanıtımızı Tanrının Sözüne uygun olarak verebilelim.
1. Önce genç adamın öyküsünü ele alalım. (Markos 10:17; Matta 19:16; Luka 18:18). Şunları okuruz: “İsa yola çıkar iken, biri koşarak yanına geldi. Önünde diz çöküp O’na, ‘İyi Öğretmenim, sonsuz yaşama kavuşmak için ne yapmalıyım?’ diye sordu. İsa, ona, ‘bana neden iyi diyorsun dedi. İyi olan yalnız Biri var; O da Tanrıdır. O’nun buyruklarını biliyorsun,’Adam öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan yere tanıklık etmeyeceksin, kimsenin hakkını yemeyeceksin, annene babana saygı göstereceksin.’ Adam, ‘Öğretmenim, bunların hepsini gençliğimden beri yerine getiriyorum’ dedi. Ona sevgi ile bakan İsa,’Bir eksiğin var’ dedi. ‘Git neyin var ise sat, parasını yoksullara ver, böylece gökte hazinen olur. Sonra gel, beni izle.’ Bu sözler üzerine adamın yüzü asıldı. Üzüntü içinde oradan uzaklaştı. Çünkü çok malı vardı.” (Markos 10:17-22). Bu genç adam davranış ve karakteri açısından kusursuz ve istisna bir kişi olabilirdi, ama durumu İsa’nın sözlerinin gerçeği önünde dikkat çekici ve eğitici idi. Pavlus kendisinden, “yasaya dayanan doğruluk açısından kusursuz” bir kişi olarak söz eder (Filipeliler 3:6), aynı şekilde bu genç adam da hem içten hem de dürüst bir kişi idi. Çünkü Rabbin buyrukları hakkında sorduklarına şu yanıtı verdi: “Bunların hepsini yerine getirdim. Daha ne eksiğim var?” (Bakınız Matta 19:20)
Bu örnek günümüzdeki pek çok yaşamları ahlaklı olan pek çok genç kişinin ya da diğerlerinin dış görünümlerine bakıldığı zaman sözde, hiç bir eksiklerinin olmadığını gösteren bir örnek değil midir? Yumuşak huylu, uyumlu ve sevecen, erkek ve kız evlatlar olarak sorumlulukları konusunda çok titiz, yaşamın tüm ilişkilerinde dürüst ve onurlu ve aynı zamanda dini görevleri konusunda gayretli ve bulundukları çevredeki hem akrabaların hem de arkadaşların onayını kazanmış olan bir çok kişi bulunur. Ama yine de eksikleri vardır ve bu eksik nedir? Rabbin bu genç adama verdiği yanıt bizim sorumuzun yanıtıdır. O zaman bu sorunun yanıtının önemi nedir? İlki, insan Tanrı’ya hiçbir şey getiremez ve bu yüzden sonsuz yaşamı miras almak için HİÇ BİR ŞEY YAPAMAZ. Pavlus gibi, kendi insan doğruluğunun kirli bez parçalarına benzediğini öğrenmesi gerekir. Doğal bir insan olarak kazanç saydığı şeylerin Mesih uğruna kayıp olduklarını bilmesi lazımdır. Kendisinin ne olduğu ve ne yaptığının Tanrının önünde hiç bir değeri yoktur; yaptığı en iyi şeylerin değersiz ve murdar olarak görülmeleri gerekir. İkinci olarak, her şeyi kaybetmenin acısını çekmeye istekli olması gerekir – benliği, kendi doğruluğu ve dünya – tüm bunları İsa Mesih’in bilgisinin üstünlüğü yanında hiç saymalıdır. Bu yüzden Rabbimiz genç adama sahip olduğu her şeyi satmasını ve parasını yoksullara vermesi gerektiğini söyledi; sonra da “çarmıhını al ve gel, beni izle” dedi.
Şu soruya verilen ilk yanıt da böyledir, “Sonsuz yaşamı miras almam için ne yapmam gerekir?” Hiç bir şeye sahip olmama ve hiç bir şey olmama konumu – benlik, dünya, evet, İsa’nın ayaklarının dibinde her şeyin hiç bir şey olması. Ve tüm bu olayın ciddi uyarısını bir kenara bırakıp unutacak olur isek, ahlaki girişimler ve konum avantajları v.b. Mesih’e gelme konusunda en büyük engeller olarak sınıflandırılmalıdırlar, çünkü bunlar genellikle canın Tanrının önündeki gerçek konumunu örter ve gözlerden gizlerler.
