Bölüm III
M.S.1300 Ve 1634 Yılları Arasındaki Bir Orijini Kanıtlayan Barnaba Müjdesi’ndeki Delil
Bölüm I’de, Barnaba Müjdesi’nin on gökten söz ettiğini gördük ve yedi gökten söz eden Kur’an ile çeliştiğine işaret ettik. Bu düşünceden, on üçüncü yüz yılda Dante’nin zamanına kadar kimsenin bilgisi yoktu. Bölüm II’de bir ilk yüz yıl Yahudisi için imkansız olan pek çok şeyi tartışır iken, bu hatalı ifadelerin çoğunun orta çağa ait adetler ile aynı zamanda meydana geldiklerini fark ettik; örneğin, bir altın para olarak bir dinar ve M.S.1300 yılında ilk kez her yüz yılda bir kutlanan Jübile (Özgürlük) yılı. 1
Bu Bölümde Barnaba Müjdesi’nde bulunan belirli inançlara daha ayrıntılı olarak bakacağız ve zaman içindeki evrimlerini inceleyeceğiz. Bunlar yıllar içinde evrim geçirmiş olan Hıristiyan inançları, öğretişleri ve adetleridir. Eğer bir kişi orta çağlar boyunca var olan Hıristiyan edebiyatı ile ilgilendi ise, o zaman Sahte Barnaba Müjdesi’nin gerçekten yazıldığı tarih hakkında eğitimli bir değerlendirme yapabilmesi mümkün olur.
Ben bu edebiyat ile çok yakından ilgilenmiş biri değilim. Bu yüzden, bu bölümdeki deliller ile ilgili olarak Frere J. Jomier O.P’den “L’Evangile Selon Barnabe” adlı yazısından bilgi edinmek için izin istedim ve aldım. Yazıdaki bazı kısımları kısaltma özgürlüğü elde ettim; ve yalnızca referansı vermek yerine Barnaba Müjdesi’nden tam alıntılar vererek bazı kısımları da uzattım. Bunun dışında, yazı Jomier’in ve onunla iş birliği yapanların çok özenli çalışmalarını temsil eder. Jomier ile iş birliği yapan kişilerden burada söz ediyorum, çünkü sayfa 219’da bulunan bir not edebiyatı yakından tanıyan Katolik Hıristiyanlar için bile gerekli olan yoğun çalışmayı açıklar. Okuyalım,
Önümüzdeki çalışma, kendilerine yürekten teşekkür ettiğimiz R.R.P.P. Robillard ve Kenzeler tarafından yapıldı. Bu kişiler, geniş bir araştırma yapmış olduklarını iddia etmeksizin pek çok günler geçirdiler.
Barnaba Müjdesi’nin yazarı hangi zamanda ve hangi yerde yaşadı?
Şimdi gözden geçireceğimiz soru, bir öncekinden oldukça farklı bir sorudur. Bu ana kadar Sahte Barnaba Müjdesi’nin belirli ifadelerini Hıristiyan döneminin ilk yüz yılı sırasında Filistin hakkında tarihin bize ne öğrettiğini karşılaştırdık. Bu inceleme sırasında Sahte Barnaba Müjdesi’nin İsa’nın zamanındaki Filistin çevresinde düzenlenmemiş olduğu sonucuna kesinlikle varabildik. Bu sonuç tamamıyla olumsuzdur, ama çalışmanın güvenilir olduğuna dair mutlak bir biçime sahip olduğundan söz edebilmek için kesinlikle yeterlidir.
Şimdi gerekli olan, bu çalışma hakkında daha fazla neler söylenebileceğini görmektir. Metni incelediğimiz sırada en olası hipotez, Barnaba Müjdesi’nin bir İtalyan tarafından 2 14.ve 16 yüz yıllar arasında yazıldığının net bir şekilde ortaya çıkması olacaktır. Yalnızca yeni belgelerin keşfedilmeleri aracılığı ile düzenlemenin tarihi ve yeri hakkında daha kesin bir duyuru yapılması için izin çıkacaktır. Ama yine de tekrar edelim, güvenilirlik ile ilgili herhangi bir sorgulama tamamen ve itiraz kabul etmez bir şekilde mümkün değildir.
