Putperestlik

Daniel 3

İkinci bölümde yönetimin imparatorluğa özgü biçimdeki gücünün Tanrı tarafından öteki ulusların sorumluluğuna verildiğini gördük. Ayrıca, öteki ulusların dönemi sırasında bu gücü uygulayacak olan dört büyük imparatorluk ile ilgili peygamberliğe özgü bir tasarı bulunduğunu anladık.

3. bölümden 6. bölüme kadar olan kısımda bu sonradan gelen öteki uluslara ait imparatorlukların karakterlerini ve davranışlarını ortaya koymak için amaçlandığı kesin olan bir tarihi olaylar dizisinin kaydedildiğini okuruz. Ellerine teslim edilmiş olan yönetim sorumluluğunu Tanrı’ya bağımlı olarak uygulama konusunda başarısız olduklarını ve bundan dolayı sorumluluklarını yerine getiremediklerini ve bu durumun başlangıçtan beri böyle olduğunu öğreneceğiz.

Bu olaylar net bir şekilde şunu ortaya koyarlar: Yönetimdeki bu başarısızlığın başta gelen nedeni putperestliktir ya da Tanrı’ya, O’na ait olan haklarını vermemektir (3); insanın yüceltilmesidir (4); Tanrı’ya karşı saygısızlıktır (5); ve son olarak inançtan dönmektir (6). Böylelikle içinde yaşamakta olduğumuz zamanların kötülüğün en üst düzeye çıkması ile, insanın Tanrı önünde kendisini yüceltmesi ve yeryüzünde Tanrı’nın yerine geçmeyi istemesi ile son bulacağına ilişkin uyarı alırız.

(a) Altından heykel.

Ayet 1 — Tanrı’nın, dünyanın yönetimini eline verdiği kral olan Nebukadnessar, Dura ovasına boyu altmış (yaklaşık 27 m) ve eni altı arşın (yaklaşık 2.7 m) olan altın bir heykel yaptı. Kralın aklına böyle putperest bir heykelin gelmesinin nedeni büyük olasılıkla görmüş olduğu düşteki heykel idi. Eğer bu doğru ise o zaman şunu anlarız: Tanrı’nın verdiği Tanrı’ya eşit tutulmaz, alçaltılması gerekir.

Burada insanın dünyayı yönetme konusundaki sorumluluğunu başarısız kılan nedeni keşfederiz. İnsana verilmiş olan kudretli güç, bir anda putperestliğin en büyük patlamasının sergilenmesi ile suistimal edilir. İnsan kendisine ihsan edilmiş olan gücü, bu gücü vermiş olan Tanrı’nın haklarına el koymak için kullanır. O zaman bu konu, öteki ulusların dönemlerine ve sonraki tüm başarısızlığın köküne ait ilk özellik olarak ortaya çıkar.

Nebukadnessar, gücünü Tanrı’ya bağımlı kalarak kullanmak yerine Tanrı’ya ait olan haklara el koyar ve imparatorluğunu kendisine ait düzenler kurarak sağlamlaştırmak ister. Kendisine üzerinde yaşanabilir olan tüm dünya için egemenlik verilmiştir; imparatorluğu farklı diller konuşan, ve farklı hedeflere ve ilgilere sahip pek çok değişik ulusu bir arada barındırıyordu. Kral, bu ayrı cinslerdeki toplumlardan oluşan imparatorlukta birliği sağlama sorunu ile karşı karşıya bulunmaktaydı.

Tarih ve deneyim, inanç farklılığının, ulusları ve aileleri çok keskin bir biçimde birbirinden ayıran ve yıkan en büyük neden olduğunu gösterirler. Öte yandan, ulusları birbirlerine güçlü bir şekilde perçinleyecek olan en büyük unsur - doğru ya da yanlış olsun – inanç birliğidir. İnanç birliğine sahip bir ulus, siyasi birliğini bina edecek kadar ileri gidebilir. Öyle anlaşılıyor ki, bu gerçeklerin farkında olan Nebukadnessar, bir inanç birliği bina etmek aracılığı ile, siyasi birliği garantilemek için girişimde bulunmaktadır. Bu amaç ile tüm uluslar üzerindeki büyük gücünü zorlar ve bir devlet dini oluşturur ve bu dine uyum sağlamayı reddedenlere ölüm cezası uygulanacaktır.