2. Avukatın öyküsü. (Luka 10) Bu öykü, pek çok açıdan adil olarak görülenlerden tamamen farklıdır. Çünkü avukat Mesih’i ayartmak için gelir ve şöyle der: “Efendim, sonsuz yaşamı miras almak için ne yapmam gerekir?” İsa, ona, “Yasada ne yazar? Okumadın mı?” Ve avukat ona şöyle der: “Tanrın olan Rabbi tüm yüreğin ile ve tüm canın ile ve tüm gücün ile ve tüm aklın ile seveceksin ve komşunu da kendin gibi seveceksin.” Ve Rab İsa ona şu yanıtı verir: “Doğru söyledin. Bunları yap ve yaşayacaksın.” Ama kendini aklamak isteyen avukat, İsa’ya şu soruyu sorar: “Komşum kimdir?” Ve bu bölümü daha sonra “iyi Samiriyeli” öyküsü izler. (Luka 10:25-37) Rab burada Kendisini ayartmakta olan avukatı Kendi doğru temelleri üzerine alır; yani yasa temeli üzerine getirir ve onun yasanın talepleri ile ilgili ifadesini kabul eder ve konu ile bağlantılı olarak bazı sözler ekler, “Bunları yap ve yaşayacaksın” (“Kurallarıma, ilkelerime sarılın. Çünkü onları yerine getiren onlar sayesinde yaşayacaktır. RAB benim.” Levililer 18:5) Ama Tanrının bedendeki bir insandan bir ölçü olarak talep ettiklerini bunların tanrısal niyetleri ile uyumlu olarak yasaya değinip kullandı ve böylece günah bilincini vurguladı (Romalılar 3:20). Çünkü Rabbin “doğru söyledin, bunları yap ve yaşayacaksın” (ayet 28) sözleri, ayartan avukatı günah konusunda ikna etti; çünkü şu sözleri okuduk: “Kendisini aklamaya istekli olan avukat”, İsa’ya, “Benim komşum kim?” diye sordu. Rab İsa ise onu Tanrının sözü ile, yani, “diri ve etkili, iki ağızlı kılıçtan daha keskin, can ile ruhu, ilik ile eklemleri birbirinden ayıracak kadar derinlere işleyen ve yüreğin amaçlarını yargılayan” Söz ile denedi ve araştırdı. (İbraniler 4:12) Ama tanrısal taleplerin imkansız karakterinden haberdar olmayan avukat bu söze boyun eğmek yerine onu uygulamaktan kaçınmayı arzu etti; sanki bir insan tanrının önünde adil olabilirmiş gibi kendini aklamaya çalıştı; tanrısal buyrukları yerine getirdikten sonra kendisinden başka bir şey beklenmeyecekmiş gibi hareket etti. Ama Rab onun zihnine günah bilgisini yerleştirdi ve sonra aynı zamanda ona komşusunun kim olduğu hakkında ders de verdi; komşusu, düşmanları tarafından yaralanan kişiye yardım eden bir Samiriyeli idi.
Bu durumda “Sonsuz yaşamı elde etmek için ne yapmalıyım?” sorusuna verilen bu yanıt aracılığı ile öğretilen özel dersler nelerdir? İnsanın kendisi hiç bir şey yapamaz, ama insan aynı zamanda Tanrının önünde bir günahkar olduğuna dair de ikna edilir ve böylece bu benzetmede insanın durumunun bir günahkar olarak resmedildiğini de görmüş oluruz. “Bir adam Yeruşalim’den Eriha kentine gidiyordu, yolda haydutlar adama saldırdılar ve elbiselerini ve parasını çaldılar, sonra onu yarı ölü bir halde bırakıp gittiler.” (ayet 30) Yolcuya saldırılan yer önemlidir. Yolcu, Tanrının kenti olan Yeruşalim’den kalkmış lanet kenti olarak bilinen Eriha’ya doğru yola çıkmıştı (Yeşu 6:26) – günahkarın yıkıma giden yolu ile ilgili çarpıcı bir örnek resim. Kendisini soyan, yaralayan ve yarı ölü bir şekilde bırakıp giden haydutların eline düşmüştü. Orada öylece, ölüm ile yüz yüze çaresiz ve umutsuz bir şekilde yatıyordu.
