Muhammed’in, Tanrı’nın insanlığa tam ve nihai açıklamasını getiren son peygamber olduğuna ilişkin Müslüman inancını daha önce beyan etmiştik (bakınız Bölüm 4). Kuran’ın kendisinin, diğer tüm açıklamaların ve dinlerin önüne geçerek, Tanrı’nın son sözü olduğunu belirttiğine ilişkin gerçek –dünya nüfusunun beşte birinin inandığı, Muhammed’in Tanrı’nın bir peygamberi olduğuna duyulan inanç hakkındaki iddia– bize, bu konuya dikkatimizi vermemizi gerektirir.
Muhammed’in Peygamberlik İddiası
Bir Peygamberin Doğası
Muhammed’in, Tanrı’nın bir peygamberi olduğuna ilişkin iddiasını doğru bir şekilde değerlendirmek için bir peygamber denildiği zaman peygamber sözcüğü ile neyin kast edildiğini yeniden gözden geçirmemiz gerekir. 1 Arapça’da Tanrı’nın elçileri için kullanılan iki temel sözcük vardır. Resul ifadesi, “gönderilen kişi” (Grekçe’deki apostolos sözcüğü gibi) anlamına gelir, ve nebi ifadesi “bilgi taşıyan ve Tanrı’dan gelen haberleri ilan eden kişi” (bu sözcük, İbranice’deki nabi sözcüğüne benzer) demektir. 2
Doğası itibarı ile bir peygamberin yalnızca insani bir varlık olması gerekir, ama peygamberin karakteri kusursuz (ismet) olmalıdır, bunun anlamı peygamberin ya günahsız ya da tüm büyük günahlardan tamamen uzak olmasıdır. 3 Bir peygamberin görevine gelince, Kuran bu konuda açık ve tek anlamlı ifade kullanır: 16:36 ayetinde şunları okuruz: “Andolsun, biz her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin, tağuttan (insanları azdıran, saptıran şeylerin hepsi) kaçının’ diye peygamber gönderdik” (aynı zamanda 40:15 ayetine de bakın).
Tüm peygamberler, tanrısal iradeye boyun eğmek gibi aynı temel mesajı vaaz ettiler, ama buna rağmen Muhammed’in mesajı, farklı görülür; onun mesajının Tanrı’nın insanlığa ilettiği son ve nihai Tanrı sözü olduğuna ve mükemmel bir şekilde yazıldığına ve kusursuz olarak korunduğuna inanılır. Muhammed de kendisini gerçekten “Peygamberlerin Mührü” olarak düşündü (33:40). İyi bilinen bir hadiste Muhammed kendi eşsizliğini şu şekilde belirtir: “Bana bir aylık yolculuk mesafesinde zafer ihsan edildi; ve aracılık (şefaat) etme izni verildi; ben tüm insanlığa gönderildim; ve peygamberler benim gelişim ile birlikte mühürlendiler.” 4
Muhammed için bu nihai açıklama ile ilgili eşsiz iddia Muhammed’in, Tanrı’nın peygamberi olarak İbrahim, Musa, İsa ve diğerlerinden üstün olduğuna ilişkin kanıt göstermesini gerekli kıldı. İslam dini savunucuları geleneksel olarak Muhammed’in önceki peygamberlerden üstün olduğunu kanıtlamak için pek çok mantık dizisi oluşturdular. Bunlara göre kanıtların başlıcaları şunlardır: 5
1) Eski ve Yeni Antlaşma’ların her ikisi de onun ile ilgili net peygamberlikler içerirler; 2) Muhammed’e yapılan peygamberlik çağrısının doğasının mucizevi olması; 3) Kuran’ın dilinin ve öğretişinin benzersiz oluşu ve bu yüzden yalnızca Kuran’ın, Muhammed’in iddialarının gerçekliğini yeterli olarak kanıtladığı; 4) Muhammed’in mucizelerinin En Yüce Olan tarafından vurulan bir mühür oldukları; 5) yaşamının ve karakterinin onun peygamberlerin sonuncusu ve en büyüğü olduğunu kanıtlamaları. 6
Müslümanların İddiasının Kutsal Kitap Desteği Açısından
Değerlendirilmesi
Muhammed’in, Tanrı tarafından çağrılmış olduğuna inandığı konusunda hiçbir kuşku yoktur. Aynı şekilde, Tanrı’nın ona melek Cebrail aracılığı ile verdiği açıklamalara duyduğu inanç da sarsılmaz gibi görünür. Elbette, tüm düşünen kişilerin bildiği gibi, ne öznel deneyim ne de inanç içtenliği kendi başlarına bu deneyimin doğruluğuna dair bir kanıt teşkil etmezler. Eleştirmenler, Muhammed’in, Tanrı’nın eşsiz peygamberi olduğuna ilişkin iddiayı desteklemek için sunulan kanıtların her birine karşılık vermişlerdir. Düşünebilen herhangi bir Müslüman’ın ya da Müslüman olmayanın konu üzerinde bir karara varmadan önce göz önünde bulundurması gereken pek çok şeye işaret etmişlerdir.
Abdül-Ahad Davud, çok rağbet gören Kutsal Kitap’ta Muhammed adlı kitabında, Kutsal Kitap’ın, peygamber Muhammed’in gelişini önceden bildirdiğini ileri sürer. Ve şu iddiada bulunur: “Muhammed, Antlaşma’nın gerçek objesidir ve onda, yalnızca onda, Eski Antlaşma’daki tüm peygamberlikler, gerçek ve birebir olarak yerine geldiler.” 7 Aynı şekilde, Yeni Antlaşma hakkında da şu iddiada ısrar eder: “Eğer bu Müjdeler İslami ve Teslis Öğretişine İnanmayan bir görüş açısı ile okunmadıkları ve incelenmedikleri takdirde, gerçeğe, gerçek dine ulaşmak kesinlikle imkansızdır.” 8 Abdül-Ahad Davud daha sonra önceden bildirilen peygamberin Mesih değil Muhammed olduğunu bularak Yeni Antlaşma’yı inceler. Şimdi, bu iddiaları desteklemek için Davud’un ve diğer Müslümanlar’ın kullandıkları metinleri gözden geçirelim. 9
Yasa’nın Tekrarı 18:15-18. Tanrı, Musa’ya şu vaadi verdi: “Onlara kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkartacağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek” (ayet 18). Müslümanlar, bu peygamberliğin Muhammed ile gerçekleştiğine inanırlar, ve iddialarını desteklemek için de Kuran’da yer alan şu ayete işaret ederler: “Yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resule, o ümmi (okuma yazma bilmeyen) peygambere” (7:157).
Ama yine de bu peygamberlik, çeşitli nedenlerden ötürü Muhammed için bir referans olamazdı. Çünkü ilk olarak, “kardeşler” ifadesinin, İsrailli kişileri kast ettiği açıktır. Çünkü Yahudi Levililere’e aynı bölümde “kardeşleri arasında payı, mülkü ya da mirası olmayacak bir oymak” olacağı söylenir” (ayet 2).
İkinci olarak, “kardeşler” ifadesi, İsraillilerin Arap düşmanlarına değil, İsrail’in kendisine işaret ettiği için, Tanrı neden İsrail için İsrail’in düşmanları arasından bir peygamber çıkartsın?
Üçüncüsü, bu kitabın diğer yerlerinde geçen “kardeşler” ifadesi, aynı zamanda yabancıları değil, İsraillileri kast eder. Tanrı, Yahudiler’e, bir “yabancıyı” değil, “kendi kardeşleri arasından birini” kral olarak seçmelerini söyledi (Yasa’nın Tekrarı 17:15). İsrail, hiçbir zaman Yahudi olmayan bir kral seçmedi.
Dördüncüsü, Müslümanlar’ın da kabul ettiği gibi Muhammed, İsmail’den gelir ve Yahudi tahtının mirasçıları İshak’tan gelirler. Tevrat’a göre, İbrahim, “Keşke İsmail’i mirasçım kabul etseydin” diye dua ettiği zaman, Tanrı üzerinde kesin olarak durarak şu yanıtı verdi: “Antlaşmamı İshak ile sürdüreceğim” (Yaratılış 17:21). Daha sonra Tanrı şu sözleri tekrarladı: “Senin soyun İshak ile sürecektir” (Yaratılış 21:12).
Beşincisi, Kuran’ın kendisi, peygamberlik soyunun İsmail ile değil, İshak ile süreceğini belirtir: “Ona (İbrahim’e) İshak’ı ve Yakub’u bahşettik. Onun soyundan gelenlere peygamberlik ve kitap verdik.” (29:27). Müslüman bilgin Yusuf Ali, “İbrahim” sözcüğünü ekler ve anlamı şu şekilde değiştirir: “İbrahim’e, İshak’ı ve Yakub’u verdik ve onun soyu arasında Peygamberlik ve Açıklama buyurduk.” Böylece, İsmail’in babası İbrahim’i ekleyerek, İsmail’in soyundan olan Muhammed’i peygamberlik soyuna dahil edebilir! Ancak, İbrahim’in adı Müslümanlar’ın mükemmel bir şekilde korunduğuna inandıkları Kuran’ın Arapça metninde yer almaz.
Altıncısı, eski güvenilir belgelere göre, 10 bu ayeti bütünüyle yerine getiren Muhammed değil, İsa’dır, çünkü İsa, yasa altında doğan Yahudi kardeşlerinin arasındandı (Galatyalılar 4:4). İsa aynı zamanda Yasa’nın Tekrarı 18:18’i de kusursuz bir şekilde yerine getirdi: “İnsanoğlu’nu yukarı kaldırdığınız zaman benim O olduğumu, kendiliğimden hiçbir şey yapmadığımı, ama tıpkı Baba’nın bana öğrettiği gibi konuştuğumu anlayacaksınız” (Yuhanna 8:28). “Çünkü ben kendiliğimden konuşmadım. Beni gönderen Baba’nın kendisi ne söylemem ve ne konuşmam gerektiğini bana buyurdu” (Yuhanna 12:49). İsa, kendisinin bir “peygamber” olduğunu söyledi (Luka 13:33) ve insanlar onun bir peygamber olduğunu düşündüler (Matta 21:11; Luka 7:16; 24:19; Yuhanna 4:19; 6:14; 7:40; 9:17). Tanrı’nın Oğlu olarak İsa peygamberdi (Tanrı’nın sözlerini insanlara iletti), kâhindi (İbraniler 7-10, insanlar adına Tanrı’ya konuştu) ve kraldı (Tanrı adına insanlar üzerinde egemenlik sürer, Vahiy 19-20).
Son olarak, Muhammed’e değil, yalnızca İsa’ya uyan başka “Peygamber” özellikleri de mevcuttur. Bu özellikler şunlardır: Kuran’da, Muhammed’in yapmadığını itiraf ettiği Tanrı ile “yüz yüze” konuşmak ve “belirtiler ve mucizeler” yapmak.
Yasa’nın Tekrarı 33:2. Pek çok İslam bilgini bu ayetin Tanrı’nın, üç ayrı ziyaretini önceden bildirdiğine inanırlar: Birincisi, “Sina” dağında Musa’yı, diğeri İsa ile “Seir”de ve üçüncüsü Mekke’ye “on bin” kişilik bir ordu ile gelen Muhammed’i “Paran” da (Arabistan).
Ama yine de, bu tartışmaya bölgenin bir haritasına bakarak kolayca yanıt verilebilir. Paran ve Seir, İsa’nın hizmet ettiği Filistin’e değil, Sina yarım adasındaki Mısır’a yakındırlar (Yaratılış 14:6; Çölde Sayım 10:12; 12:16-13:3; Yasa’nın Tekrarı 1:1). Paran da Mekke’ye yakın değildir, ama Sina dağının kuzey doğusundaki güney Filistin’den yüzlerce mil uzaktadır.
Ayrıca, bu ayet, Muhammed’in değil, “Rab”bin geleceğinden söz etmektedir. Ve Rab, Muhammed’in yaptığı gibi on bin asker ile gelmekten değil, “on bin kutsal” ile gelecektir. Bu metinde, Müslümanlar’ın bu ayetin Muhammed ile ilgili bir öngörü olduğunu ileri sürecekleri bir tartışma için hiçbir temel mevcut değildir.
Son olarak, bu peygamberliğin “Tanrı adamı Musa’nın, ölmeden önce İsrailoğullarını kutsayacağı” peygamberlik olduğu söylenir (Yasa’nın Tekrarı 33:1). Eğer bu ayet İsrail’in sürekli düşmanı olan İslam hakkında bir öngörü olsaydı, o zaman İsrail için bir bereket olması mümkün olamazdı. Aslında, bu bölüm Tanrı’nın, İsrail oymaklarının her birini “düşmanı önlerinden kovarak bereketleyeceğini” bildiren beyanlar ile devam eder (ayet 27).
Yasa’nın Tekrarı 34:10. Bu ayet, “o günden bu yana İsrail’de Musa gibi Rab’bin yüz yüze görüştüğü başka bir peygamber çıkmadığını” söyler (KJV). Müslümanlar bu ayetin, beklenen peygamberin bir İsrailli olamayacağını ve Muhammed olduğunu öngördüğünü kanıtladığını iddia ederler.
Karşılık olarak pek çok konuya dikkat edilmesi gerekir. Önce, bu son bölümün yazıldığı zamandan önce Musa ölmüş olduğu için “o günden bu yana” sözlerinin Yeşu tarafından yazılmış olmaları olasıdır. 11 Hatta Yasa’nın Tekrarı bile bazı eleştirmenlerin inandığı gibi eğer daha sonra yazılmış olsaydı, bölüm yine de Mesih’in zamanından yüzlerce yıl önce düzenlenmişti ve bu nedenle Mesih’i saf dışı bırakamazdı.
