February 2012

Daha önce görmüş olduğumuz gibi (Bölüm 6’da), İslam teolojisi çarmıha gerilen ve dirilen Mesih’i temel alan, iman aracılığı ile lütufla kurtuluşa şiddetle karşı çıkar. Müslümanlar’ın kurtuluş ile ilgili Ortodoks Hristiyan görüşünü reddetmelerinin pek çok nedeni mevcuttur, ama bu nedenlerin bazıları özellikle göze çarparlar.

Bu görüş, öncelikle insanların doğuştan günahlı olduklarını ve kur­tarılmaya ihtiyaç duyduklarını ima eder, ama İslam Hristiyan­lıktaki doğuştan günahkâr olma öğretişini kesinlikle reddeder. İkinci neden, Tanrı-insan olarak ölümü aracılığı ile Tanrı’yı ve insanı barıştıran İsa’nın, Tanrı’nın Oğlu olduğu hakkındaki Hristiyan iddiasını kabul etmez. Üçüncü neden, Tanrı’nın, peygamberlerinden birine, çarmıha gerilerek ölmek gibi alçakça bir ölüm ile acı çektirmesine izin verdiği düşüncesi Tanrı’nın, İslam kavramında yer alan ve özel kullarına gösterdiği lütufkâr ilgisi ile taban tabana zıttır.

Cragg bu konu hakkında şunları yazar:

Genel bir okuyucunun Kuran’ın kendisine İsa ile ilgili olarak söylemesi gereken konusundaki ilk izlenimi, bu konunun kısa tutulmuş olmasıdır… Ayrıca şaşırtıcı olan bir şey daha vardır: Bazı ayetlerin 90 tanesinin hepsinin sınırları dahilinde en az altmış dört tanesi genişletilmiş ve kısmen teksir edilmiş, yerelleştirilmiş öykülerdir… Bu durum yalnızca yirmi altı ya da bu sayı civarındaki ayetin geri kalan kısmı temsil etmesine fırsat tanır ve bazı az bir değişiklik ile tekrarlanan kelimeler ya da heceler buradaki toplam sayıyı daha da azaltır. Genellikle, Yeni Antlaşma Müjdelerinin, gerçekten genişletilmiş bir sunum ile yazılan güçlü duygular ile yüklü öyküler oldukları gözlemlenmiş bulunmaktadır. Aslında, Kuran’daki İsa kısmının daraltılmış bir ardıllık ile yerelleştirilerek yazılan öykülerden oluştuğu kolaylıkla söylenebilirdi. 1

Cragg, sözlerine şunları ekler: “Kuran’da İsa’nın Musevi halkı için özel –bazıları bu görevin sınırlı olduğunu düşünür– bir görevi ya da hizmeti bulunduğu vurgulanır. ‘Peygamberlerin mührü’ olarak yalnızca Muhammed tüm zamanlara ve yerlere ait olan peygamberdir.” Bu nedenle, İsa’nın sahip olduğunun iddia edildiği Hristi­yanlığın ‘evrenselliği’, bu daha net ve açık Yahudi çağrısını reddederek, diğer uluslardan oluşan ilk kiliseye atfedilen İsa’nın Müjdesinin tamamen Yahudileştirilmiş bir kısmı olarak görülür. 2

Batılı bilginlerin pek çoğu, Muhammed’in, çarmıh aracılığı ile kurtuluş müjdesini reddetmesinin nedeninin şu olduğunu düşünür: Tarihteki büyük peygamberlerin düşmanlarına karşı her zaman zafer kazanmış oldukları bir gerçektir. Eğer Tanrı’nın Mesih’i çarmıhta düşmanları tarafından öldürüldü ise, Tanrı’nın peygamberine itaat etmeyenlerin zafer kazanamayacakları ile ilgili Kuran’da sürekli olarak bildirilen konu hakkında ne demeli? Çarmıhın kabul edilmesi, kötülerin, doğrular üzerinde nihai zafer kazandıklarının bir onayı değil midir? 3

İslam’ın kurtuluş konusu ile ilgili anlayışını Mesih’in canını feda ederek ölmesi ve dirilmesi aracılığı ile tartışacağız. Sonra Hristi­yanlığa özgü bir bakış açısından eleştiriler sunarak diğer görüşleri değerlendireceğiz.

Müslümanlar’ın Hristiyan Kurtuluşunu
Yanlış Anlamaları

Hristiyanlar gibi bazı Müslümanlar da Mesih’in bir bakireden doğduğuna, ve aynı zamanda öldüğüne, dirildiğine, yüceltildiğine ve ikinci gelişine inanıyor olsalar da, bu yanlış yönlendirilen benzerliklerin abartılmaları çok kolaydır. Hristiyanlığın ana temelinde (1. Korint­liler 15:1-6) İsa’nın, insanlığın günahları için çarmıhta öldüğüne ve üç gün sonra tekrar dirildiğine duyulan inanç yatar. Ama İslam bu öğretişi kesinlikle reddeder. Müslümanlar’ın çoğu İsa’nın çarmıhta öldüğüne inanmazlar ve O’nun çarmıhta tüm dünyanın günahlarının cezasını ödemiş olduğuna ise Müslümanlar’ın hiçbiri inanmaz. Ayrıca, İslam’ın, Mesih’in dirilişini öğretmesine rağmen, bu öğretiş genellikle, yalnızca kıyamet günündeki genel dirilişin bir kısmı olarak görülür. Bu nedenle, İsa’nın yeryüzündeki ölümünden sonra gökyüzüne yükseltildiğini düşünenler, onun yüceltilmeden önce diriltilmiş olduğuna inanmazlar. Aslında, Müslüman bilginlerin hiçbiri Mesih’in çarmıha gerildiğine hiçbir şekilde inanmazlar ve buna inanan Müslümanlar sapkın olmakla suçlanmışlardır.

Ayrıca, Müslümanlar için Mesih’in ikinci gelişi, Hristiyanlar’ın inandığı gibi, yeryüzünde egemenlik kurmak için değil, Hristiyan­lar’a Muhammed’i izlemelerini söylemek içindir. Bir hadiste şöyle denmektedir: “Meryem oğlu İsa, yeryüzüne inecek, evlenecek, çocukları olacak ve 45 yıl yaşayacaktır, sonra ölecek ve benimle (Muhammed) birlikte aynı mezara gömülecektir. Sonra Meryem oğlu İsa ve ben, Ebu Bekir ve Ömer arasındaki mezardan dirileceğiz.” 4

Müslüman Bilgin Şeyh Ahmed Zeki Yamani şu beyanda bulundu: “Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki büyük tartışma içinde mevcut olan temel ilkeler her iki tarafı bir birlerine mantıklı şekilde yaklaştıramazlar ve bu nedenle içinden çıkılmaz bir durumun var olduğunun kabul edilmesi gerekir.” Bu nedenle, “Üçlü Birlik, Mesih’in Tanrı olduğu ve Çarmıha Gerildiği gibi konular Hristiyan inançlarının öylesine temelini teşkil ederler ki, Kuran tarafından tamamen inkâr edilmiş olarak İslam inancında yerleri bulunmaz.” 5 Müslümanlar Mesih’in çarmıha gerildiği inancına öylesine şiddet ile karşı koyarlar ki, bazı kişiler onun çarmıha gerildiği inancının şeytani olduğunu söylerler. İbn Teymiyye şu beyanda bulundu: “Şeytan’ın ilk hedefi, insanlara yanlış bilgi vererek onları yoldan çıkarmaktır, bu yüzden biri elçilere Mesih’in çarmıha gerildiğine dair bilgi verdi.” 6

Müslümanlar’ın Mesih’in Ölümünü Yanlış Anlamaları

Müslümanlar’ın çarmıha gerilme konusundaki yanlış anlamaları, İbn Teymiyye’nin ifadesinde şu şekilde sunulur: “Hristiyan­lar’ın hiçbiri onun çarmıha gerilmesine, onlarla (Yahudiler ile) birlikte tanık olmadı. Elçiler tanık olmak yerine korku içinde geri çekildiler ve Hristiyanlar’ın hiçbiri onun çarmıha gerildiğine tanık olmadı.” 7 Bu ifade elbette hem yanlıştır hem de yanlış yönlendiren bir ifadedir. Yanlıştır, çünkü Müjde kayıtları, elçi Yuhanna’nın İsa çarmıha gerildiği sırada çarmıhın tam yanında durduğunu bildirir (Yuhanna 19:26; 20:20-25). Ve Petrus da aynı yerin biraz daha uzağında duruyor olabilirdi (bakınız Markos 14:54). Ayrıca, buna ek olarak Mesih’in diğer izleyicileri de çarmıhın yanındaydılar; bu kişilerin arasında İsa’nın annesi Meryem (Yuhanna 20:25-26) ve diğer kadınlar da (Luka 23:27; Yuhanna 19:25) bulunmaktaydılar. Bu ifade yanlış yönlendiricidir, çünkü bir kişinin, İsa’nın, elçileri orada bulunmadığı sürece çarmıhta öldüğünden emin olunamayacağını ima eder. Görevlerini sadakat ile yerine getirmedikleri takdirde ölüm cezasına mahkum olacak olan Romalı askerler, Mesih’in ölümü için yeterli tanıklardı. Bu askerler, profesyonel ölüm infazcılarıydılar ve insanları öldürmeye alışkınlardı. Ayrıca, çarmıhın yanında bulunan başka insanlar da vardı, bu insanlara bitişik çarmıhlar üzerindeki, iki hırsız (Matta 27:38), kalabalık (Matta 27:39), büyük bir halk topluluğu (Luka 23:27) ve Yahudi önderler de (Matta 27:41) dahildi. Yahudi önderler özellikle oradaydılar, çünkü ona karşı büyük bir nefret duyuyorlardı ve bu yüzden İsa’nın orada öldürüldüğünü garantilemek için her tür motivasyona sahiplerdi. Ama yine de İsa’nın izleyicilerinden hiçbiri orada olmasaydı bile –ki birkaç tanesi oradaydı– çok sayıdaki tanık onun ölümünü bina etme konusundaki gerçeği bina etmek için yine de yeterli olacaktı.

İsa’nın çarmıhta fiziksel olarak gerçekten öldüğüne dair kanıt çok kesin ve baskındır. Eski Antlaşma onun öleceğini önceden bildirdi (Yeşaya 53:5-10; Mezmur 22:16; Daniel 9:26; Zekeriya 12:10) ve İsa Mesih hakkındaki Eski Antlaşma peygamberliklerinin hepsini yerine getirdi (Matta 4:14; 5:17-18; Yuhanna 4:25-26; 5:39). Ayrıca, İsa’nın kendisi de öleceğini önceden defalarca bildirdi (Matta 12:40; 17:22-23; 20:18; Markos 10:45; Yuhanna 2:19-20; Yuhanna 10:10-11). Aynı zamanda, O’nun dirilişi hakkındaki tüm ön bildirilerin (Mezmur 16:10; Yeşaya 26:19; Daniel 12:2; Yuhanna 2:19-21; Matta 12:40; 17:22-23) hepsi O’nun öleceği gerçeği üzerine bina edilmişlerdir. Yalnızca ölü bir beden diriltilebilir. Bunun da ötesinde İsa’nın aldığı yaraların doğası ve derecesi, çarmıha gerilme süreci, O’nun ölmüş olması gerektiğini açıkça belirten unsurlardır. Aynı şekilde, İsa’nın böğrünün kargı ile delinmesi sonucunda, “böğründen kan ve su aktı” (Yuhanna 19:34); bu olay İsa’nın fiziksel olarak ölmüş olduğuna dair tıbbi açıdan bir kanıttır. Aynı zamanda, İsa’nın kendisi de tam ölümü anında, şu sözleri söyleyerek ölümünü beyan etti: “Baba, ruhumu ellerine bırakıyorum” (Luka 23:46; Yuhanna 19:30). Ve İsa’nın ölüm feryadı yanında bekleyen kişiler tarafından işitildi (Yuhanna 19:47-49). Ayrıca, çarmıha gerilme ve ölüm olaylarına alışkın olan Romalı askerler, İsa’nın öldüğünü ilan ettiler (Yuhanna 19:33). Tüm bunlara ek olarak, Pilatus, gömmesi için İsa’nın bedenini Yusuf’a vermeden önce, İsa’nın ölüp ölmediğinden emin olmak için iki kez kontrol etti (Markos 15:44-45). Ayrıca İsa, otuz litre kadar baharat ile birlikte keten bezlere sarıldı ve üç gün süre ile mühürlenmiş bir mezarın içine kondu (Yuhanna 19:39-40; Matta 27:60). Eğer o ana kadar ölmemiş olsaydı, ki öldüğü kesindi, o zaman yiyecek, su ve tıbbi tedaviden yoksun kaldığı için zaten ölecekti. Son olarak, kanıtları özenle incelemiş olan tıp yetkilileri, onun çarmıhta gerçekten öldüğü sonucuna vardılar, ve “tarihi ve tıbbi kanıtın İsa’nın böğründeki yara açılmadan önce ölmüş olduğunu kesinlikle ortaya koyduğu” üzerinde ısrarla durdular. Bununla uyumlu olarak, yorumlar şu varsayım üzerinde bina edildiler: İsa modern tıp bilgisi ile arasının açılmaması için çarmıhta ölmedi.” 8

Müslümanlar’ın Mesih’in ölümü hakkındaki kuşkuları aşağıda belirtilen şekilde açıklanabilecek oldukça zihin karıştırıcı bir olaylar konumuna neden oldu:

  1. Tüm Müslümanlar İsa’nın çarmıhta günahlarımız için ölmediği konusunda hemfikirdirler.
  2. Hemen hemen tüm Müslümanlar, İsa’nın kesinlikle çarmıhta ölmediğine, ama örneğin Yahuda (bakınız Ek 2) ya da İsa’nın çarmıhını taşıyan Simun gibi başka birinin O’nun yerine çarmıha gerildiğine inanırlar
  3. Yine Müslümanlar’ın neredeyse hepsi İsa’nın göğe yükseltilmeden önce kesinlikle ölmediğine, ama ikinci gelişinden sonra öleceğine ve son günlerde gerçekleşecek genel dirilişte diğerleri ile birlikte dirileceğine inanırlar.

Mufassir, şu sözleri ile İslam görüşünün özünü gayet iyi açıkladı: “Müslümanlar, İsa’nın çarmıha gerilerek öldüğüne inanmazlar. O’nu çarmıha gererek öldürmek düşmanlarının planıydı, ama Tanrı onu düşmanlarının kurduğu tuzaktan kurtardı.” 9 Kuran’daki bazı bölümler İsa’nın bizim günahlarımız için çarmıha gerilmediğine dair Müslüman düşüncesine temel teşkil ederler; 4:157-58 ayetleri anahtar bir metin oluştururlar. Bu ayetleri okuyalım:

Bir de inkârlarından ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından ve “Biz Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Fakat onlara öyle gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler. Fakat Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

İsa’nın çarmıha gerildiği ile ilgili İslam inançsızlığının nedeni, iki teolojik kavram üzerinde yoğunlaşır. Daha ayrıntılı olarak söyleyecek olursak bu inançsızlığın nedeni Tanrı’nın egemenliği hakkındaki İslam inanışından ve insanın doğuştan günahkâr olduğu ile ilgili Hristiyan inancını reddetmelerinden kaynaklanır.

Mesih’in çarmıha gerilmesinin reddedilmesi gibi Tanrı egemenliği hakkındaki Müslüman görüşü aşağıdaki metinde yansıtılır:

De ki: “Şayet Allah, Meryem oğlu Mesih’i, onun anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek istese, Allah’a karşı kim ne yapabilir? Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan her şeyin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Allah her şeye hakkı ile gücü yetendir.” (5:17)

Egemen bir Tanrı her şey üzerinde kontrole sahiptir. Ve kulunu çarmıh gibi korkunç bir ölüm ile acı çekmesi için düşmanlarının eline teslim etmez. Aksine, Allah gibi egemen bir Tanrı kulunu düşmanlarının elinden kurtarır. Abdalati, tipik bir Müslüman davranışı ile şu soruyu sorar: “İsa’nın, söylendiği şekilde aşağılandığına ve çarmıha gerilmek gibi bir yol ile öldürüldüğüne inanmak, Tanrı’nın Merhameti ve Bilgeliği ile tutarlılık içinde midir?” 10

Kuran şu ifadeyi beyan eder: “Hani Allah şöyle buyurmuştu: “Ey İsa! Şüphesiz, senin hayatına ben son vereceğim. Seni kendime yükselteceğim. Seni, inkâr edenlerden kurtararak temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar küfre sapanların üstünde tutacağım” (3:55).

Ancak bu ifade yine de pek çok nedenden ötürü tartışmaya tamamen açık bir konu arz eder. Bu ifade bir açıdan, Tanrı’nın ne yapacağı ya da ne yapmayacağı konusunda insanın tasarladığı bir düşüncedir. Ama ölümlü bir insan için egemen bir Tanrı’ya (Müslümanlar O’nun egemen olduğuna inanırlar) ne yapması ya da ne yapmaması gerektiğini söylemek küstahlığın en büyüğüdür. Peygamber Yeşaya’nın bize verdiği bilgiye göre Tanrı şöyle dedi: “Benim düşüncelerim sizin düşünceleriniz değil, sizin yollarınız benim yollarım değil” (Yeşaya 55:8). Aslında Müslümanlar da Tanrı’nın mutlak güç sahibi olduğuna ve dilediğini yapabileceğine inanırlar (Sure 30:5).

Ayrıca, Müslümanlar tarafından kabul edilen egemenlik kavramının kendisi Tanrı’nın her şeyi yapabileceğidir. O zaman eğer Tanrı İsa’nın çarmıha gerilmesini istemiş olsaydı, buna neden izin vermezdi?

Öte yandan peygamber Yeşaya bize şu bilgiyi verir: Tanrı, Kulunun alçakça öldürülmesini gerçekten onayladığını şu sözler aracılığı ile beyan eder: “O, bakılacak biçimden güzellikten yoksundu. Gönlümüzü çeken bir görünüşü de yoktu. İnsanlar tarafından hor görüldü, yapayalnız bırakıldı. Acılar adamıydı, hastalığı yakından tanıdı. İnsanların yüz çevirdiği gibi hor görüldü. Ona değer vermedik. Aslında hastalıklarımızı O üstlendi, acılarımızı O yüklendi. Biz ise Tanrı tarafından cezalandırıldığını, vurulup ezildiğini sandık. Oysa bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi. Bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza ona verildi. Bizler onun yaraları ile şifa bulduk” (Yeşaya 53:2-5). Böylece İsa’nın çarmıha gerilmesinin Tanrı tarafından yalnızca onaylandığını değil, önceden bildirilmiş olduğunu da görüyoruz (Zekeriya 12:10; Mezmur 22:16). Yeni Antlaşmayı okuyan biri için çarmıha gerilme mesajının imansızları gücendirdiğini görmek, bir sürpriz olarak algılanmamalıdır. Aslında, Pavlus dahi “çarmıhın gücendirdiğine” işaret etmişti, ama sözlerine şunu da ekledi: “Tanrı iman edenleri saçma sayılan bildiri ile kurtarmaya razı oldu” (1. Korintliler 1:21). Çünkü “Tanrı’nın ‘saçmalığı’ insan bilgeliğinden daha üstündür” (ayet 25).

Bu konu ile ilgili Kuran bile İbrahim’in, oğlunu Moriya Dağında bir kefaret kurbanı olarak sunması hakkında güzel bir örneğe yer verir:

Çocuk kendisiyle birlikte yürüyüp koşacak yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm” dedi... Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim! …Biz İbrahim’e büyük bir kurbanlık vererek onu kurtardık” (37:102-7, vurgulamalar bize aittir).

“Boğazlamak” ve “kurtarmak” sözlerinin kullanımı, Hristiyan­lar’ın Mesih’in çarmıhtaki ölümü ile kast ettiklerine benzer bir kullanımdır. Aslında, İsa kendi ölümü ile ilgili olarak böyle sözler kullandı (Markos 10:45). Bu nedenle, Mesih’in kurban olarak ölmesi, Kuran’a aykırı değildir.

O zaman Tanrı’nın, kulunun aşağılayıcı deneyimler yaşamasına izin vermesi ile ilgili düşüncenin tamamı da Müslümanlığa aykırı değildir. Muhammed’in biyografisini yazan Haykal, Muhammed’in çektiği sıkıntıları ve yaşadığı aşağılayıcı tecrübeleri anlatır. Örnek olarak da şu olayı anlatır, “Muhammed’in çağrısını yalnızca reddetmek ile kalmayan Taif kabilesi, ona hakaret etmek için kölelerini gönderdi ve onu kentlerinden dışarı attırdı. Muhammed onlardan kaçtı ve bir duvarın yanında kendine sığınak buldu… Oradaki bir asmanın altında oturdu ve Rabia’nın oğulları ona bakarken yenilgisi üzerinde düşünmeye başladı.” 11

Ayrıca, eğer Müslümanlar, Tanrı’nın, peygamberlerini onların düşmanlarından kurtaracağını tahmin etseler bile, O’nun, Mesih’i düşmanlarından kurtarmadığı sonucuna varmaları yanlıştır. Aslında, diriliş, tam anlamı ile budur. Çünkü, “Tanrı ise, ölüm acılarına son vererek O’nu diriltti. Çünkü O’nun ölüme tutsak kalması olanaksızdı” (Elçilerin İşleri 2:24). Kutsal Yazılar’a göre, Tanrı, Mesih’i dirilttiğini şu sözleri ile açıkladı: “Sen benim Oğlum’sun, bugün ben sana Baba oldum [ölümden dirilttim]” (Elçilerin İşleri 13:3). Ayrıca, Kutsal Yazılar Tanrı’nın, halkına verdiği vaadi yerine getirdiğini beyan ederler (Mezmur 16:10’da) ve “O ölüler diyarına terk edilmedi, bedeni çürümedi” (Elçilerin İşleri 2:31). Böylece, “O, Tanrı’nın sağına yüceltildi” (ayet 33). Gerçekten de Mesih’in ölümü ve dirilişi aracılığı ile “ölüm yok edildi, zafer kazanıldı” (1. Korintliler 15:54) ve bizler, “Ey ölüm, zaferin nerede, ey ölüm, dikenin nerede?” diyebiliriz (1. Korint­liler 15:55).

Son olarak belirtmek istediğimiz nokta şudur: Mesih’in ölümü ve dirilişi, İslam öğretişinin aksine, Tanrı’nın merhametini sergiler. Aslında, Mesih’in ölümü ve dirilişi olmasaydı, günahlı bir dünya için merhamet olamayacaktı. Pavlus şöyle yazdı: “Evet, biz daha çaresiz iken Mesih belirlenen zamanda tanrısızlar için öldü.” Böylece “Tanrı bizi sevdiğini şunun ile kanıtlıyor: Biz daha günahkâr iken Mesih bizim için öldü” (Romalılar 5:6,8). Başka bir bölümde şu eklemeyi yapar: “Bizi doğruluk ile yaptığımız işlerden dolayı değil, kendi merhameti ile kurtardı” (Titus 3:5). İsa’nın kendisinin söylediği gibi, “Hiç kimsede, insanın, dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur” (Yuhanna 15:13). Ama O yine de “biz O’na düşman iken” bizim için öldü” (Romalılar 5:10).

Çarmıha gerilme konusunu reddetme ile ilgili gösterilen bir başka Müslüman nedeni doğuştan günahkâr olma öğretişine eşlik eden bir nedendir. İslam bilginleri, İsa’nın çarmıhta bizim günahlarımız için öldüğü ve doğuştan günahkâr olma öğretişi ile ilgili Hristiyan iddialarının arasındaki bağlantıya işaret etme konusunda hızlı davranırlar. Doi, bu konuda şu düşünceyi ileri sürer: “İsa’nın (Yeşu) çarmıha gerilmesi ile ilgili Hristiyan inancı, ilk günah kavramı gibi uzlaştırılamaz bir kavram ile bağlantılıdır.” 12 Doi, sınıfsal olarak “İslam’ın ilk günah öğretişine inanmadığını” sözlerine ekler (bakınız bölüm 2). Bir çocuğun doğarken miras aldığı ve sergilediği günah, Adem’in günahı değildir. Her çocuk günahsız doğar ve babaların günahları çocukların üzerine geçmez.” Ayrıca, “İslam, ilk günah kavramını ve ilk günahın miras alınmasını kesin bir şekilde inkâr eder. Her çocuk, saf ve doğru olarak doğar; daha sonra gerçek ve doğruluk yolundan sapan her başlangıç kusurlu eğitim yüzündendir.” Peygamber Muhammed’den alıntı yapan Doi, şu görüşü onaylar: “Her çocuk dindar bir kalıp içinde doğar; çocuğu daha sonra bir Yahudi, bir Hristiyan ya da bir Sabii yapan çocuğun anne ve babasıdır. Başka bir deyişle, iyi ve kötü insanın doğumunda yaratılmaz. Çocuklar olumlu bir ahlak karakterine sahip değildirler.” Aksine, “her insani varlık… iki eğilime sahiptir – bir eğilim çocuğu iyi yapmaya sevk eder, diğeri ise onu kötüyü yapmaya tahrik eder; ama Tanrı’nın yardımı yakındır.” 13

Ama yine burada da doğuştan günahkârlık öğretişinin reddedilmesi için gerekli pek çok nedeninin temeli bunmamaktadır. Müslümanlar bile insani varlıkların günahkâr olduklarını kabul etmek zorundadırlar. Aksi takdirde insanlar, Tanrı’nın merhametine neden ihtiyaç duysunlar? Gerçekten de onlar neden pek çok kişinin (tüm Hristiyanlar dahil olmak üzere) Tanrı’ya eş koşarak tüm günahların en büyüğünü işlediğine inansınlar (4:116)? Ayrıca, eğer onlar sürekli günah işleyen kişiler değillerse, Tanrı neden onları günahları hakkında uyarmak için peygamberler gönderme gereği duysun? Aynı zamanda, imansızlar neden acı çekmeleri için cehenneme gönderilsinler? Tüm bu sorular cehennemde acı çekmek gibi böylesine ciddi bir cezayı hak etmek için büyük bir günahkârlığın var olduğunu ima eder gibidirler. Son olarak belirteceğimiz, insanlığa miras olarak geçen günahkârlığı inkâr etmenin hem gerçek dışı hem de Kuran’a aykırı olduğudur. Aslında, bazı Müslüman teologlar ‘Miras olarak geçen günah’ öğretişine inanmışlardır… Aynı zamanda İslam peygamberinin söylediği ünlü bir hadis vardır: “Meryem ve oğlu İsa’nın dışında Şeytan her doğan çocuğa dokunmuştur.” 14 Ayrıca, Kuran’da bazı bölümler insanlıktan ‘günahkâr’ (ya da adil olmayan –zalim– 14:34/37; 33:72), ‘cahil’ (33:72), ‘nankör’ (14:34/37; 11:9/12-10/13),), ‘zayıf’ (4:28/32), ‘ümitsiz’ ‘hasım’ (16:4), ve ‘isyankâr’ (96:6) olarak söz ederler. 15 Hatta Kuran şunu dahi beyan eder: “Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı” (16:61). Ayetullah Humeyni şu sözleri söyleyecek kadar ileri gitmiştir: “İnsanın başına gelen felaket dünyasal arzularından kaynaklanır, ve bunlar her bedende mevcutturlar ve insanın doğasının kökünde bulunurlar.” 16 Bu itirafların ışığında insanlığın doğuştan günahlı olduğuna dair Hristiyan öğretişini reddetmek için hiçbir mantıklı neden mevcut değildir.