Orta Çağın ya da Rönesans’ın sonu sırasında Batılı bir çevreyi ele veren unsurlar
1) Göz yaşları
Barnaba Müjdesi’nin belirli ayrıntıları tamamen orta çağa ait değildirler; ama yine de bu dönem sırasında var olmadıkları söylenemez. Ağlamak, bir acının ya da duygunun belirtisidir. Ağlamak, temel bir insan reaksiyonudur. Her şeye rağmen, Hıristiyan manastır çevrelerinden gelen tam bir ruhsallık akımının göz yaşları üzerinde ısrar ettiklerini biliyoruz. Batıda, bu gelenek orta çağda hala canlıydı. Ve kutsalların yaşamlarında gözyaşı armağanının önemi görülür. Sahte Barnaba Müjdesi’nin 103. bölümünde ifade edildiği gibi, “denizlerde var olan sular kadar çok gözyaşı dökmek ve yine de daha fazla ağlamayı arzu etmek”, bize biraz abartılmış bir ifade gibi görünebilir. Ama büyük olasılıkla bu tür bir ifade orta çağlarda ve on altıncı yüz yıla girildiğinde yaşayan bir vaizin dudaklarında abartılmış bir ifade değildi. Bu dönemlerde belirli kutsallar Tanrı’nın kendilerinden istediği bu tür iyilikleri her gün yazdılar.
Muhterem Vaiz P. Robillard’ın bu konu hakkında bizim için yazdıklarının özü şudur.
Gözyaşlarının Hıristiyan Batı’daki önemi büyüktür (I. Hausherr, Penthos, La doctrine de la componction dans I’orient Chretien, [Roma, 1944]). Ağlamak, buyrukların uygulamasından sonuçlanan bir keşiş görevidir. Bu gelenek, yaklaşık 435 yılında ölen Cassien aracılığı ile batıya geçti, (Conference 9, de la priere, bölüm 29 [P.L., Migne, t.49, 804-805] ve Büyük Aziz Gregory aracılığı ile (Dialogues, L3, bölüm 34), M.S. yaklaşık 600 yılında. Vicdan azabı (pişmanlık ya da nedamet) Büyük Aziz Gregory’e göre, insanın aklına günah hatırlandığı zaman, cehennem korkusu duyulduğunda, bu yaşamın sefaleti düşünüldüğü zaman ve cennet arzu edildiği zaman gelir.
Aziz Bernard (yaklaşık 1153 yılında öldü) bu tür ruhsallığın tarihinde yeni bir adım belirler. Aziz Bernard gözyaşlarına gizemli bir önem verir (cf. Epiphania domini’de, Vaaz 3, P.L., 183, col.152) … Ve böylelikle çok geçmeden gizemli yolcu rehberini gözyaşlarının bir işlevi ve az çok soyluluğunu tanımlayan eserler ortaya çıkar. Böylece gözyaşlarının tartışması Sienne’li Aziz Catherine’nin (1380 yılında öldü) Dialogue’ una dahil edilir. Son olarak Loyola’lı Aziz Ignace ruhsal günlüğünde döktüğü gözyaşlarını yazar (özellikle bakmanız gereken: Aziz Ignace, Journal Spirituel , 13 Mart 1544 yılından 27 Şubat 1545 yılına kadar olan ikinci kitap, M. Gieliani tarafından tercüme edildi ve yorumlandı, [Paris, Desclee-de Brouwer, 1959]).
Sahte Barnaba Müjdesi, günah nedeni ile dökülen gözyaşlarından söz eder (cf. Bölümler 12,47, 50, 70, 103, 117, 195, v.b.), bu yaşamın sefilliği nedeni ile dökülen gözyaşları (Bölüm 27), tanrısal ceza nedeni ile dökülen gözyaşları (bölümler 41, 203-204), cehennem yüzünden dökülen gözyaşları (Bölümler 55, 57-58), cennet arzu edildiği için dökülen gözyaşları (Bölüm 112), v.b. Bir dost ya da bir kardeş için ağlamaktan söz eder (Bölümler 188, 193), Meryem’in, oğlu için döktüğü gözyaşları (Bölümler 209, 219). Aynı zamanda adanmışlık nedeni ile ağlamak da yer alır, ama bu durum nispeten ender görülür.
2) Felsefik İfadeler
Sahte Barnaba Müjdesi Bölüm 83’de İsa’yı dua eder iken sunar,
Yalnızca senin Tanrı olduğunu itiraf ederim … insanlar arasında benzerin yoktur, çünkü sınırsız iyiliğin içinde sen ne talebe ne de herhangi bir tesadüfe bağımlı değilsin.