İkincisi, gelecek olan bu peygamber ile öngörüyü mükemmel bir şekilde yerine getiren Muhammed değil, İsa’ydı (Yasa’nın Tekrarı 18:15-18 hakkında yukarıda yapılan yorumlara bakınız).
Üçüncüsü, bu ayet Muhammed’e işaret ediyor olamazdı, çünkü gelecek olan peygamber “Rab’bin, belirtiler ve şaşılası işler yapması için göndermiş olduğu” (Yasa’nın Tekrarı 34:11) Musa gibi bir peygamber olacaktı. Muhammed, Musa ve İsa gibi belirtiler ve mucizeler yapmadığını kendi sözleri ile ifade etti (bakınız 2:118; 3:183). Sonuç olarak, gelecek olan peygamber, Tanrı ile “yüz yüze” konuşan Musa gibi biri olacaktı (Yasa’nın Tekrarı 34:10). Muhammed, Tanrı ile doğrudan konuştuğunu hiçbir zaman söylemedi, açıklamalarını bir melek aracılığı ile aldığını bildirdi (bakınız 25:32; 17:105). Öte yandan İsa, aynı Musa gibi, Tanrı ile yüz yüze iletişim kuran (Yuhanna 1:18; 12:49; 17), doğrudan bir aracı idi (1.Timoteos 2:5; İbraniler 9:15). Böylece, pek çok Müslüman’ın ileri sürdüğünün aksine, öngörü Muhammed’e işaret ediyor olamazdı.
Habakkuk 3:3. Metin, “Tanrı’nın Teman’dan, Kutsal Paran dağından geldiğini, görkeminin gökleri kapladığını, O’na sunulan övgülerin dünyayı doldurduğunu” beyan eder. Bazı Müslüman bilginler bu metnin, Paran’dan (Arabistan) gelen peygamber Muhammed’e işaret ettiğine inanırlar ve bu metni Yasa’nın Tekrarı 33:2 ayetindeki ifadeye benzer bir metin ile bağlantılı olarak kullanırlar.
Daha önce de belirtildiği gibi, Paran, Muhammed’in geldiği Mekke’ye yakın değildir, Mekke’den yüzlerce mil uzaktadır. Ayrıca, ayet “Tanrı’nın” geleceğinden söz ediyor, Tanrı olduğunu iddia etmemiş olan Muhammed’in geleceğinden değil. Son olarak, “övgü” sözcüğü Muhammed’i (onun adı “övülmüş olan”dır) işaret ediyor olamaz, çünkü hem “övgü” hem “yücelik” konuları yalnızca Tanrı’ya ait konulardır ve Müslümanlar Muhammed’in Tanrı olmadığını ve Tanrı olarak övülmemesi gerektiğini kabul edecek olan ilk kişilerdir.
Mezmur 45:3-5. Bu ayet düşmanlarına boyun eğdirmek için “kılıç” ile gelecek olan birinin varlığından söz ettiği için, Müslümanlar bazen bu ayeti “kılıç peygamberi” olarak bilinen kendi peygamberlerine dair bir öngörü olarak düşünürler. Bu ayetin İsa’ya işaret etmediği konusunda ısrarlıdırlar, çünkü İsa hiçbir zaman kendisinin de belirtmiş olduğu gibi bir kılıç ile gelmedi (Matta 26:52).
Ama yine de bu tartışma çeşitli nedenlerden ötürü başarısızlık ile sonuçlanır. Öncelikle, bir sonraki ayet (ayet 6), söz edilen kişiyi “Tanrı” olarak tanımlar, Yeni Antlaşma’ya göre İsa, Tanrı olduğunu iddia etti (Yuhanna 8:58; 10:30), ama Muhammed yalnızca bir peygamber olduğunu iddia etti. 12
Ayrıca, İsa, ilk gelişinde bir kılıç ile gelmemiş olmasına rağmen, Kutsal Kitap, O’nun ikinci gelişinde kendisine “cennet ordularının” eşlik edeceğini bildirir (Vahiy 19: 11-16); ilk gelişi ölmek içindi (Markos 10:45; Yuhanna 10:10-11). Rab İsa ikinci gelişinde “alev alev yanan ateş içinde güçlü melekleri ile gökten gelip, Tanrı’yı tanımayanları cezalandıracak (2.Selanikliler 1:7-8). O zaman bu ayet Muhammed ile ilgili bir öngörü olarak kabul edilemez. Yeni Antlaşma bu bölümde kesin olarak Mesih’e işaret eder (İbraniler 1:8).
Yeşaya 21:7. Yeşaya bir görümde, “savaş arabalarını, atlara, eşeklere, develere binmiş gelen çifter çifter insanlar” gördü. Bazı Müslüman yorumcular, “eşeklerin” üzerine binenin İsa ve “develerin” üzerine binenin Muhammed olduğunu ileri sürerler; Muhammed’in bir peygamber olarak İsa’dan önce geldiğine inanırlar. Ancak bu, ne metinde ne de metnin çevre ve koşulları içinde hiçbir temeli olmayan bir yorumdur.
Bölüme üstün körü bir şekilde bakıldığı zaman bile, bölümde Babil’in düşüşünden söz edildiği açıktır. Ayet 9’da şu beyan edilir: “Yıkıldı! Babil yıkıldı!” Metinde ne Mesih ne de Muhammed ile ilgili hiçbir ima dahi yoktur. Atlar, eşekler ve develer ile ilgili referanslar, Babil’in düşüşü haberinin yayılmasına aracılık eden vasıtalardır. Yine burada da görüyoruz ki, peygamber Muhammed ile ilgili hiçbir ima yoktur.
Matta 3:11. Müslüman yazar Davud’a göre Vaftizci Yahya ile ilgili bu öngörü, Mesih’e işaret ediyor olamazdı; ve Muhammed’e işaret etmesi gerekirdi. 13 Yahya şöyle dedi: “Benden sonra gelen benden daha güçlüdür. Ben O’nun çarıklarını çıkarmaya bile layık değilim. O, sizi Kutsal Ruh ile ve ateş ile vaftiz edecek.” Davud, burada “sonra” sözcüğünün İsa’yı, önceden geleceği söylenen Peygamber olmanın dışında bıraktığının aşikâr olduğunu ifade eder, çünkü “her ikisi de birbirlerinin çağdaşı idiler ve aynı yılda doğdular.” Ayrıca, “Yahya tarafından kast edilen kişi İsa Mesih değildi, çünkü eğer öyle olsaydı, Yahya İsa’yı izler ve O’na öğrencilerinden biri gibi boyun eğer ve İsa’nın emri altına girerdi.” Ayrıca, “eğer İsa gerçekten Vaftizci Yahya’nın önceden bildirdiği kişi olsaydı, … o zaman İsa’nın, kendisinden aşağıda olan biri tarafından pişman olmuş sıradan bir Yahudi gibi nehirde vaftiz edilmesi ne gerekli ne de anlamlı olurdu!” Aslında Yahya, hapishanedeyken, İsa’nın mucizelerini duyuncaya kadar, İsa’nın sahip olduğu peygamberlik armağanını bilmiyordu.” Sonunda, Yahya, bu kişinin, Yeruşalim’i ve onun tapınağını öncekinden daha görkemli hale getirmesi gerekeceğini duyurduğu için (3:1; Hagay 2:8-9), bu sözleri ile Mesih’i işaret ediyor olamazdı; aksi takdirde bu “tüm girişimin kesin bir başarısızlık olduğunu itiraf etmek” olurdu. 14
Buna karşılık, İsa’nın hizmeti tam olarak Yahya’nın söylediği gibi Yahya’nın hizmetinden “sonra”ya kadar başlamadı. Yahya Matta 3:1 ayetinde yazılanlar ile birlikte hizmete başladı ve İsa vaftiz olmadan (Matta 3:16-17) ve ayartmadan (Matta 4:1-11) önce hizmete başlamadı. Yahya, İsa’nın çarıklarını bile bağlamaya layık olmadığını söylerken, İsa’ya riayet etmiyordu (Matta 3:11).
Aslında metinde şöyle yazar: “‘Benim senin tarafından vaftiz edilmem gerekirken sen mi bana geliyorsun?’ diyerek O’na engel olmak istedi” (Matta 3:14). İsa, neden vaftiz olmasının gerektiğini açıkladı, yani, “doğru olan her şeyin yerine getirilmesi gerekiyordu” (Matta 3:15). İsa “yasayı geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldiği için” (Matta 5:17), yasanın taleplerini yerine getirmeliydi. Aksi takdirde, olduğu kadar mükemmel doğru olmayacaktı (Romalılar 8: 1-5). Yahya, Mesih’i vaftiz ettiği zaman, O’nun kim olduğunu çok iyi biliyordu, çünkü O’nun “dünyanın günahlarını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu olduğunu” ilan etmişti (Yuhanna 1:29). Ve Yahya, kalabalık ile birlikte Tanrı’nın Ruhu’nun İsa’nın üzerine indiğini ve göklerden gelen bir sesin ‘Sevgili Oğlum budur. O’ndan hoşnudum’ dediğini duydu’ (Matta 3:17). Yahya’nın daha sonra bazı sorular sormasına rağmen bu sorular, Yahya’ya yaptığı mucizeleri bildiren Mesih tarafından çabucak yanıtlandı (Matta 11:3-5); O, Yeşaya tarafından geleceği bildirilen Mesih idi (Yeşaya 35:5-6; 40:3). Sonuç olarak, Eski Antlaşma’da Mesih hakkında yer alan tüm peygamberlikler, O’nun ilk gelişinde gerçekleşmediler; bazı peygamberlikler O’nun ikinci gelişinde gerçekleşecekler. İsa’nın kendisi “gelişi ile ilgili belirtilerden” sonra (Matta 24:3) “çağın sonu gelinceye kadar”, “tüm halklar İnsanoğlu’nun gökteki bulutlar üzerinde büyük güç ve görkem ile geldiğini” gördükleri zamana kadar egemenliğini kurmayacağını açıkça ifade etti. “Her şey yenilendiği zaman, İnsanoğlu [ve O’nun elçileri]görkemli tahtına oturduğunda, İsrail’in on iki oymağını yargılayacaklar” (Matta 19:28).
Yahya’nın kehanetlerinin Mesih’e işaret etmesinin nedenlerinden çoğu şimdi açıkça görülür. Yahya bu kehanetlerin Mesih’e işaret ettiklerini net olarak anladı, ve O’nu “dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu” olarak ilan etti (Yuhanna 1:29). Yahya, İsa’yı vaftiz ettiği zaman göklerden gelen Baba’nın sesi, İsa’nın, Yahya’nın söylediği gibi Tanrı Oğlu Mesih olduğunu onayladı. Yahya’nın İsa’ya duyduğu saygıdan ötürü O’nu vaftiz ettiği zaman gösterdiği isteksizlik (Matta 3:14), İsa’nın, kendisinden üstün olduğunu bildiğini açıklar. Aynı şekilde Yahya, İsa’nın çarıklarını çıkarmaya layık olmadığını söylerken, İsa’nın kimliğine gösterdiği büyük hürmeti belirtmektedir. İsa’nın daha sonra hapishanedeki Yahya’ya mucizelerinden söz ederek Mesihliğini yeniden hatırlatması üzerine, Yahya, İsa’nın bu açıklamaları kendisine Mesih olduğunu tekrar onaylamak için yaptığını anlar (Matta 11:2-5). İsa’nın dönemindeki tanıklar ve öğrencileri, O’nun Eski Antlaşma’da önceden bildirilen Mesih olduğunu bildirdi, çünkü sözlerinin hepsi şu peygamberlikler ile uyum içindeydi: Malaki (3:1) ve Yeşaya (40:3) (Matta 3:1-3); Markos 1:1-3; Luka 3:4-6). Bu nedenle, hem Eski Antlaşma hem de Vaftizci Yahya tarafından önceden bildirilen Mesih’in Muhammed değil, İsa olduğuna dair hiçbir kuşkuya yer yoktur.
Yuhanna 14:16. Müslüman bilginler, İsa’nın vaat ettiği “Yardımcı”nın (Yunanca’da paraklete) gelişi ile ilgili referansı, Muhammed ile ilgili bir ön bildiri olarak görürler. Bu görüşlerini Kuran’daki (61:6) Muhammed hakkında yazılan “Ahmad” (periklitos) sözcüğü üzerinde temellendirirler. Grekçe’deki paraklete sözcüğünü alır ve bu periklitos sözcüğüne uyarlarlar. Bu ayete göre, “Meryem oğlu İsa şöyle dedi: ‘Ey İsrailoğulları! Ben Tanrı’nın elçisiyim… size benden sonra gelecek olan bir Elçi hakkında sevinçli haberler veriyorum. Onun adı Ahmad olacak.’ Bu sözcüğün çevre ve koşulları içindeki anlamından böyle bir sonuç çıkarmak için geçerli hiçbir temel mevcut değildir.
Yeni Antlaşma’nın 5.686’dan fazla Grekçe el yazmasında 15 Müslümanlar’ın var olduğunu iddia etmelerine rağmen periklitos sözcüğünü (“övülmüş olan”) el yazmalarına yerleştirmek için kesinlikle hiçbir yetki mevcut değildir. Onlar, paraklete sözcüğünü (‘yardımcı’) periklitos olarak çevirirler. Bu aynı bölümde İsa, Yardımcının Muhammed değil, Kutsal Ruh olduğunu açık bir şekilde tanımlar. İsa şöyle dedi: “Baba’nın benim adım ile göndereceği Yardımcı, Kutsal Ruh, size her şeyi öğretecek” (Yuhanna 14:26). “Yardımcı” İsa’nın öğrencilerine verildi (“siz”, ayet 16), yani “başlangıçtan beri O’nun ile birlikte oldukları için tanıklık edecek olanlara” verildi (Yuhanna 15:27; Elçilerin İşleri 1:22; Luka 1:1-2). Ama Muhammed herkesin kabul ettiği gibi İsa’nın öğrencilerinden biri değildi. Bu nedenle, İsa’nın işaret ettiği yardımcı (paraklete) olamazdı.