Bir devletin inancının her şeyden önce doğal insana uygun olması gerekir. Bu hedefe ulaşmak için dini basitleştirmek gerekir. Akıl üzerinde fazla talepte bulunmayan, duyulara hitap eden ve vicdana dokunmadan onu özgür bırakan özelliklere sahip olmalıdır. İnsanın çok az zamanını almalı ve para ya da mallar ile ilgili özel bir fedakarlık talebinde bulunmamalıdır. Tüm bu koşullar Nebukadnessar tarafından tasarlanan devlet dini aracılığı ile hayranlık uyandıracak bir şekilde yerine getirilmiştir.

(b) Tanrı’nın ihlal edilen hakları (2-7 Ayetler)

Ayetler 2 ve 3 — Kral heykeli yaptıktan sonra krallığının siyasi önderlerini, kaymakamları, valileri, danışmanları, haznedarları, yargıçları, güvenlik görevlilerini ve illerin tüm diğer yüksek memurlarını bir araya toplar; heykeli adama töreninde herkesin bulunması gerekmektedir.

Ayetler 4 ve 7 — Sonra, bir haberci tarafından yüksek ses ile kralın buyruğu ilan edilir; her ulustan ve her dilden insana, her çeşit çalgı sesi duyduğu zaman, yere kapanıp altın heykele tapınması emredilmektedir. Her kim bu buyruğa uymaz ise, ani ve korkunç bir ölüm ile cezalandırılacaktır. Bu buyruğa itaat etmeyenler, “hemen yanan kızgın bir fırının içine atılacaklardır.”

İnsanın bakış açısına göre bu inanç çok basit bir dindir. İnsandan beklediği tek şey, bir heykele tapmak gibi basit bir eylemdir ve sonra mesele halledilmiş olacaktır. Böyle bir inanç insanın düşmüş doğasına mükemmel bir uygunluk taşır – göze hitap eden görkemli bir heykel, kulağı cezbeden güzel bir müzik sesi ve çok kısa süren anlık ve tek bir tapınma eylemi, para toplanmasını talep etmeyen ve vicdanı rahatsız edecek sorular sormayan bir inanç sistemi. Buyruk yerine getirilmediği takdirde verilecek olan korkunç cezanın doğal insan yapısını rahatsız etmesi mümkün değildi, çünkü yerine getirilmesi böylesine kolay olan bir buyruğa uymaya hemen hemen herkes zaten hazırdı. Bu yüzden, her çalgı sesi duyulduğunda tüm halklar ve uluslar ve her dilden insanlar yere kapanıp kral Nebukadnessar’ın diktiği altın heykele tapındılar.”

Konuya gerçek Tanrı’nın düşüncesi açısından bakıldığı zaman, kralın buyruğu büyük ve iğrenç bir putperestlik patlaması idi. İnsanoğlu şimdiye kadar hiç bir zaman böylesine heybetli bir put dikmemişti; daha önce yeryüzündeki hiç bir ulusa bir puta tapmadığı takdirde böyle korkunç bir ceza

verilmesi buyrulmamıştı. Bu put ve puta ilişkin buyruk, Tanrı’nın haklarının nihai bir şekilde inkar ve ihlal dilmesi idi. Ne yazık ki, işte insan böyledir; Tanrı dünyanın evrensel bir güç taşımasına izin verdiği zaman, insan bu gücü hemen Tanrı’yı inkar etmek için kullanır.

(c) İnsanın bilgisiz vicdanı (8-12 Ayetler).

Heykel ve heykelin adanması, Tanrı’nın haklarını yalnızca ihlal etmek ile kalmaz, ama aynı zamanda insanların vicdanlarını da ayaklar altında çiğner. Kral, bu davranışı ile, kendi yasal yetki merkezinin dışına çıkmış ve Tanrı’nın yetkisini istila etmiştir. Bu durum, bedeli ne olursa olsun, insan yerine Tanrı’ya itaat edecek olan ve Tanrı’dan korkan belirli insanları ön plana çıkartır.Krala, yetkisi alanında itaat etmeye hazır olan ve Tanrı’nın hakları gasp edildiği takdirde krala itaat etmeyi kesinlikle reddeden bazı Yahudiler vardır.

