Levililer 27

Kitabımızın bu son bölümü kişinin kendisini ve mülkünü Rabbe adayarak yerine getirdiği gönüllü eylem olan “dilek adağı” konusu ile ilgilenir. “Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘Eğer bir kişi Rabbe birini adamış ise senin biçeceğin değeri ödeyerek adağını yerine getirebilir. Ve bu değer kutsal yerin şekeline uygun olarak tespit edilecektir.”

Şimdi, kendisini ya da hayvanını, evini ya da tarlasını Rabbe adayan bir kişinin durumunda meselenin bir kapasite ya da değer meselesi olduğu aşikar idi. Ve bu yüzden o çağın koşullarına göre belirli bir değer ölçüsü mevcut idi. Musa, Tanrının taleplerinin temsilcisi olarak her durumda kutsal yerin ölçüsü ile uyumlu olarak değerlendirme yapmaya çağrılmış idi. Eğer bir kişi bir dilek adağında bulunacak ise, doğruluk ölçüsüne göre değerlendirilmesi gerekiyordu. Ve ayrıca bunun da ötesinde bizlerden kapasite ve unvan arasındaki farkı ayırt etmemiz istenir. Mısır’dan Çıkış 30:15 ayetinde kefaret parası ile ilgili şu sözleri okuruz. “Canlarınızın bedeli olarak bu armağanı verdiğiniz zaman, zengin yarım şekelden fazla, yoksul yarım şekelden eksik vermeyecek.”  Kefaret konusunda her şey tek bir ortak düzey üstünde yer alır. Bunun her zaman böyle olması gerekir. Yüksek ve alçak, zengin ve yoksul, eğitimli ve cahil, genç ve yaşlı, herkes ortak bir ünvana sahiptir. “Hiç bir fark yoktur.” Hepsi de yanı şekilde Mesih’in kanının sınırsız değerliliğinin temeli üzerinde dururlar. Kapasite hakkında büyük bir farklılık mevcut olabilir – ama unvan hakkında bir farklılık yoktur. Bilgi, armağan ve verimlilik olarak büyük bir fark mevcut olabilir – ama unvan konusunda bir fark yoktur. Fidan ve ağaç, bebek ve baba, dün tövbe etmiş imanlı ve olgun imanlı, hepsi aynı temel üzerindedirler. “Zenginler daha çok vermemeli ve yoksullar da daha az vermemelidirler. Daha fazlası verilemez ve daha azı alınamaz. “Mesih’in kanı aracılığı ile en kutsal yere girmeye cesaretimiz vardır.” Bizim en kutsal yere girmek için sahip olduğumuz unvan budur. Girdiğimiz zaman tapınma kapasitemiz, ruhsal enerjimize bağlı olacaktır. Kapasitemiz, Kutsal Ruhtur. Benliğin bunun ile ve diğeri ile hiç bir ilgisi yoktur. Ne yüce bir merhamet! İsa’nın kanı aracılığı ile kutsal yere gireriz ve orada Kutsal Ruh aracılığı; Kutsal Ruh  ile bulduğumuzdan zevk alırız. İsa’nın kanı kapıyı açar ve Kutsal Ruh evin içinde bizi idare eder. İsa’nın kanı mücevher kutusunu açar ve Kutsal Ruh hazinenin içindeki değerli şeyleri açıklar. İsa’nın kanı sayesinde hazine bizim olur ve Kutsal Ruh bizi hazinenin ender ve pahalı kıymetli taşlarının değerini takdir etmemizi sağlar.

Ama Levililer 27. Bölümde konu tamamen bir güç, bir kapasite ya da bir değer konusudur. Musa, aşağı inmesi mümkün olamayan belirli bir standarda sahip idi. Musa doğru yoldan sapmasını imkansız kılan kesin bir kurala sahip idi. Eğer biri bu noktaya yükselebilir ise iyi idi, ama eğer yükselemez ise, o zaman buna göre Musa’nın o kişinin yerini alması gerekiyor idi.