İsa’nın vaat ettiği Yardımcı, onlarla sonsuza kadar birlikte kalacaktı (Yuhanna 16), ama Muhammed on üç yüzyıldan fazla bir zaman önce ölmüştür! Bu nedenle Muhammed, Yardımcı olamazdı. Ve İsa öğrencilerine, “Siz O’nu tanıyorsunuz” dedi (Yuhanna 14:17), ama elçiler Muhammed’i tanımadılar. Onu tanıyamazlardı, çünkü Muhammed’in dünyaya gelmesine daha altı yüzyıl vardı.
İsa aynı zamanda öğrencilerine, Yardımcının “onların içlerinde olacağını” da söyledi (ayet 17). Muhammed, İsa’nın öğrencilerinin “içlerinde” olamazdı, çünkü İsa’nın öğrencileri Muhammed’in zamanından altı yüzyıl önce yaşadılar ve onun hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Öğretişleri de Muhammed’in öğretişi ile uyum içinde değildi. Bu nedenle, Muhammed bir tür ruhsal ya da uyumlu öğretiş ile İsa’nın da “içinde” olamazdı.
İsa, Yardımcı’nın kendi (İsa’nın) adı ile gönderileceğini onayladı (Yuhanna 14:26). Ancak Müslümanlar’ın hiçbiri, Muhammed’in İsa tarafından İsa’nın adı ile gönderildiğine inanmaz. İsa’nın göndermek üzere olduğu Yardımcı, kendiliğinden (kendi yetkisi ile) konuşmayacaktı (Yuhanna 16:13). Ama Muhammed, Kuran’da sürekli olarak kendisine tanıklık eder. Örneğin 33:40 ayetinde, Muhammed kendisinden şöyle söz eder: “Muhammed, Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.” Yardımcı ise, İsa’yı “yüceltecekti” (Yuhanna 16:14), ama eğer İslam doğru ise, o zaman Muhammed peygamberlerin sonuncusu ve bu nedenle “Peygamberlerin Mühürü” olarak İsa’nın yerine geçecekti. Bu durumda, Muhammed kendisinden önceki bir peygamber olan İsa’yı yüceltemeyecek ve bu yüzden bir anlamda ikinci derecede ya da önemi az bir peygamber olacaktı.
Son olarak, İsa Yardımcının “birkaç güne kadar” (Elçilerin İşleri) geleceğini bildirdi, oysa Muhammed altı yüzyıl sonra geldi. Ama Kutsal Ruh olan Yardımcı (Yuhanna 14:26) Pentikost Günü’nde geldi (Elçilerin İşleri 1:5; 2:1f.). Böylece bir kez daha, Kutsal Kitap’ta Muhammed hakkında peygamberlik bulunduğu iddiasının tamamıyla asılsız olduğunu görmekteyiz.
Müslümanlar’ın Kutsal Yazıları Yanlış Kullanmaları
Bu metinlere edebi yerleşimleri içinde bakan dikkatli bir gözlemci, bu metinlerin Müslüman savunucular tarafından bulundukları çevre ve koşullar içinden nasıl dışarı çıkartılarak onlara nasıl yanlış anlam verildiğini hemen anlayacaktır; Müslüman savunucular İslam’ın Yahudilik ve Hristiyanlık üzerindeki üstünlüğünü göstermek için Yahudi-Hristiyan Kutsal Yazıları’nda iddialarını destekleyecek bir şeyler bulmanın peşindedirler. İslam bilginleri, Hristiyanlar, Kuran’ı Hristiyanlığın yararına yorumlamak için çaba gösterdikleri zaman, bundan şikayetçi olurlar. Ama aslında kendileri, suçladıkları eylemi yapmaktan suçludurlar.
Ayrıca, Kutsal Yazılar’ın Müslümanlar tarafından kullanımı genellikle keyfidir ve metnin teminatına sahip değildir. İslam bilginleri, Kutsal Yazılar’ın tahrif edildiğini söyleme konusunda hızlı davranırlar (bakınız Bölüm 10), ama buna rağmen, kendi görüşlerine dayandırabileceklerini hissettikleri bir metin ile karşılaştıkları zaman, bu metnin doğru ve güvenilir olduğunu kabul etme konusunda sorun çıkartmazlar. Ve bunu genellikle, Müslüman döneminden önce gelen Kutsal Kitap’ın el yazmalarını temel alan metin ile ilgili kanıtı tamamen göz ardı ederek yaparlar. Kısaca, Kutsal Kitap metinlerinin doğru olup olmadıkları konusunda aldıkları karar, keyfidir ve kendilerine hizmeti hedef alır.
Muhammed’in Tanrısal Çağrısı Hakkındaki
Müslüman İddiasının Değerlendirilmesi
Pek çok İslam eleştirmeni için Muhammed hakkındaki Müslüman görüşü, aşırı bir iddianın ağır durumundan ötürü sıkıntı çeker. Örneğin, pek çok eleştirmen Muhammed’in çağrısını çevreleyen koşullar içinde onun Tanrı’dan tam ve nihai açıklama getirmek için çağrıldığı iddiasını destekleyecek bir metin bulamazlar. Çağrısı sırasında bir melek tarafından onun ağzının kapatıldığına işaret ederler. Muhammed’in kendisi melek ile ilgili olarak şunları söyler, “Ben, ölmem gerektiğine inanıncaya kadar melek bir bez ile ağzımı kapattı. Sonra beni serbest bıraktı ve şöyle dedi: ‘Oku! (İqra).’ Muhammed, tereddüt ettiği zaman, kendisine karşı “aynı sert davranış tekrarlandı.” 16 Bu davranış, pek çok kişiye, baskının alışılmamış bir şekli gibi gelir, Müslümanlar’ın, “lütufkâr ve merhametli bir Allah olduğunu” söyledikleri bir Tanrı böyle davranır mı? Aynı zamanda bu tutumu, Müslümanlar’ın, Allah’ın, yaratıklarına ihsan ettiği söyledikleri özgür iradeye karşıt bir tutum değil mi?
Muhammed’in kendisi, bu deneyimin tanrısal orijinini sorguladı. Önce bir cin ya da kötü bir ruh tarafından aldatıldığını düşündü. Aslında Muhammed, yeni karşılaştığı bu açıklamanın kaynağından önce neredeyse ölecek kadar korktu, ama karısı Hatice ve karısının kuzeni Varaka, bu açıklamanın, Musa’ya verilen açıklamanın aynısı olduğuna inanması için onu teşvik ettiler ve onun da kendi ulusunun peygamberi olacağını söylediler. Modern Müslüman biyografi yazarlarının en çok saygı görenlerinden biri olan M. H. Haykal, Muhammed’e sıkıntı veren bu korkudan (cine tutulmuş olduğu korkusu) canlı bir şekilde söz eder:
Panik içinde kalan Muhammed ayağa kalktı ve kendisine şu soruyu sordu, “Ben ne gördüm? Her zaman korktuğum gibi Şeytan sonunda beni eline mi geçirdi?” Muhammed dönerek sağına ve soluna baktı ama hiçbir şey görmedi. Bir süre orada korkudan titreyerek ve huşudan çarpılmış bir şekilde öylece kalakaldı. Mağaranın perili olabileceğinden korktu ve gördüğünü hala açıklayamamasına rağmen, yine de oradan hala kaçabileceğini düşündü. 17
Haykal, Muhammed’in daha önceleri cine tutsak olmaktan korktuğunu yazar, ama karısı Hatice böyle olmadığına dair onu ikna etti. “Hatice, daha önceden de Muhammed Şeytan tarafından tutsak edilmekten korktuğu zamanlarda yapmış olduğu gibi kararlı bir tutum ile kocasının yanında durdu ve onun her türlü kuşkusunu yok etti.” Böylece, “hürmetkâr ve saygılı bir tutum ile ona şöyle dedi: ‘Kuzenime sevinç olsun! Kararlı ol. Hatice’nin canına egemen olan aracılığı ile dua ediyor ve umuyorum ki, sen bu ulusun Peygamberi olacaksın. Tanrı seni yarı yolda bırakmayacak.’” 18 Haykal, Muhammed’in eşlerinden birinin suçlanması ile ilgili kuşkuyu uzaklaştırmak için şu açıklamayı yazdı:
Bir süre için sessizlik egemen oldu; bu sürenin uzunluğunu ya da kısalığını hiç kimse tanımlayamadı. Muhammed, bilinen şiddetli sarsıntıların eşlik ettiği açıklama geldiği zaman, bulunduğu noktadan kıpırdamadı. Giysileri ile yere yatırıldı ve başının altına bir yastık yerleştirildi. Ayşe [karısı] daha sonra şunları söyledi: ‘Uğursuz ve kötü bir şey olacağını düşünerek, benim dışımda, odada bulunan herkes korku içindeydi; ben ise masum olduğumu bildiğim için hiçbir şeyden korkmadım…” Muhammed kendine geldi, iyileşti, kalkıp oturdu ve üzerinde ter damlalarının birikmiş olduğu alnını silmeye başladı. 19
Genellikle büyücülük ile ilgili “açıklamalarla” birlikte düşünülen bir diğer özellik ölüler ile bağlantı kurmaktır (Yasa’nın Tekrarı 18: 9-14). Haykal, şöyle bir olaydan söz eder: “Onun [Muhammed’in] söylediklerini duymayan Müslümanlar şunu sordular, ‘Ölüleri mi çağırıyorsun?’ Ve Peygamber şu yanıtı verdi: ‘Onlar beni sizin beni duyduğunuz gibi duyarlar ama bana yanıt veremezler.’” 20 Haykal’a göre, bir başka olayda Muhammed, “mezarlıkta gömülü olan ölüler için dua ederken” görüldü. Haykal, kısaca şu itirafta dahi bulunur: “Peygamberin, Baki’nin mezarını ziyaret ettiği ile ilgili olayı inkâr etmek ve bu davranışın yanlış olduğunu düşünmek için hiçbir neden yoktur; Muhammed’in, gerçeklik alanları ile iletişim kurmak için sahip olduğu ruhsal ve zihinsel gücü ve sıradan insanları aşan ruhsal gerçeklik konusundaki farkındalığı düşünüldüğü zaman, bu ziyaretinde yanlış bir yan yoktur.” 21
Aynı zamanda onun mesajının kaynağının tanrısal orijini hakkında kuşku duyulmasının nedeni, bu olaydan sonra uzun bir sessizlik döneminin gelmesidir; bu sessizlik dönemi bazı kişilere göre yaklaşık üç yıl sürdü, ve bu süre içinde Muhammed Tanrı tarafından terk edildiğini hissederek derin bir umutsuzluk yaşadı ve hatta aklından kendini öldürmeyi bile geçirdi. Bu koşullar birçok kişiye bu çağrının tanrısal bir çağrı özelliği taşımadığını düşündürür.
Ayrıca, başka bir olayda Muhammed Tanrı’dan olduğunu düşündü bir açıklamada bulundu ama sonra bu açıklamayı değiştirdi. 22 Tanrı, peygambere daha sonra şöyle dedi: “Onlar ancak sizin ve atalarınızın (ilah edindiğiniz şeylere) taktığınız isimlerdir. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir” (53:23, Pickhall çeviri.; 22:51). Ama ne yazık ki, insanın aldanması her zaman için mümkündür. Müslümanlar’ın kendileri, Kuran’a karşı olan açıklamalar üzerinde hak talep eden kişilerin aldandıklarına inanırlar. Bu görüş karşısında şu soruyu sormak mantıklı olur: Müslümanlar Muhammed’in ilk izleniminin, yani bir cin tarafından aldatıldığının doğru olma olasılığını ciddiye almamışlar mıdır? Müslümanlar, Şeytan’ın gerçek olduğunu kabul ederler ve onun büyük bir aldatıcı olduğunu bilirler. O zaman neden Muhammed’in ilk düşüncesinin yani aldatıldığının mümkün olabileceğini göz ardı ederler?
Son olarak, bazı eleştirmenler, Muhammed’in fikirlerinin kaynağında doğaüstü olan hiçbir şey görmezler, ve Kuran’daki fikirlerin, Yahudi, Hristiyan, putperest ya da diğer fikirlerin büyük çoğunluğunun bilinen kaynaklar olduklarını belirtirler (Bölüm 9).
Watt’ın, işin iç yüzünü kavramış olan yorumları bu noktada özellikle Watt’ın kendisinin Muhammed’in peygamberlik deneyiminin içtenliğine inandığını göstermeleri açısından yararlıdır: “Mekkeliler Hristiyanlar ile sık temas halindeydiler. Mekkelilerin ticari kervanları onları Osmanlı İmparatorluğundaki Şam ve Gaza gibi Hristiyan kentlerine ve aynı zamanda Hristiyan Habeş ve kısmen Hristiyan Yemen kentlerine de götürdü. Bu arada da bazı Hristiyanlar Mekke’de oturdular… ve büyük olasılık ile onlar ve birkaç Mekkeli arasında dini tartışmalar oldu.”