Kurtuluş Hakkındaki Hristiyan Görüşü İle İlgi
Bir Savunma

Yorumlarımızı iki geniş sınıfa böleceğiz. Önce, Mesih’in çarmıha gerilmesi/ölmesi ve dirilişi ile sağlanan kurtuluşu yanlış anlayan İslam görüşüne bir yanıt sunacağız.

Sonra, kurtuluş hakkındaki Hristiyan konumu için, Müslüman zihnine güvenilir bir anlayış sunmak umudu ile bir mantık temeli vereceğiz. İnsanın doğuştan günahkâr olduğunu reddeden İslam doğası tamamen bir kenarda bırakılacak olursa, Mesih’in çarmıha gerilmesi gibi tarihi bir gerçeği reddetmek için yeterli bir temel mevcut değildir. “Pontius Pilatus’un egemenliği altındaki” dönemde Mesih’in çarmıh üzerindeki ölümü ile ilgili kanıtlar gerekenden fazladır (yukarıda belirtilen görüşlere bakınız) ve bu kanıtlar herhangi bir teolojik inançtan bağımsız olarak kendi başına mevcuttur.

Mesih’in Ölümünü Reddetme Konusundaki Yetersiz Temel

Aslında, Müslümanlar’ın Mesih’in çarmıha gerilmesi ve ölmesi ile ilgili düşünceleri kabul edilse bile, Kutsal Kitap’taki kayıtların red­dedilmesi için hiçbir neden yoktur. Örneğin, Müslümanlar şunları öğretirler:

  1. İsa ölecekti (3:55; 19:33). 17
  2. İsa bir gün ölümden dirilecekti (19:33). 18
  3. Olaya tanıklık eden İsa’nın öğrencileri çarmıha gerilenin başka biri değil İsa’nın kendisi olduğuna inandılar.
  4. Romalı askerler ve Yahudiler, çarmıha gerdikleri kişinin Nasıralı İsa olduğuna inandılar.
  5. İsa, mucizeler yapabiliyordu ve yaptı, bu mucizelerine ölüleri diriltmek de dahildi.

Eğer 1) ve 2) Müslümanlar tarafından kabul ediliyorsa, o zaman İsa’nın Çarmıh’ta öldüğü ve kendisini ölümden dirilttiği gerçeğini reddetmelerini gerektiren hiçbir neden yoktur.

İsa’nın yerine Yahuda ya da Simun’un öldüğü ya da İsa’nın çarmıhta yalnızca bayıldığını söyleyen iddialar inanılmazdır ve zaten inanılması güç faraziyelerine hiçbir yarar sağlamaz (bakınız Ek 2). Ünlü Müslüman tarihçisi ve Kuran yorumcusu El-Taberi, M.S. yaklaşık 700 yılında yaşayan Vahab B. Münebbih’in çarmıhta İsa’nın yerine başka birinin geçtiği hakkındaki bilgiyi naklettiğini kaydeder. Çevirisi, aşağıda belirtilen şekilde kaydedilmiştir:

O’nu, çarmıha germeye niyetlendikleri darağacına getirdiler, ama Tanrı onu kendisine yükseltti ve onun yerine çarmıha bir suret gerildi, orada yedi saat kaldı ve sonra onun annesi ve cin kovarak iyileştirdiği başka bir kadın yas tutmak için yanına geldiler. Ama İsa onlara geldi ve şöyle dedi: “Tanrı beni Kendisine yükseltti ve bu gördüğünüz yalnızca bir surettir.” 19

İslam’ın bu efsanevi geleneğinin büyümesine ilişkin bir diğer örnek, Münebbih’den yaklaşık üç yüzyıl sonra yaşamış olan Tala­bi’nin görüşünde bulunur. “İsa’nın şekli onun yerine geçen Yahu­da’nın üzerine kondu ve onun İsa olduğunu farz ederek onu İsa’nın yerine çarmıha gerdiler. Üç saat sonra Tanrı İsa’yı Kendisine aldı ve onu göğe yükseltti.” 20

Daha yakın bir dönemde, Doi şu faraziyeyi sunar: “Romalı askerler Yahuda ile birlikte İsa’yı tutuklamak için geldikleri zaman, karanlık olduğu için iki Yahudi’yi birbirlerine karıştırdılar ve yanlışlıkla İsa yerine Yahuda’yı tutukladılar. İsa böylece kurtuldu ve göğe yükseltildi.” 21 Bu görüşü desteklemek için Müslümanlar genellikle, sahte olan Barnabas İncili’nden (bakınız Ek 3) alıntı yaparlar.

Çarmıhta İsa’nın yerine başka birinin geçtiği hakkındaki söylentiler yalnızca İslam’da mevcut değildirler. Hristiyanlığın ilk düşmanlarından bazıları da benzer spekülasyonlar sunmuşlardı. İkinci yüz­yıl kilise babası Frenacus’a göre, Gnostik Basilides, şu öğretişi verdi: “O, (İsa) çarmıha gerildiği zaman çarmıhı taşımış olan Kireneli Simun’un biçimine dönüştü. Simun’u İsa zanneden Yahudiler çarmıha Simun’u çivilediler. İsa, göğe yükselmeden önce, onların hataları ile alay ederek orada ayakta durdu.” 22 M.S. üçüncü yüzyılda Persli Mani, İsa’nın ölümden dirilttiği Nain’li dul kadının oğlunun İsa’nın yerine çarmıha gerildiğini öğretti. Bir diğer Ma­nikyan geleneğine göre, İsa’yı çarmıha germeye çalışan Şeytan’ın kendisi çarmıhın kurbanı oldu. M.S. onuncu yüzyılda apokrif (doğruluğu kabul edilmeyen) bir kitap olan Pavlus’un Seyahatleri (The Travels of Paul) adlı kitap hakkında yazdı; bu kitapta İsa’nın yerine başka birinin çarmıha gerildiği söyleniyordu. 23

Müslümanlar’ın İsa’nın Yerine Başka Birinin Çarmıha
Gerildiğine İlişkin Söylentileri Hakkındaki Yetersiz Temel

Bu tür söylentilere tarihi açıdan değer verilmemesi için pek çok neden bulunur. Bu nedenlerden birincisi, tanıklık şahadetinin günümüze kadar gelen kayıtlarında yer alan, çarmıha gerilenin “Nasıralı İsa” olduğuna dair güçlü ifadedir (Matta 27; Markos 14; Luka 23; Yuhanna 19).

İkinci neden, bu söylentilerin Mesih’in ölümü hakkındaki Kutsal Kitap harici ilk Yahudi, Romalı ve Samiriyeli tanıklıklar ile karşıt olmalarıdır. 24 Tacitus’un Annals (Tarihi Olaylar) adlı eserinde, “Tiberiyus bölgesini yöneten Pontius Pilatus’un kararı ile öldürülen Mesih’ten” söz edilir. 25 İkinci yüzyılda Justin Martyr, “Pontius Pilatus’un İşleri’nden” söz ederken, onun yönetimi sırasında “çarmıhta İsa’nın ellerine ve ayaklarına çiviler çakıldığına; ve İsa çarmıha gerildikten sonra onu öldüren kişilerin İsa’nın giysileri için kura çektiklerine” değinir. 26 İlk yüzyılın Yahudi tarihçisi Josephus, “İsa adında bilge bir adamın yaşadığını… Pilatus’un onu çarmıha gerilmeye ve ölüme mahkum ettiğini” yazdı. 27 İsa’nın “öldürülmesinden” söz eden Yahudi Talmud’u “Fısıh akşamı Yeşu’nun (İsa) asıldığını” beyan eder. 28 Yeni Antlaşma’nın dışında İsa’dan ilk söz eden referans M.S. 52 yılında Filistinli bir tarihçi olan Thallus’da bulunur; bu tarihçi “Mesih çarmıha gerildiği zaman çöken karanlıktan” söz eder. 29 Aynı zamanda British Museum’da (M.S. 73 yılından bir süre sonrasına ait) Mara bar Serapion tarafından şu soruyu soran Süryanice bir el yazması belge de mevcuttur: “Yahudiler krallarını öldürmek ile ne gibi bir çıkar sağladılar? Bu olaydan hemen sonra egemenlikleri feshedildi.” 30 Tüm bu yazarların Hristi­yanlığa düşman olan kişiler oldukları gerçeğine rağmen, hepsi de Nasıralı İsa’nın Pontius Pilatus’un yargısı sonucu çarmıha gerildiği konusunda hemfikirdiler.

İlk yüzyıl tanıklığında, Hristiyanlığın dostu ya da düşmanı tarafından hiçbir karşıt tanıklık yer almaz. Çarmıhta İsa’nın yerine başka birinin geçtiğine dair ilk söylentiler birinci yüzyılda değildi, ve bu söylentiler Gnostisizmin (M.S. 150) ağır etkisi altındaydılar. Ve bunların hiçbiri olayların tanıkları ya da aynı dönemde yaşamış kişilerin belgeledikleri herhangi bir kanıt üzerine bina edilmiş değillerdi.

Dördüncüsü, bu söylentilerin inanılması güç olduklarıdır. Çünkü İsa’ya en yakın olan kişilerin, öğrencilerinin, orada bulunan kendi annesinin, ve onu çarmıha geren Romalıların bütünüyle hiçe sayılmalarını talep ederler. İsa’nın, annesine ve bir başka kadına çarmıha gerilen kişinin, kendisine benzeyen bir kişi olduğunu söylediğini, ve onların haberi duyup hemen vaaz etmeye giden öğrencilere İsa’nın öldüğünü ve ölümden dirildiğini hiçbir zaman söylemediklerini ya da onları vaaz etmeye gitmekten vazgeçirmediklerini ileri sürerler!

Son olarak, Müslümanlar’ın, İsa’nın çarmıhtaki ölümünü inkâr etmelerinin nedeninin teoloji bir yanlış anlamadan kaynaklandığını söyleyeceğiz. Örneğin, Abdalati, Mesih’in çarmıha gerildiğini reddetmesi ile ilgili nedenleri şöyle sıralar: “Diğer kişilerin günahları ya da hataları için başka birine tövbe ettirmek, tövbe eden kişinin işlemediği günahları üstlenmesi Tanrı açısından ya da günahları işleyen kişi açısından adil midir?” 31

Bu elbette Hristiyanlar’ın Mesih’in kefareti ile ilgili inançlarının tamamen yanlış anlaşıldığı bir zemin üzerinde bina edilmiştir. Kutsal Kitap’ın hiçbir yerinde Mesih’in bizim günahlarımız için tövbe ettiği söylenmez. Söylenen yalnızca şudur: “Mesih, günahlarımıza karşılık öldü” (1. Korintliler 15:3). Hukuken “Mesih bizim için günah yapıldı” (2. Korintliler 5:21). Ancak İsa hiçbir zaman hiç kimsenin günahı için tövbe etmedi. Öğrencilerine şöyle dua etmeyi öğretti: “Babamız… günahlarımızı bağışla” (Matta 6:12). Ama yine de İsa asla ne kendisi ne de bir başkası için herhangi bir günahtan tövbe etmedi. Bu, bizim yerimize geçerek ettiği kefaretin kavramını tamamen yanlış anlamaktır. Kutsal Kitap’ta öğretilen, İsa’nın bizim yerimizi aldığıdır. O, bizim yerimize ölüm cezasını ödedi. Biz özgür olalım diye bizim yargımızı üzerine aldı (Markos 10:45; Romalılar 4:25; 1. Petrus 2:22; 3:18). Bu yaşama yaşam kavramı İslam için yabancı bir kavram değildir. Kendi inançlarındaki ölüm cezasının ardındaki ilkenin aynısıdır; bir katil başka birinin yaşamını aldığı zaman, ceza olarak kendi yaşamını kaybetmek zorundadır.

Ayrıca, İslam, Tanrı’nın adil olduğunu öğretir (bakınız Bölüm 1). Ancak mutlak adaletin tatmin edilmesi gereklidir. Tanrı, günahı görmemezlikten gelemez. Günah karşılığında bir ceza ödenmesi gerekir, bu cezayı ya kişilerin kendileri ya da onların cennete gitmesini sağlayan başka biri ödemelidir. Daud Rahbar, bir arkadaşına yazdığı mektupta neden Hristiyan olduğunu açıklarken “Tanrı’nın adaleti ile ilgili Kuran öğretişinin acı çekmeye kendisini dahil eden ve acı çekmeye dahil olarak görülen bir Tanrı” talep ettiğini ileri sürer. “Tanrı, ancak o zaman acı çeken insanlığın adil bir yargıcı olabilir.” Çünkü, “acı çekmekten uzak kalan bir Tanrı, keyfi hareket eden kaprisli bir yargıç olacaktır.” 32 Kısaca İslam, Tanrı’nın adaleti ve Tanrı’nın bağışlaması, cennet ve cehennem ile ilgili çeşitli öğretişlere sahiptir. Bu öğretişler, kefaretin dışında hiçbir anlam ifade etmezler.

İsa’nın çarmıha gerildiğini reddeden İslam görüşünün ardında bir başka yanlış anlama daha mevcuttur: Merhametli bir Tanrı, günahı adalet ile yargılamaksızın bağışlayabilir. Bu yanlış anlama Abda­lati’nin şu sorusuna yansır: “En Merhametli, En Çok Bağışlayan ve En Yüce olan Tanrı, yalnızca masum olmak ile kalmayan ama aynı zamanda hizmetine en mükemmel bir şekilde adanmış birini bu zalim ve aşağılayıcı çarmıh cezasına tabi tutmadan insanların günahlarını bağışlayamaz mıydı?” 33

Aslında burada iki temel hata bulunmaktadır. İsa’nın yaptığı şeyi gönüllü olarak değil zorla yaptığını ima eder. Ancak gerçek şudur ki, Müjdeler, İsa’nın, yaşamını kendi isteği ile ve özgürce verdiğini beyan ederler. İsa şöyle dedi: “Canımı tekrar geri almak üzere veririm. Canımı kimse benden alamaz, ben onu kendiliğimden veririm. Onu vermeye de tekrar geri almaya da yetkim var” (Yuhanna 10:17-18). Gerçekten de, İsa öldüğü zaman Kutsal Kitap şunu söyler: “Başını eğerek ruhunu teslim etti” (Yuhanna 19:30).

Ayrıca, Müslümanlar adil ve kutsal Tanrı’nın günahları hangi temel üzerinde bağışlayabildiğini takdir edemez gibidirler. Tanrı egemendir, ama doğru ve yanlış konusunda keyfi davranmaz. 34 Aslında Müslümanlar da Hristiyanlar gibi Tanrı’nın günahlarından tövbe etmeyen kişiyi sonsuza kadar cezalandıracağına inanırlar (14:17; 25:11-14). Ama eğer Tanrı’nın kutsal adaleti, O’nu kabul etmeyenlerin, günahları nedeni ile sonsuza kadar cezalandırılmalarını talep ediyor ise, o zaman Tanrı’nın, bağışlaması için adil bir temel olmadan birini günah yüzünden yalnızca keyfi olarak bağışlayamayacağı görüşü ortaya çıkacaktır. Ama yine de, Müslüman teolojisinde –çarmıhı reddeden görüşü ile– bağışlama mevcuttur, ama bu bağışlama için gerçek bir temel bulunmamaktadır. Çünkü Müslümanlar, Mesih’in kurban olarak günahın cezasını ödemesini reddederler, ama adil bir Tanrı, Mesih’in, kendileri uğruna günahın cezasını ödediğini kabul eden tanrısızları bu kefaret aracılığı ile aklar ve bu şekilde aynı zamanda adaletini de gösterebilir (Romalılar 3:21-26). Gerçekten adil bir Tanrı’nın hiç umursamadan günaha gözlerini kapatabilmesi imkansızdır; adil bir Tanrı, kötüyü görmezlikten gelemez. Bu nedenle, eğer biri Tanrı’ya olan günah borcunu ödeyemiyorsa, Tanrı bu kişinin üzerine merhametini değil gazabını göndermek zorundadır. Müslüman inanç sistemi, çarmıha gerilmeyi kabul etmediği takdirde, Allah’ın aynı zamanda nasıl hem adil hem de merhametli olabileceğini hiçbir şekilde açıklayamaz. 35

Mesih’in kefaret eden kurban olduğunu reddetmeleri sonucu ortaya çıkan Müslüman sistemi içindeki teolojik kör nokta, Abdalati’nin yanıtı beklenmeyen ama etkili olsun diye kullanılan sorusu gibi diğer temelsiz ifadelere yönlendirir: “Çarmıha gerilme ve kurban kanı ile ilgili [Hristiyan] inancı, putperest iman ikrarlarından ya da ilk Grekler, Romalılar, Hintliler, Persliler ve diğerlerinden farklı olan herhangi bir dinde görülen bir inanç mıdır?” 36 Bu soruya verilecek yanıt çok belirgin bir “evet”tir. Bu inanç, Eski Antlaşma’da açıklandığı gibi Yahudi tarihinin özüdür. Musa İsrail’e şöyle dedi: “Canlılara yaşam veren kandır. Ben onu size sunakta kendinizi günahtan bağışlatmanız için verdim. Kan, yaşam karşılığı günah bağışlatır” (Levililer 17:11). İsrailoğullarının Fısıh kuzusunu kurban etmelerinin nedeni, esaretten kurtuluşlarının anısını hatırlamak içindir (Mısır’dan Çıkış 12:1). Bu nedenle Yeni Antlaşma’da Mesih’ten “dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı kuzusu” olarak söz edilir (Yuhanna 1:29). Ve elçi Pavlus, Mesih’i “kurban edilen Fısıh kuzumuz” diye adlandırır (1. Korintliler 5:7). İbraniler kitabının yazarı bu konu ile ilgili şunları ekler: “Kan dökülmeden bağışlama olmaz” (İbraniler 9:22).

Elbette, Müslüman bilginler orijinal Eski Antlaşma’nın da tahrif edildiğini iddia ederek bu konuda tartışırlar. Ama yine de, Yeni Antlaşma’nın açıkladığı gibi, Eski Antlaşma’nın orijinal Ölü Deniz tomarları da bugünkü Eski Antlaşma’nın Muhammed’den yaklaşık altı yüzyıl önceki Mesih’in zamanındaki Eski Antlaşma ile aynı olduğunu açıklarlar. 37 Bu yüzden, Kuran, Muhammed’in zamanındaki Yahudiler’i Tanrı’nın Yasa’daki (10:94) açıklamasını kabul etmeye zorladığı ve Yahudiler’in Eski Antlaşma’sı aslında bugün Muhammed’in zamanındaki Eski Antlaşma’nın aynısı olduğu için günahlara karşı kurban kanı gerektiği, Müslümanlar tarafından Tanrı’nın buyurduğu bir gerçek olarak kabul edilmelidir.

Müslümanlar’ın çoğu, Mesih’in çarmıha gerildiği ve çarmıhta öldüğü gerçeğini reddettikleri için Mesih’in dirilişini, görünümlerini ve göğe yükseltilmesini açıklama konusunda büyük güçlük çektiklerini anlamak zor değildir. Mesih’in yalnızca insani bir varlık olduğuna inandıkları için Mesih’in ölümlü olduğu gerçeğini kabul ederler. İsa’nın genel diriliş sırasında diğer insanların tümü ile birlikte nihai olarak dirileceğine inandıkları ama çarmıhtaki ölümünü reddettiklerinden Mesih’in ölümü için başka bir yer bulmak zorunda kalırlar. Bu ikilem, ustalık ile yapılan bir spekülasyonun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Müslüman bilginlerinin çoğu İsa’nın göğe ölümü tecrübe etmeden diri olarak alındığına inanırlar. İsa’nın ölümünün kıyamet gününden önce O yeryüzüne geri döndüğü zaman gerçekleşeceğini sanırlar. Böyle sanmalarının nedeni 4:157-58 ayetlerini birebir olarak anladıkları içindir: “Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi… Allah onu kendisine yükseltmiştir.” Bazı kişiler, İsa’nın, çarmıha gerildikten sonra bilinmeyen bir zamanda doğal bir ölüm ile öldüğünü ve üç saat boyunca ya da başka bir hadise göre yedi saat boyunca ölü kaldığını ve sonra dirildiğini ve göğe alındığını iddia eden bir faraziye ileri sürerler. 38 Ama görmüş olduğumuz gibi, bu tür bir spekülasyonu destekleyecek bir tanıklık kesinlikle yoktur. Ayrıca, bir diriliş olmadan nasıl bir göğe yükseliş olabilir? Göğe yükselme, Mesih’in, Tanrı tarafından, önce bir diriliş gerektiğini ima eden mucizevi bir kabulüdür.

Hintli Ahmet Han gibi birkaç İslam yazarı, İsa’nın çarmıha gerildiğine ama çarmıhta ölmediğine inanırlar. O’nun yalnızca bayıldığını ve üç saat sonra çarmıhtan aşağı alındığını düşünürler. 39 Kuzey Hindistan’daki diğer Müslümanlar bu öyküye, İsa’nın Tibet’i ziyaret ettiğine dair bir söylenti eklediler. Abdül-Hak, Ghulam Ahmad hakkında şöyle der: “Ghulam Ahmad, İsa’nın çarmıha gerildikten sonra Keşmir’e yolculuk yaptığına ilişkin bir teori üretti. Ve bu teorisini daha fazla desteklemek için Keşmir, Şirinagar’da İsa’nın mezarı olduğunu beyan ettiği bir mezar buldu.” Ancak her şeye rağmen, Ahmediyye tarikatlarının “spekülasyonları Müslümanlar tarafından sapkınlık olarak nitelendirildi ve hüküm giydi.” 40

Abdalati şu soruyu sorar: “O [İsa], öldükten sonra can ve beden olarak mı diriltildi ya da yalnızca can olarak mı diriltildi? Bu soruya İslam inancının fazla tahammülü yoktur.” Neden mi? Çünkü, “bu bir İman Konusu değildir, çünkü bir Müslüman için önem taşıyan ve bağlayıcı olan şey, Tanrı’nın açıkladığı şeydir; ve Tanrı İsa’nın çarmıha gerilmediğini, ama Tanrı’ya yükseltildiğini açıkladı.” 41 Abdalati, bu sözleri şu ayetin desteği ile aktarır: “Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler. Fakat Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir” (4:157-58).

Ama yine de Müslümanlar’ın çoğu, İsa’nın, kıyamet günündeki genel dirilişte fiziksel olarak dirileceğine inanırlar. Bunun dışındaki her şey Müslüman inancı için elzem olmayan bir spekülasyon oyunu gibi görünür. Bu nedenle, İsa’nın, çarmıha gerilerek öldüğünü inkâr etmek, onun üç gün sonraki dirilişini reddetmeye neden olur ve göğe yükselmesi ile ilgili bilmece ölüm ya da dirilişten daha önemli hale gelir.

Müslümanlar’ın çoğu, kendilerini, İsa’nın çarmıha gerilerek öldürülmesinden üç gün sonraki tarihi dirilişinin yerine İsa’nın kıyamet gününde tüm insanların dirileceği genel dirilişte dirileceğini söylemek zorunda hissederler. Bu görüşlerini desteklemek için 19:3 ayetine başvururlar; bu ayette İsa’nın şöyle dediği iddia edilir, “Doğduğum gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün bana selam (esenlik verilmiştir).” Bu sözlerin 19:15 ayetinde Vaftizci Yahya tarafından kullanılan aynı ifade olduğunu belirtirler. Bir başka bölümde Tanrı, şu sözleri söyleyen olarak sunulur, “Ey İsa! Şüphesiz senin hayatına ben son vereceğim. Seni kendime yükselteceğim” (3:55).