O zaman tanrısal doğruluğun temsilcisi tarafından ortaya konan iddiaların yüksekliğini yukarı kaldırmak için muktedir olmayan kişi ile ilgili olarak yapılması gereken ne idi? Bu noktayı açıklayan yanıta kulak verelim: “Ancak adakta bulunan kişi belirtilen parayı ödeyemeyecek kadar yoksul ise, adadığı kişiyi kahine götürecek ve kahin adakta bulunan kişinin ödeme gücüne göre ona değer biçecektir.” (ayet 8) Başka bir deyiş ile, eğer konu kişinin doğruluğun taleplerini karşılaması ise, o zaman bunları karşılaması gerekir. Ama eğer, öte yandan eğer bir kişi bu talepleri karşılamak için kendisini tamamen güçsüz hisseder ise, yapması gereken şey olduğu gibi kendisini kabul etmek ve onu yukarı kaldıracak olan lütfa geri dönmesi yeterli olacaktır. Musa tanrısal doğruluğun taleplerinin temsilcisidir. Kahin tanrısal lütfun sağlayışlarının temsil edenidir. Musa’nın önünde durmaya muktedir olmayan yoksul adam kahinin kollarına sırt üstü düşer. Bu her zaman böyledir. Eğer “kazanamıyor” isek, “dilenebiliriz” ve doğrudan bir dilencinin yerini alırız. Artık konu bizim ne kazanabileceğimiz değil, ama Tanrının neyi vermekten hoşnut olduğudur. “Lütuf, sonsuza kadar sürecek günler boyunca tüm işi taçlandırandır.” Lütfa borçlu olan kişiler olduğumuz için ne kadar mutluyuz! Tanrı vermesi ile yüceltildiği zaman O’nun verdiğini almak ne büyük bir mutluluktur. Konu insan olduğu zaman, kazmak kesinlikle dilenmekten daha iyidir, ama konu Tanrı olduğu zaman, durum tamamen aksidir.

Yalnızca eklemek istediğim bir şey var, o da şu: bu bölümün tümünün özel bir şekilde İsrail ulusunu ilgilendirdiğini düşünüyorum. Bu bölüm son iki bölüm ile yoğun bir bağlantı içindedir. İsrail, İsrail Horev dağının eteklerinde tek bir “adak dileğinde” bulundu. Ama bu, yasanın taleplerini karşılamak için oldukça yetersiz idi- İsrail, “Musa’nın biçtiği değerin çok altında bir yoksulluk içinde” idi. Ama Tanrıya şükürler olsun ki, onlar da tanrısal lütfun zengin sağlayışlarının altında içeri girecekler. “Kazmak” konusundaki kesin yetersizliklerini öğrendikten sonra “dilenmekten utanmayacaklar” ve bu nedenle “sonsuzluktan sonsuzluğa kadar” altın bir halka şeklinde uzanan Yehova’nın egemen merhametine bağımlı olmanın derin bereketini tecrübe edecekler. Eğer yoksulluğumuz konusundaki bilgi bize tanrısal lütfun tükenmez zenginliklerini açıklama hizmeti veriyor ise, yoksul olmak iyidir. Bu lütuf hiç kimsenin eli boş giderek acı çekmesine izin vermez; hiç kimseye gereğinden fazla yoksul olduğunu asla söyleyemez. Bu lütuf en derin insan ihtiyacını karşılayabilir ve yalnız bu kadarı ile de kalmaz, ihtiyacı karşılaması ile yüceltilmiş olur. Her durumda iyilik için işler. Bireysel her günahkar için geçerlidir ve Yasa Veren tarafından değerlendirilen İsrail için de geçerlidir; onun verdiği değerden daha yoksul olduğunu kanıtlar. Lütuf her şey için en büyük ve en değerli tek kaynaktır. Kurtuluşumuzun temelidir; uygulamalı tanrısayarlık yaşamının temelidir ve bizi denemeler ve günah ile vurulmuş dünyanın çatışmalarının ortasında canlandıran o mahvolması imkansız umutların temelidir. Lütfu daha derinden anlamamız ve yücelik için daha hevesli bir arzu duymamızı diliyorum!

Burada artık bu çok derin anlamlı ve değerli kitabın üzerinde yaptığımız incelemelere ve düşünmeye son veriyoruz. Eğer bu sayfalar kilise tarafından her çağda fazlası ile ihmal edilen vahyin bir kısmı için bir ilgi uyandırmak üzere Tanrı tarafından kullanılması gerekse idi, o zaman boşu boşuna yazılmış olmazlar idi.

C.H.M.