Bu tanrısayar kişilerin düşmanları, kralın önünde onları küçük düşürmek için fırsat bulmalarından dolayı keyiflidirler ve kral Nebukadnessar’a dalkavukluk ederek onun gururunu okşayacak şekilde yaklaşırlar ve ona verdiği buyruğu ve bu buyruğa itaat edilmediği takdirde uygulanacak olan cezayı hatırlatırlar. Sonra üç önderin krala ve kralın tanrılarına saygısızlıkta bulunduklarına ve heykele tapınmayı reddettiklerine dair krala bilgi verirler. Krala, bu adamları, bulundukları yüksek konuma kendisinin atadığını hatırlatırlar ve bu şekilde krala onları cezalandırması gerektiğini ima ederler. Ve şu gerçek konusunda ısrarlı davranırlar: Yüksek görevlere atanmış olan bu kişiler sıradan insanlar değildirler, ama merkez illerde yüksek görevlere sahiptirler ve bu nedenle itaat etmemeleri kralın değerliliğine leke sürecektir.

(d) Ödün verilmediği için zulüm görmek (13-23 Ayetler).

Ayetler 13-15 — Kildanilerin duydukları kıskançlık ve nefret onların kötülük yapmalarına neden olur. Kral, yüksek mevkilere atadıkları adamlar tarafından krallığının tehdit edildiğinin farkına varınca, hemen bu adamların huzuruna getirilmelerini emreder. Ama aldığı bilgilerin doğru olup olmadığını anlamak için bu adamlara itaat etmelerini sağlamak için bir fırsat daha tanır, böylelikle durumu düzeltebileceğini ummaktadır. Eğer onlara tanıdığı bu fırsatı da reddederler ise o zaman hemen kızgın fırına atılacaklardır. Sözlerini, “O zaman bakalım hangi ilah sizi elimden kurtaracak?” diyerek bitirir.

Kral, şimdi yaptığı kötülükte bir adım daha ileri gitmiştir. Heykeli yaptığı zaman, sadece Kendisine tapınılması doğru olan Tanrı’nın haklarını zaten ihlal etmişti; ama şimdi açıkça Tanrı’ya kafa tutma cüretinde bulunmuştur. Kral, bu sözleri ile sanki tüm güce kendisinin sahip olduğunu beyan etmektedir. Eğer insan böyle bir davranışta bulunur ise, yenilgisi uzak değildir, çünkü bu durumda rekabet, artık bu Yahudi tutsaklar ile yeryüzünün krallar kralı arasında değil, kral Nebukadnessar ve kralların Kralı Tanrı arasında mevcut olan bir rekabettir. Görülen şudur ki, kralın kendisine duyduğu güven sonsuzdur ve Tanrı’yı, kendi ilahlarına uygun olan düşünceler ile davranmış yani, Tanrı’yı yetersiz bir şekilde değerlendirmiştir, yoksa kullandığı ifadelerin daha alçakgönüllü olacağı kesindir.

Ayet 16 — Savaşın Rabbe ait olduğunun farkına varan üç Yahudi hiddetten köpüren kralın huzurunda tamamen sakindirler. Tanrı’ya duydukları güven şu şekilde konuşmalarını sağlar: “Bu konuda kendimizi savunma gereğini duymuyoruz.” Üç Yahudi için konu açıktır ve ödün vermeleri gerekmez.

Doğal insan şöyle diyebilir: “Kralın talep ettiği şey, yalnızca küçük bir şey ; gereken tek şey, bu heykelin önünde yere kapanmak; bu yapıldığı zaman tüm sorun bir anda çözülür ve sonra kişi özgür kalır. Bu, oldukça basit bir olay ve yalnızca krala itaat etmek ile ilgili bir mesele.” Ama iman bu konuyu bu şekilde değerlendirmez; iman, Tanrı’ya itaat eder ve konunun bir Tanrı’yı ya da kralı tercih etme meselesi olduğunu açıkça görür. Bu tür bir görüş, meseleyi çözer; ve bu nedenle üç Yahudi aralarında hiç bir konuşma yapmaya gerek görmeyerek krala yanıtlarını verirler. Yönetim ile ilgili sıradan konularda krala olan görevlerini yerine getirirlerken hiç kuşkusuz özenle hareket ederler. Ancak bu konu, Tanrı ile ilgili bir konudur ve bu yüzden kendilerini savunmaları hem gereksiz hem de yararsızdır (Luka 12:11).