İlk bakışta insan, Mesih’in ölümüne ve dirilişine iman aracılığı ile lütufla kurtuluşun, Müslüman zihni tarafından anlaşılmasının tamamen imkansız olduğunu zannedebilir. Ama biz, böyle olmadığına inanıyoruz. İmansız kişi, Tanrı’nın gerçeğini kabul etmese bile (1. Korintliler 2:14), her şeye rağmen bu gerçeği algılayabilir. Ger­çekten de Romalılar 1:18-20 ayetlerine göre, imansızların, Tanrı’nın, Kendisini doğa içinde açıklamasını algılamadıkları için “özürleri yoktur.” Ve imansızların müjdeye iman etmeye çağrıldıkları gerçeği, onların müjdeyi anlayabildiklerini ima eder (Elçilerin İşleri 16:31; 17:30-31). İsa, söylediği sözleri anlamadıkları için inanmayanları azarladı, onlara şöyle dedi: “Kör olsaydınız, günahınız olmazdı, ama şimdi ‘görüyoruz’ dediğiniz için günahınız duruyor” (Yuhanna 9:41).

Kefaret aracılığı ile kurtuluş hakkında çelişkili ya da inanılması güç bir şey yoktur. Müslüman zihninin bu kavram konusunda karşılaşacağı güçlüğün, herhangi başka bir zihnin bu kavram konusunda karşılaşacağı güçlükten daha fazla olmaması gerekir. Bu kavram aslında evrensel bir insan uygulaması ile uyum içindedir. Masumları savunmak için ölenlerin övgüye layık kişiler oldukları düşünülür. Kabileleri için ölen savaşçılara selam durulur. Ülkeleri uğruna ölen askerler onurlandırılırlar. Anne babalar çocukları için öldükleri zaman, en fedakâr ya da en çok seven anne baba olarak adlandırılırlar. İşte İsa’nın yaptığı da tamamen böyledir. Elçi Pav­lus bu konuyu şu şekilde dile getirir: “Bir kimse doğru insan için güç ölür, ama iyi insan için belki biri ölmeyi göze alabilir. Ama… biz daha günahkârken Mesih bizim için öldü” (Romalılar 5:7-8).

Ayrıca, İslam anlayışının içinde bile kurban kanı dökülmesi ile ölüm yer alır. İd kurban (Kurban Bayramı) olarak adlandırılan Müslüman uygulaması, İbrahim’in oğlunu kurban edişini hatırlatan bir koyun kurbanını belirtir. Bazı kişiler için bu, günahların bağışlanması ile bağlantılıdır. Ayrıca, İslam uğruna yaşamlarını feda ederek ölen Müslüman askerler Cennet ile ödüllendirilirler (3:157-58; 22:58-59). Eğer Allah kullarını İslam uğruna ölmeye çağırabiliyorsa, o zaman Tanrı’nın, Oğlunu, Müslümanlar’ın, hatta dünyanın kurtuluşu için ölmeye çağırabilmesi neden bu kadar garip bir şey olarak düşünülsün?

Sonuç

Müslüman zihnindeki Mesih’in dirilişi ile ilgili karmaşa, daha önce üzerinde durduğumuz konudan, O’nun çarmıha gerilerek öldüğünü reddetmelerinden kaynaklanır. İslam’ın Mesih’i reddetmesinin en büyük nedeni, onunla ilgili gerçekleri yanlış anladıkları içindir. Orijinal Eski ve Yeni Antlaşma’ların Tanrı esini olduğuna, İsa’nın bakireden doğduğuna, günahsız bir yaşam sürdüğüne, tanrısal yetki taşıyan öğretişine, ölümüne, nihai dirilişine, göğe alındığına ve ikinci gelişine inandıkları için O’nun Tanrı’nın Oğlu ve dünyanın Kurtarıcısı olduğunu reddetmeleri bir faciadır; bu reddedişleri kabul ettikleri diğer gerçekler arasında kaybolup gider. 42 Elbette, tüm bunların nedeni, Kutsal Kitap’ın güvenilirliğini şanssız bir şekilde reddetmelerinden ortaya çıkar. Belki Kutsal Kitap’ın güvenilirliği ile ilgili asıl temeli daha iyi anlayabilselerdi (bakınız Bölüm 10), kuşkulanan kişilere Kutsal Yazılar’a başvurmaları konusunda ısrar eden Kuran ayetlerini daha ciddiye almak için önlerinde bir yol açılabilirdi:

Eğer sana indirdiğimiz şeyden şüphe içinde isen, senden önce Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyanlara sor. Andolsun ki, sana Rabbin’den hak gelmiştir. O halde, sakın şüphe edenlerden olma! (10:94).


1. Cragg, Jesus and the Muslim, 25-26.

2. Aynı kitapta, 27.

3. Bell, 154.

4. A. R. I. Doi, “The Status of Prophet Jesus in Islam-II,” Muslim World League Journal adlı eserinde (Haziran 1982), 23. Bir başka hadise göre Muhammed şöyle dedi: “Meryem oğlunun aranızda adil bir yargıç, doğru bir imam olarak ortaya çıkması yakındır; o çarmıhı kıracak, domuzu öldürecek ve cizye’yi [inanmayan kişilerin korunmalarını sağlamak için Müslüman yöneticilere ödenen özel bir vergi] kabul ettirecektir.” İbn Teymiyye, 306.

5. Ahmed Zeki Yamani, Watt’da, Islam and Christianity Today ix-x.

6. İbn Teymiyye, 110.

7. Aynı kitapta, 305.

8. Journal of the American Medical Association’daki Mesih’in ölümü ile ilgili konuya bakınız (Mart 21, 1986), 1463.

9. Mufassir, 5.

10. Abdalati, 160.

11. Haykal, 137.

12. Bakınız Doi, 23.

13. Aynı kitapta, 20.

14. Nazir-Ali, 165.

15. Bu konu ile ilgili harika bir tartışma için bakınız Woodberry, 155.

16. Woodberry tarafından aktarılan bir İran gazetesinden alınan bir makale.

17. Ama yine de Müslümanlar’ın çoğu İsa’nın yeryüzüne ilk gelişinde ölmediğine, ama yeryüzüne ikinci gelişinden sonra öleceğine inanırlar.

18. Müslümanlar İsa’nın yalnızca yeryüzüne geri dönüp öldükten sonraki genel dirilişte ölümden dirileceğine inanırlar.

19. Abdül-Hak, 135-36. F. F. Bruce’dan alıntı, Jesus and Christian Origins Outside the New Testament (Grand Rapids: Eerdmans, 1974), 178.

20. Aynı kitapta, 179.

21. Doi,21.

22. J.B.Lightfoot, The Apostolic Fathers, 156f. Hak tarafından alıntı yapıldı, 136.

23. Aynı kitapta, 136.

24. Gary Habermas, Ancient Evidence for the Life of Jesus (Nashville: Thomas Nelson, 1984), 87-118.

25. Tacitus, Annals, 15.44. Bruce tarafından aktarıldı, 22.

26. Justin, First Apology, 35, The Ante-Nicene Fathers, cilt 1, 175.

27. Josephus, Antiquities, 18:3, orijinaline daha çok benzeyen Arapça metinden alıntı, çünkü Josephus yalnızca şunu iddia eder: İsa’nın öğrencileri, İsa’nın çarmıha gerildikten üç gün sonra kendilerine göründüğünü haber verdiler. Bu, daha çok, Hristiyan olmayan Yahudi bir tarihçinin, Whiston’un şu ifadeyi beyan eden çevirisinin benzeri gibidir: “O [İsa] üçüncü gün onlara tekrar dirilmiş olarak göründü.” Bakınız Josephus, Josephus: Complete Works, 379.

28. Michael L. Rodkinson, The Babylonian Talmud, “Sanhedrin,” 43a (Talmud Society, 1918).

29. Bakınız Bruce, 30.

30. Aynı kitapta, 31.

31. Bakınız Abdalati, 160.

32. Bakınız Nazir-Ali, 28.

33. Bakınız Abdalati, 162.

34. İslam’a özgü, gönüllü iş ya da para ile idare edilen sistem ile ilgili Bölüm 7’de bulunan yorumlara bakınız.

35. Hristiyan teolojisi içindeki bu konunun klasik bir tartışması için St. Anselm’in Why God Became Man (Cur Deus Homo) adlı kitabına bakınız

36. Bakınız Abdalati, 160.

37. Geisler ve Nix, Bölüm 21.

38. Bakınız Abdül-Hak, 131.

39. Bakınız, Abdül-Hak, 132

40. Aynı kitapta, 133.

41. Bakınız Abdalati, 159.

42. Stanton, insanın içine nüfuz eden bir anlayış ile şu yorumu yapar: “Tarihin geriye kalan dikkat çekici kural dışılıklarından biri şudur: Mesajının gerçeğini önceki Kutsal Yazıların tanıklığı üzerine bağlayan Arabistan’ın dini dehası, bu Kutsal Yazıların içeriklerini tasdik etmeyi ihmal etmiştir ve izleyicilerini de yıllar boyunca bu ihmale sürüklemiştir” (Stanton, 42).

İki Ana Mezhep: Sünniler ve Şiiler

İslam, Sünniler ve Şiiler olmak üzere iki temel mezhebe ayrılır. Sünniler, büyük bir fark ile tüm Müslümanlar’ın yüzde seksenini ihtiva eden en büyük gruptur. Bu mezhepler ilk olarak birinci Halife’nin ya da Muhammed’in ardılının kim olması gerektiği konusunda ortaya çıkan politik tartışmanın sonucunda ortaya çıktılar. Muhammed, ölmeden önce kendisinin yerine geçecek kişiyi atayamadığı için Sünniler, Muhammed’in ardılının seçilmesi gerektiği kararına vardılar. Öte yandan, Şiiler (Ali’nin grubu), seçilecek olan kişinin Muhammed’in kanından gelmesi gerektiği konusunda ısrar ettiler. Bu ısrarlarının anlamı şuydu: Muhammed’in kuzeni ve damadı olan Ali, Peygamberin ardılı olabilecek olan tek kişiydi. Şiiler bu düşünceleri nedeni ile ilk üç İslam halifesinin yasal olduklarını inkâr ederler ve Ali’yi bilerek onun tanrısal haklarından yoksun bıraktıklarını ileri sürerler.

İslam’daki Şii mezhebinin tarihi gelişmesi ile ilgili unsurların çoğu doğaları itibarı ile politiktirler. Fazlur Rahman, bu konu ile ilgili düşüncelerini şu şekilde ifade eder: “Bu nedenle, Şii mezhebinin, İslam’ın erken döneminde görülen sosyal ve politik alanlardaki hoşnutsuzluğu örten bir olgu olarak geliştiğini anlarız. Güneyde yaşayan Araplar, Şii mezhebini kuzeyde yaşayan Araplara karşı duydukları gururu ve bağımsızlıklarını öne sürmek için bir dış görünüş olarak kullandılar. Irak’ın karışık nüfusu içinde, Şii mezhebi durumlarından hoşnut olmayan Perslilere yarar sağladı ve bu mezhebin kültürel ve ulusal açıdan Persliler için aşırı bir akım haline gelmesine katkıda bulundu.” 1

Şii düşüncesinin ana motifi, Ali’nin oğlu ve Muhammed’in torunu olan Hüseyin’in kötü İslam yönetiminin askeri bölükleri tarafından Kerbela savaşı esnasında vahşi bir şekilde şehit edilmesi sonucu ortaya çıktı. Rippin ve Knappert, Hüseyin’in şehit edilmesinin İslam kültürü içindeki önemini şu şekilde açıklarlar:

Savaşlar ve Hüseyin’in öldürülmesi ile ilgili öyküler tüm Şii dünyasında anlatılırlar ve bu öyküleri dinleyen ve onlara katılmış olan kişiler gözyaşlarını tutamazlar… Her yıl, Hüseyin’in milyonlarca sadık izleyicisi Irak, İran, Pakistan, Hindistan ve Doğu Afrika’da cereyan eden üzücü olayların anısını yad etmek için ağıt yakma törenleri düzenlerler. Kerbela’daki mozolenin (sanat ile süslenmiş büyük türbe) bir kopyası etrafta dolaştırılır ve ağıt yakanlar ilahiler söylerler ve alayın geçişi ile bunu izleyen camideki gece boyu süren toplantı sırasında ezberden dualar okurlar. Bu süreç esnasında kişilerin kendilerini kamçıladıkları sık görülen olaylardandır.

Hüseyin’in ‘kurban edilmesi’, İbrahim’in Tanrı’ya itaat ederek oğlunu kurban etmeye hazır olması ile kıyaslanır ve bu kurban, aşure günü ile aynı günde bir koyunun boğazlanması ile kutlanır. Bu düşünce, Hristiyanlıkta, aynı zamanda İbrahim tarafından boğazlanan kuzu ile kıyaslanan İsa’nın çektiği acılara benzetilen paralelliğin de altını çizer. 2

Sünniler ve Şiiler arasında yukarıda belirtilen politik farklılıklara ek olarak, aynı zamanda temel teolojik farklılıklar da mevcuttur. Önde gelen Şii teologlarından biri olan Hasan İbn Yusuf’un (M.S. 1326) iman ikrarını temel alan Williams, aşağıda özet halinde sunulan öykü içindeki teolojik farklılıkların bazılarını şöyle açıklar:

Onlar [Şiiler], teolojik olarak Mutezili rasyonalistlerdir, Kuran’ın yaratılmış olduğuna inanırlar ve onlara göre Tanrı, özü itibarı ile iyi olduğu için kötülük yapamaz. Tanrı, insanı özgür irade ile yaratmıştır… ama insana rehberlik eder, onu tek başına bırakmaz; peygamberlerin kitapları bu nedenle gönderilmişlerdir. Böyle bile olsa, İslam mezheplerinin resmen ve açıkça söyledikleri gibi, yine de zihin karmaşaları yaşanır, bu yüzden Tanrı, Peygambere ek olarak insana dini konularda hata yapmayacak bir rehber vermiştir. Bu rehber İmam’dır. O zaman bu durumda belirgin olan şudur; İmamların seçimi insan hatasına teslim edilemeyecek bir konudur ve bu yüzden imamlar Tanrı tarafından doğdukları andan itibaren atanırlar. Gerçek İmamlar el-Hüseyin aracılığı ile Ali’nin soyundan doğrudan gelenlerdir… [Şiiler], gizleme (gayba) ve geri dönüş (ra’ja) öğretişlerine inanırlar. İmamlar soyunun on ikincisi, düşmanlarının öne sürdüğü gibi, ölmedi, ama aynı Kuran’da sözü edilen İsa gibi Tanrı tarafından insanların gözleri önünden alındı ve gizlendi. O, Mehdi olarak yeryüzüne geri dönecektir; Mehdi, dinin zaferini ilan edecek ve son yargı haberini verecek olan beklenen kurtarıcı ile ilgili figürdür. 3

Sufizm-İslam Gizemciliği (Tasavvuf)

Sufiler, İslam’ın mistik kanadında yer alırlar. Sufizm, Müslümanlar’ın Tanrı ile doğrudan kişisel bir ilişki ve O’nun tanrısal sevgisinin ardından gittikleri, İslam inancının rağbet gören bir koludur. Bu akımın kökleri İslam tarihinin ilk dönemlerine uzanırlar. Abdül-Hak bu konuda şunları yazar:

İlk Müslümanlar’ın çoğu, yüreklerinin öylesine paslı olduğunu hissettiler ki, bir inanç ölçüsü olarak münzevi bir yaşam sürmeye ve kendilerinden vazgeçmeye sığındılar. İslam’ın ilk yüzyılı, Pers ülkesi, Mezopotamya, Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika’daki geniş bir Müslüman imparatorluğuna temel oldu… Cariyeler ve köleler ile atalarının bilmediği lüks bir yaşam tarzına sahip oldular. Bu yeni zengin yaşam biçimi, fethedilen ülkelerden alınan vergiler ve süre gelen askeri seferlerin sağladığı ganimetler ile desteklendi. Ancak bu topluluk içinde bu, insanları genel olarak etkileyen ve giderek artan dünyasallıktan hoşnut olmayan kişiler de mevcuttu… Bu kişiler, İslam’ın dünyasallaştırılmasına karşı itirazda bulunmaya ve buna karşı çıkmaya başladılar. Bu konudaki görüşlerini beyan etmek için Süryani Hristiyan rahiplerinin kalın ve kaba giysilerini giymeye başladılar; kaba yünden dokunan bu giysilere “suf” denirdi. Bu nedenle, zaman içinde “Sufiler” olarak adlandırıldılar. 4

Abdül-Hak’ın yargısını kabul eden Avrupalı İslamcı Dermenghem aynı zamanda şunları yazar, “Sufizm, aynı zamanda hem yasal biçimciliğe hem de fetihler sonucu ortaya çıkan dünyasallığa karşı yapılan bir protestoyu temsil eder. Sufizm, yüreğin dinine ve Tanrı’nın sevgisine ve tefekkür ve münzeviliğin değerlerine öncelik verir.” 5

Tarihi açıdan Sufizm, İslam’ın yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Ünlü bir İslam bilgininin işaret ettiği gibi, “İslam uluslar arası ve evrensel bir din olmasını gizemcilik yönüne borçludur.” 6

Sufizm, dini çekiciliği ve hizmet başarısına ek olarak, İslam tarihindeki El-Gazali, İbn Rüşt (Averroes), İbn Sina (Avicenna), el-Kindi ve el-Farabi gibi felsefe ve edebiyat alanının en büyük dehalarının bazılarını da yetiştirmiştir. 7

Müslüman dünyasındaki aşırı İslam tutuculuğunun son zamanlarda yükselmesine rağmen, şu noktaya dikkat çekilmesi önem taşır; Sufizm, yalnızca gerilememek ile kalmamış, ama aslında yeni bir dayanak bulmuştur. 8 Uzun süre Pakistan’da kalmış bir misyoner olan Phil Parshall, şu sözleri ile bu konuda daha da ileri gider: “Tüm Müslümanlar’ın yüzde yetmişinin İslam içinde var olan Sufi düzeninden haberdar oldukları hesaplanmıştır.” 9

Sufizm Öğretişleri

Şu gerçeği kabul etmemiz gerekir: “Sufizm ne teorilerinde ne de uygulamalarında yapı itibarı ile birbirine benzeyen, kapalı bir sistem sunmaz. Hatta genel hedeflerin tanımlanması ile ilgili dahi kesin bir fikir birliği yoktur.” 10 İslam’ın bu önemli kolu hakkında yaptığımız inceleme yalnızca Sufizm’in en temel ve herkes tarafından kabul edilen kavramları ve uygulamalarının bazıları ile ilgili kısa bir tartışma ile tamamlanacaktır.

Sufi öğretişinin çoğunun İslam’ın en temel öğretişlerinin bazıları ile doğrudan çelişmesi, zihin karıştırıcı ama temeli iyi olan bir gerçektir. İslam’da Tanrı’nın mutlak üstünlüğü ve yüceliği ile ilgili sağlam bir inanç mevcuttur; Sufizm’de, “Tanrı her şeydedir ve her şey O’ndadır. Görünen ve görünmeyen tüm varlıklar O’ndan çıkarlar ve O’ndan bağımsız değildirler.” 11 Tanrı hakkındaki bu Sufilere özgü anlayış bir başka sapkın anlayışa yol açar: İnsan Tanrı’nın varlığının içine nüfuz ederek tanrılığı elde edebilir.

Sufizm’in bu Neo-Platonik ve kamutanrısal (panteistik) öğretişi, insanı nihai hedefinin, Tanrı’nın varlığına insan kişiliğinin nüfuz edişi olarak tanımlar ve bu öğretişe fanna (yok etme) adı verilir. Bir Sufi bu düşünceyi aşağıda belirtilen şu şekilde açıklar: “Geçici olan sonsuz olan ile birleştiği zaman, varlığı yok olur. Ama Allah’tan başka hiçbir şeyin var olmadığı noktasına ulaştığınız zaman, Allah’tan başka hiçbir şey işitmez ve görmezsiniz; siz, kendinizin O olduğunun farkına vardığınız zaman, O’nunla aynı olduğunuzu anladığınız zaman, O’ndan başka var olan hiçbir şey mevcut değildir.” 12

Bu tür Sufi düşünceleri, özellikle İslam şiirinin çoğunda yaygın olarak görülür. Celal el-Din Rumi (M.S. 1273), Sufi şairlerin en ünlüsüdür ve şunları yazar: “Başlangıçta benim ve sizin canlarınız birdi; benim görünmem ve sizin görünmeniz, benim kaybolmam ve sizin kaybolmanız… Benimki ve sizinki olarak konuşmak yanlış olurdu; ben ve siz aramızda var olmaya son verdik.” 13 Benzer şekilde Sufiler, bireyin Müslüman tasavvufu edebiyatında Tanrı ile özdeşleştiğini iddia ederler. 14

Bir Sufi, fanna’ya ulaşmak için ruhsal gelişimim çeşitli aşamaları aracılığı ile yapılan ve yaşam boyu süren bir yolculuğa katlanmak zorundadır. Bu ruhsal yolculuğun bir pir’in (Sufi düzeninde mutlak nihai aşama olan fanna’ya “varmış olan” önder) rehberliği yönetiminde gerçekleşmesi gerekir, ve bir pir’i izleyen kişiye mürid (izleyici) adı verilir.

Popüler İslam’da pirler, Tanrı ve insan arasındaki aracılar olarak görülürler ve genellikle doğaüstü ve mucizevi muhteşem güçlere sahip olduklarına inanılır. Sufi’nin belirli bir düzenin (tarikat) piri’ne olan bağılılığının bir sonucu olarak, Sufiler genelde Kuran’a ya da Muhammed’in sünnetlerine yasal bir itaat göstermeyi önemsemezler. Sufiler için önemli olan, “Tanrı ile kişisel bir ilişki, yaşam için gerçekten gerekli bir şeydir.” 15

Diğer Küçük Mezhepler

Büyük Müslüman mezheplerine ek olarak çeşitli küçük mezhepler bulunur. Öncelikle Suudi Arabistan’da var olan Vahabiler, yasacılık açısından güçlü bir gruptur ve Sünnilerin köktendinci bir kanadını oluştururlar. Usame bin Ladin bir Vahabi idi. Dürzi mezhebi, öncelikle Lübnan, Suriye ve kuzey Filistin’de yerleşmiştir. Alevi mezhebi, daha çok Suriye’de yaşadı. Ahmediye mezhebi, Pakistanlı sapkın bir Müslüman grubudur; kurucuları Mirza Ghulam Ahmad vaat edilen Mehdi ve Mesih olduğunu iddia etti. Bu mezhepteki kişiler aynı zamanda İsa’nın, çarmıha gerilmekten kaçtıktan sonra Keşmir’e gittiğine ve Şirinagar’da öldüğüne inanırlar. Aynı zamanda Mesih’in bakireden doğduğunu ve günahsız bir doğaya sahip olduğunu da inkâr ederler. Mesih’in Muhammed üzerinde hiçbir üstünlüğü olmadığını ileri sürerler. Ahmediye grubu, Batı’daki en aktif Müslüman misyoner grubudur.

İslam, bu büyük ve küçük mezheplerin ötesinde başka iki din daha ortaya çıkartmıştır: Hindistan’da Sih mezhebi ve Bahai olarak adlandırılan çeşitli sistem ve kaynaklardan derlenmiş olan bir başka din; Bahailer, Bahaullah adlı bir peygamber ile övünürler ve onun Muhammed’den üstün olduğuna inanırlar ve tüm dünyaya yayılmış tapınakları vardır.

Louis Farrakhan tarafından yönlendirilen İslam Ulusu, ortodoks İslam tarafından bir sapkınlık olarak görülür, çünkü Muhammed’den sonra Saygın İlyas Muhammed adlı bir peygamberin varlığını iddia ederler (Bakınız Ek 6).


1. Rahman, Islam, 171.

2. Rippin ve Knappert, Textual Sources for the Study of Islam, 21-22.

3. Williams, 224-25. İslam’daki Şii mezhebinin çeşitli görünümlerinin kısa ama bilimsel nitelik taşıyan konusu ile ilgili Goldziher’e bakınız, 167. İslam’daki Şii mezhebi hakkında Şiili bilginler tarafından yazılmış olan son uygun iki eser için bakınız: Moojan Momen, An Introduction to Shi’ite Islam: The History and Doctrins of Twelver Shi’ism (New Haven: Yale University Press, 1985); ve Abdülaziz Sachedina, Islamic Messianism: The Idea of Mahdi in Twelver Shi’ism (Albany, N.Y.: State University of New York Press, 1981).

4. Abdül-Hak, 168-69.

5. Dermenghem, 72.

6. Bakınız Wiliams, 137. Aynı zamanda bakınız Phil Parshall, Bridges to Islam (Grand Rapids: Baker, 1983), 31-37.

7. Bakınız Dermenghem, 74; ve Williams, 155-68.

8. Siyasi bir bilim adamı ve Sufizm alanında bir otorite olan Profesör Yusuf İbiş’in yorumlarına bakınız, Waddy, 151-52.

9. Bakınız Parshall, 37.

10. Bakınız Goldziher, 146.

11. Parshall, 53.

12. Bakınız Goldziher, 144.

13. Bakınız Goldziher, 135. Sufi şiirinin diğer kısa örnekleri için, bakınız Williams, 155-68.

14. Bu konudaki tartışma ile ilgili harika bir örnek için bakınız Richard Gramlich, “İslam Tektanrıcılığının Tasavvuf Boyutları”, Schimmel ve Falturi’de, 136-48. Bu tür bir iddianın klasik bir örneği, onuncu yüzyıl gizemcilerinden El-Hallajç’da görülür; El-Hallaç, “En el-hak (Ben Gerçeğim)” dediği için Müslüman yetkililer tarafından öldürüldü.

