1 Selanikliler
Bölüm 5
Beşinci bölümün ilk ve ikinci ayetleri 1.Selanikliler 4:13,15 ayetleri ile tamamen doğrudan bir karşıtlık içinde dururlar. Selanikliler, Rab İsa’nın Kutsalları için gelişi ile ilgili – bu konudan genellikle “aşırı sevinç ile kendinden geçme” olarak söz edilir – bilgisiz kalmışlardı ve bunun sonucunda gereksiz bir zorluk ve üzüntü yaşamışlardı ve elçi onlara, “Rabbin sözü aracılığı ile” onları aydınlatmak için mektup yazdı. Ama “zamanlar ve süreler” hakkında hiç de bilgisiz değillerdi ve Pavlus’un onlara bu konu ile ilgili bir şey yazmasına gerek yoktu.
Bu peygamberlik gerçeğinin iki kısmı arasında böylelikle ortaya çıkan farklılığı ayırt etme konusunda başarısız olmamamız gerekir. Zamanlar ve süreler hakkında çok iyi bir şekilde bilgi sahibi olup da alınıp götürülme konusunda oldukça bilgisiz kalabilmek mümkündür. O zaman bu durumda birbirlerinden oldukça ayrı ve farklı olan iki şey vardır. Eğer alınıp götürülme, zamanların ve sürelerin elzem bir parçası olsa idi, o zaman onun hakkında tamamen bilgisiz kalmak, diğerleri hakkında kısmen bilgisiz kalmak anlamına gelirdi. Ama buna rağmen Selanikliler bu konuda oldukça bilgisiz idiler; oysa diğer konu hakkında öylesine bilgiye sahiplerdi ki, elçi, onlara “eksiksiz bilgiye sahipsiniz” ve size bu konuda yazmama gerek yok” diyebilmişti.
Zamanlar ve süreler Yaratılış 1:14 ayetinin bize gösterdiği gibi gökyüzü değil, yeryüzü ile ilgilidir. Bu ifade, Selanikliler’de, göksel bedenler aracılığı ile yeryüzü tarihinin çeşitli bölümlerinin değil, daha uzun olan bölümlerinin ayar edildiğini belirtmek için kullanılır. Bu daha uzun bölümlerin her biri Tanrının yeryüzündeki ahlak yönetimi tarafından tanzim edilen özel nitelikleri ile karakterize edilir. Geçmişte, şu olaylar aracılığı ile yeni süreler ortaya kondu; tufan, İsrail’in Mısır’dan kurtarılması ve yasanın verilişi, Davut’un kral soyunun sona ermesi ve egemenliğin diğer ulusların eline geçmesi. İlerde gelecek olan bir diğer dönem, Rab İsa’nın egemenlik sürebilmesi için yüce kudretini kullanacağı dönemdir. Bu dönem, “Rabbin günü” olarak gerçekleşecektir.
Ancak yine de kutsalların alınıp götürülmesinin bu yersel dönemler ile bir bağlantısı yoktur. Bu, yalnızca yersel olaylar programında olan bir madde değildir. Kutsallarını, göksel paylarından keyif almaları için gökyüzüne çağıran, Rab olacaktır. Kilise – mevcut düzenin çağrılan tüm kutsallarından oluşur – çağrısı ve yazgısı açısından gökseldir. Kilise yeryüzüne ait değildir; çünkü yeryüzünden gökyüzüne aktarılması yersel olayların programına dahil değildir. Eski Antlaşma’da “alınıp göğe götürülme” konusunda bu nedenle hiç bir ima yer almaz. Bu konuda doğru bir anlayışa sahip olmak, bize, aksi takdirde zihinlerimize kapalı kalması gereken takdiri ilahi düzenin kilidini açan bir anahtar sağlar.