Bölüm 133’de İsa’ya şu sözler söyletilir,
Bir ailenin babasından, size gerçeği söylüyorum, o Tanrımız Rab’dir; her şeyin Babası’dır, çünkü her şeyi o yaratmıştır. Ama o doğa tarzına göre bir Baba değildir, çünkü o hareket edemez, hareket etmeyen soy imkansızdır.
Ve tekrar bölüm 106’da şunu okuruz,
Sonra İsa şöyle dedi: ‘Canımın huzurunda durduğu Tanrı’nın yaşadığı gibi, pek çok kişi yaşamlarımız ile ilgili aldatılmaktadır. Çünkü can ve duyu öylesine yakın şekilde birleşmişlerdir ki, ne kadar çok sayıda insan can ve duyunun bir olduğunu ve aynı şey olduğunu onaylar ise, onu öz aracılığı ile değil, işlem aracılığı ile böler ve duyarlı, bitki gibi yaşayan ve zihinsel can olarak adlandırır.’
Son olarak, Bölüm 174’de Cennet’te kokma (çürüme) olup olmadığı hakkında bir tartışma yer alır.
İtalyanca el yazması belgesinde yer alan bu felsefik ifadeler metnin tarihini tam bir kesinlik ile belirlememize izin vermezler. Bu felsefik ifadelerin varlıkları yalnızca şunu gösterir: düzenleme, eğitimli imanlıların daha önceden imanlarının içeriğine zaten yansıtmış oldukları ve onu felsefe ile ilgili yerleştirmiş oldukları bir zamanda gerçekleşti. Hıristiyanlar arasında bu tür ilk girişimler üçüncü yüz yılda İskenderiye’de başladı. Müslümanlar arasında benzer bir çabayı Arap filozoflarının girişimlerinde görüyoruz.
Bu tür düşünce önceleri belirli bir çevre içinde sınırlıydı. Buna karşıt olarak Sahte Barnaba Müjdesi’nin kendisini, önceden zaten oldukça tam bir felsefik anlayışa sahip olan bir topluluğa sunar gibi göründüğüne dikkat ediyoruz. Yazarın kullandığı kelime hazinesi, orta çağın yüksek felsefe ya da din öğretmenlerinin 13. ya da 14. yüz yıla kadar batıdaki eğitimli kişiler arasında tanıtmış olduğu kelime hazinesinin aynıdır.
Bu tür düşünceler yazarın okuyucuları arasında zaten iyi anlaşılıyor olmasalar idi, sondan, hareketten, tesadüften, canın öze ya da harekete göre bölünmesinden ve canın üç bölümlü görünümünden (yukarıdaki alıntılarda söz edildiğini gördüğümüz) bahsetmenin bir anlamı olmayacaktı. Bu tür bir konuşma tarzı, orta çağın sonlarında ya da Rönesans döneminin başlarında yaşayan eğitimli bir vaiz için uygunsuz olmazdı. Ama ilk yüz yıl Filistininin halkına konuşan İsa’nın ağzında uygunsuz olacağı kesindi. Yirminci yüz yılda biz de bu şekilde konuşmadığımız için bu tür bir konuşma tarzı bizim için de uygunsuz olurdu.
3) Bir Orta Çağ sosyal yapısına işaret eden bölümler
İsa’nın yasa bilimcilere, yazıcılara ve kahinlere saldırıda bulunduğu bir bölümde bir orta çağ görünümünün mevcut bulunduğu açıktır. Bölüm 69’da bulunan bu görünüm, ileri gelen sınıfların lüks içinde yaşadıkları ve din önderlerinin yalnızca onları taklit etmek ile ilgilendikleri seçkin bir toplumu önceden varsayar. Aynı zamanda silahşörlerin genellikle savaştıkları ve sorgulanan din önderlerinin evli olmadıkları bir toplumu da varsayar.