15. Bakınız Parshall, 8. Parshall’ın Sufizm ve folk İslam’a olan davranışı bu konudaki en harika analizdir.

“İslam” sözcüğünün anlamı, Tanrı’nın isteğine boyun eğmektir. Boyun eğen kişi bir “Müslüman” ya da boyun eğmiş kişi olarak adlandırılır. Bu teslimiyet hem inançları (iman) hem de uygulamaları (deen) kapsar. Temelde bir Müslüman tek Tanrı’ya, peygamberlere (kendi son peygamberi Muhammed dahil olmak üzere), meleklere, Kuran’ın Tanrı Sözü olduğuna ve kıyamet gününe (ve bugünü izleyecek olan cennete ve cehenneme) inanır. Bu konular daha önce bazı ayrıntılar ile birlikte gözden geçirilmişlerdir (1-6 numaralı Bölümlerde).

Biz burada kısaca Müslümanlığın temel zorunluluklarını ya da uygulamalarını ana hatları ile kısaca dile getireceğiz:

* Kelime-i Şehadeti ezberlemek. Bu ifade, iman ikrarını ezberleyerek yapılan “tanıklık etme” anlamına gelir; Allah vardır, ve Muhammed O’nun elçisidir.” Bu sözleri içten bir yürek ile söylemek, bir Müslüman olmak için yeterlidir.

* Namaz kılmak. Müslümanlar namazları tek başlarına ya da toplu halde kılabilirler. Cuma günleri öğle saatinde Müslümanlar’dan camide toplu olarak namaz kılmaları talep edilir. Kuran’daki buyrukları izleyen Müslümanlar günde beş vakit namaz kılmaya çağrılırlar. Bu namazlar Müslüman ülkelerde daha yaygın olarak uygulanırlar.

* Oruç tutmak (savm). Muhammed’in izleyicileri ona Kuran’ın indirilişini dokuzuncu kameri ay olan Ramazan ayında oruç tutarak yad ederler. Bu Ramazan ayının tamamı boyunca kendilerinden gün doğumundan gün batımına kadar yiyecek ve içecekten uzak durmaları beklenir. Ama gün batımından gün doğumuna kadar yemek ve içmek için izinleri vardır.

* Sadaka vermek (zekat). Müslümanlar gelirlerinin kırkta birini (yüzde iki buçuğunu) yardım olarak vermek zorundadırlar. Bu zekat, öncelikle yoksul ve ihtiyaç sahibi olanlara verilir.

* Hacca gitmek. Yaşamı boyunca bir Müslüman’ın en az bir kez Mekke’ye (Arabistan’da) bir yolculuk yapması gerekir, bu yolculuğu yapacak kişinin fiziksel ve ekonomik olarak yolculuğa uygun olması gerekir. Hac ziyareti yapan her kişi ihram denilen beyaz bir elbise giymelidir. Herkesin aynı giysiyi taşımasının gerekmesinin nedeni, hac esnasında tüm sınıf ve statü farklılıklarının ortadan kaldırılması içindir. Yolculuk genellikle bir ya da daha fazla, hatta bazı durumlarda bir ay bile sürebilir, çünkü yolculuk esnasında ziyaret edilmesi gereken pek çok kutsal yer vardır. Bu yolculuğu yapmış kişi, hacı olarak çağırılma unvanını elde eder.

Müslümanlar genellikle İslam öğretişini savunmak amacı ile Barnabas İncili’nden alıntı yaparlar. Aslında Barnabas İncili Müslüman ülkelerinde çok satan bir kitaptır. Yusuf Ali, Kuran hakkındaki yorumunda Barnabas İncili’ne işaret eder. 1 Suzanne Haneef, İslam hakkındaki bibliyografyasında notlar ile açıklamalarda bulunur ve Barnabas İncili’ni şu sözleri ile hararetle tavsiye eder: “Barnabas İncili diri İsa’nın portresini, kendisine emanet edilen görevi ve karakteri açısından çok canlı bir şekilde çizer, öyle ki, bu konuda diğer dört Yeni Antlaşma müjdesinden çok daha başarılıdır.” Barnabas İncili’ni, “gerçeği arayan herkesin okuması elzem olan bir kitap” olarak adlandırır. 2 Tipik Müslüman iddialarından birini Muhamad Ata ur-Rahim ileri sürer ve şu konuda ısrar eder: “Barnabas İncili, İsa’nın bir öğrencisi tarafından yazılan ve bozulmadan kalmış, bilinen tek Müjdedir. …M.S. 325 yılına kadar İskenderiye’deki kiliselerde doğruluğu onaylanan bir Müjde olarak kabul edildi.” 3 M. A. Yusseff adlı bir başka Müslüman yazar, kendinden çok emin şekilde şu iddiada bulunur: “Orijinallik ve güvenilirlik açısından diğer hiçbir İncil, Barnabas İncili’nin yanına dahi yaklaşamaz.” 4

Saygı gören bilginler, Barnabas İncili’ni özenle incelediler ve kesinlikle onun doğruluğu ve güvenirliliği ile ilgili hiçbir temel bulmadılar; bu gerçek göz önüne alındığı zaman, yukarıdaki ifadeler çelişkili ve gariptirler. J. Slomp, İslamochristiana adlı bir yazısında kanıtları tekrar gözden geçirdikten sonra şu sonuca vardı: “Benim görüşüme göre bilginler tarafından yapılan araştırma bu ‘müjdenin’ (incilin) sahte olduğunu kesinlikle kanıtlamıştır. Aynı zamanda bu görüşe pek çok sayıda Müslüman bilgini de sahiptir.” 5 Barnabas İncili’nin Oxford baskısının sunuşunda, Longsdale ve Ragg, vardıkları sonucu şöyle belirttiler:

“Doğru tarihi, ilk yüzyıldan çok on altıncı yüzyıla yakındır.” 6 Jomier de aynı şekilde klasik eserinde, kendi görüşünü hiç kuşkuya yer vermeksizin göstererek şöyle kanıtladı: “G. B. V. [Gospel of Barnabas Viennea ms. – B.İ.V. Barnaba İncili Viyana] İslam’a uyarlanmış geç bir ortaçağ müjdesi sahtekârlığıdır.” 7

Bu eserdeki merkez düşüncelerden biri, temel bir Müslüman iddiası ile uyumludur, yani, İsa çarmıhta ölmedi. Bunun yerine, bu kitap Yahuda İskaryot’un İsa’nın yerine geçtiğini (kısım 217) yazar. Bu görüş pek çok Müslüman tarafından kabul edilmiştir, çünkü onların büyük çoğunluğu çarmıhta İsa’nın yerine başka birinin geçtiğine inanırlar.

Eksik Olan Güvenilirliğin Kanıtı

Biz burada Barnabas İncili’nin güvenilirliği ile ilgileniyoruz. Yani, bu İncil, ilk yüzyılda Mesih’in bir öğrencisi tarafından mı yazılmıştır? Kanıtlar kesinlikle bu soruya olumsuz yanıt vermektedir.

Her şeyden önce, bu İncil ile ilgili ilk referans, Decretum Gelasi­anum (Gelasyan Buyruğu, Papa Gelasius tarafından, M.S. 492-95) beşinci yüzyıla ait bir eser ile ortaya çıkar. Ancak bu referans bile kuşku duyulan bir referanstır. 8 Ama her şeye rağmen bu referansın varlığı ile ilgili orijinal dilde hiçbir el yazması belge mevcut değildir! Slomp, hiç çekinmeden şöyle der: “G.B.V.’nin –Barnabas İncili Viyana– ile ilgili hiçbir metin bağlantısı yoktur.” 9 Bunun aksi olarak, Yeni Antlaşma kitapları, M.S. ikinci ve üçüncü yüzyıllarda başlayan yaklaşık 5.700 Grekçe el yazması belge tarafından doğrulanırlar (bakınız Bölüm 10).

İkinisi, L. Bevan Jones şunu belirtir: “Barnabas İncili’nin ilk hali bizim tarafımızdan bir İtalyan el yazması olarak bilinir. Bu el yazması bilginler tarafından yakından analiz edilmiştir ve on beş ya da on altıncı yüzyıllara ait olduğuna karar verilmiştir, örneğin, Bar­nabas’ın zamanından 1400 yıl sonra. 10 Bu İncili savunan Muham­mad Ata ur-Rahim gibi Müslüman savunucular bile, 1500’lü yıllardan önce Barnabas İncili’nin el yazması belgeleri olmadığını itiraf ederler.

Üçüncüsü, bu müjdenin günümüzdeki Müslüman savunucular tarafından yaygın bir şekilde kullanıldığıdır, ama yine de on beşinci ya da on altıncı yüzyıldan önce Barnabas İncili hiçbir Müslüman yazar tarafından referans olarak verilmemiştir. Ama eğer Barnabas İncili var olsaydı onu kullanacakları kesindi. Ragg’ın bu konudaki gözlemini aktaralım: “Barnabas İncili’nin Arapça dilinde var olup olmadığı varsayımına karşı ileri sürmemiz gereken kanıt, Müslümanlar’ın polemik edebiyatı içindeki böyle bir İncil hakkında tamamen sessiz kalmalarıdır. Bu konu, Steinschneider’in özel bir konudan söz eden yazısında (monografi) hayranlık uyandıracak bir bilgi ile ifade edilmiştir.” 11

Ragg böyle bir esere –eğer var olmuş olsaydı– hiç kuşkusuz işaret edecek olan kitaplar yazmış pek çok Müslüman yazar bulunduğunu söyleyerek sözlerine devam eder – örneğin, İbn Hasm (d. Hicri 456), İbn Teymiye (d. Hicri 728), Ebu’l-Fadıl el Su’udi (hicri 942 yılında yazdı), ve Hajji Halifa (d. Hicri 107). Ama bunlardan hiç­biri, ya da başka herhangi biri, Müslümanlar’ın ve Hristiyanlar’ın yoğun bir tartışma içinde bulundukları yedinci ve on beşinci yüzyıllar arasındaki dönemde değillerdir.

Dördüncüsü, Hristiyan kilisesinin ne babası ne de öğretmeni hiçbir zaman on beşinci yüzyıldan bir alıntı yapmadı. Eğer Barnabas İncili güvenilir bir kitap olarak düşünülmüş olsaydı, Kutsal Yazılar’ın doğruluğu kanıtlanmış tüm diğer kitapları gibi Barnabas İncili de bu uzun zaman dönemi sırasında bazı Hristiyan öğretmenler tarafından pek çok kez kullanılacağı kesindi. Bütün bunların ötesinde eğer bu müjde güvenilir ya da güvenilmez olarak var olmuş olsaydı, bu İncil’den kesinlikle biri tarafından alıntılar yapılırdı. Ama hiçbir kilise babası onun bin beş yüz yıldan fazla bir zaman içindeki sözde varlığından alıntı yapmadı!

Beşincisi, Barnabas İncili, bazen ilk yüzyıldaki, Epistle of [Pseudo] Barnabas (M.S. 70-90) adlı, tamamıyla farklı bir kitap ile karıştırılır. 12 Müslüman bilginler bu yüzden daha erken bir tarihin söz konusu olduğu hakkında sahte bir destek ileri sürerler. Muhammad Ata ur-Rahim iki kitabı birbirine karıştırır, ve bu yüzden Barnabas İncili’nin M.S. ikinci ve üçüncü yüzyıllarda dağıtıldığı iddiasında bulunarak hataya düşer. Bu hata çok ciddidir, çünkü Muhammad Ata ur-Rahim “Altmış Kitap” içinde “Sıra No. 18 Barnabas’ın Mektubu… Sıra No. 24. Barnabas İncili” olarak farklı kitaplar ha­linde sıralandıklarını kabul eder. 13 Hatta bir yerde Rahim, Barna­bas İncili’nin varlığına kanıt olarak “Barnabas Mektubu” adı ile bile alıntı yapar! 14

Bazı kişilerin Barnabas tarafından kullanılan bir müjdenin referansını yanlış anladıkları bile sanılır; apokrif Barnabas’ın İşleri (M.S. 478) adlı kitabın, Barnabas’ın İncili’ne işaret ettiğini düşünürler. Ama yine de bu düşüncenin, alıntının da açıkladığı gibi tamamen sahte olduğu açıktır: “Barnabas, çalışma arkadaşı Matta’dan bize gelen Müjdeyi açtıktan sonra Yahudiler’e öğretmeye başladı.” 15 Bu vurgulanan ifadeyi özellikle atlayarak, bir Barnabas İncili var olduğu izlenimi verildi.

Altıncısı, apokrif Barnabas İncili’nin mesajı, güvenilirliğini destekleyen beş binin üzerinde el yazmasına sahip ilk yüzyıl belgeleri, yani Yeni Antlaşma tarafından tamamen yalanlanır. Örneğin, İsa’nın Mesih olduğunu iddia etmediği ve çarmıhta ölmediği ile ilgili öğretiş, tanıklar ve ilk yüzyıla ait belgeler tarafından tamamen yalanlanır (bakınız 10 ve 11. Bölümlerimiz).

Yedincisi, Barnabas İncili’nin güvenilirliğini hiçbir Müslüman’ın kabul etmemesi gerekir, çünkü Barnabas İncili’nin, İsa’nın Mesih olduğunu iddia eden Kuran ile çeliştiği aşikârdır. İleri sürülen iddia şudur: “İsa itiraf etti, ve gerçeği söyledi; ‘Ben Mesih değilim… Ben İsrail evine bir kurtuluş peygamberi olarak gerçekten gönderildim; ama Mesih benden sonra gelecek” (kısımlar 42,48). Bu ifadeler, İsa’yı sürekli Mesih olarak adlandıran Kuran ifadeleri ile tamamen karşıttır (5:19, 75).

Sekizincisi, bu konu ile ilgili kesin referanslar veren Suzanne Haneef gibi Müslüman bilginler bile “bu kitabın doğruluğunun sorgusuz sualsiz bina edildiğini” ve “İsa’nın yaşamı ile ilgili apokrif bir öykü olduğunu kabul etmek zorundadır.” 16 Diğer Müslüman bilginler de Barnabas İncili’nin güvenilirliğine karşı kuşku duyarlar. 17 Çünkü kitabın içeriğinde on dördüncü yüzyıldan önce yazılmadığını açıklayan Batı Avrupa’daki orta çağ yaşamına ilişkin tarih hataları ve tanımlamalar yer alır. Örneğin, kitapta her yüzyılda bir gelen ellinci yıldönümünden söz ederken, bu dönemden önce uygulandığı gibi, ellinci yıl olarak belirtilmez (Barnabas İncili, 82). Bu ellinci yıldönümünü her yüzyılda bire değiştirmek için verilen papalığa ait beyan M.S. 1343 yılında kilise tarafından yapıldı. Origins and Sources of the Gospel of Barnabas (Barnabas İncili’nin Orijinleri ve Kaynakları) adlı eserinde John Gilchrist, şu sonuca varır: “Bu dikkat çekici rastlantı için ancak tek bir çözüm söz konusu olabilir. Barnabas İncili’nin yazarı İsa’dan bahsederken, ellinci yıldönümünden yalnızca ‘her yüzyılda bir’ gelen bir yıldönümü olarak alıntı yaptı, çünkü Papa Boniface’nin buyruğundan haberdardı.” John Gilchrist sözlerine şunları ekledi: “Ama Papa ile aynı zamanda ya da biraz daha sonra yaşamadıysa, nasıl olur da bu buyruktan haberdardı? Bu konu, belirgin bir tarih hatasını ortaya koyar ve bizi şu sonuca varmaya zorlar: Barnabas İncili, Mesih’ten sonraki dördüncü yüzyıldan daha erken yazılmış olamazdı.” 18 Önemli tarih hatalarından biri, Barnabas İncili’nin Kutsal Kitap’ın Roma Katolik Latin Vulgata (Kutsal Kitap’ın dördüncü yüzyıl sonunda Hieronymus tarafından yapılan Latince tercümesi) çevirisinin metnini kullandığı gerçeğidir (M.S. dördüncü yüzyıl), Bar­nabas’ın, bunu, M.S. ilk yüzyılda yazdığı varsayımı, gerçeği değiştirmez. Tarih hataları ile ilgili diğer örnekler için şu gibi konulara değinebiliriz: Efendisine mahsulünün payından borçlu olan bir köle (Barnabas İncili, 122), orta çağ derebeylik dönemine ilişkin bir örnek; tahta şarap fıçıları ile ilgili bir referans (aynı kitapta, 152), Filistin’de kullanılan şarap tulumlarının aksine şarap fıçıları; ve bir orta çağ dava süreci (aynı kitapta, 121).

Dokuzuncusu, Jomier, Barnabas İncili’nde bulunan pek çok hata ve abartıların bir listesini yapar. Bu hatalar tarihle ilgilidir, örneğin, “Pilatus, M.S. 26 ya da 27 yıllarına kadar vali olmamasına rağmen, İsa, Pilatus’un valiliği döneminde dünyaya geldi.” 19 Aynı zamanda bu kitapta coğrafi hatalar da mevcuttur. Örneğin, Bölüm 20, Nasıra deniz kıyısında bulunmayan bir yerleşim merkezi olmasına rağmen, “İsa’nın Nasıra’ya yelkenli bir tekne ile gittiğini” belirtmektedir. 20 Barnabas İncili’nde aynı şekilde, abartılı bilgiler de yer almaktadır, örneğin 17. Bölümde İzebel tarafından öldürtülen peygamber sayısı 144.000 iken 18. Bölümde ölen peygamber sayısı 10.000’dir. 21

Onuncusu, Slop’a göre, “Jomier’in incelemesi, Barnabas İncili’ni yazan kişinin büyük olasılıkla din değiştirmiş bir Müslüman yazar olduğunu ve bu konuda hiçbir kuşkuya yer vermeyen kanıtların tüm metin boyunca var olması kitapta pek çok İslam unsuruna yer verildiğini ortaya koydu.” Bu tür on dört unsur belirtilir. Örneğin, Jomier, İsa’nın vaaz verdiği söylenen tapınağın “zirvesi” sözcüğünün, Arapça’ya camilerde kullanılan bir platform olan dikka sözcüğü ile tercüme edildiğini belirtir. 22 Aynı zamanda İsa için de yalnızca İsrail halkına gönderildiği söylenir, ama Muhammed “tüm dünyanın kurtuluşu için gönderildi” (Bölüm 11). Son olarak, İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olarak inkâr edilmesi Kuran’a özgü bir inkârdır, İsa’nın vaazı da Tanrı’ya ve onun kutsal Peygamberine övgüler sunarak başlayan bir Müslüman hutbe’si gibi şekillendirilmiştir (Bölüm 12). 23

Özetlenecek olursa, Müslümanlar’ın, Barnabas İncili’ni kendi öğretişlerini desteklemek için kullanmaları bu kitabı desteklemek için gerekli kanıtı sağlamaz. Aslında, Barnabas İncili’nin öğretişleri Kuran’ın öğretişlerine dahi karşıttır. Bu kitap, İsa hakkındaki gerçeklerin ilk yüzyıla ait güvenilir bir öyküsünü aktarmaktan çok uzaktır ve yalnızca geç ortaya çıkan bir ortaçağ uydurmasıdır. Mesih’in yaşamı ile ilgili tek güvenilir ilk yüzyıla ait kayıtlar yalnızca Yeni Antlaşma’da bulunurlar ve Yeni Antlaşma Barnabas İncili’nin öğretişine kategorik olarak karşıttır. Bu “İncil” ile ilgili daha ayrıntılı bir eleştiri için okuyucu David Sox’un The Gospel of Barnabas (Barnabas’ın İncili) adını taşıyan harika kitabına başvurması gerekir. 24


1. Yusuf Ali, The Meaning of the Glorius Qur’an, 230.

2. Hanef, 186.

3. Muhammad Ata ur-Rahim, Jesus, A Prophet of Islam (Karaçi, Pakistan: Begüm Ayşe Bawany Wagf, 1981), 41.

4. M. A. Yusseff, The Dead Sea Scrolls, The Gospel of Barnabas ve the New Testament (Indianapolis: American Trust Publications, 1985), 5.

5. J. Slomp, “The Gospel in Dispute,” Islamochristiana (Roma: Pontificio Instituto di Saudi Arabi, 1978), cilt. 4, 68.

6. Longsdale ve Luara Ragg, The Gospel of Barnabas (Oxford: Clarendon Press, 1907), xxxvii.

7. J. Jomier, Mısır: Reflexions sur la Recontre al-Azhar (Vatican au Caire, avil 1978), alıntı Slomp tarafından yapılmıştır, 104.

8. Slomp, Barnabas İncili hakkında kuşku uyandıran bu referans ile ilgili çeşitli gerçekler belirtir. İlki, yalnızca adından söz edilmesidir. Barnabas İncili’nin bu döneme ait hiçbir içeriği ya da el yazması yoktur. İkincisi, Barnabas İncili’nden kilise tarafından reddedilen sahte bir kitap olarak bahsedilmesidir. Üçüncüsü, “Gelasyan Buyrukları matbaanın icadından hemen sonra yayınlandılar ve bu nedenle pek çok kütüphanede mevcutturlar.” Ayrıca Jomier şuna inanır: “Sahte imza atan biri, bu buyruklara kolayca ulaşabilir ve kendi kitabına aynı gerçeklik ve saygınlık havasını vermek için bu unvana sahip çıkabilirdi” (alıntıyı yapan Slomp, 74).

9. Aynı kitapta,

10. L. Bevan Jones, Christianity Explained to Muslims, gözden geçirilmiş baskı (Kalküta: Baptist Mission Press, 1964), 79.

11. Longsdale and Ragg, xlviii. Steinschneider’in monografisi Abhandlungen für die Kunde des Morgenlandes olarak listelendi.

12. Bakınız Slomp, 37-38.

13. Bakınız Ata ur-Rahim, 42-43.

14. Aynı kitapta, 42.

15. Bakınız Slomp, 110 vurgulama bize aittir.

16. Suzanne Haneef, şu iddiayı ileri sürer: “Barnabas İncili, sapkın bir belge olarak baskı gördüğü için yüzlerce yıl dünya tarafından bilinmedi. Ama onun sapkın bir belge olduğuna dair en ufak bir belgesel kanıt bile mevcut değildir. Aslında, Barnabas İncili altıncı yüzyılda ilk kez ortaya çıkmadan önce hiç kimse ondan haberdar bile değildi.

17. Bakınız Slomp, 68.

18. John Gilchrist, Origins and Sources of the Gospel of Barnabas (Durban, Güney Afrika Cumhuriyeti: Jesus to the Muslims, 1980), 16-17.

19. Bakınız Slomp, 9.

20. Aynı kitapta.

21. Aynı kitapta.

22. Aynı kitapta.

23. Aynı kitapta.

24. Sox.

Bu ek, genellikle İslam’a özgü kitap ya da tartışmalarda karşımıza çıkan, Hristiyanlığa ve özellikle Yeni Antlaşma’ya karşı yöneltilen üç en popüler Müslüman suçlaması hakkında kısa bir incelemedir. Tartışmanın yapıldığı üç alan şunlardır: Yeni Antlaşma’nın metninin tahrif edilmesi, Müjdelerin tarihi açıdan güvenilmezlikleri, ve Yeni Antlaşma’nın mesajı hakkındaki put­perest etkinin kanıtı.

İlk suçlamaya daha önce (Bölüm 10’da) karşılık vermiş olduğumuz için bu aşamada bu suçlamayı yanıtlamayacağız. Ama yine de, Hristiyanlığı eleştiren Müslüman yazar Ahmed Deedat’tan alıntılar yaparak bu tür suçlamaların ardında yatan anlayış eksikliğini tartışacağız.

Metnin Tahrif Edilmesi Hakkındaki Suçlama

Deedat, Is the Bible God’s Word?[1] (Kutsal Kitap Tanrı’nın Sözü müdür?) adlı kitapçığında King James Çevirisini geliştirmeye çalışan pek çok İngilizce çevirinin varlığı gerçeğini vurgulayarak Kutsal Kitap’ın metninin tahrif edildiğini gösterme girişiminde bulunur! 2 Deedat sonra muhtemelen elli bin hatanın bulunduğunu söylediği Kutsal Kitap’tan, kendi inancına göre “en büyük dört hata” olduğunu düşündüğü hataların listesini yapar! Deedat’ın işaret ettiği ilk hata şudur: Kutsal Kitap’ın Revised Standard Çevirisi ve King James Çevirisi arasında yaptığı kıyaslama sonucu Yeşaya 7:14 ayetindeki “bakire” sözcüğünün “bir genç kadın” ifadesine çevrildiği gerçeğidir. İkinci hata, Yuhanna 3:16 ayetinde bulunan “tevlit edilen oğul” ifadesinin “biricik oğul”a değiştirilmiş olmasındadır. Ancak, Deedat şu gerçeğe dikkat etmez: yukarıda sözü edilen ifadelerin her ikisinde de orijinal İbranice ve Grekçe ifadeler tüm el yazması belgelerimizde aynı kalmışlardır ve yalnızca İngilizce ifadeler, çevirmenlerin kararlarına göre değiştirilmişlerdir. Bu nedenle, Kutsal Kitap’ın orijinal dillerinin metninde (herhangi hiçbir hata yoktur) yalnızca Tanrı’nın esinledikleri yer alır, ama insanlar Kutsal Kitap’ın metnini farklı dillere çevirmiş oldukları için metin bazı bağımsız olmayan hatalar içerebilir.