Ayrıca, Mekkelilerin Muhammed’i, fikirlerini kentteki bazı yabancılardan almak ile suçlayan 16:103 ve 25:4 üzerinde yorumlar yapan Watt şunları yazar:
Müslüman yorumcular arasında ‘ima edilen’ kişinin kimliği hakkında bir fikir birliği mevcut değildir. Çeşitli isimler verilir, bu isimlerin çoğu, Mekke’deki Hristiyan kölelere aittir, aralarında yalnızca bir Yahudi’nin adı geçer. Alıntı yapılan ikinci ayette önerildiği gibi, bir kişiden fazlasının olması da imkan dahilindedir. Burada farkına varılması önemli olan şey, Kuran’ın Muhammed’in bu şekilde bilgi aldığını inkâr etmeyişidir; üzerinde ısrar ile durulan nokta, Muhammed’in aldığı herhangi bir malzemenin Kuran olamayacağıdır, çünkü bir yabancı kendisini anlaşılabilir bir Arapça ile ifade edemezdi. Buradaki olasılık şu olabilirdi: Muhammed Kutsal Kitap ile ilgili konular hakkında Mekke’nin ortalama nüfusunun sahip olduğu bilgiden daha fazla bilgiye sahip olan kişiler ile konuştu… ona verilen bilgi gerçek olmalıydı, gerçeklerin anlamı ve yorumu Muhammed’e, alışılmış açıklama süreci aracılığı ile gelecekti. 23
Ünlü biyografi yazarı Haykal bile, istemeyerek de olsa, Muhammed’in “açıklamalarının” olası bir kaynağına değinir ve şunları yazar: “Arapların hayal gücü doğaları itibarı ile güçlüdür. Gökyüzünün kemeri altında yaşayan ve otlak ya da iş arayışında olarak sürekli hareket eden ve devamlı olarak aşırılıklara ve abartmalara zorlanan ve hatta ticaret yaşamı genelde mecbur bıraktığı için yalan bile söyleyen Araplara hayal güçlerini çalıştırmak için çok fırsat verilmiş olur ve onlar da bu fırsatı her zaman ya iyilik ya da kötülük, ya barış ya da savaş için beslerler.” 24
Son olarak, bu tartışmaya büyük ışık tutabilecek hadisler ile bağlantılı bir olaydan söz etmemiz gerekiyor. Muhammed’in, Medine’deki yazıcılarından birinin adı Abdullah b. Abi Sarh idi. Daşti, bu yazıcı ile ilgili aşağıdaki şu öyküyü anlatır:
Peygamberin rızası ile bu yazıcı pek çok kez ayetlerin son sözcüklerini değiştirdi. Örneğin, Peygamber, “Ve Tanrı kudretli ve bilgedir” (aziz, hakim) dediği zaman, Abdullah b. Abi Sarh, “bilgi sahibi ve bilge” (alim, hakim) yazılmasını önerdi ve Peygamber bu konuda bir itiraz olmadığına ilişkin karşılık verdi. Birbirini izleyen bu tür değişiklikleri gözlemledikten sonra Abdullah, İslam’ı reddetti; çünkü eğer açıklamalar Tanrı’dan olsalardı, kendisi gibi bir yazıcının davranışı nedeni ile değiştirilemezlerdi. İnancını değiştirdikten sonra Mekke’ye gitti ve orada Kureyşli’lere katıldı. 25
Aynı zamanda Sünni geleneğine göre Kuran açıklamalarının Muhammed’in sadık izleyicisi Ömer b. el-Hattap’ın önerileri ile birkaç kez harekete geçtikleri konusu da kabul edilen bir gerçektir. 26
Kuran’ın Gerçek Konusunda Denenmesi
Muhammed, kendisinden iddialarını desteklemesi için mucizeler yapması istendiği zaman, diğer peygamberlerin de yaptığı gibi bu isteği reddetti (3:181-84). Bunun yerine, Kuran’ın dilinin ve öğretişinin, Kuran’ın çağrısının tanrısal olduğunu kanıtladığını ileri sürdü. Bu iddianın özü ile Bölüm 9’da ilgileneceğimiz için burada onun bu isteği reddetmesinin nedenleri üzerinde kısaca durmamız yeterli olacaktır. Öncelikle, Kuran’ın üslubunun güzel olduğu kabul edilse bile, birçok eleştirmene göre mükemmel ya da gerçekten eşsiz değildir. İkincisi, Kuran’ın temel içeriğinde gerçekten eşsiz ve ilk defa dile getirilen pek bir şey yoktur. Çünkü Muhammed’in kendisi bile, kendisinden önceki tüm peygamberlere aynı mesajın verildiği konusunda ısrar etti. 27 Üçüncüsü, eğer edebi bir tarz tanrısal orijinin bir belirtisi olsaydı, o zaman Müslümanlar’ın Homer ve Shakespeare’in yazılarının da tanrısal vahiy oldukları sonucuna varmaları gerekecekti. Dördüncüsü, Kuran’ı kendi iddialarının bir denemesi olarak sunması kuşkuya neden olur ve keyfidir, çünkü gerçekten doğaüstü bir şey yapmak talebi ile karşılaştığı ve bunun yerine tanrısal yetki yerine kendi ürettiği “kanıtı” sunduğu zaman, mazeret beyan etmek kolaydır (bakınız 3:183; 17:102; 23:45). 28 Beşincisi, Muhammed, bir melekten açıklama almış olan tek kişi değildir. Yahudilik, Hristiyanlık ve Mormonizm, hepsi de aynı iddiada bulunurlar, ama yine de Müslümanlar yanlış öğretişleri nedeni ile onları reddederler. O zaman İslam iddiasını neden bizim de gerçek olarak kabul etmemiz gereksin ki (bakınız Bölüm 9)?
Muhammed’in Mucize İddiaları
Tüm Müslümanlar, mucizelerin Muhammed’in bir peygamber olduğu iddiasını onayladığını düşünürler. Ama Müslüman savunucuları Muhammed’in tek mucizesinin Kuran’ın ayetleri olduğunu iddia ederler. Gerçekten de Muhammed’in kendisi Kuran’da inanmayanlar tarafından aksini yapması için meydan okumalar ile karşılaşmasına rağmen, hiçbir zaman başka bir kanıt ileri sürmedi (3:181-84). Her şeye rağmen Müslüman sünneti mucize öyküleri ile doludur. Muhammed hakkındaki bu mucize iddiaları, üç temel sınıfa ayrılırlar: Kuran’da kayıtlı olanlar; Muhammed hakkında Kuran’da belirtilen doğaüstü kehanetler; ve hadislerdeki mucizeler. 29
Pek çok Müslüman, Muhammed’in mucizeler yapabildiğini göstermek için 6:35 ayetini kullanırlar.. Ayette yazılı olanlar şunlardır: “Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek, yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir mucize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap!”
Ama yine de, metin özen ile incelendiği zaman, Muhammed’in mucizeler yapabilme gücüne sahip olduğu iddiasını desteklemediği ortaya çıkar. Her şeyden önce, bu açıklama kuramsaldır – Eğer gücün yetiyorsa...” Bu ayette, onun gücünün yettiği söylenmemektedir. İkincisi, hatta bu bölümde onun mucize yapmaya gücünün yetmeyeceği dahi ima edilmektedir. Aksi takdirde, mucize yapmadığı için neden böyle hakaret ile reddedildi ki? Eğer mucizeler yapabilmiş olsaydı, o zaman onların kendisine ağır gelen yüz çevirmelerine kolayca engel olup durdurabilirdi.
Ayın Yarılması
Pek çok Müslüman, 54:1-2 ayetlerinin Muhammed’in inanmayanlar önündeki buyruğu ile ayın ikiye bölündüğü anlamına geldiğini düşünürler. Ayetlerde şunlar yazılıdır: “Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. Onlar bir mucize görseler, yüz çevirirler ve ‘Süregelen bir sihirdir’ derler.”
Burada, metnin anlaşılması konusunda tekrar güçlükler ile karşılaşılır. Zorluklardan birincisi, bölümde Muhammed’den söz edilmeyişidir. İkincisi, burada belirti (ayah) sözcüğü kullanılmasına rağmen, Kuran’ın bunu bir mucize olarak adlandırmayışıdır. Üçüncüsü, eğer bu bir mucize olsaydı, o zaman Muhammed’in bunun gibi doğaüstü başarıları göstermediği iddiasında bulunan diğer bölümler ile çelişki halinde olurdu (83:181-84). Dördüncüsü, bu bölüm, inananların bir belirti olarak adlandırdıkları diğer bölümlerden önce gelen bir bölümdür. Beşincisi, bunun gibi bir belirti, tüm dünyada, evrensel bir şekilde gözlemlenirdi, ama bunun bir belirti olduğuna ilişkin bir kanıt mevcut değildir. 30 Altıncısı, diğer Müslüman bilginler bile, bunun Muhammed’in dönemi sırasındaki bir mucize olmadığını, sön günlerdeki dirilişten söz ettiğini söylerler. “Yargı Saati” ifadesinin son zamanları işaret ettiği görüşünü korurlar. Geçmiş zamanı gelecekte yer alan bir peygamberlik ile ilgili olayı ifade etmek için alışılmış Arapça tarz olarak kullanırlar.
Mi’rac Mucizesi
Bu öykü, İsra ya da “gece yolculuğu” olarak bilinir. Pek çok Müslüman Muhammed’in, Yeruşalim’e götürüldükten sonra bir katır sırtında (Burak adlı –bizce mahiyeti bilinmeyen bir binit– Diyanet İşleri Başkanlığı, Kuran-ı Kerim Meali’nden) göklere yükseltilmiştir. 17:1 ayetinde şunları okuruz: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir.” Hadislerde bu ayet yorumlanırken; Melek Cebrail’in göğün çeşitli katlarında Muhammed’e refakat ettiğini, Muhammed’in önemli kişiler (Adem, Yahya, İsa, Yusuf, Hanok, Harun, Musa ve İbrahim) tarafından selamlandığını, günde elli kez namaz kılınması ile ilgili Tanrı buyruğunu aldığı ifade edilmektedir.
Bu bölümü gökyüzüne yapılan birebir bir yolculuk olarak düşünmek için hiçbir neden yoktur; hatta Müslüman bilginlerin çoğu dahi böyle düşünmezler. Kuran’ın saygı gören çevirmeni Abdullah Ali, bu bölüm hakkında şu yorumu yapar; “Bölüm, Kutsal Peygamber’in göğe yükseltilmesinin gizemli vizyonu ile başlar; peygamber bir gece Mekke’deki Kabe’nin çevresinde uyku ile uyanıklık arası bir durumda iken önce Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülmüş, ve kendisine Tanrı’nın bazı Belirtileri gösterilmiştir.” 31 Hadislerden birinde Muhammed’in karısı Ayşe tarafından “Elçinin bedeninin bulunduğu yerde kaldığı, ama gece olunca Tanrı’nın, elçinin ruhunu bedeninden ayırdığına” dair bilgi verilmektedir. 32 Ayrıca, eğer bu, bir mucize iddiası olarak dahi anlaşılsa bile doğru olup olmadığını kanıtlayacak hiçbir kanıt mevcut değildir. Denenebilirliği mümkün olmadığından inancı savunabilecek bir değere sahip değildir.
Son olarak, İslam tarafından onaylanan bir belirtinin tanımlanması aracılığı ile bile, bu mucize yine de inandırıcı bir değere sahip olmayacaktı. Çünkü Müslüman bilginlerin kendilerine göre, bir peygamberin güvenilirliğini onaylayan bir mucize (mudjiza): 1) herhangi bir yaratık tarafından yapılması imkansız olan bir Tanrı eylemidir; 2) bu sınıfta yer alan alışılmış olguların yönünün karşıtıdır; 3) o peygamberin güvenilirliğini kanıtlamayı hedefler; 4) daha sonra gelecek olan bir mucizenin duyuruluşu aracılığı ile önceden bildirilir; 5) aynen ilan edildiği şekilde gerçekleşir; 6) yalnızca peygamberin elleri aracılığı ile meydana gelir; 7) Muhammed’in peygamberlik ile ilgili iddiasını hiçbir şekilde tekzip etmez; 8) mucizeye onu tamamlamak için bir meydan okuma eşlik eder; 9) mucizeyi, mevcut olan herhangi biri tarafından yapılan benzer bir mucize izleyemez. 33 Görüldüğü gibi, “Mir’ac Mucizesi”nin tüm bu ölçütlerin yakınından bile geçtiğine dair hiçbir kanıt yoktur (bakınız Bölüm 9).
Bedir’deki Mucizevi Zafer
Muhammed’e atfedilen bir diğer mucize iddiası, Bedir’deki zaferdir (bakınız 3:123; 8:17). 5:11 ayetinde şunları okuruz: “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmaya (tecavüze) kalkışmıştı da, Allah (buna engel olmuş) onların elerini sizden çekmişti. Allah’a karşı gelmekten sakının. Mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.”
Hadislere göre, burada çeşitli mucizelerin gerçekleştiği söylenir, bu mucizelerin en önde geleni şudur: Tanrı, savaşanlara yardım etmeleri için üç bin melek gönderir, Mekkeli biri Muhammed’i tam kılıcı ile öldürmeye çalışırken Muhammed mucizevi bir şekilde kurtulur. Bir hadiste şunlar yazılıdır: Muhammed Mekke ordusunu kör etmek ve onları geri çekilmeye mecbur etmek için onlara bir avuç dolusu pislik atar.
İddia edilen bu mucizeye karşılık olarak gözlemlenmesi gereken pek çok şey vardır. Bunlardan ilki, tüm bu bölümlerin aynı olaya işaret edip etmediklerinin sorgulanabilir oluşudur. Hatta pek çok Müslüman bilgin bile 8. ayetin bir başka olaydan söz ettiğine ve mecazi olarak görülmesi gerektiğine inanır; Tanrı’nın, Muhammed’in düşmanı olan Ubey ibn Halaf’ın yüreğine korku saldığı ileri sürülür. 34 5. Sure bazı kişiler tarafından bir başka olaya, büyük olasılıkla Muhammed’in İsfan’daki öldürülmesi girişimine işaret ettiği şeklinde algılanır. 35
İkincisi, yalnızca Sure 3 Bedir’den söz eder ve bu savaştaki zaferin bir mucize olduğu hakkında hiçbir şey söylemez. Bu zaferin açıkladığı tek şey, onun doğaüstü bir olay olduğu değil, Tanrı’nın Muhammed’e gösterdiği takdiri ilahinin bir örneği olduğudur. Bu konudan Muhammed’in peygamberliğinin kanıtını onaylayan bir mucize olarak söz edilmediği kesindir, çünkü böyle bir mucize için gerekli olan dokuz ölçüye uygun bir kanıt mevcut değildir.