Ve İsa sözlerine şöyle devam etti: “Ey yasa bilimcileri, Ey yazıcılar, Ey Ferisiler, Ey kahinler, söyleyin bana. Silahşörler gibi siz de atlarınızın olmasını arzu ediyorsunuz. Ama savaşa gitmek istemiyorsunuz. Kadınlar gibi zarif giysilere sahip olmak istiyorsunuz, ama yün eğirmek ve çocuk besleyip büyütmek istemiyorsunuz. Tarlaların ürünlerini arzu ediyorsunuz ve toprağı sürüp ekmek istemiyorsunuz. Denizdeki balıkları arzu ediyorsunuz, ama balık tutmaya gitmek istemiyorsunuz. Vatandaşlar olarak onura sahip olmak istiyorsunuz, ama yönetmenin getirdiği zahmetler ile uğraşmak istemiyorsunuz; ve kahinler olarak ondalıkları ve ilk ürünleri almak istiyorsunuz, ama Tanrı’ya gerçekte hizmet etmeyi arzu etmiyorsunuz.”
Bu tür azarlama kabilinden uzun sert sözler İsa’nın zamanındaki Filistin’de yersiz tutumlardı. Köy önderleri olmalarına rağmen yazıcılar ve Ferisiler basit bir yaşam sürdüler, yaya olarak seyahat ettiler ya da eşeklere ve sıpalara bindiler ve her biri kendi aile bireylerinin ihtiyaçları ile ilgilendi. Bu tür bir azarlanmaya maruz kalmaları hiç de uygun değildi; tamamen yersizdi.
Ve şu savaş konusu! Kime karşı savaş? İsa’nın bu şekilde konuştuğuna inanmamız mı gerekmektedir? Yalnızca Romalıların bir orduya sahip oldukları bir anda ve ara sıra seyrek olarak baş kaldıran bu kişilerin süvari grubu ile karşılaşmak için tepeler bile bulamadıkları bir yerde bu tür bir paylamanın kesinlikle yersiz olduğunu tekrar belirtelim.
Öte yandan, Rönesans cumhuriyetlerinin İtalya’sında bu tür bir sahneyi zihnimizde kolayca canlandırabiliriz. On dördüncü yüz yıldan itibaren bu tür azarlamalar dünyasal ruhban sınıfına ve kötü pastörlere mükemmel bir şekilde uygulanabilirdi. Dinlememiz gereken azarlamalar yalnızca Sienne’li Catherine’nin (1380 yılında öldü) bu tür ruhban sınıfını tövbeye ve inanç değişikliğine yönlendirmek amacı ile öğüt veren hitaplarıdır. Sienne’li Catherine, onları azarladıktan ve hırslarını rezil ettikten ve kilisede onur ve yüksek görevler elde etme arzularını payladıktan sonra sözlerine şöyle devam eder:
Kilisenin tüm geliri masraflı giysiler satın almak için kullanılır; amaç, zevkli ve modern giyinmektir; kilise bilginleri ve yeminlerine sadık kalan dini kişiler gibi değil, saray Efendileri ve Hanımefendileri gibi giyinmektir. Gösterişli saç biçimlerinden, evlerine yerleştirdikleri sayısız altın ve gümüş vazolardan zevk alırlar …. Yalnızca şölenlerin hayalini kurarlar ve Tanrıları mideleridir. (Dialogue, II, 55.)
Tüm bunlar İtalyan el yazması belgelerinde bulunan azarlamalar ile aşağı yukarı aynıdırlar – onura duyulan susuzluk, kilise gelirinin lüks ve gösteriş için kullanımı. Elbette yine de tek bir farklılık mevcuttur. “Çocuk beslemeyi ve büyütmeyi istememek” konusundan yalnızca Barnaba söz eder. Belki Barnaba, Katolik Hıristiyan Sienne’li Catherine’nin açık bir şekilde sorgulamadığı bekarlığa saldırmayı arzu eder. Özetleyecek olur isek, her iki metin de aynı konuda uyum sağlarlar. Bu durum, on dördüncü yüz yılda ve daha sonra Rönesans döneminde İtalya’da ve batı Avrupa’da görülen bir durumdur.
Orta çağ İtalyası’nın politik ve sosyal durumunu yansıtan diğer bölümler aşağıda belirtilen şekilde yer alırlar:
Bölüm 131’de Elçi Yuhanna kendisinden, “kötü giyimli, kralın baronları arasında oturan yoksul bir balıkçı” olarak söz eder.
Bölüm 133’de taşlık toprağa ekilen tohum benzetmesinde yaptığı açıklamada şunları kuruz,
Saray mensuplarının kulaklarına geldiği zaman tohum kayalıklara düşer, çünkü büyük kaygı nedeni ile bu kişiler bir prensin bedenine hizmet etmek zorundadırlar, Tanrı Sözü onların içine nüfuz etmez.
