Bölüm IV
Barnaba Müjdesi’ndeki Bilimsel Hatalar
Barnaba Müjdesi yazarının insani varlıkların kompozisyonu, evrenin yapısı v.b.konular hakkındaki inançlarını gösteren aşağıdaki alıntılara bakarken, iki karşıt düşünceyi aklımızda tutmamız gerekir. Her şeyden önce, bu tanımlar bu konuların yirminci yüz yıla ait modern deneysel bilgileri ile uyumlu mudurlar – örneğin, insanların dünya üzerinde yaptıkları yolculuklar ile destek gören bilgi ve uzaya gönderilen roket denemeleri. Ya da, bu tanımlar orta çağların sonunu da dahil ederek diğer zamanlarda kabul gören düşünceleri gerçekten yansıtıyor ve böylelikle son bölümde yer alan bilgiye destek veriyorlar mı – on beşinci yüz yıldaki bir kompozisyon tarihini ima eden bir bilgiyi destekliyorlar mı?
A. Kimyasal, Anatomik ve Tıbbi Hatalar
1) İnsani Varlıkların Kompozisyonu
Barnaba Müjdesi’nin 123. bölümünde aşağıdaki şu düşünceleri buluruz:
Yaratıklarına iyiliğini, merhametini ve gücünün her şeye yettiğini cömertliği ve adaleti ile göstermek için Tanrımız, birbirlerine karşıt olan dört şeyin kompozisyonunu yaptı. Ve onların hepsini nihai bir nesne içinde birleştirdi – bu nihai nesne insandır ve birbirine karşıt olan dört şey ise, toprak, hava,su ve ateştir – ve bu dört şeyden bir kap oluşturdu, bu kap, insanın bedeni, eti ve kanı, kemikleri, iliği ce cildidir; bunlara sinirler ve damarlar ve bedenin tüm iç kısımları dahildir...
Ve Bölüm 167’de şunları okuruz,
Söyleyin bana, su neden ateşi söndürür ve toprak havadan bağımsız hareket eder ya da havadan kaçar, öyle ki, hiç kimse toprağı, havayı, suyu ve ateşi uyum içinde birleştiremesin; ama buna rağmen bu dört element de insanda birleşmez ve uyumlu bir şekilde korunmazlar mı?
Bu konu hakkında ne diyelim? Barnaba Müjdesi’nin yazarı toprak, hava, ateş ve sudan birbirlerine karşıt olan dört şey olarak söz eder. Su, ateşi söndürür. Toprak, havadan kaçar. Toprak havadan kaçar mı? Dünyanın, uzayın çevresinde, üzerinde oturan hava ile döndüğünü biliyoruz. Ya da “kaçmanın” “karışmamak” anlamına geldiğini mi varsayalım? Böyle bir varsayım doğru olur muydu?
Aşağıdaki gerçekleri gözden geçirelim. Toprak, genellikle oksijen ile birleşmiş olarak ya da tuzlar halinde bulunan pek çok metalden oluşur. Bu metallerden biri demirdir. Demir, havadan kaçar mı? Hayır. Demir havadaki oksijen ile birleşmek için acele eder, özellikle su mevcut olduğu zaman bunu yapar. Ve bizler, köprüleri ve diğer başka şeyleri çürümesinler diye boyamak için yüz binlerce dolar harcarız. Su, havadan kaçar mı? Hayır, havada buhar olur ve hava ile karışır. Eğer bu gerçekleşmese idi, ne yağmur ne de su devri olurdu. Ya da kaplar yapmak için kullanılan kaolin üzerinde düşünelim. Kaolin, çok büyük miktarda aluminyum silikat içerir. Aluminyum silikatın formulü: Al203, 2Si02-2H20 . Tüm bunlar bize ne demektedirler? Şunu demektedirler: “Toprak” aluminyum (element ya da belki mineral diyebiliriz) “hava” oksijeni ile birleşiktir ve sonra, “hava” oksijeni ile birleşmiş olan “toprak” silikonu ile karışmıştır; bunun sonucunda H20 ile ya da su ile birleşir. Barnaba Müjdesi, birbirlerine karışmayan dört elementten söz eder ve yine de kaolin gibi sıradan bir şey onların ünden oluşur –toprak, hava ve su. Şimdi ateşi gözden geçirelim. Ateş nedir? “Toprak” ve “hava” birleştikleri zaman, ortaya çıkan sıcaklık ve bunun sonucu olan ışıktır yalnızca… “Toprak” magnezyumu yanar ya da kent dışını gece vakti bir magnezyumun ani alevi içinde aydınlatmak için “hava” oksijeni ile birleşir.