Son olarak, pek çok eleştirmeninde belirtmiş olduğu gibi, eğer Bedir zaferi tanrısal bir onayın belirtisi olmuş olsaydı, o zaman neden sonraki Uhud savaşının belirgin yenilgisi tanrısal bir reddetme olarak görülmedi? Uhud savaşındaki yenilgi o kadar küçük düşürücüydü ki, “Muhammed’in yarasından iki halka zincir çekip çıkardılar ve o esnada Muhammed’in ön dişlerinden iki tanesi koparak düştü.” Ayrıca, Müslümanlar’ın ölü bedenleri savaş alanında düşman tarafından parçalar halinde kesildi. Hatta Muhammed’in düşmanlarından biri Muhammed’in askerlerinden bazılarının burunlarını ve kulaklarını kesti ve onlardan bir kolye yaptı.” 36 Ama Muhammed yine de tüm bu olup bitenlerin Tanrı’nın hoşnutsuzluğunu ortaya koyan doğaüstü bir belirti olarak kabul etmedi. 37
Muhammed, tarihte büyük bir zafer kazanmış olan ilk askeri lider değildi. 1967 yılında altı gün süren İsrail savaşı, modern savaş ile ilgili tarihi olaylardaki en kısa süren ve en kesin sonuçlu savaşlardan biriydi. Ama buna rağmen hiçbir Müslüman bunu İsrail’in Arap ulusuna (Mısır) üstünlüğünü gösteren tanrısal bir onayın mucizevi bir belirtisi olarak düşünmez.
Muhammed’in Göğsünün Açılıp Genişletilmesi
Hadislere göre Muhammed’in doğumunda (ya da göğe yükseltilmesinden kısa bir süre önce) melek Cebrail’e, Muhammed’in göğsünü kesip açması söylendi. Cebrail, Muhammed’in yüreğini kesti ve yüreği temizledi, sonra onu bilgelik ile doldurdu ve tekrar peygamberin göğsüne yerleştirdi. 94: 1-2,8 ayetlerinde şunlar yazılıdır: “(Ey Muhammed), senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? – Ancak Rabbine yönel ve yalvar!”
Her şeye rağmen en tutucu İslam bilginleri bile bu bölümü Muhammed’in, Mekke’deki ilk yıllarında tecrübe ettiği büyük kaygıyı tanımlayan bir mecazi konuşma olarak kabul ederler. Kuran yorumcularından Yusuf Ali şöyle der: “Göğüs, sembolik olarak bilginin ve sevgi ve şefkat duygularının en yükseğinin oturduğu yerdir.” 38
Kuran’daki Peygamberlikler
Bazı Müslümanlar Muhammed’in mucizeler yapabildiğine ilişkin bir kanıt olarak Kuran’daki kehanet türü peygamberlikleri ileri sürerler. Ancak bu tür bir kanıt ikna edici değildir. En çok alıntı yapılan sureler, Muhammed’in, ordularına zafer vaat ettiği surelerdir.
Sözü edilen doğaüstü belirtilerin çoğu aslında hiç de doğaüstü değildirler. Hangi askeri lider, ordularına, “Tanrı bizden yana; savaşı kazanacağız. Savaşa devam edin!” demez ki? Ayrıca, mesajını yaymak için başarısızlık ile sonuçlanan barışçı yolları terk ettikten sonra izleyicilerinin artan sayısı tarafından “Kılıç Peygamberi” olarak tanındığını hatırlayacak olursak, zafer kehanetinde bulunmasının şaşırtıcı olmaması gerekir. Ve gayretlerinin sonucu olarak kendilerine Cennet vaat edilen Müslüman güçlerinin çabaları göz önünde tutulduğu zaman (22:58-59; 3: 157-58; 3:170-71), böyle sıkça zaferler elde etmeleri beklenmedik bir durum değildir. Muhammed’in söylediği şu sözler üzerinde düşünüldüğü zaman, neden birçok kişinin “boyun eğdiğini” anlamak zor değildir: “Allah’a ve Resulüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir” (5:33).
Ayrıca, Kuran’da bulunan tek gerçek kehanet, İssus’da, Romalıların İran ordusu üzerindeki zaferi hakkında yazılı olandır (30:2-4), “Rumlar yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir.” Ama yine de yakından yapılan tetkikler, doğaüstülüğü ile ilgili bir şey söylememek için kehanetin harikalığını önemsizleştiren pek çok şeyi ortaya koyarlar. 39 1) Ali’ye göre, “birkaç yıl ile kast edilen üç ile dokuz yıl arası bir zaman süresidir. Ama bazı kişiler gerçek zaferin ancak peygamberliğin yapılmasından on üç ya da on dört yıl sonra elde edildiğini ileri sürerler. Romalıların Kudüs’ü işgal sırasında İranlılar tarafından yenilgiye uğratılmaları, M.S. yaklaşık 614 ya da 615 yılında vuku buldu. Karşı saldırı M.S. 622 yılında başladı ve zafer ise ancak M.S. 625 yılında tamamlandı. Bu durumda kehanet ile kehanetin gerçekleşmesi arasında geçen yıllar, Muhammed’in söylediği gibi “birkaç yıl” değil, en azından on ya da on bir yıldı. 2) Osman’ın Kuran baskısı, hareke’lere (Arapça noktalar) sahip değildi (çok daha uzun bir zaman sonra eklendiler). 40 Bu nedenle, bu peygamberlikteki sayaghlibuna, “yenilgiye uğrayacaklar” sözcüğü iki sesli harfin değiştirilmesi ile sayughlabuna, “yenilgiye uğratılacaklar” şeklinde çevrilmiş olabilirlerdi.” 41 3) Bu belirsizlik durumu yok edilmiş olsa bile, peygamberlik harika olarak adlandırılamaz, çünkü ne uzun vadelidir ne de alışılmışın dışındadır. Yenilgiye uğratılan Romalıların zaferle sıçradıkları beklenmiş olabilirdi. Böyle bir olayın vuku bulacağını önceden bildirmek için zamanın eğilimlerinin idrak edilerek okunması yeterli oldu. Bu durum, en iyi ihtimal ile bir tahmin olarak adlandırılabilirdi. Herhangi bir olayda olayın doğaüstü olduğunu kanıtlamak için yeterli bir zemin ortaya çıkmaz.
Son olarak, söz edilmeye değer, ileri sürülen tek başka peygamberlik 89:2 ayetinde bulunur; burada geçen “on geceye andolsun” ifadesi, bazı kişiler tarafından, ilk Müslümanlar’ın yaşadıkları on yıllık zulmün bir kehaneti olarak görülür. 42 Ama bu yorumun zoraki bir yorum olduğu şu gerçek nedeni ile aşikârdır: Büyük İslam bilgini ve Kuran çevirmeni Abdullah Yusuf Ali, “On Gece ifadesinden genellikle anlaşılanın Hac yolculuğunun kutsal mevsimi olan Zul-Hac’ın ilk on gecesi olduğunu” kabul etti. 43 Her olayda, olayın ilersindeki zeki bir gözlemciye aşikâr gelebilecek herhangi bir şeyin net bir kehaneti kesinlikle mevcut değildir. 44 Muhammed’in gerçekten doğaüstü bir peygamberlik armağanına sahip olduğu ile ilgili kanıt eksiktir. Sözü edilen peygamberlik belirsizdir ve tartışmaya maruz kalır. Bu anlamı, olaydan önce değil, olaydan sonra vermek çok daha kolaydır.
Eğer Muhammed, geleceği mucizevi bir şekilde önceden bildirme yeteneğine sahip olsaydı, o zaman bu yeteneğini düşmanlarını susturmak için kullanacağı kesindi. Ama Muhammed hiçbir zaman bunu yapmadı. Aksine, o, kendisinden önce gelen peygamberler gibi mucizeler yapmadığını kabul etti ve mucizesi (belirtisi) olarak Kuran’ı sundu.
Muhammed, iddia ettiği peygamberliği hiçbir zaman peygamberliğinin bir kanıtı olarak sunmadı. İsa ise, bunun tam aksine, Tanrı Oğlu Mesih olduğunun bir kanıtı olarak sürekli bir şekilde mucizeler yapma yeteneğine sahip olduğunu gösterdi. Kötürüm adamı iyileştirmek üzere iken, kendisine inanmayan Yahudiler’e, “İnsan Oğlu’nun yeryüzünde günahları bağışlama yetkisi olduğunu bilesiniz diye” sözleri ile hitap etti – Yahudiler, İsa’nın söylediklerini yalnızca Tanrı’nın yapabileceğini belirttiler.
Hadislerdeki Mucizeler
Muhammed’in yaptığı iddia edilen mucizelerin çoğu Kuran’da yer almaz. Gerçekten de, Kuran’da Muhammed, peygamberlik kanıtlarını onaylamak için mucizeler yapmayı sürekli reddetti. Bunun yerine, kendisine verilen belirtinin yalnızca Kuran olduğunu söyledi (bakınız Bölüm 9). İddia edilen mucizelerin büyük çoğunluğu, Müslümanlar tarafından Kuran’dan sonra ikinci otorite olarak kabul edilen hadislerde yer alır. Hadislerde bunun gibi yüzlerce mucize öyküsü mevcuttur. Bunlardan birkaçı, bu noktaya örnek teşkil edeceklerdir.
Hadislerdeki Bazı Mucize Öyküleri
El Buhari, Muhammed’in düşmanlarından birini öldürmeye teşebbüs ederken yaralanan Abdullaha ibn Atik isimli Muhammed’e eşlik eden birinin kırılan ayağını Muhammed’in nasıl mucizevi bir şekilde iyileştirdiğini anlatır.
Çeşitli kaynaklar Muhammed’in, Hudeybiye savaşında on bin kişilik ordusuna mucizevi bir şekilde su sağladığı öyküsünü anlatırlar. Muhammed’in, elini boş bir su şişesine daldırdığı ve suyu parmaklarının arasından akıttığı iddia edilir.
Mucizevi su sağlayışı ile ilgili çok sayıda öykü mevcuttur. Bu öyküler arasında aynı zamanda süte dönüşen bir su öyküsü de bulunmaktadır.
Muhammed ile konuşan, onu selamlayan ya da o yanlarından geçtiği zaman hareket eden ağaçlardan söz eden pek çok öykü bulunur. Bir kez, Muhammed dinlenmek için özel bir yer arayıp da bulamadığı zaman, iki ağacın onu saklamak için bir araya geldikleri ve o dinlenmesini bitirdikten sonra tekrar geri döndükleri söylenir. Buhari bir defasında, Muhammed’in bir ağaca yaslandığını ve ağaçtan uzaklaştıktan sonra ağacın onun refakatini özlediğini ileri sürer. Muhammed’i selamlayan kurtlardan ve hatta dağlardan söz eden öyküler de vardır.
Bazı öyküler, Muhammed’in mucizevi bir şekilde çok az yiyecek ile büyük ve kalabalık grupları doyurduğunu anlatırlar. Enes, onun yalnızca birkaç arpa ekmeği somunu ile seksen-doksan kişiyi doyurduğuna ilişkin bir öykü anlatır. İbn Sa’d Muhammed’i yemeğe davet eden bir kadının öyküsünden söz eder. Muhammed yanında bin kişi götürür ve kadının az olan yiyeceğini bu bin kişiyi doyurmak için çoğaltır.
Hadisler genellikle Muhammed’in düşmanları ile nasıl mucizevi bir şekilde başa çıktığını anlatan öykülere yer verirler. Bir kez Muhammed düşmanlarından birini lanetledi ve bu düşmanın atı katı bir zeminin üzerine düştü. Sa’d Muhammed’in bir defasında bir ağaç dalını çelik bir kılıca dönüştürdüğünü söyledi.
Hadislerde İddia Edilen Mucizelerin Bir Değerlendirmesi
Bu öykülerin doğruluğunu sorgulamak için pek çok neden mevcuttur. Eleştirmenler aşağıda belirtilen noktaları gözlemlemişlerdir.
Birincisi, bu öykülerin hiçbiri Kuran’da yazılı değildir. Aslında, bu öyküler, genelde, Kuran’daki Muhammed’in tüm ruhu ile tezat içindedirler; Muhammed, kendisine meydan okuyan inanmayanlar için bu tür olaylar yapmayı sürekli olarak reddetti (3:181-84; 4:153; 6:8-9).
İkincisi, bu iddia edilen mucizeler, ölümünden bir ya da iki yüzyıl sonra Mesih’in doğruluğu kabul edilmeyen (apokrifaya ait) mucizeleri olarak aynı modeli izlerler. Bunlar, kişilerin orijinal olaylardan uzaklaştırdıkları efsanevi süslemelerdir. Olayların gerçekleştiği dönemlerde yaşayan tanıkların ifadeleri değildirler.
Üçüncüsü, Müslümanlar arasında bile, hadislerdeki mucizeleri kabul etmeyenler çoktur. Gerçekten de hadisteki öykülerin büyük çoğunluğu Müslüman bilginlerin çoğu tarafından doğru görülmeyerek reddedilirler. Bazı gruplar da bu öykülerin farklı versiyonlarını kabul ederler.