Varsayılan son iki hata, 1. Yuhanna 5:7 ayetinin atlanması, ve Kutsal Kitap’ın daha sonraki çevirilerinde yer alan Markos müjdesinin daha kısa olan sonu ile ilgilidir. 3 Metin eleştirisi biliminden biraz da olsa anlayan birinin dahi bu suçlamaların geçersizliğinin farkında olacağı aşikârdır. 4 Hristiyanlar Kutsal Kitap’a ait her el yazması belgenin hatasız olarak kopyalandığını iddia etmezler. Aslında, Hristiyan bilginlerin çoğu, Üçlü Birlik ile ilgili bu ayetin (1. Yu­han­na 5:7), Tanrı’nın esinlediği orijinal metinde bulunmadığına inanırlar, çünkü bu ayet on beşinci yüzyıldan önceki herhangi bir el yazması belgede pek ortaya çıkmaz. Bu ayet, büyük olasılıkla bir yazıcının sayfa kenarına yazdığı yorum idi. 5 Bu ayetin, Kutsal Kitap’ın pek çok modern çevirisinde atlanmış olması, Üçlü Birlik ile ilgili Hristiyan öğretişini hiçbir şekilde etkilemez, çünkü bir ve tek Tanrı’da üç kişinin var olduğunu açıkça öğreten pek çok başka ayet mevcuttur (bakınız Bölüm 12).

Deedat’ın, Kutsal Kitap’a karşı kanıtlanamamış suçlamalarından bir başka örnek verelim: “Hristiyanlar’ın kabul ettiği dört binin üzerindeki farklı el yazması belge arasından Kilise babaları yalnızca kendi ön yargılarına uyan dört tanesini seçtiler ve onları Matta, Markos, Luka ve Yuhanna Müjdeleri olarak adlandırdılar.” 6

Deedat’ın, bu binlerce el yazmasının binlerce farklı kitap ya da müjdenin değil, Yeni Antlaşma’daki yalnızca yirmi yedi kitabın kopyası olduklarını anlamıyor gibi görünmesi çok şaşırtıcıdır! 7

Ayrıca, pek çok Müslüman, Kutsal Kitap’ı metninin tahrif edilmiş olması ile suçlarken, Kuran’ın kendisinin pek çok metin değişikliğine uğrayarak sıkıntı çektiği gerçeğinden hiç üzülmeden neşeli bir şekilde habersiz kalırlar (bakınız Bölüm 9). 8 Eğer bir kitabın tanrısal doğruluğu orijinal belgelerin tüm insan yapımı kopyaları arasında aynı fikirde olmayan bir işbirliği üzerinde bina edilmiş olsaydı, o zaman hiç kuşkusuz Kuran’ın kendisi denemeden başarısızlıkla çıkardı! Pek çok Müslüman’ın düşüncesinin karşıtı olarak, Kuran’ın orijinal kopyasına ya da orijinal resmi el yazması nüshalarına da sahip değiliz. Gilchrist bu konu ile ilgili olarak şunu belirtir: “Kuran’ın en eski metni hala Hicret’ten sonraki ikinci yüzyıldan kalan ve günümüze kadar gelen tarihi taşır ve ilk al-mail Arapça yazısı ile parşömen kağıt üzerinde toplanmıştır. Diğer ilk Kuran’lar, Küfi yazısı ile yazılmışlardır ve aynı tarihi taşırlar.” 9

Bu çevre ve koşullar içinde Sir Norman Anderson’un şu yorumu da kabul edilebilir: “Bu nedenle, bugün Hafs’ın Kufan metni Müslüman dünyasının hemen hemen her yerinde kabul edilen bir metin olmasına rağmen, Muhammed’in, başka okumalar olmaksızın gerçekte ne söylediği hakkında ipsissima verba [tam sözler] Müslümanlar tarafından ileriye sürülen ortak iddia tarihin gerçeklerine ilişkin bilgisizlikten kaynaklanır.” 10

Pek çok Müslüman bilginin unuttuğu şey, kendi Kutsal Yazıları ile olan bu benzerliktir. Guillaume bu konuda şunu ifade eder:

Gerçek şudur: Kuran’ın metni ile ilgili tarih Kutsal Kitap’ınkine çok benzer (vurgulama bize aittir). Her iki kitap da dikkat çekecek şekilde iyi bir biçimde korunmuşlardır. Her biri, kendi temel yapısı ve içeriği içinde orada orijinal halinde bulunanın çok doğru bir kaydıdır. Ama hiçbir kitap tamamen hatasız ya da kusursuz bir metin ile korunmamıştır. Her iki kitap da ilk nüshalardaki çeşitli okumalardan bazı yerlerde olumsuz etkilenmişlerdir, ama hiçbiri herhangi bir şekilde tahrif edilmemişlerdir. İçten olan Hristiyanlar ve Müslümanlar bu gerçekleri dürüst bir tutum ile kabul ederler.

Guillaume, sözlerine şunları ekler:

Günümüzdeki Kutsal Kitap ve Kuran arasındaki tek farklılık, Hristiyan Kilisesinin gerçeğe olan ilgisi nedeni ile çeşitli okumaları özenle korumuş olmasıdır… oysa Osman zamanındaki Müslümanlar, Kuran’ın farklı okumaları ile ilgili tüm kanıtları mümkün olduğu kadar yok etmek için onu uygun varsaydılar, bunun nedeni bir metni Müslümanlar’ın tamamı için belirli bir ölçüye uydurmak idi… Bu gerçeklerin, aynı zamanda bugünkü Kuran’ın hala tamam olmadığına ilişkin bilgi verilen Hadis’teki daha ayrıntılı kanıtların geçmişine karşı gözden geçirilmeleri gerekir. 11

Tarihi Açıdan Güvenilmez Olduğu Suçlaması

Müslümanlar tarafından sık sık öne sürülen bir başka suçlama, sözde daha yüksek bir eleştiri içeren bir meselenin yeniden tartışılmasıdır. Öyle görünüyor ki, Müslüman yazarlar hiçbir zaman bu bilginlerin varsayımlarını, yöntemlerini ve kanıtlarını geçerli olarak kabul etme zahmetine girmezler, ama onları mutlu ve hoşnut eden tek şey, vardıkları kuşkucu sonuçları beyan etmektir.

Bu yaklaşım ile ilgili tipik bir örnek, Muhammad Ata ur-Rahim’in Jesus, A Prophet of Islam (Bir İslam Peygamberi Hz. İsa) adlı eseridir. Yazar, şunları ifade eder:

Artık giderek daha fazla sayıda insan, bildikleri Hristiyan­lığın İsa’nın orijinal öğretişi ile çok az ilgisinin olduğunun farkında. Tarihçilerin son iki yüzyıl sırasındaki araştırmaları Hristiyan “gizemlerine” iman edilmesi konusuna çok az yer bırakmışlardır. Ama bina edilmiş Kilisenin Mesih’inin tarihin İsa’sı ile hemen hemen hiçbir ilişkisi olmadığı konusundaki kanıtlanmış gerçek tek başına, Hristiyanların Gerçeğe ulaşmalarına yardımcı olmaz. 12

Muhammad Ata ur-Rahim, David Strauss’un eserlerine işaret etmeyi sürdürür. David Strauss, “Müjdelerin yalnızca dördüncüsünün değil, ama aynı zamanda ilk üç Müjdenin de tarihi güvenilirliğini neredeyse yok etmiştir.” 13 İsa hakkındaki Kutsal Kitap tanıklığının böylesine hızlı bir şekilde azledilmesinin ardından, iki anlama çekilebilecek bir şekilde “İsa Hakkında Tarihi Bir Öykü” başlığını taşıyan bölümde, Rahim, “Barnabas İncili’nin” tarihi geçerliliğini (herhangi bir kanıt göstermeksizin) ileri sürer, bazı orta çağ Müslüman şairlerinin yazılarını temel alarak bize Mesih’in bir portresini verir ve İsa’nın devrimci bir Musevi tarikatının (milattan biraz önce ve sonra Filistin’de yaşamış bir tarikat) önderi olduğu sonucuna varır! 14

Rahim, yine benzer bir davranış ile Hristiyanlığın en temel gerçeği olan çarmıha gerilmeyi bertaraf eder. Rahim bu konu ile ilgili olarak şunları yazar: “ ‘Tutuklama’, ‘kurul önüne çıkarılma’ ve ‘çarmıha gerilme’ o kadar çok zıtlık ve yanlış ifadeler ile çevrilidir ki, bu zıtlıkları ve yanlış ifadeleri çözmek ve bunlar aracılığı ile gerçekte neler olup bittiğine ulaşabilmek çok zordur.” 15 Yazar, İncil’deki, İsa’nın ölümü ile ilgili olayları çevreleyen öyküleri kabul etmek yerine, durum ile ilgili tipik İslam anlayışını öne sürer ve Yahuda’nın yanlışlıkla tutuklandığını ve İsa’nın yerine Yahuda’nın çarmıha gerildiğini söyler. 16 Rahim’in ileri sürdüğü öneriler içinde en çok şaşırtıcı olanı, Pilatus’un rolü ile ilgilidir. Rahim bu konuda şunu öne sürer: “Sonunda, başka önemli bir gerçek ortaya çıkar. Kıpti Kilisesinin Kutsallarının takvimlerinde, hem Mısır’da hem de Etiyopya’da Pilatus ve karısı ‘kutsallar’ olarak görünürler. Bu durum ancak şöyle mümkün olabilirdi: Pilatus, askerlerinin yanlış birini tutukladıklarını çok iyi bilerek İsa’nın yerine Yahuda’yı yargıladı ve İsa’nın kaçmasına izin verdi.” 17

Bu tür gerçekten uzak öykülerin güvenilir bir tarihi kanıtın bir parçası olmadan, bize tarihi bir İsa’nın gerçek resmini vereceklerinin nasıl iddia edilebileceği merak uyandıran bir konudur. Temelsiz Müslüman spekülasyonlarının ya da Kuran’ın kesin iddialarının lehine hareket edip İncil’in güvenilirliğini neyi temel alarak reddetmemiz gerekir? Önyargısız okuyucu için İsa’nın çarmıha gerilmesi ile ilgili bu en elzem nokta hakkında Kutsal Kitap’ın değil, Kuran’ın hatalı görüşe sahip olduğu aşikâr olmalıdır.

İncil’in tarihi güvenilirliğine karşı yapılan suçlamalara eksiksiz karşılık vermek bu bölümün içinde yer alan konuların dışındadır. Müjdeleri ve Yeni Antlaşma’nın diğer bölümlerini savunmak için arkeolojik keşifler, Hristiyan olmayan ve Kutsal Kitap dışındaki tarihi kayıtlar ve Yeni Antlaşma kitaplarının çoğunluğunun kompozisyonunun taşıdığı ilk tarih gibi olgulardan söz edilebilir.

Bir örnek olarak, klasik Romalı tarihçi A. N. Sherwin-White’ın Elçilerin İşleri kitabının tarihi güvenilirliği (Hemen hemen tüm Kutsal Kitap bilginleri tarafından Elçilerin İşleri yazarının, Luka’nın Müjdesini yazan kişi ile aynı olduğu kabul edilir) ile ilgili olarak vardığı sonucu alıntı olarak kullanalım: “Elçilerin İşleri adlı Yeni Antlaşma kitabının tarihi açıdan gördüğü onay kesindir… Bu kitabın temel tarihi doğruluğunu reddetmek için ayrıntılı konular dahil olmak üzere yapılacak herhangi bir girişimin artık saçma görülmesi gerekir. Romalı tarihçiler bu kitabın doğruluğundan uzun zamandan beri emindirler.” 18 Ama yine de, yazar, önyargılı ve eleştiren varsayımlardan dolayı şunu itiraf eder: “Greko-Romen tarihçilerin duydukları güven büyürken, Müjde öykülerinin yirminci yüzyıl öykülerinin incelemesinin sonuçları şaşırtıcıdır: daha az vaat edici malzemeden başlayan bu öyküler hüzün verici bir dönüş yaşamışlardır.” 19 Ama biz, müjdeci bir Yeni Antlaşma bilgini olan Craig Blomberg’in görüşü ile aynı fikirdeyiz: “Böylesine bir hüznün yerine dört müjdenin tarihi güvenilirliklerinin hararetli bir onayının geçmesi gerekir ve bu konuda bazı yerlerde teşvik edici bazı belirtilerin meydana çıkmaya başladığı gerçeği mevcuttur.” 20

Putperestliğin Etkisi İle Yapılan Suçlama

Bu noktada kısaca değineceğimiz son suçlama, kilise tarihinin yanlış bilgilendirilen ve yanlış yönlendirilen bir Müslüman “versiyonu” ile karıştırılmış, geçersiz ve olumsuz eleştiri yapan bilimin konuyu yeniden tartışmasıdır. 21 Bu iddialara göre Elçi Pavlus ve daha sonraki bazı kilise babaları, Mesih’in orijinal mesajını kendi dönemlerindeki putperestlik ile karıştırarak İsa’nın öğretişlerindeki saflığın çoğunu tahrif ettiler. Örneğin, What is Christianity: Being a Critical Examination of Fundamental Doctrines of the Christian Faith, (Hristiyanlık Nedir: Hristiyan İmanının Temel Öğretişlerinin Eleştirisel Bir İncelemesi) adlı kitabında Yusuf Saleem Chisti bu tür öğretişleri Mesih’in tanrılığı ve Üçlü Birlik öğretişini kilise babalarının putperest düzenlemeleri olarak nitelendirir. 22

Chisti aynı zamanda Hristiyanlık ile ilgili gizemli dinlerin derin etkisini aşağıdaki şu sözleri ile sergileme girişiminde bulunur:

Kefaret ile ilgili Hristiyan öğretişi, özellikle Mithraizm gibi gizemli dinlerin etkisi aracılığı ile büyük ölçüde renk kazanmıştır. Mithraizm kendine ait bir Tanrı oğluna ve bakire Anne’ye sahipti. Eski İran’da hakikat ve gerçek tanrısına inanan bu dinin mensupları insanlığın günahlarının cezasını çektikten sonra çarmıha gerilen ve dirilen ve sonra yedinci göğe yükseltilen Tanrı oğluna inanırlardı.

Eğer Mithraizmin öğretişlerini Hristiyanlığın öğretişlerini yan yana getirerek incelerseniz, aralarındaki bu göz ile görülen yakın ilgi karşısında şaşkınlığa uğrayacağınız kesindir. Benzerlik öylesine büyüktür ki, pek çok eleştirmen Hristiyanlığın, Mithaizmin bir sureti ya da ikinci baskısı olduğu sonucuna varmaya zorlanırlar. 23

Yazar bu benzerliklerin bazılarını şu noktaları belirterek sıralamaya devam eder: Aynı zamanda Mithra’nın Tanrı’nın oğlu ve kurtarıcı olduğu düşünülür, bir bakireden doğduğuna, on iki öğrencisi olduğuna, çarmıha gerildiğine, üçüncü gün mezardan dirildiğine, insanlığın günahlarına kefaret etmek için öldüğüne ve sonunda göklerdeki babasının yanına döndüğüne inanılır. 24

Bu durumu kısa bir karşılık aracılığı ile yanıtlayacak olursak, tüm Yeni Antlaşma verisinin içtenlikle okunması halinde, Pavlus’un yeni bir din öğretmediğini açıkça gösterdiğine işaret etmemiz gerekir. Pavlus, İsa ile aynı şekilde Hristiyanlığın Yahudiliğin yerine getirilişi olduğunu öğretti (Romalılar 10:4, 9-11; Koloseliler 2:16-17; Matta 5:18; Luka 16:16-17). Her ikisi de insanların günahkâr olduklarını (Markos 3:38; Romalılar 3:23) ve İsa’nın günah için kefaret sağlayan kanını dökerek öldüğünü (Matta 26:28; Markos 10:45; Efesliler 1:7; Romalılar 5:8) öğrettiler. İsa’nın ölmesi ve gömülmesi, dirilmesi aracılığı ile kurtuluş tamamlandı (Luka 24:46-47; Yuhanna 20:25-29; Romalılar 10:9). Ancak insan kendisini kurtaramaz, ama Tanrı’nın lütfuna ve rehberliğine muhtaçtır (Matta 19:25-26; Yuhanna 4:44; Efesliler 2:8-9), Mesih’e iman etme ve teslim olma aracılığı ile sonsuz yaşama kavuşulur (Markos 1:15; Yuhanna 6:47; Romalılar 10:9-11). İman etme ve teslim olmanın sonucu kişinin yaşamı değişir ve adanır (Luka 14:25-35; Yuhanna 15: 1-11; 2. Korintliler 5:17). En son olarak, hatırlamamız gereken şudur: Pavlus’un müjde mesajı ilk elçiler tarafından hem kontrol edildi hem de onaylandı (Galatyalılar 1-2), Pavlus’un mesajının İsa’nın mesajına karşıt olmadığı resmi olarak kabul edildi ve gösterildi. 25

Daha önce bölüm 12’de de işaret etmiş olduğumuz gibi Üçlü Birlik –ne ifadenin kendisi ne de kendine özgü düzenlemesi– Kutsal Kitap’ta yer almaz, ama her şeye rağmen, Kutsal Kitap’taki tüm terimler ile uyum içinde olan sadık bir ifadedir. Aynı zamanda, bu öğretişin tarihi ve teolojik gelişimini eksiksiz olarak anlamak, İznik Konseyi’nin, putperestlik tehlikesi nedeni ile Üçlü Birliğin inançlara sadık öğretişini düzenlediğini gösteren yeterli örneği oluşturur. 26

Mithraizmin Hristiyanlık üzerindeki etkisinin özel suçlamalarına karşılık olarak, Chisti’nin bu din hakkındaki tanımlamalarının temeli yoktur (yazarın bu tür sözde benzerlikler ile ilgili hiçbir referans vermeyişi ilginçtir). The Gospel and the Greeks (Müjde ve Grekler) adlı kitabın yazarı olan Ronald Nash, Mithrazimi aşağıdaki ifadeler ile tanımlar:

Mithrazimin, kendisine benzeyen gizemli rakipleri gibi temel bir miti vardı. Mithra bir kayadan oluştuğu zaman doğduğu varsayıldı; üzerinde bir bıçak ve el feneri taşır ve Frikyalı başlığı takardı. Önce güneş ile ve sonra bir ilkel boğa ile savaştı, bu savaş yaratılışın ilk eylemi olarak öğretilir. Mithra boğayı öldürdü ve boğa sonra insan ırkı için yaşamın temeli haline geldi. 27

Nash şöyle devam eder:

İlk Hristiyanlığın Mithraizme bağlı olduğuna dair ileri sürülen iddialar, pek çok neden gösterilerek reddedilmişlerdir. Mithraizm, tanrısının ölümüne ve dirilişine ilişkin bir kavrama sahip değildi ve yeniden doğma ile ilgili –en azından ilk dönemleri esnasında– herhangi bir kavram için yeri yoktu…

Tarikatın ilk aşamaları sırasında yeniden doğma fikri, tarikatın temel görünüşüne yabancı kalırdı... Bunun da ötesinde Mithraizm, temelde askeri bir tarikattı. Bu nedenle, ilk Hristiyanlar gibi askerlik ile ilgisi olmayan kişilere hitap ettiği gibi varsayımlar konusunda kuşku duyulması gerekir. Belki de ilk Hristiyanlığın Mithraiz­me bağlı olduğuna karşı gelen en önemli kanıt, zamanlamanın tamamen yanlış olduğu gerçeğidir. Mithraizmin olgunlaşması, Yeni Antlaşma kitapları tamamlandıktan sonra ortaya çıktı, bu nedenle ilk yüzyıl Hristiyanlığının gelişimini etkilemesi imkansızdır. 28

Aslında Hristiyanlığın çeşitli gizemli dinlere ya da Gnostik akımlara bağlı olduğu hakkında ileri sürülen tüm iddialar Kutsal Kitap’ın ve klasik çalışmaların sürdürüldüğü alanlardaki bilginler tarafından reddedilmişlerdir. 29 Bu tür bir reddedilmenin nedenleri temelde Hristiyanlığın tarihi karakterine ve Yeni Antlaşma’nın belgelerinin ilk tarihlerine bağlıdır; bunlar bir yandan mitolojik gelişmeler için yeterli zamana izin vermezler, öte yandan gizemli dinleri destekleme konusunda herhangi erken bir tarihi delilden tamamen yoksundurlar. İngiliz bilgin Sir Norman Anderson bu konuda şu açıklamayı yapar:

Hristiyanlar ve gizemler arasındaki temel farklılık, birinin tarihi temeli ve diğerlerinin mitolojik karakteridir. Gizemlerin tanrılıkları, “düşlerde yaratılan bir geçmişin bulanık figürlerinden” başka bir şey değillerdi. Oysa Mesih, on iki elçinin beyan ettiği gibi yaşadı ve ilk Yeni Antlaşma belgeleri yazılmadan yalnızca birkaç yıl önce öldü. Elçi Pavlus, Korintliler’e ilk mektubunu yazdığı zaman bile, dirilişe tanık olan beş yüz tanığın çoğunluğu hala hayattaydı. 30

Kuran ile ilgili olarak belirtmek istediğimiz şudur: Saygı gören İslam bilginlerinin bulguları temel alınarak Kuran’ın içeriğinin büyük bir bölümü ya Yahudi ya da Hristiyan işlerine (genellikle Yahudi ya da Hristiyan Apokriflerinden (Eski Antlaşma’ya bağlı olup İbranice metinleri bulunmadığı için herkes tarafından Kutsal Kitap’ın metinlerine dahil edilmeyen ve yalnızca bazı kiliselerce kutsal kabul edilen bir takım kitaplar) ya da putperest kaynaklardan alınmış kaynaklara dahil edilebilir.

Arthur Jeffrey, teknik ve bilimsel olarak yazdığı The Foreign Vocabulary of the Qur’an (Kuran’ın Yabancı Sözcük Hazinesi)) adlı kitabında ustalık ile şu düşünceyi kanıtlar: “Kuran’ın sözcük hazinesinin yalnızca daha büyük bir kısmı değil, ama aynı zamanda kültürel sözcük hazinesinin çoğunluğu da Arapça olmayan orijine sahiptir.” 31 Sözcük hazinelerinin bazılarının kaynakları Habeş, Pers, Grek, Süryani, İbrani ve Kıpti dillerini içerirler. 32

W. St. Clair-Tisdall, The Sources of Islam (İslam’ın Kaynakları) adlı klasik eserinde aynı zamanda Kuran’daki belirli öykülerin Yahudi Talmud’u üzerinden Eski Antlaşma’ya doğrudan bağımlı olduklarını da ortaya koyar. Yahudi apokrifasının etkisi, Kuran’da­ki Kayin ve Habil, İbrahim ve putlar ve Saba Kraliçesi gibi öykülerde görülebilir. 33 Hristiyan apokrifasının doğrudan etkisi yedi uyuyanların öyküsünde ve İsa’nın çocukluğunda yaptığı mucizelerde görülebilir. Kuran’daki Zerdüştlük öğretişlerinin varlığı ile ilgili Cennetteki hurilere (bakireler) ve sırat (cehennem ve cennet arasındaki köprü) tanımlarını örnek olarak sunabiliriz. 34 Bunlara ek olarak, Kabe’yi ziyaret etmek gibi önemli Müslüman uygulamaları ve hac seremonisinin pek çok ayrıntısı ile birlikte Safa ve Marva tepelerini ziyaretleri de sayabiliriz. Aynı zamanda Şeytan’ı sembolize eden bir taş sütuna atılan taşlar da putperest Arabistan’a ait İslam öncesi uygulamalardı. 35

Yukarıda belirtilen kanıtlara rağmen, Müslüman yazarların Kuran’ın, insanın orijinine ilişkin konulara hitap etmek konusunda oldukça isteksiz olmaları ilginçtir, ama bu yazarlar insanın tanrısal orijini hakkındaki kendi tartışma kabul etmeyen iddialarını tekrar etmek ile yetinmişlerdir. Aslında, Müslüman yazarlar ile ilgili yaptığımız araştırmada çözümler şöyle dursun, karşımıza bu tür sorunların Kuran’da kabul edildiklerini gösteren hiçbir bilgi dahi çıkmadı.

Sonuç olarak, bu kitapta ortaya konan kanıtlar üzerinde okuyucuların kendilerinin düşüneceklerini içtenlik ile umuyoruz; kendi özel ilgi alanlarını daha ayrıntılı olarak izlemelerini ve tarihi GERÇEKLER üzerine bina edilmiş olan Yeni Antlaşma’nın doğruluğu ve güvenilirliği ile ilgili olarak kendilerinin karar vermelerini bekliyoruz.


1. Ahmet Deedat, Is the Bible God’s Word?, 6. baskı, Aralık, 1987.

2. Aynı kitapta, 7-11.

3. Aynı kitapta, 12-21. Aynı zamanda Deedat’ın, Kutsal Kitap’ın doğruluğuna karşı olan suçlamalarını desteklemek için Yehova Şahitleri’nden alıntılar yapmaya çok meraklı olduğunu da belirtmemiz gerekir!