Toprak, hava, ateş ve suyun pek çok durumda birbirlerine karıştıklarını ya da birleştiklerini görüyoruz. Ve Barnaba Müjdesi’nin yazarının, modern bilim ile çelişkide olduğu aşikardır.
2) Gırtlağın (Adem Elması-gırtlak çıkıntısı) Orijini
40. bölümün sonunda Barnaba Müjdesi yazarı Şeytan’ı şu sözler ile ifade eder,
Ama eğer sen ve refakatçin, benim öğüdüme göre hareket ederseniz, diğerlerinin olduğu gibi bunların meyvesini de yiyeceksiniz, ve … Tanrı gibi iyiyi ve kötüyü bileceksiniz …. Sonra Havva bu meyvelerden aldı yedi ve kocası uyandığı zaman ona şeytanın söylediği her şeyi anlattı; ve kocası da onlardan yedi. Sonra yediklerini yutarken, Tanrı’nın sözlerini hatırladı. Bunun üzerine yediğini durdurmak istedi, elini boğazına soktu; ve işte bu yüzden her erkeğin gırtlağında böyle bir işaret bulunur.
O zaman bu durumda “her erkeğin” boğazında bulunan bu “işaret” nedir? Her erkeğin gırtlağının cildinde işaret yoktur. Ancak bu işaret her erkekte farklı bir türdedir. Bu işaret, boğazın önündeki erkek “ses yatağının” çıkıntısıdır. Kadınlarda da böyle bir işaret bulunur, ama daha az göze çarpar. Gırtlaktaki bu çıkıntı İngilizce’de rağbet gören bir ada sahiptir; “Adem elması” (Fransızca’da la pomme d’Adam) ; bu ifade eski bir halk düşüncesinden türetilmiş bir addır; çıkıntı, Adem elmayı yutmamak için çaba gösterirken, gırtlağında takılı kalan elmayı temsil eder.
Ancak az miktarda bilimsel bilgiye sahip olan her insan dahi, “Adem elmasının” gırtlağın gerçekten bir parçası olduğunu bilir. Doğru bir tıp terminolojisi kullanmak istediğimiz takdirde, “Adem elmasının” boğazın ön kısmındaki tiroid kıkırdağının bir projeksiyonu olduğunu söyleyebiliriz. Konuşmamıza izin veren ses tellerini içerir ve elmanın geçeceği yer olan yemek borusu ile hiç bir ilgisi yoktur. Ayrıca sağlıklı bir kişi için bir elmanın yemek borusundan aşağı inmesine engel olmak imkansızdır.
“Her erkeğin sahip olduğu işaretin bulunduğu boğazına elini koyması” ifadesine gelince, kusmayı sağlamak için parmaklarını boğazına sokmak, ya da boğazının dış kısmına koymak, ne bir işaret bırakırdı ne de gırtlakta herhangi bir genişlemeye neden olurdu. Bu konuda varılabilecek tek sonuç şudur: vahiy yolu ile geldiğini iddia eden bir kitapta yeri olmayan Adem elmasının orijini bilimsel olmayan bir halk öyküsünden ibarettir.