Dördüncüsü, genelde Müslümanlar’ın çoğu tarafından kabul edilen hadis koleksiyonları, çeşitli kuşaklar tarafından orijinal olaylardan oldukça uzaklaştırılmışlardır. Gerçekten de, mucize öykülerini toplayan bu kişilerin çoğu olayların vuku bulmasından bir-iki yüzyıl sonra yaşadılar. Bu durumda, efsanelerin geliştirilmesi için yeterinden fazla zaman geçmiş olmaktadır. Bu koleksiyoncular, pek çok kuşak boyunca bol süslemeli ve ağızdan ağza aktarılan öyküleri temel aldılar.
Müslümanlar tarafından doğru olarak kabul edilen öyküler bile, isnad (öykü anlatanlar zinciri) tarafından belirlenmiş olsalar dahi, güvenilirlikleri tam değildir. Çünkü bu öyküler bile tanıkların ifadelerini değil, öykü anlatanların pek çok kuşağını temel alırlar; bu kuşaklar içinde genellikle yüzlerce yıl yer alır. Joseph Horowitz, isnad’ın güvenilirliğini sorguladı:
Bu mucize öykülerini ilk kez kimin ortaya çıkardığı hakkındaki soru, eğer hala isnad’a ya da tanıklar zincirine bakabiliyor olsaydık, kolayca yanıtlanabilirdi. Ve görünüşe göre beklediğimizden daha az sorgulanabilir olurdu. Tek ve aynı rapor çeşitli, gerekli benzer yorumlarda ortaya çıktığı zaman, özelikle ayartıcı olmaktadır… Genelde isnad tekniği, durumun nerede sözlü bir öykü haline geldiği, nerede öğretmenlerin ders kitaplarından kopyalandığı konusunda karar vermemizi mümkün kılmaz. 45
Beşincisi, en güvenilir koleksiyoncu olarak görülen Buhari, kendisinin topladığı 300.000 hadis içinde yalnızca 100.000 tanesinin doğru olabileceğini düşündüğünü itiraf etti. Buhari, bu sayıyı daha sonra 7.275’e indirdi; bu sayının da çoğu tekrarlardan oluştuğu için gerçek sayı aslında yaklaşık 3.000 civarındaydı. Bu durum, Buhari’nin, hadislerin 295.000’inden fazlasında hatalar bulunduğunu kabul ettiği anlamına gelir!
Altıncısı, bu öyküler hakkında tüm Müslümanlar’ın kabul ettiği bir doğruluk düzeni mevcut değildir. Müslümanlar’ın çoğu, öykülerin güvenilirliğini aşağıda belirtildiği şekilde sıralarlar: El Buhari’nin Sahih’i (d. 256 Hicret’ten Sonra); Müslim’in El Sahih’i (d. 261 Hicret’ten Sonra); Abu Du’ad’ın Sunan’ı (d. 275 Hicret’ten Sonra); El-Tirmidhi’nin Jami’si (d. 279 Hicret’ten Sonra); El Nasa’nın Suand’ı (d. 303 Hicret’ten Sonra); ve İbn Madja’nın Sünen’i (d. 283 Hicret’ten Sonra). Bu hadisler ile birlikte mucizevi öyküler anlatan önemli biyografi yazarları da vardır. Bunların en önemlileri, İbn Sa’d (d. 123 Hicret’ten Sonra), İbn İshak (d. 151 Hicret’ten Sonra), ve İbn Hişam (d. 218 Hicret’ten Sonra). Yukarıda belirtilen altı kategori Şii İslamı tarafından kabul edilmez. Ama yine de diğer Müslümanlar ile birlikte Şii İslam da Kuran’ı olduğu gibi kabul eder. Sonuç olarak, burada büyük önem taşıyan nokta, bu mucize öykülerinden hiçbirinin Müslümanlar tarafından bir peygamberin iddiasını (mudjiza) onaylayabilmesi için gerekli dokuz ölçütten biri ile uyum sağlamadığıdır. Bu yüzden, mucize öykülerinden hiçbiri kendi ölçüleri ile İslam’ın gerçeğini sergileme konusunda herhangi bir inanç değerine sahip değildirler.
Son olarak, İslam’ın mucize iddialarının orijini kuşkuludur. İslam’ın inançlarının ve uygulamalarının çoğunu diğer dinlerden aldığı herkes tarafından bilinir. 46 Bu durum, aynı zamanda pek çok bilgin tarafından belgelenmiştir de. 47 Müslüman mucizeleri iddiasının ortaya atılması şaşırtıcı değildir, daha sonra da İsa’nın mucizelerinin şekli aracılığı ile İsa’nın, bu konuda Muhammed’e olan üstünlüğünü sergileyen Hristiyanlık savunucularının davranışlarının bir sonucu olarak belirginleşmiştir.
İslam’a özgü mucize öykülerinin ortaya çıkmaya başlaması iki Hristiyan piskoposu (Edessa’lı Abu Kurra ve Sezariyeli Arethas) bu konuya işaret ettikten sonra gerçekleşmiştir. Sahas’ın da belirttiği gibi, “İma [piskoposun meydan okuması] oldukça aşikârdır: Muhammed’in öğretişi çabaya sahip olabilen bir öğretiştir; ama bu durum, doğaüstü belirtiler olmaksızın onun bir peygamber olduğunu söylemek için yeterli değildir. Eğer bu tür belirtiler gösterilebilseydi, Muhammed büyük olasılıkla bir peygamber olarak kabul edilebilirdi.” 48
Böylece, Müslümanlar’ın görevi açıktı. Mucizeler üretebildikleri takdirde Hristiyanlar’ın meydan okumalarına karşılık verebileceklerdi. Bu olaydan kısa bir süre sonra, Muhammed’in mucize iddiaları ortaya çıkmaya başladı. Sahas, şunu belirtir: “Bu mucize öykülerinin çoğunun kulağa ilginç gelen yanları vardır: sanki Abu Kurra gibi Hristiyanlar’ın ifadelerine bir karşılık olarak sunulmuşlardır ve Müjdelerde bulunan İsa’nın mucizelerine şaşırtıcı derecede benzemektedirler.” 49 Aynı şekilde Müslümanlar bu tartışma sırasında Kuran’daki bazı olayları mucizeler olarak yorumlamaya başladılar. Tüm bunların hepsi tek bir sonuca varır: Muhammed’in mucize öyküleri doğruluktan uzaktırlar ve güvenilir değillerdir.
İnanç Değerinin Eksikliği
Ancak yine de iddia edilen bu mucizeler, Muhammed’in Tanrı’nın bir peygamberi olduğunu kanıtlama konusunda bir inanç değerine sahip değildirler. Birincisi, bu mucize iddialarının çoğu, (vahyedildiği iddia edilen) Kuran’dan kaynaklanmaz. Bu nedenle, Müslümanlar’ın düşüncesine göre, Kuran’ın sahip olduğu iddia ettikleri tanrısal yetkiden yoksundurlar.
İkincisi, hadislere dayanan mucize öyküleri, kuşkuya yol açarlar. Tanıklık öykülerine sahip değildirler; birbirleri ile çelişen pek çok zıtlık içerirler ve bu yüzden güvenilir değildirler. Muhammed’e, iddialarını mucizevi bir şekilde desteklemesi için sürekli olarak meydan okunan bu olayların Kuran’da yer almayışı, onların güvenilir olmadıklarına dair güçlü bir kanıttır. Elbette, eğer Muhammed, kendisini eleştiren kişileri doğaüstü onaylaması ile kanıtlayarak susturabilecek olsaydı, bunu yapardı, çünkü bu konuda çok kez meydan okumalar ile karşılaştı.
Üçüncüsü, Muhammed hiçbir zaman Kuran’ın hiçbir yerinde tanrısal çağrısının kanıtı olarak mucizevi bir olay sunmaz. Çağdaş Müslüman yazar Faruki, şu iddiada bulunur: “Müslümanlar, Muhammed için herhangi bir mucize iddiasında bulunmazlar. Onların görüşüne göre, Muhammed’in peygamber olduğunu kanıtlayan, açıklamanın, yani Kutsal Kuran’ın, insan mantığını şaşırtan doğal yasanın herhangi bir nedeni izah edilemez dalları değil, derin güzelliği ve büyüklüğüdür.” 50 Bazı Müslüman bilginlerin bu iddiayı reddetmelerine rağmen, yine de gerçek olan şudur: Muhammed, diğer peygamberler gibi bir peygamber olduğu iddiasını desteklemek için aksini yapması için kendisine meydan okunmasına rağmen hiçbir zaman doğada mucizevi olaylar yapmadı (3:183; 4:153; 6:8-9; 17:90-95). Büyük Müslüman bilgini Abdullah Yusuf Ali bile, “Doğa’ya ters düşecek şekilde” bir mucize yapmadığını kabul etti. Abdullah Yusuf Ali’nin bu itirafı, Muhammed’in peygamberliği konusundaki güvenilirliği hakkında ciddi sorulara neden olur.
Dördüncüsü, Muhammed’in kendisi bile, Tanrı’nın, kendisinden önceki peygamberleri mucizeleri göz önüne alarak onayladığı gerçeğini kabul eder. Ne ilginçtir ki, Kuran’da sözü edilen peygamberlerin çoğu, Kutsal Kitap’ta bulunan karakterlerdir. Örneğin, 6:84-86 ayetlerinde Tanrı, İbrahim ile ilgili öyküyü hatırlattıktan sonra şu beyanda bulunur: “Biz ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nuh’u da hidayete erdirmiştik. Zürriyetinden Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u da. İyilik yapanları işte böyle mükafaatlandırırız. Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı, İlyas’ı, doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi salih kimselerden idi. İsmail’i, Elyasa’yı, Yunus’u ve Lut’u da doğru yola erdirmiştik. Her birini alemlere üstün kılmıştık.” Musa’nın pek çok kez yaptığı peygamberlik mucizelerini onaylayarak bu konuyu Tanrı’ya isnat eder (7: 106-8; 116-19). Sonra şunu okuruz: “Sonra Musa ve kardeşi Harun’u mucizelerimiz ile ve apaçık bir delil ile gönderdik” (23:45). Kuran aynı zamanda Tanrı’nın pek çok peygamber aracılığı ile görünen mucizevi gücüne de imada bulunur (4: 63-65). Ama eğer Muhammed, Tanrı’nın bu Kutsal Kitap peygamberleri aracılığı ile mucizeler yaptığının farkına vardıysa, o zaman kendisi neden mucizeler yapamadı?
Beşincisi, Muhammed, aynı zamanda İsa’nın, insanları iyileştirme ve ölümden diriltme mucizelerini mesajının tanrısal orijine sahip olduğunu kanıtlamak için yaptığı gerçeğini de kabul eder. Kuran bu konuda şöyle der: “Ey Meryem oğlu İsa… benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri de hayata çıkarıyordun” (5:110). Ama eğer İsa tanrısal çağrısını onaylamak için mucizevi doğa olayları yapabildiyse, ve Muhammed onun yaptıklarının aynısını yapmayı reddediyorsa, o zaman doğal olarak Hristiyanlar Muhammed’in bir peygamber olduğuna inanmakta güçlük çekeceklerdir.
Altıncısı, Muhammed iddialarını kanıtlaması için kendisine mucize yapması konusunda meydan okunduğu zaman, mucize yapmayı reddetti. Kuran, Muhammed’in düşmanlarının söylediği şu sözlere yer verir: “Ona açıktan göreceğimiz bir melek indirilse ya! Eğer öyle bir melek indirmiş olsaydık, artık iş bitirilmiş olurdu” (6:8-9). Muhammed’e inanmayanlar ona, bir peygamber olduğunu kanıtlaması için meydan okudular ve şöyle dediler: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe sana asla inanmayacağız.” (17:90-92). Muhammed’in bu isteklere verdiği yanıt aydınlatıcıdır: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resul olarak gönderilen bir beşerim.” Musa’nın, İlyas’ın ya da İsa’nın böyle bir yanıt vereceği düşünülemez. Gerçekten de, Muhammed, Musa’nın kendisine firavun tarafından meydan okunduğu zaman, ona mucizeler yaparak karşılık verdiğini kabul etmiştir. “Firavun, ‘Eğer açık bir delil getirdiysen, haydi göster onu bakalım, şayet doğru söyleyenlerden isen’ dedi. Bunun üzerine Musa, asasını yere attı. Bir de ne görsünler, apaçık bir ejderha. Elini (koynundan) çıkardı. Bir de ne görsünler o, bakanlar için, bembeyaz olmuş” (7:106-8). Kuran bu konuda şöyle devam eder: “Böylece hak yerini buldu” (ayet 118. Ama yine de Muhammed, Tanrı’nın, konuşmacıları olarak gönderdiği kişileri bu şekilde onayladığını bilmesine rağmen, benzer mucizeler yapmayı reddetti. O zaman neden Muhammed’in, Tanrı’nın büyük peygamberleri ile aynı çizgide olan bir peygamber olduğuna inanılması gereksin ki?
Son olarak, Müslümanlar Muhammed’in mucizeler yapması konusundaki isteksizliği ile ilgili olarak makul hiçbir açıklama sunamazlar. İyi bilinen bir İslam iddiası şudur: “Tanrı’nın, peygamberlere bu tür mucizeler vermesindeki amaçlarından biri şudur: Dünya bu tür insan gücünün ötesindeki mucizelerdeki gücün Tanrı’ya ait olduğunu görebilsin.” Böylece, “Musa’nın döneminde büyücülük eyleminin çok gelişmiş olduğunu görebiliyoruz. Bu yüzden, Musa’ya öyle büyük mucizeler verildi ki, büyücüler çaresiz kaldılar ve bu mucizeleri gördükleri zaman, Musa’nın önderliğini ve peygamberliğini kabul ettiler.” Benzer şekilde, “İslam Peygamberinin dönemi sırasında, güzel konuşma sanatı büyük ilerlemeler kaydetmişti. Bu nedenle, İslam peygamberine, zamanının en büyük şairlerinin seslerini susturan Kuran mucizesi verildi.” 51
Ancak yine de, bu mantık ile ilgili çeşitli ciddi sorunlar mevcuttur. Her şeyden önce, bunun “Tanrı’nın bina ettiği yollardan biri” olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. Aksine, Kuran’ın kendisi bile şu gerçeği kabul eder: Tanrı sürekli olarak, İsa dahil olmak üzere Musa, ve diğer peygamberler aracılığı ile doğa mucizeleri verdi. Tanrı, peygamberlerini, mucizeler aracılığı ile onaylama yolunu seçti.