Buradaki örnekte bir günahkar olan insanın konumunu kim görmezlikten gelebilir? Ve bir kişinin bu durumda “Sonsuz yaşamı miras almak için ne yapmam gerekir?” diye sorması ahmaklık olmaz mı? İşte Rabbimizin avukata öğretmek istediği şey budur; ne yapabileceğini soran bir günahkarın ahmaklığı ve bir kişinin kurtulması için bir Başkasının lütfuna ve işine muhtaç olması. Son olarak söz edilen bu gerçek Samiriyeli ile ortaya konur. Ama yaralı adamın yanından önce bir kahin ve bir Levili geçerler ve biçare adamı yasanın canı kurtarma konusundaki çaresizliğini göstererek kendi yazgısı ile baş başa bırakırlar. Sonra öyküye Samiriyeli dahil olur, “O yoldan geçen bir Samiriyeli ise adamın bulunduğu yere gelip onu görünce, yüreği sızladı. Adamın yanına gitti, yaralarının üzerine yağ ile şarap dökerek sardı. Sonra adamı kendi hayvanına bindirip hana götürdü, onunla ilgilendi. Ertesi gün iki dinar çıkartarak hancıya verdi. ‘Ona iyi bak’ dedi, ‘Bundan fazla ne harcar isen, dönüşümde sana öderim.’” (ayetler 33-35) O zaman Samiriyeli kimdir? Elbette Mesih’ten başkası değildir – kaybolanları arayan ve kurtaran Mesih’in sevgisinin şefkati. Çünkü O, zavallı ve çaresiz insanın sefil durumundan etkilenir, merhamet duygusu ile dolar ve on insanın yaralarını sarar, onu güvenlik içindeki bir yere taşır, onunla ilgilenir ve geri dönünceye kadar onun için sağlayışta bulunur. Bu nedenle tüm öyküden şunları öğreniriz –
- İnsanın bir günahkardır;
- İnsan, bir günahkar olarak hem çaresiz hem de kayıptır;
- Bu nedenle hiç bir şey yapamaz ve
- Eğer kurtarılması gerekiyor ise bu yalnızca Mesih ve Mesih’in yaptığı iş aracılığı ile mümkün olabilir.
3. Bu bilgiler bizi gardiyanın durumu ile ilgili öyküye hazırlayacaktır (Elçilerin İşleri 16). Pentikost günündeki Yahudilerin durumu yerine gardiyanın öyküsünü ele alıyoruz, çünkü gardiyanın sorduğu soru diğerlerinden farklı bir biçimdedir. Pavlus ve Silas heyecanlı bir kalabalık tarafından yargılandıktan sonra, Filipe’de hapse atılmışlardır; ve okuduklarımıza göre gece yarısı elçiler dua etmeye başladılar ve Tanrıya övgü şarkıları söylediler: ve “birden bire öyle şiddetli bir deprem oldu ki, tutukevi temelden sarsıldı. Bir anda bütün kapılar açıldı ve herkesin zincirleri çözüldü” (Elçilerin İşleri 16:25-26). Zindancı uyandı ve korkusundan dehşete düştü. Zindan kapılarını açık görünce kılıcını çekip canına kıymak istedi, çünkü tutukluların kaçtıklarını sanmıştı. “Ama Pavlus yüksek ses ile, ‘Canına kıyma, hepimiz burdayız!’ diye seslendi. Zindancı ışık getirip içeri daldı. Titreyerek Pavlus ve Silas’ın önünde yere kapandı. Onları dışarı çıkararak, ‘Efendiler, kurtulmak için ne yapmam gerekir?’ diye sordu. Onlar, ‘Rab İsa’ya iman et, sen de ev halkın da kurtulursunuz’ dediler.” (ayetler 27-31)
Pavlus ve Silas ona neden — daha önce gözden geçirmiş olduğumuz — Rabbin iki diğer olayda davrandığı şekilde davranmadılar? Her iki olayda yanıt, soruyu soran kişinin ahlaki durumu ile ilgilidir. Ama Pavlus ve Silas zindancıyı hemen o anda Mesih’e yönlendirebilirler, çünkü zindancı benzetmedeki yarı ölü halde olan adam aracılığı ile ortaya konan aynı ahlak durumu ile yaklaşımda bulunur. Ve bu yüzden eğer herhangi bir okuyucum bu sorunun aynısını sorar ise, aynı konumda kalmadıkça yanıt alamaz. Bu gerçekten daha önce ikinci bölümde ısrarla söz edilmiştir; ama bu gerçeği burada yine de vurguladık. Çünkü ders öğrenilmedikçe kurtuluş yolu bilinemez. O zaman, siz sevgili okuyucular, Tanrıya hiç bir şey getiremeyeceğinizi, insanlar arasında bir kazanç olarak görülebilecek şeylerin dahi O’nun önünde değersiz olabileceğini fark ediyor musunuz? Yalnızca bu kadar da değil; sizler aynı zamanda hem çaresiz hem de kayıp günahkarlar olduğunuz için kurtuluşunuzu kazanmak için hiç bir şey yapamazsınız. Kurtulmanız gerekiyor ise, bunun sadece bir Başkasının işi ve lütfu ile yapılması gereklidir. Eğer kurtarılmak istiyor iseniz, o zaman size “Rab İsa’ya iman et, o zaman kurtulacaksın” (ayet 31) sözlerinde yer alan kutsanmış gerçeği açıklayabiliriz.