Ayetler 17 ve 18 — Üç Yahudinin verdikleri yanıtta yer alan başlangıç sözleri – “Kendisine kulluk ettiğimiz Tanrı” – bize duydukları güvencenin nedenini açıklar. Tanrı’yı tanıyorlardı ve “bizim Tanrımız” diyebiliyorlardı. Tanrı’yı gerçekten tanımak, insanların önünde sahip olunan gücün sırrıdır. Ayrıca, insanların önündeki konumları ne kadar yüksek olursa olsun, onlar Tanrı’ya kulluk etmektedirler. Kral, şu sözleri ile Tanrı’ya kafa tutmuştur, “sizi benim elimden kurtaracak olan o Tanrı kim?” Bu sadık adamlar büyük bir sükunet içinde böyle bir meydan okumada bulundular ve duydukları imanın verdiği güven içinde şöyle konuştular, “Tanrımız bizi kızgın fırından kurtarabilir,” ve ayrıca, “Ey kral, Tanrımız bizi senin elinden de kurtaracaktır.

Her şeye rağmen eğer Tanrı yine de onların şehit edilmelerine izin verecek olur ise, Tanrı’ya itaatsizlik etmek yerine kızgın fırını da Tanrı’nın, onları kralın elinden kurtarmak için kullanacağı bir yol olarak kabul etmeye hazırlardı. Onlar için önemli olan tek şey kime itaat edecekleri idi; Tanrı’ya mı, insana mı? Bu konu halen Hıristiyan ve dünyanın önderleri arasında mevcudiyetini sürdüren bir meseledir. Tanrı’nın sözü, Tanrı halkının altında bulunduğu yönetim güçlerine itaat etmesini buyurur (Romalılar 13:1; titus 3:1; 1.Petrus 2:13-17). Yetkinin nasıl oluşturulduğu konusunda, ya da yetkiye boyun eğen kişinin karakteri hakkında soru sormak bize düşmez; bize düşen, itaat etmektir. Ama insanın isteği, Tanrı’nın sözü ile çatıştığı ve bu istek bizim vicdanlarımızı yönlendirmeye kalktığı zaman, insan yerine Tanrı’ya itaat etmemiz gerektiği kesindir. (Elçilerin İşleri 4:19).

Ayetler 19-23 — Bu adamların Tanrı’ya duydukları güven, harikulade bir şeydir, ama beklentimizin aksine tehdidi altında bulundukları cezadan kurtulmaları ile sonuçlanmaz. Tanrı’nın müdahale edeceğinin görünmediği bir zamanda imanları denenmeye konmuştur. Krala kötü planını uygulaması için izin verilir. Konu, vicdan ile ilgili olduğu zaman, krala kesin bir tavır ile karşı durmuşlardır; şimdi konu bedenleri ile ilgili olduğu zaman ise, hiçbir direniş göstermezler. Rabbin, öğrencilerine söylemiş olduğu şu sözlerin ruhuna göre hareket ederler, “Bedeni öldüren ama ondan sonra başka bir şey yapamayanlardan korkmayın.” (Luka 12:4).

Üç Yahudi tutsağın isteğine karşı gelmeleri, kralı çok öfkelendirir. Adamlarına, fırının her zamankinden yedi kat daha çok ısıtılmasını buyurur. Sonra, ordusunun en güçlü askerlerine üç Yahudiyi bağlayıp kızgın fırına atmalarını buyurur. Kralın öfkesi yenilgisine yenilgi katması ile sonuçlanır. Kralın öğrenmesi gereken şudur: bu kızgın fırın güçlü insanları bile yakar ve yok eder, ama Tanrı’nın hizmetkarlarını yaralayamaz. Eğer Tanrı, halkına yardım etmek için müdahalede bulunur ise, fırın her zamankinden yedi kat daha çok ısıtılsa bile, Tanrı’nın halkına zarar veremez.

(e) Sadık kalanların kurtarılması (24-30. Ayetler).

Kızgın fırının üç tutsak üzerinde yaptığı tek etki, onları Tanrı’nın Oğlu ile bir araya getirmek ve tutsaklık bağlarından özgür kılmaktır. Bu durum, her zaman Tanrı’ya iman eden kişilerin başına gelen farklı şekil ve derecelerdeki zulmün yol açtığı bir sonuçtur. Yuhanna dokuzuncu bölümdeki doğuştan kör adam yaşadığı dönemdeki Yahudi önderler tarafından zulme uğradı ve bunun sonucunda kendisine yardım eden Tanrı’nın Oğlu sayesinde kendisini Yahudilerin esaretinden özgür kılınmış buldu.