3) İnsanın göbek kordonunun ya da Umbilikus’un Orijini
Bölüm 35’in sonunda şunları okuruz,
Ve şeytan ayrılırken toprak kütlesinin üzerine tükürdü, ve melek Cebrail bu tükürüğü bir parça toprak ile yukarı kaldırdı, ve böylelikle insan şimdi karnında bir kordona sahiptir.
Bilimsel olarak sahip olduğumuz bilgi şudur: “göbek kordonu” ya da umbilikus küçük bebeğin plasentaya ve dolaylı olarak annesine bağlı olduğu göbek kordonu bağının kalıntısıdır. Bir damarı ve iki kırmızı kan damarını (arter) içerir; bu damar ve arterler cenine ait dolaşım ile bağlamak için bebeğin karnının derinliklerine inerler. Bu nedenle göbek kordonunun, ebe ya da doktor tarafından kesildiği zaman, sıkı bir şekilde bağlanması gerekir, aksi takdirde yeni doğan bebek kan kaybından ölür.
Adem ve Havva’nın kullanılmamış bir umbilikus ya da “göbek kordonları” olup olmadığını bilmiyoruz. Orta çağda yaşayan sanatçılar Adem’in tablosunu yaptıkları zaman Adem’in üzerine bir göbek kordonu yapıp yapmamaları konusunda tartışırlardı. Ama Barnaba Müjdesi, tüm insani varlıklar hakkında konuşur, çünkü yazarı şöyle der: “Öyle ki, bu nedenle insan şimdi karnında bir göbek kordonuna sahip olsun.” “Şimdi” sözcüğü ile yazar, yazdığı anı kasteder. Bunun net olmadığı aşikardır. Erkekler ve kadınlar bir umbilikus’a sahiptirler, çünkü annelerine bağlı idiler; şeytan üzerine bir parça toprak tükürdüğü için göbek kordonları yoktu. Burada yine yirminci yüz yıl gerçekliği ile uyum sağlamayan ve bilimsel olmayan bir halk efsanesi ile karşı karşıyayız.
4) Bir Fistülün Tıbben İyileştirilmesi.
Bölüm 119’da aşağıdakileri okuruz,
Huzurunda yaşadığımız Tanrı’nın adı ile, dua etmeyen biri artık bir daha iyi işler yapan biri olamaz; bu aynı dilsiz bir adamın kör bir adama derdini anlatmasına benzer; bir fistül merhemsiz iyileşemez.
Şimdi eğer yazar dua aracılığı ile mucizevi şifa hakkında konuşuyor ise, buna söylenecek bir itiraz olamaz, ama yazar burada örnek olarak tıbbi bir tedavi kullanıyor. Bu nedenle onun ifadesini gözden geçirelim ve modern tıp bilgisi ve deneyimi ile arasındaki ilişkiyi görelim.
Tıp ile ilgilenmeyen kişilerin bile bildikleri gibi, bir fistül bir apsenin, ya da yaranın ya da kemik enfeksiyonunun eksik kapanması tarafından bedende şekil alan dar bir tüp ya da kanaldır. Bedenin içinde hala enfeksiyon olduğu için cerahat gibi bir sıvının ya da bir organdan akan ya da bedene ait bir kaviteden (boşluğun) çıkan likit sürekli akar durumdadır. Beden bu açık yeri kapatmaya çalışır, ama bunu yapacak güçte değildir, çünkü fistülün dibinden akan sıvı kontrol edilemez. Barnaba Müjdesi’nin yazarı, bir fistülün, merhem (genellikle yağ bazına sahip ) olmadan iyileştirilemeyeceğini açıkça söyler. Bir fistülün merhem olmadan iyileştirilemeyeceği doğrudur, çünkü merhem küçük açıklık arasından iltihaplı bölgeye ulaşamaz. Yaşadığımız modern dönemde bile, içerden harekete geçen antibiyotiklerin kullanımı ile bir fistülü iyileştirmek neredeyse imkansızdır. Hemen hemen her zaman fistülün dibinde ölü çürüyen bir doku mevcuttur. Ve tedavinin başarılı olması için tek yol ameliyattır. Doktor iltihaplı bölgeyi genişlemesine yarar, ve genellikle aynı anda fiztüle özgü tüpü kesip atar. Sonra ölü dokuyu kazır ve çukuru geniş bir şekilde açarak hazırlar. Ve beden, yarayı en derinden başlayarak cildin üzerine kadar iyileştirmek zorundadır. Bu nedenle, yazarın ifadesi iki kez hatalıdır. Gerçek şudur: bir fistül bir merhem ile iyileşmeyecektir, merhem olmadan iyileşecektir.