Son olarak Bölüm 194’de, İsa Lazarus’u ölümden dirilttikten sonra Yahudi önderler Lazarus’u öldürmek istedikleri zaman şunu okuruz,
Ama Lazarus güçlü olduğu için, Yeruşalim’de pek çok izleyicisi bulunduğundan ve kız kardeşi ile Magdala ve Beytanya’ya sahip olması nedeni ile, ne yapmaları gerektiğini bilemediler.
Bu ifadeler aracılı ile Lazarus Magdala ve Beytanya’nın kudretli bir derebeyi şeklinde resmedilir. Herod ise baronlarının arasında oturmaktadır. Ve saray mensuplarının ilgi duydukları tek konu, bir prensin bedenine hizmet etmektir. Bu tür bir öğretiş orta çağ İtalyası ya da İspanyası için güzel ve harika bir öğretiştir. Ama İsa, bu tür ifadeleri birinci yüz yıl Filistini’nde hiç bir zaman kullanmadı.
4) İkiyüzlülüğün Tanımı
Bölüm 45’de İtalyan el yazması belge İsa’nın ağzına aşağıdaki şu sözleri yerleştirir,
Huzurunda durduğu Tanrı yaşadıkça, ikiyüzlü kişi bir soyguncudur ve kutsal olana saygısızlık eder. Yasanın kullanımını iyi gibi gösterir ve Tanrı’nın onurunu çalar; oysa övgü ve onur sonsuza kadar yalnızca Tanrı’ya aittir.
İkiyüzlülük ve özellikle din bilginlerinin ikiyüzlülüğü Tanrı’nın onurunu çalmak ve kutsal olana saygısızlık olarak addedilir. Konum burada yeterince açıktır.
Şimdi ruhsallığın tarihide düşüncelerin evrimini izleyebiliriz. (Ve bu şekilde bir belgenin yazıldığı tarih konusunda bir fikir edinebiliriz). İkiyüzlülük ve hırsızlık uzun bir süre birbirleri ile ilişkili durumda bulunmuşlardır. 590 yılından 604 yılına kadar papalık yapan Aziz Büyük Gregory ikiyüzlü kişiyi bir tecavüzcü ya da gaspçı ile karşılaştırmıştır.
Bir günah işlediği zaman bir kutsal olarak onurlandırılmayı arzu eder; kendisine ait olmayan bir yaşama ait övgüleri çalar. 3
Aziz Gregory’e göre ikiyüzlü kişi bir hırsızdır; hak edilmemiş övgüler içeren değerleri çalar. Aziz Gregory’nin etkisi, tüm orta çağ boyunca sürdü, ama bu süre içinde Tanrı’nın onurundan hiç söz edilmedi.
On dördüncü yüz yılda her şeye rağmen Tanrı’nın onuru düşüncesi ruhsallık konusunda yazılmış belirli kitaplarda önemli bir yere sahip olmaya başladı. Sienne’l Aziz Catherine (1380 yılında öldü), bu konu üzerinde şiddetli bire şekilde ısrar etti. Ve kötü ve iyi ayrımına sahip olmayan canın, “onuru kendisine atfetmek ve yüceliği kabul etmek için Tanrı’ya ait olan onuru, bir hırsız gibi Tanrı’dan çalma” tehlikesinin söz konusu olduğunu öğretti. 4 Burada, “Tanrı’nın onurunu çalma” düşüncesi tam bir netlik ile ortaya çıkar.
Daha sonra on beşinci yüz yılda Denys le Chartreux (1471 yılında öldü) ikiyüzlülüğü, kutsal olana saygısızlık ile birleştirdi. Öz olarak ifade ettiği şudur: alçakgönüllü gibi hareket eden din bilginleri kilise örgütüne ait dini onurlar elde etme konusunda daha iyi bir imkana sahip olmak için kutsal olana saygısızlık eden kişilerdir, “les sacrileges” – kutsal olana saygısızlık edenler. 5
Sahte Barnaba Müjdesi tarafından verilen tanım, tüm bu düşünceleri içerir. Bu olgu, bizi tekrar batıdaki aynı tarihe yöneltir. Ancak bu kez şimdiki araştırmamız konusunda kendisine çok şey borçlu olduğumuz Muhterem Vaiz P. Robillard, tarih olarak on beşinci yüz yılın sonunu ya da on altıncı yüz yılın başlangıcını ileri sürer.