Kralın verdiği tepki ani oldu; şaşkınlık içinde birden ayağa kalktı ve “ateşin içinde yürüyen üç kişi gördüğünü ve dördüncü kişinin görünümünün Tanrı’nın Oğlu’na benzediğini” söyledi. Ateşin ortasında hiç bir zarara uğramadan yürüyen üç tutsağın gerçek sırrı bu idi – zulmün ortasında,Tanrı’nın Oğlu onlar ile birlikte idi. O, yanlarında olduğu zaman kutsallar her şeyi yapabilirler. O’nunla birlikte iken suyun üzerinde yürüyebilirler (Matta 14), ve aynı şekilde O yanlarında iken ateşin ortasında yürüyebilirler, böylece peygambere verilmiş olan vaat yerine gelir, “Suların içinden geçerken seninle olacağım …. Ateşin içinde yürürken yanmayacaksın, alevler seni yakmayacak.” (Yeşaya 43:2).

Ayetler 26 ve 27 — Gururu kırılarak alçalan kral şimdi, bu üç tutsağın En Yüce Olan’ın hizmetkarları olduğunu kabul eder ve onlara dışarı çıkıp yanına gelmeleri için seslenir. Yaşayan, diri Tanrı’ya kafa tutma cüretini gösteren büyük kralın yaşadığı huzursuzluğa tanıklık etmek zorunda kalan pek çok kişi vardır: satraplar, kaymakamlar, valiler, kralın danışmanları üç tutsağın çevresinde toplanırlar ve kralın ülkede bir inanç birliği bina etme planının suya düştüğünü görürler.

Ayetler28-30 — Gerçekleşen büyük mucizeyi gören kral, Tanrı’nın “Kendisine güvenen” bu kişileri kurtarmak için olaya nasıl müdahale ettiğini fark etmek zorunda kalır. Ayrıca, onların bu yaptıklarının “kralın sözünü değiştirdiğini” anlar. Kendi Tanrılarının dışında herhangi bir Tanrı’ya hizmet etmek ya da tapınmak yerine kendi Tanrılarına “bedenlerini teslim edecek” kadar güven duyduklarına şahit olur.

Bunun üzerine kral, şöyle bir buyruk verir: “Hangi halktan, ulustan ya da dilden olur ise olsun, Şadrak, Meşak ve Abed-Nego’nun Tanrısı’ndan saygısızca söz eden herkes paramparça edilecek, evleri çöplüğe çevrilecek. Çünkü böyle kurtarabilen başka bir tanrı yoktur.” Anlaşılan o ki, tüm uluslar kendi tanrılarına hizmet edebilirlerdi, ama bu sadık adamların Tanrısından saygısızca söz etmeleri yasaklanmıştı. Kralın bir inanç birliği kurma amacı suya düşmekle kalmadı, ama aynı zamanda bu tutsaklara düşman olan kişilerin kıskançlıkları nedeni ile kurdukları düzen tamamen bozulmuş oldu, çünkü bu olaydan sonra bu tutsakların her biri, Babil illerinde daha yüksek görevlere atandılar.

Öteki ulusların döneminin böyle tarihi bir başlangıcı oldu. Bu başlangıçta, bu dönemin sonunda karar verilecek olan olayların gölgelerinin bulunduğunu fark ederiz. Tarih kendini tekrar edecek ve putperest bir inanç birliği kurmak için sarf edilen bu çaba sonunda daha da korkunç bir şekle dönüşecektir. İnsan inanması gereken bir varlıktır ve eğer gerçek Tanrı’ya olan bağlılığından dönüş yapar ise, sahte bir tanrıya inanır. İnsan eğer sahte bir tanrıya sahip olur ise, Tanrısının temsil edilmesine karşı hiç bir itirazda bulunmayacaktır.

Çünkü doğal insanın göreceği ve dokunacağı bir şeye sahip olması gerekir – hem gözlerine hem de duyularına hitap edecek bir şeye. Bu nedenle, öteki ulusların son gücünün başına ait bir heykel yapılacak ve bu heykele tapmayan herkesin öldürüleceği ilan edilecektir. Öteki ulusların dönemi putperestlik ile açıldı ve putperestliğin en kötü şekli ile kapanacaktır – bir insana Tanrı olarak tapınmak (Vahiy 13:11-18).