B. Astronomik gerçekler ve göksel uzaklıklar ile ilgili hatalar
1) Dünya suyun üzerine dayalıdır
Barnaba, dünyanın suyun üzerine dayalı olduğuna inanır. Bu konuyu çok net bir şekilde Bölüm 167’de görürüz; aşağıda yazılı olanları okuyalım:
Size bir “neden “ ifşa edeceğim. Şöyle ki: neden tek bir taş suyun üzerine dayalı duramaz iken, tüm dünya suyun üzerine dayalı dursun? O zaman eğer bunu bilmiyor iseniz, tüm insanlar, insanlar olarak bunu bilemezler – Tanrı’nın tek bir söz ile tüm evreni yoktan yarattığını nasıl anlayacaklar?
Tanrı’nın dünyayı yoktan var ettiği doğrudur. Musa’nın Tevratında ve Yeni Antlaşma’daki İbraniler mektubunda bu konudan söz edilir. Ama dünyanın suyun üzerine dayalı olduğu Barnaba Müjdesi’nin yazarının bir hatası olduğu aşikardır. Ve orta çağ dahil olmak üzere daha önceki zamanlarda inanılan bir düşünceyi temsil eder.
2) Dünya ile bağlantılı olarak Güneşin Büyüklüğü.
Bölüm 179’da aşağıdaki ifadeleri buluruz:
Dua edildikten sonra İsa Petrus’u çağırdı ve ona ve diğer tüm öğrencilere ne görmüş olduğunu anlattı. Ve Petrus’a şöyle dedi: “Senin tüm yeryüzünden daha büyük olan canın tüm yeryüzünden daha büyük olan güneşi bir göz ile görür.”
Yeryüzünün çapı yaklaşık sekiz bin mildir. Güneşin çapı, yaklaşık 865.000 mil olarak ya da yaklaşık yüz kez daha fazla hesap edilmiştir. Ama dünyanın ve güneşin volümünü hesapladığımız zaman, güneşin merkezi içinde bir milyon dünya barındırabileceğini ve başka 264.000 tane için dahi hala yeri bulunacağını anlarız. Güneşin dünyadan bin kez daha büyük olduğunu söylemek, tamamen yanlış bir ifade olur. Güneş, dünyadan bir milyon kez daha büyüktür. Barnaba Müjdesi, %50 ya da %100 hatalı değil, % 1264 kez hatalıdır.
3) Göksel Uzaklıklar.
Bölüm 105’de şunu okuruz,
O zaman size göklerin dokuz tane olduklarını ve birbirlerinden birinci göğün dünyadan uzak olduğu kadar uzak olduklarını söylüyorum; bu uzaklık beş yüz yıllık bir yolculuk uzaklığındadır. Bundan dolayı dünya en yüksek gökten dört bin beş yüz yıllık bir yolculuk uzaklığındadır….