4. Yeni Antlaşma’nın metninin eleştirilmesi konusu ile ilgili iki harika ve standart yaklaşım için okuyucuyu Bruce Metzger’in The Text of the New Testament: Its Transmission, Corruption and Restoration adlı eserine başvurması için teşvik ederiz. (New York: Oxford University Press, 1968, 2. baskı); Kurt ve Barbara Aland, The Text of the New Testament, gözden geçirilmiş baskı (Grand Rapids: Eerdmans, 1989).

5. Bakınız N. L. Geisler ve Nix, 483-84

6. Bakınız Deedat, 24

7. Deedat’ın suçlamalarına verilen tam bir karşılık için bakınız John Gilchrist, The Textual History of the Qur’an and the Bible (Villach, Avustırya: Light of Life, 1988, yeniden baskı).

8. Bakınız aynı kitapta, 27

9. Bakınız Gilchrist, 27.

10. Anderson, 47.

11. Aynı kitapta, 20-21.

12. Ata ur-Rahim, 13.

13. Aynı kitapta, 14.

14. Aynı kitapta, 17-38.

15. Aynı kitapta, 35.

16. Aynı kitapta, 36. Müslüman savunucuların en ünlüsü olan Deedat, İsa’nın çarmıha gerilmesindeki geleneksel İslam inkârından ayrılır ve bunun yerine İsa’nın çarmıhta öldüğü gerçeğini inkâr etmek için İsa’nın çarmıhta bayıldığı ile ilgili teoriyi seçer. Deedat’ın, bu teori nedeniyle Güney Afrikalı Müslümanlarca eleştirilmesi dikkat çekicidir! Bakınız John Gilchrist, The Crucifiion of Christ: A Fact, not Fiction (Villach, Avusturya: Light of Life).

17. Aynı kitapta, 37.

18. A. N. Sherwin-White, Roman Society and Roman Law in the New Testament (Oxford: Clarendon Press, 1963), 189.

19. Aynı kitapta, 187.

20. Craig Blomberg, The Historical Reliability of the Gospels (Downers Grove: InterVarsity, 1987), 254. Blomberg’in kitabı bu alana giriş yapan harika bir sunumdur. Bu konular ile ilgili daha ayrıntılı ve daha fazla teknik inceleme için bakınız R. T. France ve David Wen-ham, Gospel Perspectives (Sheffield: JSOT Press, 1980-86, 6 cilt). Aynı zamanda Yeni Antlaşma’nın tarihi güvenilirliği hakkında kısa ama klasik bir inceleme yazmış olan F. F. Bruce’un kitabının adı The New Testament Documents: Are They Reliable? Tarihi İsa hakkındaki bir inceleme ile ilgili bir başka önemli bilimsel tartışma, I. Howard Marshall’ın I Believe in the Historical Jesus (Grand Rapids: Eerdmans, 1977) ve The Origins of New Testament Christology (Downers Grove: InterVarsity, 1986). Yeni Antlaşma kitaplarının düzenlenmesi ile ilgili ilk tarihler ve onların genel güvenilirlikleri hakkında okuyucu şu eserlere başvurabilir: John A. T. Robinson’un Redating the New Testament (1976) ve Can We Trust the New Testament (Grand Rapids: Eerdmans, 1977). Robinson’un tutucu sonuçları, yazarın kendisinin Yeni Antlaşma hakkında büyük eleştiri yapan bir bilgin olduğu göz önüne alındığı zaman, oldukça büyük bir önem kazanırlar! Son olarak, Müjde bilimi hakkında en son ve yenilenmiş konuların üzerinde gözlem yapmak isteyen biri, şu esere danışabilir: Dictionary of Jesus and the Gospels, editör Joel Gren, Scot McKnight ve Howard Marshall, (Downers Grove: InterVarsity, 1992).

21. Bakınız Yusseff, 1985).

22. Yousuf Saleem Chisti, What is Christianity: Being A Critical Examination of Fundamental doctrines of the Christian Faith (Karaçi, Pakistan: World Federation of Islamic Missions, 1970).

23. Aynı kitapta, 87.

24. Aynı kitapta, 87-88.

25. Bakınız Habermas, 67-72. Pavlus’un, İsa’nın orijinal mesajını tahrif ettiği suçlamasına verilecek daha ayrıntılı bir karşılık için okuyucu, Gresham Machen’in klasik eseri olan The Origin of Paul’s Religion (Pavlus’un inancının orijini) adlı kitaba (Grand Rapids: Eerdmans, 1925), F. F. Bruce’un, Paul and Jesus (Grand Rapids: Baker, 1974) ve aynı zamanda Herman Ridderbos’un yine aynı Paul and Jesus adlı eserlerine (Grand Rapids: Baker, 1957) başvurabilir.

26. Bu öğretişin tarihi ile ilgili kısa bir inceleme için bakınız E. Calvin Beisner, God in Three Persons (Wheaton: Tyndale House). Bu alanda yazılmış klasiklerden iki tanesi şunlardır: G. L. Prestige, God in Patristic Thought (London: S.P.C.K., 1952) ve J. N. D. Kelly, Early Christian Doctrines (Londra: Adam and Charles Black, 1958).

27. Ronald Nash, The Gospel and the Greeks (Dallas: Word, 1992), 144.

28. Aynı kitapta, 147.

29. Aynı kitapta, 119.

30. Sir Norman Anderson, Christianity and World Religions (Downers Grove: InterVarsity, 1984). 52-53.

31. Arthur Jeffrey, The Foreign Vocabulary of the Qur’an (Lahore, Pakistan: El-Biruni, 1977), 2.

32. Aynı kitapta, 12-32.

33. Tidall, The Sources of Islam. sf. 11-30 ve 39-45

34. Aynı kitapta, 46-59, 74-91

35. Bkz. Daşti, 55, 93-94, 164.

11 Eylül olaylarından sonra, şiddet ve din konuları bir kez daha yoğun bir şekilde gündeme gelerek tartışılmaya başlandı. Bizim inandığımız şudur: Çağdaş kökten dinci İslam’da şiddet ve terörizmin yükselmesine çeşitli politik, sosyo-ekonomik ve kültürel unsurlar önemli ölçüde katkıda bulunsalar dahi, İslam’ın özünden ve orijininden kaynaklanan bir boyutu olduğunu görmezden gelemeyiz.

Burada belirtmek istediğimiz nokta oldukça basittir. Müslümanlar’ın çoğu barışsever kişilerdir. Ancak buna rağmen, Tanrı’nın adını kullanarak şiddet ve terör eylemleri uygulayanlar Kuran’ın öğretişlerini ve peygamber Muhammed’in kendi eylemlerinden örnekleri temel alıp kullanarak eylemlerini yeterince haklı çıkartabilmektedirler! Medya kanalı ile sık sık şunu duyarız: Müslüman teröristler ve İslam arasındaki ilişki KKK ve Hristiyanlık arasındaki ilişki gibidir. Bu kıyaslamanın yanlış olduğu aşikârdır. Şiddet eylemlerine karışmış olan Hristiyanlar, İsa Mesih’in kesin öğretişlerine ve eylemleri ile verdiği örneklere ihanet etmektedirler. Öte yandan, Tanrı’nın adını kullanarak söyledikleri düşmanlarını yok etmeyi üstlenmiş olan Müslümanlar Tanrı’nın Kuran’da yer alan buyruklarını izlediklerini ve peygamberlerini kendilerine örnek alarak onu taklit ettiklerini iddia edebilmektedirler.

Biz burada elbette, tüm Müslümanlar’ın İslam’ın öğretişlerini uygulamak için şiddet eylemlerinde bulunmak zorunda olduklarını ima etmiyoruz, söylediklerimizin bu şekilde anlaşılmamaları gerekir. Müslüman dünyasının çoğunluğunun terör ve şiddet eylemlerini kınadıkları kuşkuya yer vermeyen bir gerçektir. İslam’da, çeşitli ve genellikle birbirleri ile çelişen yorumlar içeren pek çok düşünce akımları vardır. Tüm bunlara rağmen bizim yaptığımız en önemli ayırım şudur: İslam’da şiddete başvuran azınlık gruplar İslam için bir doğru yoldan ayrılma örneği teşkil etmezler, aslında bu gruplar yasal olarak İslam’a özgü Cihad’ın temel parametreleri içinde çalıştıklarını ileri sürebilirler. Şimdi öne sürdüğümüz iddiayı desteklemek için kanıt konusuna dönüş yapacağız.

Kuran’ın Şiddete Verdiği Destek

İslam tarihinde Tanrı’nın adı uğruna şiddetin desteklenmesi ve kutsal bir savaşta şehit düşmenin yücelikleri ile ilgili kullanılabilecek ve kullanılmış olan Kuran ayetlerinden yalnızca bazılarını sıralıyoruz:

2:190-193 “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın …Onları nerede yakalarsanız öldürün … din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın….”

2:216 “Savaş, hoşunuza gitmediği halde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”

2:224 “O zaman Allah yolunda savaşın ve bilin ki, Allah hakkı ile işitendir, hakkı ile bilendir.”

3:157-158 “Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah’ın bağışlaması ve rahmeti onların topladıkları (dünyalıkları)ndan daha hayırlıdır. Andolsun, ölseniz de, öldürülseniz de, Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.”

3:169 “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onar diridirler, Rableri katında Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar.”

3:195: “Hicret edenler, yollarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükafaat olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükafaatın en güzeli Allah katındadır.”

4:101 “Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.”

4:74, 75, 76 “O halde, dünya hayatını ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür ya da galip gelirse, biz ona büyük bir mükafaat vereceğiz. Size ne oluyor da, Allah yolunda ve, ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınların ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz? İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de Tağut (Şeytan) yolunda savaşırlar. O halde siz Şeytan’ın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz Şeytan’ın hilesi zayıftır.”

4:89 “Arzu ettikler ki, kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız. Bu sebep ile onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirler ise, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün.”

4:95 “Müminlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlar ile, Allah yolunda malları ile, canları ile cihad edenler eşit olamazlar. Allah, malları ile, canları ile cihad edenleri, derece itibarı ile cihattan geri kalanlardan üstün tutmuştur.”

5:33 “Allah’a ve Resulüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır.”

5:51 “Ey inananlar! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.”

8:12-16 “Hani Rabbin meleklere, ‘Ben sizinle beraberim. İman edenlere sebat verin. Ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların bütün parmaklarına’ diye vahyediyordu. Bu, onların Allah’a ve Resulüne karşı gelmelerindendir. Her kim de Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, bilsin ki Allah’ın cezası şiddetlidir … Ey iman edenler. Savaş düzeninde iken, kâfirler ile karşılaştığınız zaman, sakın onlara arkanızı dönmeyin (savaştan kaçmayın). –Savaş taktiği olarak düşmanı vurmak için çekilme, ya da diğer bir birliğe katılmak durumu hariç– böyle bir günde her kim onlara arkasını dönerse mutlaka o, Allah’ın gazabına uğramış olur. Onun varacağı yer de cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir orası!”

8:59,60 “İnkâr edenler, asla yakayı kurtardıklarını zannetmesinler. Çünkü onlar (sizi) aciz bırakamazlar. Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Alah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz.”

8:65 “Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunur ise, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi bulunur ise, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir kavimdir.”

9:5 “… Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin.”

9:14 “Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin elleriniz ile azap etsin, onları rezil etsin …”

9:29 “Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan hak din İslam’ı din edinmeyen kimseler ile, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleri ile cizyeyi (dini vergi) verinceye kadar savaşın.”

47:4 “(Savaşta) inkâr edenler ile karşılaştığınız zaman, boyunlarını vurun. Nihayet onları çökertip etkisiz hale getirdiğinizde bağı sıkı bağlayın (sağ kalanlarını esir alın). Artık bundan sonra (esirleri) ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin. Savaş sona erinceye kadar hüküm budur. Eğer Allah dileseydi, onlardan öç alırdı. Fakat sizi birbiriniz ile denemek için böyle yapıyor. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkartmayacaktır.”

61:4 “Hiç şüphe yok ki, Allah kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.”

Bu tür Kuran ayetlerinin yalnızca okunması bile pek çok Müslüman’ın, Yahudiler’e, Hristiyanlar’a ve Müslüman olmayan diğer kişilere nefret ve düşmanlık duymalarını ne kadar kolaylaştırdığını açıkça ortaya koymaktadır. Pek çok Müslüman, Kuran’da yer alan daha “açık fikirli” ve “belirli sınırlar içinde bulunan” bazı ayetlerden alıntı yapmaya daha istekli olmasına rağmen, Kuran’da bulunan Tanrı’nın isteğini bulmak ve buna itaat etmek isteyen adanmış bir Müslüman’ın bu yukarıdaki bölümlerden ne kadar ağır bir şekilde etkilendiği göz ardı edilemez. Peygamber Muhammed’in kendisinin dışındaki diğer örneklere devam etmeden önce, bazı Müslümanlar’ın bu noktada ortaya koydukları iki konuya karşılık vermemiz gerekir.

Bazı İtirazların Yanıtlanması

Pek çok kişi, savaşmayı destekleyen Kuran ayetlerinin İslamiyet’in başlangıcı ile ilgili özel bir durum nedeni ile var olduklarını ileri sürerler. Peygamber Muhammed’in, görevinin ilk on üç yılında Mekke’de zulüm gördüğünden, Medine’deki son on yılı içinde bulunduğu askeri eylemler için aklandığını ileri sürerler ve bu askeri eylemlerin İslam akımını geliştirmek için bir destek niteliği taşıdığını düşünürler. Ancak, bu tür bir mantık şu sorunu yaratır: Kuran’ın kendisinin hiçbir yerinde yukarıda ifade edilen savaşma konusundaki buyruklar, özel bir zaman dönemi ile sınırlı değildir ya da özel bir insan grubuna karşı değildir. Eski Antlaşma’daki Yeşu Kitabında yer alan tanrısal buyruklardan farklıdırlar; buradaki buyruklar bir zamana, yere ve insan grubuna özgüydü. Müslümanlar Kuran’daki buyrukların evrensel olduklarına ve bu nedenle tüm zamanlar ve yerler için geçerli sayıldıklarına inanırlar.

Kulağa hoş gelen ikinci bir itiraz, İslam’ın bir barış dini olduğu ve İslam’daki savaşın yalnızca kendini savunma amaçlı olduğudur. Rağbet gören bir Müslüman savunucusu olan Jamal Badavi (Cemal Bedevi) bu konuda şu iddiayı öne sürer: “Silahlanarak yapılan cihad’a yalnızca iki koşul var olduğu zaman izin verilebilir: birincisi, kendini savunmak için, ve diğeri baskı ve zulme karşı savaşmak.” 1 Badavi, İslam’da silahlanarak yapılan cihad’da mevcut olan koşulları tanımlarken, oldukça kesin ifadeler kullanmasına rağmen, eksik bıraktığı konu, “kendini savunma” ve “baskı ve zulme karşı savaşma” ile ilgili tanımlamaların genelde anlaşılandan daha geniş olmalarıdır. Pek çok Müslüman, eğer bir ulusun önderleri İslam’ın kuralını kabul etmezler ise, o zaman bu önderlerin “baskı ve zulüm yapan kişiler” olduklarına ve bu nedenle savaşmak için yasal bir hedef oluşturduklarına inanırlar. 2 Pek çok Müslüman, Amerika’nın Hollywood değerlerini tüm dünyaya ihraç etmesi aracılığı ile kültürel bir saldırgan olduğunu ve bu nedenle Amerikalılara karşı yapılacak herhangi bir savaşın kendini savunmak olacağını ileri sürerler. 3 Bu nedenle, Müslüman bir grubun “kendini savunma” ve “baskı, zulüm” koşullarını tanımlayabilmesi ve böylelikle şiddeti İslami açıdan aklayabilmesi için bir son yoktur.

Peygamber Muhammed’in Yaşamında
Şiddete Verilen Hizmet

Şimdi dikkatimizi, peygamber Muhammed’in eylemleri ve sözleri ile ilgili yalnızca birkaç örneğe yöneltelim. Bunu yaparken amacımız, Müslümanlar’ın şiddetin çağdaş dünyada tanıklık edildiği şekilde kullanımı için kanuna uygunluk arz eden bir yol bulup bulamayacaklarını görmektir. Bu tezimizi desteklemek için yalnızca en eski, yetkin ve orijinal İslami yazıları kullanacağımızı okuyucuya hatırlatmak isteriz. Peygamber Muhammed ile ilgili ilk biyografi İslami dönemin ikinci yüzyılında İbn İshak tarafından yazıldı ve daha sonra üçüncü yüzyılda İbn Hişam tarafından düzenlendi. Bu eser, A. Guillaume tarafından The Life of Muhammad (Muhammed’in Yaşamı) adı altında çevrildi ve 1955 yılında Oxford University Press tarafından basıldı. Bunu izleyen anlatımlar, bu biyografide bulunan peygamber Muhammed’in ve ona eşlik eden kişilerin sözlerinin ve eylemlerinin bazılarıdır.

Muhammed’in İlk Biyografisinden Örnekler

622 yılında peygamber ve izleyicileri Mekke’den hicret ettikleri zaman, peygamberin yazdığı Medine anayasasında şunları okuruz: “İnanan biri, inanmayan biri uğruna inanan birini öldürmeyecektir. Aynı şekilde inanan birinin aleyhinde inanmayan birine yardım etmeyecektir… İnananlar, inanmayanları kendi dışlarında bırakarak birbirlerinin dostlarıdırlar… İnananlar birbirlerinin Tanrı yolunda dökülen kanlarının öcünü almalıdırlar.” 4

Muhammed’in buyruk verdiği öldürmeler dizisinin ilki İbnu’l Aşraf adlı yaşlı bir Yahudi adam ile başladı. Suçu Müslümanlar’a karşı şiirler yazmaktı. Elçi şu soruyu sordu: “Beni İbnu’l Aşraf’dan kim kurtaracak?” İzleyicilerinden biri gönüllü oldu ve şöyle dedi: “Ey Tanrı’nın Elçisi, ben bu adam ile ilgileneceğim ve onu öldüreceğim.” Ve peygamber ona şu sözler ile karşılık verdi: “Eğer yapabilirsen yap bunu.” Peygamber, aynı zamanda öldürmeye gönüllü olanlara görevlerini yerine getirirken yalan söylemeleri ve hile yapmaları için açıkça izin de verdi. Anlatım, peygamberin izleyicilerinin yaşlı adamı gece yarısı, kandırarak nasıl evinden dışarı çıkarttıklarını ve üzerine kılıçlar ve bıçaklar ile nasıl atladıklarını ve onu vahşice nasıl öldürdüklerini tanımlayarak devam eder. Peygamberin izleyicileri görevlerini yerine getirdikten sonra peygambere geri döndüler ve “Tanrı’nın düşmanını öldürmüş olduklarını bildirdiler.” Yazar, bu olaya kaydettiği şu sözler ile son verir, “Tanrı’nın düşmanı üzerine yaptığımız saldırı, Yahudiler arasında dehşete neden oldu ve Medine’de yaşamını kaybetmekten korkmayan tek bir Yahudi bile kalmadı.” 5

Peygamber Muhammed’in bu biyografisinde okuduğumuz diğer olayı aktaralım: “Elçi şöyle dedi: ‘Gücünüzün yettiği her Yahudi’yi öldürün.’” Yazar daha sonra iki erkek kardeşin öyküsünü anlatır, kardeşlerden küçük olanı bir Müslüman idi. Bu buyruğu işittikten sonra, Müslüman olan küçük erkek kardeş, Yahudi bir tüccarı öldürdü. Büyük erkek kardeş, küçük kardeşinin eylemini eleştirdi. Küçük kardeş bunun üzerine şöyle dedi: “Onu öldürmemi bana buyuran kişi, seni öldürmemi buyursaydı, başını keserdim.” Büyük kardeş bu sözleri işitince şöyle dedi: “Tanrı hakkı için, seni bu noktaya getirebilen bir din, harika bir dindir!’ ve sözlerini bitirdikten sonra bir Müslüman oldu.” 6

Savaşlardan birinde, peygamber Muhammed’in amcalarından biri vahşi bir şekilde öldürüldükten sonra, Muhammed öylesine çok öfkelendi ki, şöyle dedi: “Eğer Tanrı, ilerde bana Kureyş üzerinde zafer verirse, o kabilenin adamlarından otuz tanesini kesip sakat bırakacağım.” Peygamberlerinin ne kadar üzüldüğünü gören izleyicileri şu iddiayı öne sürdüler: “Tanrı hakkı için, eğer Tanrı ilerde bize onların üzerinde zafer kazandırırsa, onları şimdiye kadar hiçbir Arap’ın sakat bırakmadığı şekilde sakat bırakacağız.” Şükürler olsun ki, peygamber daha sonra fikrini değiştirdi ve sakat bırakmayı yasaklama kararı aldı. 7

Yine Yahudi halkı ile ilgili bir başka ünlü olayda, peygamber Medine kentindeki iki Yahudi kabilesini daha önce sürdükten sonra kentin son Yahudi kabilesinin tüm yetişkin erkeklerini öldürttü ve onların tüm mülklerini, kadınlarını ve çocuklarını kendine aldı. Müslüman kaynaklar, bir günde başları kesilen Yahudi erkeklerinin sayısını 600 ile 900 arasında belirlerler. 8

Bir başka olayda, peygamber ve kendisine eşlik edenler, fethedilmiş bir kabilenin gizli hazinesini arıyorlardı. Bu gizli hazinenin nerede olduğunu bildiği sanılan bir kişi Muhammed’in yanına getirildi. Peygamber, hazinenin nerede olduğunu Müslümanlar’a söylemediği takdirde öldürüleceğini söyleyerek bu kişiyi tehdit etti. Kişi, onlarla iş birliği yapmayı reddettiği zaman, “Elçi, el-Zübeyir b. el-Avvam’a şu buyruğu verdi: ‘Hazinenin nerede olduğunu söyleyene kadar ona işkence yap.’ Bunun üzerine o da bir çakmak taşı ile bir ateş yaktı ve bu ateşi adam neredeyse ölünceye kadar onun göğsünün üzerinde tuttu. Elçi sonra onu Muhammad b. Masla­ma’ya teslim etti ve o da adamın başını kesti.” 9

Mekke’yi fethettikten sonra, birkaç kişiye herhangi bir dokunulmazlık olmaksızın peygamber tarafından öldürülmeleri emredildi. Bu kişilerin çoğunluğu tarafından işlenen suçlar, Muhammed’e karşı “taşlama” niteliğinde şarkılar yazılmasına neden oldu ve Mekke’deki görevi sırasında peygambere hakaret edildi. 10 Bağışlanılacak kadar şanslı olan kişilerden biri Abdullah b. Sa’d idi. “Muhammed’in, onun öldürülmesini buyurmasının nedeni, onun önceden bir Müslüman olması ve açıklamaları yazan kişi olarak kullanılmasıydı; sonra inancını değiştirdi ve Kureyş’e geri döndü.” Abdullah, Muhammed’e yakın bir kişinin üvey kardeşi olduğu için peygamberin söylediklerini işitti ve dokunulmazlık talep etti. Peygamber, istemeyerek de olsa ona dokunulmazlığını ihsan etti. Bağışlanan kişi yanlarından ayrıldıktan sonra, Muhammed yanında bulunan kişilere şunu söyledi: “Sessiz kaldım çünkü aranızdan birinin kalkıp onun başını vurmasını bekledim!” Ensarlar’dan biri şöyle dedi: “Ey Tanrı’nın Elçisi, o zaman neden bana bir işaret vermedin?’ O da bir peygamberin işaret ederek öldürmediği yanıtını verdi.” 11

Peygamber “sefere” gönderdiği komutanlarından birine, şu öğüdü verdi: “Tanrı yolunda herkes ile savaşın ve Tanrı’ya inanmayan kişileri öldürün. Ganimet konusunda aldatıcı olmayın; hile yapmayın, kimseyi sakat bırakmayın, çocukları öldürmeyin. Bu, Tanrı’nın buyruğu ve aranızdaki peygamberinin uygulamasıdır.” 12

Peygamber tarafından buyrulan bir başka öldürme olayı, Mekke’deki putperest muhalefetin önderi olan amcası Ebu Sufyan ile ilgiliydi. Müslüman gönüllüler bu görevi yerine getirmek için Mekke’ye yolculuk yaptılar. Ancak, suikast girişimi başarısızlığa uğradı. Medine’ye geri dönerlerken peygamberin izleyicilerinden biri yolda kendinden emin bir şekilde Müslümanlığı hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyleyen tek gözlü bir çoban ile karşılaştı. Öyküyü, Müslüman katilin kendi ağzından dinleyelim: “Adam uyumaya ve horlamaya başlar başlamaz, kalktım ve onu, şimdiye kadar hiçbir insanın öldürülmediği kadar korkunç bir şekilde öldürdüm. Yayımın ucunu sağlam gözünden içeri soktum, sonra yay adamın boynunun arkasından çıkıncaya kadar gözünü oydum... Medine’ye vardığım zaman… elçi bana ne olup bittiğini sordu ve olanları ona anlattığım zaman beni kutsadı.” 13

Peygamberin biyografisi bu öykü ile birlikte peygamber tarafından emredilen başka iki “başarılı” öldürme olayından da söz eder. Ebu Afak, yazdığı bir şiir aracılığı ile “elçiye olan sevgisizliğini gösterdi.” “Elçi şöyle dedi: ‘Bu alçak adam ile benim yerime kim ilgilenecek?” Bu sözler üzerine Salim b. Umayr… ileri çıktı ve adamı öldürdü.” 14 Bu katliamdan sonra, Esma b. Marvan adında bir kadın, “Sevgisizliğini gösterdi ve aynı zamanda peygambere karşı olan bir şiir de yazdı.” Elçi, kadının söylediklerini işittiği zaman şöyle dedi: ‘Marvan’ın kızından beni kim kurtaracak?’ Peygamberin yanında bulunan Umeyr onun ne söylediğini işitti ve aynı gece kadının evine gitti ve onu öldürdü. Ertesi gün, elçinin bulunduğu yere geldi ve ona ne yaptığını söyledi, Muhammed bunun üzerine şöyle dedi: “Ey Umeyr, sen Tanrı’ya ve O’nun elçisine yardım ettin!” 15

Yukarıda verilen örneğin (bu örnek peygamberin ilk biyografisinde yer alan şiddetin ayrıntılı bir listesinde hiçbir şekilde yer almaz), İslam ideolojisine ve onun tam teslimiyet talebine karşı çıkan herkesi öldürmeyi ve yok etmeyi yeterince haklı çıkartan bir örnek olduğunu bir kez daha düşünmeden edemiyoruz. Ama her şeye rağmen, Müslüman tutumunu ve davranışını biçimlendirmek için daha da önemli olan, böyle bir biyografinin kayıtları değil, hadis edebiyatında yer alan, Muhammed’in sözlerinin ve eylemlerinin koleksiyonudur.