Ayrıca, güzel bir dini edebiyat üretmek, Kuran’ın Tanrı’nın diğer peygamberler aracılığı ile yaptığını kabul ettiği mucizevi doğa olayları üretmekten daha kolaydır. Aslında Kuran’ın aksi öğretişler veren pek çok başka dini edebiyat yazıları vardır: Yeşaya’nın peygamberliği, Dağdaki Vaaz, Hindu Gita vs.
Bunlara ek olarak, kendisinden önceki peygamberler mucizeler yapabildikleri ve yaptıkları halde, Muhammed’in doğa mucizeleri yapma konusundaki isteksizliği, Müslüman olmayan kişilere, bu konu üzerinde düşündükleri takdirde bu davranışı sorumluluktan kaçan bir davranış olarak göreceklerdir. Ve şöyle soracaklardır: “Eğer Tanrı diğer peygamberleri bu tür şeyler aracılığı ile onayladıysa, o zaman aynı şeyi neden Muhammed için de yapmadı ve bu konu hakkındaki tüm kuşkuları ortadan yok etmedi?” Kuran’dan alınan, Muhammed’in kendi sözleri şöyledir: “Dediler ki, ‘Ona Rabbinden bir mucize indirilse ya!’ (Ey Muhammed) de ki, ‘Şüphesiz Allah’ın, bir mucize indirmeye gücü yeter’” (6:37).
Aynı zamanda Muhammed kendisini eleştirenlere, bu konunun Tanrı’nın, zamanın özelliklerine göre peygamberlerini onaylamak için farklı çağlarda ve farklı biçimlerde oluşturduğu bir yol olduğu şeklinde hiçbir yanıt da vermedi. Aksine, yalnızca kendi mucizesini (Kuran) sundu ve kendisini mucizeler yapma yeteneği olmadığı için değil, inançsızlıkları nedeni ile reddettiklerini söyledi. Şöyle yazılıdır: “Bilmeyenler, ‘Allah bizimle konuşsa, ya da bize bir mucize gelse ya!’ derler.” Muhammed’in yanıtı çok açıktı: “Bunlardan öncekiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişti. Onların kalpleri (anlayışları) birbirine benziyor. Biz ayetleri kesin olarak inanacak bir toplum için açıkladık” (2:118; 17:90-93; 3:183).
Sonuç olarak, Muhammed’in yaşamı ile bağlantılı olan bu iddia edildiği gibi doğaüstü olaylar (Musa ve İsa’nın yaptığı, bunlar, kabul ettiği doğaüstü olaylar gibi doğa mucizeleri olmamasına rağmen), doğal araçlar aracılığı ile açıklanabilirler. Örneğin Müslümanlar, Hicret’ten Sonraki 624 yılında yapılan Muhammed’in Bedir savaşındaki üstün zaferini, onun adına tanrısal onayın doğaüstü bir belirtisi olarak görürler. Ama Bedir savaşından tam bir yıl sonra Muhammed’i destekleyenler küçük düştükleri ağır bir yenilginin sıkıntısını çektiler, 52 ama o bu yenilgiyi yine de tanrısal hoşnutsuzluğun doğaüstü bir belirtisi olarak kabul etmediler. 53
Muhammed’in Ahlak Örneği
Müslümanlar Muhammed’in genelde ahlaklı bir insan olduğunu kabul ederler. Hatta bundan daha fazlasını da iddia ederler. Onlar, Muhammed’in hem (ana) günahın ötesinde olduğunu ve hem de insanlık için en mükemmel ahlak örneğini oluşturduğuna inanırlar. İleri sürdükleri iddia şudur: “Muhammed, tarihte, dindarlık ve mükemmellik açısından insanlık için en iyi örneği oluşturur. Muhammed, bir insanın ne olabileceğinin ve mükemmellik ve erdem alanında neler başarabileceğini ortaya koyan diri bir kanıttır. 54 Onlar, Muhammed’in bu özeliklerinin onun Tanrı’nın eşsiz peygamberi olduğuna ilişkin “temel kanıtlar” olduğunu söylerler. 55
Kemal ud Din ed Damiri tarafından yazılmış, rağbet gören bir Müslüman klasiği bize Muhammed ile ilgili aşağıdaki bilgileri sunar:
Muhammed insanların en seçkini, tüm elçilerin en onurlandırılmış olanı ve merhamet peygamberidir… O peygamberlerin en iyisidir ve onun ulusu ulusların en iyisidir… Mükemmel bir zekaya sahipti ve soylu bir aileden geliyordu. Kesinlikle lütufkârdı, cömertlikte kusursuzdu, cesareti yetkindi, aşırı derecede alçakgönüllüydü, yararlı bilgilere sahipti, Tanrı’ya olan korkusu tamdı ve dindarlıkta üstündü. O, mükemmelliğin her çeşidinde en güzel konuşanı ve en yetkin olanıydı. 56
Muhammed’in, iddia edilen ahlak mükemmelliği hakkında kuşkulara ve sorulara neden olan çok sayıda durum söz konusudur. Bu konulardan ilki, çokeşlilik meselesidir.
Çokeşlilik Sorunu
Kuran’a göre, bir erkeğin dört tane karısı olabilir (4:3). Bu durum, en azından iki sorunun sorulmasına neden olur. Birincisi, çokeşlilik ahlaki midir? İkincisi, Muhammed, kendi yasası ile uyumlu muydu? Eğer uyumlu değil idiyse, insanlık için kusursuz bir ahlak örneği olması nasıl düşünülebilir?
Yahudi-Hristiyan geleneklerine göre çokeşlilik ahlaki açıdan yanlış görülür. Tanrı çokeşliliği asla buyurmamıştır. 57 Ama Kuran, bir erkeğin dört kadına da bakabilecek durumu olduğu takdirde, o erkeğin dört kadın ile evlenmesine izin vererek çokeşliliği tasvip etti: “Size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın” (4:3). Hristiyan açıklamasının gerçeğini önceden var sayılmaksızın hem Müslümanlar’ın hem de Hristiyanlar’ın genel ahlak bakışı açısından çokeşlilik konusunda pek çok tartışma mevcuttur. Birincisi, tekeşliliğin ilk örnek göz önüne alınarak kabul edilmesi zorunludur, çünkü Tanrı, ilk erkeğe yalnızca tek bir kadın (Havva) vermiştir. İkincisi, tekeşlilik orantı eşitliği belirtir, çünkü Tanrı’nın dünyaya gönderdiği erkeklerin ve kadınların sayısı hemen hemen aynıdır. Sonuç olarak, tekeşlilik eşitlik olarak varsayılır. Eğer erkekler birden fazla kadın ile evlenebiliyorlarsa, o zamana bir kadının neden birden fazla sayıda kocası olmasın? Çokeşlilik, dürüstlük değildir.
Rağbet gören Müslüman biyografi yazarı Haykal bile şöyle der: “Ailenin ve toplumun mutluluğuna en iyi şekilde hizmet edebilmek, tekeşliliğin kabul ettirdiği sınırlamalar ile mümkündür.” 58 Gerçekten de, Muhammed’in eşleri ile olan ilişkileri, çokeşlilik ile ilgili bir delildir. Örneğin, Haykal, çokeşlilik nedeni ile ortaya sorunlar çıktığını belirtir: “Peygamberin eşleri, kocalarına tuzak kuracak kadar ileri gittiler.” Peygamberin eşlerinin bu tutumu anlaşılabilir bir tutumdur, çünkü Haykal sözlerine, “Muhammed’in genellikle pek çok kez eşlerinden bazılarını önemsemediğini ve aralarında ayırım yaptığını” söyleyerek devam eder. 59 “Peygamberin, eşlerinden bazılarını diğerlerinden üstün tutması, ‘Müminlerin Anneleri’ arasında öylesine büyük bir çekişme ve düşmanlık yarattı ki, bir kez, Muhammed eşlerinden bazılarını boşamayı dahi düşündü.” 60 Tüm bu olup bitenler hem ilke hem de uygulama açısından örnek alınacak bir ahlak tutumuna engel olan davranışlardır.
Bir an için, Kuran’da öğretildiği gibi, çokeşliliğin ahlaki açıdan doğru olup olmadığı sorusu bir kenara bırakılacak olsa dahi, Muhammed’in karakterindeki hataları hissettiren bir başka ciddi sorun mevcudiyetini hala korur. Muhammed, Tanrı’dan, bir erkeğin, bir defada yalnızca dört eşe sahip olabileceği açıklamasını aldı, ancak Muhammed’in eş sayısı yine de dörtten fazlaydı. Muhammed’in savunucularından olan bir Müslüman, The Prophet of Islam as the Ideal Husband (İdeal Koca Olarak İslam Peygamberi), onun on beş tane karısı olduğunu kabul etti! Ama o yine de diğer erkeklere yalnızca dört eşe sahip olabileceklerini söyledi. Tanrı’dan olduğunu söylediği temel yasalardan birini kendi yaşamında uygulamayan biri, nasıl olur da tüm insanlık soyu için mükemmel bir ahlak örneği teşkil edebilir?
Müslümanlar’ın bu soruya verdikleri yanıt ikna edici değildir. Onlar şu iddiada bulunurlar: Peygamberin aldığı “açıklama” kendisine Tanrı tarafından, herhangi biri için değil, özel olarak şahsı için bir istisna olarak verilmişti. Muhammed, bu konuda, Tanrı’nın sözlerinden şu alıntıyı yapar: “Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; ayrıca, diğer müminlere değil de sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikahlamak istediği herhangi bir mümin kadını da (sana helal kıldık)” (33:50). Bunlara ek olarak Muhammed evlatlığının boşadığı karısı Zeynep ile evlenmesi için tanrısal bir kolaylık aldığı dahi belirtilir (33:37).
Tüm bunlara ek olarak, bizden şuna inanmamız istenir: Tanrı, her eşe, sahip olduğu evlilik haklarını “adil bir şekilde” vermek için tanrısal esin ile açıklanmış bir başka yasaya özel bir istisna yaptı, yani, aralarında belirli bir devir ile bir sıralama yerine getirdi. Muhammed, Tanrı’nın, kendisine, istediği her eşe istediği her zaman sahip olabileceğini bildirdiği konusunda ısrar eder: “Ey Muhammed! Bunlardan (hanımlarından) dilediğini geri bırakırsın, dilediğini yanına alırsın” (33:51). Ancak Tanrı da belli bir noktadan sonra Muhammed’in kadınlara olan sevgisini frenledi: “Bundan sonra, güzellikleri hoşuna gitse bile, başka kadınlar ile evlenmek, eşlerini boşayıp başka eşler almak sana helal değildir” (33:52).
Muhammed’in bu durumuna bakıldığı zaman, sağduyu sahibi birinin onu mükemmel bir ahlak örneği ve ideal koca olarak nasıl görebildiği şaşırtıcıdır.
Kadınların Erkeklerden Daha Aşağı Görülmeleri
Kuran ve hadisler kadınları erkeklerden daha düşük bir konumda görürler. Erkeklerin üstün konumu doğrudan Kuran’ın buyruklarını temel alır. Daha önce de belirtildiği gibi, erkekler birden fazla kadın ile evlenebilirler (çokeşlilik), ama kadınlar birden fazla kocaya sahip olamazlar (poliandri – çok kocalılık sistemi). Kuran (2:228), erkeklerin kadınların üzerinde bir derece farkı vardır. Kuran, erkeklere karılarını boşama hakkını açıkça tanır ama aynı eşit hakkı kadınlara tanımaz, ve şu iddiayı ileri sürer: “Erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece hakları vardır” (2:228). 61 Muhammed bir defasında kadın bir kölenin doğru söylemesini sağlamak için onun dövülmesini tasvip etti. Haykal bu konu hakkında şu bilgiyi verir: “Köle kadın içeri çağrıldı ve Ali hemen kadını tuttu ve, ona Tanrı’nın peygamberine doğruyu söylemesi için emrederek şiddetli bir şekilde uzun süre dövdü.” 62 Sonuç olarak, Kuran’a göre, erkekler karılarına dayak dahi atabilirler: “Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) baş kaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün.” (4:34) 63 Bunlara ek olarak, Müslüman kadınların bir peçe taşımaları, kocalarının arkasında durmaları ve duada onların arkasında durarak diz çökmeleri gerekir. Yasa bir erkeğe karşı açılan davalarda iki kadının tanıklık yapmasını talep eder. 64
El-Buhari’nin Sahihi’ndeki hadislerden birinde kadınların İslamdaki aşağı konumlarını tanımlayan şu aşağıdaki öyküyü okuruz:
İbn Abbas tarafından anlatıldı: Peygamber şöyle dedi: “Bana cehennem ateşi gösterildi ve orada bulunanların çoğu takdir bilmeyen kadınlardı.” Şu soru soruldu, “Onlar Allah’a mı inanmadılar?” (ya da Allah’a mı nankörlük ettiler?) Peygamber, soruları şöyle yanıtladı, “Onlar kocalarına nankörlük ettiler ve kendilerine yapılan iyilikleri ve yararlı işleri takdir etmediler.” 65
Kadınlar hakkında söylenen tüm bu ifadeler göz önüne alındığı zaman, Müslüman düşüncelerini savunan kişilerin ağızlarından şu sözleri işitmek gerçekten inanılmazdır: “Muhammed, kesinlikle kadınları, diğer herhangi bir erkekten daha fazla onurlandırmak ile kalmamış, aynı zamanda kadını ait olduğu yere gerçekten yükseltmiştir – bu başarıyı gösterebilen yalnızca Muhammed olmuştur”[!] 66 Bir diğer Müslüman yazar şu ifadede bulunur: “İslam, kadına, diğer dini ya da kurumsal hiçbir sistemin sağlayamayacağı sevinci veren haklar ve ayrıcalıklar tanımıştır.” 67 Ancak gerçekler bunun tam karşıtını gösterirler.