Rabbin, Haklarına sahip olacağı ve tüm her şey üzerinde egemenlik süreceği gün kesinlikle geliyor. Rabbin gelişi beklenmedik bir zamanda, ani, kaçınılmaz ve etkileri açısından kusursuz bir şekilde olacaktır. Tanrının tüm işlerinde olduğu gibi, bu gün en uygun zamanda ve mümkün olan en uygun davranışla gelecektir. Ve bu günde tanrısız kişiler yıkıma uğrayacaklardır. Tam insanlar, “Esenlik ve Güvenlik”ten söz ettikleri zaman, yargı gelecektir. Uluslar, barışa acil ihtiyaç duymaktadırlar. Hem bilimsel hem de dini olan günümüz öğretişleri insanların doğaüstü olaylar karşısında artan bir şekilde güvenlik hissetmektedirler. İnsanların zihinlerinde, Tanrı, rağbet gören evrim öğretişi nedeni ile yalnız hayalde olan bir hiçliğe dönüşmüştür. Bu yüzden Tanrı konusunda hiç bir şeyden korkmazlar. Zihinlerinde onları tehdit eden tek tehlike insan’dır. İnsan, harika insan, pek çok keşifler peşinde koşmuştur, ama ne yazık ki insanın, diğer yönlerdeki araştırmaları ile birlikte kimya dalındaki harika keşifleri en şeytani kullanımlara dönüşebilecek güçtedir. Şimdi insanlar en önemli konu olarak gördükleri “barış sağlanması” aracılığı ile güvenlikte olacaklarını düşünmektedirler.
İnsanlar bu arzu ettikleri sona ulaşmayı başardıkları için kendilerini kutladıkları zaman, Tanrı Kendisini beyan edecek ve Rabbin günü gelecek. Rabbin günü, karanlıkta uyuyanlar gibi olan dünyanın önüne aniden çıkacak; ama imanlılar için aynı durum söz konusu olmayacak. Dünya bugün karanlıkta uyuyor, imanlı ise bugün ışığın bir çocuğu ve ışıkta.
Bize 4-8 ayetlerinde gösterildiği gibi imanlı ve dünya arasındaki karşıtlık çok çarpıcıdır ve bu konu üzerinde düşünüp taşınır isek, iyi ederiz. Dünya karanlıktadır. Dünya uykudadır. Hatta dünya, aşağıdaki etkilerden dolayı zehirlenmiş olarak “sarhoştur”. Bu durum, günümüzde her zaman olduğundan daha aşikardır; çünkü karşılıklı iletişim araçları çoğaldığı için yeni düşünceler ve etkiler büyük bir hız ile yayılmaktadırlar. “Evrim” kelimesinin tek başına bile insanların zihinlerine nasıl büyük bir güç ile zehir verdiğini bir düşünün! Şimdiye kadar beden için keşfedilmiş olan hiçbir uyuşturucu bu kelime ile kıyaslanamaz!
İmanlı karanlıkta değildir, karanlığın da değildir. İmanlı bir ışık ve gündüz çocuğudur. Şöyle diyelim, imanlı kendisine Müjde aracılığı ile ulaşmış olan ışıktan doğmuştur ve doğmasını sağlayan karaktere ortaktır. Bu yüzden, imanlı karanlıkta olan dünyada olmasına rağmen, kendisi karanlık değildir; aksine tanrısal ışık onu çevrelemektedir. İmanlı, gelecek olan günün bir çocuğudur ve bu nedenle nereye gideceğini ve neyin geleceğini bilir.
Ayık ve uyanık olabilmemiz için üstümüzden uykuyu sıyırıp atmamıza ilişkin öğüt, bu gerçek üzerine bina edilmiştir. Bu şekilde ayık ve uyanık kalıyor isek, iman, sevgi ve umut aracılığı ile tanımlanmamız gerekir. Eğer bu erdemler aktif olarak uygulanırlar ise, bu çatışma gününde hem yüreğimizi hem de başımızı koruyarak göğsümüze doğruluk zırhı ve başımıza kurtuluş miğferi olacaklardır. Işığın çocukları olmamıza rağmen, dünyanın karanlığı etrafımızı kuşatabilir ve karanlık tarafından üzerimize çirkin darbeler indirilebilir.