Konu, bölüm 178’de yine ele alınır; şunları okuruz,
Cennet hiç kimsenin ölçemeyeceği kadar büyüktür. Size gerçeği söylüyorum, gökler dokuz tanedir; aralarına bir insan için beş yüz yolculuk yılı uzaklığı bulunan gezegenler yerleştirilmiştir. Ve dünya aynı şekilde birinci gökten beş yüz yolculuk yılı kadar uzaktır. Ama siz ilk göğü ölçmekten vazgeçin; ilk gök tüm dünyanın bir kum tanesinden daha büyük olması gibi, tüm dünyadan çok çok daha büyüktür. Bu yüzden aynı zamanda ikinci gök de birinci gökten ve üçüncü gök, ikinci gökten daha büyüktür ve bu durum böylece son göğe kadar devam edip gider, her biri aynı şekilde bir sonrakinden daha büyüktür. Ve size gerçeği söylüyorum, cennet tüm dünyadan ve tüm göklerin bir aradaki halinden, tüm dünyanın bir kum tanesinden daha büyük olması kadar büyüktür. 1
Bu bilgiyi aşağıdaki şu ifadeler ile özetleyebileceğimizi düşünüyorum:
- İlk gök, beş yüz yıllık bir yolculuğun çapı ile bir yarı küredir (ya da küredir) ve dünya merkez olarak suyun üzerinde yüzer. Birbirinin ardından gelen her gök, bir kişinin beş yüz yılda kapatabileceği uzaklığa eşit bir çap eklemiştir.
- Gezegenler bu dokuz gök içinde birbirlerinden beş yüz yıllık bir yolculuk uzaklığında yerleştirilmişlerdir.
- Bu yolculuk, “bir insan için söz konusu olan bir yolculuktur.”
Barnaba Müjdesi M.S.30 ve 50 yılları arasında, yani Mesih’in yaşamı sırasında ya da Mesih’in yaşamından kısa bir süre sonra yazılan bir tanıklık öyküsü sayıldığı için “bir insan için bir yolculuk” ile ilgili iki hipotezi izleyeceğiz. Bir günde otuz mil (50 km) gibi bir birinci yüz yıl hızı ve yirmi birinci yüz yıla ait bir gelecek insanının hareket ettiği ışık hızı üzerinde düşünerek ilerleyeceğiz. Eğer bu kitabın yazarı Tanrı’nın Kutsal ruhu’nun rehberliği altında bir peygamberlik yazan gerçek bir peygamber olsa idi, ikinci hipotez bir olasılık olabilirdi.
Hipotez A. Günde 30 mil (50 km).
30 mil x her yıl için 365 gün = bir insan-yılı içinde 10.950 mil ya da 18.250 km.
10.950 mil x 500 insan-yılı = ilk göğe 5.478.750 mil ya da 9.125.000 km.
5.478.750 mil x dokuz gök = (4500 insan-yılı) = dünyadan dokuzuncu göğe kadar 49.308.750 mil ya da 82.125.000 km.
Bu uzaklıkları elli milyon mile ve seksen milyon kilometreye yuvarlayacağız. Bu noktada bizi şaşırtan ilk şey, bu uzaklığın, dünyadan güneşe olan uzaklığın yarısının uzaklığından yalnızca biraz daha fazla olmasıdır. Ortaöğretimde öğrendiğimiz gibi, güneş, 93.000.000 mil (149.000.000 km) uzaklıktadır. Başka bir deyişle, Figür 5’de görülen A hipotezlerine göre: tüm gezegenler, tüm göksel varlıklar (güneş, ay ve yıldızlar) ve dokuz göğün hepsi – ruhsal ya da maddesel – bize güneşten daha yakındırlar.
Gezegenlerin birbirlerine olan uzaklıkları hakkındaki bu güne ait bilgimiz Tablo 1’de, milyonlarca mil ve milyonlarca kilometre olarak özetlenir.
Tablo 1. Her Gezegenin Dünyaya Yaklaştığı En Yakın Uzaklık | ||
Gezegen | Mil | Kilometre |
Merkür | 56 | 60 |
Venüs | 28 | 45 |
Dünya | — | — |
Mars | 47 | 74 |
Jüpiter | 391 | 628 |
Satürn | 791 | 1272 |
Uranüs | 1693 | 2723 |
Neptün | 2706 | 4354 |
Plüton | 3581 | 5761 |
Figür 5 Hipotez A |
Tablo 1 ve Figür 5’e bakıldığı zaman, gezegenlerden yalnızca iki tanesinin – Venüs ve Mars –dünyanın elli milyon mil içine geldiği çabucak görülebilir. Geri kalanların hepsi, güneş ve tüm yıldızlar dahil olmak üzere Barnaba Müjdesi’nin dokuzuncu göğünün dışındadırlar. Bu nedenle, bu hipotezin yanlış olduğu aşikardır.