Bu araştırmayı süresiz olarak uzatmamak için araştırmaya diğer iki örnek ile son vereceğiz.
5) Nihai Yargının Ön belirtileri.
Bölüm 53’de İsa dünyanın sonu ile ilgili konuşması ile sunulur. Felaketlerin – hastalık, kıtlık ve savaş - klasik üçlü eserinden söz ettikten sonra yargı gününden önce son on beş gün sırasında meydana gelecek olan evrensel afetleri tanımlar. Soon on beş gün sırasında bu afetlerin gönderilmesi ile ilgili konu batı Avrupa’daki sayısız orta çağ yazarının eserlerinde yer alır. Konu, on birinci ve on ikinci yüz yıllar sırasında iki şekilde ortaya çıkar; daha sonra yazarlar bu konu ile ilgili yeniden üretmeye devam ettiler ve böylelikle bu düşünce yaygın bir şekilde tanınan bir düşünce haline geldi. 6
Profesör Volz 7 tarafından yapılan, Yahudiler tarafından kullanılan ifşa olunmanın (vahiy) konuları ve imajları ile ilgili oldukça ayrıntılı bir keşif, bu tür inançları yine de ortaya koymadı. Bu yüzden, bu açıklama, kesin olarak kaynağı hemen hemen hiç bir şekilde bilinmeyen bu orta çağ efsanelerinden birini temsil eder. Sahte Barnaba Müjdesi tarafından tekrar edilen, orta çağ yazarları arasında her yerde bulunan bu konu, bizi, düzenleme ile ilgili aynı tarihe geri getirir – orta çağların sonu ya da daha sonrası.
6) Cehennemin Tanımında yer alan ana günahlar
Cehennemin tanımı, aynı zamanda bize metnin tarihi hakkında bazı çok değerli imalarda da bulunacaktır. Cehennemin çeşitli bölgelere ayrılmış olduğu fikrinin yeni bir fikir olmadığı kesindir. Yazarlar uzun bir süre, lanetlenmiş olan kişilerin cezalarını çekecekleri yeri belirlemişlerdir. Her günahkar grubunun, günahına uygun olan bir şekilde çekeceği işkence için iyi tanımlanmış yerler ayrılmıştır. Her şeye rağmen bir ayrıntı oldukça açıklayıcıdır. Sahte Barnaba Müjdesi’nin 135. bölümüne göre lanetlenme yeri her biri diğerinin altında bulunan yedi merkez şeklinde düzenlenmiştir. Yedi merkezin her birinde ceza, yedi günahtan birine verilecek karşılıktır; Orta Çağa ait Hıristiyan ruhsallığı bunları “yedi ana günah” olarak adlandırır; yedi “ilkesel” günah anlamına gelirler. Ancak, bu günahları cehennem ile bir araya getiren Sahte Barnaba Müjdesi onları ölümcül günahlar haline dönüştürmüştür. Yazar, bu ana günahları şu düzen içinde sıralar – en kötülerini sıralayarak başlar: gurur, kıskançlık, hırs, tamah, şehvet, tembellik, oburluk ve öfke.
Bu ana günahlar öğretişi, Hıristiyan manastır merkezlerinde ortaya çıktı. Amacı ise, keşişleri, canları için en tehlikeli olan hatalara karşı korumaya almaktı ve özellikle suçlu olanları diğer günahlara dolaylı bir şekilde yönlendirebilecek olan günahlardan – her biri sonuncusundan daha kötü – muhafaza etmekti. Bu düşünce, Cassien (432 yılında öldü) gibi doğulu Hıristiyanlar tarafından yazılan eserlerde karşımıza çıkar, ama o dönemde Cassien sekiz ana günahtan söz etti. Daha sonra, hem doğuda hem batıda bu ana günah sayısı yediye indirildi.