Bizim olan umut, “kurtuluş umududur.” Kutsal Yazılarda Hıristiyan’dan günahlarının bağışlanmasını uman bir kişi olarak asla söz edilmez, imanlı kurtuluş umudu taşıyan kişidir. Çünkü kurtuluş çok geniş bir anlama sahip olan bir sözcüktür; Rabbin gelişinde bize ulaşacak olan nihai kurtuluşu da içine alan bir anlam taşır. Kurtuluşu umut ederiz; yani, onu ümit ile bekleriz. Nihai kurtuluşun zamanında ulaşacağı kesindir, çünkü Tanrının ve O’nun Sözü’nün üzerine bina edilmiş olan umutlarda belirsizlik unsuru mevcut değildir.
Mesih’i reddeden dünya, Tanrının yargısının gazap kaseleri yeryüzüne döküldüğü zaman, gazaba uğramaya mahkum edilmiştir. Bu ciddi zaman ile ilgili ayrıntıları Vahiy kitabında buluruz. Ancak bizler Rabbimiz İsa Mesih aracılığı ile kurtuluş elde etmek için belirlendik. Tanrının atamaları daima zamanında gerçekleşirler. Asla başarısızlığa uğramazlar. Dünya için gazap, kutsallar için kurtuluş eşit derecede kesindir.
Bu kurtuluş bize 1.Selanikliler 4:16 ve 17.ayetlerde tanımlandığı gibi, Rabbimiz İsa Mesih’in eylemi aracılığı ile ulaşacaktır. O’nun halkı, Kendisi tarafından yargının ineceği yerden alınıp uzaklaştırılacaktır. Tanrı, daha önce de aynı şeyi yaptı; ölüm Hanok’a ulaşmadan önce onu yanına aldı ya da tufan gelmeden önce Nuh ve ailesini yargıdan uzaklaştırdı. Eski Antlaşma’da birden fazla yerde Tanrının, Halkını yargıdan nasıl kurtardığına dair tanıklık yer alır. Tanrı bu korumayı, bir zamanlar Nuh için yaptığı gibi, halkını güvenli bir yerde koruyarak ya da yargıları yeryüzüne vardığı zaman Halkı İsrail’in tanrısayar küçük bir bölümünü gözeterek gerçekleştirecektir. Yargıyı asla görmemeleri için onları yargı yerinden uzaklaştırarak bu korumayı yapabilir; geçmişte Hanok ile yaptığı gibi, ya da gelecekte kilisesi ile yapacağı gibi. Ama önemli olan, Tanrının bunu her zaman yaptığıdır.
Böylelikle, biz “kurtuluşu elde ettiğimiz” zaman, kurtuluş bize, 10.ayette hatırlatıldığı gibi, yerimize geçerek ölmüş Olan aracılığı ile adil bir şekilde ulaşmış olacaktır. Bizim yerimize ölmüş olmasındaki amaç, “bizim O’nunla birlikte yaşamamızdır.” Bu harika gerçek, nasıl da teselli ve teşvik ile doludur.
1.Selanikliler 4:13 ayetinden 1.Selanikliler 5:11 ayetine kadar uzun bir paragraf bulunur ve paragrafın sonu bizi paragrafın başladığı yere geri götürür. İsa, bizim Kendisi ile birlikte olabilmemiz için bizim yerimize öldü. Tanrı, yeryüzünde uyanık ya da mezarlarında uyuyor olan kutsalları, Huzuru’na alacağı zaman tasarısına son dokunuşları yapacaktır.