Hipotez B. Işık yılı ile yolculuk eden bir insan – saniyede 186.000 (saniyede 300.000 km).
Okuyucu büyük olasılık ile bunun modern astronominin gerçek kullanımında var olan ölçü ünitelerinden biri olduğunun farkına varacaktır. Uzaklıklar çok büyük oldukları için ışık yıllarından ya da ışığın bir yılda uzaklık ölçüsü olarak ne kadar uzağa yolculuk edebileceğinden söz ederiz. Güneşimize en yakın uzaklıktaki yıldız, 4.3 ışık yılı uzaklıktadır. Eğer bu cümlenin sonundaki periyod güneşi temsil etmek için kullanılır ise, o zaman 10 mil (16 km) uzaklıktaki benzeri minik bir nokta en yakın yıldız olan Alfa Centauri’yi temsil edecektir.
Bu hızdaki ilk gök, beş yüz ışık yılı uzakta olacaktır – ya da güneş sistemimizin dışında kalacak ve dokuzuncu gök dört bin beş yüz ışık yılı uzakta olacaktır. Bu durum, gerçeklere biraz daha yakın gibi görünür, ama yine de iki çok kötü – aslında başa çıkılamaz sorunları ortada bırakacaktır.
Bu sorunlardan ilki, gezegenlerin aynı zamanda birbirlerinden beş yüz yıllık yolculuk uzaklığında bulunduklarının belirtilmesidir. O zaman bu durumda birbirleriden beş yüz ışık yılı uzakta ve güneş sisteminin tamamen dışında olacaklardır Aslında en yakın yıldızların bulunduğu uzaklığın çok ötesinde bir uzaklıkta olacaklardır. İkinci yanlış, dört bin beş yüz ışık yılının tüm yıldızları dahil edemeyecek kadar küçük bir uzaklık oluşudur. Samanyolu olarak adlandırılan gezegenimiz tek başına diğerlerinin üstünden yüz yirmi bin ışık yılı karşı tarafa geçer. Onun ötesinde başka pek çok gezegenler mevcuttur. En büyük teleskoplar kullanılarak 1.6 milyar ışık yılı uzaklıkta bulunan yıldızlar görülmüştür. Dört bin beş yüz ışık yılı hiç bir şey ifade etmez.
Sonuç
Barnaba Müjdesi’nde bulunan göklerin tanımı ve insani varlıkların kompozisyonu, modern bilim ile kıyaslandıkları zaman, yanlıştırlar. Öte yandan, Sahte Barnaba Müjdesi’nin su üzerinde yüzen dünya ve toprak, hava, ateş ve sudan bir araya getirilmiş insani varlıkların tanımlamaları orta çağlar dahil olmak üzere daha eski zamanların düşünceleri ile tam bir uyum içindedir. On gök konusundaki inanca gelince, evren hakkındaki bu tanımın orta çağ zamanlarında başladığını daha önce görmüştük.
Bu bölümde analiz edilen “bilimsel” düşünceler, bir bütün olarak ele alındıkları zaman, M.S.1300 yılından sonrası için söz konusu olabilecek bir kompozisyon tarihine güçlü bir şekilde destek verirler. Bu “bilimsel” düşüncelerin Kur’an ile bir ilişkilerinin olmasını hiç kimsenin istemeyeceği ya da bunları Muhammed’in peygamberliği için geçerli bir tanıklık olarak görmeyi beklemeyeceği kesindir.
1. Bölüm I’de görmüş olduğumuz gibi, bu ifade Kur’an’da tanımlanan yedi gök ile çelişki içindedir, ama biz yine de analizi yapacağız.