Bu nedenle, kurtarılmak, sonsuz yaşama sahip olmak için Rab İsa Mesih’e iman etmeniz gerekir. Görüldüğü gibi, konu, yapmak ile ilgili değil, inanmak ile ilgilidir. Çünkü önemli olan, günahkarın ne yapabileceği değil, Mesih’in ne yapmış olduğudur. Çünkü “Benim hak ettiğimi O aldı ve O’nun yaptığı işin ürününü ben aldım.” Bu yüzden, önemli olan her zaman, “Rab İsa’y a iman et ve kurtulacaksın” ifadesidir. Bundan başka hiç bir yol yoktur ve bu yüzden kurtuluş her zaman iman ile bağlantılıdır. Birkaç örnek inceleyelim: “İmanın seni kurtardı; esenlik içinde git” (Luka 7:50); “Ayağa kalk, git: imanın seni kurtardı (imanın seni bütün kıldı)” (Luka 17:19); “Oğlul’a iman edenin sonsuz yaşamı vardır.” (Yuhanna 3:36); Size doğrusunu söyleyeyim, sözümü işitip bana iman edenin sonsuz yaşamı vardır; böyle biri yargılanmaz, ölümden yaşama geçmiştir.” (Yuhanna 5:24) “Size doğrusunu söyleyeyim, bana iman edenin sonsuz yaşamı vardır.” (Yuhanna 6:47) “Peygamberlerin hepsi O’nunla ilgili tanıklıkta bulunuyorlar. Şöyle ki, O’na inanan herkesin günahları O’nun adı ile bağışlanır.” (Elçilerin İşleri 10:43) “Böylece iman ile aklandığımıza göre, Rabbimiz İsa Mesih sayesinde Tanrı ile barışmış oluyoruz.” (Romalılar 5:1, v.b v.b.)
O zaman, siz sevgili okuyucu, Rab İsa Mesih’e inanıyor musunuz? Günahkarın öncelikle alması gereken yerin ne olduğuna işaret etmiştik; günahkarın, Tanrının, kendisi ile ilgili tanıklığını kabul etmesi gerekir – yani, hem suçlu, hem çaresiz hem de kayıp olduğuna inanması gerekir. Eğer Tanrının sizin ve durumunuzun hakkındaki sözünü kabul ederseniz, o zaman size dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu’nu işaret edeceğiz; çünkü bize O’nun gözündeki doğamızın ve işlerimizin nasıl olduğunu Açıklayan, bizim için Mesih’te kurtuluş sağlamıştır: “Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi, öyle ki, O’na iman edenlerin hiç biri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun” (Yuhanna 3:16) Bu nedenle, kendinize değil, Mesih’e bakın ve aynı zamanda Tanrının Mesih ile ilgili tanıklığını da kabul edin ve böylece daha O’na bakarken ölümden yaşama geçeceksiniz. “Tanrı Sözü sana yakındır, ağzında ve yüreğindedir. İşte duyurduğumuz iman sözü budur. İsa’nın Rab olduğunu ağzın ile açıkça söyler ve Tanrının O’nu ölümden dirilttiğine yürekten iman eder isen, kurtulacaksın. Çünkü insan yürekten iman ederek aklanır ve imanını ağzı ile açıklayarak kurtulur.” (Romalılar 10:8-10)