Hadislerden Örnekler

Şimdi hadis kitaplarında yer alan birkaç örneğe bakmak istiyoruz. Aşağıda yapılan alıntılar, İslam’da Kuran’dan sonra ikinci derecede önem taşıyan en yetkin kitap olan Buhari’nin hadis koleksiyonundan alınmış birkaç örneği oluştururlar (Sahih-i Buhari, 9 cilt, Dr. Muhammed Muhsin Han tarafından tercüme edildi, El Nabaviya: Dar Ahya Us-Sunnah, n.d.).

Allah’ın elçisi söyledi: “Cennetin, kılıçların gölgelerinin altında olduğunu bilin.” 16

Allah’ın elçisi söyledi: “Bana, insanlar şu sözleri söyleyene kadar onlar ile savaşma emri verildi: ‘Allah’tan başka hiç kimsenin tapınılmaya hakkı yoktur’ ve her kim ‘Allah’tan başka hiç kimsenin tapınılmaya hakkı yoktur’ der ise, o kişinin yaşamı ve mülkü benim tarafımdan korunacaktır …” 17

Bir peygamber, ülkede (düşmanları arasında) büyük bir katliam gerçekleştirmediği sürece, savaş mahkumlarına sahip olması (ve onları fidye ile kurtarması) uygun değildir … 18

Her kim İslam dininden dönerse, öldürülmesi gerekir. 19

Peygamber bir yolculuk yaparken, imansız bir casus onun yanına geldi. Ve peygambere eşlik eden kişilerin yanına oturdu ve onlar ile konuşmaya başladı ve sonra yanlarından ayrıldı. Peygamber (kendisine refakat edenlere) şöyle dedi: “Onu yakalayın ve öldürün.” Bu nedenle, onu öldürdüm. Peygamber bana sonra öldürülen casusun eşyalarını verdi. 20

Ukl kabilesinden bazı kişiler Peygambere geldiler ve İslamiyet’i benimsediler. Medine’nin iklimi onlara iyi gelmedi, bu nedenle peygamber onlara, bağış olarak verilen develerin sürüsüne gitmelerini ve develerin sütünü ve idrarını (bir ilaç yerine) içmelerini buyurdu. Onlar da kendilerine buyrulanı yaptılar ve hastalıklarından kurtulduktan (şifa bulduktan) sonra dinden döndüler (İslamı terk ettiler), develerin çobanını öldürdüler ve develeri de alıp yanlarında götürdüler. Peygamber ise, onların peşinden (bazı adamlar) gönderdi ve böylece yakalandılar, peygamberin yanına getirildiler, peygamber şu emri verdi: elleri ve bacakları kesilsin ve gözleri kızgın demir parçaları ile yakılsın ve ölünceye kadar elleri ve bacakları dağlansın. 21

Peygamber, El-Abva ya da Vaddan adı ile bilinen bir yerde yanımdan geçti, ve bu arada kendisine şu soru soruldu: Putperest savaşçılara, kadınlarını ve çocuklarını tehlikeye maruz bırakma olasılığına rağmen, gece saldırıda bulunmaya izin var mıdır? Peygamber şu yanıtı verdi: “Onlar (kadınlar ve çocuklar), onlardandırlar (putperesttirler).” 22

Yukarıdaki sözler, pek çok diğerleri gibi, diğer hadis kitaplarında da tekrarlanır. En yetkin ikinci hadis kitabı olan, Sahih-i Müslim’de bu özel sözü tartışan bölüm, “Keyfi olmaması kaydı ile gece saldırılarında kadınların ve çocukların öldürülmelerine izin verilmesi” başlığı ile adlandırılmıştır. Yazar, satırlarına daha sonra şöyle devam eder: “Sab b. Cesame tarafından şöyle bildirilmiştir: Al­lah’ın Peygamberi’ne (sallallahu aleyhi ve sellem), müşriklere karşı yapılan gece saldırıları sırasında kadınların ve çocukların öldürülmelerine izin olup olmadığı sorulduğu zaman, şöyle yanıt verdi: Onlar, onlardandır.” 23

Bu tartışmayı Sünen ebu Davud’dan alınan iki hadisten daha söz ederek sona erdireceğiz. “Bir kâfiri öldürmenin fazileti” başlığını taşıyan bir bölümde, şu sözleri okuruz: “Ebu Hureyra Allah’ın Elçisine (sallallahu aleyhi ve sellem) şu beyanda bulundu: Bir kâfir ve onu öldüren kişi cehennemde asla bir araya getirilmeyecekler.” Bu kitabın Müslüman çevirmeni sözü edilen hadis için şu dipnotu ekler: “Bu ifade, Allah yolunda savaşırken (cihat) bir kâfiri öldüren bir kişinin günahlarının cezalandırılmayacağı ve bağışlanacağı ve bu nedenle Cennete gideceği anlamına gelir. Kâfir kaçınılmaz olarak Cehenneme gidecektir. Bu nedenle bir kâfiri öldüren kişi, onun ile birlikte Cehenneme götürülmeyecektir.” 24

Bu kitapta yer alan bir başka bölümün başlığı şöyledir: “Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem) taciz eden bir adama verilecek ceza.” Yazar, kölesini ve kendisinden iki çocuk sahibi olduğu cariyesini öldüren bir Müslüman erkeğin öyküsünü anlatır. Kadın, peygamberin, “itibarını sarsmaya çalıştığı” için kölenin sahibi, “eline bir bıçak aldı ve bıçağı kadının karnına soktu ve kadını öldürünceye kadar bıçağı çıkartmadı.” Peygamber, onun bu cinayeti neden işlediğini duyduğu zaman, şöyle dedi: “Ey sizler, tanık olun, onun kanı için hiçbir misilleme ödenmesi gerekmez.” 25 Yukarıdaki bölümde gelişen bir sonraki olay Ali tarafından anlatılır: “Yahudi bir kadın, Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem) taciz eder ve onu küçümserdi. Bir adam, bu kadını boğazını sıkarak öldürdü. Allah’ın elçisi (sallallahu aleyhi ve sellem), bu kadının kanı için hiçbir karşılık ödenmeyeceğini beyan etti.” 26 Çevirmen bir kez daha bize şu açıklayıcı notları sağlar: “Oy birliği ile kabul edilen şudur: eğer bir Müslüman Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem) taciz eder ya da ona hakarette bulunursa, bu kişinin öldürülmesi gerekir… hatta eğer bir Yahudi ya da Müslüman olmayan herhangi biri Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem) taciz ederse, öldürülecektir… Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem), taciz etmenin ya da ona karşı gelmenin cezası ölümdü.” 27

Sonuç

Terörizm şeklinde ya da Hristiyanlara ve Müslüman dünyasındaki diğer azınlıklara zulmetmek ya da İslam’dan vazgeçen birinin idam edilmesi ya da peygamber Muhammed’e hakaret ettiği iddiasıyla Salman Rüştü’ye yöneltilen ölüm tehditleri gibi konularda ortaya çıkan İslam’daki şiddet, gerçek ve barışsever İslam dininin dışında kalan bazı olaylar ve doğru yoldan sapmalar göz ardı edilecek kadar basit değillerdir. Aslında bu tür şiddet, Kuran’da ve İslam peygamberinin kendisinin eylemlerinde ve öğretişlerinde bulunan İslam’ın köklerinin dibine kadar iner. Usame bin Ladin, Kuran ve hadis kitaplarının aynı bölümlerinin bazılarından alıntılar yaptı. 28

Bu bölüme Frontline tarafından üretilen ve PBS’de ülke çapında gösterilen “Suudi Zaman Bombası” adlı bir programa dikkat çekerek son vermek istiyoruz. Bu programın bir yerinde bize, Suudi Arabistan’daki devlet tarafından destek gören dini eğitim ile ilgili bilgi verilir. Frontline’a göre, “okullardaki derslerin yaklaşık % 35’i zorunlu Suudi dini eğitimine adanmıştır. Derslerden birinin başlığı şöyledir: “Müslümanlar’ın Yahudiler üzerindeki Zaferi.” Peygamber Muhammed’in bir hadisine göre, “Son saat ancak şöyle gelecektir: Müslümanlar Yahudiler ile savaşacaklar ve Müslümanlar onları öldüreceklerdir, öyle ki, Yahudiler kayaların ve ağaçların arkasına kaçarak saklanmak zorunda kalacaklardır. O zaman, kayalar ve ağaçlar şöyle bağıracaklardır: Ey Müslüman, ey, Tanrı’nın kulu! Arkamda saklanan bir Yahudi var, gel ve onu öldür.” Bu sözlerle ilgili öğretişler aşağıdaki çeşitli ifadelerle özetlenmişlerdir:

* Müslümanlar’ın ve Yahudiler’in dünyanın sonu gelene kadar savaşacakları Allah tarafından çizilmiş bir yazgıdır.

* Bu hadis, Müslümanlar’a Tanrı’nın, Yahudiler üzerindeki zaferini önceden bildirir.

* Yahudiler ve Hristiyanlar, inananların düşmanlarıdırlar. Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlar’ı hiçbir zaman onaylamayacaklardır, onlardan sakının (Saudi Arabia Textbooks).

Fikirler, sonuçlara sahiptirler. Şidet düşüncelerinin şiddet sonuçlarına sahip oldukları aynı zamanda dünyamız için de bir kez daha aşikâr hale gelmiştir. İslam’ın temelleri ve bu nedenle bu temelleri izleyen tarihi boyunca hüküm süren şiddete işaret ettiğimiz zaman, eski Hristiyan-Müslüman tartışmalarına karışmış olmuyoruz. Yaptığımız şey yalnızca, İslam’ın en orijinal ve en yetkin kaynaklarındaki öğretişleri açığa çıkartmaktır. Dünya üzerindeki iyi niyetli insanların bu konuyu bilmelerinin elzem olduğuna inanıyoruz; Müslümanlar arasında artan şiddetin tüm politik, sosyal ve kültürel nedenlerinin altında İslam’ın dünya görüşünün içine derinlemesine gömülü bir dini şiddet temeli mevcuttur.


1. Alıntı, Diane Eck, A New Religious America (San Francisco: Harper, 2001), 238.

2. Bakınız John Kelsay, Islam and War (Louisville: Westminster/John Kox Press, 1993), 35.

3. Bakınız Mark Gali, “Now What? A Christian Response to Religious Terrorism,” Christianity Today, Ekim 22, 2201.

4. İbn İshak, 23

5. Aynı kitapta, 367-68.

6. Aynı kitapta, 369.

7. Aynı kitapta, 387.

8. Aynı kitapta, 464.

9. Aynı kitapta, 515.

10. Aynı kitapta, 551.

11. Aynı kitapta, 550.

12. Aynı kitapta, 672.

13. Aynı kitapta, 674-75.

14. Aynı kitapta, 675.

15. Aynı kitapta, 675-76.

16. Buhari, cilt 4, 55.

17. Aynı kitapta, cilt 4, 124.

18. Aynı kitapta, cilt 4, 161.

19. Aynı kitapta, cilt 9, 45.

20. Aynı kitapta, cilt 4, 181-82.

21. Aynı kitapta, cilt 8, 519-20.

22. Aynı kitapta, cilt 4, 158-59.

23. Abdül Amid Sıddıkı, çeviri, The Sahih of Muslim, cilt 3, 946-47.

24. Ahmed Hasan, çeviri, Sünen Ebu Davud (Yeni Delhi: Kitab Bhavan, 1990), cilt 2, 690.

25. Aynı kitapta, cilt 3, 1214- 15.

26. Aynı kitapta, 1215.

27. Aynı kitapta, 1215.

28. New York Times’daki video kasetinin kopyasına bakınız, 14 Aralık 2001, B4.

(Bu bölüm, Stacey Jacobs ile beraber hazırlanmıştır.)

İslam’ı kabul eden kişilerin en büyük yüzdesini Afrika-Amerika toplumu teşkil eder. Siyah Müslümanlar içindeki en baskın akımlardan biri, İslam Ulusu olarak adlandırılır, şimdiki önderinin ismi ise Louis Farrakhan’dır. İslam Ulusu’nun geçmişini kısaca gözden geçirmemiz, bu akımın neye inandığını anlamamız için yardımcı olacaktır. Ancak her şeye rağmen yine de önceden dikkatinizi çekmemiz gereken bir nokta var: Bu grup, birçok Müslümanlar tarafından samimi bir İslam biçimi olarak görülmez, çünkü İslam Ulusu Muhammed’den sonra başka bir peygamberin varlığını kabul eder. Ayrıca, aşağıdaki incelemenin de doğrulayacağı gibi, Tanrı hakkındaki görüşleri dahil olmak üzere pek çok konuda “İslam’dan sapmış” olarak görülen bir akımdır.

I. Bu Akımın Geçmişi
Louis Farrakhan

Muhammed 1975 yılında öldüğü zaman, Siyah Müslümanlar ve ortodoks İslam arasında bir birleşme sağlamaya çalışan oğlu Wallace Deen, babasının yerine geçti. Louis Farrakhan başlangıçta Deen’in grup önderliğini desteklemesine rağmen, bu önerilen eğilim kendisi için kabul edilemez bir eğilimdi. Farrakhan o dönemde Harlem Camii’nin imamıydı ve o tarihlerde İslam Ulusu akımında esas itibarı ile buyrukları veren ikinci kişiydi. Farrakhan, İlyas Muhammed’in öğretişlerini tercih etti ve 1977 yılında Siyah Müslümanlar’dan ayrıldı ve kendi akıllı ve güvenilir öğretmeninin öğretişine döndü. “İslam Ulusu” (bu isim, aynı zamanda İlyas Muhammed tarafından da kullanılan bir isimdi) adını taşıyan grubu başlattı. Sonuç olarak, Wallace Deen’in Siyah Müslümanlar’ı diğer Müslümanlar’a katıldılar ve şimdi Amerikan Müslüman Misyonu (Amerikan Müslüman Toplumu) olarak bilinmekteler; bu gruba beyazların da katılmalarına izin vererek İlyas Muhammed tarafından yapılan ırksal nefret hatasını da ortadan kaldırmış oldular.

İslam Ulusu’nun şimdiki konuşma sanatının içindeki küçük bir örnek Sidney Ahlstrom’un A Religious History of the American People (Amerikan Halkının Dinsel Tarihi) kitabında çok iyi bir şekilde özetlenir:

[Onların] eskatologyası (ölümden sonraki yaşama ait konu), Tanrı’nın gelmiş olduğunu öğretir; bu yaşamdan sonra başka bir yaşam yoktur; cennet ve cehennem yalnızca birbirlerine karşıt olan iki yersel koşuldur; öbür dünya (M.S. yaklaşık 2000 yılında başlayacak olan) Hristiyan dini de dahil olmak üzere Kafkasyalı gaspçıların şimdiki “zenci” (amerikan dilinde argo) uygarlığının sonudur. Öbür dünya, Siyah Ulusun kurtarılması ve onların tüm yeryüzü üzerindeki görkemli egemenliği tarafından izlenecektir (1972, sayfa 1068).

İslam Ulusu’nun mesajı (Million-Man March’da Farrakhan tarafından sunulduğu gibi) görünürde, bir sosyal kefaret ve uzlaşmadır; bu mesaj, siyahi toplumu ahlaki ve etik üstünlük için mücadele etmeye yapılan bir çağrıdır. Farrakhan, dinleyicileri, uyuşturucu maddelerden, fuhuştan ve şiddetten vazgeçmeye ve kendilerini “ruhsal, ahlaki, zihinsel, sosyal, siyasi ve ekonomik” konularda gelişmeye adanmaya çağırdı (1995). Bu konular, ırk konusunun üstüne çıkması gereken övgüye değer ilgi alanlarıdır. Eğer suç oranlarında düşüş, ekonomik üretkenlikte artış ve Afrika-Ameri­kalıların yaşam kalitesinde Farrakhan’ın çabaları nedeni ile kapsamlı bir gelişme olursa, o zaman tüm insanlar sevinmek için bir nedene sahip olacaklardır.

Farrakhan, Million-Man March konuşmasında Amerika Birleşik Devletleri’nin temelinin özünde çürümüş olduğunu ileri sürdü. Çünkü bu ülke başlangıçtan itibaren beyazların üstünlüğü tarafından karakterize edilmiştir. Örneğin, Farakhan bu konuda şunları söyledi:

Mühür ve Anayasa [Amerika Birleşik Devletleri’nin- BTB], temeli inşa eden babaların düşüncesini yansıtır, bu ülke Beyaz insanlar tarafından kurulan ve Beyaz insanlar için olan bir ülke olmalıydı. Yerel Amerikalılar, Siyahlar ve tüm diğer Beyaz olmayan kişilerin bu ülkenin gerçek vatandaşlarının yüklerini taşıyan kişiler olmaları gerekiyordu (1995).

Bu bilgilerin ışığında İslam Ulusu’nun resmi inançları, asıl öğretişinin temelinde bulunanı daha net olarak görmek için incelemeye tabi tutulabilir.

II. Siyah Müslümanlar Neye İnanırlar

(The Final Call –Son Çağrı– bilgisayar versiyonunun “Müslüman Programı” kısmından alındı)

  1. Doğru Adı Allah olan Tek Tanrı’ya İNANIRIZ.
  2. Kutsal Kuran’a ve Tanrı’nın tüm peygamberlerinin Kutsal Yazılarına İNANIRIZ.
  3. Kutsal Kitap’ın gerçek olduğuna İNANIRIZ, ama tahrif edilmiş olduğuna ve insanlığın Kutsal Kitap’a eklenmiş hatalar ile tuzağa düşürülmemeleri için yeniden yorumlanması gerektiğine inanırız.
  4. Allah’ın peygamberlerine ve onların insanlara getirmiş oldukları Kutsal Yazılara İNANIRIZ.
  5. Ölmüş olanların fiziksel olarak değil ama zihinsel olarak dirilişlerine İNANIRIZ. Zenciler olarak adlandırılan kişilerin zihinsel dirilişe en çok ihtiyaç duyan kişiler olduklarına İNANIRIZ. Bu nedenle ilk olarak onlar dirileceklerdir. Ayrıca, Tanrı’nın seçmiş olduğu insanlar olduğumuza inanırız. Tanrı’nın reddedilenleri ve küçük görülenleri seçeceği yazılmıştır. Bu son günlerde, Amerika’da zenci olarak adlandırılan kişilerin bu tanıma en çok uyan kişiler olduklarından eminiz. Doğru kişilerin dirilişine inanırız.
  6. Yargıya İNANIRIZ; bu ilk yargının Tanrı’nın açıklamış olduğu gibi, Amerika’da gerçekleşeceğine inanırız.
  7. Zenci ve Beyaz Amerikalılar olarak anılan kişilerin tarihte ayrılacakları zamanın şimdi olduğuna İNANIRIZ. Siyah adamın adının gerçekten özgür kılınması gerektiğine İNANIRIZ. Bu ifade ile anlatmak istediğimiz şudur: Siyah adamın köleliği sırasında efendilerinin kendisine zorla koymuş olduğu adlardan özgür kılınması gerekir. Eğer gerçekten özgür isek, o zaman kendi halkımızın adlarını taşımamız gerekir – Yeryüzünün siyah insanları.
  8. Tanrı’da olan ya da olmayan, tüm insanlar için adalet uygulanması gerektiğine İNANIRIZ; insani varlıklar olarak bizim de diğerleri gibi eşit derecede adaleti hak ettiğimize inanırız. Kölelik zamanımızdaki efendilerimiz ile “özgür kılınmış köleler” konumunda kişiler olarak eşit olduğumuza inanmıyoruz. Amerikan vatandaşlarını bağımsız kişiler olarak görür ve onlara ve bu ulusu yöneten yasalarına saygı duyarız.
  9. Bütün ırkları aynı sosyal gruplarda birleştirme önerisinin ikiyüzlü bir öneri olduğuna ve Siyah insanları aldatmaya çalışan kişiler tarafından teklif edildiğine İNANIYORUZ. Bu insanlar Siyah halka özgürlük, adalet ve eşitlik gibi konularda 400 yıl boyunca açıkça düşmanlık etmiş olan kişiler, şimdi aniden siyah halkın “dostları” olduklarına onları inandırmaya çalışıyorlar. Ayrıca, bu tür bir aldatmanın, tarihte, Siyah halkın bu ulusun Beyazlarından ayrılma zamanının geldiğini fark etmelerine engel olmak için amaçlandığına inanıyoruz. Eğer Beyaz insanlar, Zenci olarak anılan kişilere karşı sözlü olarak ifade ettikleri dostlukları konusunda samimi iseler, o zaman bunu Amerika’yı köleleri ile ikiye ayırarak kanıtlayabilirler. Amerika’nın, milyonlarca işsiz halkına olduğu gibi 20.000.000 siyah insana da hiçbir zaman yeterli iş sağlayacağına inanmıyoruz.
  10. Kendimizi doğru Müslümanlar olarak beyan eden bizler, insanların yaşamlarına son veren savaşlara katılmamamız gerektiğine İNANIYORUZ. Bu ulusun bizi bu tür savaşlarda yer almaya zorlaması gerektiğine inanmıyoruz, çünkü Amerika bize uğruna savaşabileceğimiz bir bölge vermeyi kabul etmediği sürece savaşmak bize hiçbir yarar sağlamaz.
  11. Kadınlarımızın diğer ulusların kadınları gibi saygı görmeleri ve korunmaları gerektiğine İNANIYORUZ.
  12. Allah’ın Efendi W. Fard Muhammad’ın kişiliğinde 1930 yılının Haziran ayında göründüğüne İNANIYORUZ; O, Hristiyanlar tarafından uzun zamandır beklenen “Mesih” ve Müslümanlar’ın “Mehdisi”dir.
  13. Ayrıca, son olarak Allah’ın Tanrı olduğuna ve ONDAN başka Tanrı olmadığına ve O’nun, hepimizin birlikte barış içinde yaşayabileceğimiz evrensel bir esenli hükümeti getireceğine İNANIYORUZ.

III. Tanrı Görüşü
Farrakhan’ın Tanrı Görüşü

Yazılış tarzı tektanrıcılıktan yana olmasına rağmen, “Tek Tanrı”, Tanrı’yı ve O’nun peygamberlerini tanımlamak için kullanılan dil, panteistik (kamutanrısal), dualistik (ikili prensibine ait), politeistik (çoktanrıcılık) ve hatta panenteist (süreç teolojisi) olarak çeşitli şeklerde yorumlanabilir. Siyah savunucularından Dr. Jerry Buckner şu iddiayı öne sürer: “İslam Ulusu, çok tanrılı bir dindir. Edebiyatlarındaki çeşitli referanslar pek çok tanrıya duyulan bir inanca işaret ederler ve tarih yazan 23 bilimci-tanrılardan oluşan bir konsey mevcuttur.” Bunlardan biri olan Yakup, “…Tanrı’ya ve konseye zarar vererek isyan etti. Siyah ırka tekrar vurmaları için şeytanların beyaz ırkını yarattı.” 1

Louyis Farrakhan Tanrı’dan (Allah) sonsuz karanlıktan kendi kendini yaratmış olan olarak söz eder. Farrakhan şöyle yazdı: “Muhterem İlyas Muhammad, bize Tanrı’nın kendi kendini yarattığını söyledi. Kutsal Kuran, O’nun doğrulmadığını söyler. Eğer Tanrı doğrulmadı ise, o zaman Tanrı Kendisini Başlatandır. Tanrı’nın kendini yaratma süreci içinde pek çok şeyin üstesinden gelmesi gerekti.” Birine göre, “Hayal kırıklığını kendi evriminin adımı ile yenmesi gerekti ve bu adımın hayal kırıklığı sabrı oluşturdu.” 2

Tanrı, insanlar gibi karanlıktan biçim aldı. “Tanrı’nın Kendisini yarattığı karanlığın, kadının rahminin karanlığının üç katı dışında benzeri yoktur. Tanrı, kadının rahmini, Kendisinin gelmiş olduğu rahmin bir aksisedası (yankısı) yaptı.” Bu yüzden, “Eğer hücrenin özünde ışık var ise, orada enerji de vardır, zeka da vardır. Tanrı kendisini karanlığın içinde biçimlendirdi. Karanlığı yenmesi gerekiyordu.” Bu nedenle, “O (Tanrı) var olduğu zaman, Kendisinin bir ışığı olarak var olur, karanlıktan çıkıp gelir; bizler de O’nun başlangıcına tanıklık ederek aynı yol ile var oluruz.” Farrakhan sözlerine şöyle devam eder: “O, karanlığın içinde Kendisinin bir ışığıydı. Bu nedenle burada bir ikilik mevcuttur. O’nun, karanlıktan çıkıp yükselen ışığı. O, ölümün ortasındaki yaşamdı. Bu bağlamda ölüm, bir amaca ya da işleve sahip olmayan cansız bir konu olarak tanımlanır.” 3

Farrakhan, aynı zamanda insani varlıklardan arıtılmaya ihtiyacı olan bir altına, bir “tanrısal öze” sahip olanlar olarak söz eder. “Arıtıldığımız zaman, Tanrı’nın tanrısal ruhunun ve bilgeliğinin sonsuz taşıyıcıları olacağız, ve bunlar bizi böylece Tanrı’nın gerçek evi yapacaklar.” Ama her şeye rağmen mutlak panteizm (kamutanrıcılık) konusunda, bizim Tanrı’nın bir “benzeyişi” olduğumuzu ileri sürerek yine de eksik kalır. “Benzeyiş ifadesini kullandığımız zaman, bu, bizim biçim, görünüm ve suret açısından Tanrı gibi olduğumuz anlamına gelir. Bizler bir kopya, bir tip, bir şekil alma olarak adlandırılabiliriz… Bunun anlamı, ayna gibi göstermek ya da yansıtmaktır.” 4

Eğer Tanrı’nın kendini yaratması birebir olarak ele alınırsa, o zaman, Tanrı’nın Kendisini hiçbir şeyden yarattığı gibi mantıksal bir anlamsızlık ile karşılaşılır.