Hepimiz “sonsuza dek Rab ile birlikte yaşayalım diye” sözleri üzerinde durup düşünelim, öyle ki bu sözlerdeki tatlılık, canlarımıza derin bir şekilde nüfuz etsin. O, bizim yaşayabilmemiz için öldü. Ancak, önümüzde olan yalnızca yaşam değildir, aynı zamanda Mesih ile birlikte yaşam’dır. Dördüncü bölümün sonundaki “birlikte” sözcüğüne dikkat ettik. Diriliş gününde Rab ile buluşmak için tüm kutsallar ile – ve yeryüzünden tanıdığımız kişiler ile tekrar bir araya gelmek - birleşmemiz gerektiğini keşfetmek keyifli idi. Ama yine de, tüm kutsallar ile birlikte sonsuzluk boyunca O’nunla birlikte yaşamaktan zevk alacağımızı bilmek daha büyük bir keyiftir. Peşinden koşmaları ve sevinçleri ile sonsuzluktaki tüm bu yaşamı O’nunla paylaşacağız. O günde O’nun yaşamını paylaşma kapasitesine sahip olabilmek için O’nun yaşamına sahip olacağız. Her ne kadar bu sevinçli yarının harika doluluğunda olmasa bile bu gün dahi O’nun düşüncelerini ve sevinçlerini paylaşabiliriz.
12.ayet ile birlikte son öğütler başlar. Selanik’te resmi olarak atanmış ihtiyarların olmadığı aşikar idi. Bu yüzden elçi onların, aralarında ihtiyar olarak atanmaya hak kazanacak ve ihtiyarların görevini yerine getirecek kişileri bilmeleri – ayırt etmek anlamında – gerektiğini düşünüyordu; böyle kişileri yalnızca bilmekle kalmamalı, ama aynı zamanda onların öğütlerini dinlemeliydiler ve onlara sevgi ile değer vermeleri gerekirdi. Doğası itibarı ile isyankar olan zihin, onların ruhsal yetkisine karşı koymak için herhangi bir resmi atamanın yokluğundan yararlanacaktı; ama böyle bir şey olmayacaktı.
Bu durum, ahlaki özelliğin ve Tanrı tarafından verilen yetkinin her şeyden önemli olduğunu nasıl da açık olarak göstermektedir; resmi kutsama ve atama bir elçi aracılığı ile yerine getirilse bile, ahlaki özellik ve Tanrının verdiği yetki kadar önemli değildi. Ahlaki özellik ve Tanrısal yetki, resmi kutsama ve atama olmadığı takdirde yalnızca boş bir kabuktan ibarettir. Resmi atama bile elçilere özgü bir değere sahip olmadıkça ne ifade eder? Ve Kutsal Yazılar kuşaktan kuşağa aktarılan elçilere özgü güçler ve yetki hakkında oldukça suskundur.
Eğer Rab, Halkının ruhsal refahı ile ilgilenmeleri için bir çobanın içgüdülerine sahip tanrısayar kişiler ortaya çıkartır ise, onların atanması için elçilere özgü güç eksik olsa bile bu kişileri şükrederek fark etmemiz ve onlardan yararlanmamız gerekir. İnanıyoruz ki, bu günkü konumumuz tam olarak budur. Bu tür ruhsal rehberleri hakaret ile reddetmemek için uyanık olmalıyız. Bezdirici ve herkesin işine karışan kişiler ile Tanrı korkusunda ruhsal refahımızın sağlanması için sevgi ile ilgi gösteren kişiler arasında bulunan farklılığı ayırt etmek hiç de zor bir şey olmasa gerek.
14-22 ayetlerinde çok kısa ifadeler ile beyan edilen bir dizi önemli öğütler yer alır. Tanrının kilisesinin herkesin istediği şekilde davranabileceği bir topluluk olarak planlanmadığı çok belirgindir. Tanrının kilisesi aslında tanrısal yetki altındaki ruhsal düzenin muhafaza edildiği bir yerdir. Tanrının kilisesinin Tanrının evi olduğunu hatırlayarak böyle bir yer olması gerektiği beklentisi içinde olmalıyız. Uyarı, teselli ve destek her fırsatta uygulanmalıdır. Sabırlı davranılması da gerekir. İyi olanın ardından gidilmelidir. Sevinç, dua ve şükretmek, kutsalların mutlu ve kalıcı meşguliyetleri olmalıdırlar.