Muhammed’in Genel Ahlaki Durumu
Muhammed asla günahsız biri değildi. Kuran bile onun pek çok kez Tanrı’dan bağışlanma dilemesi gerektiğini bildirir. Örneğin, 40:55 ayetinde Tanrı ona şöyle der: “Ey Muhammed! Sabret. Allah’ın vaadi şüphesiz gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam sabah Rabbini hamd ederek tespih et.” Tanrı yine başka bir zamanda Muhammed’e şöyle dedi: “Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! (47:19).” Bu ayette yazılı olanlar, bağışlanmanın yalnızca diğer insanlar için değil, kendi günahları için de gerekli olduğunu kesin bir şekilde açıklar (48:2).
Kuran’da Muhammed hakkında yazılı olan gerçeklerin ışığında Muhammed’in karakterinin kusursuz olmaktan uzak olduğunu görürüz. Muhammed hakkında yazan ve geniş çapta rağbet gören bir biyografi yazarlarından biri onun günah işlediğini kabul etti. Haykal, bir olaydan söz ederken, açıkça şöyle der: “Muhammed, (kör dilenci) İbn Umm Maktum’un yüzüne hiddetle baktığı ve onu kovduğu zaman, gerçekten hata yaptı.” 68 Haykal, bu sözlerine şunu ekler: “Bu açıdan o (Muhammed) herkes gibi düşmeye eğilimliydi.” 69 Eğer durum böyle ise, o zaman Muhammed’in Müslümanlar tarafından böylesine övülerek göklere çıkartıldığına inanmak zordur. Muhammed’in ahlakı yine de onun zamanında yaşayan pek çok kişinin gelişmesine yardımcı olmasına rağmen, onun pek çok Müslüman’ın iddia ettiği gibi, tüm zamanların tüm insanları için mükemmel bir örnek teşkil ettiği konusu kesinlikle başarısızlığa uğramış gibidir. Müjdelerdeki İsa’nın aksine, o, düşmanlarına şu tür bir soru ile kesinlikle meydan okuyamazdı: “Hanginiz bana günahlı olduğumu kanıtlayabilir?” (Yuhanna 8:46).
Kutsal Savaşlar (Cihad) Sorunu
Savaşın adil olup olmadığı konusunu bir kenara bırakalım, 70 Muhammed savaşların kutsal olduğuna inanırdı. Muhammed, aldığı tanrısal açıklama sonucu izleyicilerine şöyle buyurur: “Allah yolunda savaşın” (2:244). Başka bir ayete şunlar yazılıdır: “Allah’a ortak koşanları bulduğunuz yerde öldürün” (9:5). Ve “(Savaşta) inkâr edenler ile karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun” (47:4). Genel olarak, “Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyenler ile” savaşmalıydılar (9:29). Tanrı uğruna savaşanlar için gerçekten de cennet vaadinde bulunulur: “Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını örteceğim. Allah katından bir mükafat olmak üzere onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım” (3:195; 2:244; 4:95; 8:12). Bu “kutsal savaşlar”, “inanmayanlara karşı” “Allah yolunda” yapıldılar (2:244). 5:33 ayetinde şunları okuruz: “Allah’a ve Resulüne savaş açanların, inanmayanların) ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerde sürülmeleridir.” Koşullara bağlı olarak bunların uygun ve yerinde cezalar olduğunu kabul eden Ali, şu ifadesi ile az da olsa biraz teselli sunar: Arapların, düşmanlarına daha zalim şekilde davranmaları, örneğin “gözlerini oymaları ve zavallı kurbanı kızgın güneşin altına terk etmeleri” gibi yaptıkları zulümler artık iptal edildi! 71 Bu tür savaşların devam etmesi ve düşmanlara –hangi vesile ile olursa olsun– dini temeller nedeni ile zulmedilmesi, pek çok eleştirmen tarafından dinsel hoşgörüsüzlüğün aşikâr bir örneği olarak kabul edilir. 72
Ahlaki Politika Sorunu
Muhammed, izleyicilerinin Mekke’ye ait ticaret kervanlarını yağmalamalarını tasdik etti. 73 Bu tür üç yağma eylemine peygamberin kendisi önderlik etti. Bu saldırıların amacı hiç kuşkusuz yalnızca ekonomik kazanç elde etmek değildi, amaç, aynı zamanda Mekkelileri, büyüyen Müslüman gücü ile etkilemekti. İslam eleştirmenleri, bu tür bir korsanlık ile ilgili ciddi ahlak soruları yönelttiler. En azından bu tür eylemlerin Muhammed’in iddia edilen ahlak mükemmelliği üzerine karanlık bir gölge düşürdüğünü hissettiler.
Muhammed, bir defasında, bir izleyicisinin Halid adlı bir düşmanına, onu öldürmek amacı ile yalan söylemesini tasdik etti. Ve bu izleyici adamı öldürdü. Sonra, güvenilir bir uzaklıkta ama adamın eşlerinin önünde “kılıcı ile onun üzerine yürüdü ve onu öldürdü. Halid’in eşleri olayın tek tanıklarıydılar ve olup biten karşısında ağlamaya ve kocaları için ağıt yakmaya başladılar.” 74
Diğer bazı olaylarda Muhammed, politik açıdan uygun görülen katliamlar ile aksi fikirde değildi. Önde gelen Yahudiler’den biri olan Ka’b İbn El-Eşraf, Muhammed’e karşı bazı ihtilaflara neden olduğu ve onun hakkında hiciv niteliğinde bir şiir yazdığı zaman, peygamber şu soruyu sordu: “Beni Ka’b’dan kim kurtaracak?” Dört kişi peygamberin isteğini yerine getirmek için anında gönüllü olarak ileri atıldı ve kısa bir süre sonra ellerinde Ka’b’ın başını taşıyarak geri döndüler. 75 Hüseyin Haykal adlı saygı gören modern İslam biyografi yazarı, The Life of Muhammad (Muhammed’in Yaşamı) isimli kitabında sözü edilen bu tür katliamların çoğunu kabul eder. Bu katliamlardan biri ile ilgili şunları yazdı: “Peygamber, Ukbe ibn Ebu Muayt’ın öldürülmesini buyurdu. Ukbe, kendisine merhamet edilmesi için, ‘Ey Muhammed, çocuklarıma kim bakacak?’ diyerek yalvardığı zaman, Muhammed’in yanıtı şöyle oldu: ‘Ateş.’” 76
Kuran’ın kendisi, Muhammed’in, kendi çıkarına uygun bulduğu zaman, verdiği sözleri yerine getirmeme konusunda rahatsızlık duymadığını söyleyerek bizi bilgilendirir. Arapların kutsal bir ayı sırasında öldürmekten sakınmak ile ilgili uzun vadeli bir taahhüdü bozmak için bir “açıklama” dahi aldı: “Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De ki, ‘O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır’” (2:217). Yine başka bir ayette şunlar yazılıdır: “Allah (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmayı (ve kefaret ödemeyi) size meşru kılmıştır” (66:2). Muhammed’in ahlak yaşamı dengeli bir süreklilik yerine bazen uygun koşullar ile karakterize edilir.
Misilleme (Kısas) Konusu
Muhammed en azından iki olayda, kendisi ile alay eden nitelikte şiirler yazan kişilerin öldürülmeleri için adamlarına buyruk verdi. Gösterdiği bu haddinden fazla aşırı tepkiye karşı bazı kişiler, konuyu ikna edici olmaktan uzak bir şekilde, şöyle savundular: “Muhammed gibi başarısı ve değeri çok büyük olan bir adam hakkında kötü hiciv niteliğinde yazılanlar, bir savaşın kaybedilmesinden daha tehlikeli olabilirler.” 77 Ama eleştirmenlerin de işaret ettiği gibi bu durum yalnızca pragmatizme (neden ile sonuç arasındaki bağlantıyı araştıran çalışma ile ilgili) ait, sonuç nedeni haklı çıkartır ahlakıdır.
Haykal, “Müslümanlar’ın, kadınların ve çocukların öldürülmelerine her zaman karşı olduklarını” kabul eder, ama buna rağmen yine de, “bir Yahudi kadın bir Müslüman’ı öldürdüğü için başına değirmen taşı atılarak öldürüldü.” 78 Haykal, bir başka olay hakkında şunları yazar: “Her iki köle kadın (söyledikleri bir şarkıda Muhammed’e karşı sözler olduğu iddiasıyla) suçlanarak sorguya çekildiler ve efendileri ile birlikte öldürülmeleri için emir verildi.” 79 Ebu Afak adlı bir kadının yazdığı bir şiirle Muhammed’e hakaret ettiğine inanıldığı zaman Muhammed’in izleyicilerinden biri, “kadına, kadının yanında çocukları varken ve kadın bu çocuklarından birini emzirdiği esnada saldırdı.” Bu kişi, “kurbanının bebeğini ondan uzaklaştırdıktan sonra onu öldürdü.” 80 Tüm insanlık için en büyük ahlak örneği olarak gösterilen birine tüm bu olayların yakışmadığı kesindir.
Muhammed’in izleyicilerinin, onun adına öldürme konusunda gösterdikleri bu gayret şaşırtıcıdır. Haykal, Muhammed’in tek bir buyruğu ile kızını öldürebilecek kadar Muhammed’e adanmış birinin sözlerini yazar. Ömer ibn el Kattab adlı İslam’ın ikinci halifesi aşırı bir bağlılık ile şu beyanda bulundu: “Tanrı adına söz veririm ki, eğer o (Muhammed), benden kızımın kafasını vurmamı isteseydi, hiç tereddüt etmeden bu isteğini yerine getirirdim!” 81
Merhamet Göstermeme Sorunu
Muhammed, Mekkeli düşmanlar ile birleşerek Müslümanlar’a karşı tuzak kurduklarından kuşkulandığı Medineli son Yahudi oymağına saldırdı. Daha önce, yalnızca kentten sürülmüş olan iki Yahudi oymağından farklı olarak, bu kez, oymağın tüm erkekleri öldürüldüler ve kadınlar ve çocuklar köle olarak satıldılar. Bu olayı haklı çıkarmaya çalışan kişilerin varlığına rağmen, bu eylem bir “zulüm” eylemiydi ve “Muhammed’in Yahudiler’e karşı uyguladığı zulüm, onların kendisi ile alay etmeleri ve onu reddetmeleri yüzünden Muhammed’in yaşamındaki en büyük hayal kırıklığına neden olduğu gerçeği iddia edilerek açıklanamaz. Hem onda hayal kırıklığına neden oldular, hem de onu, bir süre peygamberlik yetkisinin tamamen yok etmek ile tehdit ettiler.” 82 Eğer bu iddia türündeki açıklamalar gerçek olsalardı bile, iki yanlış bir doğruyu oluşturmazdı. Her durumda, bu tür bir davranış, erkekleri öldürmeyi ve kadınlar ile çocukları köle olarak satmayı haklı çıkartır mıydı? 83 Ve, ayrıca, bu tür bir eylem tüm insanlık için bir örnek teşkil etmesi ve ahlaki açıdan hatasız bir karaktere sahip olması gereken bir kişinin eylemi mi olmalıdır?
Muhammed’in mükemmel bir ahlak örneği olduğuna dair gösterilen tüm bu karşıt delillere rağmen, seçkin bir İslam savunucusu olan Haykal, bu konuya şu müthiş iddia ile karşılık verir: “Onların iddiaları gerçek olsa bile, biz bu iddiaları yine de reddederdik, çünkü elimizde çok basit bir delil var: büyük olan yasadan üstündür”[!]84
Özet
İslam, Muhammed’in Tanrı’nın (Kuran’daki) tam ve nihai açıklaması ile peygamberlerin sonuncusu olduğunu iddia eder. Müslümanlar, bu iddiayı desteklemek için çeşitli örnekler sunarlar; Kuran’da yer alan Muhammed’e ait kehanetler, Kuran’ın mucizevi doğası, Muhammed tarafından gerçekleştirilen mucizeler ve onun mükemmel ahlaklı karakteri. Ancak her şeye rağmen, daha önce görmüş olduğumuz gibi, tüm bu örnekler ile ilgili kanıtlar doğaüstü olma iddiası için de yeterli değillerdir, çünkü olayların gerçekten vuku bulduğuna dair gerçek bir kanıt yoktur, ya da olayların kendisi ile ilgili gerçekten doğaüstü olan hiçbir şey mevcut değildi.
Bir Müslüman elbette bu durumu iman aracılığı ile kabul etmeye devam edebilir. Ama bu durumun kanıt ile ortaya konulması tamamen farklı bir şeydir. Sokrat’a ait olan “Tetkik edilmemiş [eleştirilmemiş] yaşam, yaşanmaya değmez” (ve bu ifadeye şu eklemede bulunabiliriz, “tetkik edilmemiş [eleştirilmemiş iman], inanmaya değmez) öğüdü ile aynı fikirde olan Müslüman olmayan biri, gerçek üzerinde temellenmiş bir iman bulmak için hiç kuşkusuz başka bir yere bakacaktır.