Aziz Büyük Gregory, batıda, gurur ile başlayan yedi ana günahtan söz eden ilk kişi idi. Ana günah sayısı batıda standart hale geldi, ama sıralama düzeni, gurur dışında yazarın görüşüne göre değişiklik gösterdi. Gurur günahını herkes listenin en başına yerleştirdi. On üçüncü yüz yıl başlangıcında kıskançlık günahı, aynı İtalyanca el yazması belgesinde olduğu gibi ikinci sıradaki yerini standart hale getirdi. Orta çağın doruğunda bu yedi günah, ruhsal yaşamı tehdit edebilecek en büyük tehlikeler olarak kabul edildi, ama bu günahlardan cehennemdeki bir yer ile ilişkili olarak konuşulmadı. Bu ana günahlardan her birinin cehennemde özel bir yere sahip oldukları fikri ya da başka bir deyişle, bu günahların ölümcül günahlar oldukları düşüncesi, daha sonraki bir düşünce idi. M. Bloomfield, konuyu uzun uzadıya araştırdıktan sonra, onları sınıflara ayıran bir sonuca vardı: “Yedi ana günahın cehennem görünümleri ile bir araya getirilmeleri daha ileriki tarihlerde gerçekleşen Avrupa’ya özgü bir fenomen idi.” 8 Dante’nin (1265-1321) İlahi komedya’sı bu konudaki en önde gelen ve en iyi bilinen örnektir. On dördüncü yüz yıldan önce ve on altıncı yüz yıla kadar bu yedi günah her zaman ana günahlar olarak kaldılar ve ölümcül günahlar olarak hiç bir zaman görülmediler.
Barnaba Müjdesi, bu nedenle, cehennemi ve Hıristiyan ruhsallığını on dördüncü yüz yıldan önce düşünülmesi imkansız olan bir biçimde tanımlar. Bunu, Figür 4’de görülen haritada çok açık bir şekilde görebiliriz.
Özet
Ruhsal konu ve imajların tarihi araştırması bizleri her zaman aynı sonuca yönlendirmiştir. İlk yüz yılın Hıristiyanları arasında ya da beşinci yüz yılın ya da onuncu yüz yılın ya da hatta on ikinci ya da on üçüncü yüz yılın Hıristiyanları arasında bulunmayan düşünceler, Barnaba Müjdesi’nde yer alırlar. Bu yüzden, bu sahte müjdenin yazarının batılı orta çağların sonundan önce yazmış olması imkansızdır. Bu sahte müjde yalnızca on üçüncü yüz yıldan sonra yazılmış olabilirdi ve büyük olasılıkla on beşinci yüz yıldan sonra yazıldı.
İNANÇ | ||
1 | On gök – ayanı zamanda M.S. 609 ve 622 yılları arasında yazılan Kur’an ile çelişkilidir. | |
2 | İlk kez M.S.1300 yılında Her yüz yılda bir Jübile. | |
3 | Gözyaşları ve ağlayış. | |
4 | Felsefik ifadeler. | |
5 | Orta Çağa ait sosyal yapı. | |
6 | İkiyüzlülük – hırsızlık olarak. | |
7 | İkiyüzlülük – Tanrı’nın Tanrı’nın onurunu çalmak. | |
8 | İkiyüzlülük – kutsal olana saygısızlık olarak. | |
9 | Nihai yargıdan önce on beş belirti günü. | |
10 | Ana günahlar. | |
11 | Ana günahlar ölümcül hale gelirler. | |
Figür 4 Çeşitli Öğretişlerin başlangıcını gösteren zaman çizelgesi. |
Yüzyılların Tarihi
Bu çizelgeden, Barnaba Müjdesi’nin birinci yüzyılda Mesih’in zamanında bilinmeyen pek çok öğretiş içerdiği ve bazılarının M.S.1300 yılından sonraya kadar bilinmedikleri aşikardır. Bu yüzden yazılış tarihinin M.S.1300 ve 1634 yılları arasında olması gerekir – Barnaba Müjdesi’nin varlığından ilk kez söz edilen tarih.
1. MIDEO (Melanges; Institute Dominicain d’Etudes Orientales du Caire) Cilt 6 (2959-61) sayfa 209-225.
2. Jomier yazısını 1959 yılında yazdığı için bulunan belgeler bir İtalyan orijininden çok bir İspanyol orijinine işaret etmektedirler.
3. Moralia, 18, bölüm 7; Patrologie Latine, Migne, t.76, col.44.
4. Dialogue, I, 35
5. Denys le Chartreux, Erarratio, Bölüm VI Matth., Opera Omnia, T.9, sayfa 76-77.
6. Orta çağ Hıristiyan edebiyatındaki bu konunun tarihi hakkında daha fazla belge için bakınız Jomier, “L’evangile Selon Barnabe,” sayfa 219
7. Die Eschatologie der jüdische Gemeinde im neutestamentlichen Zeitalter, (Tubigen: Mohr, 1934).
8. Bloomfield, The Seven Deadly Sins, (Michigan: State College Press, 1952).