İmanlının sevincini söndürebilecek hiç bir şey yoktur, çünkü sevinç sonsuz olan tarafından sağlanır. Dua sürekli olmalıdır, çünkü ihtiyaç süreklidir ve Tanrının lütuf tahtına giden yol asla kapalı değildir. Dua ve ifade şekli dua olan can tutumu, bir alışkanlık olmalıdır. Tanrı’ya “Her konuda” teşekkürler sunulmalıdır, çünkü “Tanrının, Kendisini sevenler için her şeyi iyilik olarak işlediğini” biliriz. Ayrıca, Tanrı, bizlerin şükreden kişiler olmamızı ister, öyle ki, Mezmur 22:3 ayetindeki ruh uyarınca, O bizim övgülerimizde “taht kurabilsin. Bu konular, yoğun bir şekilde bireysellik içerir.
19-22 ayetleri, daha çok Tanrının Ruhunun işlediği ve Tanrının zihninin bildirildiği Tanrının kutsallarının topluluğu ile ilgili konulara işaret ederler. Bu ilk günlerde Rab bazen doğaüstü yollar aracılığı ile – bakınız Elçilerin İşleri 13: 2; 1.Korintliler 12:7-11; 1.Timoteos 4:1 – konuşmak ve hareket etmek adetinde idi. 1.Korintliler 14.bölümde tasarlandığı gibi, O, aynı zamanda sesini peygamberlerin hizmeti aracılığı ile daha genel bir şekilde de duyurdu. Selaniklilerin, Ruh’un topluluktaki işleyişini düzenlemek için girişimde bulunmamaları gerekiyordu, aksi takdirde Kutsal Ruh’un işleyişini söndürmüş olurlardı. Biz Kutsal Ruh’u kontrol etmeyiz, Kutsal Ruh bizi kontrol eder. Peygamberliklere hak ettikleri önemli yerin verilmesi gerekiyordu; sahte türde olan bir peygamberlik onların bilmedikleri bir şey değildi, işitilen her şeyin “kanıtlanması” gerekiyordu; ya da sınanması gerekiyordu, çünkü her ne kadar ellerinde yazılı Yeni Antlaşma yoksa da Eski Antlaşma vardı ve elçinin sözle bildirdiği buyruklardan haberdar idiler. İşittikleri şeyi sınadıktan sonra iyi olana “sımsıkı tutunmaları” ve “her çeşit kötülükten kaçınmaları” gerekiyordu.
Bu öğütleri okuduktan sonra önümüze çok yüksek bir standart konduğunu hissetmiyor muyuz? Gerçekten de öyledir ve bu standarda ulaşılabilmesi için Tanrı için ayrılmamız gerekir; ve esenlik Tanrısı olan Tanrının Kendisi kutsallığımızın Yaratıcısı olmalıdır. Elçinin arzusu, Tanrının bu sonuç için çalışması idi; tüm insan, ruh, can ve beden olarak O’nun gücünün altına getirilmelidir. Tam olarak kutsallaşmaları bu şekilde olacaktı.
Ruhta, canda ve bedende gerçekten Tanrı için ayrıldığımız zaman, lekesiz olarak korunacağız. Rab İsa’nın gelişinde murdarlık sahnesinden tamamen uzak kılınacağız ve artık benlik içimizde olmayacak. Ama 24.ayet ne kadar da teşvik edicidir! Tüm çöküş ve kusurlarımızda Tanrı bizi yücelikteki bu lekesiz konuma çağırmıştır ve bizim için tasarlamış olduğu amaçları başarısızlığa uğramayacaktır. O, amaçlarını gerçekleştirecektir!
Bu amaca ulaşıncaya kadar ihtiyaç duyulan, sadece Rab İsa Mesih’in lütfunun bizimle olmasıdır. Mektup, bu konuda bir kutsama ile sona erer.