Aynı şekilde, eğer “tanrıların konseyi” tek sonsuz ve doğrulmamış Tanrı’nın sınırlı yaratıkları olarak alındıkları takdirde, tektanrıcılığın bir sureti elde bulundurulabilir. Ama yine de eğer, üstün Tanrı (Allah) diğer sınırlı tanrılar arasında yalnızca tek üstün Tanrı ise, o zaman Farrakhan’ın görüşü çoktanrıcılığın bir biçimi olan, Greklerin Zeus’ta sahip oldukları gibi bir inanç olan henoteizme (diğer tanrıların varlığını inkâr etmeden tek bir tanrıya tapınma) indirgenmiş olur. Sistemli bir teoloji ve metafizikten yoksun olan Farrakhan, geleneksel kategoriler ile ilgili olarak Tanrı hakkında uygun bir görüşü çerçevelemek için gerekli aracıyı tedarik etmez.


1. Bakınız Buckner, “Witnessing to the Nation of Islam,” (İslam Ulusuna Tanıklık Etmek) Christian Research Journal 20, no. 3 (Ocak-Mart 1998), 40-41.

2. Farrakhan, “The Name of the True Religion” (Gerçek Dinin Adı), The Final Call, Şubat 17, 1998, 20-21.

3. Aynı kitapta.

4. Aynı kitapta.

Allah: Tanrı’nın İslam’daki adı.

Adhan: Müezzin tarafından camiden her gün yapılan namaz çağrısı.

Ahad: Tanrı’nın tekliği; birden fazla sayının reddedilmesi. Tanrı’nın, kendisi ile ilişkisi olan bir ortak ya da eşe sahip olmadığına inanmak.

Ali: Ebu Talib’in oğlu, Muhammed’in en küçük kızı olan Fatma ile evlenen ilk kuzeni, Şiili Müslümanlar tarafından Muhammed’in gerçek ardılı olarak kabul edilir; İmamlar Ali’nin ardından gelmişlerdir. Sünnilere göre dördüncü Halifedir.

Akide: dini inancın bir ifadesi, bir iman ikrarı onayı.

Ayşe: Muhammed’in üçüncü eşi ve Ebu Bekir’in kızı.

Bahira: Basra’daki kervanların turlarından yaşamını kazanan ve Muhammed üzerinde güçlü etkiye sahip, Nesturi mezhebine ait bir rahip.

Beş Şart: Müslümanlar’ın temel dini görevleri, yani, iman ikrarını ezberlemek (kelime-i şehadet); namaz kılmak (Salat); oruç tutmak (savm); sadaka vermek (zekat); ömürleri boyunca en azından bir kez Mekke’ye yolculuk etmek (hac).

Bismillah: “Allah’ın adı ile” anlamına gelen Arapça bir deyim.

Cihat: Allah yolunda söz ya da kılıç ile yapılan kutsal mücadele; kutsal savaş.

Cin: Tanrı tarafından yaratılan ruhlar, İslam’a göre bazıları iyi, bazıları ise kötüdürler.

Cizye: Yahudiler ve Hristiyanlar tarafından Müslüman yetkililere ödenen vergi; İslam’ı kabul etmeye ya da kabul etmedikleri takdirde ölmeye zorlanan putperestlere yapılandan farklı bir uygulama.

Deccal: Çağların sonunda görünecek olan Mesih karşıtının adı.

Ebu Bekir: Mekke’nin zengin ve saygın bir tüccarı, İslam’ı ilk kabul eden kişilerden biri ve Muhammed’in yakın bir dostu ve refakatçisi. Sünnilere göre ilk Müslüman Halifesiydi.

Fatma: Muhammed’in ilk karısından olan kızı.

Fetva: Dini/yasal bir hüküm.

Fetva: Kuran yasası hakkında bir uzmanın yasal düşüncesi.

Hac: Mekke’ye yapılan yolculuk; İslam’ın Beş Şartı’ndan biri.

Hadis: Bire bir anlamı ile bir öykü; peygamberin söylediği, yaptığı ya da onayladığı –peygamberin önünde söylenen ya da yapılan bir şey– varsayılan (sünnet) daha sonra yazılmış halinin sözlü bir geleneği.

Hafız: Kuran’ı ezberleyen biri, profesyonel bir ezberci.

Halife: Muhammed’in ölümünden sonra yönetimi ele alan ruhsal ve politik önderin unvanı.

Hanif: İbrahim gibi, peygamberler arasında önde gelen bir konuma sahip orijinal bir tektanrıcı.

Hatice: Muhammed’in ilk karısı; Muhammed’in mesajının Tanrı’dan olduğuna inanan ilk kişidir.

Halife: Tanrı’nın yeryüzündeki vekili

Hicret: Muhammed’in, M.S. 622 yılında Mekke’den Medine’ye kaçışı, Hristiyanlar’ın İ.Ö. ve İ.S. ifadelerini kullanmaları gibi Müslümanlar da bu olaydan önceki ve sonraki zamanı belirtmek için kullanırlar.

Huri: (çoğul, hur’in): Cennetteki bir genç kız ya da bakire.

İbadet: Kişinin öncelikli görevlerini yapmasını ve sevap işlemesini içeren adanmış tapınma.

İçma: Yasal teori ve uygulamanın beli bir ölçüye uydurulması için sekizinci yüzyılda sunulan Müslüman bilginlerin fikir birliği; daha önceki dönemin bireysel düşüncesi olan içtihad’a  karşıttır.

İçtihad: İçma’ya karşıt olan kişisel düşünce ya da Müslüman bilginlerin sahip oldukları fikir birliği.

İmam: Sünni Müslümanlar tarafından İslam yasası ve teolojisinde bir otorite olarak görülen kişi. Şii İslamı’ndaki bir tür papa. Şiiler İmamların ardıllığını kabul ederler. On ikinci yüzyıldan sonra, yetki kaynağı ulemalara intikal ettiği zaman, imam saklanmaya gitti, ulema’nın gizlenen İmam’ın temsilcileri oldukları konusunda ortak düşünceler mevcuttur.

İman: Tanrı’ya, meleklere, peygamberlere, Kutsal Yazılar’a ve nihai yargıya inanmak.

İncil: Orijinal olarak Tanrı tarafından açıklanan Yeni Antlaşma Müjdeleri, ama pek çok Müslüman’ın inandığı gibi Hristiyanlar tarafından kabul edilen Yeni Antlaşma’nın sonradan tahrif edilen metni değil.

İsa: Yeşu adının Arapça’daki ismi.

İslam: Muhammed’e açıklanan din. (Allah’ın isteğine) teslim olmak anlamına gelir.

İsmail: İbrahim’in, karısının cariyesi Hacer’den olan ilk oğlu. Müslümanlar Tanrı’nın vaat ettiği oğlun İshak değil İsmail olduğunu düşünürler.

İsmet: Peygamberlerin tüm günahlardan ya da en azından tüm büyük günahlardan korunmaları; hatasız olmaları.

Kabe: Mekke’deki camiinin avlusunda bulunan, Müslümanlar’ın dua ederken yönlendikleri, “Tanrı’nın Evi” olarak adlandırılan kübik bir taş bina. Bu binanın içinde, Adem tarafından Cebrail’e verildiği varsayılan siyah taş bulunur; bu taşın oğlu İsmail ile birlikte Kabe’yi inşa ettiği iddia edilen İbrahim tarafından kullanıldığı söylenir. Bu siyah taş, Muhammed’in döneminden itibaren Muhammed ve Müslümanlar tarafından öpülmüştür.

Kâfir: İmansız biri; mümin olarak adlandırılan inananın karşıtı.

Kader: Her şeye Tanrı tarafından karar verilmesi, iyilik ve kötülük için Tanrı’nın emri.

Kelam: Konuşma. Tanrı’nın Sözü için kullanılır ve daha sonra teolojiyi akılcı yoldan tartışan iskolastik (alimane) teoloji için de kullanılır.

Kıble: Müslümanlar’ın namaz kılarken yüzlerini Mekke yönüne çevirdikleri nokta.

Medine: İslam’ın (Mekke’den sonraki) en kutsal ikinci kenti. Önceleri Yathrib adını taşırdı, Muhammed bu kente M.S. 622 yılında hicret etti (bakınız Hicret).

Mehdi: “Rehberlik edilen” ya da gelecek olan dünya doğruluk lideri. Sünniler, ilkinin görünmesini beklerler ve Şiiler, M.S.874 yılında ortadan kaybolan son İmamı’nın bir gün Mehdi olarak yeniden görüneceğine inanırlar.

Mensuk: Daha önceki bir açıklamanın iptal edilmesi (bakınız Nasık).

Mekke: Muhammed’in Suudi Arabistan’da bulunan doğum yeri. Müslümanlar tarafından en kutsal kent olarak kabul edilir. Ömürleri boyunca en azından bir kez olmak üzere fiziksel ve ekonomik açıdan yeterli olan tüm Müslümanlar tarafından ziyaret edilmesi gerekir.

Minare: Namaza çağrıların yapıldığı camii kulesi.

Mirac: Merdiven ya da yükselme yolu; Muhammed’in göğe yükselmesi.

Muhammed: İslam’ın kurucusu. M.S. yaklaşık 570 yılında doğdu ve M.S. 632 yılında öldü. Müslümanlar’a göre Muhammed, Tanrı’nın son ve nihai peygamberidir ve Tanrı onun aracılığı ile Kuran’daki açıklamaları vermiştir.

Mücahit: Kutsal savaşlarda savaşan Müslümanlar (bakınız cihat).

Mucize: Bir peygambere, görevini onaylamak amacı ile ihsan edilen özel bir mucize.

Müezzin: Her gün, camiden beş kez namaza çağrı yapan kişi.

Mümin: İnanmayan birinin karşıtı olan, iman eden kişi.

Müslüman: Kelime anlamı, “(Tanrı’ya) teslim olan kişi.”

Nebi: Tanrı’nın mesaj vererek gönderdiği bir peygamber.

Namaz: Dualar. Hindistan’da günlük salat için sıkça kullanılan bir sözcük.

Nasık: İptal eden. Mensuk iptal edilen anlamına gelir.

Ömer: Sünni öğretişine göre ikinci Halife ve ilk Halife Ebu Bekir’in baş danışmanı.

Resul: Tanrı’dan bir mesaj ya da açıklama getiren bir elçi. Müslüman geleneği, 124.000 peygamber sıralar. Ancak, en gözde peygamberler beş (ya da altı) tanedir: Muhammed (Tanrı’nın Elçisi), Nuh (Tanrı’nın Vaizi), İbrahim (Tanrı’nın Dostu), Musa (Tanrı ile Konuşan), ve İsa (Tanrı’nın Sözü). Bazı kişiler aynı zamanda Adem’i de (Tanrı’nın Seçilmişi) altıncı peygamber olarak listeye dahil ederler. Muhammed’in Kuran’daki tam ve nihai Tanrı açıklamasının son ve nihai peygamberi, “tüm peygamberlerin mührü” olduğuna inanılır.

Salat: İslam inancının Beş Şartı’ndan biri olan ve günde beş kez kılınan namaz. Müslümanlar’dan Cuma günleri öğle zamanı camide toplu namaz kılmaları talep edilir.

Sırat [ya da Siirat]: Bire bir anlamı ile cehennemin üzerindeki köprü. Mecazi anlamı ile cennete giden dar yol.

Sufiler: Dünyasal bağlılıkları reddeden, her şeyde Tanrı’yı gören ve varlıklarının Tanrı ile birleşmesi için çaba gösteren mistik İslam kanadı. Ortodoks İslam tektanrıcılığının (her şeyi Tanrı yarattı) karşıtı olarak panteizme (Tanrı her şeydir) eğilim gösterirler. Bazı kişiler Muhammed’i tanrılaştırdılar, bu tutum dini inançlarına sadık Müslümanlar tarafından lanetleme olarak görülür.

Sure: Toplam 114 tane olan Kuran bölümlerinden herhangi biri.

Sünniler: İslam’ın temel bedeni olan bu mezhep, tüm Müslümanlar’ın yaklaşık % 80’ini kapsar; Sünniler, Şiilerin aksine olarak Muhammed’in ardılı olan gerçek soyun dört Halife’de bulunduğuna inanırlar: Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali.

Şehadet: Bire bir anlamı ile, iman ikrarının ezberlenmesi aracılığı ile yapılan “tanıklık etmek”: “Allah’tan başka Tanrı yoktur ve Muhammed O’nun elçisidir.” Bu iman ikrarını içtenlikle söylemek, bir Müslüman olmak için gerekli olan her şeydir.

Şirk: Ortaklık koşmak, özellikle Tanrı’yı bir başkası ile eş tutmak ve bu nedenle O’nun mutlak eşsizliğini inkâr etmek.

Şiiler: Sünilerin aksine, Muhammed’in damadı Ali’nin İslam topluluğunun önderliği konusunda gerçek ardılı olduğuna inanan temel İslam mezheplerinden biri.

Taghir: Bire bir anlamı ile, “değiştirilmiş ya da sahte hale getirilmiş”, bazen Kutsal Kitap’taki bir metnin tahrif edilmesi ile ilgili kullanılır (aynı zamanda bakınız tebdil).

Tahrif: Kutsal Kitap’ın tahrif edilmiş olduğuna dair İslam öğretişi.

Tekbir: “Tanrı’nın büyük” (Allahü ekber) olduğunu söyleyerek Tanrı’yı övmek.

Takva: Dindar ya da erdemli bir karakter.

Tebdil: Bire bir anlamı ile “değişim”, özellikle Kutsal Kitap’taki bir metnin değişimi ya da tahrif edilmesi ile ilgili olarak kullanılır.

Tefsir: Kuran hakkında bir yorum.

Tevhid: Özellikle Tanrı’nın mutlak tekliği ile ilgili kullanılan birlik.

Tevrat: Yahudi Yasası ya da Musa’nın Yasası.

Ulema: Müslüman bilginlerin fikir birliği etmeleri aracılığı ile ulaştıkları ilkeler, Sünniler tarafından yetkin olarak kabul edilirler; din ile ilgili konularda eğitim görmüş olanlar.

Ömer: İslam’ı ilk kabul eden kişilerden olan, Muhammed’in adan­mış bir izleyicisi. İkinci Müslüman Halifesi.

Osman: İslam dinini ilk kabul eden kişilerden olan başka biri ve üçüncü Müslüman Halifesi.

Vahid: Herkesin Tek ve Aynı Tanrısı. Bazen değişimli olarak Ahad ile birlikte olarak kullanılır.

Zebur: Eski Antlaşma’daki Mezmurlar kitabına verilen isim.

Zekat: Adanmış bir Müslüman’ın gelirinin kırkta birini (yüzde iki buçuğunu) öncelikle yoksul ve ihtiyaç sahibi olan kişilere vermesi gereken dini bir sunu.

My Friend

By: Younis Sabir Sarhadi

1964

August 02, 2011

My Friend

میرا دوست

از جناب یونس صابر سرحدی

میرا خواہش ہے کہ آپ بھی میرے دوست سے ملیں وہ بے حد قوی دوستداری کے قابل مقناطیسی سی کشش رکھتاہے۔بیشک وہ قوی اور نڈر ہے لیکن ننھے بچے اور طاقتور سب اُسکی طرف کچھے چلے آتے ہیں۔ وہ نیکی رحمدلی اورتحمل کا کامل نمونہ ہے لیکن اُس کی یہی صفات ظلم تشدد اور ریاکاری کے خلاف شدت سے برسرعمل رہتی ہیں۔ وہ عوام کی ضروریات سے واقف ہے اور غریبوں محتاجوں بیماروں بدصورت بکلہ گمنام لوگوں کا خاص خیال رکھتا ہے۔ دراصل وہ ہر آدمی میں کچھ اچھی بات دیکھنے کا متمنی رہتاہے اورکسی کو نظر انداز نہیں کرتا کیونکہ خدا کی نظر میں ہر آدمی کی بڑی وقعت ہے۔ حقیر اور غریب لوگ جب اُس کے چہرے کو تکتے ہیں تواُن کا اندازِ فکر میرے دوست کا سا ہوجاتاہے۔

آپ ہمیشہ اُس کی دوستی میں اپنے تیئں محفوظ اور ہرمشکل کے لئے تیار محسوس کریں گے۔ اوراُسے دنیا کی ہر متاعِ عزیز پر ترجیح دیں گے۔ اُس کی دوستی میرے لئے کئی مطالب رکھتی ہے۔ اُس کا وعدہ ہے کہ مجھے کبھی یتیم نہ چھوڑے گا ۔ کئی بار میں اُس کی وفاداری میں ناراست رہا لیکن اُس کی وفا کی پائیداری میں کبھی فرق آنے نہیں پایا۔ اُسکی معجزنما قوت اورمحبت میری روح کی غذا ہوگئی ہیں۔ جسے میں اپنے جسم میں سرایت کرتا محسوس کرتاہوں۔ اُسکی زندگی میری زندگی ہوکر رہ گئی ہے۔ جب سے میری اس سے دوستی ہوئی ہے مجھ میں ایک عجیب انقلاب آگیا ہے۔

میں نے اُسی سے خدا کی پہچان سیکھی ہے۔ وہ خدا کے بارے میں بڑے آسان اور واضح طریقہ سے جانتاہے۔جیسا بیٹا اپنے باپ کو جانتاہے۔ درحقیقت وہ الوہیتِ ہی کا ایک اقنوم ہے ۔ یہی وجہ ہے کہ اُس کے وعدہ کے مطابق میں خدا کا دوست بلکہ حقیقی فرزند ہونے کا شرف رکھتاہوں۔ جب میں اُس سے ہمکلام ہوتاہوں تومحسوس ہوتاہے کہ خدا سے باتیں کررہا ہوں۔ میرا سب کچھ اُسی کا عطیہ ہے۔ اس نے مجھے زندگی کا مفہوم سکھایا نیکی اور سلامتی کی راہ دکھائی۔ اُس نے میری روح میں ایک عظیم مقصد کو شعلہ زن کیا۔ وہ مجھے بدی اورگناہ پہ غالب آنے کی قوت بخشتاہے۔ اب میں خدا کو باپ جان کر بھروسہ کرسکتاہوں کیونکہ خدا محبت ہے اور محبت کوزووال نہیں۔

اُسکی دوستی نے لاکھوں انسانوں کی زندگیاں تبدیل کر ڈالی ہیں۔ اُس کے دوست معاشرے کے بہترین نمائندے ہیں جو اس کی گھمبیر اورپُر محبت شخصیت سے متاثر ہوئے ہیں اُن میں سے بعض دنیا کی تاریخ میں انقلاب برپا کررہے ہیں۔ محبت کی عالمگیر رفاقت کے قیام میں وہ تخلیقی قوتوں کی مثال ہیں۔ وہ کلام کے ذریعہ سے دنیا کے کونے کونے میں ہر قبیلہ اور قوم کے افراد کو حق کی یہ گواہی دینے جاتے ہیں کہ وہ دوستِ انسان کو حق سے سکتاہے۔ اُس کی راہ میں اُنہوں نے آنسو خون اور پسینہ بہائے ہیں۔ بعض لوگوں کوقید میں ڈالا گیا۔ کئی جلاوطن بلکہ شہید بھی ہوئے کیونک اُنہوں نے صرف اُس کی مرضی پورا کرنے کی جسارت کی تھی۔

آپ کو شائد معلوم نہ ہوگا کہ لاکھوں انسان اُس کی دوستی سے انکار بھی کرجاتے ہیں۔ نہ جانے کیوں؟ کیا اس لئے کہ درحقیقت نہیں جانتے وہ ہےکون؟ ہاں یہی وجہ ہے کہ انسان نے اسے ہلاک بھی کیا ہے۔ جبکہ وہ قطعی بے گناہ تھا جوسراپا صداقت پاکیزگی اورمحبت ہے ہم انسانوں نے اُسے موت کے گھاٹ اُتارا۔ اس میں ضرور کوئی بات تھی کہ وہ موت اورگناہ کی طاقت پر غالب آیا۔ وہ موت کا فاتح ہوکر آج بھی توزندہ ہے۔ چونکہ اُس نے موت پر فتح پائی وہ بدی اورگناہ پربھی غالب آسکتاہے ۔ اورجب وہ بدی اورگناہ کو مغلوب کرنے کے قابل ہے تویقیناً یہ دنیا ایک معتبر اور خوشحال جگہ بن جائے گی۔

اِس دوست کے متعلق بتانے والی ایک کتاب موجود ہے جسے میں سب دیگر کتابوں سے زیادہ پڑھنا چاہتاہوں۔ جتنی بار پڑھتا ہوں اُس کی محبت اورپہچان میں بڑھتا جاتاہوں۔اِ س کتاب میں جو اُس کی ذات پرروشنی ڈالتی ہے ۔ اُس کے دل کی دھڑکن محسوس ہوتی ہے۔ جس کا پیغام یہ ہے کہ تمام بنی آدم میں صلح وآشتی کا دوردورہ ہو۔ کاش ہر آدمی اسے پہچاننے کی کوشش کرے۔میرا دوست آپ کو اپنی دوستی پر مجبور نہیں کرتا۔ بلکہ آپ اُسے تہ دل سے اپنا دوست مان لیں تووہ ابد تک آپ کا ساتھ دے گا ۔ وہ آپ کی زندگی کوایک روحانی مہم اورانقلابی رفاقت بنادے گا ۔ جس سے آپ کو فتحمند اورمبارک زندگی گزارنے کے بھید معلوم ہوں گے۔ وہ خلا کو معموری میں خوف کی جرات میں کمزوری کوطاقت میں بے دلی کو مسرت میں جنگ کوصلح میں ظلمت کوتابندگی میں اور موت کوزندگی میں تبدیل کردے گا۔ میری دعا ہے کہ آپ ضرور میرے دوست سے ملاقات کریں۔ اُس کا نام" سیدنا عیسیٰ مسیح" ہے۔

ازمنہ قدیم سے آج تک کی ادبیات اور صحائف پڑھ لیجئے لیکن ادبی حسن اور نکھار میں ولادتِ سیدنا مسیح کے مقابلہ میں سب ہیچ نظر آئیں گے۔سیدنا مسیح جن کے لئے سرائے میں کوئی جگہ نہ تھی " لیکن جن کا جنم دن تمام دنیا میں منایا جاتاہے۔ یہ بے نظیر واقعہ دراصل اُن واقعات کے سلسلہ میں سے ہے جوگنہگار انسان کو آسمانی عظمت سے ہمکنار کرتاہے۔ان سب واقعات کا مجموعی اثر اور مقصد یہ ہے کہ ہمیں چرواہوں اور مجوسیوں کی طرح بیت لحم کی چرنی کے پاس لایا جائے۔یادش بخیر کونسی داستان ملاحت اورحسن بیان کے لحاظ سے فضل کے بادشاہ کی" معمولی پیدائش " کے واقعہ کی ہم پلہ ہوسکتی ہے۔ ہاں سیدنا مسیح کی پیدائش مبارکہ جن کا نام عمانوایل (خدا ہمارے ساتھ) ہے۔

(تلخیص وترجمہ)

Christianity & Science

Mr. Barakat Ullah

Archdeacon Rev. Barakat Ullah

1891-1971

Christianity & Science

1925

سچائی تم کو آزاد کرے گی۔قو ل المسیح

مسیحیت اور سائنس

مصنف

علامہ برکت اللہ ۔ ایم۔ اے۔ مبلغِ مسیحیت
کرسچن نالج سوسائٹی
انار کلی ۔لاہور
کی طرف سے شائع کیا گیا
١٩٢٥

 

Pages